Hayatım yalnızca boşluktan ibaretti.
Ün, şan, şöhret, para, popülerlik, hayranlar ve bundan çok daha fazlası... Beni dışarıdan gören bir insan için üzerime biçtiği kılıf, her zaman mutlu olduğum yönündeydi. Dışarıdan dünyanın en mutlu ve en tatmin olan insanı gibi gözüküyordum çünkü iyi bir oyuncuydum.
Çok değil, yaklaşık sekiz yıllık meslek hayatımda birkaç sene öncesine kadar oldukça mutlu ve dünyanın en umursamaz insanıydım. Yeni yeni tanınmaya ve ilk ödüllerimi toplamaya başladığım dönemde nefret yorumları değil sadece beni tatmin eden fanların yorumları olurdu. Nefret yorumları olsa bile o zamanlar çok fazla umursayacağımı da sanmıyordum.
Ben büyüdükçe popülerliğim ve beraberinde sorunlarım da artmıştı. Artık eskisi kadar mutlu değildim çünkü neredeyse tüm dünyada 'Feda' ismiyle tanınıyordum. Beni sevmeyenlerin bile deli gibi bir merakla beni takip ettiklerini biliyordum. Tüm herkesin gözleri üzerimdeydi. Ve bu çok büyük sorumluluklar yüklemişti üzerime.
Popülerliğimin bir anda artmaya başladığı bu dönemde sorumluluklarımın da bilincine varmak beni afallatarak kabuğuma çekilmeme sebep olmuştu. Tüm her şeyden hevesimi almış, yaşama dair tüm isteğimi yitirmiştim. Tabii bu isteklerimi tetikleyen bir çok şey olmuştu.
İlki, beni büyüten dedemi kaybetmem olmuştu. Çok ani ve beklenmedik bir haberdi. Sanki bir rüyadan sarsılarak uyandırılmış gibi hissetmiştim. Dedemin sonsuza dek yanımda kalamayacağını o an idrak etmiştim fakat bunun için artık çok geç kalmıştım.
Bu haberin üzerine onun yasını bile tutamadan ajansım tarafından konserlere, şarkı kayıtlarına ve reklam çekimlerine gönderilmiştim. Hatta o dönemler verdiğim son konserlerin birinde sahnede kendimi tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyordum.
Bunu atlatamadan o zamanlar çok yakın olduğum arkadaşımın yüzüme gülüp arkamdan iş çevirdiğini öğrenmiştim. Benimle ajansa başvurmaya gittiğimde bile yanımda olan arkadaşımın piyasaya sunmadan önce onunla paylaştığım bestelerimi, sözlerimi başka ajansa sattığına şahit olmuştum. Onu da, ihanetini de bir çırpıda silip atmak kolay olmamıştı.
Bunda da kendime zaman vermemiş ve hayatımı sürdürmeye devam etmiştim. Son darbe ise, sevgilimin beni o zamanki menajerimle uzunca bir süre aldattığına şahit olmak olmuştu.
İşte tam da o anda ağır ve uzun süreli depresyonumun ilk adımını çoktan atmıştım.
Tüm her şeyde isteksizliğim devam etse de bu sefer rol yapmayı bırakmıştım. Yalandan gülmeyi bile beceremeyen, daima asık suratla ve boş gözlerle gezen bir beni görmek tüm herkesi şoka uğratmış ve bunun yanında beni gerçekten sevenler ayaklanarak ajansımdan ve benimle çalışmaya yeni başlayan menajerimden bir açıklama beklemişlerdi. Benim bu hâllerimin sebebini onların üzerine yıkmışlardı.
Zaman hızla akıp giderken ben hep aynı noktada bulur olmuştum kendimi. Benim hakkımda bir şeyler yazılıp çiziliyor, etrafımda her gün onlarca haber dönüyordu fakat benim tek yaptığım gün içindeki programlarımın bitmesi ve bir an önce evime gidebilmek için saat saymamdı. Bomboş bir ruhtum ve zamanımı doldurmak için yaşıyordum.
Uzun bir süre psikiyatr eşliğinde yaşama tutunmaya çalıştım. Yemek yiyordum baygınlık geçirmemek için, şarkı söylemeye devam ediyordum kariyerimin bitmemesi için, ziyaretler yapıyordum beni özledikleri için, ailemin yanında kalıyordum hayatıma son vermemek için.
Dedemin ölüm haberini aldığımda rüyadan uyanmıştım fakat gerçeklerin bir kabus kadar korkutucu olabileceğini düşünememiştim. Gerçeklerle yüzleşmek yerine, yalandan bir rüyaya inanmayı tercih ederdim. Çünkü mutlu olduğum yer orasıydı.
Mesela o düşlerde etrafımdaki insanlar yanımda Furkan olduğum için duruyordu, Feda değil. Beni seviyorlardı, beni düşünüyorlardı, her daim yanımda olmaya çalışıyorlardı fakat bu sadece gözlerimi onlardan çekip başka yöne çevirene dek sürüyordu. Yanlarından ayrıldığım ilk dakikada, maskelerini bir kenara atarak gerçek yüzlerini açığa çıkarıyorlardı. Popülerliğimi, şöhretimi, paramı, bağlantılarımı kullanmak isteyen insanlar vardı gerçeklerimde. En gerçeğini de hayatımın en kötü döneminde kötü bir şekilde öğrenmiştim.
Fazla popüler olmayan bir erkek sanatçı, denk geldiğimiz bir ödül töreninde benimle bir anda arkadaş olmuş ve aramızda samimiyet kurmaya çalışmıştı. Sürekli benimle iyi geçinmiş ve her daim arkamda durarak beni desteklemişti. İşin aslı, yüzündeki sahte maskeymiş ona bunu yaptıran. Bir gece, kısa bir telefon görüşmesinin ardından kapattığımı düşündüğü an yanındaki kişiye gerçek düşüncelerini söylemişti. Benim yanımda, tanışıklığım olan işin ehli yönetmenler, söz yazarları ve prodüktörler olduğu için durduğunu, işi bitince bir daha yüzüme bile bakmayacağını söylemiş ve tıpkı bir çok insan gibi o da isminin üzerine kendi elleriyle kırmızı bir kalemle çizgi çekmişti.
Aylar sonra, kendime gelebilmek için çabaladığım dönemlerde oğlumun, Milo'nun, hastalandığını ve fark edemeden bu hastalığın ilerlediğini öğrenmiş ve ciddi bir ameliyat geçirdiğine şahit olmuştum. Bu sefer kendime en azından Milo için dayanma sözü vermiş, önceki gibi kendimi salmamayı başarmıştım.
Fakat her sabrın sonu ağır patlamalara yol açardı. Tüm her şeyi üst üste biriktirmiş ve en çok zararı kendime vermiştim.
Bir gece gözlerim yalnızca karşı koltukta uyuklayan Milo'nun üzerindeyken saatlerce bomboş bir şekilde onu izlediğimi hatırlıyordum. Aklımdan tek bir düşünce geçmemiş ve ben gecenin ışıkları yerini güneş ışınlarına bırakana dek tek bir kez hareket bile etmeden onu izlemiştim. Gözlerimin acımaya ve artık kapanmak için savaş vermeye başladığını hissettiğim ilk anda aklımda tek bir düşünce yankılandı. Neden hâlâ hayattayım ki?
Ne için diye defalarca kez sordum kendi kendime. Mutlu muyum, hayır. İstediğim hayat mı, hayır. Sevdiğim insanlar yanımda mı, hayır. Yorgun muyum, evet. Peki neden hâlâ yaşıyorum? Sevmediğim, istemediğim bir hayatı ne için ve kimin için sürdürüyorum? Bunu ömrümün sonuna dek devam ettirdiğimde ne kazanacağım?
Tüm düşüncelerimi susturup bir anda ayaklandım ve koşar adımlarla banyoya ilerledim. O zamana dek hiçbir şeye yetişmek için bu kadar acele davranmamıştım, henüz. Zihnim, kalbim, ruhum bomboştu, ben baştan sona bomboştum. Boşlukta süzülüyor ve buna engel olamıyordum. Sanki beni kontrol eden birileri vardı ve bir oyun konsolu gibi dilediğince oynatıyordu.
Bir jilet alıp bileğime dayadım ve işte bomboş olan zihnim tam da o anda tüm geçmişimi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıtmaya başladı. Güldüğüm, ağladığım, mutlu olduğum, başarılı olabilmek için deli gibi çalıştığım, sahnede olduğum, evimde söz yazdığım, ilk ödülümü kazandığım, çıkıp ağlaya ağlaya konuşmamı yaptığım ve daha binlerce görüntü an ve an bana kendini hatırlatıp gitti.
Ondan hemen sonra aklıma ailem düştü. Uzun zamandır ilk defa onları hatırladım. Ben yanımda kimsem yok diye üzülüp kendimi paramparça ederken, onların arkamdan nasıl paramparça olacaklarını hatırladım. Aslında onların benim yanımda olmadığını değil, benim herkes gibi onları ittiğimi hatırladım. Beni bu günlere getirebilmek için yana yakıla çalışan anne ve babamı, her derdinde koşup bana sığınan kız kardeşimi, bana her şeyden çok güvenen menajerimi, nasıl olursam olayım, karşılarına ne şekilde çıkarsam çıkayım beni her şeyden çok seven hayranlarımı, canımdan çok sevdiğim iki arkadaşımı ve şu an her şeyden habersiz koltukta uyuyan Milo'yu hatırladım.
Her gece mutlaka üzerimi sıkı sıkı örtmem ve güzel bir uyku çekmem konusunda mesaj atan ve kimi zaman arayan annem, her fırsat bulduğunda bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soran babam, canımın sıkkın olduğunu hissettiği an okulunu asıp yanıma koşan kız kardeşim, istemediğim bir proje olduğunda ajansa karşı benim için savaş açan menajerim, her gün benim hakkımda kötü yorum yapan hesaplarla tartışıp galip gelene dek beni savunan iki arkadaşım ve hasta olmasına rağmen beni asla arkasında bırakmayan Milo; bazen fiziksel olarak yanımda olamasalar da, sevgileri daima benimleydi.
Onlar her an benimleyken, benim onları arkamda bırakamayacağımı düşündüm. Onlara bu kötülüğü yapamayacağımı, en azından onlar için çabalamam gerektiğini düşündüm. Bu düşünce yanlıştı fakat o zamanlar hayatımı sonlandırma isteğimi hafifleten şey bu olmuştu. Elimdeki jileti kenara atarak uzun süredir yapamadığım şeyi yapmış ve yere çökerek ağlamaya başlamıştım.
Bir süre bu şekilde devam etti. Ben hep mutlu rolü yapıyor ve herkesi oyunculuğumla bastırıyordum. Tüm her şey yolundaydı. Ben çok iyiydim, dertsizdim, bir kuş kadar hafiftim. Ama işin aslı yalnızca bende gizliydi.
Sosyal medyayı yeni yeni öğrenmeye başladığım bir günün gecesinde bana gönderilen mesajların varlığından haberdar olarak sohbet kutusuna girmiş ve her saniye yenilenen mesajlara göz gezdirmiştim. Sayfayı tekrar yenilediğimde önüme çıkan ilk mesaja tıkladım ve bana atılan cümleleri okudum.
Mutlu rüyalar gör, huzurlu bir uyku çek. İyi geceler Feda
Gözlerime takılan ilk cümleyle kaşlarım havalanmıştı. Bir yerlerde, yine hiç tanımadığım ve görmediğim birilerinin hayatına dokunmak ve onların bana iyi niyetlerini göndereceği kadar sevgilerini kazanmak beni memnun etmişti. Önceki mesajlarını kaydırarak okuduğumda her yerde karşılaştığım sevgi ve övgü cümlelerinin hiçbirine rastlamamak beni şaşırtmıştı.
Bambaşka şeylerden bahsediyordu. Bambaşka ama çok tanıdık şeylerden...
O gece tüm mesajlarını okudum ve bir daha mesaj attığında onu kaybetmemek için ismini her ihtimale karşı notlara kaydettim. Bir sonraki akşam yine girip ismini arattım ve bana yazdıklarını okudum. Bu uzun bir süre bu şekilde devam etti. Okumamı istemediğini söylediği için kendimi hissettirmemiştim, ta ki o geceye kadar.
Hayatına son vereceğini kurduğu cümlelerden fark ettiğimde duramamıştım. Hem birisinin hayatına son vermesini izleyemezdim, hem de bu birisinin hayatın tadını tam olarak alamayan birisi olmasını. O yüzden ona yazdım ve durdurmaya çalıştım. Ona kendi hayatımdan edindiğim tecrübelerimle iyi gelmeye çalıştım.
Fakat onunla konuşmaya başladıktan sonra işler yavaş yavaş tersine dönmeye başladı. Ben ona iyi gelmeye çalışırken ve başarılı olamadığımı düşünürken, o hiç uğraşmadan bana iyi gelir oldu. Onun sesini duyabilmek için, onu görebilmek için, göz göze gelebilmek için, onu göremesem ve bilemesem de onunla aynı ortamda olabilmek için yanıp tutuşur oldum.
Onun için yanmaya başladım ve söndürmek için yardım istemek yerine, ona elimi uzatarak onu da bu alevlerin içine çektim.
Onunla yatıp onunla kalkıyor, sürekli boş bir an kollayarak onunla konuşmak için can atıyordum. Onu daha önce görmemiştim, yanımdan geçip gitse farkında bile olmazdım fakat bedenine ne kadar yabancıysam, ruhuna, kalbine ve zihnine o kadar aşinaydım. Düşüncelerine, fikirlerine, korkularına, mutluluklarına yanındaki insanlardan daha çok hakimdim. Onu doğduğu andan itibaren avcumun içinde yaşatmışım da, filizlenmesini saniye saniye izlemişim gibi ona her zerresiyle hakim olmuştum.
Benim Mercan'ımdı, bir tanemdi, biriciğimdi. Ona yazmaya başladığım andan itibaren tüm hayatım, her şeyimdi o benim. Şimdi ise ömrüm olmaya kendi ayaklarıyla geliyordu.
Aynadaki yansımamdan sırıtan yüzümü fark ettiğimde ceketimin yakalarında asılı duran parmaklarımı gevşeterek oradan çektim ve iki yanıma indirdim, bu sırada sırıtmam büyüyüp sesli bir kıkırtıya dönüşmüştü. İsmi aklıma düştüğünde bile beni mutlu edebiliyorken onu tek bir saniye görsem, ömrümün sonuna dek etkili olacak bir ilaca sahip olacaktım.
Ve görecektim de. Birkaç saat içinde.
"Yine delirmeye başladığına göre iyi olduğunu varsayıyorum," Arkamdaki sesle ona dönmeden aynadaki yansımasına çevirdim gözlerimi. Kapının pervazına omzunu yaslayarak yüzündeki gülümsemeyle beni izliyordu en yakın arkadaşım. Ona odaklandığımı gördüğünde bedenini oradan ayırarak bana doğru yavaş ve sakin adımlarla yürümeye başladı. "Ama başkalarının içinde de böyle hareketler yapma, seni kurtaramam."
"Yine çok komiksin bakıyorum da," dedim bakışlarımı saçlarıma çevirdiğimde. Üzerime siyah bir takım elbise giyimiştim. Ceketinin cebinde ise kırmızı bir gül vardı. Normalde konserlerde daha rahat kıyafetler giyimek hoşuma gitse da bugün özellikle bu kıyafetleri giyimek istemiştim. Çünkü Mercan geliyordu, onun karşısına özenli çıkmalıydım. Onun yanına yakışacak kadar düzgün bir beyefendi olmalıydım.
Bakışlarım saç tellerimde gezerken bozulmamış olmalarına içten içe seviniyordum. Tek bir saç telim bile istediğim gibi olmadığında olaya müdahale olduğum çok olmuştu. Bugün tüm çalışanlara zor anlar yaşatmıştım fakat bunlar tek bir saniye bile durup pişman olmama neden olmamıştı. Bugün hiçbir şey umurumda değildi, tek bir kişi dışında.
"Kalp krizi geçiriyor gibi duruyorsun," diyerek tekrar takıldı bana en yakın arkadaşım. Sesini duyduğumda derin bir nefes alarak yerinden çıkıp diğer yarısına ulaşmak için çıldıran kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Bu sırada aynaya sırtımı dönmüş ve karşımdaki bedeni odağıma alarak konuştum. "Doğru duruyorum çünkü saniyeler sonra kalp krizinden ölecekmişim gibi hissediyorum."
Kıkırdayarak kafasını iki yana sallamış ve onun tabiriyle 'çok aşık' hâlime acır gibi bakmaya başlamıştı.
Açık kapı tıklatıldığında ikimizin de bakışları oraya dönmüştü. Kapının yanında gördüğüm bedenle heyecanlanmıştım çünkü gözlerimle gözleri kesişen kişi, Mercan'la ilgilenmesi için ayarladığım çalışandı. Heyecanla tüm vücudumu ona çevirdiğimde, başıyla selam verdi ve "Mercan Hanım geldiler, Furkan Bey. İstediğiniz gibi 6 numaralı locaya yönlendirdim." dedi.
Aynı ortamdaydık. O buradaydı.
İstemsizce gülümsemeye başladığımda Serhat'ta bu hâlime sırıtarak ve çalışana doğru, "Tamam, teşekkür ederiz." diye cevap vermişti. Girdiğindeki gibi başıyla selam verdiğinde çıkacağını anlayarak panikle konuştum. "Kalabalık bir ortama sokmadın onu değil mi?"
"Hayır efendim. Özellikle belirttiğiniz gibi, arka kapıyı kullandı."
Sözleriyle rahatlayarak onu onaylamış ve çıkabileceğini söylemiştim. Aynaya tekrar dönmüş ve kendimi son kez kontrol etmiştim. Kulisteki son dakikalarımı geçiriyordum ve en iyi şekilde hazırlanıp çıkmalıydım. Konser sırasında da çok fazla kendimi kaybetmemeyi aklıma kazımıştım. Her zamanki gibi, kıyafetlerim kırışmış, saçlarım darmadağın olmuş ve terlemiş bir şekilde ayrılmak yerine daha aklı başında ve sonunda beyefendiliğimden ödün vermeden bitirmeliydim konseri.
''Yüzün eskidi, aynaya bakmaktan vazgeç artık.'' dedi Serhat. Bakışlarım aynadaki yansımamdan ona kaymış ve istemsizce alaya bürünmüştü. Yakışıklı ve her daim karizmatik olduğumun bilincindeydim, durmadan Mercan'a söylediğim mütevazilik kelimesi benim kitabımda yer almıyordu. Popülerliğin verdiği, zamanla üzerime yapışan alışkanlıklardan yalnızca birisiydi. Dudaklarım da bakışlarımdaki alaya eşlik ederken, ''Bu yüz ne yaparsam yapayım eskimez kardeşim, endişelenme.'' diye cevaplamış ve ondan cevap olarak bir göz devirme almıştım.
Birkaç dakika içinde kuliste çalışanlardan birisi çıkmam gerektiğini iletmiş ve bana konserin arkasına dek eşlik etmişti. Çıkışım, en çok dinlenen şarkılarımdan birisiyle olacaktı. Beni yavaşça sahneye çıkaracak düzeneğin üzerine çıkıp elime siyah renkli mikrofonumu verdiklerinde menajerim Onur'un yanıma gelerek derin bir nefes aldığına şahit oldum.
Sahneye çıkmam için geri sayım başladığında omuzuma iki defa vurarak ufak bir tebessüm etti ve "Şansa ihtiyacın yok ama formaliteden, iyi şanslar. Ortalığı her zamanki gibi kasıp kavuracağına eminim." demişti. Gözlerimi bir kez yumarak ona karşılık verdiğimde arkasını dönmüş ve büyük bir koşuşturma içinde olan çalışanların arasına karışmıştı. Saniyeler sonra geri sayım bitti ve düzenek havalanarak beni yoğun bir sis bulutu içinde olan sahneye çıkarttı.
Bedenim göründüğü ilk anda zaten sesli olan ortam daha yüksek sesle sağır edici bir gürültüye yol açarken istemsizce gülümseyerek atmosferin beni içine hapsetmesine izin verdim. Her defasında kanım kaynıyor, kalbim atabildiği en hızlı ritimle ağzımdan çıkmak ister gibi atıyordu.
Kulaklığımdaki komuta göre dudaklarımı mikrofona yaklaştırarak şarkı sözlerini söylemeye başlarken bir yandan ufak adımlarla sahnenin ortasına doğru yürüyordum. Tüm çığlıklar ve alkışlar gururumu okşadığını bilir gibi her saniye artıyor, beni daha da heyecanlandırıyordu.
Sahnenin ortasına geldiğimde gözlerim üst locaya kaymış ve orada beni izleyen silüeti göz hapsime almıştım. Oradaydı işte. Beni nasıl bir yangına sürüklediğini bilmeden tüm dikkatiyle beni izliyordu.
Onun telefonun bir ucunda olduğunu, ona kelimelerle ulaşabildiğimi bilmek bile bana dünyaları vermiş gibi hissettirirken şu an onun tam karşımda olup beni izlemesi ölüm gibiydi. Ölmüştüm ve karşımda olduğuna göre cennetin tam da ortasına düşmüştüm.
Saatlerce orada o her ne kadar bilmese de onunla göz göze şarkı söyledim. Tüm şarkılarımı ona söyledim, tıpkı onunla tanıştıktan sonra şarkılarımı ona yazdığım gibi.
Sahneden inmeden dakikalar önce kalbim diğer yarısına gitmek için beni zorlarken onu göz ardı etmeye çalışıyordum fakat bu imkansızdı. Konu Mercan olduğunda her zaman kalbimin esiriydim.
Derin bir nefes alarak karşımdaki görüntüye son kez bakarken mikrofonumu dudaklarıma yaklaştırdım ve konuşmaya başladım. "Sizinle bir şey paylaşmak istiyorum. Gökkuşağını bilirsiniz, neredeyse herkes benim gibi yedi renge sahip bu uçsuz bucaksız doğa olayına bayılıyor, değil mi?" Kalabalıktan beni onaylayan sesler çığlıkvari bir tepkiyle yükselirken devam ettim. "Peki hiç gökkuşağındaki renklere dikkat ettiniz mi? Hepsi önemli değil, ben size benim için en değerli iki renkten bahsedeceğim."
Tüm kalabalığın, çok büyük meselelerden bahsedermişim gibi beni nefes dahi almadan izlemeleri ve koskoca salonda yalnızca benim sesimin duyulması çok hoşuma gitmişti. Benim için değerli ve ciddi olan bir meseleyi en az benim kadar ciddiye almaları beni onlara daha çok bağlıyordu.
"Birincisi, kırmızı. Bu gökkuşağının ilk rengidir. Kırmızı, biraz fazla anlama sahip olan bir renk. Aşkının, tutkunun, öfkenin, hiddetin, utangaçlığın, her şeyin rengidir kırmızı. Tabii kabul ettiğiniz sürece." diyerek Mercan'ın renkler hakkındaki düşüncelerine atıfta bulunmuştum.
Ufak bir tebessümden sonra devam ettim. "Bunun dışında da diğer ikinci ve en değerli renk ise, mor. Bu gökkuşağının son rengidir. Anlamı ise, birbirini uzunca bir süre sevmek ve güvenmektir, her şeye ve herkese rağmen. Kırmızı ve morun anlamını şimdi anladınız mı? Biri bu hikayeye başlayan diğeri ise bitiren bir renk. Fakat bitiren renk ise sonsuzluğu temsil ediyor. Sonsuza kadar birbirimizi sevelim, birbirimize güvenelim ve daima birbirimizde kalalım."
Gülümseyerek söylediklerimden sonra konser alanından yüksek bir gürültü çıkmasıyla bakışlarım üst locadan beni izleyen bedene yükseldi. Yalnızca siyah bir silüet görüyordum fakat onun da yerinde hareketlendiğini seçebilmiştim. Tepkisini gözlerimiz birbirine değerken görecektim.
Bakışlarım tekrar karşıma dönmüş ve hızlı bir şekilde onlarla vedalaşmıştım. Normalde onlardan kopmam öyle uzun sürüyordu ki muhtemelen bu sefer hızlı ve aceleci bir şekilde sahneden inmem onlara garip gelmişti. Şu an düştüğüm durumu umursayacak bir hâlde değildim.
Koştura koştura kulise girmiş ve benimle ilgilenmeye çalışan insanlardan sıyrılarak aynada son kez görüntüme bakmıştım. Şu an onu bekletiyordum ama onun karşısına en güzel hâlimle çıkmak istiyordum. Parmaklarımı saçlarımdan geçirerek havalanan saç tellerimi düzelttim ve yüzümde bir kusur olmadığını gördüğümde geri çekildim.
Arkamdaki en yakın arkadaşım Serhat'ı ve menajerim Onur'u beni izlediklerini görerek sorgu dolu bir bakış atmıştım. Serhat kafasını iki yana sallayarak söylendi. "Daha görmeden bu hâlde Onur, öyle düşün bir de." Bu konuşmanın öncesi olduğunu anlamıştım. Onur alt dudağını ısırdı ve bakışlarını tüm bedenimde gezdirdi. Göz bebeklerinde dolaşan haylazlığı fark etmiştim. "Gördükten sonra Furkan'ı tanıyamayacağımıza kalıbımı basarım. Kesinlikle aklı başından gidecek."
"O kadar mı güzeldi gerçekten?" dedi Serhat saf bir merakla. Onur alt dudağını tekrar ısırarak kafasını iki yana salladığında kaşlarımı çattım ve konuştum. "Onun hakkında konuşmayı kesin. Başka işiniz gücünüz yok mu sizin?"
Onur'un, Mercan'ı benden önce görmesi sinirlerimi bozuyordu. Özellikle beni sinir etmek ister gibi bazı zamanlarda onun hakkında konuşması deliye dönmeme neden oluyordu.
Serhat bana göz devirip arkasını döndüğünde Onur da ellerini ceplerine sokmuş ve menajerden uzak, bir abi edasıyla, "Zamanını iyi geçirirsin umarım. Gerçi bundan zerre şüphem yok. Ben o kızın, bana çizdiği resmi uzatırken hâlini gördüm. İkiniz de birbirinize iyi geleceksiniz. Senden yalnızca tek bir isteğim var, o da medyaya karşı dikkatli olman. En azından şu sevgililik haberleri unutulana kadar lütfen kalbinin mantığının önüne geçmesine izin verme ve akıllıca hareket et olur mu? Onun dışında istediğini yapmakta özgürsün, senin her zaman arkandayım." demişti.
Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı aşağı yukarı sallamış ve onu onaylamıştım. Menajerimden çok bir abim olması işlerimi çoğu zaman kolaylaştırıyordu. Hayatıma çok sonradan dahil olsa da bendeki etkileri, en başından beri yanımda olan çoğu insan daha fazlaydı.
Ona son kez gülümseyerek koşar adımlarla kulisten çıkmış ve locaların olduğu merdivenlere ilerlemiştim. Yer yerinden oynuyor, gökyüzüyle yeryüzü birbirine giriyor gibi hissediyordum. Tüm bedenim kendime hakim olamadan titriyor, ağzım kuruyor ve kalbim saatlerdir koşuyormuş gibi hızlı hızlı atıyordu. Onun yanına giden yolu nasıl bitirdiğimi bile bilmiyordum.
En sonunda 6 numaralı locanın önüne geldiğimde durup bir nefes aldım. Bir adım ötemdeydi ve aramızda artık yalnızca bir kapı vardı. Aklımı kaybetmek üzereydim.
Elimi kapı koluna koyarak gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Nefesimi ve her çarptığında dışarıdan sesini belli eden kalbimi düzene sokmaya çalışırken kapının diğer tarafından uygulanan hafif bir kuvvetle parmaklarım tutunduğu yeri bıraktı. Elim kalçamın yanına geri düşerken kapı yavaşça aralandı ve onu gördüm.
Gözleri iriydi fakat bakışları çoğu kişinin aksine dolu doluydu. Göz bebeklerinin içindeki koca galaksiyi görebiliyordum, tüm evren gözlerinde gizlenmişti. Üst ve alt dudağı çoğu kişiye göre daha dolgundu. Bunun yanında kırmızı ve ıslak bir görüntüsü yalnızca bir saniyelik bakışta bile çok yanlış şeyler düşündürmüştü. Burnu yüzüne göre küçük ve çok ısırılasıydı. Dudağının hemen kenarında küçük ve tatlı bir ben vardı. Teni bembeyazdı, sanki güneş benim aksime onu sever gibi okşuyor ve zarar vermeden kayboluyordu. Saçlarının uçları omuzlarına değiyor ve fazla dalgalı duruyordu.
Güzel kelimesini bile hak etmeyecek kadar güzeldi.
"Merhaba," diye fısıldadı daha önceden aşina olduğum tatlı tonuyla. Bakışlarını benden çoktan kaçırarak ayaklarımıza bakmaya başlamıştı bile. Göğsü tıpkı benimki gibi hızla inip kalkıyor ve durmadan üst dişlerini alt dudağına geçiriyordu. "Furkan."
"Merhaba," diye fısıldadım onun gibi. Temkinli bir adım atarak ayakkabılarımızın birbirlerine sürtünmesine sebep olmuştum. Benim klasik ayakkabılarımın aksine onunkiler siyah bottu. Bu sefer daha yakın olduğumuzda başını daha da aşağıya eğerek saçlarının yüzünü kapatmasını sağladı. Utandığını kızarmaya yüz tutan yanaklarından anlayabiliyordum. Normalde düşünceli davranırdım fakat bugün öyle davranmaya niyetim yoktu, bugün benim günümdü. "Mercan."
Ondan ses çıkmadığında adım attığım ilk anda etrafımı saran eşsiz kokusunu, yanından ayrıldığım ilk anda yaşamaya başlayacağım hasretimi dindirmek için derin derin soluyarak ciğerlerime sinmesi için uğraştım. Normalde bu anı gözlerimi kapatarak yaşamak istesem de tek bir saniyemin bile ziyan olmasını istemiyordum. Gözlerim ve tüm dikkatim önümüzdeki saatlerde hep onun üzerinde olmalıydı. Tabii bu durum artık birkaç saatle sınırlı kalmayacaktı.
Kalçamın yanında ne zaman yaptığımı bilmediğim yumruğumu yavaşça açarak onun eline yavaş ve çekingen bir tavırla uzattım. İşaret parmağımın ucu beyaz tenine dokunduğunda irkildi ve bu benim de irkilmeme sebep oldu. Rahatsız olmaması için elimi kendime çekerek tekrar kalçamın yanına getirdim.
Ona sarılmak, öpmek ve en yakın mesafede durmak istiyordum fakat o insanlarla teması sevmediğini dile getirmişti. Beni hep ayrı tutsa da yine de nasıl davranmam gerektiğine emin olamıyordum. Onun tepkilerine göre hareket etmeye karar verdim.
Kafasını eğdiği yerden kaldırarak koca koca açtığı gözlerini gözlerime sabitledi. İstemsizce ilk saniyesinde gülümsediğimde o da gülümseyerek alt dudağını dişleri arasına almıştı. Bu güzel görüntüsüne mest olarak kafamı hafifçe omuzuma doğru eğdim ve iç çektim. "Güzelim benim. Biriciğim. Göz bebeğim. Ne de güzelsin."
"Furkan," dedi ağlamaklı bir ifadeyle. Alt dudağı titrer gibi olduğunda kaşlarımı çattım ve ona dokunmak istesem de dokunamadığım için tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim. "Sakın ağlama, lütfen. Üzgün değilsin biliyorum, mutluluktan ağlayacaksın fakat yine de ağlama. Mutluluktan ağladığında ben mutlu olamıyorum, beni üzmek ister misin?"
Güler gibi bir ses çıkararak dudaklarını öne doğru büzdü ve nefesini üfledi. Ilık nefesi boynuma ve çeneme çarparken yalancı bir sitemle konuştu. "Hep böyle yapıyorsun, üzerime oynayıp beni etkisiz hâle getiriyorsun."
Mercan büzdüğü dudaklarını yavaş yavaş birbirine bastırıp dudağının kenarındaki küçük çukuru belli ettiğinde bir kez daha iç çektim. Eski bir inanışa göre insan her iç çektiğinde kalp bir damla kan kaybedermiş. Eğer bu doğruysa Mercan'ın güzelliği karşısında çok uzun ömürlü olmayacağımı biliyordum. Kaç dakika olmuştu ve bu kaçıncı iç çekişimdi böyle?
Gözlerini tekrar benden kaçırarak etrafa göz gezdirmeye başladığında kızaran yanaklarının aksine dudakları aralanmıştı. Utansa da benimle konuşmaya çalışıyordu. "Sahnedeki konuşmanı dinledim Furkan. Her şeyi kendime bağlayan bir aptal mıyım bilmiyorum ama kırmızı ve mor renginden hoşlanmadığımı belirttikten sonra aşağıda yalnızca o renklerden bahsetmen..." Kafasını aşağıya eğerek tekrar ofladı ve bir kez ayak parmaklarının ucuna çıkıp tekrar indi. Ne yapacağını bilemez bir hâlde hareket ediyordu. "Çok hoşuma gitti... Bilmiyorum. Güzel hissettim."
Yavaşça gülümseyerek bakışlarımı ceketimin cebine soktuğum kırmızı güle çevirdim ve parmaklarımı oraya çıkarttım. Ucunu çekip çıkarttıktan sonra burnuma yaklaştırarak hâlâ kokusu canlı duran gülden kısa bir nefes aldım. O beni izliyorken bu sefer parmaklarım çiçeği ona doğru uzattı. Almasını beklemeden konuştum. "Sana, hayatına kötü bir iz bırakan bu renkleri benimle seveceğini söyledim. Sadece renkler değil, sana kötü hissettiren, canını sıkan, hoşuna gitmeyen tüm her şeyi kendimle sevdireceğimi söyledim. Mutlu olacağını sana en başından söyledim. Sana verilen bu eşsiz gülümsemeyi hakkıyla yaşatacağımı söyledim. Kötü duygularından bütün bütünüyle arınacaksın Mercan. Hak ettiğin hayatı hatta daha fazlasını yaşayacaksın. Kimse sana zarar veremeyecek. Saçının tek teline zarar gelmeyecek. Buna izin vermeyeceğim. Sadece gülümseyeceksin, mutlu olacaksın. Tatmadığın tüm güzel duyguları tattıracağım sana. Söz veriyorum bebeğim."
Titreyen elini güle doğru uzatırken gözlerinin dolduğunu fark ederek sıkıntılı bir nefes verdim. Parmakları uzattığım güle ulaşamadan duraksadı ve kafasını bana kaldırdı. Benim gözlerim zaten onun üzerindeyken gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra elini geri çekti fakat hiç beklemediğim bir şey yaptı.
Parmaklarının üzerinde yükselerek kollarını boynuma doladı ve bana sımsıkı sarıldı.
Zihnim şaşıp kalsa da bedenim sanki bunu bekliyormuş gibi kollarını beline götürerek tıpkı onun beni sardığı gibi sımsıkı sardı. Yüzüm boynuna giderken gözlerim yavaşça kapanmıştı. Omuzumdaki sesli hıçkırıkları duyuyordum fakat bu sefer bir şey söylemeyerek onu dinledim. Uzağımda olup elim kolum bağlı oturmaktan iyiydi. Yanımdaydı ve güvendeydi.
Alnı omzuma dayandığında bir elim dalgalı saçlarına kaydı ve onu okşamaya başladı. Öyle yumuşaktı ki ellerim arasından kayıp gidiyordu. Sayıklar gibi, "Furkan," dediğinde onu susturdum. "Şimdilik ağlamana karışmıyorum ve duymazlıktan geliyorum. Bu ilk ve son olacak, bir daha yanımda ya da uzağımda böyle ağlamanı istemiyorum. Şimdi ağla istediğin kadar, nasıl olsa kollarımdasın."
Sesleri arttığında kendime küfür etmiştim fakat artık yapabileceğim bir şey yoktu. Dakikalarca o şekilde ağladı ve ben onu sakinleştirmek için saçlarını okşadım. En sonunda kısa bir burun çekişin ardından kollarını boynumdan ayırdı ve benden uzaklaştı. Fakat ben ondan uzaklaşamadım ve kollarım belini tek bir an bırakmadı.
Islak yüzüne ve kırmızılaşmaya başlayan gözlerine rağmen tasasız bir şekilde gülümsedi. "Teşekkür ederim Furkan. Benimle uğraştığın için, silik bir tipi görünür hâle getirdiğin için çok teşekkür ederim. Sen olmasan ne yapardım ben?"
"Hani bir keresinde demiştin ya bu dünyadan bir Mercan Atabey geçti demelerini çok isterdim diye," dedim bir anda. Kaşları merakla havalansa da şaşkın bakışlarıyla kafasını aşağı yukarı sallayıp onayladı beni. Yüzümü ona yaklaştırarak gözlerimi her zerresinde gezdirmeye başlarken konuştum. "Söyleyecekler Mercan, endişelenme. Arkandan, bu dünyadan Furkan Demir Erbilek'in deli gibi aşık olduğu bir Mercan Atabey geçti diyecekler."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.89k Okunma |
1.29k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |