35. Bölüm

33.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

"KANLI BALO"

Hep beraber içeriye doğru ilerledik, içerisi baya kalabalık ve resmen ben yürüyen parayım diyen insanlarla doluydu, daha fazla kimseyi göz ucuyla süzmeden alp'in yönlendirmesi ile bize ayrılan büyük yuvarlak masaya geçtik. Herkesin yerine oturması ile gözlerimi iç mekanda gezdirdim. Sarayın içinde yine gold detayı çok hakimdi bu detaya gözlerimi devirmeden edemedim, bu insanların gold aşkı neydi böyle? Masalar yuvarlak seçilmiş, beyaz ipek örtüler ile süslenmişti. Masanın ortasında birbirimizi görmeye engel olmayacak büyüklükte altın özel yapım güller ile dizayn tamamlanmıştı. Tabaklara kadar her şey gold ve bu artık göz yoruyordu. Kapının giriş kısmında iki başlı yılan heykeli tavana kadar uzuyor ve onlar şükür gold yerine siyah tercih edilmişti. Harika bir hava katmıştı saraya.

Daha fazla incelemek istemediğim için başımı yanımda oturan alparslana çevirdim. Dikkat ile beni izliyoreken bulacğaımı düşünmemiştim, "Neden buradayız?" Sorum ile derin bir nefes aldı. "Burada ufak bir görevimiz var, tehlikeli olmadığı için sizi de getirdim." Gözlerimi kısıtım ve yerimde dikleştim.

"Buraya benim için geldiğimizi düşünmüştüm." Evet öyle sanıyordum ama meğerse görevi için gelmişiz.

"Güzelim hayır, kendimi bir türlü doğru açıklayama fırsatım olmadı. Bak mert ile kavga ettiğim gece geldi bu görev, iki gün o yüzden yoktum. Aksi halde buraya senin için geldik. Biraz kendini iyi hisset diye geldik."

"Keşke iki gün benden kaçacağına bana bunu anlatsaydın. O zaman kendimi terk edilmiş hissetmezdim." dediğimde bazı şeyleri daha yeni fark ediyormuş gibi irkildi. Onda olan bakışlarımı salonda dans eden insanlara çevirdim.

"Bebeğim... Özür dilerim amacım bu değildi asla. En yakın zamanda telafi edeceğim söz veriyorum." Gözlerimi tekrar ona çevirdim ve sanki hiç birini duymamış gibi davrandım.

"İstanbul'a dönmek istiyorum bu gece." dememi asla beklemiyordu, bedenin gerildiğini fark ettim.

"Mihriban..."

"Alparslan, kendimi çok açık ifade ettiğimi düşünüyorum." sert ve tok sesim ile omuzları yenilgi ile düştü. Daha fazla burada kalmak istemiyorum, dönüp amcam ile yüzleşmem gereken konular vardı. Daha fazla erteleyip kendime eziyet etmeme gerek yok, artı olarak bu tatil zaten çok uzamıştı. Bitse artık iyi olur.

"Peki." Bundan sonra ikimiz de konuşmadık. İkimizin de konuşacak çok konusu vardı ama sessiz kalarak kendi halimize durmaya devam ettik. Bazı şeyler dile gelmese de anlaşılırdı. Ben boş bakışlar ile etrafı süzdüm sıkıldım ve insanları incelemeye başladım. Kadınların elbiseleri özel üretim olduğunu fark etmiştim, hepsinin yüzünde maske vardı ve hepsi farklı farklıydı. Beyler ise çoğunluğu takım elbise giymişti. Bazı istisna yaparak yine özel üretim olduğu belli olan kostümler giymişti. Dakikalar sonra salonun başında olan sahneye yaşlı bir çift çıktı.

"Burada toplanma sebebimiz aramızda yeni üyemizin katıldığını duyurmak. Kendisi adından bir çok önemli dalda duyurmuş ve bir çok ödüle ev sahipliği yapmıştır," yaşlı adam'ın kahverengi gözleri arkamızda bir yere takıldı, ardından sahneye uzaktan bakan bizim bile fark edeceğimiz derece yutkunarak sözlerine devam etti. Adamın anlından ecel terleri dökülüyor. Bu kaşlarımın hayret ile havaya kalkmasına sebep oldu, ya birinden korkuyordu ya da bir hastalığı olduğunu düşünmeye başladım. "Kendisi araştırma topluluğuna katılmaya geç kalmış birisi, onun gibi cevheri daha önce aramızda görmemiz gerekiyordu. Ahmet HATİP." Sonunda sözleri bittiğinde sahneye yaşlı bir adam daha çıktı, adamın saçına aklar düşmüş ama bedeni dik ve sahneye attığı adımları ile ne kadar sarsılmaz dura bilirse o kadar duruyordu. Adam asla yetmiş yaşında durmuyordu.

"Bu kim?" Melikenin sorusu ile bende merak ile bizimkilere baktım.

"Ünlü iş insanı, bir çok dalda özellikle sağlıkta bir çok araştırma yapmış ve yine bir çok projeye ev sahipliği yapmış birisi. Ama burada olanlar gibi asla tekin birisi değil, çok tehlikeli ve kurnaz. Zekası sayesine bir çok suçtan kurtuldu. Türk ama satılmış köpek." Ayaz'ın kızgın ve artık tahammül edemediğini belli eden kelamlarından sonra tekrar kaşlarım çatık sahneye bakamaya devam ettim. Burada herkesin sesinden ve gerilen bedenlerinden aslında ne kadar nefret ettiğini anlaya biliyorduk. Şuan masada oturan herkesin nabzı donmuştu adete, Allah bilir daha ne kadar bilmediğimiz pis işlerde vardı.

"Bu topluluk ne?" Bu sefer bestenin sorusu ile masadakileri dönmeyerek sahneye bakmaya devam ettim ama kulağım masada, gözüm sahnedeydi.

"Şerefsizler topluluğu. Yani kısaca kendilerini üstün görüp bir çok branşta ödüller almış oruspu çocuğu topluluğu. Buradaki herkes insan üstünde çeşitli deneyler yapan (parantez içinde söylüyorum bu deneyler genelde çocuklar üstünde oluyor.) ve alt tabaka ile kukla gibi oynayan şerefsizler. Kendilerini bir topluluk olarak değil, iş arkadaşı olarak tanıtırlar her zaman." Masada derin bir sessizlik olmuştu, adete tüylerimiz diken diken dinlemiştim Alparslan'ın sözlerini. Küçük veya büyük, insan ya da hayvan fark etmeksizin bir çok kişilerin üstünde deney yapıyorlardı ve bunu saklama gereği bile duymuyorlardı.

"Bu nasıl olur?" isyan edip hepsini öldürmek istiyorum ama içimdeki o ses bunun bu kadar basit olmayacağını haykırıyordu.

"Genelde yurt dışında, baya büyük iş insanları oldukları için devletler göz yumuyor. Onlarında işine geliyor, bizim ülkemizde de yapıyorlar ama yakalanmıyorlar itler. Biz açıklarını aramak için buradayız. Amacımız açık aramak ve yüzleri öğrenmek. Burada hiç birimiz kendi kimliğimiz ile bulunmuyoruz. O yüzden dikkatli olun, açık ararken vermeyin." dedi alp. Tamamda biz buraya nasıl girdi? Bu kadar önemli ve sır gibi saklanan bir yere nasıl girdik.

" Nasıl aldılar bizi içeriye, bu kadar önemli insanlar ise başka kimlikle giysek direk anlamazlar mı?" Merakıma yenik düşerek lacivert gözlerine baktım.

"Demir ailesinin şirket CEO'su oluyorum, sence beni buraya neden aldılar?" Lacivertleri öfke ile parlıyordu.

"Seni de içlerine almak istiyorlar." Dediğimde alp başı ile onayladı. Masadaki diğerlerine baktım bu seferde. "Tamam seni anladım, hadi bende sevgilinim. Peki bunlar?" diyerek masada oturan bizimkileri gösterdim.

"Lütfen ama alınıyorum bizde boş insan değiliz." Selimin burun kıvırması ve sitemi ile kısa bir ana döndü bakışlarım.

"Aynen öyle hepimiz bir çok alanda önemli insanlarız. Mesela cihangir abi, kendisi alp kadar olmasa da önemli aile soyları var. Tek tek anlatamam şimdi." Ayaz sanki anlat desem büyük bir keyif ile anlatmayacak gibi davranışına göz devirdim. Şimdi anlamıştım, sadece alp değil burada bulunan kimsenin ailesi dışında bordo bereli olduğu bilinmiyordu. Sır gibi saklanıyor ve devlet desteklediği için sadece istenilen kadar biliniyordu.

"Tamam daha fazla konuşmayalım burada." Dedi cihangir abi.

"Maskelerinizi bir an olsun çıkarmayın." Ayazın dediği ile maskemi daha sıkı bağlamak için elimi arkaya doğru attım ama benimle beraber bir çift el daha hareket etmişti.

"Ben hallederim güzelim." diyerek maskemin ipini sıkı şekilde bağlamaya başladı. Hareketleri nazikti, gerçi alp bana karşı her zaman nazikti. Alp maskemi sıkılaştırdı ve saçlarıma öpücükler armağan ederek geri çekildi. BU hareketi ile karnım içe doğru büküldü. Daha sonra masaya çeşit çeşit aperatifler geldi ama hiç birimiz dokunmadık.

Ortamda herkes bir birine sahte gülücükler ve yapay samimiyet satıyordu resmen. "Herkese tiksinerek bakmaya ne zaman son vereceksin güzelim?" Başımı sanki bana seslenmesini bekliyormuş gibi hemen çevirdim. Alpin nefesleri boynuma vuruyor ve yüzlerimiz yine çok yakındı hangi ara dibime girdi bu adam yine.

sadece dibimize girmese keşke...

"Canım ne zaman isterse tatlım." Cevabım ile dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Bu sırada içeride hoş bir dans müziği duyuldu. Ne kadar çok dans etmesini seviyorlardı. Herkes eşleri ile dansa kalktı, bizim masa hariç. Alp geri çekildi ve omuzlarını dikleştirdi ama benimle teması kesmedi. Elleri derin yırtmacımdan açıkta kalan bacağımdan geziyordu. "Ela ayaz kalkın." alpin dediği ile başımı karşımızda oturan ikiliye döndürdüm. Ayaz bu emirden memnun olmuş gibi sırıtıyor, aynısı ela için diyemezdim. Suratında memnun olmadığı çok açık belliydi. Aslında ona da hak veriyorum, yorulmuştu kendine ve sevgisine inanmayan birinin peşinde koşmaktan. Biraz sevilmek istiyor ya da cidden artık ayazı unutmak istiyor ama aynı timde olmaları buna izin vermiyor.

"Alparslan..." Elanın ufak çaplı serzenişi ile alp sadece ona düz bir ifade ile baktı. Aralarında ne geçti anlamadım ama ela başka bir şey demeden masadan ayaz ile kalktılar. Hemen ardından alp, Uraz'a baktı. Uraz hemen melike ile kalktı masadan.

"Adama bak lan, tek bakışı ile konuşuyor." Mert'in dediklerine sadece ufak bir gülümse sundu alp.

"Sizde kalkın." Dediğine mert pelin ile kalktı ama mert'in göz devirdiğine ve kendi kendi söylendiğini görmüştüm. Masada sadece besteler ve biz kalmıştık.

"Neden hepsi kalktı?" dediğimde salonda gezen lacivertleri bana döndü.

"Hepsinin bir görevi var bebeğim." Ses tonu sorgulama der gibi çıkmıştı, bende sadece başım ile onaylayıp yanımda oturan besteye döndüm.

"Beste?" sesim sorgular tonda çıkmıştı. Canı bir şey istiyormuş gibi dudaklarını yalıyor, sesimi duyunca masadaki yemeklere bakmayı son verdi ve bana döndü.

"Efendim."

"Canın bir şey mi istedi?" dediğimde gözlerinin içi adeta pırıl pırıl oldu.

"Evet ama burada olmaz bence." Dediğinde Alp ve cihangir abinin de odağı bizim konuşmamız olmuştu. Dikkat ile bize bakarak, bizi dinliyorlardı.

"Bebeklerim ne istiyor?" cihangir abinin sesi aynı zamanda hareketleri heyecanlıydı. Bu halleri çok tatlı olduğu için ister istemez insan kendini gülümserken buluyor.

"Sakin ol abi. Buluruz ne istiyorsan söyle bakalım." dedi alp. Bakışlarımı ona döndüğünde gülümseyerek besteye bakıyordu.

"Kokoreç." Beklemediğimiz cevap ile üçümüzün de dudakları beş karış açık kalmıştı. Hepimiz daha makul bir şey bekliyorduk ve hiç birimiz böyle bir istek beklemiyorduk.

"İlk defa aşerdin ve bu kokoreç mi?" cihangir abinin anlam veremeyen mimikleri ile beste yenilgi omuzlarını düşürdü.

"Biliyorum ama şunu görünce aklıma geldi. Böyle ekmek arası..." derken resmen ağzının suyu akmıştı.

"Beste sıkma canını buluruz hemen ama masada duran çikolatalı pastadan nasıl kokorece geldin anlamadım." işte alp bunu yapmamalıydı. Hamile biri sorgulanmamalıydı. Beste hemen hayal kırıklığı ile gözlerinde hazır bekleyen yaşlar doldu.

"Alp sıfatına sıçayım senin." Az önce sorgulayan kendisi değilmiş gibi sevgilime ters ters bakıyor cihangir abi. Başka anda olsak bunu yüzüne vururdum ama beste bide bunun için ağlamasın diye dudaklarımı birbirine bastırdım.

"O hamile. Öyle diyorsa öyle olmuştur sorgulama. İstenileni yap yeter canım." diyerek araya girdim ve bu sırada susması için Alparslan'a kaş göz yapmayı ihmal etmedim.

"Özür dilerim. Asla sorgulamıyorum, sadece anlamaya çalıştım. Çıkışta hemen bulurum kokoreç size." Alparslan'ın dedikleri ile beste sanki dünyalar onun olmuş gibi gülümsedi ve umut ile sevgilime baktı. Yazık canı çok çekmişti.

"Bulur musun cidden?" Bir kokoreç için bu kadar heyecanlı olması normal değil.

"Bulurum tabi. Çocuk oyuncağı, siz iyi olun yeter." dedi alp. Bu sırada cihangir abi ile birbirlerine baktılar. Cihangir abi adete minnet ile bakıyor.

"Teşekkür ederim. O zaman şu pastayı yiyim ben." Diyerek önündeki çikolatalı pastaya uzandı ama cihangir abi hemen engel oldu.

"Burada bulunun hiç bir şeyi yiyemezsiniz. Buradaki şerefsizler her şeyi yapmış olabilir, ben size çıkışta alırım pasta." diyerek karısını ikna etme çabasına girdi.

"Bir gün sen de aşerir misin?" Bakışlarımı karşımda oturan çiften alıp, sevdiğim adama döndüm.

"Bu gidişle çok beklersin sen." Bu dediklerim ile kaşları çatılmış ve az önce parlayan göz bebekleri söndü.

"Neden ama?" aslında çok zeki bir adam ama niyeyse bu sıralar zeka seviyesi düşük gibi davranıyor.

"Koca iki gün benden kaç, benden devamlı bir şeyler sakla, sorduğumda geçiştirmeli cevaplar ver sonra gel neden diye sor. Sence neden?" Sözlerim biter bitmez kollarımı göğsümde bağladım ve arkama yaslandım.

"Güzelim hepsini açıkladığım gibi oldu. Sana boş umut vermemek için saklıyorum, biraz daha öğrenmem gereken şeyler var. Bana zaman tanı en az zararı vereceğini düşündüğüm zaman anlatacağım. Şuan bu psikoloji ile kaldıramazsın. Türkiye'ye dönelim bir çok konuda konuşacağız. Ben sana zarar verecek hiç bir şey yapmam. Sadece bana güven olur mu?" dediğinde yenilmişlik ile omuzlarım düştü.

"Kime güveneceğimi şaşırdım. Herkes benden bir şey saklıyor gibi hissetmeye başladım ve uzun zamandır bunu hissediyorum. Sanki hayatım tepe takla olacak gibi, ufak ufak hatırlamaya başladım ve kimse anlatamadığım şeyleri hatırladım. Bunu en kısa zamanda birine anlatmam lazım çünkü taşlar oturmuyor, kafamın içinde hep bir boşluk var ve ben kime güvensem beni uçurumdan itecekler gibi hissediyorum." Sitem etmem ile beni kolları arasına aldı. Burası benim için dünya da en huzurlu yer, hiçbir yere ve hiç kimseye değişmem.

"Sana hiç bir zarar vermeyecek tek insan benim. Seni anlayamam ama her zaman yanındaydım ve olmaya devam edeceğim. Sen asla yalnız değilsin. Hepsini çözeceğiz, oturmayan taşları oturtacağız. Sana söz veriyorum, seni arkamda bırakmayacağım bu sırada. Tam yanımda elinden tutuyor olacağım. Düştüğünde kaldırır, yükün ağır geldiğinde hafifletmek için yanındayım." kulağıma fısıldadığı sözler çok içten demişti. Samimiyetine güveniyorum. Belki de cidden tek yanımda olan adamı ben şüphe duyarak itiyordum.

"Bunları konuşuruz, ben lavaboya gitmek istiyorum." Nefesimi sesli vererek kolları arasından ayrıldım.

"Ben götüreyim seni." Benle beraber yerinden kalktı. Masadakileri kısaca geleceğimizi söyledi ve benimle birlikte balo alanının çıkışına ilerledi. Salondan çıktık ve uzun bir koridorda ilerlemeye başladık. Koridor loş bir ışık ile aydınlanıyordu, karşı taraftan gelen yanlış hatırlamıyorsam davet sahibi yaşlı adam önümüzde durdu ve alparslanın lacivertlerine bakmaya başladı.

"Merhaba Alparslan." Adam ellili yaşlarda saçları beyazlamış ve yaşının verdiği kırışıklıklar ile Alparslan'a elini uzattı. Alp bir adama birde uzatılan ela baktı. Daha sonra sıktı ama sanki tiksinirmiş gibi sıktı ve bunu sadece ben fark ettim. Çünkü oldukça profesyonel oyuncu bir sevgilim var.

"Hoş geldiniz Demir çifti." dedi adam tekrardan bu sefer benimde varlığımı kabul ederek.

"Hoş bulduk." dedi alp kısaca, ikisi konuşurken ben koridorun sonunda olan lavaboya ilerlemek için izin istedim ve onları geride bırakarak ilerledim.

Lavaboya girmem ile dik tutuğum omuzlarım ve kendinden emin olan yüz ifadem düştü. Aynada kendi kendime bakmaya başladım. Burada benden başka kimse yoktu o yüzden rol yapmam gereken kimsede yoktu. Bu akşam tam olarak neden burada olduğumuzu anlatmıştı alp ama yine de burada bu insanlar ile olmak kendimden tiksinmeme sebep oldu. Yüzümden maskemi çıkartacağım zaman lavabolardan birinden birisi çıktı, burada kız erke ayrı değildi. Herkes ortak giriyordu lavaboya. Aynadan adama kısa bir bakış attım ve maskemi çıkarmaktan vazgeçtim. Bu adam bu gün burada toplanma sebebimiz olan adamdı. Ahmet HATİP. Onu süzmemek adına bende rujumu tazelemek için çantamı kurcalamaya başladım. Kendisi ellerini yıkadı uzun uzun, ardından kuruladı bunları hiç acelesi yokmuş ve kendine kıyamıyormuş gibi nazik nazik yapıyordu. Sonunda işini bitirdi ve bana döndü, bakışları avına odaklanan bir avcı gibi keskindi. Tam karşımda durduğunda aramızda sadece bir kaç adımlık mesafe vardı. Çantamı kapatarak bana olan bakışlarına karşılık verdim.

"Güzel hanımefendi ile tanışmak isterim." diyerek elini uzattı ve, "Beni biliyorsun Ahmet HATİP." bir adama ve bir uzatılan ele baktım. Benim alp gibi uzatılan eli sıkma gibi bir zorunluluğum yoktu. Dikkatimi çeken başka bir olay daha olmuştu adam ana dili gibi İngilizce konuşmuştu oysa bu adamın Türk olduğunu biliyorum.

"Ben istemem." Diyerek yanıt verip, havada duran elini umursamadan aynaya döndüm. Yüzünde aptal sırıtması ile indirdi elini.

"Zorum diyorsun?" dediğinde az önce yapamadığım için çantamdan rujumu çıkardım ve sanki onu duymamış gibi dudaklarıma yavaş yavaş sürdüm. Daha sonra onu çantama tekrar koyarken, yandan bir bakış attım ve, "Hayır diyorum." dedim. Yanından geçip çıkmak için hareket ettim ama kolumdan tutulmam ile durmak zorunda kaldım. Yüzüne ciddi bir ifade ile baktım bedenimi dikleştirdim.

"Ona benziyorsun." dediğine düz bakışlarıma aynı karşılığı verdi. Sanki bir tanıdığına benzetmişti beni.

"Ne diyorsunuz beyefendi?" dediğimde bedeni dikleşti ve uzun uzun yüzüme baktı. Beni tanıması imkansızdı bu yüzümdeki maskeden sadece dudaklarım ve gözlerim belli oluyordu ama onun harici hiç bir yerde karşılaşmadığımıza adım kadar emindim.

"Kusura bakmayın. Gözleriniz bir tanıdığıma çok benziyor da, biran şaşırdım." dedi. Kolumdaki eline kısa bir bakış attım ve hızla kolumu kıskacından kurtardım.

"Bir daha bana izinsiz dokunursanız, büyük kusura bakarım." Onu arkamda bırakarak çıktım. Koridorun sonuna doğru ilerledim, bu sırada fark ettiğim bir ayrıntı kafama dank etti. Adam ile gözlerimiz benziyordu ya da ben saçmalıyorum, sonuçta koyu kahve rengi gözler herkeste vardı. Kendi kendime kuruntu yapmaya başlamıştım. Başımı kendime gelmek adına sağa sola salladım. Alp hala koridorun başında adam ile konuşuyor, benim geldiğimi görünce lacivertleri bana döndü ve adama kısaca bir şeyler dedi. Adam arkasından bana kısa bir bakış attı ve baş selamı ile salona doğru ilerledi. Bende alpin tam yanında durdum.

"Bir susmak bilmedi oruspu çocuğu." dedi. Kolunu girmem için uzattı, bende hemen koluna girdim. Beraber solana doğru gitmek yerine çıkışa ilerledik. "Neden geç kaldın?" dediğinde anlamsız bakışlarım onu buldu. Bu sırada saraydan çıkmıştık ve kapının önünde bizimkilere doğru ilerledik, arabalar gelmişti.

"Geç mi kaldım? Ahmet HATİP ile karşılaştım. Beni birine benzetmiş falan kaçık bunak." dediğimde kapanının önünde adımları durdu, bende onunla beraber durmak zorunda kaldım.

"Mih maskeni çıkarmadın demi güzelim?" tereddütlü ses tonu ile başımı onaylamaz anlamda salladım.

"Hayır, zaten kısa kestim çıktım." dediğimde gözleri tereddüt ile bende oyalandı, başını salladı ve bizi bekleyenlere ilerledik. Hepsi hararetli bir şey konuşuyordu. Alp gelince susup ona bakmaya başladılar.

"Nereye gidiyoruz?" dedi selim. Alp ona baktı ve daha sonra bana döndü.

"Önce kokoreç yemeye, daha sonra İstanbul'a dönüyoruz. Burada işimiz bitti." dediğinde herkes başını salladı.

Bazen hayattan ne istediğini bilmezsin. Kimin sana yara olacağını, kimin ise şifa olacağını bilemezsin. Dönüyorduk, karma karışık hissediyorum. Kendi bedenimde ikiye ayrılmış gibiyim, yıllardır beni büyüten ve her zorluğumda yanımda olan adam yalan söylemişti.

Amcam...

Aklıma olumsuz bütün düşünceler geliyor, bazıları onu savunuyorken bazıları onu suçluyordu. Alpin dediği gibi olmuştu, o lanet partiden çıkmış hemen ardından kokoreç yemiştik ve besteden mutlu kimse olamazdı o anlarda. Aslında biz yemeyecektik ama öyle bir iştahla yemişti ki, hepimiz kendimizi yerken bulmuştuk. Gece gece iki tane kokoreç yemiştim. Bu olacak iş değil gibiydi ama alp bizi çok güzel bir yere götürmüştü. Hepimiz oradan tatmin olarak ayrıldık. Şuan uçakta kendi ülkemize dönüş yapıyoruz, alp burada son işini yapmış ve tatilimiz bitmişti. Alp kalma taraftarıydı ama ona gitmek istediğimi söylediğim için dönüyorduk. Yeterdi bu kadar ara vermek. Dönüşümüzde aynı gelişimiz gibi bir anda olmuştu. Uçak kalkalı saatler olmuş, herkes uyumuş uyanmış bir şeyler yemişti tekrardan, ben sadece uçağın küçük camından gök yüzünü izledim. Sorunlarım git gide büyüyor gibiydi, nasıl başa çıkmam gerektiğine bilmiyorum. Her taraftan bir darbe gelecek gibi bekliyorum.

"Güzelim." yanımdan gelen boğuk ses tonu ile Alparslan'a döndüm. Uyuyordu ve yeni uyanmıştı, gözleri şiş, bayık bayık bakışları ile çok güzel bir manzara sunuyor bana. Elimi yanağına koydum, bu hareketim ile yüzünü elime sürtmeye başladı. Resmen sırnaşık bir kedi gibiydi, koltuklarda ya da oda da yatmasını söylesem de kabul etmemiş tam yanımda oturarak başı omuzumda uyumuştu saatlerce.

"Efendim." Üstümde bir sakinlik vardı, amcamla artık konuşacak olmak beni geriyor. Onunla nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyorum.

"Neden hiç uyumadın?" alpin uykulu sesi ile gözlerim uykulu yüzünde gezindi.

"Uykum gelmedi." dediğimde inanmadığı o kadar belliydi ki.

"Küçük yalancı, kafanın içinde kaç defa amcan ile konuşma yaptın, kaç defa kendini yaraladın?" beni bu kadar tanıması çok mutlu hissettirdi ama aynı zamanda korkuttu.

"Bir çok defa kendimi haksız çıkardım. Ne kadar itiraf etmek istemesem de amcamın benden bir şeyler saklıyor oluşunu farkındaydım. Bunu hep fark etmiştim ama gün yüzüne çıkarmak yerine kaçtım. Çünkü tek ailem onlar kalmıştı." Titrek bir nefes verdim. Alp bir cevap vermek yerine, başımı göğsüne koydu.

"Artık tek değilsin, ben varım. Düşersen kaldırırım, yorulursan dinlendiririm. Sen sandığın gibi hiç bir zaman tek değildin." Sözlerine yıllardır olduğu gibi inandım. Ben tek değilim, alp var.

"Ben hatırlıyorum. Bir çok şeyi." demem ile bedeni anında gerildi, ona bundan daha önce bahsetmem gerekiyordu ama anca vakit olmuştu.

"Sen bana veda videosu bırakmıştın, ben orada hatırladığım her şeyi tekrar unutmuştum ama şuan hatırladım. Az önce bir anda hepsi tek tek zihnimde belirdi, Ben bizim bir kaç anımızı hatırladım ama asıl sorun farklı," dediğimde alp yerinde dikleşti ve beni göğsünden kaldırdı, artık gözlerimin en içine bakıyordu. Diğerleri de seslerimize uyanmaya başlamıştı. "Sanırım herkesin uyanması gerekiyor." dediğimde alp dakikalar içinde herkesi uyandırmış. Hosteslere içeriye gelmemelerini söyledi. Şuan herkes yeni uyanmış şekilde bana bakıyor ve bekliyorlardı.

"Zihnimin içinde bir ses var ve bu hem çok tanıdık, hem de bir o kadar uzak..." derin bir nefes aldım. Burada olanlar zaten bir çok konuyu biliyordu. Onlardan bir şey saklamak saçma bir girişim olurdu.

"Ben alpin veda videosundan sonra bir şeyler hatırladım. Bunların çoğu alp ile anılarımız ama iki üç tanesi daha farklı. Bir ses var zihnimde, bu beni hastaneden kaçıran kişi bence. Oradan kaçtıktan sonra beni alp ile tehdit ediyor, bana kimsesiz kaldın sen diyor. Daha sonra aynı ses tekrar yıllar sonra ben baya yaş aldıktan sonra ortaya çıktı. O zaman ne oluyor bilmiyorum ama adamdan hesap soruyorum. Nasıl yaparsın bana söz vermiştin diyorum, ardından benimle konuşmaya çalışıyor ama ben evini damağa dağın edip kafasına bir şey atıyorum. Yıllar geçiyor ama adam aynı, sadece yüzü yok. Ne kadar zorlasam da hatırlamıyorum. Zihnimin içi çok karanlık ve ne yapacağımı şaşırdım." Alp destek olmak amaçlı elimi tuttu. "Aynı adam biliyorum çünkü bana devamlı sen katilsin diyor. Ödeyeceksin diyor. Ben katil değilim... Sonra bana bir teklif sunuyor ve ben ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum." Konuşmamın bitmesi ile kısa bir an sessizlik oldu. Sanırım herkes devamını bekliyor o yüzden her hangi bir yorumda bulunmadılar. "Geçen alp ve mert kavga ettiğinde, küçüktüm ve aynı adamla inatlaşmıştım yine. Beni zorla depo gibi bir yere götürüyor, ama sorun bu değil. Çok bağırıyor, kulağımın dibinde sanki daha fazla işitmemi istemiyor gibi bağırıyor. Depo sıradan bir depo değildi. İçinde adamlar asıldı... Orası işkence deposuydu ve bana asır gibi gelen süre boyunca orada bağıran adamlar ile bıraktı. Sanırım bağırma travmam buradan geliyormuş. O adamlar işkenceye uğrarken bende bağırtılarını dinledim." Kimse asla böyle bir şey anlatmamı beklemiyor gibi irkildiler. Kızlar çoktan benim yerime ağlamaya başlamıştı... Başımı kaldırmam ile gördüğüm manzaraya karşı gözlerim büyüdü.

Mert, ayaz, uraz, selim ağlıyor...

Kafamı bu seferde yanıma çevirdim, alpin gözleri benden başka her yerde gezdi lacivertleri dolu doluydu. Ona izin vererek bu sefer başımı mert'e çevirdim.

"Abi..." mert fısıltımı duymasıyla yere dönük başını kaldırdı, dolu gözleri ile kesişti gözlerim.

"Abim, özür dilerim." Hiç bir suçu olmamasına rağmen özür diliyordu. Mert'in merhametine ve sevgisine ömür boyu ihtiyacım olacaktı.

"Özür dileme senin, sizin bir suçunuz yok." Diyerek yerimden kalktım. Pelinin izin vermesi ile yanına oturdum ve kollarımı koca cüssesine sardım. Saçlarıma ufak ufak buseler bıraktı. Her telini incitmekten korkarcasına okşadı. Bu sırada hostesler ile bizi ayıran perdenin ardından bir beden görünür gibi oldu.

"Peki bu adam hayatının her anında nasıl oluyor?" Selimin sorusu ile dikkatimi ona verdim.

"İşte orasını bilmiyorum. İlk üç anı da küçüktüm, daha sonra büyüdüm." Serzenişimle yerimden kalktım ve Alparslan'ın yanına geçtim. Oturur oturmaz beni kolları arasına aldı ve sımsıkı sanki güç almak ister gibi sarıldı ama hesaba katmadığı şey ise benimde gücümün kalmadığıydı. Yine de ona sımsıkı sarıldım. İstediği güç oldum onun için.

"Seni çok seviyorum." fısıltısını sadece ben duymuştum, gülümsedim.

"Bende seni çok seviyorum." aynı onun gibi fısıldadım.

"Şimdi yanlış anlamadıysam birisi senin her yaşında yanındaydı ve bu kişi seni sevmiyor sadece tehdit ediyordu. Peki bu sırada amcan yengen neredeydi? Hadi merti anlıyorum, çocuktu ve elinden bir şey gelmezdi ama uyuşmayan bir çok yer var." dedi ayaz. Aslında benimde anlamadığım yerler vardı. Tam üstüne değinmişti.

"Komutanım, sizce de Ömer amcada uyuşmayan yerler yok mu? Şimdi bu adam sizden yıllarca bu kızı saklamadı mı? O zaman nasıl oluyor da mihriban hayatının belli anlarında biri adam var diyor?" Dedi selim. İkisi de haklıydı. Aklımda gelen şey ile nefesim kesildi. Elim ayağım boşaldı.

"Peki ya..." Titrek nefesim ile sözlerimin devamını getirmeye dilim varmadı. "Ben kafamda kuruyorsam?" İkisinin de dedikleri buna çıkıyordu. Zaten her şeyi unutuyorum, bunu da kafanda kuruyorsun deseler inanırdım. Şuan bana ne deseler inanırdım.

"Güzel bebeğim, sakın öyle düşünme bulacağız. Sana söz veriyorum bu adam her kim ise bulacağız." Alparslan'a inanmak istiyorum bu yüzden başımı onaylar anlamda salladım. Kafamın içinde fink atan düşünceleri sandığın içine koydum.

"Sen deli olamazsın, kafanda kuruyor da olamazsın. Öyle olsa doktorun bunca zaman anlar ve tanı koyardı. Bu iş ok çetrefilli, eminim sen doğru hatırlıyorsun ama ayaz ve selim doğru söylüyor. Babamla dönünce direk konuşalım, o bir şey biliyordur." mert'in dedikleri az da olsa rahatlamama sebep olmuştu. Bana en içten şekilde bakıyor ve yanımda olduğunu hissettiriyor. Bir oda değil, burada olan herkes aynı onun gibi bana inanıyor ve yanımda olduğunu belli eden bakışlar ile bakıyorlardı. Ben dışımda kimse ruh sağlığımın bozulduğunu düşünmemişti.

"Karargaha gidince derin bir inceleme yapalım. Üniversite yılları ya da çocukken gitti her hangi bir faaliyet var mı, varsa yanında yöresinde kim varsa araştıralım. Bu sırada hepimiz dikkatli olmalıyız. Bu iş sandığımızdan da zor olacak." cihangir abi düşünceli şekilde konuştu. Herkes onu onaylayan sesler çıkardı.

"Hadi herkes koltuğa iniş yapıyoruz." Alparslan herkesi kendi yerine göndermesi ile başımı göğsüne koyup camdan dışarıya bakmayı devam ettim. "Bir daha sakin deli olduğunu düşünme. Sen ne hatırlıyor ya da anımsıyorsan doğru. Kimse aksini iddia edemez. Bulacağız güzelim. Beraber bulacağız." başımı sevdiğim adamın boynuna yaklaştırdım ve oraya küçük bir öpücük armağan ettim.

"Teşekkür ederim. Her zorlukta yanımda olduğun için çok teşekkür ederim." dedim.

"Teşekkür etme. Onun yerine uzun uzun öp yeter." ortamın havasını anında dağıtmıştı. "Aklıma hala eşsiz güzellikte olan teninde kaldı. Bence İstanbul'a dönünce o geceyi tekrarlamalıyız." Dediklerini sadece benim duymam bile utanmama engel olamadı. O gecenin zevk dolu dakikaları bir bir zihnime süzüldü.

"Bencede." verdiğim kısa yanıta sadece küçük arsız bir gülümseme sundu. Gözleri tüm bedenimde gezindi, sanki karşısında çıplak kalmış gibi hissettim.

Uçak havaalanına iniş yaptı. Hepimiz tek tek indik, giderken ne kadar yanımız bir şey almasak da dönüşte bir o kadar eşya ile dönmüştük. Alpin ortada olmadığı iki günde baya ayaz ile kartlarını suyunu çıkartana kadar alışveriş yapmıştık. Bundan ne ben ne de ayaz şikayetçiydi. Havaalanında herkes ile vedalaşıp evlere dağıldık. Mert ve pelinde bizimleydi, mert ne kadar kendi evimize gidelim dese de pelin ailesini özlediği için aile evlerine gidiyorduk. Hiç kimse arabada konuşmuyor herkes kendi halinde takılıyordu, uzun yolculuk hepimizi yormuştu ama beni yoran yolculuk değildi. Geçmişimdi... Geçmemiş bir geçmişim vardı, ne kadar düşünmek istemesem de kara bir bulut gibi süzülüyordu aklıma. Bundan sonra ne olacağını bilmiyorum, bu beni dahada korkutuyordu. Sessiz bir yolculuk sonrası evlerin önünde durduk, alpin arabayı park etmesi ile hepimiz tek tek indik.

"Pelin, sen eve geç istersen." Alp yanında duran kardeşinin saçlarına buse bıraktı.

"İstersen yanında olurum." Pelin bana bakarak dedikleri ile gülümsedim.

"Teşekkür ederim ama tek yapsam daha iyi olur." dedim. Ardından mert ve Alparslan'a döndüm. "Sizde yoruldunuz lütfen dinlenin. Ben hallederim." dediklerim ile alp kaşlarını çattı.

"Hallede bilirsin biliyorum ama yanında olacağım." diyerek yanıma geldi ve sıcak elleri, küçük soğuk ellerimi tutu. Bu hareketi yüzümdeki gülümsemeye sebep oldu.

"Bende yanında olacağım." Mert'in dedikleri ile ona da aynı gülümseme ile karşılık verdim.

"Bende yanındayım, eve gidip hemen geleceğim." dedi pelin.

"Sizinkileri telaşlandırma. Biliyorum yanımda olduğunu." dedim içi rahat olsun diye. Pelin emin olmak ister gibi beni süzdü ve daha sonra bana doğru bir kaç adım atarak sarıldı. Bu sarılma bir çok şey anlatıyordu, bende aynı şekilde ona sarıldım. Pelini seviyorum, çok iyi niyetli ve çok güzel bir dost.

Pelin ile sarılmamız bitmiş ve en sonunda o kendi evlerine giderken biz üçümüz de bize geçtik. Yengem ve amcam evde yoktu, onları beklerken sevgilimin ısrarı üzerine bir şeyler atıştırdık. Bu sırada ikisi de eve gelmişti. Yengem beni görünce kendi oğlunu bile unutarak bana kollarını sarmıştı. Anne şefkati ile yanımda olduğunu söylemiş ve hissettirmişti. Amcama baktığımda bana dolu kızarık gözler ile bakıyordu. Şuan hep beraber evin salonunda oturuyor ve birinin konuşmasını bekliyorduk.

"Siz her şeyi biliyorsunuz demi?" Alparslan olmuştu ilk konuşan.

"Her şeyi değil, bildiklerim sınırlı." dedi amcam.

"Amca... Anlat bana." Amcam bana dolu kızarık gözleri ile bakıyordu.

"En baştan başlıyorum. Sen doğum ile her şey başladı. Sen doğduğun da hastaneye gittik aceleyle, kimse beklemiyordu ani bir doğum olmuştu. O gece hastanede abim çok telaşlıydı, yani baban. Neyse sordum çok sordum ama bana hiç bir şey anlatmadı onun yerine bir söz vermemi istedi. Eğer bir gün onlara bir şey olursa seni saklayıp koruyacaktım. Sonra saçmaladığını söyledim ona ama o gece hastanede bir söz verdim. Kaç yaşına gelirsen gel seni koruyup kollayacaktım." amcam durdu ve derin bir nefes aldı. Hepimiz çıt çıkmadan onun kelamlarını dinliyoruz. "Sonra bu olanları unuttuk, yıllar geçti ve gece yangın çıkmıştı, ortalık curcuna olmuştu. Herkes doğalgazdan çıktı sandı en başta ama inanmadım. Son zamanlarda zaten panik davranıyordu. Düştüm peşine bu olayın, o gece hesaba katmadığım hastanede senin olduğundu. Tek kalmaman gerekiyordu, annenin yanmış bedenini bulmuşsun ve kriz geçirmişsin. O gece hastaneden kaçırıldın. Bulamadık seni... Koca bir ay her yerde, tüm dünya da seni aradık ama yoktun. Hiç var olmamış gibiydin... Kendimi öldürmek istedim o anlar. Küçük bir çocuğa sahip çıkamadığım için kendimi öldürmek istedim ama günler sonra geldin. Seni bir adama vermişler, adam gelip bıraktı kapımıza. Araştırdık, peşini bırakmadık ama her kim ise bulmadık. Seni getiren adam günler sonra ölü bulundu. Esas kabus o zamandan sonra başladı. Sen eve geldin ama sanki ruhun bedeninden ayrılmış gibiydin. Konuşmuyor, yemiyor, yaşamak istemiyor gibiydin. Ahmet yakın arkadaşım, ona danıştım ve ondan yardım almanı istedi. Sen haftalarca konuşmadın sadece nefes aldın, daha sonra mert ile yakınlaşmaya başladın. Ona Alparslan'ı anlattın her gece ama sabahları bunu unuttun. Bir çok doktora gittim, yıllarca danışmadığım doktor kalmadı. Seni sakladım çünkü unutmaya başladın. Geçmişi, anılarını. Unutmayı başladın, zaten altı yaşında birisi ne kadar hatırlarsa. Hatırladıklarını unutmaya başladın. Geceleri krizler ile boğuştuk, seni saklamak zorundaydım çünkü savunmasızdın, sadece nefes alıyordun. Seni saklamak istedim çünkü sen benim kızımsın... Seni herkesten sakladım ama kendinden saklayamadım. Geceler düşmanın oldu... Unutmaya başladın, bazen bir anı ya da kişileri unutmadın. Mesela biz seninle kaç psikolog değiştik prenses?" amcam sustu ama içimde koca bir yangın başladı. Susmasın ve dediklerini inkar etsin istedim ama sustu. Zor nefes alıyorum, yanımdaki adam elimi sıkı sıkı tutmasa burada olduğunu hissettirmese kıyar mıydım canıma? kıyardım...

"Bir çok değiştik..." sanki konuşan ben değildim, benim yerime başka biri cevap vermiş gibiydi.

"Hayır prensesim. Biz yıllarca bir çok doktor değişmedik, hep ahmet ile ilerledik ama sen ilerleme kayıt etmediğini düşünerek hep zihninde başka doktorlar yarattın. Bunu fark ettiğimizde ahmet nedenini bulmaya çalıştı. Biz hatırlamanı istedikçe ruh sağlığın bozuluyor ve hiç yoktan kişiler yaratmaya başladın. Ahmet ile unutmanı ve yıllar sonra tekrar bunun için savaşacağımız konuştuk. Sen ilaç ile unutmaya başladın ve daha iyi oldun yıllar geçtikçe. Unuttukça hayata bağlanmaya başladın. Ahmet haklı çıktı, sen unutmak istiyordun... Sen iyileşmek değil, unutmayı seçtin. Şimdi ise hatırlama nedenin, yanındaki adam. O sana istediğin güveni, istediğin sevgiyi verdi. Onda yuva buldun. Çok uğraştık sen yuvanda hisset diye ama olmadı. O hayatına girmeden aylar önce buldu beni, kestik ilaçlarını. Sonrasını biliyorsun." Yine kafamda kurmak istedim, mesela bu an hiç yaşanmıyor olsun istedim. Yapabilir miyim, bu anı yok sayarsam hiç yaşanmamış sayarsam unutabilir miydim? Sanki ruhum bedenime sığmıyordu, sanki bu koca dünya ya sığamadım işittiklerim ile ağlamak istedim. Haykırmak istedim ama sessizce az ileride duvarda olan aile fotoğrafına baktım. Bomboş hissettim... Sanki içimde koca bir boşluk vardı. Karanlıkta kalmıştım ve bunu kendime ben yapmıştım. Meğerse ben istememişim iyileşmeyi.

"Peki araştırdık dedin, sakladık dedin bunları tek başına yapamazsın kimden yardım aldın baba?" mertin sesini duymam onlara dönmemi sağlamadı. Sadece baktım, ne gördüğümü anlamıyorum ama fotoğrafa sadece baktım.

"Abim rütbeli bir asker olduğu için komutan, albay ne kadar üst rütbeden varsa aradık ama bulamadık. Onlar yardım etti. Saklamam ve Alparslan'ın yıllarca bulamama sebebi..."

"Onu silmeniz. Yoktu, hiç yaşamamış gibiydi. Ailem ve resimler olmasa kendimi delirmiş sanırdım ama Mihriban sanki hiç var olmamış gibiydi çünkü albay ne zaman yaklaşsam uzaklaştırdı. Üstünüzden sildiniz onu, yıllarca ben onu ararken burnumun dibindeydi oysa." Alp sanki bir gerçeği yeni fark ediyor gibiydi.

"Evet sildik. Aras olarak kayıtlı ama askeriye sayesinde kimse onun hayatta olduğunu bilmiyordu, bizden bir parça olduğunu bilmiyordu. Bizimle geçmişi ile bağlantılı olan her şeyi koparttık. Ama yıllar sonra sosyal medyada ile uğraşmaya başladı. Ailemiz daha çok gündeme gelince değişti her şey. Herkes öğrendi onun hayatta olduğunu ama hiç bir ekranda olmasına izin vermedik. Asla tek kalmasına izin vermedik, hep peşinde birileri oldu. Bu yıllardır böyleydi senin gelişine kadar." Alparslan'a bakarak sözlerini tamamladı.

"Onu koruyor ve seviyorsun. Sana gözüm kapalı güveniyorum. Benim bildiklerim bu kadar, sana yalan söyledim. Hep iyiymişsin gibi yaptık. Sen her yol kat edemiyorum diye omuzumda ağladığında kendimi asla affetmedim ama ne olursa olsun senin için yaptım. Eğer unutmanı değildi, hatırlamanı seçseydim şuan karşımda olmazdın." amcamın dolu kahveleri akmaya başladı. Karşımda koca adam ağlıyor ve ben hiç bir tepki veremiyorum. Gözlerim salonda olan herkesin üstünde tek tek gezdirmeye başladım. Mert, yengemde amcam gibi ağlıyordu. Sevdiğim adamın lacivertlerine baktım ama benim dışımda her yerde geziyordu gözleri. En sonunda bakışlarıma karşılık vermişti, lacivertlerine kurban olduğum adam benim yerime yaşadıklarıma ağlıyordu.

"Ben anlamıyorum. Hatıralarım da bir adam ve onunla hiç iyi bir anım yok. Yüksek sesten o yüzden korkuyorum. Büyük ihtimalle bu yok olduğum bir ayda oldu ama uyuşmayan şey ise ben bu adamı büyüyünce de görüşmüşüm, sen diyorsun ki hep takip ediliyorsun o zaman bu adam kim biliyor musun?" Umut dolu gözelerimle amcama baktım. Kaşlarını çattı sanki böyle bir soru beklemiyor gibiydi.

" Ordu vardı kızım senin peşinde bir an bile tek kalmıyordun. Olsa haberim olurdu..."

"Olmuş amca. Kafamda kurmuyorum. Anılarımda bir adam var ve bu adam hem küçüklüğümde var, hem de büyürken. Adamla her an kavga ediyorum. Beni karanlık bir yere kapatıyor, bunlar küçüklük anlarımı hatıralarım ama yıllar geçiyor ve ben bu adam ile kavga ediyorum. Konu ne bilmiyorum ama adamla baya hararetli kavga ediyorum, adamın kafasına bir şeyler atıyorum ve adam beni durdurmak istiyor sonrası yok. Nasıl oluyor anlamıyorum, hiç görmedin mi bu adamı, yıllarca peşime adam taktıysan ben nasıl buluştum bu adamla?" Kafamın içi karma karışıktı. Bir çok anlamsız gelen yerler vardı. Bir çok çıkmaz sokak vardı.

"Peşinde olan askerler ile bizzat konuşacağım, araştırmam gerek. Gerekirse bakmadık iğne ucu kadar yer bırakmam ama o adamı bulacağım." Dedi Alparslan. Ortamda derin bir sessizlik hakim oldu, kimse konuşmak istemiyordu.

Ben hariç ortamda herkes konuştu, ben sadece susup kenarda dinlemiştim. Aslında hatırlasam herkes daha rahat olacaktı, şuan herkes için kendimi sorun olarak görmeye başladım. Acaba benimle aynı fikirde mi diye hepsini dinliyor, izliyorum ama kimse ne öyle bir bakışta ne de ima da bulunmuştu hepsi oturmuş beni nasıl koruyacaklarını ve neler olabileceğinden bahsediyordu. Ben hala amcamın çoğu cümlesinde takılı kalmıştım ama asıl dikkatimi çeken yer; 'Eğer unutmanı değildi, hatırlamanı seçseydim şuan karşımda olmazdın.' bu cümleden anladığım yer doğru muydu? Ben intihar mı etmek istemiştim, ben intihar etmek isteyecek kadar ne yaşamıştım? Ben kimim, aklımda daha nice sorular vardı ama cevabını alacağım insanlar toprak altındaydı.

"Ben ölmek mi istedim?" Titrek sesim salonda bomba etkisi yarattı, hepsi sustu ve bakışları benden başka her yerde dolanmaya başladı.

"Küçüktün... On yaşında var ya da yoktun..." yengem bu akşam ilk defa konuştu. Beni o mu kurtarmıştı... Nefes alamıyorum, duyduklarım, hatırladıklarım ağır geliyor.

GEÇMİŞ, İNTİHAR GECESİ

YAZAR ANLATIMI

Koca evde derin bir sessizlik vardı, herkes saatten dolayı uyuyordu. Tek bir kişi hariç, mihriban gecelere küsmüş bir çocuk olarak uyanıktı. En korktuğu anlar ve gelmemesini istediği anlar gecelerdi. Geceler onun için zor ve katlanılmaz. Odadan çıkıp mertin odasına gitmek istedi her korktuğunda yaptığı gibi, mert onunla beraber uyur ve masal anlatır diye düşündü. Yastığını kucağına aldı ve odasından çıktı bu sırada ev karanlık değildi, yengesi gece korkarlar diye her zaman salonun loş ışıkları açık bırakıyordu. Yengesini ve amcasını, merti düşündü, onları seviyor ve değer veriyor ama kimse ile belli kelimeler hariç iletişime geçmiyordu. Bir geceleri mert ile konuşuyor ve ona Alparslan'ı anlatıyor. Mert kendi kendine uyuyana kadar asla sus mih demiyor onu dinliyor ve onunla gülüyor. Mihriban, mertte adeta alparslan'ı, abisini bulmuştu. Onlara benziyor mert diye düşünüyor. Mertin odasına doğru giderken merdivenlerde bir karartı belirdi.

"Alp..." Mihriban'ın ses tonu neşeli ve heyecanlı çıkmıştı.

"Mih gel benimle." Alparslan, küçük kıza elini uzattı yanına gelmesi için.

"Gelirim, iyi ki geldin alp. Çok özledim seni nerelerdesin?" Mihriban kaşlarını çatmış karşısındaki bedene bakıyordu.

"Şimdi soru zamanı değil. Tut elimi seni almaya geldim." alp başıyla elini işaret ederken dedikleri ile Mihriban yıllar sonra belki de bu kadar içten gülümsedi.

"Nereye gideceğiz, amcamlara haber vermem gerek." dedi aynı zamanda uzatılan eli tutu.

"Merak etme bundan sonra sadece ben ve ailen olacağız." Alpin dedikleri ile Mihriban heyecanlandı, beni ailemin yanına götürüyor diye düşünmeye başladı.

"Ama amcam ailen öldü dedi. Onlar cennettin en güzel yerinde beni bekliyorlarmış. Zamanı gelince gidecekmişim." evet amcası aynı böyle demişti. Annesinin ölü bedenini gören bir çocuktan ve ailesinin ölümünü izleyen bir çocuktan ölümü saklamak saçma olurdu. Mih, alp'in elinden tutu ve arkasından ilerledi. Alp karanlık banyoya girmişti ve eline bir jilet alarak küçük kıza uzattı ama mihriban almak yerine sadece baktı.

"Onu almam, yengem onun kesici alet olduğunu ve almaman gerektiğini söyledi." diyerek almayı reddetti boş bir çabayla, alp ısrarla uzatmaya devam etti.

"Al, yalan söyledi. Ailene gitmeni istemiyor." diyerek Mihriban'a ısrar ile vermeye çalıştı. Mihriban ailesinin yanına gitmek istediği ve alpe güvendiği için aldı jileti.

"Ne yapacağım bunu, nasıl aileme gideceğim?" Mihriban küçük ama yanı zamanda zeki bir çocuk olduğu için bu küçük kesici aletin onu nasıl ailesine götüreceğini anlamamıştı.

"Bak şimdi bileğine şöyle yaparak ailene kavuşacaksın, biraz ağrıyacak ama kurtulacaksın." Alp nasıl yapacağını göstermiş ve heyecan ile yapmasını beklemeye başlamıştı.

"Acır mı?" titrek bir ses ile sordu mihriban, korkuyordu canı daha fazla acımasından.

"Acır ama hemen geçecek ve ailene gideceksin. Burada daha fazla acımıyor mu canın?" alp çok ikna edici konuşmuştu. Mihriban kısa ve hemen geçeceğini düşünerek aynı alpin gösterdiği gibi bileğinin üstünde konumlandırdı, daha sonra Alparslan'a baktı, "Mavi alp seni seviyorum." dedi küçük kız. Bunu içinden geldiği için demişti, alp sadece gülümseyerek heyecan ile beklemeye devam etti. Mih daha fazla bekletmemek adına aynı alpin yaptığı gibi jileti bileğinde hareket ettirmek üzereyken bu sırada banyonun ışığı açıldı.

"Bırak onu!" diye bir ses yükseldi arkasından. Hızla arkasını döndü, bu sırada elindeki jileti korkudan yere düşürmüştü.

"Yenge..." dedi anlamsız bir sesle. Yengesi korku dolu bir ifade ile yanına geldi.

"NE YAPIYORSUN SEN?" efsun korkmuştu, ses tonu korku ile yüksek çıkıyordu. Küçük kız az daha yetişmese intihar edecekti. Efsunun eli ayağı boşalmıştı ve korkudan aynı mihriban gibi titriyordu. Bağırma seslerine ömer ve mertte kalkmıştı. Efsun o kadar bağırmıştı ki herkes telaş ile banyo ya koştu.

"Ne oluyor?" Ömer'de korku dolu bir sesle sormuştu, karısının başına bir şey geldiğini düşünerek kalkmıştı yataktan.

"Nasıl yaparsın bunu, ben sana buna dokunmaman gerektiğini ve onun tehlikeli olduğunu anlatmadım mı?" Efsun sakin olmak adına derin derin nefes alıyor ama başarılı olduğu çelişkiliydi.

"Yenge, alp dedi." mihriban eli ile yanını gösterdi. Yengesinin ona kızmasını istemiyordu. Yengesi ilk defa bu kadar kızgın ve sert görüyor aynı zamanda. "Alp konuşsana." dedi küçük kız ama başını alpin durduğu yere çevirdiğinde alp yoktu.

Alp yoktu...

Alp hiç olmamıştı...

Sanrı görmüştü, halüsinasyon görmüştü.

Banyo'da bulunan herkes olayı anladı. Mihriban yine halüsinasyon görmüştü, efsun daha fazla dayanamadı ve küçük kızı kolları arasına aldı. "Yenge gerçekten buradaydı, nasıl gitti ki? Çok mu bağırdık korktu bence." dedi kendi kendine teselli olmak adına.

"Benimle uyumak ister misin?" efsun kızın yumuşak saçlarını okşadı şefkat ile artık daha sakin konuşuyordu. "Önce bileğini tedavi edelim sonra uyuyalım." dedi efsun.

"Ama alp? O beni aileme götürecekti. Yine mi gitti?" umutsuzluk ile omuzları düştü. "Yine mi kimsesiz kaldım ben." Toprağı anımsatan irisleri yengesine inkar etmesi için bakıyordu.

"Sen kimsesiz değilsin, biz varız. Biz her anında yanında olacağız, asla seni tek bırakmayacağız." dedi amcası. Yengesi ve mertte ona katılan kelimeler söylemişti. Daha sonra hep beraber yatak odasına girdiler, ilk Mihriban'ın küçük yarasına pansuman yaptılar daha sonra çocukları ortaya alarak sanki hiç bir şey olmamış gibi efsun onlara masal okudu. Mihriban bu gece olanları bir nebze olsun unuttu ve merte sarılıp uyudu. İki küçük bedende uyudu. Efsun ve ömer yatak odasının terasına çıktılar, ikisi de iyi değildi. Bu gece olanlar onları asla unutmayacaklardı.

"Ben nasıl yapacağım, nerede hata yapıyorum efsun?" koca adam karısının omuzunda ağlıyordu.

"Beraber yapacağız, onu beraber iyi edeceğiz. Belki bocalarız yanlış yaparız ama doğru yolu beraber bulacağız. Onun için en iyisini yapacağız, Ahmet haklı. O hatırladıkça kötü oluyor, belki unutması daha iyi olur." cümleleri insanın içini katlediyordu ama elden gelmeyen sebeplerden dile dökülüyordu. Ne efsun ne de Ömer bunu istemiyordu ama artık dokuz yaşındaki küçük bir kızın geleceği söz konusuydu. Küçük bir kızın yaşaması lazımdı, o abisinden kalan son umut dalıydı.

"Efsun bu kötülük olur. Nasıl ailesini, geçmişini unutmasını sağlarım. Hadi kabul ettik ya bizi de unutursa buda bir ihtimal." Telaş ve korku söz konusuydu sesinde, efsun kocasına hak veriyor ama bu gidişatta hiç iyi değildi.

"Haklısın ama böylede iyi değil. Yaşayan bir ölü gibi, küçücük bedeni o bir ayda ne yaşadı ise ölü gibi. Ne konuşuyor, ne anlatıyor. Yaşayamıyor hatırladıklarıyla." Efsun da haklıydı.

Ömer sessiz kaldı ve düşündü, yeğeni o bir ayda ne yaşadı ise ölüyor gibiydi. Kimseye konuşmuyor ve anlatmıyordu o bir ayı. Koca üç yıl geçmişti ama mihriban asla iyi değildi. En sonunda karı koca en iyisi bu olacağını düşünerek kabul ettiler. Küçük bir ilaç Mihriban'ın hayatını değiştirecekti.

Sessizlik bir çığlık gibi çöktü eve. Kimse konuşmak istemesi, o gece sabah olmadı. Saatler geçmedi.

BÖLÜM SONUUUU

BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ;26.04.2024

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNU?

YAVAŞ YAVAŞ AÇILIYOR GİBİ KİTSP NE DERSİNİZ?

EN SEVDİĞİNİZ SAHNE HANGİSİYDİ?

KAFANIZ KARIŞIT İSE SORUN CEVAPLAYAYIM.

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.03.2025 00:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...