İnsanlar yağmurları her zaman hüzün ile bağdaştırmışlardır. Peki ya neden? yağmur mutluluk getiremez mi? Gözden damlayan yaşlara benzetildiği için mi bu hüzün?
Kaldığım odanın penceresinden yağan yağmuru izliyordum.
Kafamdaki sesleri dinliyordum.
Kafamda sesten daha çok gürültü kargaşası var. Birisini duymaya çalışsam diğerini kaçırıyorum. Hoş zaten duymak da istemiyorum.
Telefonumum titremesiyle yatağın yanındaki komodinin üzerinde duran telefonumu elime aldım.
Rehberimde kayıtlı olmayan bir numara tarafından gönderilmişti.
+90542...; Merhaba Ecem, rahatsız ettiğim için özür dilerim.
+90542...; Numaranı Ceyda’dan aldım.
Başka birisinden alma ihtimali yoktu zaten. Hızlıca cevap verdim. Açıkçası biraz heyecanlanmıştım.
Erel’in yanıtı çok da geç gelmedi.
+90542; Hayır, aslında bir sorun yok.
Mesajı göndermeden geri sildim. Çok sert olmuştu. Yani sanırım...
Fark ettiğim detayla duraksadım. Ben neden hâlâ numarasını kaydetmemiştim?
Elimle alnıma hafifçe vurduktan sonra numarasını kaydettim.
Erel; eğer müsaitsen kütüphaneye gidelim mi?
Aslında kütüphane iyi fikirdi. Uzun zamandır derslerimi ihmal ediyordum ve bir yıl sonra üniversite sınavına girecektim.
O sınav benim bu şehirden çıkış biletim.
Erel’i beklettiğimi fark edip hızlıca cevap yazmaya başladım.
Şimdi ne yazacaktım, ben yetimhanede değilim, öz abimin evindeyim mi?
Erel; İstersen seni alabilirim
Onun da benim gibi heyecanlandığını, ne yazacağını bilemediğini mesajlarından anlayabiliyordum nedensizce.
Ben; Buralara biraz yabancıyım.
Ben; Yani şu an bulunduğum konuma yabancıyım.
Erel; İstersen konum at, gelip seni alayım.
Abime haber vermeden iş yapmak istemiyordum. O yüzden odadan çıkıp abimin yanına salona geçtim.
Abim bana bakarak “söyle prensesim” dedi.
“şey, arkadaşım gelecek de kütüphaneye gideceğiz. Tabi izin verirsen”
Ne olur hangi arkadaşın diye sorma. Lütfen...
Haydi bakalım, açtık çom ağzımızı.
Aslında abimin yanlış anlamasından korkuyordum.
O sırada içeri gelen Poyraz abi ve Uzay ile ikimiz de o tarafa doğru döndük.
“günaydın uyuyan güzel” diyen Uzay’a gülümseyerek karşılık verdim.
“Hayırdır bir modumuz yerine gelmiş?”
Göz devirerek cevap verdim “moralimiz çok da bozuk değildi Uzay’cım”
Abim imayla kaş göz hareketi yaparak “ben onun bu uyanır uyanmaz sevincinin sebebini bilmiyorum ama neyse” dedi.
Son kelimeyi bilerek uzatması tabi ki de gözümden kaçmamıştı.
Abi dedik bağrımıza bastık, hain. Hemen kaş göz yap. Bir şey ima ediyorsan ulu orta yerde ima etme bari!
“Kim, neye sebep olmuş?” diyerek içeriye giren Koray abim ile birlikte efsane Milan kadrosu tamamlanmış oldu.
“Onu bunu boş verin de, abicim ben hâlâ bir cevap alamadım” dememle birlikte abim düşünür gibi oldu.
“Emin olamadım şimdi gitsen mi?”
Evet. Abimin uyuzluk damarları tuttu yine.
Sahte bir gülümseme ile “ben de seni çok seviyorum canım abim ama artık bir cevap mı versen acaba?” dedim.
“Madem beni çok seviyorsun iyi hadi git bakalım ama ben aradığımda o telefon açılacak anlaşıldı mı?”
Elimi alnıma koyarak abime bir asker selamı gönderdikten sonra “emredersiniz komutanım” diyerek odadan çıktım ve telefonumu elime alarak Erel’e cevap yazdım.
Ben; *canlı konum paylaşılıyor*
Ben; Kusura bakma biraz geç döndüm ama abime sormadan bir şey yapmak istemedim.
Erel; Birkaç dakikaya çıkıyorum ben de
Hızlıca mesaj sayfasından çıktım ve elimden geldiğince saçımı ve kıyafetimi düzeltmeye çalıştım.
Elimden geldiğince derken cidden elimden geldiğince çünkü burada hiçbir eşyam yoktu.
Benim burada hiçbir eşyam yok ve ben kütüphaneye Erel ile birlikte ders çalışmaya gidiyorum.
Ah be salak kız. Elinin körü ile mi ders çalışacaksın?
Olsun. En azından kitap okurum. Önemli olan Erel ile vakit geçirmem. Arkadaşça.
...
Az sonra gelen arabanın Erel’e ait olduğunu bilmek hiç de zor olmadı çünkü araba eve yaklaştıkça Eren cam ile bir bütün oluyordu.
Araba yanımıza gelir gelmez Erel bir hışımla arabadan indi.
“merhaba!” diyen Erel’e aynı şekilde karşılık verdim.
Abimler de ne hikmetse bir anda yanımızda belirdiler.
Poyraz abim sorgular bir ifade ile “Erel, hayırdır aslanım?” dedi.
Ne! Poyraz abi ve Erel tanışıyorlar mı?
Peki ya Erel gerçekleri biliyor mu? Biliyorsa da ne kadarını biliyordu.
Neden kendi hayatımda ben hariç herkes her şeyi biliyordu? Kendi hayatımı yönetemeyecek kadar mı aciz olmuştum, yoksa hep mi böyleydim?
Prangalarımdan artık kurtulmak, onları eritmek istiyorum. Önümdeki pürüzleri, engelleri yıkmak ama yerine de yenisi gelmesin istiyorum. Kendi hayatımda başrol olmak istiyorum. Yalansız, sırsız bir hayatım olsun istiyorum. Ben artık gerçekten sonsuz mutlu olmak istiyorum.
“siz tanışıyor musunuz?” diye sordum Poyraz abiye.
Poyraz abi onaylar nitelikte başını salladı.
“babamın iş arkadaşının oğludur kendisi” diyerek Erel’i nerden tanıdığını anlattı.
Konuyu bizim kardeş olmamıza getirmesini önlemek adına “biz artık gidelim” dedim.
Erel de bana katılarak “evet, hem çok geçe kalmayalım” dedi.
Erel ile birlikte onun geldiği arabaya bindik.
...
Kütüphanenin biraz aşağısında arabadan indik ve yürümeye başladık.
Sanırım iyiydi bu. Yani canımı yakacak türden değildi.
Yolda giderken ellerimiz istemsizce birbirine değiyordu fakat Erel sanki ateşe değermiş gibi aniden geri çekiyordu elini.
Bu sefer temastan rahatsız olmamıştım. Bu sefer birisinden korkmamıştım. Bu sefer ilk defa birisiyle bu kadar yakındım. Bu sefer kabuğuma ben çekilmemiştim.
Neden Erel ile birlikteyken korkusuzdum?
Neden konu Erel olunca aptal duygularıma ve hislerime sahip çıkamıyordum?
Neden konu Erel olunca olduğumdan daha aptal birine dönüşüyordum?
Eğer ben okuduğum kitaptaki başrol kızlarla ne çok dalga geçmiştim hâlbuki.
İnsan aşık olduğunu anlamaz mı demiştim.
Aşk ve sevgiyi ayırt edemiyormuş.
Erel’e cidden aşık mıyım yoksa artık kalbim de mi bana oyun oynamaya başlamıştı?
“eğer kütüphanede rahat edemem dersen az ilerde bir kafe var istersen oraya geçebiliriz”
Çekingen bir tavırla “benim için fark etmez” dedim.
“O zaman gel oraya geçelim. Ayrıca bir tatlıları var çok güzel yapıyorlar kesin denemen lazım” diyen Erel’e sadece gülümsemekle yetindim çünkü ne diyeceğimi bilmiyordum.
Erel’in yanında hem rahatım hem de rahatsızım. Sanki en ufak bir yanlışımda bana olan bakış açısı tamamen değişecek gibi hissediyorum. Başkası olsa bunu pek fazla umursamazdım ama konu Erel’di işte.
Konu Erel olunca yeni doğmuş bir bebek misali her şeyi yeniden keşfediyordum.
Kim bilir, belki Erel bu hayata bağlanmam için bana yeni bir sebep verir.
Kütüphaneyi geçerek ilerisindeki gayet sade ama şık bir kafeye girdik ve cam kenarında boş olan sandalyelerin birine oturduk.
Erel bir şey ararcasına etrafına bakınırken dayanamayıp “bir şey mi arıyorsun?” dedim.
Erel eliyle alnına vurarak “ben seni ders çalışmaya çağırdım ama çantamı arabada unutmuşum. Hasan abiyi de bir çanta için geri çağıramam” dedi.
Hafif bir tebessümle “sorun yok. Zaten ben de Poyraz abilerde kaldığım için defterlerimi falan alamamıştım” dedim.
“o zaman şu sana söylediğim meşhur kadayıf tatlısını söyleyelim”
Eren gayet ciddi bir ifadeye bürünerek “ama bak kadayıf diye geçme o kadar güzel yapıyorlar ki yediğin bütün kadayıfları sana unutturur” dedi.
Ben de onu taklit ederek “pekâlâ bakalım şu meşhur kadayıf tatlısının tadına” dedim.
Erel garsonu çağırarak siparişlerimizi verdi.
“Uzun zamandır görüşemiyorduk. Nasılsın?” diyen Erel’e ufak bir tebessümle “çünkü çok uzun zamandır tanışmamıştık ama sorduğun için sağ ol çok iyiyim” dedim.
Erel başını omzuna eğerek “acaba seni yılın espiratörü mü yapsak ne dersin?” dedi.
Kıkırdayarak cevap verdim. “ onur duyarım efendim”
Konu açmaya çabalayarak “sabahki yağmur çabuk kesildi” dedim.
“ben yağmurun yağdığını dahi fark etmedim”
“Biliyor musun? Yağmurun sesini dinlemeye bayılırım. Huzur vermekten çok sadece o sesi dinlemeye itiyor seni. Yani nasıl desem, kimilerine göre sıradan bir yağmurdur ama duymak isteyene binlerce şey haykırır. Senin sessizliğin gibi”
Şaşkınlığım sessizliğimi anlamasından mıydı yoksa yağmura olan bakış açısına mıydı bilmiyorum ama sonuç olarak öyle de olsa böyle de olsa şaşırmıştım.
“aslında yağmur yağmadan önce gök gürültülüsüyle haykırır, yağdığı an ise yağmur damlalarının intihar edişidir. Fakat insanlar bunu anlamaz, yağmur başladı diye hayıflanıp bir dolu şey söylerler. Hâlbuki yağmur bunu defalarca kez gök gürültülüsüyle anlatmaya çalışmıştı ama kimse duymadı”
Konunun yağmurla alakası yoktu. Konu bendim. Yani en azından benim için, sözlerim için.
İnsanlar yağmur yağmadan önce gök gürültülerinin sesini duyabilecekler mi? Yoksa yine yağmur yağdı diye hayıflanacaklar mı?
“peki insanlar gök gürültülerinin sesini duyarlarsa yağmur yağmaktan vazgeçer mi?” diyen Erel’e omuz silkmekle yetindim.
“Belki de insanlar hiç denemediği için yağmur da hiç vazgeçmemiştir?”
“peki o zaman şöyle sorayım. Yağmur, düşünce kendi özgürlüğünü bulmayı hayâl ediyorsa? Yere şiddetle çakılmanın acısını bilmiyorsa ve sadece özgürlük hayali kuruyorsa?”
“ eğer atlamayı göze aldıysa emin ol kendine vereceği zararı da hesaba katmıştır”
___________________
Bölüm sonu canavarı geldi. Nasılsınız? Ben bunlara tatlı bir sahne yazayım derken yine hüzüne bağladım ama olsun hâlâ beni seviyorsunuz değil mi?
Bu bölüme dikkat edin size sandığınızdan daha çok şey anlatıyor.
Neyse iyi tatiller seviliyorsunuz🤍🤍
İG/ tinyyokur
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.04k Okunma |
119 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |