27. Bölüm

25.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

BÖLÜM BEĞENİ SAYISI VE YORUM SAYISI ÇOK DÜŞÜK.

Neden beğemediğinizi anlamiyorum! Sevmiyorsanız ya da yanlış bir taraf varsa söyleyin lütfen.

Haftaya bölüm istiyorsanız 100 beğeniyi geçin. Aksi halde artık düzenli bölüm gelmeyecek.❌❌❌

Keyifli okumalar...

"Doğru Hisler..."

~

Uyandığımda oda da tektim. Yanıma gelen hemşirelerden birine sevgilimi sorduğumda; O beyefendi, ifade için gelen polis memurları ile kahvaltıya gitti demişti. Resmen adamları ben uyanana kadar oyalamış ve bekletmişti. "Çatma kaşlarını bebeğim." Sabahtan belli aynı şeyleri diyordu.

"Ya beni uyandırsan ne olurdu? Boş yere beklemişler, ayıp oldu." Yakınarak dediklerim ile sabahtan belli aldığım aynı tepkiyi aldım, dudakları iki yana kıvrılmış bana bakıyor. Onun tam tersi kaşlarımı oldukça çattım ve kollarımı göğsümde bağlanmış çirkef modum açılmıştı. "Bakma bana şöyle! Allah bilir adamlar ne gıcık olmuştur bana." Aslında ben olsam bende gıcık olurdum. Kimsenin prenses uykusunu beklemek istemezdim.

ama yerim ben bunu

"Yav... Olmadılar gıcık falan. Kahvaltıya gittiler, dinlendiler hem iki saat değil bir buçuk saat beklediler sadece." Ellerimi yanaklarına koyup mıncırma isteği şuan çok ağır basıyordu ama olmaz. Ciddi ortamdayız!

"Ya sabır Allah'ım." söylene söylene olduğum yerden kalktım ve banyo ya girdim. Hastaneden çıkacaktık. Doktor sabah gelmiş ve çıkabileceğimi söylemişti. Ben ne kadar sevindim ise alp o kadar tedirgindi. Doktora saçma saçma dolu soru sorduğu yetmezmiş gibi, kırk defa da "bundan emin misiniz?", " iyi mi?" diye sormuştu. Doktorun ne kadar sabırlı biri olduğunu her saçma sorusuna cevap verdiğinden anlamıştım. Hasta yatağında ben bile şiştim, ama doktor bir of demedi valla.

"Aptal aşık." Diye kendi kendime söylendim.

"Arkamdan konuşma güzelim!"

oha ama...

"Yuh, bunu duymuş olamazsın! Ben bile zor duydum." Kapının ardından bir güzel kahkahasının melodisi yankılandı hastane odasında.

"Kapın tam kapalı değil güzelim." Başımı kapıya çevirdim, cidden hafif bir aralık vardı, Sert bir şekilde hemen kapattım. Tekrar aynada kendimi izledim bir süre, bu iş ciddi bir hal alıyordu. Bu Alp'ten mi kaynaklanıyordu? Önce takip edilmemiz, sonra kafede olanlar ve bu at çiftliğinde olanlar. Derin bir nefes aldım, sanırım buna daha çok ihtiyacım olacaktı. Dün alpi konuşurken duymuştum, bunlar sadece uyarı demişti. Telefondaki kişiye. Daha neler bekliyordu bizi? Kafamda tilkiler cirit atıyordu adeta. Aynada kendimi izlemeye son verdim. Daha sonra benim için hazırladıkları çantadan, Üstüme klasik gri bir eşofman takımı geçirdim ve özgürlüğünü pardon elektrik çarpmış gibi duran saçlarımı topladım ve siyah kabanımı giyince hazırdım. Banyodan çıktığımda alp beyaz koltukta telefonu ile uğraşırken buldum, yanına ilerledim ve hızla yanağına küçük ama sesli bir öpücük bıraktım. "Gidelim hazırım ben." Dedim. Gözleri bana döndü, önce yüzümde gezindi mavilikleri daha sonra bedenimde gezdirdi. En sonunda iyi olduğumdan emin olmuş olacak ki ayağa kalktı ve elini uzattı. Hızla uzatılan eli tutum ve beraber asansöre doğru ilerledik.

Daha sonra otoparkta olan arabamızı bulduk ama burada biraz oyalandık, alp'in ısrarı sonucunda beni koca arabasına o bindir. Bindirir bindirmez ilk iş dudaklarımı kendi himayesi altına almak olmuştu. Hızlı ve uzun bir öpücüktü, ben daha ne olduğunu anlamadan kendini çekmiş ve şoför koltuğuna geçmişti bile. Bunlar sadece iki dakika sürmemişti bile.

bayılıyorum bu çocuğa...

Ben eve gideceğimizi düşünürken o tam tersi bir yola sapmıştı. "Nereye gidiyoruz?" Sorum ile bakışları iki saniye olsun yoldan ayırdı. "Çok güzel bir yere götürüyorum seni. Sürpriz olsun." dediğinde, içimde bir heyecan oluştu. Dakikalar boyunca nereye gittiğimizi sorsam bile dememişti. Şehirden baya uzaklaşmış ormanın içinde ilerliyorduk ama ikimizde konuşmuyorduk, arabada sadece hafif şekilde çalan bir şarkı duyuluyordu. Bende en sonunda pes ederek, sosyal medya hesaplarımı kontrol ettim. Herkes ya sevgilisini ya da kocasını falan paylaşmıştı. Hızla yan tarafıma döndüm, alpi süzmeye başladım. Üstünde siyah bir kazak ve deri ceket vardı, altında siyah bir jean giymişti. Bu adamı, allah benim için özene bösene yaratmıştı, bunun başka açıklaması olamazdı. Onu kameraya alıp hemen çektim. Çektiğimi fark ettiği için gülümsemişti. Allahtan sadece yan profili görülüyor. Yüzüne kalp koyup paylaşsam mı acaba? Hayır nazar değecek.

"Kaşlarını çatma sebebin ne güzelim?" O diyene kadar bunu yaptığımı farkında değildim. Fotoğrafta çok güzel çıkmıştı ve bunu paylaşmak istemiyorum. Bunu desem benimle dalga geçerdi.

"Neden güldün ki? Çok güzel çıkmış ben bunu paylaşamam şimdi!" Dediklerimi ile güzel gülümsemesi büyüdü ve ben yine çektim. Eli ile torpidoyu işaret etti. "Orada güneş gözlüğümü veriri misin?" pardon da şuan ne alakaydı tam olarak? Sorgulasam da dediğini yaparak, güneş gözlüğünü ona uzattım. Hızla aldı ve taktı. Hava güneşliydi bu yüzden sırıtmamıştı gözlük ama aynı zamanda buz gibiydi valla. "Şimdi çek bakalım." yüzünün görünmesinden rahatsız olduğum için yapmıştı bunu. Hızla telefonumu aldım ve çektim. Yine yandan görünüyordu ama bu sefer sadece boynu ve saçları görünmüştü, ha bide omuzları, Çünkü tam çekerken yüzünü hafif cama doğru çevirmişti ve harika görsel şölen olmuştu yine.

"Oldu mu hanımefendi?" demesi ile resmen otuz iki dişim görünecek şekilde sırttım.

"Oldu canım sevgilim." Gülüşüm ona da bulaşmıştı. Çektiğim fotoğrafı paylaştım. Rahat şekilde arkama yaslandım. Dakikalar sonra araba durdu ve ikimizde hemen indik. İstanbullun uzağında, ormanın içinde bir yere gelmiştik. Tabeladan tesis olduğunu anladım. Alp ile beraber restoranın içine doğru ilerledik. Restoran çok kalabalık değildi, içeride her şey ahşaptan ve beyaz uyumu söz konusuydu, alp oturmak yerinde ilerledi ve teras gibi bir yere getirdi bizi. Burası çok güzeldi. Ayağımızın altından su geçiyordu. Baya büyük bir cam terastı burası, duvarlar ve yerler tamamen camdı. Altımızdan nehir akıyordu adete, manzarada çok güzel ormana bakıyor. Cidden çok güzel bir yere gelmiştik, alpin yönlendirmesi ile camın kenarındaki masalardan birine geçtik. Karşı karşıya oturduk ben hayran hayran etrafı incelmeye başladım.

"Çok huzurlu burası." Etrafta kuşların sesi ve bir kaç çatal bıçak sesi vardı, onun haricinde ortam tamamen sessizdi. Bizim oturduğumuz kısımda sadece biz vardık. Çocuklu ailelerin masası buraya uzaktı, çünkü onlar ilerimizde oyun alanına yakın oturuyordu. Diğerleri de cam terasın baya diğer ucundaydı.

"Çok..." Duyduğum sesi ile bakışlarım ona döndü. Karşımızdaki ormana bakıyordu!

nasıl yani bize bakarak demedi mi bunu?

"Böyle olmuyordu ki bu iş." serzenişim ile bakışları bana döndü, önce çatık kaşlarıma baktı sonra bir süre yanlış bir şey mi dedim diye kendi ile çelişti. Daha sonra en sonunda bulamamış olacak ki bana sormuştu.

"Nasıl yani güzelim?" Anlamadığını ses tonundan belli ediyordu.

"Hani kitaplarda, dizilerde falan sevgililer böyle bir yere gelir. Kız derki, 'Çok güzelmiş burası' der. Erkekte 'evet çok güzel manzara' der ama bunu kıza bakarak der. Sonra kız ' yaaaa' falan der tereyağı gibi erir. Böyle olması gerekiyordu." Yüzümde ya da anlattıklarım da komik bir yer olmalı ki kahkaha atmıştı. Hayır şurada iki dakika trip attırmıyor adam hemen gülüyor! Ben bu adan gülünce bile yağ gibi erimek istiyorum.

"Güzel bebeğim..." ses tonundan adeta şefkat akıyordu ama şuan hiç kanamazdım. Onun aksine oldukça kaba üslup ile başımı sağa sola sallayarak konuştum.

"Ne var?" Şu adama bir cümleyi tam söyletmiyorum oda yetmiyormuş gibi çirkef yanım hep çıkartıyorum valla ben olsam, beni terk ederdim.

"Bebeğim. Tam karşıya bak." Gösterdiği yere baktım ama bir şey göremedim. Düm düz ağaçlar vardı. Aklıma bir şey geliyordu ama hiç hayırlı değildi. Ağaç göstererek ne ima ediyordu nu adam?

"Odun mu demek istiyorsun bana." Kahkaha seslerini artık sağır sultan duyacaktı. Gülme adam. Sağıma soluma baktım, bekar ya da yakın masa var mı diye. Allahtan yoktu! Oturanlar baya uzaktaydı bizi duymazlardı.

"Bebeğim, orada ayna var gizlenmiş dikkatli bak." Dediğe yere daha dikkatli tekrar baktım. Yine göremedim. Kaşlarım bu gün gözlerime kadar inecekti anlaşılan.

" Alp! dememek için kırk takla atıyorsun. Yok orada bir şey dümdüz orman işte. " Diye yakındım. En sonunda yerinden kalktı ve yanıma geldi oturdu. Kolunun birini omuzuma attı ve başını daha çok yüzüme yaklaştırdı. Yanağı çok yakındı ısırsam kızar mıydı acaba? Parmağının ucu ile gösterdiği yere bakmamı sağladı. Gözüme yansıma geldi işte orada çalılıkların arasında küçük bir ayna vardı ve ben yani biz görünüyorduk. Alp yanım da benim tepkime baktı, Benim yanımda çok yakışıklı duruyor ama ben ağzım açık kalmış şekilde aynaya bakıyorum. Meğerse görmemem çok normalmiş! kare şeklinde orta boy bir aynaydı ve çalılıkların arasındaydı. Çok dikkatli bakman gerekiyor görmek için.

"Yaaa..." Tereyağı misali eridim. "Onu oraya hangi salak koydu acaba?" Yakarışım ile güldü. Hayır uzağı görmeyen biri nasıl görecekti. Hadi ayna başka kızı gösterseydi? Ben, alpi bir güzel döverdim.

ŞÜKÜR ERİDİ ŞİMDİ BENİM İSTEDİĞİMDE SIRA!

Ne istiyorsun yine.

orman fantezisi?

"Gördün mü şimdi neden huzur dolu olduğunu?" Sadece otuzu iki diş gülümsedim ve başım ile onayladım. Daha sonra sabahtan belli ertelediğim konuya girdim.

"Alp öğrendin mi?" Direk konuya girdim. Benimde böyle huylarım var işte ne yaparsın. Gerildi ve başı ile onayladı beni.

"Öğrendim." Sesinde her hangi bir duygu kırıntısı yoktu. Bakışları bir mimiğimi bile kaçırmak istemediğini belle eder gibi yüzümde gezdirdi.

"Aynı adam. İlk zaman arabanın peşine takılanlar, sana kafede takip edenler hepsi aynı itlere çıktı."

"Peki bu adam hangimizin peşinde sevgilim?" Sorum ile az önceki neşesi kayıp olmuş, ortam baya ciddi ve gergin olmuştu.

"Hangimizin değil. İkimizin de peşinde. Bu yüzden peşinde üç tane koruma var, ben varım ama maalesef yetmiyor." yanlış duymak istemiştim ama ifadesi o kadar sertti ki doğru dediğini haykırıyordu adeta.

"Peki neden? Sana bir nebze anlam vere biliyorum, askersin ve belli ki bir şey olmuş. Ben ne alaka?" Sustu sadece sustu. "Alparslan bu adam benden, bizden ne istiyor bir anda peşime takıldı?" Dedim. Asıl aklıma takılan kısım burasıydı. Ben kimseye bir şey yapmadığıma eminim. Ne yapmış olabilirim bu adama? "Ailem ile ilgisi var mı?" Sorularım bitmiyor ve oldukça çıkmaza doğru ilerliyorum. İçim sıkılmıştı ama bunlardan kaçamazdım da.

"Var. Bizden ne istiyor bilmiyorum ama öğrencem. En kısa zamanda, şimdi sakin ol ve yemeğimizi yiyelim. Düşünmen gereken bir tek şey sağlığın olsun. Diğer her şeyi ben halletmeye çalışıyorum." Aslında susmaz ve devam ederdim ama oda bilmiyor. Sessiz kalarak gelen kahvaltımızı yaptık. Aslında ikimizde sessiz değildik. Zihinlerimiz susmuyordu. Onun çatılan kaşları ve ciddi yüz ifadesinde anlıyorum ve korkuyorum, Alparslan'a olan güvenim yerle bir olacak diye çok korkuyorum. Bana yalan söylemeceğine, beni kandırmayacağına o kadar çok güveniyorum ki. Bir gün tam tersi olursa ne yapardım... Derince yutkunma hissi ile doldum. Büyük ihtimalle yıkılırım, sürünürüm ama tekrar ayağa kalkmayı bir şekilde başarırım. Onu çok seviyorum... ama ailemi bir yangında kayıp edip, üstüne geçmişimi unutup ve ayağa kalktıysam yine kalkarım. Belki zor olur ama sonuçta olur. Bir şekilde başarırım. Başarmak zorundayım. İntihar edemem... Bu hiç bir zaman seçeneklerimin arasında değil. Olmamalı.

"Beni mi düşünüyorsun?" Duyduğum ses ile beni yiyen düşüncelerimden uzaklaştım.

"Evet. Nasıl yakışıklı ve karizmatik bir sevgilim var diyorum." Lacivertleri ışıl ışıl olmuştu. Bu adam beni yıkıp geçe bilir miydi?

yapmaz mih... Yaramızı biliyor.

benimde temellim o yönde.

"Çok şanslıyım desene. Bende seni düşünüyorum. Hem aynılarını, hem de daha fazlasını." Dediğinde güldüm, gergin ortamı biraz yumuşatmak adına konuştum.

"Yakışıklı ve karizmatik miyim?" Aslında dediklerini anlamıştım ama daha fazla gerilelim istemiyorum. Amacıma da ulaştım. O şiirler yazılacak gülümsemesini bahşetti bana.

"Güzelim... Çok güzel ve fevkalade olduğunu kast etmiştim." Elim ile omuzumdaki at kuyruğumun ucunu arkama doğru attım.

"Evet. Öyle birisi olmak beni bazen çok yoruyor ama işte her kes bir Mihriban Aras değil." Bana göz devirdi. Ne kadar kaba bir davranış.

"Aynan canım. Şimdi egonu çek kenara da şunu ye." Bir ona, bir uzatılan çatala baktım. Bana yumurta uzatıyor. Yumurtayı yedim ama somurtarak kollarımı göğsümde bağladım. "Egonu daha sonra okşarız bebeğim. Aç karnımızı doyuralım." şuna bakın neler diyor bana.

sadece ego mu okşarız sorsana?

sen neyi okşamak istersin?

şimdi şöyle...

tamam sus anladım.

"Sen niye uyumadın ya?" Yüzümü ekşiterek sorduğum soruya anlam verememişti.

"Uyudum ya gece güzelim." Saf bu çocuk.

"Onu mu diyorum. Ayılar kış uykusuna yattı, sen niye daha buradasın?" Dedim. Ağzına attı domatesle dondu kaldı. Yanakları ağzı dolu olduğu için şişmişti şuan bir sincaba benziyor. Yüz ifadesi dumur olmuştu, bu sefer gülme sırası bendeydi. Gülerek masada bulunan çayımı aldım ve keyfini sürdüm.

"Bu ayıyı klonlamak istiyorsun ama."

HAKLI

"Ne münasebet?"

Aşko dedik ya dama seni klonlamak lazım diye.

Sus sen, bende o iş.

"Ne münasebeti, eve gidince konuşalım." Diye sağa ve sola baktı çevrede bizden başka biri var mı diye. Bakışları hiç hayırlı değildi, Allah bana yardım etsin.

Kahvaltımızı yapmıştık, şuan beni eve bırakmak için yola çıkmıştı. Acil görev emri gelmişti ve gitmek zorunda kalmıştı. Beni eve bırakıp gidecekti ama içimde bir sıkıntı vardı. Aldığım nefesler yetmiyor, neden böyle hissettiğim hakkında hiç bir fikrim yok. Bunalmış hissediyorum. Kaçmak istiyorum ama sorunlardan kaçarak kurtulamayacağımı biliyorum, yanımdaki adam ile beraber nefes almak istiyorum. Herkes sanki çok zor bir şey istiyorum gibi engel oluyordu. Şu sıralar daha iyiyim en azından artık yükümü benimle taşıyan ve sevgisi sayesinde ayakta durduğum birisi vardı. Bunları başkasına desem ne kadar şımarıksın her şeyin var! derdi. Benim her şeyim yanımdaki adamdı, ona bir şey olacak diye artık korkuyorum. Bu ilişkiye en başta onu olduğu gibi kabullenerek başlamıştım, asla bir an olsun pişman olmadım ama ya bir gün kapıma gelirlerse? O zamanda bu kadar dik durabilir miydim? İşte bunu becermezdim.

"VATAN SAĞOLSUN... "

Dile kolay, yüreğe ağır bir kelime.

Çok gururlanırım. Başım dik olur ama içim yok olur.

"Mih, güzelim nefes al." endişeli ses tonu duyana kadar bunu farkında bile değildim. Düşüncesi bile şimdiden nefesimi kesmeye yetmişti.

Nefes almıyor muyum zaten?

"Sana bir şey olmasın." Dudaklarımın arasından dökülen fısıltımı yine duydu. Beni hep duyuyordu, hep duymaya devam etsin.

"Güzel bebeğim... Bana niye bir şey olsun? Bak buradayım. Yanında.. Şimdi sadece bana bak ve benimle birlikte nefes al ver." Dedikleri sadece fısıltıdan ibaretti, o kadar kendimi iç dünyama kaptırmıştım ki nefes alamadığımı fark bile edememişim.

"İçim..." Dudaklarına baktım, güzel yüzüne baktım. Teninin her yerinde gezindi gözlerim. Sanki bir hayalin içindeydim yada rüya olabilirdi. Ben bu kadar sevilmemiştim, kimse uzun yıllardır şefkat ve merhamet dolu gözler ile bakmamıştı. Tamam amcam ve yengemin, mert!in hakkını yiyemezdim ama Alparslan bambaşkaydı. O bana böyle baktıkça kendimi altı yaşında hissediyorum, sanki küçük bir çocuğum ve alp beni büyütüyor. Yanında, yakınında güvendeyim, huzurluyum ve en önemlisi nefes alıyorum.

"Evet biliyorum, sadece bana bak ve benim gibi nefes al bebeğim. Hadi..." Baktım uzun uzun baktım, onu taklit ederek nefes almaya çalıştım. Onu taklit ederek nefes almaya başladım ve şuan fark ediyorum, durmuştuk ve alpin kucağındaydım. Kriz eşliğinden dönmüştüm yine ama yine onun sayesinde atlatmıştım.

"Teşekkür ederim." Kuru bir teşekkür çıktı dudaklarımın arasından.

"Şşş... Daha iyisin." Elleri saçlarımda dolanıyor, gözleri iyi olduğuma emin olmak ister gibi tüm bedenimde, yüzümde geziyor.

"İyiyim. Ben sadece bir an... Nefesim yetmedi bana..." Gözleri dikkat ile beni izliyor.

"Bana kendini aç. Ne düşündüğünü söyle... Gerçek düşüncelerini saklama benden." Ondan bile bile saklamıyordum ki. Ben sadece gider ayak aklı bende kalsın istememiştim ama bunu bile becerememiştim.

"Sadece bir an... seni kayıp edebileceğim gerçeği yüzüme çarptı. Bir anda nasıl oldu bilmiyorum, ben bunu düşünmeye başladım. Bu ihtimal hep aklımın bir köşesinde. Nefes almama mani oldu. Ben senden önceki hayatıma dönmek istemiyorum. Ben seni kayıp etmek istemiyorum. Alparslan..." Açmıştım işte ona içimi. Lacivertleri boncuk boncuk yaşlar ile kaplandı, aramızda derin bir sessizlik vardı. Geç kalıyordu ve göreve gidecekti benim mızmızlığım yüzünden belli ki ceza bile yiyebilirdi. "Gidelim geç kalma." Kendimi yolcu koltuğuna bırakmak için kalkmaya çalıştım ama buna izin vermedi.

"Ben askerim ne desem olmaz. Eskiden dönmek için bir sebebim yoktu, o yüzden bu işler daha kolay oluyordu ama şuan dönmek için bir sebebim var. Sen varsın... ben senin için iki katı dikkat etmeye çalışıyorum. Eğer bir gün kapında rütbeli bir asker görürsen yapacağın tek şey..."

"VATAN SAĞOLSUN... Demek olur. Biliyorum Alparslan." Derince yutkundum. Dolu gözleri taşmaya başladı. Benim gözlerim zaten taşıyordu. "Bir gün kapımı çalarlar ise sadece dudaklarımdan vatan sağ olsun çıkar. Seninle çok büyük gurur duyarım ama her zerrem kadar acı içinde olurum. İsyan edemem belki, Başımı önüme eğemem dik dururum. Tabutuna sarılırım, kokunu ararım çok ararım hatta, her yerde seni ararım, senden bir iz ararım, sesini ararım... Varlığını yanımda isterim. Belki kafayı bile yerim ama sessim evimizden dışarı çıkmaz." başımı göğsüne yasladım. Bunlar olacaktı hatta kat ve kat daha fazlası olacaktı.

"Seni çok seviyorum." Dolu dolu çıktı cümle dudakları arasından.

"Seni çok seviyorum." daha fazla zaman kaybı olmasın diye yerime geçtim, oda elini yüzünü sildi ve yola tekrar çıktık. ikimizde başka bir şey konuşmadık sadece yol boyunca sustuk. Zaten kısa süre sonra eve gelmiştik.

"Gitmem gerek." Artık Görev beklemez diyordu.

"O zaman ben ineyim. Çok dikkatli ol. Ben zaten devamlı seni okuyorum. Allaha emanet ediyorum seni. Ayağınıza taş değmesin. Bir ah bile demeyin. Seni çok seviyorum... Seni evimiz de bekleyeceğim oraya gel."

"Çok dikkatli olacağım senin için. Çok seviyorum kızım ben seni... Böyle içime sokasım geliyor, kurban olurum sana. İşimiz oldukça kısa sürede bitirmeye çalışıcam. Evimize... sana gelicem." Sımsıkı sarıldım. Kokusunu bol bol içime çektim. Bu sefer cidden onu oyalamak istemediğim için indim arabadan. Ben eve girene kadar bekledi. Ben kapıyı kapatınca araba sesi doldu kulaklarıma gitmişti. İçimdeki sıkıntı büyümüştü. Kapının arkasına dizlerimin üstüne çöktüm, bacaklarım beni taşımıyordu. Gözlerim sanki bu anı bekliyormuş gibi dolup taşmaya başladılar. Biliyordum bir şey olacaktı... hislerimde yanılmazdım ama bu sefer yanılmak için allah yalvardım.

"Güzelim, ne oldu? Alparslan mı bir şey yaptı?" Mert hızla yanıma geldi ve oturdu. Ona dolu ve ıslak gözlerim ile baktım. "Hayır sadece göreve gitti."

"Peki sen bunun için mi ağlıyorsun?"

"Hayır. Bu onun mesleği, ben biliyorum ama içimde bir sıkıntı var abi. Bir şey olacak hissediyorum." Dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı.

"Şşş çağırma kötüyü prensesim. Bir şey olmaz Allah'ın izni ile sağa salim gelir o öküz sana. Ne kadar gıcık olsam da, Alp senin için gelir Mihriban."

Benim için gelirdi.

"Gelsin biran önce gelsin..."

"Her göreve gittiğinde, ona bunu yapma. Tamam seni de anlıyorum ama o bir asker Mihriban. Aklının sende kalmaması lazım." Haklıydı.

"Her zaman ağlamıyorum ki. Bu gün sadece... son olaylardan sonra sanırım çok evhamlı birisi oldum. Korktum." Şuan küçük bir çocuk gibiydim ama son olayında etkisi vardı. Elleri eli saçlarımı okşadı.

"Sen çok güçlü bir insansın. Bunları da atlatırsın. İzi kalır, zor olur ama sen başarırsın. Şimdi gel kucağıma seni odaya götüreyim." Diyerek kollarından biri bacaklarımın altından, diğeri belimden tuttu ve kucağına aldı.

"Beraber uyuyalım mi?" Merdivenlerde çıkmaya başladık.

"Uyuyalım güzelim. Sen biraz daha dinlen, bende yanında olacağım." Diyerek odamdan içeriye girdi ve beni yatağıma bıraktı. "Ben üstümü değişip geliyorum. Sende güzel bir duş al ve yatakta bekle beni."

"Bir işin varsa tek uyuya bilirim. Eğer pelin bekliyorsa..."

"Hayır onun dersi vardı. Okulda şuan. Boşum ve tüm gün sana aitim prenses. Hizmetindeyim." Gülümsedim, aynı onun gibi ne olursa olsun bunu başarıyordu. O hep beni güldürmenin bir yolunu bulurdu.

"Seni bekliyorum abi." Gülümsemesi büyüdü ve odamdan çıktı, bende dediği gibi kısa bir duş aldım. Hızlı hareket ediyorum ki çabucak uyuyayım. Saçlarımı kurutmak istemiyorum. Kendi kurusun. Üstümde ayıcıklı kırmızı kalın pijamamı giymiştim. odama girdiğimde mert yatakta tableti ile bir şeyler yapıyordu. Sesleri duyunca bana kısa bir bakış atıp sonra tekrar tablete döndü. Sonra tekrar çatık kaşları beni buldu.

"Hemen banyoya." Eli ile arkamda kalan banyoyu gösterdi. Kendi de tableti bıraktı ve kalktı ardından benimle banyoya girdi. Kendi eli ile koymuş gibi fön Makinemi aldı ve saçlarımı kurutmaya başladı. Aynı Alparslan gibiydi... Eşofmanın cebinde duran Telefonunu işaret ettim. Çıkartıp elime tutuşturdu. İkimizin banyo aynasında fotoğrafını çektim. Mert'in üstünde de siyah bir kazak ve altında gri bir eşofman vardı. Beraber sayısızca anılarımızın içine bir tane daha eklemiştik. O saçlarımı kurutken ben fotoğrafları kendime attım.

Daha sonra beraber koca yatağıma geçtik. Ben uyuyana kadar saçlarım ile oynadı. Kısık sesle bana masal anlattı aynı çocukken yaptığı gibi. Ne zaman korkarsam onun odasına gider ve sessizce yatağına girerdim. Tabi mert direk kapısını açmam ile uyanır ve bana masal okumaya başlardı.

Geçmiş anı

Yazar anlatımı.

"Mih neden yatağımdasın?" Dedi mert. Mihriban her zaman yaptığı gibi sessizce elinde ayıcık ile odasına gelmişti. Ağlamak üzereydi ama kuyruğunu dik tutmaya çalışıyordu aynı zamanda.

"Mert... Çok kötü kabuslar gördüm. Bir adam vardı bana devamlı senin yüzünden öldü diyordu... Mert ben bir şey yapmadım ki." küçük kız kollarını Mert'e sarmıştı, aynı şekilde mertte hemen Mihriban'ı kollarının arasına almıştı.

"Adı üstünde kabus, gel ben seni uyuturum." Dedi mert. Kollarında olan kızla beraber yatağa yattılar ve abajurun ışığını açtı yatmadan önce. Odada sadece loş bir ışık vardı. Mert, Mihriban'ı göğsüne çekti ve saçları ile oynamaya başladı.

"Biliyor musun? Rüyamda babamda saçlarımı seviyordu." Dedi Mihriban.

"Nereden anladın babam olduğunu?" Mert biliyordu Mihriban rüyasında insanlarını yüzünü değil silüetini gördüğünü.

"Anlamadım ki... Hissettim aynı senin gibi acıtmaktan korkar gibi davranıyordu. Öptü sonra saçlarımı. Sonra başka küçük aynı senin gibi bir beden gördüm, oda aynısını yaptı ve güzel bebeğim dedi bana. Kim olduğunu anlamadan uyandım. Neyse bana masal oku hadi."

Mert'te daha fazla bir şey demedi. Sustu ve her zaman yaptığı gibi, saçları ile oynamaya devam etti. Aynı zamanda masalda anlatmaya devam etti. Mihriban masalı dinlerken tekrar uykuya daldı. Mertte onun uyduğunu anladığında yatağa yattı ve Mihriban'a sarıldı. Sabah ona sarılmadan uyuduğunu görürse yargara çıkarırdı küçük kız. Mert biliyordu... ona kimin güzel bebeğim dediğini çok iyi biliyordu ama susması lazımdı.

Şimdiki Zaman.

"Hala aynısını, yemin ediyorum." Dedi mert. Kahkahalarımızın sesi odamda yankılandı.

"Abartma. Hem artık odana gelmiyorum."

"Evet gelmiyorsun çünkü Alparslan var." Doğru diyordu.

"Yo... ne alaka? İstesem gelirim, sadece büyüdüm o kadar. Kendi sorunlarım ve korkularım ile baş edebiliyorum."

"Hiç bir şeyi kendin halletmek zorunda değilsin. Ben her zaman olduğu gibi yine ve yine yanındayım. Yeter ki beni yanında iste." Gözlerimin tam içine bakarak cümlesini tamamlamıştı. Her zaman olduğu gibi yine ve yine yanımdaydı. Hayatımdaki en büyük şanslarım arasında mertte vardı. Ben çok şanslı bir insandım çünkü her zaman yanımda olacak üç adama sahiptim. Her koşulda yanımda olacak üç adam.

Amcam, Mert ve Alparslan...

Oyuncu, sırdaş ve kurban...

Hayatımdaki en büyük şansımı sanırım bu adamlarda kullanmıştım. Yengemi bu kategoriye koymuyorum çünkü onu anlatacak ve koyacak bir kategoride yok. O çok eşsiz bir insan. İkinci annem... Bana ikinci defa anne olan kadın yengem.

Efsun Aras...

"Ne düşünüyorsun kara kara?" Mert susmuyor ki uyim.

"Ne kadar şanslı olduğumu."

"Biz senden daha şanslıyız emin ol." Bundan sonra aramızda başka konuşma geçmedi. Sustuk ikimizde. Ben uykuya daha kolay dalmam için bana masal okudu. Hiç usanmadan saatlerce bekledi başımda uyuyayım diye.

🌖

Etraf karanlıktı. Çok karanlıktı. Bu kadar karanlık olmamalıydı.

"Karanlık... Çok..." Dudaklarımın arasından çıkan sözcükleri birisi duydu.

"Işık açık prenses, sadece gözlerini aç. Ben buradayım." Komut almayı bekleyen göz kapaklarım açıldı. Doğru diyordu, içeride loş ışık vardı. Mert gitmemiş yatağımda tablet ile bir şey yapıyordu.

"Neden gitmedin?" Dedim ve yerimden doğruldum.

"Seni ne zaman tek bıraktım?" Doğru, o beni korktuğumda tek bırakmazdı.

"Teşekkür ederim." Diyerek yanağına kocaman sulu bir öpücük bıraktım.

"Mih! anlaşılan kendine gelmişsin. Kalk yemek yiyeceğiz, hem babam köpürüyor öğrenmiş hastane işini." İşte bu iyi bir haber değildi. Üstümü değişme zahmetine bile girmeden kalktım banyoda işlerimi hallettim ve yemek masasına doğru yol aldık.

"Hazır mısın?" Dedi mert.

"Hayır." Her an geri kaça bilirim. Bir gözüm hala arkama bakıyor.

"Kaçalım mı?" Teklif çok cazipti.

"Buraya gelin. İkinizde hemen!" Amcam da ne kulak var maşallah. Sessizce yutkunduk ve ne kadar adımlarımız geri geri gitse de masaya geçtik.

"Hayırlı akşamlar." Diyerek yerime oturdum. Mert hemen yanıma oturdu. Sürü gibi aynı şeyleri yapıyorduk.

"Hayır kaldı mı kızım?" Amcamı sağlam kızdırmıştım. "Benim nasıl haberin olmaz Mihriban. Benden, bizden nasıl saklasın başına gelenleri. Bir telefon etmek bu kadar zor olmamalı." Yardım isteyen bakışlarım yengemi buldu ama oda amcam kadar katı ve kızgın duruyordu.

"Amca valla özür dilerim. Telaşlanma istedim."

"Ne demek telaşlanma istedim. Benim bir tane kızım var. Tabiki de telaşlanıcam ve hemen yanına gelicem. Ben seni kolay büyütmedim." dert ve içerlenmiş sesi ile yutkundum.

"Haklısın." Çıktı dudaklarımın arasından.

"Çok kırdın beni. Senin canın tehlikede ve benim haberim çok sonradan oluyor. Sen benim her şeyimsin. Nasıl haber vermezsin? Hadi sen hastasın anladım, Ya sen mert nasıl aramazsın beni?" Topun mertte gitmesi ile gözler ona döndü.

"Özür dilerim baba. O an aklıma gelmedi hiç bir şey telaştan. Sonrada unuttuk." Unutmadık ben istememiştim ana beni topa atmamıştı.

"İkinizde bir gün kalbime indireceksiniz. Ölümüme sebep olacak bunlar efsun..." Amcam yumuşamıştı birazda olsa.

"ALLAH KORUSUN..." Hep bir ağızdan demiştik, kora halinde.

"Sakin ol hayatım. Çocuklar telaşla unutmuş belli ki. Hem unutmamaları için ufak bir görev verebilirsin." Yengem neden şeytan gibi gülümsüyor.

Boka gidiyoruz.

"Çok haklısın bu ikisi bir hafta çiftlikte çalışacak, ahırda." Siktir bu olmadı işte.

Cidden boka gittik.

"Ne?" Dedi mert.

"Hayır ya." Dedim.

Çiftlikte bir çok at vardı ve hepsi baya özel atlardı ama sadece binmesi güzeldi işte bakması değil. Mutfakta bir ceza verse ya da şirkette tamam ama en son ahır cezasında boka düşmüştük mert ile.

CİDDEN BU İŞİN SONU BOK YOLU DBFSDBCDŞDADKDKANCJD

İÇ SES GÜLEMEZ.

SUS LAN... İSTERSEM AT GİBİ ANIRIM SENDE TEMİZLERSİN.

"Amca lütfen unutalım. Kaç yaşına geldik ne cezası?"

"Baba şirkette çaycı olayım valla daha iyi olur." ikimizin de korkulu rüyası ahır.

"Aras çocukları, azıcık korktu sanırım." Yengem egomuza oynuyor valla akıllı kadın.

"Yoo." Saçlarımı omuzumdan arkaya doğru attım.

"Ne alaka annecim yanlış anladın. Yaparız biz." Mert'inde öz güvenli ses tonu ile amcamın keyifi yerine geldi. Ne olursa olsun egomuz maalesef ki öndeydi. Bu yüzden her seferinde boka batıyoruz...

"Güzel. Bende bir an pes edip korktunuz sandım." Yengem bizi öldürmek istiyor.

"Yok yengecim ne pes etmesi! Biz ahırda çalışırız mert ile demi mert!" Göz göze geldik ve ikimizde kuyrukları dik tutmaya çalışıyorduk.

"Çalışırız." Dedi ama kim duydu bilmiyorum. Yutkunduk hem de derin derin.

Alparslan gideli bir hafta olmuştu. Bu süreçte yaptığım tek şey depresyona girmek olmuştu. Mert ile bu gün çiftliğe gidecektik, bunun için kendime bavul hazırlamıştım. İşlerimi halletmiştim, Tek gitmiyorduk. Alp yoktu ama onun ailesi de gelecekti, onlar tatil yapmak için biz çalışmak için gidiyorduk. Ne kadar adil demi! ama biz bunu hak etmiştik. Son zamanlarda amcamdan bir çok şey saklamıştık. Adam öğrense kalbine inerdi.

"Mih! Hadi daha ne kadar bekleyeceğiz?" Canım kuzenim aşağıdan böğürüyor.

"Geldim. Abartma iki dakika bekledin." Elimi valizime attım ve onunla beraber odamdan çıktım. Hepsi hazır holde beni bekliyordu.

"Sonunda." Mert, amcama çekmiş.

"Beyler abartmayın. Rahat uyudunuz mu ikinizde?" Yengemin yüzünde neden sinsilik gülümsemesi var.

"Evet."

"Evet."

İkimizde aynı anda cevap vermiştik, yengemin sinsi sırıtması büyüdü ve ona amcamda eşlik etti.

"İyi. Bu son iyi uykularınızdı." Allah'ım gidince göreceğim sonuçtan korkuyorum. Yengem bizim bu halimizden keyif alıyordu resmen. Gözlerim mert ile buluştu annesinin dediklerine sadece yutkundu, bende aynısını yaptım. Kapıyı açtık ve hepimiz tek tek evden çıktık. Aynı şekilde Demir ailesi de çıktı.

"Efsun." Dedi Ayşen teyze heyecanlı heyecanlı.

bizde çok heyecanlıyız!

"Ayşen hazır mısınız? Çok eğlenceli bir tatil olacak." Yengem bizi sevmiyor valla.

"Valla çok heyecanlıyım. Nereden çıktı bir anda anlamadık ama..." Ah ah bilse gelininin ve damadının ceza aldığını bu kadar mutlu olur muydu?

"Valla Ömer, Mert ve Mihriban'a ceza verdi. Bize de tatil yapalım dedik." Artık biliyordu. Yüzüne hüzünlü hüzünlü baktım. Pelin ellerini bir birine vurarak mutluluk tepkisi verdi ama neye bu kadar mutlu oldu anlamadık. Mert ile ona anlamsız bakışlarımız eşlik etti.

"Ay çok eğlenceli olacak desene efsun teyze."

"Ben, senin görümcenim bunu hesaba katıyorsun demi?" Kollarımı belime koydum tam çirkef modumu açtım.

"Peki ben? Senin görümcen değil miyim?" Valla haklı. Oda kollarını beline koyup bana aynı benim gibi cevap vermişti.

Daha fazla bir şey konuşmadan yola çıkmak için arabaya valizleri koymaya başladık. Herkes kendi valizini arabaya koymuştu. Yaşlılar bir araba ile gidecek biz üçlü merttin arabası ile gidecektik.

"Ben oturucam öne." Aslında böyle bir şey aklımda yoktu sadece biraz musallat olmak istemiştim peline. Pelin ışık hızı ile bana döndü ve abisine göre açık ton mavileri beni deşmek ister gibi bakıyordu.

"Seninle kavga etmeyeceğim. Sonuçta araba benim sevgilimin herkes yerini biliyor." Duyduklarıma inanamıyormuş gibi bakışlarımı merte çevirdim.

"Neler diyor görüyor musun?" Elim ile hemen yanımdaki pelini işaret ederek. Mert, bir bana, bir sevgilisine baktı. Masum köylü kuzenim kızarmaya başlamıştı. Derince yutkundu ve hangimize olumsuz cevap vereceğini düşünüyordu sanırım.

"Siz öne oturun ben arkaya geçerim." Ne dedi o ? Pelin ile İstanbul'a duyurmak ister gibi kahkaha seslerimiz göğe yükseldi. Yengemlerin bakışı bizlere döndü. Ne olduğuna anlam veremiyorlar gibiydi.

Bu sırada gülmem yüzümde donmuştu. Görüş alanıma bir adet askeri araç ve arkasında ambulans girdi. Herkes benim gibi kapıya döndü. Olmuştu... Alparslan Demir'e bir şey olmuştu. Askeri araç durdu ve içinden rütbeli olduğuna adım kadar emin olduğum kişi indi ve hemen arkalarında cihangir abi vardı. Adımları yaklaştı yaklaştı ve tam karşımda durdular. Bizimkilerin seslerini hemen arkamda işitiyorum ama şuan tek yaptığım albaya bakmaktı.

"Albay..." Dedim cümlelerim keskin bir bıçak gibi beni kesiyordu. Duyacaklarımı anlamıştım.

"Mihriban..." Dedi sanki anladı ayaklarımın beni taşımadığını. Paramparça oluşumu anladı. Nefes alamadığımı anladı.

"Neden buradasınız?" Dedi arkamdan bir ses. Sesi şuan ayırt edemiyorum. Algılarım sadece karşımdaki albayın dediklerini algılıyordu. Hayatımın gidiş ağıtı o iki dudak arasından çıkacak kelimedeydi. Albay baktı... baktı ve sustu. Nasıl kelimeleri diyeceğini bilmiyor gibiydi.

"Albayım..." Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. "Deme onu bana..." Karşımdaki kişinin silüeti bulanıklaşıyordu.

"Cihangir abi..." Dedi pelin. Daha sonra arkamdan bir feryat duyuldu. Hemen ardından bir feryat daha duydu kulaklarım.

"OĞLUMMM..."

"ABİMMM..."

Başımı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Omuzlarımı kaldırdım ve karşımdaki adamlara baktım. Ambulanstaki çalışanlar büyük ihtimalle arkamda fenalaşan ikiliye koştu.

"Vatan..." Dedim devamında aklıma gitmeden önceki konuşmamız geldi.1

"VATAN SAĞOLSUN... Demek olur. Biliyorum Alparslan. bir gün kapımı çalarlar ise sadece dudaklarımdan vatan sağ olsun çıkar. Seninle çok büyük gurur duyarım ama her zerrem kadar acı içinde olurum. İsyan edemem belki, Başımı önüme eğemem dik dururum. Tabutuna sarılırım, kokunu ararım çok ararım hatta, her yerde seni ararım, senden bir iz ararım, sesini ararım... Varlığını yanımda isterim. Belki kafayı bile yerim ama sessim evimizden dışarı çıkmaz."

"Seni çok seviyorum."

"Seni çok seviyorum."

"Gitmem gerek."

"O zaman ben ineyim. Çok dikkatli ol. Ben zaten devamlı seni okuyorum. Allaha emanet ediyorum seni. Ayağınıza taş değmesin. Bir ah bile demeyin. Seni çok seviyorum... Seni evimiz de bekleyeceğim oraya gel."

"Çok dikkatli olacağım senin için. Çok seviyorum kızım ben seni... Böyle içime sokasım geliyor, kurban olurum sana. İşimiz oldukça kısa sürede bitirmeye çalışıcam. Evimize... sana gelicem."

Derin bir nefes aldım ama faydası yoktu, Ne kadar nefes alırsam alayım.

Nefes almak yürekteki yangını söndürmüyordu.

"Vatan sağ olsun." Çıktı... bu iki kelime dudaklarımın arasından çıktı. Hayatımdaki en zor cümlesini kurmuştum. En derinden yara aldığım ve içimdeki yangını başlatan o cümleyi kurdum...

BÖLÜM SONU...

BÖLÜM BİTİŞİ: 28.12.2023

BANA KÜFÜR ETMEYİN LÜTFEN.

BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ:26.01.2024

SİZCE NASILDI BÖLÜM?

MİH BUNDAN SONRA NE YAPACAK?

SİZCE NE OLDU?

DİGER BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

İNST:sudenazbalikcii

TİKTOK:sudenazbalikci

ARADA SPOİ PAYLAŞIYORUM HABERDAR OLMANIZ İÇİN TAKİPTE KALIN.

GÖRÜŞÜRÜZ SEVGİYLE KALIN...

BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN ❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.12.2024 10:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...