
SEZON FİNALI İLE GELDİM.
BÖLÜMÜ BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYINIZ...✨✨
SudenzBalikci6
Beni takip etmeyi unutmayın, gelecek bölümler ile ilgili haberdar olmak ve SPOİ için takip edersiniz.
KEYİFLİ OKUMALAR...
“KARANLIĞA HAPİS OLMAK.”
~
“Sevmek mi, sevilmek mi?” duyduğum soru ile oturduğum yerde dikleştim. O gün karargahtan tam bir enkaz olarak çıkmıştım, bunu zaten tahmin ediyordum ama daha fazlası olmuştu, bu kadarını ben bile beklemiyordum. Gözlerim orta sehpaya kitlenmiş kalmıştım, duyuyorum ama karşılık vermek için dudaklarımı aralasam da ne diyeceğimi bilemeyerek kapatıyorum.
Bir denek olarak kullanılmış mıydım?
Evet aklımdaki soru ile sorulan sorunun arasında dağlar kadar fark vardı. Gözlerimi orta sehpadan ayırdım ve sessizce psikoloğumu inceledim. Baştan onu gelmem için beni, alparslan ve yengem ikna etmişti. Mert ne karar verirsem yanımda duracağını söylemişti sadece. Amcam... O ise sadece susmuş ve beni izlemişti. Onunla o geceden sonra muhatap olmamıştık, ikimizde sadece birbirimize kaçak bakışlar atıp susuyorduk. Konuşacak cesarete sahip değildim. Ona kızgın mıydım, yoksa kırgın mı? İşte bunu da bilmiyorum ki. Ailemden sonra en büyük desteğim olmuş adam. Kendine göre doğru kararlar aldığını düşünmüştü, bu kararı almasına onu ben itmiştim. Belki almasa şuan hayatta bile olmaya bilirdim. Ama bu onu haklıda çıkarmazdı... Bu öyle bir sınavdı ki... Nereden tutsam ve ayakta durmaya çalışsam oradan darbe yiyorum. Hayat sanırım beni istemiyordu. Dağılmış düşünceli bakışlarımı en sonunda toparladım ve zorda olsa iki kelam etmek için harekete geçtim.
“Sevilmek...” dudaklarımın arasından çıkan fısıltı odada duyuldu. Ahmet amca yani psikoloğum bana bakıyor dikkatle, sanki bende bir şeyleri çözmek ister gibiydi.
Adaman işi bir şeyler çözmek mih!
“Neden?” dedi.
“Sevilmemek çok acı, hayatımda yeterince acı ve dram var.” Diyerek geçiştirmeye çalıştım ama yemediğini bana olan dik ve gerçeği anlat diye haykıran bakışlarından anlıya biliyorum. “Tamam. Sevilmek çünkü, alparslan beni sevmeseydi şimdiye ölmek isterdim. Ne kadar hayatım da olmasa da, rüyalarım da her zaman benimleydi. O yanımda yokken bile bana güç veriyor ve beni ayakta tutuyor. Bunu biliyorsunuz, size bahsetmiştim. Rüyalarım da yüzü olmayan her zaman yanımda olacağını söyleyen çocuk... Alparslan. O yanımda yokken bile aslında benimleydi. Beni bu kadar sevmeseydi eğer düşünmek bile istemiyorum. Sevilmemek çok acımasızca, kimse tarafından sevilmemek ve kimsenin ilk tercihi olmamak düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Sevilmek bu dünyayı benim için katlana bilir hale getiriyor, kısacası eğer alp beni sevmeseydi...” Durdum ve derin bir nefes aldım, devamının dudaklarımdan intihar etmesini bekledim. Yapmaya cesaretim vardı ama söylemeye yoktu işte.
İntihar ederdik demi mih?
“Neden durdun?” İfadesiz sessinden ve devam etmemi isteyen bakışlarından dolayı rahatsızca yerimde kıpırdandım. Ona göre bunu demek kolaydı.
“Yapmaya cesaretim varmış ama dile getirmeye yokmuş. Alparslan ve amcamların sevgisi olmasa hayatta olmazdım. Ya da dünyanın en kötü insanı falan olurdum. Tabiki de sevilmeyen herkes kötü diye bir kaide yok ama genel sorunumuz sevilmemek. İntihar etmeye çalışmışım ben... Eğer yengem olmasaydı ben ölecekmişim. Bunu bu yaşımda kaldıramıyorum, o yaşımda ne yaşamış olabilirim ki ölmek istedim diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ben hayattı, yaşamayı her şeye rağmen çok severim... Benim gibi hayatı seven birisini nasıl ölmek isteyecek potansiyele getirmişler...” Dudaklarım arasından çıkan her kelime urgan olup boynuma dolanıyor, şuan karşımdaki psikoloğuma bir itiraf yapmıyorum, kendime itiraf ediyorum. Sakladığım düşüncelerim bir bir dökülüyor ortaya. Düşüncelerim sayesinde aklımı yitirecektim. Durdum, ne dediklerimi ve asıl düşüncelerim ile durdum ve boğazımı biraz nefes almak adına ovaladım.
“Peki son olanlardan sonra...” diyeceğini anladım ama bunu şuan konuşmak istemiyordum.
“Size nasıl mı güveniyorum?” diyerek tamamladım cümlesini. Aslında denek olayını diyordu ama dedim ya konuşmak istemiyorum. Onun yerine psikoloğum ile yüzleşmeyi tercih ederim.
“Ben hastam için en doğrusu ne ise onu yaparım. Bunun için senden özür dileyemem, amcan da dileyemez çünkü unutmak isteyen sendin. Unutmak istedin, o gece yengen orada olmasaydı ölecektin. Sen geçmişinden kaçmak istedin ve orada ne yaşadın ise ondan da kaçtın. Bunun için bize kızgın ve kırgın olabilirsin bu senin en doğal tepkilerin. Sadece şu zaman kadar sana rol yaptığım için özür dilerim.” Ahmet amcanın sözü bitti ve sustu. Benden bir cevap bekledi. Sessizce dakikalarca gözlerimin içine bakarak bekledi.
“Size kızgın değilim, çünkü benim için sıradan bir doktorsunuz. Sadece ben hatırlamak istiyorum diye saatlerce ağladığım günler için kırgınım. Bana daha önce anlatmalıydınız. Amcama kırgınım, ona değer veriyorum hem de onu... Böyle sanki her an arkamdan bir şey saklıyormuşsunuz gibi hissediyorum. Bu güvensizlik hissi çok kötü, sadece amcam da değil üstelik.” Diyerek sustum.
HEMDE ONU İKİNCİ BABAMIZ OLARAK GÖRÜYORDUK DESENE MİH...
“Kim?” dedi.
Sustum aklıma geleni dilime dökemedim. Biliyordum ve bildiğimden korkuyorum. Haklı çıkmaktan korkar mıydı insan? Korkuyorum... Eğer aklıma gelen doğru ise olmaması için elimden geleni yapacaktım. Ya olduysa o zaman ne yapacaktım. Nasıl ayakta kalırdım. Kendimi dipsiz bir kuyuya düşmüş ve çıkamayacağımı bildiğim halde boşa çabalıyormuş hissediyorum. Oda da daha fazla durmak istemediğim için kalktım ve daha fazla tek kelime etmeden çıktım. Kapıyı kapatmadan önce gözlerime baktı, beni anlıyormuş gibi baktı bana. Hemen kapattım ve acele adımlar ile arabama doğru ilerlemeye başladım. Klinikten çıktım, karanlık ve sessiz otoparkta duran arabama binip kendi evimin yolunu tuttum.
Alparslan’ın bizim için aldığı evimize gidiyorum. Ama bundan ani karar ile vazgeçtim ve amcamlara sürdüm. Evde mi bilmiyorum ama evde olmasını umarak rotamı değiştirdim. Alparslan, denek ve Hilmi olayı için karargaha gitmişti. Bu sıralar çok fazla bu konu üzerine çalışıyor ve işin aslını öğrenmeye çalışıyor, gerçekten olacaklardan korkuyorum. Aslında bir doktora görünmeyi teklif ettim ama bu olayın o kadar kolay olmadığını söylemişlerdi bana. O kadar kolay olsaydı şimdiye kadarki tüm doktor tedavilerimde fark edilir demişlerdi. Alp bu yüzden eve geç geliyor günlerdir, genelde evde tek başıma ya da kızlar ile oluyorum. Bestenin karnı baya belli olmuştu hatta doğuma az kalmıştı, melike ise uraz ile evlilik yolunda sağlam adımlar ile ilerliyorlardı. Yakında düğünleri vardı.
Hayatı bir bok olan ben ve alparslan’dık sanırım. Aslında alparslan da değildi. O sadece beni sevdiği için hayatı bok oluyordu, oysa beni bıraksa kendi hayatı gayet rahat geçerdi. Kendime onu fazla görmeye başlamıştım, biliyorum bu çok saçma ama şu sıralar sağlıksız bir çok düşüncem var. Bunu yıllar önce deseydim eğer beni döverdi kesin, bu düşünce ile kendi kendime güldüm.
Ayaz ve ela...
Onlar iki imkansız aşk gibi duruyordu, ayaz kendi içinde bir şeyleri kabul etmiş ve artık adım atmaktan korkmuyordu ama bu seferde ela istemiyor. Bu çocukça önce beni istemedin falan kısasa kısası değildi. Artık yorulmuş ve kendini çekmişti, şimdi koşan ayazdı ama eladan tepki alamıyordu.
Benim kızlar ise kendi halinde takılıyor, Asel ile her hafta istisnasız konuşuyor ve haftalık rapor veriyoruz birbirimize. Diğer ikisi şuan yurt dışında tatildeydi, kendi hallerinde mutluydular. Hep Beraber uzun uzun konuşuyoruz. Aklıma gelen yeni çiftimiz ile gülümsemeden edemedim. Selim ve Ayşe...
Aralarındaki çekim baya hissediliyordu, hatta bu akşam bize gelecekler ve bu sefer onları da getirmelerini istemiştim. Çocuklar için eve gidip çeşit çeşit tatlı yapacaktım. Sahilde karşılaşmamız üçünün de hayatını değiştirmişti ve bu hallerinden mutluydular. Onlar mutlu gördükçe alp ve bende mutlu oluyoruz. Benim hayatım sorunsuz gitmiyordu ama o iki çocuğun hayatı sorunsuz olsun istiyorum. Bunun için yakinen ilgilenmeye çalışıyorum, tabiki de her şeye yetişemiyorum o yüzden selimden yardım alıyorum. Kafem ise hala ayakta duruyordu celal sayesinde, ben ne kadar yetişmeye çalışsam da olmuyor. Kendi sorunlarımdan oraya vaktim olmuyor, elim bir türlü değmiyor. O yüzden celale bırakmıştım. İmza veya kontrol amaçlı gidiyorum arada, şu olaylar arasında kendimle bile zor ilgileniyorken bide çevreme yetmeye çalışıyorum.
Sonunda amcamlara geldim ve arabamı her zaman olduğu gibi yerine bıraktım. Benim geldiğimi gören çalışan kapıyı açmıştı. Derin bir nefes aldım ve içeriye adım attım. Çocukluğumun yarısının geçtiği o eve geliştim.
“Evde birisi var mı?”
“Evet amcanız evde.” İçeriye girdiğimde ardımdan kapıyı kapattı. Omuzlarımı dikleştirdim ve amcamın veranda da bulacağımı bildiğim için oraya doğru ilerlemeye başladım. Evde sadece benim topuk sesim yankılanıyordu. Ardından verandaya çıktım ve benim topuk sesime eşlik eden birde Ahmet kayanın sesi duyuldu.
Ahmet kaya- Şafat türküsü...
“(...)
Beni burada arama, arama anne
Kapıda adımı, adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparım anne, ağlama
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparım anne, ağlama...”
Kapı eşliğinde adımlarım durakaldı, amcam hemen camın yanında oturuyor ve Ahmet kayaya eşlik ediyor. Yanık sesi ile eşlik etmeye son verdi, benim geldiğimi anlamıştı. Eli ile yanındaki boş yere iki defa vurdu. Komutuna uyarak yanına oturdum ve aynı onun gibi sessizce dinledim. Bu sefer şarkı değişti ve yine Ahmet Kaya’dan Giderim doldu kulaklarımıza. Ona da kısık ses ile ben eşlik ettim. İkimizde konuşmuyorduk ama bizim yerimize konuşan Ahmet kayaydı. Şarkı bitti, bizde bittik.
“Konuşmamız gerek.” Aslında ne konuşmam ve neden geldim bilmiyorum. Terapiden çıkınca buraya gelmek istemiştim ve şuan buradaydım.
“Ne diyeceğimi veya nasıl yüzüne bakacağımı bilmiyorum. Ama şunu demek istiyorum eğer yine ölmemen için böyle bir karar verilmesi gerekseydi, yine aynı kararı verirdim.” Amcamın net çıkan sesini duyunca irkildim, korkmamıştım sadece kendime gelmiştim.
“Amca... Buraya gelirken, ilk defa geri gitmek istedim...” araya girmeye çalıştı ama hızla mani oldum. “Hayır ben konuşmak istiyorum. Burayı evim gibi gördüm, ailemi kayıp ettikten sonra burası benim yeni evimdi, yuvaydı ve yeni hayatımdı ama yıllar sonra bu hayatımın, bir plan program ve benden habersiz arkamdan dönen işler olduğunu öğrendim. Amca, en önemlisi ben yıllardır unuttuklarım için dizlerin de ağladım, çocukluğumun çogu gece hastane odasında omuzunda ağladım... Kendime her zaman güvendesin dedim ben, bu evde kimse sana zarar vermez dedim ama sen...” İkimizde derin bir nefes aldık. Buna çok ihtiyacımız vardı. “Sen, benim güvenli limanımı yerle bir ettin, sakladıkların ve hala saklamaya devam ettiğin şeylerden sonra sana güvenemiyorum. Bana zarar vermeyeceğini biliyorum... ki en büyük zararı vermişsin ama, neden unutayım istedin? Bu çok büyük bir ceza değil mi bana? Zaten hayatım yerle bir olmuştu, anılarımı aldınız. Hadi hepsini anlıyorum diyelim ama amca ben, seni ikinci babam olarak görmüştüm. Öğrendiğimden belli kendime tek soru soruyorum biliyor musun; Acaba amcamın yerinde ben olsam nasıl bir yol izlerdim? Dedim kendime. Şuan bu yüzden yanındayım işte, sana ne kadar kırgın, kızgın olsam da yaşamam için unutmamı seçtin. Anılarımı aldınız, beni ben yapan her şeyi aldınız. Bu hastalığın tedavisi nasıl unutmka oluyor? Sana kalbim doğrulur mu? Evet doğrulur ama bunun için ikimizin de zamana ihtiyacı var. Uzun bir zamana hem de...” Elli küsür yaşındaki amcam karşımda ağlıyordu, pişman olduğu için mi ağlıyordu? Yoksa aramıza aşılması zor bir duvar koyduğu için miydi? Amcam’ın bir şeyler sakladığını hep biliyorum, bunu biliyorduk ama bu kadar kırılacağımı hiç hesaba katmamıştım. Bir yanım onların haksız çıkmasından yanaydı her zaman ama haklı çıktılar. Yine ben dışımda her kes haklı çıktı.
Ona hak veriyorum ama bu ona kızgın ve ya kırgın olmadığım anlamına gelmiyor işte. Bazen insanları çok sevdiğimiz için kırılıyorduk. Amcamdan, yengemden böyle bir darbe beklemiyordum. Belki abartıyorum, onlar ile yıllarca unuttuklarım ile savaştım. Onlar ile beraber gece kabuslarım ve krizlerim ile savaştım, belki hatırlasam ve geçmişten birisi yanımda olsa daha kolay atlata bilirdim ama onları unuttum. Geçmişimi unutturdu ve geri hatırlamam için yıllardır tedavi görüyorum. Bildiğim her şey tek tek yalan çakıyor ve altından asla beklemediğim insanlar çıkıyordu.
“Ben yaşaman için en iyi yolu seçtim. Ne desen haklısın ve haklı olmaktan nefret ettiğini görüyorum... Sen benim küçük kızımsın, dizin kanasa benim ki daha fazla acır. Bu hiç bir zaman değişmedi, bana hak veriyorsun ya da vermiyorsun fark etmez. Ama bunu sana daha önce anlatsam kaldıramazdın. Farkında mısın, yanındaki adam gücün oldu. Sen tek başına da güçsüz değilsin ama şuan sırtını yaslayacak bir limanın daha oldu. Ben o zaman senin için en iyi olacak hayatı seçmek istedim, asla aileni unut istemedim ama yaşa istedim. O ölüm köprüsünde durma istedim, daha çocuktun ölmek isteyen bir çocuk... Bu karar benim içinde zor oldu ama yaşa istedim güzel kızım, abimin mektubun da dediği gibi seni en iyi şekilde yaşatmak istedim ama yanlış karar verdim. Unutursan daha iyi olursun ve hayatına daha kolay olur sanmıştım. O zaman Ahmet sadece anılarını unutacak demişti ama işler istediğimiz gibi gitmedi, gündüzleri unuttun anılarını. Geceler ise cehennem gibiydi senin için... İstediğimiz hayatı veririz sandım ama verememişiz. Bunun için pişmanım, elimden ne gelirse yapmak istiyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Sende derin bir iz bıraktığımı farkındayım. Yengen ise oda benim gibi, perişan. Sen yaşa diye unut istedik ama sen yaşarken ölmeye başladın bu seferde.”
İkimizde çok yara almıştık, o kızı yerine koyduğu beni kayıp etmişti. Ben ikinci defa babamı kayıp etmiştim. Hatalıydı ve bunu kabul ediyordu, bende haklıydım ama bundan nefret ediyordum. Bundan sonra nasıl bir yol izlerim bilmiyorum, aynı zamanda onu yanımda istiyorum ama ona güvenmiyorum.
“Bana sakladıklarını anlatacak mısın?” çoktan ağlamaya başlamıştı, ben ise sadece boş boş bakıyorum. Evime gidip Alparslan’ın dizinde ağlaya bilirim ama hayır, kendimi devamlı ağlayan ve mızmızlanan bir çocuk gibi hissetmeye başladım.
Belki de çocukken ağlayıp sızlanmadığımız içindi.
“Anlatacağım. Abim, bana bir mektup bıraktı ve orada sana en iyi hayatı sunmamı ve seni korumamı istedi. Bunları zaten biliyorsun ama bir şey daha vardı. Seni hiç bir akrabana vermemi istemedi, benim büyütmemi ve hiç biri ile görüşmeni istemedi. Ölmeden önce zaten her şeyi ayarlamış, nasıl bir hayatın olacağını o seçmiş. Doktorlarına kadar o seçmiş ve ayarlamış. Ahmet, babanı çok yakın arkadaşı. Onu seçmiş ama neden bilmiyorum, bende çok aradım. Araştırdım ama bir yerden sonra hiç bir şey bulamıyorum. Sen yok gibisin, gece ansızın bir yangın çıkıyor ve siz ailecek ölüyorsunuz. Ev patlıyor ve kimse kurtulamıyor. Dediğim gibi hepsini önceden ayarlanmış, yani öleceklerini biliyordu. Senin yaşayacağını biliyordu... Bunu nasıl biliyordu işte burası muamma, yıllarca peşinde sayısız asker takıldı, yıllarca uzaktan korundun ve bunların hepsi planlıydı. Eğer şuan hayatta olsaydı, korgeneral olacaktı. Adamda öyle bir yetenek vardı ki, ölünce bile hala yaşıyor gibi pezevenk. Sana anlatacaklarım bu kadar, aslında seni ben ya da devlet korumuyor. Baban koruyor... Bildiklerim daha fazla var ama anlatacaklarım bu kadar. Senden son kez bir şey istiyorum, bu oyun çok kirli. Kendini sakın tehlikeye bodoslama atma, her zaman keskin zekanı kullan. Kimseye güvenme, herkes yalan çıkabilir. Ölüler ölmemiş, hayatta olanlar ölmüş olabilir. Alparslan’a güven, aşkınızı yaşayın ama gözlerin açık olsun.” Sesinde gizli bir uyarı sezdim, ne anlatmak istediğini anlayamadım ama o uyarıyı aldım. Dudaklarımı araladım ve ne demek istediğini sormak istedim, bana bir şeyleri yarım yamalak ya da yanlış anlatmasından sıkılmıştım. Doğrusunu bildiğim yalanları dinlemek yıpratıyor insanı.
Amcam ile konuşmamızın ortasında verandaya giren Alparslan ile susmuştuk, ben öğrendiklerimi sindiremeden bir yeni bir şey öğreniyordum. Bunları Alparslan biliyor muydu? Sessizce yanıma oturdu ve bana destek olmak ister gibi bakıyor, gözleri sanki çok şey anlatmak istiyor ama diline mühür vurulmuş gibiydi.
“Neden geldin?” Kaba olabilirim ama merak ettim. Ağlamaktan detone olmuş sesimi duyunca kaşları çatıldı, gözleri biran olsun üstümden ayrılmıyor hasar tespiti yapıyordu.
“Seni tek bırakmak istemedim, bana ihtiyacın olur diye.” Bende olan bakışları bu sefer yanımda oturan amcama döndü. İkisinin bedenleri gözle görülür şekilde gerildi. Aralarında kaçırdığım bir problem mi olmuştu?
YETİŞEMİYORUM BİR SAKİN KALIN ARTIK!
“Doğru yapmışsın.” Dedi amcam. Aralarında bakışlarından bile belli olan gerginliğe bir anlam verememiştim.
“Güzelim, eğer işin bitti ise gidelim mi?” Alpin sanki bir şey saklayan bir havası vardı. Amcam anlamış gibi duruyor ne sakladığını ama ben bir türlü anlam veremedim, soğuk bakıyor ve gözlerime bakmamaya özen gösteriyor. Bu hareketi beni daha da şüpheye düşürdü ama yakında kokusu çıkar diyerek temkin ettim kendimi. Kısık gözlerimi inat ile sevgilimin üstünden çekmedim.
“Bitmişti. Odamdan değerli eşyalarımı almam gerek bekler misin?” Aslında bitmemişti ikimizde biliyorduk. Biten şey bizdik, amcam ve benim arama büyük bir duvar örülmüş ve artık bitmiştik.
“Beklerim bebeğim.” Demesi ile onları ne kadar istemesem burada bulunan odama çıkmak için onları yalnız bıraktım. Burada her eşyan duruyor, yanıma çok eşya almamıştım. Derin bir nefes aldım ve hızlı hareket etmek için elime bir poşet aldım, oyuncak ayımı olsun bir kaç anlamlı hediyelerimi yanıma aldım. Bu odama seviyorum ama bende çok fazla iyi anıya sahip değildi, krizlerime, acılarıma, geçmişime ortaklık etmişti. Kaçışlarım da sığınak olmuştu. Odamı belki de son defa inceledim. Her yerde küçük mert ve mihriban canlandı zihnimde, en sonunda yavaş adımlar ile odamdan çıktım. Buraya veda etmiyorum. Bir gün tekrar geleceğim ama burayı aynı bulabilecek miydim? İşte orası muamma olan kısımdı. Bir gün bu eve eskisi gibi huzur, mutluluk ile gelir miydim? Zor görünüyor. Evden çıktım ve daha fazla sevgilimi bekletmemek adına verandaya doğru ilerledim, evin her yerinde mert ile anılarımız canlanıyor zihnimde.
“Sizde biliyorsunuz gerçeği demi?” Alparslan’ın kısık ve tehdit dolu sesini duydum. Onları dinlemem asla doğru değildi ama onları dinlememek için geri adımda atmadım.
“Sende biliyorsun. Hatta belki benden fazlasını. Söylesene Alparslan Demir sence affeder mi?” dedi amcam. En az alp kadar kızgın ve tehdit doluydu sesi.
“Bence siz bunu düşüneceğinize nasıl söylersiniz onu düşünün. Yıktınız onu, ne kadar iyiyim dese de asla iyi değil. Benimle bile huzursuz ve yanımda tedirgin. Ne dersem sorguluyor. Çok fazla düşünüyor ve benim elimden hiç bir şey gelmiyor. Siz onun geçmişini unutturdunuz ve kafasını karıştırıyorsunuz. Bu olanlar sadece küçük bir bölümü. Bunun sebebi ne ise, sizin seçtiğiniz bir tercih değil. Seçmek zorunda kaldığınız bir tercih.” Alpin sözleri bitmişti ama amcamın yüz ifadesinde sarsıntılara sebep olmuştu. Saklandığım duvarın arkasından görünmüyorum buna eminim, ki duyduğumu bilse ikisi de susar. Bunu istemediğim için ne kadar sevmesem de dinlemek zorunda kaldım.
“Sen nasıl bilirsin bunu? Sen kimsin Alparslan DEMİR?” Amcamın sesindeki korkusu buradan bile hissede biliyorum. Bu sırada bahçe kapısı açıldı ve ne kadar istemesem de yakalanmamak adına kestim dinleme işini.
“Beyler sohbetiniz bitti ise ben hazırım.” İçeriye girip bir birine düşman gibi bakan ikiliyi böldüm. Bu sırada hemen ardımdan hizmetli gelmişti.
“Ömer bey, Şahin bey geldiler. Kendisini çalışma odanıza aldım.” Dedi hizmetli. Kaşlarım sinir ile çatıldı, daha geç gelseydi eğer bir şeyler daha öğrene bilirdim. Benden yine bir şey saklıyorlardı. Bunun ne olduğunu anlamamıştım, titrek bir nefes bırakarak sağıma soluma baktım. Kafamın içi curcuna olmuştu.
Kafam ne kadar daha karışa bilirdi ki?
Bu işin ucu bok çukuru mih.
Amcam ile konuştuktan sonra çıkmıştık evde, şuan arabamdayım. Evime gidiyorum... İçim buraya gelirken olduğu gibi karalar bağlamamıştı, artık bir nebze olsun nefes alıyorum. Ama son dedikleri... İşte orada her şey karışmıştı. Benim hayatım çok karışık. Benim nasıl bir kaderim vardı? Yanımda olanlar tek tek karşımda olmaya başlamıştı, iki gün tanıdığım insanlar artık daha güvenli olmaya başlamıştı. Hayatım tepe takla oluyor ve ben sadece öğrendiklerim ile ne yapacağımı bilmiyorum. Kime nasıl tepki vermem gerekiyor, babam neden bunları bildiği halde kendini, ailemizi korumadı ya da alp benden ne saklıyor? Yine çıkmaz bir soru yağmurum olmuştu. Eve varınca bunların hepsini tek tek konuşacaktım ama ben yukarıdayken ne konuştular ise ikisi de gergin ve tehdit dolu bakıyordu birbirlerine. Çıkarken son kez amcama bakmıştım, kendisi benden başka her yere bakmayı tercih etmişti. Alparslan kendi arabasına binmişti, ikimizde geldiğimiz gibi dönüyoruz evimize. Orada benden sakladıkları şey her ne ise yüzüme bakamıyor, bakışlarını kaçırıyordu. Bunu eve gidince çözeceğim.
Eve geldik, sessizce bahçede oturuyoruz. İkimizde konuşmak istemiyorduk ama bu sessizlik nereye kadar sürecekti. Onun sessiz kalma sebebini tahmin edebiliyorum. Büyük ihtimalle amcamla olan konuşmalarıydı, benim sessiz kalmam da aynı amcam ile konuşmam ve son olaylardı.
“Seni düşündüren nedir?” Daha fazla sessiz kalmak istemedim, ikimizden birisi mutlaka konuşması gerekiyordu. İstanbul manzarasın da olan lacivertleri sesimi duyunca bana döndü, küçük şekilde gülümsedi ama hiç içten bir gülümseme gibi değildi. Kollarımı göğsümde bağlamış onu izliyorum, bu seferki izlemem farklıydı. Bir mimiğini ve açığını arıyorum ama adam bordo bereli olunca açık vermiyor mübarek.
“Sensin. Seninle geleceğimiz, senin psikolojin sana ait her şeyi düşünüyorum ve en az hasarla bu işi nasıl kapatırım bilmiyorum.” Ses tonundan şefkat ve sevgi akıyor, bakışları bunu destekler şekildeydi.
“Alparslan...” dedim ve aynı saniye alarmların sesi duyuldu, sanki kıyamet kopuyor gibi her şey bir anda oldu. Alparslan yerinden hızla kalktı ve ne olduğunu anlamadan beni arkasında aldı.
“Sakin ol, aşağı kata iniyorsun. Merdivenlerin altında geçit var, duvara dokunduğun an kapı açılır. Oradan hemen merdivenleri in, bir oda karşılayacak seni. Odaya gir ve duvarda kırmızı alarm tuşuna bas. Bizimkiler iki dakika içinde gelir. Ben gelene kadar sakın çıkma.” Diyerek benimle temkinli adımlar ile eve doğru ilerlemeye başladı.
“Saçmalama seni bırakmam.” Diyerek koluna daha sıkı sarıldım. Onsuz hiç bir yere gitmem.
“Mihriban, bu çocuk oyuncağı değil. Hemen gidiyorsun! Unutma ben bordo bereliyim. Sapa sağlam geleceğim.” Benimle beraber evin içine girdi, evin içinde kimse yoktu, hala sessiz seda yoktu.
“Belki kedidir. Baksana kimse yok.” Beni peşinde sürüklemesi ile ilerledik.
“Olabilir ama riske atamam.” Sonunda merdivenlerin oraya gelmiştik, alarm ne için çaldı ise kimse eve girmedi, tek bir silah sesi duyulmadı. “Şimdi dediklerimi yap tamam mı?” dediği sırada geçitti açmak için elimi duvara koydum ve duvar ortadan ikiye açılmıştı, sanki bir kapı gibi. Başımı Alparslan’a dönerdim, o hala çatık kaşları ile telefona bakıyordu.
“Ne oluyor?” telaşlı ve yüksek çıkan sesim ile derin bir nefes verdi. Telefonu kapattı ve cebine koydu.
“Tamam, güvenlik amiri mesaj atmış. Alarmlar kontrol için çalıştırılmış.” Sinir ile kaşları çatılmış, burnundan soluyordu sert sert. Bundan kendisi de hoşnut değildi, bedeni gözle görülür şekilde gerginleşmiş ve oldukça sinirli bakıyor.
“Bu ne saçmalık!” çıkışım ile bana baktı ve hak verirmiş gibi başını onaylar anlamda salladı.
“Bana haber vermişlerdi ama unutmuşum. Özür dilerim.” Bir an yalan söylediğini hissettim, haberi olsa ya da bu kadar basit bir şey olsa neden benden bile sinirli ve gergin duruyordu.
“Alparslan. Hem şimdi, benden ne saklıyorsan konuş, aksi halde kendim öğrenirsem, ebediyete kadar pişman ederim seni.” Keskin ve soğuk çıkan sesim ile ciddi olduğumu anlasın istedim ama ne kadar onu tehdit etmiş olsam da, gülümsedi. Hatta keyifi yerine gelmişti, tüm gün somurtkan şirin gibi gezmişti ortalıkta yeterdi. “Ben dalga geçmiyorum. Senin için mezarcımı araya bilirim.” Omuzlarımı dikleştirdim ve ona üsten üsten bakmaya çalıştım ama ondan kısayım!
GEÇEN YATAK ODASINDA YETERİNCE ÜSTTEN BAKTIK YA CANIM...
“Oha! Senin mezarcın mı var?” eğlenen yüz ifadesi gitmiş, yerine şaşkınlık dolu bir ifade gelmişti.
“Evet, ayağını denk alsan iyi edersin.” Burun kıvırıp diğer tarafa döndüm.
“Hanım efendi, şuan bordo bereli askeri tehdit mi ediyorsunuz?” Şuna bak! Aklınca bana göz dağı veriyor. Başımı hızla tekrar ona çevirdim, burnumdan sert bir nefes verdim.
“Ben Mihriban ARAS’ım değil bordo bereli, Mareşal gelse tınlamam.” Kendimden emin sesim ve mimiklerim ile alparslan’ı dumur etti. Şaşkın yüz ifadesi ve balık gibi duran dudakları ile ciddiyetim her an kayıp olabilir.
“Herkese kafa tutun da şimdi Mareşal mi kaldı?” Resmen alay ediyordu benimle.
“Benimle alay etme, bir bakmışsın seni altıma almışım.” Çok ters anladığını fark etmişsin.
Doğru anladı, geçen altımızdaydı...
“Alabilir misin?” dedi. Ona doğru bir adım attım ve kulağına yaklaştım, elimi omuzların da toz varmış gibi sirkelerdim. “Sen, beni çok yanlış anladın. Ama emin ol, istersem her şekilde altım da olursun.” Belinden aldığım silahını karnına yaklaştırdım. “Mesela şuan sana bir örnek olsun. Bom.” Diyerek geri çekildim. Silahını ona uzattım ve yüzüne baktım. Ben bozulmuş bir ifade beklerken o tam tersi oldukça memnun duruyordu. Bakışları benimle gurur duyduğunu haykırıyor.
Onun askeriyiz aşko ne bekliyordu?
“Seni sevdiğimi ve sana nasıl bayıldığımı daha önce anlattım?”
“Sen bozulmadın mı?”
“Silahı elimden aldığını bile hissetmedim. Bunu nasıl yaptın bilmiyorum ama sana hayranım, bu hayata kimse benim kadar gurur duyamaz seninle.” Gerçekten hayran kaldığını ve etkilendiğini bakışlarından anlaya biliyordum. Cidden bundan memnundu.
“Ee canım hocam çok iyiyse demek ki, seni seviyorum.” Cilve yapıyorum şuan adama.
“Benim ki kadar olamaz ama tebrik ederim iyi öğretmiş. Seni çok seviyorum.” Onunla ne kadar inatlaşmak istesem de bunu yapmadım. Onun yerine beraber benimle mutfağa sürükledim. “Bir şeyler yiyelim.” Dedim.
HOCAMAZ NASIL İNSAN YOLDAN ÇIKARILIR ÖĞRETMİŞTİ MİH, İSTERSEN DENEYELİM.
“Tamam.”
Ben yemek malzemelini alırken, Alparslan salata malzemelerini aldı. Bende hemen evin ses sistemine bağlanıp müzik açtım. İsmail YK- bombabomba ile beraber yemek yapmaya koyulduk. Hayatımız ne kadar gergin ve sırlar dolu da olsa bazen her şeyi boş vermek gerekirdi. Bir iki saat düşünmezsek ölmezdik. Zaten yeterince düşünmüş ve çıkmaz yol yapmıştım. Şarkının en sevdiğim yerinde, kalçamı sallayarak beni izleyen adamın tam karşısında durdum.
Cilve desen var...
“ Www.bombabomba...
Bir güzel bekler burda
O dudaklar, bal yanaklar
Gir de bir bak daha neleri var?...”
Resmen adama cilve yapıyorum, yengem ya da mert hatta kız arkadaşlarım bile benim ne kadar odun ve cilvesiz bir kadın olduğumu savunur ama değilmişim. Bunu karşımda bana gülümseyerek bakan adamdan anladım. Hoşuna gidiyor bu hallerim ve en az onunda kadar bende keyif alıyorum. Elini belime attı ve aramızda olan milimlik mesafeyi de kapattı.
“ Doksan altmış doksan vücudum var
Doya doya bitmez tadım var
Kendime arkadaş arıyorum
Aradığım bana uyacak, dediğimi yapacak...”
Diyerek bana eşlik etti. Elleri belimden yavaş yavaş inerek kalçamı avuçladı. Sanki içine girmememi ister gibi daha çok kendine yapıştırdı. Hemen elleri arasından kaçtım ve ocağa koydum yemeğimin başında durdum.
“Buna hile denir!” Homurdandı.
“Hayır...” Reddettim. Kendimi, bozulan surat ifadesine gülmeden edemedim.
Beraber yemekleri yaptık, zaten az yaptığımız için uzun sürmemişti yapması. Berber yedikten sonra biraz kafa dağıtmak için film izlemeye karar verdik ama sanırım izleyen sadece bendim. Alp yemekten sonra keyifi tekrar kaçmıştı. Yattığım göğsünden ne kadar rahat olsa da kalktım. Filmi dondurdum, “Benimle konuş artık.” Bakışlarını daldığı televizyon dan çekti sesimi duyunca.
“Canını çok sıkacak.” Bunu zaten tahmin edebiliyorum.
“Anladım ama senden duymam en azından bir nebze olsun daha iyi olacak.” Düşünceli şekilde başı ile onayladı beni. Bu sefer yönünü tamamen bana döndü, artık karşılıklı oturuyoruz ve dertli yüz ifadesi yüreğimi dağladı. Bir an hiç demesin istedim.
“Ölmeye gitmiştim, bu görevim Hilmi hakkında dosyayı almaktı. O yüzden yakalandım ve az kalsın ölüyordum. O görevde öğrendim bende, önceden tahmin ediyordum ama sadece bir tahmin ile seni yıkamazdım. Vegas’ta sen ve ayaz kayıp olduğunuz gece net şekilde emin oldum. Ayaz yaşıyor...” Tamam da burada bir sıkıntı vardı, kaşlarımı az daha çatsam gözlerim ile aynı hizada olacaktı.
“Sen, benimle dalga mı geçiyorsun? Ayaz zaten yaşıyor.” Dedim, dediklerini anlamamıştım. Ayaz yaşıyordu zaten, neden bu kadar gerilmişti ki?
“Bebeğim... Benim timim de olan ayaz değil.” Dediğinde sanki doğru sözleri arıyor gibi bir kaç saniye düşündü. “Ayaz...” Dedi ama devamı gelmedi. Bu sefer sözlerini ben kesmedim, aramıza başka bir ses girdi. Bu ses tonunu hayatımda sadece ilk bir kaç yılda duymuştum. Oturduğum yerden hızla kalktım, benimle beraber alparslan da kalkmıştı. Hemen yanım da duruyor, ayaklarım dermansız kalmış gibi geriye doğru bir adım attı. Eğer alparslan elini belime koymasaydı, düşerdim. Beni tutmuştu.
Bizi düşürmedi ama düşmemize sebep oldu.
“Sen kimsin?”
Siz hayatınızda duymayı korktuğunuz ya da cevabini bildiğiniz bir soru sordunuz mu? Ben şuan sormuştum. Karşımda olan adam aynı ona benziyor, eğer hayatta olsaydı ikisi de birbirinin kopyası olurmuş. O kim demeyin! Biliyorsunuz. Babam...
Amcamın bu gün dedikleri beynimin içinde yankılandı. Ne demişti?
“Kimseye güvenme, herkes yalan çıkabilir. Ölüler ölmemiş, hayatta olanlar ölmüş olabilir. Alparslan’a güven, aşkınızı yaşayın ama gözlerin açık olsun.”
Alparslan’a güvenme...
Biliyordu...
Bunca yıl biliyordu ve bana anlatmamıştı.
“Sen...” Çıkmıyor kelimeler dudaklarım arasından, inme inmiş gibi kalmıştım.
“Siz... Hiç mi acımadınız bana?” Bu sırada gözümden bir damla yaş bile akmadı. Beklediğimden soğuk ve dik duruyorum. Bunun sebebi yanımdaki adam ya da karşımdaki değildi.
Ölmemiş abim değildi...
“Benim canım... Benim canım o kadar çok acıyor ki, bunu kelimelere dökemiyorum.” Soğuk ve keskin çıkan sesim ile ortam dahada soğudu, Son bulduğum gücüm ile belimden tutan sevgilimin temasından kaçmak için geriye çekildim. Karşımdaki adama bu gece son kez bakıp, yanımdaki adama döndüm. Tam o çok sevdiğim lacivertlerine bakmak istedim ama gözlerini kapatmış ve kapalı gözleri ardından yaşlar iniyordu, yine benim için ağlıyordu... Yine benim yerime ağlıyordu... Hayır hayır... Bu sefer kendi için ağlıyordu, çünkü bana yalan söylemişti, benden saklamıştı.
“Bana yalan söyledin.” Belki takılmam gereken konu bu değildi ama karşımdaki sorunu yok sayarsam, daha az acır canım diye düşünüyorum.
Bazen bildiğimiz halde insanlara bunu konduramazdık, bende burada aynı hatayı yapmıştım. Bir anda çok güvenmiş ve her şeyin tepe takla olmasına izin vermiştim. Alparslan... Onu suçlamam doğru değildi belki de, nerede hata yapmıştım diye düşünmekten kendimi alı koymadım. Düşündüm düşündüm ve yine doğmak ile en büyük hatayı yaptığımı anladım. Ben doğmasaydım ailem ölmezdi, ben olmasaydım alparslanın hayatı ve daha bir çok kişinin hayatı daha güzel olabilirdi. Başlı başına problem gibi hissediyorum. Bu doğru ya da yanlış şuan sağlıklı şekilde bunu düşünemiyorum, şuan tek düşündüğüm karşımda benden her hangi bir tepki bekleyen iki adamdı. Benden her hangi bir tepki bekliyorlardı ama o kadar donmuş ve hissiz hissediyorum ki, bunu kelimelere dökecek kadar daracığım yok. Sanki cehennemin sıcağın da buz tutmuştum. Evet cehennemin sıcağında artık yanmıyordum ama yanmaktan daha fazla canım acıyordu. Sanki beni bir odaya kapatmışlar ve en fazla nasıl canımı yakacaklarını düşünüyorlar ki her an bir gerçek öğreniyorum. İnsanlar acımasız... Bunu karşımda babama benzeyen adam da çok net görüyorum. Aslında gülmek istiyorum, gülsem bana delirmişim gibi bakarlardı büyük ihtimalle. Canım o kadar çok acıdı ki. Bunu gülerek örtmek ve ben iyiyim demek istedim ama hayır ben iyi değilim. İçimde artçı depremlerin sarsıntısı vardı.
“Benimle konuşur musun?” sevdiğim adamın sesi ile bakışlarımı karşımdaki kapalı tv çektim. En son göğsüne yatmış film izliyordum huzurla ve bu huzurda çok uzun sürmemişti. Onunla konuşmamı istiyor ama onunla konuşacak mecalim var mıydı? Onunla uzun uzun konuşacak ne halim, ne isteğim vardı.
“Alparslan zorlama.” Dedi diğeri.
Diğeri...
Ayaz...
Abim...
Karşımdaydı ve benden her hangi bir tepki bekliyor, başımı benimle aynı gözlere sahip adama çevirdim. Abime... Şimdiye kadar her zaman keşke ailem hayatta olsun demiştim. Şimdi karşımdaydı ve ben sadece boş boş bakmak ile kalmıştım.
“Zorlama alparslan.” Dedim onu taklit ederek. Benim anlamım çok farklıydı, buradan kaçmak istiyorum. Hemen şimdi yok olmak istiyorum ama intihar edemeyecek kadar korkak hissediyorum.
Oysa çocuk yaşımda ölmek istemiştim.
“Sen biraz iyi ol, öyle konuşalım.” Dedi diğeri. Bu benimle dalga mı geçiyor? Bana iyi ol derken, ne demek istedi? Cümlenin saçmalığına gülmeden edemedim, kahkaha atmaya başladım. Kahkahalarımın arasından ikisinin telaşlı yüz ifadesini göre biliyorum ama gram umurumda değiller.
“Ben ne zaman iyi olurum biliyor musun?” Gülmeyi kesmiştim. Artık oldukça ciddi ve dik duruyorum. Cevap vermek yerine dikkat ile yüzüme baktılar. “Siz ikiniz hayatımdan çıktığınızda.” Evet canım acıyınca, acımasız birisi oluyorum. “Biriniz beni yıllardır tek bırakıp ölmediğim için lanet ettirdiniz, diğeriniz beni çok sevdiğini söyleyip yalan söyledi.” Evet bunları ve daha fazlasını yapmışlardı. “Nedense sadece üç gün önce öğrendiğini hissetmiyorum?” bu sorum lacivert gözlerinin içine baka baka kurdum. O çok sevdiğim gözlerinin üstüne bir gölge gibi indi göz kapakları. Her hangi bir cevap vermedi. Yalan söylediğini düşünüyordum. Artık herkes bana yalan söyleyecek potansiyeli vardı.
Üç gün önce öğrenmişti ama bundan hep şüphe duymuştu.
Amcam...
Yıllar boyunca ikinci babam dediğim adam, beni yalanlar ile büyütmüştü ve yalanlar ile avutmuştu.
Alparslan...
Yıllar boyu beni aramış, yıllar boyu beni sevildiğime inandırmıştı.
Abim...
Yıllardır ölü sandığım, rüyalarıma gelmesi için yalvardığım abim... Ölmemiş ve aynı zamanda benim yanımda da olmamıştı.
Ben hayatımdaki üç adamdan darbe yemiştim. Belki diğeri mezarın altında olmasaydı ondan da yerdim bir darbe daha. Babam...
“Konuşalım mı, ister misin?” yumuşak ve sakin ses tonunun altında, telaş ve korku sezmiştim. Sezgilerim her zaman güvenirim, alparslan korkuyordu ama bunun sebebi de bendim.
“Ben gitmek istiyorum.” Yerimden kalktım, benimle beraber onlarda kalktı. Hiç birinin cevabını beklemeden kalktım ve hızlı adımlar ile dış kapıya doğru ilerledim. Peşimden geliyorlardı, “Gitme konuşalım.” Hala onun varlığına alışamamıştım.
Ben kapıya ulaşmıştım ve çantamı aldım, tekrardan kendimi kapıdan dışarıya attım. Evin duvarları üstüme üstüme geliyor, Araban’ın yanına gittim ve hızla kendimi koltuğa attım. En son duyduğum, Alparslan’ın sesiydi “Bırakalım nefes alsın.” Demişti. Nefes almama izin vermiyorlardı ki alayım. Kendimi param parça hissediyorum. Karanlık arabada bir kaç dakika bekledim, en azından biraz sakinleşmeyi bekledim. Bir süre bekledim bu sırada alp çıkmam için bahçenin büyük kapısını açmıştı, hızla açılan kapıdan çıktım. Arabayı çok hızlı kullanıyorum. Sanki herkese olan hıncımı ondan çıkarmak istiyorum. Karanlık ıssız yolda nereye gittiğim hakkında tek bir fikrim yoktu. Sadece dümdüz gidiyorum. Radyoyu da, Porselen kalbim çalmaya başladı. Son sesini açtım ve Sena Şener ile bende söylemeye başladım. Ne kadar anlamlı sözleri var bu şarkıların.
“Benim porselen kalbim
Karanlık bir çağa düşmüş
Tek başına savaşırken
Bir aşka esir olmuş
Yüz bin parça, hepsi sevgisiz
Benim porselen kalbim
Herkese duvar örmüş
Büyük bir kumar ortasında
Gerçeğe göğüs germiş
Yüz bin parça, hepsi çaresiz
Benimle oyunlar oynadın
Kırıldıktan sonra topladın, aynı olmadı...”
Arabayı sağa çektim, ne olursa olsun kimsenin canını tehlikeye atmak istemezdim. Bağıra bağıra sanki içimdekileri döküyormuşçasına eşlik ettim. Bir nebze bile olsun iyi hissetmemiştim, az önce yuva dediğim yerde ne kadar soğuk ve dik duruyorsam şuan tam tersi. Yıkık ve dağılmıştım. Ne hissettiğimi bile bilmiyorum. Öfke, Sinir, Hayal kırıklığı hangisi daha ağır basıyor bunu ayırt edemiyorum. O kadar dağılmıştım ki nefes almak bile zülüm oluyor. Ne kadar arabada bağıra bağıra ağladım bilmiyorum camıma tıklanması ile yerimden sıçradım. Şişmiş ve ağlamaktan kızarmış gözlerim ile kimin vurduğuna baktım.
Mert...
Abim gelmişti.
Acılarıma derman olmak isteyen abim, bende tek yara açmayan kişi.
İlk önce derin bir nefes aldım, ardından kapımı açtım ve çıktım arabadan. Titriyorum, bedenim kontrol edemiyorum. Karşımda bana benzeyen toprak irisleri ile beni baştan aşağı süzen adama baktım. Sanırım sonunda bedenen iyi olduğuma karar vermiş olacak ki beni kolları arasında çekti. Bu anı bekliyormuş gibi daha sıkı sardım.
“Kardeşimin bana ihtiyacı varmış.” Sesi titremişti. Hemen geri çekilmek istedim ama buna engel olarak daha sıkı sarıldı.
“Evet. O kadar çok ihtiyacım var ki.” Omuzunda ağladım bir müddet, asla sesini çıkarmadan susmamı bekledi. Bende dakikalar sonra sustum daha doğrusu tükendim. Bu süreçte elleri ile saçlarımı sevdi, bana güç oldu ve ayakta durmamı sağladı. Yanımda olduğunu hissettirdi ve bunu sözlere dökmedi. Sözlere dökmesine zaten ihtiyacım yoktu, her söze dökülen gerçeklik içermiyordu.
“Biliyor muydun?” Korka korka sordum, ondan da bir yalan duymak istemiyorum.
“Bilseydim, bilirdin.” Yüzümde küçükte olsa bir gülümseme oldu. Doğru diyordu bu vakte kadar benden asla bir şey saklamamıştı ki.
“Teşekkür ederim.” Bu sadece kuru bir teşekkür değildi. Oda bunu anlıyordu.
“Bana teşekkür edeceğin bir şey yapmadım. Sen, benim kardeşimsin. Ben her zaman, her daim yanında olacağım ve biliyorsun sana asla yalan söylemem.” Bana güven veriri gibi gülümsedi ama ona aynı şekilde karşılık veremeyecek kadar yorgun hissediyorum.
“Gidelim. Nereye bilmem ama kimse olmasın.” İstediğimi söylediğimde anlayış ile başını salladı.
“Gidelim.” Derin bir nefes aldı, sanki doğru kelimeyi arıyor konuşmak için. “Seni küçükken gittiğimiz yere götüreceğim, bin arabaya.” Diyerek kendi arabasını gösterdi. “Arabanı aldırırım buradan.”
Sessizce dediklerine uyarak arabasına bindim. Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu, mertin bizi kimsenin bulamayacağı bir yere götüreceğine emindim. Zaten bende bulunmak ve çevremde insan görmek istemiyorum. Özellikle o ikisini. Araba dakikalardır yoldaydı, gideceğimiz yer sanırım şehir dışıydı. Bir ara mert marketten bir kaç bir şey almak için indi, sessizce onu beklemiştim. Bu sırada çantam dan telefonu alıp kapatmıştım. Mert sadece peline haber vermişti, ona da sadece bir kaç gün şehir dışında olacağını söylemişti. Zaten benimle olduğunu bildiğini sanıyorum. Mert tekrar arabaya elinde baya çok olan poşetler ile geldi, baya şey almıştı. Beraber tekrar yola çıktığımızda yine sessizlik hakimdi arabada, benim konuşmamı anlatmamı bekliyordu o yüzden tek soru sormuyor sadece bekliyordu. Bende anlatacak derman var mıydı? Yoktu. Burada en çok yine alparslana kızgınım, benden üç gün önce bile olsa gelip bana anlatması gerekmez miydi?
Sen her şeyi anlatıyor musun?
Evet.
Hayır. En son baloda olan adamı anımsadığını ve tanıdık geldiğini dedin mi?
Demedim ama aynı şey değil.
Boyutu ve acısı kıyaslanamaz ama doğru olmuyorsan, doğruluk bekleme. Ne dediğimi anladığını biliyorum, bu yola çıkarken söz verdiniz yalan yok diye ama ikinizin de sakladığı gerçekler var.
Benim için düşünceler ile geçen yolculuğun ardından mert arabayı durdurdu. Ormanın içinde bir eve gelmiştik, burayı hatırlıyorum. Mert ile üniversite zamanı kaçmak istediğimiz ve biz istemediğimiz sürece kimsenin bulamadığı yerdi. Yine bir kaçtığımız da amcam bizi çok aramıştı ama asla bulamamıştı. Bu ev mert’in arkadaşının üstüneydi ve kimsenin bizi bulması imkansızdı. Burada telefon çekmez, ıssız bir ormanın içine yapılmış bir dağ evi. Hava soğuktu, mert ile beraber aldıklarını mutfağa bıraktık. Yoldayken görevlilerden evi düzenlemesini istediği için içerisi sıcak ve ev temizdi. Pis olsa bile umurumda değildi, daha büyük kafa yormam gereken sorunlarım vardı.
“Düşünme artık, fazla düşünmek çıkış yolu buldurmaz. Bazen düşünmemek ve akışa bırakmak gerekir.” Mertin sesi ile ona döndüm. Büyük koltuğa oturmuş beni inceliyordu, evin içi siyah ve krem renkleri hakimdi. Çoğu oda bu renkler hakimdi. Nehir’e bakan taraf boydan boya camdı, kalın özel camlar soğuk geçirmiyor. Derin bir nefes aldım, hayatım dıştan bakıldığında imrenecek gibi duruyor ama asla imrenecek bir hayatım yok. Amcam yıllardır iyiyken ya da kötüyken yanımda olmuştu ve bir kaç günde bir çok yalanı ortaya çıkmıştı. Ölü sandığım abim dirilmiş ve karşımdaydı.
Aşka ölmemiş, dirilmiş değil.
“Düşünmemek elde değil ki. Baban bana bir çok yalan söylemiş. Alparslan bana belki de bir çok konuda yalan söylüyor ve bir gerçek ise ölmemiş olan o.”
“Tamam bak biraz olsun iyi olman için geldik buraya, düşünmen ve kafayı yemen için değil. Kalk bakalım, önce yemek yiyor ardından film izliyoruz ya da oyun oynuyoruz.” Mert oturduğu yerden kalktı ve benim de kalkmam için elini uzattı. Ne zaman elini uzatsa her zaman düşünmeden tutacağım tek kişiydi.
“Tamam.” Ona uyarak kalktım. Belki bu yaptığım kaçmaktı ama kafayı yemekten daha iyiydi.
Düşünmekten kaçıyorsun ama hissettiklerinden nasıl kaçacaksın?
İtiraz etmeden kalkmam onu memnun etti. Beraber Amerikan mutfağa geçtik, dolaplar beyaz iken tezgâh siyah dizayn edilmişti. Mert aldığı poşetler arasından baya bir malzeme çıkardı.
“Oha, öküz mü öldü? Kim yiyecek bunları?” diyerek tezgaha koyduğu malzemelere baktım.
“Valla öküzü bilmem ama ben çok açım. Hemen fırında soslu tavuk ve pilav yapıyoruz, tatlı olarak helva yapıyoruz.” Her şeyi anladım ama helva kısmını anlamamıştım.
“Helva?” dedim. Yüzünde arsız bir sırtıma oldu.
“He, helva. Hani ölülerin ardından yapılan.” Bu mantıklı açıklaması daha çok kafamı karıştırdı.
“Lan! Kim öldü ve ölü olduğundan emin miyiz?” Tereddüt dolu soruma, baya kahkahalar ile güldü.
“Abin ve Alparslan ha bide babam. Bu geceden sonra sen onları sağ bırakmazsın diye düşündüm.” Aydınlanmam ile bende gülümsedim. Bu düşünceyi sevmiştim.
“Burada internet çekmez ama çekse atardık sosyal medyaya.” Cidden az değilim.
“Yapalım gerekirse ben kablo döşetirim.” Cidden az değil.
Sessizliğe son vermek adına televizyondan müzik açtım. Hadisenin sesi kulaklarımızı doldurdu. Hayat bu gün beni tepe takla etmek için uğraşıyordu, Feryat çıkmıştı şansıma. Şarkının sözlerini mırıldanarak yemek yapmaya başladım. Daha doğrusu ben patates soyarken mert tavuğu hazır etmişti bile.
“Ay içim sıkıldı, aç şuradan bir tarkan dudu.” Bana demişti ama benden önce kendi hareket ederek açtı. Bu sefer yanımda oynamaya başladı.
“Ooo, ooo da biliyor
Ooo, ooo da seviyor
Ooo bile bile kafa tutuyor aşka, gözü kara
O yine bildiğini okuyor
Çiçek gibi tazecik, kıymetli bi tanecik
Ana sütü gibi tertemiz
Dudu dudu dilleri, lıkır lıkır içmeli
Gözleri derya deniz...”
Hem eşlik ediyor hem de oynuyor, beni de eşlik etmem için gözleri ile uyarıyordu.
“Sen güldüğüme bakma
Gör de duy da inanma
Tuz buz oldu bu kalp ah on bin parça
Aldığın her nefeste
Attığın her adımda bur’da olsa
Cancağızım yanımda olsa...”
Benimde eşlik etmem ile resmen yemek bahane oynamak şahane olmuştu. Resmen poposunu kıvıra kıvıra yanıma gelmişti. Ona ve saçma dansına gülmeden edemedim. Belini kıvırıyor, poposunu sallıyor ve eli ile deli deli hareketler ediyordu. Aklına bir şey gelmiş gibi hemen durdu ve heyecan ile kumandayı elinde aldı. Ona ayak uyduramasam bile bende düşünmemek adına oynuyorum. Bir anda Tarkan’ın sesi gitti ve roman havası doldu kulaklarımıza. Büyük bir heyecan ile bildiğin roman havası oynamaya başladı.
“Çek anana çek çekte çek babana
Al sana Makedonya
Çek tulumbayı çek çek
Çek arbayı çek çek çek çek
Sür kremini sür sür sür
Yap nispetini yap yap yap yap...”
Yanıma geldi ve beni de kendisi gibi oynaman için ortaya çekti, resmen beraber roman havası oynamaya başladık. Dansöz edası ile bana doğru belini büktü, önümde eğildi. Boş elim ile kafasına acıtmayacak şekilde vurdum. Bir yandan ona ayak uydurmaya çalışıyor, diğer yandan eğlenmeye çalışıyorum. Hayatım da mert gibi bir abim olduktan sonra asla depresyona girmem mümkün değildi. Bu sırada odaya birisi daha girdi. Başımı hızla oraya çevirdim, gelen kişi ayazdı ama bu bizi nasıl bulmuştu? Ben yerimde şokla ona bakarken, mert oynamaya devam etti. Oda fark etmişti ama oynamasına ara vermiyor. Ayaz sanki biz onu davet etmişiz gibi rahatça geldi yanımıza ve kumandayı alarak bitmiş müziği değişti. Bu sefer bildiğin dansöz gibi kıvırmaya başladı ikisi de. Ben sadece köşede nereden buldukları enerjiyi düşünerek izlemeye başladım.
“Şalvarlı mı? (Şalvarlı)
Kaymaklı mı? (Kaymaklı)
Giderli mi? (Giderli)
Zıplatır mı? (Zıplatır)
Çatlayın bakalım (Çat, çat, çat)
Patlayın bakalım (Pat, pat, pat)
[Nakarat]
Ben bir karabiberim
Yuvarlanır giderim
Çok konuşma kaynana
Seni deli ederim...”
Ayaz ve mert beraber karşılıklı oynamaya başladı, aynı zamanda beni ortaya alıp Kibariye ye eşlik ediyorlardı. Bu sırada yine kapı açıldı ve O ve Alparslan hariç tüm tim gelmişti, ben resmen hepsine şokla bakarken, onlar beni yok sayarak oynamaya başladılar. Beste, melike, ayşe bile gelmişti. Çocuklar yoktu sadece.
“Yazık yavrum haberi yok ya inme indi.” Beste bizi ile ortaya çekerek oynamaya başladı.
“Siz nasıl?” dedim. Melike güldü ve yanıma yaklaştı, oda oynuyordu. Cihangir abi bile oynuyordu!
Depresyondan nasıl buraya geldik lan biz?
“Keşif, ay pardon Uraz buldu yerinizi ama merak etme Alparslan ve onun haberi yok.” Hem cevap veriyor hem oynuyordu. Bense put gibi dikiliyorum sadece. Benim için gelmişti hepsi ve benim için komutanlarını yok saymışlardı. Dolu gözlerime inat onlara ayak uydurmak adına bende oynadım. Bunca insan benim için buradaysa bende az da olsa ayak uydurmaya çalışabilirim. Dakikalarca oynadık, dışardan bakan bir göz kesinlikle bizim neşemize özenir ve imrenirdi ama hani derler ya dışı seni içi beni yakar diye işte benim ki o hesap. En son parçamız Delalım oldu. Ayaz halayın başına geçti bende hemen yanında kendime yer edindim. Benim yanım da ise mert vardı ve sıra bu şekilde gidiyordu. Beste yorulduğu için bizi videoya çekmek için durdu. Bir anda ayaz ve mert halayın ortasında geçti ve oynamaya başladı. Salon büyük olduğu için oynamamız kolay oluyordu. Ortada oynayan ikiliden biri ellerinden birini beline koymuş, diğeri ile nereden bulduklarını bilmediğim halay mendillerini sallıyordu. Bir anda davul zurna sesi artı ve bizimkiler artık iyice coşarak bedenlerini titrete titrete oynama başladılar. Onlara selim ve uraz da katıldı, kalan sağlar olarak bizde halayı bozmadan alkış tuttuk. Beste daha sonra izlememiz için her şeyi en detayına kadar kayıt aldı.
Sonunda müzik bitti valla bende bitmiştim. Ben buraya biraz olsun kafa dinlemek ve olanları unutmak için gelmiştim ama çevremdeki harika insanlar buna asla izin vermiyor. Arkadaş konusundan ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anlamıştım. Ne kadar yeni tanışsak bile hepsi benim için buradaydı. Herkes koltuklara kendini atmıştı. Ben mertin hemen yanına oturdum. Ayaz hariç herkes bir tarafa devrilmişti, hala tepemizde son defa eşarbını yan bağlama oynayalım diyor.
Bu ne enerji üstat
En sonunda cihangir abinin emri ile yerine oturmuştu da bizde rahata bindik. Daha sonra ben ve mert tekrar mutfağa geçmek için ayaklandık ama selim, uraz, melike hepsi kalkınca ben tekrar oturdum. Onlar mert ile hallederdi. Ayaz büyük bir heves ile helva kavurmayı kabul etmişti onu da yapan olduğu için ben veranda da hava almak adına tüydüm. Serin akşam havası iyi gelmişti.
Ne kadar istemesem de düşünüyorum, ben bu işin içinden nasıl çıkacaktım. Nasıl olacaktı, Alparslan ile nasıl olacaktım. Omuzlarıma konan polar ile kendi düşüncelerime son verdim. Gelen kişi cihangir abiydi. Başımı ondan yana döndürmedim, oda hemen yanımda durdu ve bir iki dakika sadece akan nehiri izledik.
“Biliyor muydunuz?” Sesim kısık ve güçsüz çıkmıştı. İkimizde birbirimize bakmıyor hala nehire bakıyorduk. Üstümdeki polara daha çok sarıldım.
“Hayır. Sadece Alparslan biliyormuş oda kurtarıldığın da öğrenmiş. Diğer bilenler ise albay ve amcanmış.” Dedi.
“Abi, ben nasıl yapacağım.” Sorudan çok isyan gibiydi benimkisi.
“Sana kolay olacak diyemem ama bildiğim bir şey varsa ise oda alparslan emir verilmediği sürece senden her hangi bir şey saklamaz. Emir büyük yerden geldi mi annen bile olsa susuyorsun. Bu suçunu hafifletmez ama bunu unutmaman için diyorum. Ha, diğer şahıssa gelirsek, ona bir şey diyemem çünkü abin... Ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirim sadece. Kalbinden ne yapmak geçiyor?” Aslında haklıydı ama kırgınlığım gün yüzünde olduğu sürece mantıklı düşünemezdim.
“Alp konusunda haklısın, büyük ihtimalle onu bir kaç sene yüzüne vurur ve süründürürüm ama O aklıma geldi mi, işte bunu bilmiyorum. Aklıma birinin bile yaşaması için ne kadar yalvardığım geliyor. Kaç gece ihtiyacım olduğu halde yoklardı saymadım. Hem kocaman sarılmak ve kollarında ağlamak istiyorum, hem de bir o kadar tekrar ölmesini istiyorum. Sence bunu istemek beni kötü yapar mı?” duygularım o kadar birbirine girmişti ki aynı anda bir çok duyguyu hissediyorum.
“Asla. Bu seni kötü yapmaz, insan yapar. Kırıldın, gücendin ve dağıldın daha dile getiremediğin onca duygun olduğunu biliyorum ama sana bir abi olarak bir şey demek istiyorum.” Derin bir nefes aldı. Başımı geldiğinden belli ilk kez ondan tarafa dönerdim.
“Dinliyorum.” Merak ile yüzüne bakmaya başladım.
“Bunu yapmakta zorunlu değilsin, benim ki sadece fikir. Onunla bir kez olsun konuş, eminim onun da sebepleri vardır. Bu demek değil affet, hayır ne istiyorsan onu yap ama bir defa olsun dinle ki ilerde keşke deme. Benden sana abi tavsiyesi olsun.”
Onunla konuşmak... Benim için büyük bir adımdı, haklı mıydı cihangir abi? Onunla konuşursam içimdeki öfke diner miydi? Ona hak veriri miydim, onu haklı çıkaracak bir sebebi olabilir miydi? Kafam o kadar karışıktı ki, bu halde bile alparslana ihtiyacım vardı. Bana günlerce yüzüme bakmıştı ama bunu dememişti. Ne demiş akşam, emin olmam gerekiyordu dedi. Neyden emin olması gerekiyordu. Cihangir abi gitmiş yerine ayaz gelmişti. Ne ara yer değiştirdiler bilmiyorum bile, dikkatim o kadar dağılmıştı ki bunu bile fark etmemiştim. Ayaz konuşmadı sadece benim için kollarını açtı. Zeki adamdı, gerçi tüm tim zekiydi ama ayaz farklıydı işte. Sessizce destek oluyor ve yanınızda olduğunu hissettiriyor. Bu en büyük dostluk değil miydi. Ayaz’ın omuzunda başım ile orada biraz daha durduk, hava artık iyice kararmış ve hayvan sesleri gelmeye başlamıştı. Burada güvendeydik o yüzden korkacak bir şey yoktu.
Ayaz ile beraber salona geçtik, herkes yemek masasında yerini almış ve sanki benim üzerimdeki ölü toprağını atmak için o konu hariç her konuya değinilmişti. Yemek boyunca ortamın neşesini diri tutmaya çalışmışlar ve bunu başarmışlardı. İyi olmam için uğraşıyor hepsi, belki onlar olmasa şuan kendi odamda yatağın içinde depresyona girmiş ağlıyor olurdum. Daha sonra ne kadar becere bilirsem çıkar ve güçlü adımlar ile saklanan her şeyin hesabını sormak isterdim. Yemekler yendi, oyun oynandı, film izlendi ve en sonunda herkes odasına çıktı. Ben hala mutfakta oturmuş kahve kupama bakarak düşünüyordum.
“Ne iyi gelir, söyle bana?” Mert kapının kenarına omuzunu dayamış benden bir cevap bekliyordu, pelin uyumuştu sanırım.
“Bilmiyorum. İçimde öyle büyük bir kara delik var ki, ne yaşatıyor ne diriltiyor.” Yavaş adımlar ile yanıma geldi.
“Gözlerindeki ölü toprağını atmaya gücüm yetmiyor. Keşke elimden bir şey gelse ama kahretsin ki gelmiyor. İstersen amcama ve yengeme götüre bilirim.” Dediğinde düşündüm.
“Çok uzak değil mi?” dediğimde bana şefkat dolu gözleri ile baktı.
“Hayır, sadece yarım saat. Kalk gidelim.” Belki bu iyi gelir diye düşünerek kalktım yerimde.
En son onların yanına Alparslan ile gitmiştim. Uzaktı buraya biliyorum ki yarım saat değildi ama mert kabul etmem için demişti onu. Beraber kabanlarımızı giyerek evden çıktık. Evde herkes uyumuştu büyük ihtimalle. Yol dediğim dibi bir buçuk saate yakın tutmuştu, yol boyunca ikimizde susmuş ve sadece camdan görünen karanlığı izlemiştik. Mert bana uyarak konuşmamıştı, saatler sonra araba durdu. Mert ile beraber indik ve en son alparslan ile geldiğim yolları aşarak aileme doğru gidiyorum. Mert titreyen bedenimi fark edince elimden tuttu. Kapıdaki görevliye neden geldiğimiz söyledik, adam bu saatte deli mi sevdi dercesine bakmıştı.
Ölüden mi korkmak lazım yoksa diriden mi? Bana sorarsanız diriden, ölü en azından bir defa sonsuz acıtıyordu ama diriler sayısız kez kızgın bıçak sokuyordu kalbinize. Diriler canımı yaktığı için şuan burada olmaktan korkmuyorum ama benim aksime mert devamlı sağına soluna bakıyor ve bir şeyler okuyordu.
“Hayırdır, ölülerden mi korkuyorsun?” dedim azda olsa eğlenen sesim ile.
“Lan! Seni buraya bu saate getiren aklımı sikeyim.” Ne okuyorsa ara vermişti.
“Korkma diriler canı daha çok acıtıyor.”
“Ben seni asla acıtmayacağım.” Mertten duyduklarım ile ezbere bildiğim yollarsa durdum. Ona duygu yüklü bakışlarım ile bakmadan edemedim.
“Teşekkür ederim. Seni çok seviyorum.” Duygu yüklü ses tonum ile gülümsedi ama bu kısa sürdü.
“Bana teşekkür etme! Beni sevdiğini de biliyorum ayrıca. Yürü lan duygusallık yaratma şimdi ruhlar içimizden geçecek.”
Resmen öküz!
Ona gözlerimi devirip yola devam ettim. Yol boyunca elimi asla bırakmadı, ona sorsam destek olmak için derdi ama bence korktuğu içindi. En sonunda aile mezarına gelmiştik. Üç mezar yan yanaydı ve birinin içinin boş olduğunu artık biliyorum.
Cemre Aras- Atakan Aras...
İsimleri yazan mezarlığın ortasında oturdum, mert biraz ileride bankta oturuyor ve oradan bakıyor, sokak lambaları ışık verdiği için onu net göre bilmiştim.
“Anne... Annem... Anne kızını param parça yaptılar. Annem canım acıyor neredesin? Annem biliyor musun abim yaşıyormuş. İnana biliyor musun, bu gün gördüm kanlı canlı karşımdaydı ve benimle yıllar sonra konuşmak istediğini söyledi. Annem...” Ben anne kelimesini ve baba kelimesini o kadar az kullanmıştım ki şuan ne kadar uzak olduğumu fark etmiştim. “Beni neden yanınıza almadınız? Beni neden bıraktınız babam? Gerek var mıydı benim yaşamama. Canım çok acıyor babam... Bak sanki birisi benim ölmemi istiyor gibi kalbime sayısız kızgın demir sokuyor gibi. Karanlıkta kaldım annem. Bu karanlık tam olarak siz gittikten sonra bana geldi, kaç yıl geçti. Bir an Alparslan’ın gelişi ile aydınlandı dedim ama oda bu gece beni karanlığa hapsetti. Babam... Canım babam... Ben nasıl affedeceğim o adamı? Diğerini hiç demiyorum bile. Ben nasıl büyüklük bende kalsın diyeceğim, kalmadı ki bir şey bende. Bakın valla diyorum elimden geleni yapıyorum ama nasıl bir yol izleyeceğim. Amcam bile yalan söylemiş bana inana biliyor musunuz? İkinci babam yerine koyduğum adam. Yıllarca yalan söylemiş bana. Babam... Canım babam... Ne çok üzdüler senin kızını biliyor musun? Keşke yanımda olsanız. Allah’ım isyan etmiyorum ama keşke ben ölseydim. Bunca dert tasa çok fazla değil mi bana?” İkisinin ortasına uzandım. Sözlerime gök yüzüne bakarak devam ettim, göz yaşlarım gecenin karanlığına karışıyordu.
“Beni bu halde görüp üzülmeyin lütfen. Valla kaldığım yerden devam edeceğim ama az şurada soluklanayım. Çok yoruldum annem. Ne demişti ahmet kaya; Ölümü özledim anne... O sözü o kadar iyi anladım ki. Yanınıza gelmek için her şeyimi verirdim. Belki siz olsanız beni bu kadar üzmez ve kırmazlardı babam. Belki de kimsesizim diye böyle yapıyorlar... Siz olsanız belki bu kadar kanatmazlardı beni. Abim... Abim bile kanattı annem, öyle çok kanattı ki kaçtım ondan. Elleri, gözleri aklımdaki kalsın diye kaçtım ondan. Alparslan... Onu affederim. Bunu biliyorum, hatta ben herkesi affederim ama ölmek istediğim için sizde beni affeder misiniz?” Yattığım yerden kalktım ve merte arkama dönecek şekilde tekrar oturdum tekrardan mezarların ortasına. Bir süre daha içimde ne varsa döktüm onlara. Bana kızmazlar diye her şeyi ortaya serdim. Mezarları dile gelip beni teselli edemedi ama ben konuştum, onlar dinledi.
Dakikalar belki de saatler boyunca oturdum ve ne varsa anlattım. Onlar ile ilk defa bu kadar uzun konuştum, topraklarını sevdim. En sonunda arkamda duyduğum adım sesleri ile sustum. Arkamı dönünce, mert sanıyordum ama değilmiş. Sadece mert yoktu, mert hemen arkamda mezarın yanında bekliyordu ama onun arkasında bir kaç kişi daha vardı. Alparslan, Abim, albay ve başın da maske olan birisi daha vardı. O kimdi bilmiyorum zaten şuan ona da kafa yormam. Hepsi ağlamıştı, ne zamandan belli burada beni dinliyorlardı?
“Mert?” Zayıf sesim ile cümle kurmak ızdırap gibi gelmişti.
“Bilmiyorum bebeğim.” Bu sırada bana değil onlara bakıyordu.
Maskeli adam bir kaç adım atarak aramızda olan mesafeyi kapattı ve annemin mezarının yanına geldi, orada diz çöktü. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, tek gördüğüm gözleri olmuştu.
“Özür dilerim.” Maskesinin altından konuşmuştu ve ne dediği zor anlaşılıyor.
Duyduğum sesi buz misali donmamı sağladı, olduğum yerden kalktım ve başında Azrail edası ile put kesildim. Sesim soluğum çıkmıyordu, nasıl çıksın ki. Bu ses bana bir o kadar yakın, bir o kadar uzak olan birinin sesiydi. Nefesim tıkandı, titremem şiddetli bir hal aldı.
“Ha siktir! HORTLADINIZ MI AMINA KOYAYIM.” Mertin telaşlı ve korku dolu ses tonu ile delirmediğimi anladım bir kez daha. Ben boş boş bakıyorken, adam annemin toprağına dokunarak ve bir kez daha özür dileyerek kalktı. Benden uzun ve iriydi ama omuzları karşımda çökmüştü. Mert kolumdan tuttu destek olmak adına ama o kadar dik duruyorum ki ben bile şaşırmıştım kendime. Adam elini maskesine attı ve çıkarmaya başladı, her hareketini izliyorum.
İlk olarak dudaklarını gördüm, ardından yavaş yavaş çıkardı maskesini. Buraya sokak ışığı vurduğu için yüzünü net seçe bildim. Bu olamazdı, ya da olabilir miydi? Karşımdaki maskeli adam... Yok yok birisi benimle sağlam dalga geçiyor, başka türlü düşünmek istemiyorum.
“SİZ BENİMLE DAŞAK MI GEÇİYORSUNUZ?” Canhıraş şekilde çıkmıştı cümle dudaklarımın arasından.
Benim bağırmam ile az ilerde bekleyenlerde mezarlığa yaklaştı.
Bunlar hayaldi ve delirdim. Evet evet ben delirdim...
~
BÖLÜM SONU.
BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ: 01.06.2024
NASIL BULDUNUZ BÖLÜMÜ?
SİZCE BU MASKELİ ADAM KİM?
ALPARSLANI KOLAY AFFEDER Mİ?
SİZ OLSANIZ NE YAPARDINIZ?
DUYURU VE SPOİ İLER İÇİN BENİ TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN BEBEKLER👋🏻🖤
DİĞER BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.
Instagram hesabımız; SudenzBalikci6
İNST:sudenazbalikcii
TİKTOK:sudenazbalikci
ARADA SPOİ PAYLAŞIYORUM HABERDAR OLMANIZ İÇİN TAKİPTE KALIN.
GÖRÜŞÜRÜZ SEVGİYLE KALIN...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.09k Okunma |
2.5k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |