29. Bölüm

27.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

HELLOOO

Bölümü beğenmeyi unutmayın lütfen.

Bir yıldıza basmak zor olmamaları kaç kişi 100 beğeniyi geçmiyorsunuz! ಥ⁠‿⁠ಥ

Yıldıza basmak ve bölümü okumaya başla,

KEYİFLİ OKUMALARI...

"Bir yumruk meselesi."

~

Yazar anlatımı

Bir anda odaya herkes girmeye başladı, Mihriban yerde ve yanında ayaz vardı. Herkes ayazı soru yağmuruna tutuyordu ama ayaz bile ne olduğunu anlamamıştı. Bir anda odaya girmiş ve onu kriz geçirirken bulmuştu. En son albay girdi odaya, "Ne oluyor burada?" Dedi albay. Kimse ne olduğunu bilmiyordu. Ayaz'ın gözleri açık bilgisayarda takılı kaldı. İşte şimdi taşlar yerine oturmuştu. Alp veda videosu bırakmıştı... Alp giderken veda etmişti, ayaz sinir ile dolduğunu hissetti ama şuan sakin kalması gerektiği için kendini zorla sakinleştirmeye çalıştı. Ne kadar elinden gelir biliyor ama hemen yanında yatan kadın için sakin kalmak zorundaydı.

"Sanırım alp..." Diyerek açık ekranı işaret etti gözleri ile, odada derin bir sessizlik oldu. Kimse iki kelam edemedi. Neden konuşmuyorlardı? Oda da derin bir sessizlik oldu, herkes anladı o videonun amacını ve nedenini. Mihriban bizzat tek başına izlemişti oysa, onlar sadece ekranda Alparslan'ı görünce bile yüreklerinde ağırlık oturmuştu.

"Onu alın ve alt çıkıştan hastaneye götürün. Sakın tek bırakmayın, hepiniz onunla gidin. Ben Alparslan'ı bulacağım ve onu sağ salim getireceğim." Dedi ayaz. Time emirler sıralarken kendisi, Albay ile kısa bır bakışma geçti aralarında. İkisi de başını onaylar anlamda salladı ve cihangir, ayazın kucağında yatan Mihriban'ı kucağına aldı ve alt çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Mihriban alp yokken ona emanetti. Timde aynı şekilde cihangiri takip etmeye başladı. Hepsinin hal ve tavırları aceleci ve bir o kadar düşünceleydi. Cihangir bazı olayları anlaya biliyordu, ama bazılarını ise asla. Alp madem bile bile ölüme gittiğini biliyordu neden kendisine olsun küçücük bir işaret vermemişti. Bu yolun başında hepsi söz vermemiş miydi? Bu timden bir kişinin bile geride kalmaması için. Bunca yıl beraber operasyona giderken, ölümden dönerken hepsi beraberdi. Şimdi ne değişmiş olabilirdi? Bu düşüncelerine bir son verdi cihangir, elbette sorardı bunu Alparslan'a. Şimdi kucağında yatan kadın iyi olmalıydı, otoparktan çıkacaklardı. Orada kimse olmazdı. Ayaz ve albay hariç odadan herkes çıktı ve cihangirin peşinden gitmişti.

"Onu bulacağız..." Dedi albay. Ayaz sadece avına odaklanmış aslan gibi bakıyordu, biliyordu albayında bir suçu olmadığını. Asıl suçlunun ve Mihriban'ın, Alparslan'ın bu halde olma sebebi kim aynı onu bildiği gibi.

"Bulacağım. Kardeşimi bulacağım. Onu oraya siz yolladınız ama ben bulacağım. Ve sonra istifa dilekçenizi hazırlayın." Soğuk ve keskin çıkan sözleri ile albaya baktı, son kez bilgisayara baktı ve odadan çıktı. Ekipman odasından hızlı şekilde hazırlığını yaptı. Odadan çıktığında kendisi gibi hazır şekilde albayı buldu. Onu baştan aşağı süzdü, albayda aynı şekilde ayazı süzdü.

"Siz?" Dedi ayaz ne iş, hayırdır sorar gibi.

"Bende geliyorum. Bir askerimi daha vermem kimse." Ayaz duydukları ile omuz dikleştirdi ve albaya sadece baktı. "Üstlere bildirdim. Biran önce bulmamızı istiyorlar. Aksi halde Mihriban burayı başımıza yıkar gibi duruyor." dedi albay. Son derece olmaya çalışıyordu ama ikisi de biliyordu ki daha fazla bulamazlarsa, Mihriban onları cehenneme gönderirdi.

"Burayı yıkar bizi de altına gömer, var o kapasite." ayaz alayla demişti ama aslında kendisi de biliyordu ki yapardı. Mihriban ve Alparslan'ın arasındaki bağı insanı kıskandıracak cinstendi. Bu Mihriban doğduğundan belli aynıydı, yıllar geçti hala aynı. İkisi arasında görünmez bir ip vardı ve hangisine bir şey olsa diğeri Dünya'yı başına yıkardı. Ayaz ne kadar kıskansa da aslında bir o kadar memnundu aralarındaki ilişkiden.

Albay en başta bir timi hazır bekletiyordu zaten, aceleci halleri ile timle beraber bindiler helikoptere. Helikopterde kimseden tek ses çıkmıyor herkes susmuş ve verilen emiri yerine getirmek için yola çıkmışlardı. Emir basitti, Ölümü al ve gel. Ayaz aklına gelen soru ile albaya döndü. "Ölümü nasıl ikna ettiniz?" Dedi ayaz. Kardeşini tanıyordu. O, Mihriban için bunca yılını feda etmişti, onu arkasında bırakıp gitmesi söz konusu bile değildi. Askerlerdi emir verildi mi boyun kıldan ince olurdu ama nedense sadece emir verildiğini düşünmüyordu ayaz. Öyle olsaydı haberi olurdu, bu işin aslı çok farklıydı.

"Tehdit. İkna değil." Dedi albay. Sessiz helikopterde albayın sözleri bomba etkisi yarattı. Herkesin başı komut almış gibi albaya döndü. Ayaz artık çileden çıkmak üzere olduğunu hissediyordu.

"Dinliyorum albayım." soğuk ve donuk bakışları ile ayaz albaya bakmaya başladı. Albay bu sırada ayazında ne kadar çok babasına benzediğini fark etti. Söz konusu sevdikleri oldu mu bu üç adam da ölüme gözü kapalı gidiyor.

GÖREVE ÇIKMADAN SAATLER ÖNCE.

"Albayım neden tek beni istediniz?" Dedi Alparslan. Burada durmak yerine görev hazırlıklarını yapıyor olması lazımdı, zaten yeterince bu görev sütünden geçmiş ve her ayrıntı konuşulmuştu.

"Yem olacaksın." Sessi duygusuz ve sert çıkmıştı albayın. Her zaman ki baba şefkati yoktu bu sefer bakışlarında ve sesinde. Tam tersi üstten konuşarak, emir veriyordu.

"Anlamadım." Biran kulakları uluyor sanmış ve denileni anlamamış gibi hissetmişti Alparslan.

"Asker neyini anlamadın. Yem olacaksın. Orada senin geldiğini biliyorlar. Timine bir şey yapmayacaklar, çünkü seni istiyorlar. Bizde oradaki önemli dosyayı istiyoruz. İçerdeki adama haber uçurduk o engelleyecek, tim sapa sağlam gelecek. Küçük bir ilaç ile hepsinin nabzı kısa süre duracak, sen yem olacak ve bize Hilmi ile bilgiler dolu olan dosyayı getireceksin. O dosya çok önemli..." Bunu Alp'ten daha önce isteseler eyvallah der giderdi ama şimdi gidemezdi ki. Mihriban ne yapardı sonsuz. Tam her şey güzel gidiyor derken bir anda bu nereden çıkmıştı. Tamam asker ve görevleri vardı. Emre boynu kıldan inceydi ama şuan düşünmesi gereken birisi daha vardı. Mihriban hayatına girdiğinden belli iki kişilik düşünüyor ve yaşıyordu alparslan. Derin bir nefes aldı.

"Albayım, mihriban..." İtiraz etmiyordu ama geride kalanı birisinin koruması lazımdı. Mihribanı birisinin koruması lazımdı çünkü kendisi olmazsa çok zordu.

"Ölüm. Kendine gel askersin sen. Senin hayır deme lüksün yok. Görevin bu git ve al gel." Albay pek bir acımasızdı ama ona da verilen emirler bu yöndeydi.

"Komutanım..." Dedi Alparslan ama yine cümlesi bölündü.

"Eğer itiraz edersen..." Devamı dudaklarının arasından nasıl çıkacak diye düşündü albay. O değildi bunu isteyen ama üstler bizzat ona vermişti görevi. "Askeriye ile bağlantın kesilecek." Alp duyduklarına inanamadı. Bunca yıllık emeği boşa mı gidecekti, Bu kadar kolay mıydı gözden çıkarılmak? Bir tarafta mesleği, bir tarafta aşık olduğu kadın vardı. "Sadece sende değil. Mihriban'ın ölümü söz konusu. Yukarıdan geldi bilgi, eğer yapmazsan Mihriban ölecek. Hilmi çok büyük bir patlama planlıyor ve her şey oradaki bir kaç dosyada var. Onu bize getirmen gerekiyor Alparslan." Alparslan'ın nefesi tekledi. Nereden tutsa elinde kalıyor. Zaten itiraz etmeyecekti ama mihribanı emanet edecek kimse yoktu. Ömer kendi kadar iyi koruyamazdı, askeriye de aynı şekilde. Alpin aklı ilk defa ikileme düştü.

"Nasıl?"

"Bir yeri patlatmak istiyorlar ve bu patlama baya büyük olacak senden istediğim. O adam ve bir dosya çantası, tim adam için gidiyorsunuz bilecek. Sen yem olacaksın ve o çantayı bize getireceksin. İnsanların ve sevdiğin kadının canı söz konusu alp oğlum." Dedi.

"Emredersiniz. Bana daha detaylı anlatın yeter." Dedi. Daha sonra en ufak her şeyi, girişi ve çıkışı, ne yapması gerektiğini, Her şeyi konuştular. Albay karşısında belki de son kez gördüğü askerine baktı.

Alparslan yiğit bir asker.

YAZAR ANLATIMI.

"Albayım kim istedi bunu?" Ayaz son derece sinirliydi. Zira bunu gözlerine bakınca bile anlıyorsunuz, sesini duymanıza gerek bile yok. Zaten kimin istediğini baştan belli tahmin ediyordu. Aklındaki kişi asla rahat durmuyor Alparslan'a en zor görevleri veriyordu. Onunla kaç defa bunu konuşmuştu ve her defasına haddini bil uyarısı almıştı ayaz.

"Söyleyemem." Diyemezdi albay oda bir emir kuluydu buradaki herkes gibi.

"O demi, o istedi? Bir rahat duramıyor. Sanki gidecek başka asker yoktu da ölümü gönderdi. Sırf denemek için gönderdi. Bize dese bizim için çocuk oyuncağıydı ama o illa zorlayacak." Ayaz sinirden nefes bile alamıyor artık. Helikopter saatler sonra onları indir, bir kaç saat yürüseler varacaklardı konuma. Tabiki de Alparslanların ilk gittikleri yerde değillerdi. Tim sessizlik ve dikkat içince saatlerce yürüdü. En sonunda hava karardığı için kendilerine geceyi geçirmek için bir yer buldular.

Saatler sonra.

Tim sabahın erken saatlerinde tekrar planın üstünden geçtiler, artık herkes ne yapacağını anlamıştı. Hepsi mağaranın etrafında kendine yer buldu ve gizlendiler.

"Kaç kişiler dördüncü?" Dedi ayaz. Herkese bir sayı vermişti, lakap yerine. Toplamda sekiz kişi gelmişlerdi. Fazla kalabalık değillerdi ama tim zaten rütbeli doluydu hepsi er değildi. Baya komutan, albay, binbaşı bile vardı. Alp askeriye için önemli bir askerdi ve bir an önce alınması gerekiyordu oradan. Sağ şekilde.

"Yirmi kişi dışarda komutanım." dördüncünün verdiği sayı ile ayaz gülümsedi, "Demek adam yığacak kadar korkuyorlar bizden." dedi ayaz.

"Başlıyoruz. Herkes yerine, onu sağ salim istiyorum. Hiç birinizin kılına bile zarar gelmeyecek. Gelen olursa, dönünce kendine mezarı kazsın." Dedi albay. Herkes verilen komut ile yerinde geçti ve hedeflerine kitlendi. Burada dikkat çekmesin diye çok kişi yoktu. Şerefsiz Hilmi her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Yirmi kişi sadece kapıda ve etraftaydı, içeride kaç kişi olduklarını bilmiyorlardı ama sayı çok önemli değildi onlar için. Gerekirse tüm mağarayı havaya uçururlardı ama istediklerini almadan geri dönmezler.

"Birinci sende atış." Dedi ayaz. Asker gelen talimat ile şerefsizin birini indirdi. Diğerleri uyanmadan hepsi kafasına mermiyi yemişti bile. Kolay olmuştu, zaten dağda olan şerefsizler silah bile tutmasını bilmezdi. Küçük bir çatışmada işleri bitmişti.

"Aferin asker. Giriyoruz ama sadece ayaz ile ben, siz dışarıyı gözleyin." Dedi albay ve yanında ayaz ile içeriye girmek için yerlerinden kalktılar.

"Emredersiniz." Dedi asker.

Ayaz ve albay içeriye elini kolunu sallayarak giremeyeceğini biliyorlardı aynı zamanda içeride dikkat çekmemek için silahlarını kullanmamaları gerekiyor. O yüzden ellerini ve bıçaklarını kullanacaklar. Beraber mağaranın içine girdiler, alt kata doğru ilerledikçe, girişte üç kişi beklediğini gördüler. Albay birinin boynunu kesti ve ortalık kan gölü oldu. Ayaz adamın boynun tek hareketi ile kırdı. Diğeri silahına davranmadan kafasına mermiyi yedi. Ayaz susturucu takmıştı silahına açık hedef olmamak için girmeden önce, Albay ve ayaz farklı bir yerlere saklandılar. Seslere gelen iki kişi ne olduğunu anlamadan onları da kolayca öldürdüler.

"Amına koyduğumun pezevenki bitmiyorlar." Dedi albay kısık bir sesle, ayaz kulaklık sayesinde duymuştu. Güldü ayaz.

"Komutanım hamlamış olabilir misiniz?" Eğlenmeye başlamıştı ayaz, albaydan sinir dolu bir homurtu yükseldi.

"Karargaha gidince sor o zaman cevabını alacaksın, ayaz." dedi albay. Daha fazla goygoy etmeden bir kat daha aşağı inmek için harekete geçtiler. Merdivenin hemen dibinde bekleyen iki kişi vardı, ayaz hızla aklına gelen ilk şeyi yapmak adına yerden aldığı taşı aldı ve merdivenlerden attı. Hemen ardından kendilerini fark etmesinler diye saklandılar.

"Kim var orada?" Dedi adam. Ayaz yüzünde sinsi şeytani gülümseme oldu. Sessizce avını bekledi.

"Git bir bak belki bizim dilsizdir." Dedi diğer adam. Başını salladı ve sesin geldiği yöne doğru ilerledi ve yukarıya çıkan merdivenlerde durdu. Daha ne olduğunu anlamadan boynu kesildi ve olduğu yere yıkıldı. Sessiz olması için ayaz adamı tuttu ve merdivenlere yatırdı. Sessizce bu seferde diğerini beklemeye başladılar.

"Kimmiş?" Dedi eceli olduğunu bilmeyen adam. "Hay amına koyayım. Güvenli alanda olmasak askerler geldi diyeceğimde o siktiklerim burayı bulamaz." Dedi adam.

"Gel gel ben seni sikeceğim." diye fısıldadı ayaz.

Doğru diyordu eğer içeride bir asker olmasaydı burayı bulmaları zaman alırdı. Geldikleri yer sınır ucuydu ve baya meşakkatli bir yerdeydi. Neyse ki bunun içinde hazırlardı, adam daha fazla yerinde dikilmedi ve merdivenlere doğru çıkmak için harekete geçti. O yerinden ayrılır ayrılmaz albay boynunu kırdı arkasında. Ayaz keyiften dört köşe olmuştu ama albay oraya ne zaman geçti kendisi bile fark etmemişti.

"Albayım ne zaman geçtiniz?" Ayaz saf bir merak ile sormuştu, hangi ara arkasından dolanıp aşağı inmişti anlamamıştı bile.

"Boş ver oğlum, hamladık biz." albay son golünü sağlam atarak keyif ile güldü. Ayaz merdivenlerden indi ve albayın yanında durdu. Artık oyalanmamaları ve en acilinden çıkmaları gerekiyordu bu lanet mağaradan. İçerisi küçük cılız ışıklar ile aydınlatılmıştı. Bu şerefsizler ışığı bile düşünmüştü.

"Evet sıra bizimkinde." Diyerek Albaya baktı. Daha sonra kulaklıktan yukarıya haber vermek adına, "Burası tamam, alp için içeriye giriyoruz." dedi. Keyifi sesine de yansımıştı, bunu kulaklığın ucundaki tüm askerlerde anlamıştı.

"Burada sorun yok. Her şey tıkır tıkır ilerliyor, sizi bekliyoruz." Dedi binbaşı. Onlar dışarda etrafı kontrol ediyor ve en acilinden helikopter bile çağırmışlardı. Helikopter artık temiz alana iniş yapabilirdi.

Ayaz kulaklığını kapattı ve albaya baktı. İkisi de yedek silahlarını aldı ellerine. Şerefsizin birisi zaten sağ lazımdı. İçeride onun harici kaç kişi var ise ölecekti. "Girelim." Dedi ve ayağı ile demir kapıya tekme attı. İçerisi bir oda büyüklüğündeydi. İçeride alp hariç üç kişi vardı ve ikisi silahlardan çıkan kurşun ile öldü. Diğer şerefsiz Alpin hemen yanındaydı. Alp yukarıdan elleri bağlanmış sallanıyor, vücudunun belli yerlerinde kesik izleri ve morluklar söz konusu. Tek kalan şerefsiz silahına davranmadan onu omuzundan vurdu ayaz, her şey atik ve hızlı olmuştu. Albay direk vurulan adamın yanında gitti ve tepinmesine izin vermeden. İğneyi geçirdi, adam ayılana kadar karargaha giderlerdi. Hazırlıklı gelmişlerdi ve kontrollü şekilde ilerlemişlerdi. Kimseyi riske atmadan görevi yerinde getirip gideceklerdi. Albay ve ayaz havada asılı duran Alparslan'a baktılar. Hemen onu oradan indirdiler, alp kendindeydi hala,

"Komutanım orada." zar zor aldığı nefesler ile ileri duvarı gösterdi alp.

"Tamamdır alp." diyerek albay işaret ettiği mağaranın duvarına doğru ilerledi ve orada küçük bir taşa dokunduğu gibi açıldı.

"Şifre ne?" dedi albay, askerini tanıyordu şimdiye kadar çoktan çömüştür alp diye düşündü.

"22.09.1999" dedi alp. Ayaz ve albay kısa bir an dondu kaldı, anlam verememişlerdi buna. Alpte çözdüğünde anlam vermemişti aynı ikisi gibi, gerçi hala anlamamıştı ama belki de tesadüftür diye düşünmüştü.

"Bu benim kardeşimin doğum tarihi?" dedi ayaz. Adeta kanı donmuş gibiydi, Mihriban ne alaka diye düşünmekten geri kalamadı.

Ayaz Aras yaşıyordu.

O yangından bir tek Mihriban Aras değil, üç kişi kurtulmuştu...

"Evet, bende anlamını çözemedim." Dedi alp Albay daha fazla oyalanmadan dosyayı aldı. Artık Hilmi il ilgili bir çok önemli bilgi ellerindeydi.

"Bir adım daha ilerledik." dedi albay gurur ile askerlerine bakarken.

"Benim anlamadığım bu dosyayı neden böyle bir yerde tutuyorlar." dedi ayaz.

"Çünkü kimse burada olduğunu düşünmezdi, hangimizin aklına gelirdi önemli bir dosya'yı mağaraya saklamak?" Dedi alp. Haklıydı, herkes en ulaşılmaz ve bulması zor bir yere koyardı ama kimse bilindik bir yere koymazdı. Bu mağaraya gelmek ve bu lanet yeri bulmak kolay değildi.

(MİHRİBANIN DOĞUM ĞÜNÜNÜ DAHA ÖNCE DEDİM Mİ BİLMİYORUM. NOTLARIMDA BULAMDIM. VARSA BANA HANGİ BÖLÜM SÖYLEYİN DÜZELTEYİM.)

HASTANE MİHRİBAN ARAS ANLATIMI.

Gözlerimi açtığımda yıllardır tanıdık olan tavanı gördüm, daha sonra içeriye baktım amcamlar hariç hepsi buradaydı, hastane odasında. Alparslan yoktu, onu hala bulamamışlardı anlaşılan. Göğüsüm daraldı. En çok şuan onu yanımda istiyorum oysa.

"Alp nerede? Buldunuz mu onu?" Karşımdaki cihangir abiye bakarak sormuştum. Yeni kendime geldiğim için sesim fısıltıdan farksızdı ama duymuştu beni, odada benden başka kimse konuşmuyor herkes beni izliyordu. Cihangir abi derin bir nefes aldı, "Bulduk abim, yoldalar geliyorlar." Minnet ile baktım ona. Sanki işittiklerim ile dünyaları vermişler gibi hissettim. İçimde bir bayram havası oluştu. Dünyaları verseler bu kadar sevinemezdim.

"Büyük bir zarar var mı?" Askerdi ve teröristlerine eline düşmüştü. Yaralı mı diye sormak saçma olurdu, çünkü yaralı olduğunu tahmin edebiliyorum.

"Kalıcı bir şey yok şükür. Sadece ufak bir kaç sıyrık." Dedi cihangir abi. Daha sonra ilaçların etkisi ile tekrar uyumamak için dirensem de kayıp etmiş ve uykuya dalmıştım.

Saatler sonra gözlerimi açtığımda alp geldi demişlerdi, hızla kalmış ve ameliyat hanenin önüne gelmiştim. Kaç dakikadır burada bekliyorum bilmiyorum ama artık ızdırap olmuştu beklemek. Ayaklarımı sallamadan duramıyorum oturduğum yerde. Doktorlar çok önemli bir şey olmadığını bir kaç dikiş atacaklarını bildirmişlerdi ama gözüm ile görmeden kimseye inanamazdım. Herkes burada beni tek bırakmıyorlardı. Onlarında benim kadar olmasa da artık sabırları tükenmiş gibiydi.

"Ne zaman çıkar saatler geçti." Daha fazla beklemek istemiyorum.

"Az kaldı sabır." Dedi mert, hemen benim ve pelinin yanına oturmuştu ve biran olsun bizi bırakmıyor. Her an yanımızdaydı.

"Bu kadar erken nasıl buldunuz? Madem yerini biliyorsunuz neden erkenden gitmediniz?" Gözlerim timdeki herkesin üstünde tek tek gezindi.

"Bilmiyorduk. Beş gündür kayıp bilsek hemen bulurduk. Albay size geç haber verdi biraz, bizde bu sırada aradık ama özel tim ile bulundu baya rütbeliler aradı bu şerefsizi." Ayaz biraz ortamın enerjisi dağılsın diye konuştu.

"Ne demek beş gün! Siz beş gün boyunca ne yapıyordunuz?" Artık hiç bir şeye tahammülüm yoktu. Beş gün koca beş gün ne yapmışlardı.

"Bizde isterdik erken bulmayı ama emir böyle. Elimiz kolumuz bağlıydı, aradık her deliği ve taşı ama yoktu. Sanki yer yarıldı içine girmişti." Dedi selim. Şuan onları suçlamam doğru değildi. Haklıydılar emir ve komuta zinciri itiraz kabul etmez.

"Mih gel su iç biraz titriyorsun." Yanımdaki besteye baktım. O diyene kadar bunu farkında bile değildim. Uzattı sudan bir kaç yudum aldım.

"Ben kaç gündür uyuyorum." Beste sorum ile kocasına baktı.

"İki gündür..." Karşımda oturan melikeye baktım. Beni iki gündür uyutuyorlardı. "Sen zarar görme diye. Farkında değilsin ama büyük bir kriz geçirdin ve bu seni etkilemesin diye doktorlar uyuttu." O kadar mı büyük kriz geçirmiştim? Daha kimseye ne hatırladığımı anlatmamıştım.

"Anladım." Diyerek arkama yaslandım. Göz yaşlarım artık akmıyor, yok olmuş gibiydiler ya da sadece hala sakinleştirici etkisindeyim diğer türlü iki gün uyutulsam kıyameti kopartırdım.

"İyi olacak." Dedi uraz. Ona umut dolu baktım.

"Olacak tabi, komutanımı devirmek kolay mı lan." Dedi ayaz.

"Bunu sadece sen başarırsın." Dedi ela. Sanki hepsinin aklına aynı şey gelmiş gibi sırıtmaya başladılar. Buna cihangir abi bile katıldı.

"Hatırladın mı?" Dedi ela.

"Neyi, bize de anlatın ne gülüyorsunuz?" Bestenin ani çıkışı ile benim bile yüzümde tebessüm oluştu. Hamile tripi, onunda karnı kendini belli etmeye başlamıştı. "Anlatalım hatun. Sakin ol." cihangir abinin sesi ile çatık kaşları normale döndü bestenin.

"Bir gün komutanım, ayaza tüm karargah tuvaletlerini yıkama cezası verdi. Neyse bu salak hepsini yıkadı sıra bizim kattakine geldi orada komutanım varmış ama ikisinin de birbirinden haberi yok. Bu temiz olduğunu düşünelim diye baya çok temizlik deterjanı kullanmış. Yerler kaygan acayip ama kendi de ayağı kaymasın diye kaymaz bot giymiş, yavaş dikkatli adım atıyor. Komutanım lavabodan çıktığı gibi yere yapışıyor, o gün alayda güm diye bir ses duyuldu hepimiz koştuk. Komutanım iki seksen yerde başının arkası yarılmış. Bu başında korkudan dua okuyor. İki metre adamı düşürmüş..." Yerde yatan iki metre Alparslan baya komik bir görüntü oluşturdu. Herkes bir nebzede olsun gülmüştü.

Saatler sonra ameliyat hanenin kapısı açıldı. İçeride den doktorun çıkması ile hepimiz başına toplandık. Kötü bir şey duymak istemediğim için ayaklarım geri adım atmak istiyordu ama zorda olsa tam karşılarında durdum.

"Nasıl?" Alacağım cevaptan korka korka sormuştum bu soruyu.

"Geldiğine göre daha iyi. Yaralarına baktık ve sardık bir müddet yerinden kalkmaktan zorluk çeker. Yüzünde bir kaç darbe vardı, onlara düzenli pansuman yapmak gerekiyor. Bedeninde olan kesiklere dikiş attık. Kaburgasının bir kaçı kırık olduğu için hareketleri kısıtlanır. Durumu iyi normal odaya alacağız ama çok kalabalık olmayın." Dedi doktor bey. Hepimiz derin bir nefes aldık ve herkes yanında olana sarılmaya başladı. Ortamda bayram havası vardı. İyiydi ve nefes alıyordu daha ne isterdim.

"Allah'ım sana şükürler olsun." Mırıltımı sadece ben duydum. Mert yanıma geldi ve beni kolları arasında aldı. Pelin annesine haber vermek için bahçeye çıkmıştı.

"İyi..." Dedim abime sarılırken.

"Evet prensesim iyi." Diyerek daha sıkı sarıldı. Herkes durmuş bana gülümseyerek bakıyorlardı. Dizlerim beni daha fazla taşımıyor, sanki vücudum iflas bayrağını çekmek üzereydi. Hepsine hiç bir sorun yokmuş gibi gülümsedim. Boş bir hastane koridorunda sadece bizim kahkaha seslerimiz yankılandı, Sanki kafayı yemiş gibiydik hepimiz. Hem ağlıyor, hem gülüyorduk.

BİR HAFTA SONRA.

Alp normal odaya alındığının üzerinden bir hafta geçmişti. Hala uyuyordu, doktorlar acısı hafifleyene kadar uyutmanın mantıklı olacağını söylemişti, bunu ailesi de uygun gördükleri için onu uyutuyorlardı. Doktorlar yeni ameliyattan çıktığı için odasına kimseyi almıyordu. Ben ve ailesi ise sadece kapıda bekliyorduk, Ne kadar onu çok görmek istesem de onun sağlığı için ondan uzak kalıyorum. Bu bir haftada daha iyi görünüyordu. Onu ilk gün ameliyattan çıktığı zaman görmüştüm ve yüzü gözü morarmıştı. Vücuduna sadece beline kadar gelecek bir örtü vardı. Üst bedeni çıplaktı ve üç tane derin kesiği vardı doktorun dediği gibi, bu sadece benim iki dakikada gördüklerimdi. Doktorlar kapıdan girip çıktığı için o an beş saniyede olsa görüyorum ve ilk günkü gibi değildi yüzü. Toparlanmış görünüyor, hala vardı ama diyorum ya ilk günkü gibi değil.

Bu bir haftada değişen tek şey benimle bekleyen kişilerdi. Amcamlar ve demir ailesi, tim ne kadar ısrar etse de eve gitmemiştim. Bir an olsun kapıdan ayrılmak istemiyorum ama bazen kantine ya da bahçeye çıkıyorum, onda da kapıya mutlaka güvendiğim o an kim varsa yanımda onu bırakıyorum. Doktorlar ve belirli hemşireler hariç kimse yanına girmiyor. Buna özellikle dikkat ediyordu herkes, Demir ailesi sayesinde bu kattaki tüm odalar boştu. Alp bu odadan çıkana kadar herkes, her şey kontrol ediliyor. Hastanenin belli yerlerinde sivil askerler ve polisler vardı. Buna neden gerek olduğunu bir türlü bana söylemiyorlardı. Bende artık bir çok şeyi yaptığım gibi bunu da sonra ya erteledim. Mutlaka öğrenirdim. Şuan tüm odağım sadece sevgilimdeydi. Bir an önce uyansın istiyorum. Bakışlarım koridorun başından gelen doktorlar ile buluşturdum. İki doktor bize doğru geliyordu ve yanlarında hemşirede vardı. Heyecan ile beklemeye başladım, Bana bakıp gülümsedi ikisi de, ne kadar çok onlara gülümsemek istesem de başaramadım. Sadece boş boş baktım yüzlerine. Boş koridorda sadece demir ailesi ve ben vardım. Sabah erkenden beni tek bırakmamak için gelmişlerdi. Dün gece, onlar gelene kadar tek kalmıştım. Tim karargahtaydı ve yoğunluk içinde oldukları için gelememişlerdi. Ayşen teyze iyi değildi o yüzden onları da ben yollamıştım. Mert ve pelini de kendim yollamıştım, Pelin kaç gündür benimle bekliyordu ve artık biraz hava alsın diye zorla yolladım. Sabaha kadar ben ve burada bekleyen askerler bekledik. Doktorlar odaya girmeden önce karşımızda durdu.

"Bu gün uyanıyor artık. Yeter uyuduğu, vücudu hala iyileşmiş değil ve kemikleri de kaynaşmış değil ama ilk güne göre daha az ağrısını hissedecektir." Dedi kır saçlı kadın doktor. Bir haftadır onu canından bezdirmiştim ama bana asla ters bir şey dememişti.

"Gözün aydın Mihriban'cım." Kır saçlı doktor amcaya sadece gülümsedim. Zorda olsa dudaklarımı iki yana kıvrıldı. Karı koca doktordu ikide ve baya bu hastanenin güvenilir doktorlarıydı. Orta yaşlardaydı ama ikisi de asla yaşlarını göstermiyordu. Onlar karı koca içeriye girdi. Bizde kapıda heyecan ile beklemeye başladık.

İçimde bayram havası vardı ve bir türlü yerimde duramıyorum. Günler sonra, iki haftaya fazla oldu olmuştu aşık olduğum lacivert irislerini görmeyeli. Nefeslerim hızlanmıştı ve boş koridorda beklemek ızdırap geliyordu. Tek heyecan içinde bekleyen bende değildim. Demir ailesi de heyecan içinde bekliyordu. Gözlerim koridor sonunda heyecan ile telefon ile konuşan pelini buldu. Büyük ihtimalle mert'e abisinin uyanacağını söylüyordu. Oda benim gibi olduğu yerde duramıyor sallanıyordu.

Bir saat sonra odadan doktorlar çıktı. İkisi de gülümsüyor, umut ile bıktırdığım doktor ablaya bakmaya başladım. "Uyandı..." Dedi gözlerimin en derinine gülümseyerek baktı. Onu gören gözlerim puslandı ve önümü göremez hale geldim, aynı anda yüzümdeki sırıtmayı tutamıyorum. Şuan dışarıdan bakan birisi kesinlikle deli olduğumu söylerdi ama hayır sadece aşığım. Bir adama delirecek kadar meftun olmuştum ve bunu ilk yapışım değildi. Aynı adama daha öncede sayısızca aşık olmuştum...

"her şey iyiye gidiyor yanına gire bilirsiniz ama çok durmayın ve çok kalabalık olmayın. Başka zaman gelir daha ayrıntılı konuşuruz. Şimdi yanına girin." Dedi doktor amca ve karısı ile gittiler.

Ayşen teyze sevinç ile içeriye odaya girdi, onun ardından pelin, Ömer amca girdi. Benim hasta odalarına girmek gibi bir problemim vardı. Şu anı bir haftadır beklemiştim ve şuan içeriye giremiyorum. Kapıda sadece mal gibi kalmıştım. Onlar ailecek hasret giderse sanırım daha iyi olacaktı. Bahçeye çıkıp biraz hava almam lazımdı çünkü nefeslerim yetemez olmuş ve bacaklarım bedenimi taşımıyordu, heyecandan titriyorum. Tüm koridor boyunca duvara tutuna tutuna ilerledim ve kendimi asansöre attım. Şuan o odaya girmeye cesaretim yoktu. Bu artık travma gibi bir şey olmuştu çünkü en son odaya girerken annemin yanmış bedeni vardı. Daha altı yaşındaydım ve o hastane koridorunda Alparslan'ı arıyordum... Onu ararken yanlış odaya girmiş ve annemin yanmış bedenini bulmuştum. Oda da kaçar gibi çıktığımı hatırlıyorum. Daha sonra nefessiz kalana kadar istifa ettiğimi. Ondan sonra olmuştu bu korkumda.

Asansörün durması ile kendimi kalabalık koridora attım. Ne çok insan vardı hastanelerde. Peşime bir korumanın takıldığını fark ettim. Sessizce bu hastane curcunasından kaçmak için kendimi bahçedeki en köşedeki sessiz banka bıraktım. Bedenim bir çöp torbası gibi yığılmıştı banka. Derin nefes almaya başladım. Aldığım nefesler yetmeye başladı, bu sıralar her şey üst üste gelmişti ve vücudum artık alarm veriyordu.

İyi değilim...

Altı yaşımda da iyi değilim, yirmi dört yaşında da iyi değilim.

Yanımdaki kıpırtı ile başımı o yöne çevirdim. Gözlerim beste ile buluştu, ne zaman geldiklerini bilmiyorum ama sadece o vardı ve onun az arkasında tim vardı. Büyük ihtimalle birisi onlara haber vermişti.

"Bir haftadır ki daha ondan öncesini söylemiyorum bile, Kendinden vazgeçmiş gibisin... Seni burada benden iyi anlayan kimse olamaz... Seni ve düşüncelerini, hislerini çok iyi anlıyorum... Ne kadar ağlamak, haykırmak istiyorsun biliyorum ama boğazında koca bir düğüm var ve sen nefes bile alamıyorsun... Nefesin burada," Diyerek elini kalbime koydu. "Tıkanıyor ve ölecek gibi hissediyorsun. Daha fazla kayıp etmek istemiyorsun, O odaya girememe sebeplerinde büyük ihtimalle travman. Ağla mihriban... Bir haftadır içine attığın ne varsa dök onları. Acıların, korkuların geçmez ama..." Sözleri benim omuzuna koyduğum ve içim çıkarmışçasına ağlamam ile bölündü. Kaç gecedir tek yaptığım susmak ve iyi düşünmekti. İnsanım ve yorulduğum, düştüğüm yerlerde oluyor. Kendi canım ile sınansam belki bu kadar içim dağlanmazdı. İnsan, sevdiklerinin canı ile sınanınca anlıyormuş. Ben kaç kere daha sevdiğim insanların canı ile sınanacaktım. Sessiz sadece dakikalarca susmamı bekledi. Sadece saçlarımı sevdi, Elleri omuzumu okşadı sessizce varlığını hissettirdi. Beni anlıyordu... Bunu bakışlarından, dokunuşlarından ve sanki benimle yanıyor gibi ağlayışından hissediyorum.

"Daha ne kadar hastane bahçelerinde hayatım heba olacak..." Tutamıyordum kendimi, Zira zaten iki haftaya yakındır tek yaptığım dümdüz duvara bakmaktı. İsyan etmiyorum asla, şikayette etmiyorum ama bende çok yoruldum. Yıllardır zaten bir savaşın içindeydim. Daha fazla olmasın dedikçe daha fazla oluyordu.

"Sen bir askere meftun oldun Mihriban." Doğru diyordu. Ben bir askere meftun olmuştum. Hayatım askerlerimi beklemek ve onların canı için endişe duymakla geçiyordu. Meslekleri ile gurur duyuyorum ama elimde değildi. Kendimi çok yıpranmış ve çıkmazda hissediyorum.

"Çok fena tutuldum hem de..." Derin bir nefes aldım ve dolu gözlerim ile baktım besteye, sadece bana başını salladı. Bu sırada timde geldi yanımıza. Ayaz boş tarafıma oturdu, sadece baktı bana, bende aynı şekilde baktım ona. Dudaklarımız arasından tek bir kelam dökülmedi ama sessizliğimiz çığ oldu yüreğimizi dağladı.

Hepsi yanımda olduklarını hissettirdi. Bazı şeyler dile dökülmez sadece bakmak yeterdi.

Daha fazla durmadık orada, hep beraber tekrardan bize ayrılan kata çıktık. "Ben toparlanıp geliyorum." Beste yanımdaydı ve sadece başı ile onayladı beni. Onlar odanın önünde doğru ilerlerken ben tersine lavaboya doğru ilerledim. Sessiz koridorda sadece benim adım seslerim duyuluyordu. İçeriye girince anladım ki iyi ki ilk buraya gelmiştim. Saçlarım karman çormandı, yüzüm kıpkırmızı ve gözlerimin feleği sönmüştü. Bu iki haftada sadece kahve ve su ile beslendiğim için kilo vermiştim. Üstümde sıradan siyah bir sweatshirt takımı vardı. Oda bol oluyordu Allahtan da çöktüğüm tam belli olmuyordu. Dün bana ayrılan hasta odasında kısa ve acele bir duş almıştım. O yüzden bir tık daha iyi gibiydim. İşlerimi hallettim ve biraz kayık tipimi toplamak için saçlarımı sıkı şekilde bağladım. Yüzümü bir güzel yıkadım artık biraz olsun insana benziyordum. Lavabodan çıktım ve geldiğim yolu geri kat ederek Alparslan'ın odasının önünde durdum. Girmek ve girmemek arasında yine ikilemde kaldım. Onu orada nasıl bulacağımdan korkuyorum. Bu sırada arkamdaki olan hareketlilik ile başımı çevirdim.

"Daha fazla ne kadar bekleyeceksin?" Mert gelmişti ve tam arkamdaydı.

"Abi..."

"Şşt... O iyi ve onu orada iyi şekilde göreceksin. Korkacağın şeyleri atlattı ve sapa sağlam it herif. Şimdi beraber girelim." Diyerek benden cevap beklemeden kapıyı açtı.

İçerisi baya büyük bir odaydı, herkes buradaydı. Tim, Araslar, Demirler, beste, melike hepsi tam kadro kapıda durmuş bize bakıyorlar. Oda beyaz ağırlıklı klasik bir hastane odasıydı, bir banyo kapısı vardı ve bir duvarı camdandı buda güzel bir manzara sunmuştu. Hastane manzarası ne kadar güzel olursa. Gözlerim en sonunda daha fazla kaçamadı ve meftunu olduğum lacivertler ile buluştu. Yutkundu... Aynı şekilde bende yutkundum.

"Geçmiş olsun." Diyerek içeriye tamamen girmemizi sağladı mert. Elimden tutuğu için bende onunla hareket ediyorum. Alparslan bir an olsun lacivertlerini benden çekmiyor, aynı benim gözlerimi ondan almadığım gibi. Oda da kimse konuşmuyordu herkes ikimizden bir tepki bekliyordu. Mert sayesinde hasta yatağının hemen yanında durduk.

Artık yüzünü daha dikkatli inceleye bilirdim. Yüzündeki morluklardan sadece iki tane kalmıştı. Üst bedenine bir tişört giydirilmiş ve beline kadar battaniye örtülüydü. Kolunda serum takılmış, Serum takıldığı yer morarmıştı. Ellerim yumruk oldu. Gözleri bana ışıl ışıl bakıyordu ve beni gördüğüne çok mutlu olmuştu anlaşılan. Hasta yatağı yarı oturur pozisyona gelmişti.

İyiydi...

Alparslan ölmemişti...

"İyiysin..." Çıktı dudaklarımın arasından. Hala ondan çekemiyorum gözlerimi. Yine derin bir nefes aldı.

"İyiyim... Geldin." Otuz iki diş sırıtıyor bunları derken. Ben kaç gündür ne haldeydim, beyefendi sırıtıyor. Sinirlerim hakim olamadım ve yumruk yaptığım elimi elmacık yanağına bir güzel yapıştırdım.

"Beni bu kadar korkutmaya ne hakkın var senin?" Herkes yaptığıma şok olmuştu. Kimse konuşmuyor sadece izliyorlar.

"Mih? Güzelim..." Alpte, benden böyle bir çıkış beklemiyordu anlaşılan.

"Ne güzelimi? Ne güzelimi? Ben neler yaşadım biliyor musun sen!" Sinir sistemimim sizlere ömür. Yanımdan gelen kahkaha sesi ile mert döndüm. Gayet keyifi yerinde.

"Harika yaptın bebeğim. Ellerin dert görmesin." Mertin kahkahası ile ona ayaz, uraz, selimde katıldı. Daha sonra hepsi gülmeye başladı. Ben dışında. Hasta yatağında yatan ve az önce yumruk attığım sevgilim bile gülüyordu.

Ne kadar arsız adam!

BÖLÜM SONUUU

BÖLÜM BİTİŞ TARİHİ: 08.01. 2024

BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ:16.02.2024

NASIL BULDUNUZ?

YUMRUĞU HAKETTİ Mİ ALP?

AYAZ YAŞIYORMUŞ YA LAN!

SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ BU KONUDA?

MİHRİBAN GÜZEL YAPIŞTIRDI AMA HAHAHAYT...

BÖLÜMÜ BEĞENMEYİ VE BENİMLE DÜŞÜNCELERİNİZİ PAYLAŞMAYI UNUTMAYIN. (⁠✷⁠‿⁠✷⁠)

İNST:sudenazbalikcii - sudenzbalikci6

TİKTOK:sudenazbalikci

ARADA SPOİ PAYLAŞIYORUM HABERDAR OLMANIZ İÇİN TAKİPTE KALIN.

SudenzBalikci6

SEVGİYLE KALIN.

 

 

 

Bölüm : 02.02.2025 19:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...