Selamlar efendim umarım iyisinizdir. Bu sefer çok fazla açmadım arayı birer nazar boncuğunuzu alırım öncelikle.
Kitabımız iki bin okunmaya yaklaşmak üzere hepinize ne kadar çok teşekkür etsem azdır. Başarımın sebebi sizlersiniz umarım her zaman birlikte oluruz. Sizi çok seviyorum kendinize şimdilik iyi bakın zira bir sonraki
bölüm pek iç açıcı değil:)
İyi okumalar;)
____________________________________
Bahçede koşuşturan çocuklarını izlerken arkadan boynuna dolanan karısının da gelmesiyle günü daha da şenlenmişti Sarp’ın.
Karısını yanına çekerek boynuna uzun bir öpücük kondurarak daha sıkı sarılmıştı.
Geçmişlerine, ailelerine, tüm o acılara rağmen birbirlerini sevmeyi, âşık olmayı hiçbir zaman bırakmamışlardı.
Ya da en azından Sarp öyle sanıyordu...
İlk ve tek aşkıydı Banu. Sevdasından deli divane olmuş, tüm cihana duyurmak istemişti ama bir yandan da sadece kendisine saklamak sevgisini sadece Banu’nun görmesini istemişti.
“Yapma oğul sevdan gözünü köreltmiş, ilerde canın pek yanacak” diyen annesine dahi aldanmamış Sarp sevmeye devam etmiş.
En nihayetinde istediğine ulaşmış; sevdiği, sevdalısına, Banu’suna kavuşmuştu. Hayatının, evinin, gönlünün baş köşesine koymuştu Banu’yu.
Banu’nun ise başlardaki sevdasının yerini intikam almış, babasının izinden giderek Kuzgunları yerle bir etmenin peşine düşmüştü.
Hayır katil olmayacaktı. Fakat insanlar sadece bedenen ölmezdi, insanın ruhu öldükten sonra geriye kalan bedenin amacı neydi?
Bacağına sarılan minik bedenle bakışları o yöne kaydı Sarp’ın. Küçük kızını hiç bekletmeden kucağına alarak doyasıya öpücükler kondurdu saçlarının arasına.
“Mis kokulum. Bir şey mi oldu?” diye sordu. Biliyordu çünkü küçük kızı sadece abilerini şikayet etmek istediğinde böyle melül melül bakardı.
Minik Ecem dudağını büzerek “abimler yine futbol oynamaya başladılar, bana da ‘sen seyirci ol bizi destekl’ dediler ama baba ben ondan sıkılıyorum. Saklambaç oynamak istiyorum, gelip onlara kızabilir mısın?” dedi.
Sarp, kızının burnunu hafifçe sıkarak “güzelim ama abinler her zaman seninle oynamak zorunda değiller ki. Bırak, biraz da kendi aralarında oynasınlar biz de seninle Nazan ablanın yaptığı kurabiyelerden yiyelim olur mu?” dedi.
Kurabiye kelimesini duyan Ecem, ellerini birbirine çarparak babasına “durmamız suç babammm” dedi.
Birlikte mutfağa doğru gittiklerinde arkalarında kalan Banu’nun öfkesini harladıklarından habersizlerdi.
Ecem’den kurtulmak için an kolluyordu fakat Sarp ısrarla son zamanlarda işlerini evden yürütüyordu.
Daha fazla camın önünde durmayarak öfkesini ve dergisini alıp salona geçti.
...
Hayatın düzlükleri var mıydı yoksa sen veya bir başkası mı düzeltirdi?
Her düzelttiğim pürüzün ardında yeni bir pürüz eklenmek zorunda mıydı? Geçtiğim sokakları ezberlemiştim artık. Her seferinde geri dönmeyeceğim dedikçe prangalar beni bırakmıyor yeniden kendisine doğru çekiyordu.
Ağzım açık bir şekilde Asiye’ye bakıyordum. Dayanamayarak hıçkırıklarla ağlamaya başlayınca kendime çekerek onu her şeyden saklamak istercesine sarıldım. Tek elim saçlarını okşarken diğer elimle de sırtını sıvazlıyordum.
Hıçkırıklarının arasında “Senden neden nefret edemiyorum?” dedi. Ellerim hareket etmeyi kesti.
Benden nefret etmek mi istiyordu?
Derin bir nefes alarak onu teselli etmeye devam ettim. Sonuçta nefret edemiyorum demişti. Yani istese de yapamıyordu bu beni sevdiği anlamına gelirdi değil mi?
Peşimizden gelen abimi Asiye görmeden elimle git işareti yaparak göndermek istedim. Kaşlarını çatarak ne oldu dercesine bana baktığında gözlerimi açıp kapatarak her şeyin yolunda olduğunu belli etmeye çalıştım.
Hâlbuki hiçbir şey yolunda değildi. Yol bile yolunda değildi. Biz ise o yolu düzeltemeden ilerlemeye çalışıyorduk.
Abim, ikimizi bırakarak tekrardan içeriye girdi.
Asiye kendini toparladıktan sonra geriye çekildi. “Özür dilerim. Gerçekten öfkem sana değil ama ben de insanım, Hakan senin canını yaktığı kadar benim de canımı yaktı. Yine olsa yine seni korurum. Bundan kesinlikle pişman değilim ama benim de dinlenmeye ihtiyacım var hem seni hem de kendimi koruyamam. Bugün Hakan’ın senin karşılığında beni bırakacağını bilselerdi emin ol beni almaya gelmezlerdi ve kendini ateşe atacak tek kişi Volkan olurdu” dedi.
Hiçbir şey söylemeden orada sadece durdum. Ne o konuştu ne de ben. Belki de kelimelerimiz tükenmişti ikimizin de. Sessizce konuşmak istemiştik.
Zaten en yüksek çığlıkları en sessizler atmaz mıydı?
Hava git gide serinleştiği için çok fazla dışarıda durmadan içeriye geçtik. Abim içeridekileri tembihlemiş olmalı ki hiç kimse tek bir soru dahi sormadı.
Asiye’nin gözleri ağlamasının da etkisiyle yorgunlukla bir açılıp bir kapanıyordu.
Asiye’yi bahane ederek ben de oradan uzaklaşmak istemiştim aslında. Poyraz abimin yanına giderek kulağına “Benim uykum geldi de nerede uyuyabilirim gösterir misin” diye fısıldadım ve geri çekildim. Poyraz abim gülümseyerek kafasını salladı ve eliyle gel işareti yaparak salondan dışarı çıktı. Onun hemen ardından Asiye’nin elinden tutarak Poyraz abimin peşinden gittim. Merdivenlerden yukarı çıktığımızda uzunca koridorun sonundaki odanın önünde duran Poyraz abim kapıyı açarak bize odayı gösterdi.
“Burası kızlar. Keyfinize bakın ve iyi dinlenmeler” dedi ve yanağımdan bir makas alarak tekrardan uzun koridordan yürüdü ve gözden kayboldu. Ben ve Asiye de odaya girdik.
Tahmin ettiğimden de büyük olan odada gözlerimi gezdirdim. Sade ve genellikle krem tonlarında dizayn edilmişti. Duvarın birini boydan boya uzun camlar kaplamıştı. Camın önünde oturmak için ayrılmış bir boşluk o boşluğun üzerinde ise minder ve yastıklar vardı.
Oturma alanının yan kısmı çalışma masası için ayrılmış, kapının hemen yanında ve pencerenin önünde çift kişilik bir yatak bulunuyordu. Kapının diğer yanında ise yan yana iki tane daha kapı bulunuyordu. Muhtemelen biri banyoya diğeri de giyinme odasına çıkıyordur çünkü odada herhangi bir dolap görmemiştim.
Asiye’ye yatağı göstererek “sen dinlen benim zaten uykum yok, senin için geldim” dedim.
Asiye, hiç konuşmadan dediğimi yaptı ve utana sıkıla yatağa uzandı. Ben de odaya girdiğimden beri gözüme kestirdiğim köşeye kıvrıldım.
Dışarıdaki ağaçları ve bahçeyi izlerken gözlerim istemsizce Banu Hanım ve Aksel hanıma kayıyordu.
Geldiğimden beri aklım Banu Hanım’daydı.
Sanki her gün görüyormuş fakat aynı zamanda da hiç görmüyormuş gibiydim.
Bu kelimeyi sana ne zaman kullanacağım. Nasıl davranmam gerekiyor. Siz beni unuttuğunuz için size kızamam çünkü ben de bir o kadar unutmuştum sizi ama sen anne, sen fazla soğuktun bana. O yüzden mi sendeki bu takılışım?
Gözlerim yorgunlukla usul usul kapanmak istiyordu ben ise annemi izlemek. Sonunda maçın galibi uyku oldu ve kendimi karanlığın kollarına tamamen bıraktım.
...
Aidiyetin içinde yokluk da mı vardır. Peki ya yokluk baskın gelirse?
Bomboş bir arazinin tam ortasındaydım. Etrafımda tek bir taş dahi yoktu. Her yer sisle kaplıydı. Boşluğa doğru seslendim fakat sesim bana aynı şekilde geri döndü.
Karşımda duran tam emin olamasam da sarı saçlı, mavi gözlü, ince burunlu kadınla bakıştık bir süre. Ne o bir kelime etti ne de ben.
“Bir daha gelmeyecek” sessizliği bozan, kadının ağzını dahi oynatmadan söylediği sözlerdi. Sanki ses ondan değil de rastgele bir yerden geliyormuş gibiydi.
Nereden bildiğimi bilmesem de emindim ses kadından geliyordu.
Sürekli bu yankılanıyordu etrafta. Yağmur yağmaya başladı sonra şiddetli bir şekilde. Bir anda ansızın bastırmıştı.
Şimdi anlıyordum o kadın aslında Banu Hanım’dı, annemdi.
Ve sisler dağıldı. Sis ile birlikte annem de kaybolmuştu. Sonra Hakan girdi görüş açıma fakat onu tanıdığım gibi değildi. Daha az kilolu, daha gür ve siyah saçlıydı.
Her zamanki gülümsemesini yüzüne takınarak “hoş geldin güzel kızım. Artık hep beraber olacağız.” dedi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.15k Okunma |
136 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |