Hepinizin kadınlar günü kutlu olsun...🤍
Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorumlar yapmayı unutmayın.🤍
SPOİ İÇİN BENİ TAKİP EDERSENİZ SEVİRİNİM.
~
Bazen gerçeklerden fazlası ile kaçmak istiyorum, bunun sebebi zar zor kurduğum hayatımın duyacaklarım ile dağılmasından korkmam. Bununda altından kalkacağımı biliyorum ama bu demek değil ki düşmeyeceğim ya da yorulmayacağım. Hepsini yaşamıştım ve her defa fazlası olmasın desem, hep daha fazlası olmuştu. Karşımdaki gözler bana ilk defa ışıldayarak bakmıyor. Tam tersi sanki duyacaklarımın beni yıkacağını haykırıyor. Aldığım nefesler birazdan haram olacak gibiydi. Bunların üstesinden gelmem gerekiyordu, bu daha başlangıçtı.
"Sen nereden biliyorsun, bile bile ölüme gittiğimi?" Hala oturma odasında koltukta ayaklarını uzatmış oturuyordu, bende hala ayak ucunda oturuyorum. Sorgu dolu çıkan ses tonu ile kaşlarım çatıldı.
"Sen dedin. Bile bile ölüme gidiyorum dedin. Bana..." nefes almalıyım. "ölüme giderken bana video bırakmışsın..." sakin olmalıyım. "Nasıl böyle bir şey yaparsın? Hiç mi beni düşünmedin? Bu kadar mı değerim sende?" Sorularım ile bedeni gözle görülür şekilde gerildi. Lacivert gözlerinin üstüne bir gölge düştü sanki.
"Sen nasıl buldun videoyu?" çok basit odana girdim.
"Şimdi sorun nasıl bulmam mı Alparslan! Nasıl yaptın, için nasıl el verdi bunu yapmaya? Hiç mi acımadın bana?" O kadar mı düşünmemişti beni? Beni arkasında bıraktı, hadi tamam emirdi onu da anlardım. Ben kaç defa izledim o videoyu kıytırık hastane koridorunda beklerken. "Şehit haberin geldi sandım..." Görüşüm bulanıklaştı ve bedenimi kontrol edemez hale geldim. "Albay ve cihangir abi kapıya gelmişlerdi ve ben şehit haberin geldi sandım... Dudaklarıma arasından zehirli sözler çıktı ama devamı gelmedi. Sonra albay sadece kayıp olduğunu söyledi. Bende kendimi rica ederek! karargaha aldırdım. Oraya... odana girmem için her şeyi yapmışsın. Girdim ve video açıldı..." Bana veda ettiği ve benim canımdan can aldığı video. "Alparslan hiç mi yüreğin acımadı bana?" Derin bir nefes aldım. Ne kadar olmasa da sakin olmaya çalıştım. "Tamam bak ben bilincindeyim. Senin bir asker olduğunu biliyorum, ölüme bizden daha yakın olduğunu biliyorum ama bana bir veda bile etmek zor muydu? Ben senin tabutuna mı sarılacaktı. Ya sadece bir kıytırık bir video... Alparslan, bilmek ve yaşamak arasında çok fark varmış. Kalbimi benden diri diri aldılar sandım. Mecazi diyor, diyebilirsin ama hayır! benim canım o kadar acıdı ki, ben..." Devamı çıkmadı dudaklarımın arasından belki de şuan bir krizin eşliğindeyim ve sakin olmam gerekiyor ama olamıyorum. Her şeyim dediğim adamı kayıp ediyordum ben. Yerinden hareket ede bildiği hızda doğruldu ve beni kolları arasına aldı. O koridorda neler yaşadığımı bir ben bilirdim. Dışarıya ne kadar ruhsuz olduğumu yansıtsam da alt üst olmuştum. "Ben, sen diye kalbimi mahvedip durmuşum..." Dudaklarımın arasından bilinçsiz sözler çıkıyordu. O kadar tutmuş ve kasmıştım ki kendimi tutamıyorum artık.
"O video ben ölünce otomatik mailine düşecekti." Benimle şuan dalgamı geçiyor. "Albayın seni odama alacağını düşünmemiştim. Ne desem veya ne yapsam yetersiz gelir şuan ama şunu bilmeni isterim ki yapmak zorundaydım..." Böyle bir zorunluluğu olmadığını biliyorum. İstese o görevi başkasının gitmesini sağlayacağını biliyorum. "Nasıl bir zorunluluk?" Fısıltımdan bile isyan akıyordu.
"Onca insanın canı söz konusuydu. Senin canın söz konusuydu. Seni bir kez daha kayıp edemezdim... Beni anlıyor musun? Bak kendi canımı düşünmedim ama o an emir geldi ve ben 'Mihriban yıkılır' dedim, sonra olan oldu. Şuan ne desem olmaz ama peşindeki adamlar ile ilgili," Derin bir nefes aldı. "sana bir su getireceğim ve her şeyi en baştan anlatacağım." dedi, yerinden kalkmak için ayaklandı ama benim kolundaki ellerim buna mani oldu.
"Gitme, iyiyim ben şuan." Titreyen ellerim ve ağlamaktan kızarmış gözlerimi görmezse iyi olduğuma belki inanırdı.
"Peki." diyerek hemen yanıma oturdu ve anlatması için gözlerinin içine baktım, lacivertlerini göz kapakları gizledi ilk sonra bir kaç saniye sonra açıldı.
"En baştan başlayacağım. Tehlikedesin... Peşinde sandığın gibi üç, dört adam yok. Bunları albayın izni ile anlatıyorum ama anlatamayacağım kısımlarda var. Seni bulmam bir mucize falan değildi. Seni yıllarca her yerde aradım ve bir gün önüme albay bir dosya bıraktı, dedi ki; 'bundan sonra senin görevin bu kızı korumak.' Şimdi diyeceksin beni neyden koruyorsun ama o kadarını hala bende bilmiyorum. Peşinde birisi var ve bunun ailenin ölümü ile ilgisi var, Ailen normal bir yangın ile ölmedi." Ne dediğini farkında mı bu adam? Benim şuan kriz geçirmem gerekmiyor mu? "Ölüm nedenlerini söyleyememe izin yok ama senden saklayamam. Kundak... Birisi bile bile sizi öldürmek istemiş. O kişiyi bulmaya çalışıyoruz bizde. O gece, o ev hepinize mezar olsun istemiş." Göz kapaklarımın önüne koca bir perde indi sanki. Ne dediğine bilmiyor gibiydi.
"Hayır. Mumdan çıkmıştı yangın... Hayır doğal gazdan... Hayır hayır küçük bir sigaradan çıktı... Hayır doğalgaz..." Yangın neyden çıkmıştı? Neden hatırlamıyorum. Neden her sorduğumda hatırlamıyorum cevapları.
"Mihriban hayır. Yangın bile bile çıkartıldı ve bunu sende biliyorsun. Sadece hatırla." Biliyor muydum?
"Hayır bilsem hatırlarım. Ben sadece altı yaşımdan önceki hayatımı unuttum, amcam ve psikoloğum ahmet amcada biliyor. Herkes biliyor bunu. Hayır ben..." Ben ne kadar zamanı hatırlamıyorum. Ben ne kadar anımı unuttum? "Ben deli miyim?" Ortam çok havasız. Hava lazım bana. Derin derin nefes almam lazım.
"Hayır... Hayır asla güzel bebeğim. Deli değilsin." Kendime engel olamadım ve baya sesli bir kahkaha attım. Benimle dalga geçiyordu. Aksi halde bu... bu çok ağırdı. Ben bu kadar güçlü müydüm? Kahkaha seslerim ilk defa neşeden yankılanmıyordu evimizin duvarlarında. Git gide desibeli yükseliyor kahkahamın. Sanki kafayı yemiş bir ruh hastası gibiydim ama sadece içimde sönmeyen bir yangın vardı. Başımı yanımda duran Alp çevirdim endişe ile bakıyor. "Bakma! endişelenme." dediklerim endişesini geçirmek yerine daha çok arttırdı. Bir süre sonra kahkahalarım sone erdi ama bu seferde hıçkırıklarım duyuldu. Kendimi kayıp olmuş hissediyorum, sanki koca dünya ya bir beni sığdıramadık. İlk önce ailemi kayıp ettim, sonra hafızamı kayıp ettim ve yıllarca o boşluğu doldurmaya çalıştım. Bu muydu yani, boşa mıydı her şey. Aldığım nefesler sanki urgan gibi boynuma dolanıyor. Kriz geçirmiyorum ama kriz geçiren bir hasta gibi titriyorum. Akli dengem yerinde ama delirmiş gibi hissediyorum. Nefes alıyorum ama toprağın altında. Yaşıyorum ama tabutun içinde.
"Anlat." o kadar kuru bir ses tonu ile demiştim ki, ben bile bu kadar beklemiyordum.
"Bildiğim kadarıyla doktorun ahmet amca ilaçlarını kesti ve..."
"Ben, senin videondan sonra küçük anılar hatırladım. Seni, bizi hatırladım ama kısa kısaydı ve hepsi bir birine girmişti. Bilinçli olmadığım için şuan çok net hatırlamıyorum ne hatırladığımı. Ben neden hatırlamıyorum?"
"Bunun sorusunu sadece sen biliyorsun. Bizim merak ettiğimiz ve bir türlü bulmadığım sorunların arasında buda var. Birisi, amcandan seni saklamasını istemiş ama bu birisi kim ve neden istedi bilmiyoruz. Birisi, siz ölün istemiş ama senin haricinde. Bu babanın düşmanlar olabilir. Atakan amcanın bizim bildiğimiz kadarıyla düşmanı yoktu ama o gece ne oldu, ya da daha önce ne oldu bulamıyoruz." Çok karışıktı. Hayatım tekrar tepe takla oluyordu ama benim elimden yine hiç bir şey gelmiyordu.
"Benim nefes almam gerek." diyerek hızla yerimden kalktım ve onun gelmemesi için hızlı adımlar ile bu soğukta bahçeye çıktım. Şuan soğuk bana iyi geliyordu. Yüzüme yüzüme buz gibi hava vuruyordu ve bir nebze olsun nefes almamı sağlıyor.
Ben neler yaşamıştım böyle, ben nasıl bir çıkmaz sokaktayım. Kendimi koltuğa bıraktım ve karşımdaki İstanbul manzarasına baktım uzun uzun. Benim hayatım neden her zaman tepe takla oluyordu. Ben ya da ailem kime ne yapmıştık? Benim ailemi kim öldürmek istemişti? Kafamın içi curcuna gibiydi. Her şey bir yana Alparslan, görev için mi bana bu kadar yakındı? En olmadık ihtimaller bile kafamın içinde fink atıyordu.
"Allah'ım isyan etmiyorum ama çok ağır değil mi? Bu koca dünyaya neden bir ben ve ailem sığamdık..." Asla isyan etmezdim ama yaşadıklarımı, duyduklarımı hazmedemiyorum. Ben neden unutup duruyorum, ben neden ailemin ölüm sebebi olan birini hatırlamıyorum? Amcam en başından bana yalan söylemişti. O yüzden mi, bu hayatta tek Alparslan'a güven demişti. Alp, ben ve sorunlarım ile ne kadar devam ederdi ki, beni sevmeye. Kendimi öyle bir çıkmazda hissediyorum ki. Kim gelirse gelsin beni buradan çıkaramazdı.
"Keşke ölsem..." Fısıltım lacivert geceye yayıldı. Ben intihar edemezdim, korkardım ama biri gelip kafama silah dayasa kılımı bile kıpırdatmazdım. O kadar içten söylemiştim.
"Nasıl dersin bunu? Ben, seni yaşatmak için çabalarken." Gelmişti... Hep gelirdi o. Hiç duymaması gereken cümlemi duymuştu. Alparslan geldi ve yanıma oturdu. Beni kolları arasına hapsetti. Sanki sabahtan belli ağlayıp zırlayan ben değilmişim gibi göz yaşlarım durmaksızın akmaya başladı. Sıcak gövdesi benim yaşlarım ile ıslandı, bu sırada üstümüze kalın bir battaniye örttü. "Azıcık ağlamam lazım. Sonra yemin ediyorum kaldığım yerden devam edicim, ama önce içimdeki beni boğan zehiri biraz olsun boşaltmam lazım." çatallanmış ses tonumdan ne dediğimi anladı mı bilmiyorum ama izin verdi. "Ağlamanı ne kadar sevmesem de şuan bir çıkmazda olduğunu ve buna ihtiyacın olduğunu biliyorum. Şuan yanında olmaktan başka hiç bir şey yapamıyor olmak beni delirtiyor." daha sonra ortamda yine benim ağlama sesimden başka bir ses daha duydum. Duyduğum sesi idrak edebilmek için başımı sıcak gövde den ayırmak istedim ama buna engel olan Alparslan'ın eli oldu.
Herkesin, Ölüm denildiğinde titredi adam...
Benimle, benim acılarıma ağlıyor...
İçimde anlamsız bir sıkıntı oldu. Benim adamım, benim için ağlıyordu. Başımı zorda olsa kaldırdım ve lacivert gök yüzü ile aynı olan gözlerine baktım. Gözlerinin içi kızarmıştı ve burnunun ucu da kızarmıştı, bu koca adamı ağlattığım için kızdım kendime ama içimdeki küçük kız çocuğu da ağlamaya başlamıştı. Onun ağlama sebebi ise sevinçtendi... İlk defa benimle birlikte birisi acılarıma, hayatıma ağlıyor... Göğüsüm derin bir nefes ile indi ve kalktı.
"Ağlama sen..." ona demiştim ama kendim ondan iyi değildim.
"Senin canın bu denli yanıyorken, bana nasıl ağlama dersin?" Nefesim tekledi sorusu karşısında. Yangınlar içinde kalmıştım. İkimizde derin bir sessizlik eşliğinde İstanbullu seyrettik. Az önceki görev için mi sorusunun cevabını kendim almıştım. Ne kadar nankör olduğum ile yüzleşmiştim. Adam, benim acıma ağlıyordu ben gelmiş neler düşünüyorum. Belki de bunun sebebi şu zamana kadar bu kadar güzel sevilmemiş olmamın korkusuydu. Bir an buda yalan çıkacak diye korkmuştum ama şuan yanıldığımı acı şekilde anladım. Göz yaşlarına kıyamadığım adam, benim için ağlıyordu. Ne düşünmem gerek ya da bu konuya nasıl tepki vermem gerek bilmiyorum. Tek bildiğim canım çok acıyor... Bunun için yanımdaki adamdan destek alıyorum. Bu adam olmasa şuan ayakta zor dururdum, Alp benim için hayatım da büyük bir anlam ifade ediyordu. Ondan şüphelenmiş olmam bile, beni yakıp kavuruyordu. Ben ailemin nasıl öldüğünü öğrenecektim. Bunu öğrenirken ne kadar yara alacağım biliyorum ama öğreneceğim. Ben sıradan bir adamın kızı değildim. Ben bu vatan için canını verecek bir adamın kızıyım, ben mücadeleyi asla bırakmayan kadının kızıyım. Ben ayakta duracağım ve onlara sebep olanları bulacağım. Bulduğumda ise... Mezarlarına gidip yıkıla bilirim ama ondan önce ayakta kalmam gerekiyor, savaşın içinde ayakta nasıl kalırım bilmiyorum ama kalacağım.
Saatler sonra ikimizde soğuk havadan nasibimizi alarak içeriye girdik. Onu daha fazla oraya oturtamazdım, yaralarını kısa bir süre unutmuştum ama bunu içinde şuan kendimi suçlayamazdım, öğrendiklerim yenilir yutulur şeyler değildi. Bu konuşmayı sonraya erteledim, ya da kaçtım. Şuan beraber mutfakta o otururken, bende bize bir şeyler hazırlıyorum. Ne kadar benim zerre canım istemese de onun ilaçları alması gerekiyor. Ona kısa sürede güzel bir makarna yaptım, en hızlı bu olurdu. Başımı onu görmek adına arkama doğru çevirdim. Eline başını yaslamış beni izlerken buldum. İster istemez dudaklarımda ufak bir kıvrılma oldu.
"Ne zamandır bana bakıyorsun?" sesim ağladığım için kısık çıkmıştı.
"Yanlış soru, sana bakmadığım bir an yok ki." çapkınca göz kırptı, ne kadar belli etmek istemese de çok oturduğu için ve ilaç saatini geçirdiğimiz için yaraları ağrıyor. Bunu yüzündeki gülümseme ile saklamaya çalışması nafile bir çabaydı. "İki dakika ara ver çapkınlığa ve yemeğini ye bakalım." diyerek önüne tepsiyi bıraktım. Bir tabak makarna ve kola vardı. Kavisli kaşlarını çattı ve lacivertlerini öfke doldurdu. "Makarna sevmiyor musun? Ne oldu?" Aslında sevdiğini biliyorum, öğrenmiştim ama neye kızdı bu kadar acaba sosu mu sorun olan.
bize şöyle sağlam bir psikolog lazım.
"Saçmalama, sen ne yaparsan yap yerim ben. Neden burada tek tabak var? Sen niye yemiyorsun?" Asıl sorun ile gergin bedenim gevşedi. Hemen yanındaki sandalyeye oturdum.
"Ne demek istemiyor. Şu bir kaç haftada ne kadar zayıflamışsın haberin var mı senin? Tamam bu gün olan her şeyde anlıyorum seni ve bir an olsun yalnız bırakmayacağım seni ama olmaz böyle. Yemeklere küserek, hayata küserek olmaz." Diyerek çatalını aldı ve makarna tabağına daldırdı. "Ye bunu. Yoksa ağrıdan ölsem bile yemem." dediğini yapacağını gözleri ve beden dili adeta haykırıyor. Uzattığı çatalı dudaklarımın arasında aldım ve çiğnemeye başladım.
"Sonunda bir an yemeyeceksin ve ben ağrıdan gebericim sandım." lan normalde play boylar canı acısa bile iyiyim ayakları yapmaz mıydı?
niye bu adam kitap karakteri?!?!?!
"Senin burada canım acımıyor, yok ben iyiyim demen falan gerekmiyor muydu?" Sorum ile dehşete düşmüş gibi büyüdü gözleri.
"O en demek! Hala karizmayım ama insanımda. Ne kadar sert duruşum olsa da bende bir can taşıyorum ve yemem gerek, yoksa gece boyu nazımı çekersin." Ellerimi yanaklarının iki yanına koydum ve küçük bir bebek sever gibi sıktım.
"Oy kurban olurum senin sert duruşuna, nazına. Gel bakalım koca bebek, bir sen bir ben yiyelim." Diyerek elinden çatalı aldım. Bunu yapmam ile rahatça arkasına yaslandı ve verdiğim her lokmayı yedi. Bir ona verdim, bir kendim yedim.
"Konuşmamız lazım?" suçlu bir çocuk gibi demişti.
"Biliyorum ama bu gece bana izin ver. Buna ihtiyacım var, şuan sağlıklı düşünemiyorum." dedim. Gerçekten öyleydi, düşüncelerim birbirine girmişti. Sadece düşüncelerim de değildi hatta, bende karışmıştım. Nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine karar veremiyorum. Alparslan sadece anlayış ile başını onaylar anlamda salladı.
Bir kaç aydır hayatımdaki en huzurlu yerdeyim. Ne kadar bu gece ve geçen haftalar bizim için bir hayli zor olsa da şuan huzur doluyum. Hala aklımda trilyonlarca cevapsız soru var ama önce kendim için küçük bir alan yaratıp durmam gerekiyor, devam edebilmem için mola vermem gerekiyor. Alparslan'ın göğsünde bir gece mola versem dünya yanmaz veya yok olmaz.
"Ne geçiyor aklından, bana da anlatır mısın?" gözlerimi kapattım ve yerimde daha rahat bir pozisyon almaya çalıştım. Aslında bunu yapmamam gerekiyor ama yara olmayan göğsünde beş dakika kendime izin vermem gerekiyor. "Biraz daha durayım kalkıcım valla." duyduklarına sadece güldü, arada dilim kayıyor. "Ağzını yerim senin." diyerek elini yattığımdan belli sevdiği saçlarımdan çekti. "Yese..." azıcık ayarta bilirim. Hasta yatağında neden sevişmedik acaba? Heyecan olurdu.
TEK SORUNUMUZ O MU? (BENDE İSTİYORUM ŞİMDİ YAPALIM)
"Ne düşünüyorum biliyor musun? Biz hastanede neden sevişmedik heyecan olurdu." Gerçek düşüncelerimi duyunca nefesi tekledi.
"Biz, seninle sevişemedik ki. Ben, seni istediğim gibi tadına baka baka keşfedemedim. Senin o güzel dudakların her zerremde gezmedi..." Elleri yavaş yavaş kollarımı okşayarak aşağı doğru kayıyor.
Lan bula bula adam hastayken mi buldunuz?
"Demek dudaklarımın her zerrende gezmesini istiyorsun." Bu bir soru değildi bu acil bir ihtiyaç. Kafamın içinde bin bir türlü tilkiler belirdi ve bu tilkiler hiç hayırlı şeyler fısıldamıyor. Bir şeytanın vesvese vermesi gibi aklıma hiç olmayan pozisyonlar geliyor ve bunu şuan yapamayacağımızı biliyor olmam cehennemde yanmakla eş değerdi. "Şuan her ne kadar kafamın ve kafanın içindeki şeytanlara uymak için can atsam da... Olmaz. Hastasın ve iyileşmedin." kendimi ondan çekerek yan tarafa attım. Başımı yumuşak göğsünden çekmek istemesem de sonumuz orada olduğum her saniye için hayırlı değildi. Lacivertlerine birer gölge gibi indi göz kapakları, derin bir nefes aldı ve yerinden kalktı. Otururken ve kalkarken kaburgaları onu zorluyor ama yardım kabul etmiyor. Yatakta artık oturur pozisyona geçti, belini yatak başlığına yaslamıştı, üsten üsten lacivertleri beni esir almaya başladı. Daha fazla bakmadan yataktan kalktı ve, "Soğuk duş alıp geliyorum." ne kadar boktan bir gün olsa da kahkahama engel olmadım. Banyo ya girmeden önce arkasını döndü ve kısık gözleri ile bana baktı. "Ne var! Bu kadar çabuk etkim altına girmeni beklemiyordum." aslında bende ondan kalır yanım yoktu ama bunu demeyi daha sonraya erteledim. Bana her hangi bir cevap vermeden banyoya girdi.
Onun gidişi ile sabahtan belli ertelediğim ne varsa şimdi gün yüzüne çıktı işte, öğrendiklerimden sonra nasıl yapacaktım? Amcam eminimin bir çok sorunun cevabını biliyor ama demezdi. Onu tanıyorum ne kadar ısrar edersem anlatmazdı. Bir dakika onu cidden tanıyor muydum? Asıl sorum bu. Beni kimden saklamıştı, buna baştan belli anlam veremiyorum. Yenge biliyor muydu? ya da mert biliyorlar mıydı. Derin derin aldığım nefesler hiç bir işe yaramıyor. Aklımdan ve düşüncelerim benim intihar sebebim olacak gibiydi. Ben nasıl bir çukura düştüm, bunu nasıl çözecektim. Kime güvenmem ve güvenmemem gerekiyor. Alparslan'a güveniyorum ama artık içimi kemiren büyük bir şüphe tohumu vardı. İster istemez ya buda yalansa diyorum. Onun sevgisinden ya da aşkından şüphe etmiyorum, bana en başta ben askerim her zaman doğruları söyleyemem demişti. Ya her şeyi siktir edip sadece ona güvenecektim ya da kendi başıma hayatta kalmaya çalışacaktım. Sonuncusunu başaramazdım kesinlikle. Ben tek başıma ölürdüm...
"Kafanın içinin curcuna olduğunu ve doğrunun yanlışın şaştığını görebiliyorum. Benden şüphe duyduğunu ve bundan kendini suçlu hissettiğini anlaya biliyorum. Bu yüzden sana kızmıyorum ya da seni suçlamıyorum. Ben yanındayım... Ne istersen, neyi nasıl yapmak istersen yanındayım ama beni yanında istiyor musun? Önce bu sorunun cevabını öğrenmemiz lazım. İstersen yanımda düşün, istersen gidebilirim. Beni yanında istersen bulurum seni. Her zaman bulduğum gibi." Ne zaman gelmişti, o kadar kendi iç hesaplaşmama dalmıştım ki anlamamıştım bile.
"Seni yanımda istiyorum ama bana saydam olabilir misin? Tüm bildiklerini bana anlata bilir misin? İlk başta bana, asker olduğunu ve her zaman doğru söyleyeceğinin sözünü verememiştin. Bunu senden istesem çok şey istemiş olur muyum?"
"Sana hemen her şeyi anlatamam. Bu seni korumak için, senin hafızan için bazı şeyleri kendin hatırlaman ve çözmen gerekiyor." Bunda haklıydı.
"Öyle bir enkazın altında kaldım ki... Ne yapmam gerek, nasıl bir yol izlemem gerek bilmiyorum. Kime güvene bilirim bu yolda? Kim yanımda, kim düşman?"
"Sadece iç sesini dinle. Orada bir yerlerde sana doğruyu söyleyecek. He zaman yaptığını yap ve hislerine güven. Bana güven diyemem ama şunu tekrar ediyorum, sana zarar vermeyecek hiç bir şey saklamam."
Her hangi bir cevap vermedim, oda benden cevap beklemiyordu zaten. İkimizde sessiz kaldık ve kendi köşelerimize çekildik. Gözlerim artık kendiliğinden kapanmaya başlamıştı. Daha fazla direnemedim ve en son duyduğum "Seni seviyorum güzel bebeğim." oldu.
"Buradan çıkışın yok! Ya ölecek ya öldüreceksin." Koca ormanda karanlığın içindeyim. Sesin nereden geldiğini anlamak için etrafıma baktım ama kimse yoktu, karanlığın ortasında küçük cılız bir ışık yandı.
"Bana gel bebeğim." çok tanıdık bir sesti ama kim olduğunu ve nereden geldiğine bir türlü anlam veremiyorum. Telaş ile etrafıma baktım, sesi bulmak için. Koca ormanda, karanlıkta bulamadım.
"Hey! orada kim var?" sesim koca ormanda yankılandı. Küçük cılız ışığa doğru ilerlemeye başladım ama bunu ben kendi iradem ile yapmıyorum. Arkamdan birisi itiyor ama sorun şu ki arkamda kimse yok.
"Mih buradayım. Kurtar beni." ses git gide daha yakından geliyor. Engel olamadığım bir güç beni çekiyor.
"Alp... Yardım et bana nolurrr." sesim ona ulaşması imkansızdı ne kadar bağırmaya çalışsam da fısıltıdan ileriye gidememiştim. Yaklaştıkça farklı iki beden silüeti belirdi. Arkalarında beyaz bir ışık vardı, ormanın ortasında ağaca asılmış ve adımı sayıklayan iki beden...
"Kimsiniz?" Dediklerimi duydular.
"Mih yardım et!" Kim olduğunu demek yerine benden ikisi de yardım istiyordu. İkisinin de ipini kesmek için yaklaştım küçük adımlar atarak. Ortada bir ip vardı ve kessem ikisi de kurtulacaktı.
"Dur orada! Seçim senin ya o, yada diğeri ama ikisi olmaz." Koca ormanda aldığım nefesler yetersiz gelmeye başladı. Asılı iki bedenin ortasından birisi çıktı. Onun bir yüzü yoktu. Arkalarından ışık o kadar parlak bir hal aldı ki, gözlerimi kısılmaktan kapanacaktı.
"Hayır. Ben seçemem." Başımı hızlın hızlı iki yana doğru salladım.
"Seçeceksin! Senin yüzünden buradalar. Ya Ölüm ya da Yaşam. Seç birini." ses sanki beynimin içinde yankılanıyordu.
"Hayır. Ben bir şey yapmadım ki... Kimseye zararım olmaz benim." Titreyen dizlerimin üstüne düştüm. Toprağa değen dizlerim kanamaya başladı. Oluk oluk kan akıyor.
"Kes sesini! Senin ölmen gerekiyordu. Benim kızımın değil! Ona dedim kaç defa senin ölmen gerekiyordu." Ellerimi kulaklarımın üstüne kapattım. Başımı hızlı hızlı iki yana onaylamaz şekilde, sanki transa girmiş gibi sallamaya başladım. "Katilsin sen! Katil." İki asılı bedenin arasından çıktı ve tam dibimde dikilmeye başladı. "Sen öldürdün."
"Hayır. Hayır diyorum... Seçmem ben. Seçemem." bağırdım ama bana uzanmak üzereydi, kaçamıyorum...
"Güzel bebeğim." birisi beni çağırıyor. Birisi beni kurtarmak için geldi. Kimse gelmez ki beni kurtarmaya. "Uyan bebeğim..." Sanki bunu duymayı bekliyormuş gibi yerimden sıçradım, gözlerimi açtığımda alp telaş ile başımda bekliyorken buldum. Hızla yattığım yerden kalktım. "Ben seçemem. Ben katil değilim." diyerek başımı az önceki kâbustaki gibi hızlı hızlı sallamaya başladım.
"Kabustu sadece sevgilim." Toprak harelerim lacivertlere tutuldu. Hızla kollarımı bedenine sardım ama hesaba katmadığım bir şey oldu "Ah..." sarıldığım bedenden hemen ayrılmaya çalıştım ama nafile bir çaba oldu. "Ayrılma." Diyerek daha sıkı sarıldı.
"Yaralısın. Canın acıyor." diyerek tekrar geri çekilmek istedim ama yine izin vermedi, onun yerine göğüsü hızla inip kalktı.
"Sen değil misin?" işte buna diyecek tek cevabım yoktu. Tam her şey güzel gidiyor dediğim an tepe takla olmuştu ve haklıydı. O bedenen yara almıştı ama ben ruhen çok kötü kanıyorum. Yıllardır kimse bu yarama tampon yapmadı diyemem çok yapmak isteyen oldu ama izin vermedim. Şimdi benden izin almadan bodoslama hayatıma giren birisi, yaram kanamasın diye dikiş atmaya çalışıyordu ama o dikişlerin arasından küçük kan damlaları sızmaya başlamıştı. "Beraber toparlayacağız, sana söz veriyorum. Anlat bana ne gördün?" kısa bir an rüyamı tekrar yaşıyormuş gibi ürperdim.
"Karanlık bir ormandaydım, tam ortasında tek başıma oradaydım. Sonra iki farklı ses duydum. Birisi beni ormanın ortasından gelen küçük cılız ışığa doğru iteklemeye başladı ama kimse yoktu arkamda. Sonra ağaçta asılı iki beden gördüm. İkisi de ayaklarından asılıydı ve iki ipin ucu da tek bir ipe bağlanmıştı. Ben... Ben kesmek istedim, o ipi kurtarmak için ama onu kesmeme başka birisi engel oldu. Ölümü ya da yaşamı seçmemi istedi, bana katilsin demeye başladı. 'Kızımın katilisin, demiştim ona dedi, senin ölmen gerekiyor dedi.' Sonra uyandım." Tekrardan hatırlamam ile göz yaşlarım akmaya başladı. "Ben anlamadım. Ben katil değilim ki, kimseyi öldürmedim. Ben küçücük hayvana bile zarar veremem ki. Alp..."
"Alp kurban olsun sana. Sadece bu günkü yaşadıkların yüzünden olmalı. Sen katil değilsin bebeğim. Biliyorum, sana inanıyorum. Şimdi kollarıma gel ve bu adam seni uyutsun."
"Yaraların var olmaz." İtirazıma kaşlarını çatıldı.
"Bana bak seni bir altıma alırım, görürsün yarayı. Gel kız kollarıma." Şuan ortamdaki havayı dağıtmak için çabalıyor. Ona ayak uydurarak yarası olmaya tarafına başımı koydum. Ne kadar itiraz etsem de buna benimde ihtiyacım vardı. Gördüklerime bir anlam vermemiştim. Kimseyi öldürmediğime adım kadar emindim. Sanırım alpin dediği gibi kaç haftadır bozulan psikolojim 'in eseriydi.
"Bir yere gitmek ister misin?" aşık olduğum sesini duyunca kalbimin hala ilk günkü gibi atması iyi değil. "Gidemeyiz." hiç düşünmeden cevap vermem ile kaşları çatıldı. "Nedenmiş o?" Meraklı ve bildiği bir şey diyeceğimi biliyor gibiydi.
"Bak, şuan senden çocuk yapabilecek kadar iyiyim tamam mı! O yüzden yarın gezmeye gidiyoruz. Sana ve bana iyi gelir." Aslında haklıydı bu hava ve yeni öğrendiklerim beni boğmaya başlamıştı. Sakin ve düzgün bir kafa ile düşünüp nefes almam gerekiyor.
"Bak hemen itiraz etme. Sana da iyi gelecek eminim..." Yüzümde bir nebzede olsa gülümseme oluştu. İtiraz etmemi beklediğini bu kadar açık edemezdi.
"Hayır bebeğim." Aslında o kadar sorunluyum. Bunu ikimizde biliyoruz ama neyse buna daha sonra takılıcam. "Nereye gidiyoruz?" Meraklı ses tonum ile yüz ifadesi hemen değişti ve dudaklarında sinsi bir gülümseme belirdi.
"Sürpriz." Başımı göğsünden kaldırdım, ağırlığımı tek kolumun üstüne verdim.
"Daha ayıp bir şey yapmadım!" Benim burada kızarmam ya da 'YAAA' dememe gerekiyordu sanırım.
"Yapabiliriz." Yüz ifadesi sanırım az önce düşündüklerimi beklediği için dumur olmuştu. Dudakları o şeklini almış, maviş gözleri yuvalarından çıkmak ister gibi duruyor.
"Hastayım yapamayız. Neyse ne kadar beni yoldan çıkarmak istesen de şimdi olmaz. Israr etme ve uyu, sabah gideceğiz. Söylemeyeceğim." Beni tekrardan göğsüne çekti ve kelimeleri ağzıma tıktı.
"Bu devran bana da dönecek ve bende bunları bir bir sana yediricim Alparslan bey." Tehdittim ile keyifi daha çok yerine geldi ama bu seferde ben sözleri ağzına tıktım. "Sus! Uyumak istiyorum." Diyerek rahat bir pozisyon aldım göğsünde. Daha fazla ısrar etsem bile demeyeceğini anlamıştım. O yüzden ona ayak uydurarak tekrar gözlerimi kapattım. Ben uyuyana kadar ellerini bir saçlarımdan çekmedi.
Sabah gözlerimi heyecan ile açtım. Gece kabustan sonra alp sayesinde rahat bir uyku çekmiştim. Hangi ara bu şekle gelmiştik bilmiyorum. Alp şuan göğsümde yatıyordu, yattığımız gibi kalkmamıştık.
"Alp... Sevgilim kalkmamız lazım."
"Azıcık daha yatsam olmaz mı?" Mırıltısına ve sanki annesinden süt isteyen bir bebek gibi iyice göğsüme sokulmasına gülümsedim.
"Ama hani tatile gidecektik." Duydukları ile tek gözünü açtı ve başını olduğu yerden kaldırdı. "Haklısın kalkalım. Hemen üstümüzü değişip çıkalım." Bunları dediğinde kalkmış ve yatağın başında bana elini uzatmış tutmamı bekliyordu. Lan madem kalkacaktı niye yerine iyice sinmişti bu adam ve nasıl bu kadar hızlı hareket ediyordu.
"Valiz? Bir kahvaltı yapsaydık." Elini tutum ve banyo ya doğru ilerlemeye başladık.
"Valize gerek yok. Ben albayı arayacağım haberi olsun. Sende hızla hazırlan gidelim, kahvaltıyı uçakta yaparız." Diyerek beni banyo ya doğru iteledi yavaşça. Kendisi de hızla odadan çıktı kulağında telefon ile.
Dediğini yapıp banyoda işlerimi hallettim. Hafif bir makyaj ile çıkmıştım banyodan ama dolabın önünde ne giysem diye dakikalardır vakit harcıyorum. Kaç saat sürecek uçak yolculuğuna çıktığımızı bilmediğim için kararsız kalmıştım. Arkamdan belime sarılan kol ile irkildim ve başımı hızla arkama çevirdim. Alp gelmişti. Başını boynuma yaklaştırdı derin derin soluk aldı.
"Albay izin verdi ama ne kadar sürer bilmiyorum. Rahat bir eşofman takımı giye bilirsin uzun bir yolculuk olacak." Başımı sallayarak onayladım ve onu süzmeye başladım. Duş almıştı ve ev mis gibi o kokuyor, kokusunu derin derin solumam ile dudakları iki yana kıvrıldı. Kolları arasında ona doğru döndüm, artık yüzünü daha rahat görebiliyorum. Üstüne lacivert rahat bir eşofman takımı giymişti. Bu renk ile gözlerinin rengini daha çok belirginleşmişti. Ona olan hülyalı bakışlarım ve iç çekmem ile gülümsemesi daha çok büyüdü.
"Sana eşofman bile bu kadar yakışmamalı." Gerçekleri söylüyorum. Kalbime zarar bir güzelliği vardı. Erkekler genelde yakışıklı denirdi ama hayır Alparslan'ın kendine has bir farklı güzelliği vardı.
"Seni yerim ve bunu mecazi olarak yapmam. Şimdi uslu bir kadın ol ve üstünü giy. Yoksa ikimize de yazık olacak."
"Tamam ama ne giyeceğime karar veremedim..." Beni kenara çekti ve raflara bakmaya başladı. Bu rafta oldukça güzel kıyafetler vardı ama o bunun tam aksi hepsine burun kıvırdı. "Bunlar ile onca saat rahat edemezsin." Diyerek yan tarafta duran eşofman takımı rafımın önüne geçti. Oradan kendi takımının aynısı olan bir takım beğendi. Biz hastanedeyken buraya daha çok kıyafet almıştı pelin. Biliyordu bunlara ihtiyacım olacağını ve şuan ona ne kadar teşekkür etsem azdı.
Elindeki takımı aldım ve banyo ya geçtim. Ne kadar karşısında soyunmak istesem de şuan müsait zaman dilimde değildik. Hızlıca benim için seçtiği takımı giydim ve çıktım. Merdivenlerin sonunda kapının orada beni bekliyordu hazır şekilde. Üstüne siyah bir mont giymişti hala çok yakışıklı. Bende üstüme kabanımı giydim ve hazır şekilde çıktık evden. Arabada nereye gideceğimizi ne kadar sorsam da yine söylemedi ve hava alanına kadar benim arabayı sürmemi bekledi. Onun arabasını sürmemden hiç mutsuz değildi tam tersi gözlerini biran olsun üstümden çekmiyor ve dikkat ile her hareketimi, mimiğimi izliyordu. Hava alanına gelince arabayı otoparka bıraktık ve güvenlikler, kontroller derken uçağa geldik.
"Bilet almadan nasıl geçtik?" gece ya da sabah almışta olabilirdi ama hiç o bilet kısmına uğramamıştık.
"Bilete ihtiyacımız yok. Bizim uçakla gidicez." Ben mi yanlış anlıyorum diye kısa bir an olduğum yerde durdum. Adam o kadar rahattı ki bunu normal bir şeymiş gibi diyordu.
senin de ailen fakir değil kendine gel feriha!
Ama bir Alparslan DEMİR değiller.
"Maşallah." Diyerek tükürür gibi yaptım. Bu hareketim ile kaşları çatıldı, yüzünde anlam veremediğine dair bir ifade oluştu. Onu arkamda bıraktım ve ilerledim, uçağın kalkacağı piste geldik. Uçağın baya büyük ve beyazdı. Üstünde A ve M harfleri vardı. Buna daha sonra şaşırırdım şuan önemli başka konu vardı.
"Tek mi olacağız?" Demem ile telefonda olan bakışları beni buldu.
"Sadece ikimiz." Demesi ile kahkaha attım. Demek haberi yoktu.
"Bundan emin misin?" Diyerek bizi bekleyen uçağın orayı gösterdim. O tarafa doğru baktı ve kaşları çatıldı.
"Offf! Siktir ya." Demesi ile kahkahama engel olamadım.
Harika bir tatil bizi bekliyordu.
~
BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ:08.03.2024
ARADA SPOİ PAYLAŞIYORUM HABERDAR OLMANIZ İÇİN TAKİPTE KALIN.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
28.42k Okunma |
1.76k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |