
MİHRİBAN HASTANEDEN KAÇIRILDIKTAN SONRA
“Atakan, uyanalı bir saat oldu ama hala Mihriban’ı bulamıyoruz. Ayaz yaşayan bir ölü oldu. Ne yapacağız komutanım?” Dedi genç asker.
Yangın gecesinin üstünden bir ay geçmişti, bu bir ayda atakan ağır yaralı olarak yoğun bakımda tutuluyor. Daha uyanalı bir saat olmadan hemen geri uyumuştu. Ayaz, selim ve ömer bir an olsun kapıdan ayrılmıyorlar. Küçük mihriban hastane odasından kaçırılalı günler olmuştu, kimse nerede olduğunu bilmiyor ondan her hangi bir haber alamamıştı. Bu süreç Araslar için çok zorlayıcı geçiyordu, atakan yoğum bakımda, ayaz hastane odasında ve mihriban nerede olduğu bellisiz bir yerde geçirmişti. Efsun ölmüştü... Aslında ayaza dememişler o kendisi öğrenmişti, aynı mihriban gibi. Kimsenin anneniz öldü demeye dili varmamıştı ama bu iki çocuğun bunu kaldıra bilecek yürekleri varmış gibi başın sağ olsun demişlerdi sadece. Kuru bir baş sağlığından başka hiç bir şey gelmiyordu kimsenin elinlen.
Efsun Aras ölmüştü.
Yangın gecesi Atakan oğlunu çıkarmıştı arka kapıdan ama karısı için geç kalmıştı. Kendisi oğlunu çıkarır çıkarmaz ev patlamış ve tuzla buz olmuştu hayatları. O gece atakan, ayazın üstüne kapandığı için ağır yaralanmış ve komadaydı. Ayaz ise hiç kimse ile konuşmuyor sadece bekliyordu. Bu süreç hiç bir Aras fertti için kolay olmamış, zorluklarla dolu olmuştu. Ayaz yoğun dumandan dolayı akciğer yetmezliği ile savaşmaya başlamıştı. Hala tedavisi devam ediyor, kendisi bulduğu her fırsatta babasının kapsının önünden ayrılmıyordu. Kimseyi dinlemiyor, annesini ve kardeşini sormuyor çünkü ikisinin de öldüğünü düşünüyordu. Ölüm ne demek biliyordu artık.
Birisi altı yaşında öğrenmişti, diğeri on iki yaşında öğrenmişti.
O gece arka kapıdan onları özel tim kurtarmıştı. Belirli kişiler hariç kimse bunu hala bilmiyor, mihriban hariç tüm aile fertleri öldü sanılıyordu. Tedavi süreci boyunca, özel tim biran oldun aras ailesinin bulduğunu kattan ayrılmıyor. Üstün bir güvenlik önlemi vardı hastanede.
“Ayazım, gel yemek yiyelim.” Dedi selim. Oda çok yorulmuştu, bir çok kişinin yüzüne bakıyor ve yalan söylüyordu.
Özellikle oğlu Alparslan. İki saatte bir arıyor ve mihriban’dan haber var mı diye soruyor ama cevabı olumsuz oldukça hiç bir şey demeden sessizlik ile kapatıyor telefonu.
Aras ailesi dağılmıştı,
Aras ailesi yıkılmıştı,
Aras ailesi yok olmuştu.
Bu aile fertleri bir daha bir araya gelemeyecekti.
Ayaz sessizce iki lokma bir şey yemişti. Onu günler önce selim kandırmıştı, eğer yemek yemezse güçlü olamayacaktı. Ayaz yaşından dolayı olanları farkındaydı, ailesinin dağıldığını anlıyordu. Annesinin yarısı yanmış bedenini görmüştü. Kız kardeşinin öldüğünü sanıyordu. Babası ise muammaydı ona göre oda ölebilirdi.
“Babamı görmek istiyorum.” Cılız ve cansız çıkan ses ile sonunda konuşan çocuğa dikkat kesildiler.
“Gösteririm paşam. Sen yeter ki iste.” Diyerek bir nebze olsun mutlu oldu Ömer.
BİR HAFTA SONRA.
Bu bir haftada atakan uyanmış ve her şeyi öğrenmişti. Kızının peşine en iyi askerlerini takmış ve haber bekliyor, oğlu ise onun da doktorları ile konuşmuş ve en acilinden akciğer nakli olacaktı. Her şeye el atmıştı yattığı yerden ama karısı... Efsun işte ona bir şey yapamamıştı. Ona yetişmemişti, bu yüzden kendisini suçluyor. Ayaz hemen yanında hasta yatağında yatıyor ve uyuyordu, verilen ilaçlardan dolayı uyumuştu. Atakan hiç unutmayacağı bir anı daha olmuştu, oğlu kendisini ilk gördüğünde sarılmış ve göğsünde hıçkırıklara boğulmuştu. Bu bir ay boyunca içinde attığı ne varsa babasını görünce duygu seline kapılmış ve ağlamıştı. Kardeşine... Annesine... En sonunda ise kollarına yığılıp kalmıştı ayaz. O an öğrenmiştiatakan, ayazın akciğer yetmezliği olduğunu. Onda da kendisin suçlamıştı, eğer onu da daha erken çıkara bilse bu kadar yoğun dumana ve zehirli gaz solumayacaktı.
Zehirlenmişlerdi ve bunu kimse fark etmemişti, testlerde çıkmıştı. Atakan bu bir ay boyunca ne varsa hepsini öğrenmiş ve bunu yapanı arıyordu her yerde. Aslında peşinde olduğu tek adam Hilmiydi.
Hilmi ÖZKOK.
Uyuşturucu ve insan deneyi yapan bir oruspu çocuğuydu. Deneyler de kadınlar ve çocuklar ağırlıklıydı ve istihbarat bu adamın yıllardır peşindeydi. Bu görev atakana verilmişti. Atakan bir çok işini baltalamış ve engel olmuştu, bu yüzden en çok kendisi hedef halindeydi. Ailenin her ferdi uzaktan korunuyordu ama o gece nasıl olmuştu? Tek başına bunu yapamazdı, tek başına değildi anlaşılan. Hastanede kalma sebebi yanındaki oğluydu, kendisi çıkarsa ayaz biran olsun yanından ayrılmazdı. Ayazı hastanede tek bırakamaz. Oda da selim ve ömer ve rütbeli iki kişi vardı. Bu gün nereden geldiği bilinmeyen bir mektup almışlardı. Getiren bir çocuktu ama hiç bir şeyden haberi yoktu çocuğun. Mektupta kızının geleceği için aracayım yazıyor başka bir şey yazmıyordu. Ayaz sakinleştirici etkisine olduğu için hemen yanlarında uyuyordu.
“Komutanım nereden biliyoruz arayacağını.” Dedi selim.
“Bilmiyoruz sadece bekliyoruz. Bu her kim ise büyük oynuyor, güçlü birisi ve her adımımızı tahmin edebiliyor ya da içeride sağlam adamları var.” Dedi albay.
“Hilmi şerefsizi işte komutanım.” Artık ömer’in de bu olanlara tahammülü kalmamıştı. Kimse bu kadar uğraştırıcı olacağını varsaymamıştı. En büyük hataları bu olmuştu, düşmanı küçümsemişlerdi.
“Hilmi olamaz, şuan kendisini yakinen takip ediliyor. O olsa şimdiye bulurduk mihribanı.” Oda da bulunan bir diğer rütbeli adam konuşmuştu. Herkesin bakışları onu buldu ama bir süre konuşmadı kimse. Hiçbiri Hilmi’den başka kimseden şüphe etmiyordu.
“Hilmi değil. Doğru söylüyorsunuz, bu kim ise içimizden birisi albayım.” Atakan çok düşünüyordu, karargahtaki herkesi tek tek sorgulaması gerekse bile bulacaktı. Ailesini dağıtanı bulacaktı. Karısının yasını bile tutamıyordu, önceliği karısının emanetleriydi.
Çocukları.
“Tamam da kim olabilir ki? Var mı başka pezevenk abi?” dedi ömer.
“Bilmiyorum ömer. Kaç yıldır allah bilir kaçının kuyruğuna bastım şerefsizlerin. Bilmiyorum. Bulamıyorum. Kızım ortada yok karım öldü, oğlum akciğeri iflas etmek üzere ama ben sadece bekliyorum.” Her kes susmuştu daha fazla konuşacak halleri yoktu. Atakanın kendini suçladığını farkındaydı hepsi.
O gün arayan kimse olmadı. Herkes bekledi ama kimse aramadı, diğer gün atakan hasta yatağından kalkmış ve üniformasını girmişti. Ayaz makineye bağlı uyuyordu. Atak resmen ikiye bölünmüş gibiydi, bir taraftan kızı, diğer taraftan oğlu için savaşıyor ve ayakta durmaya çabalıyordu.
Atakan, ayaz için yeterli önlemleri alıp karargaha geçmişti. Oğlu için nakil gerekiyordu ve bunun için her yere haber verilmişti. Oğlunu kontrol etmiş ve kızı için karargaha geçmişti, her kes toplantı odasında toplanmış ve ne yapacaklarını konuşuyordu. Atakan ve ayaz ölü gösterilmişti, tek hayatta olan miribandı ama sorun şuydu atakan ve ayazın yaşadığını sadece üst rütbedeki belirli insanlar ve selim, ömer bilecekti. Bide kızını kim kaçırdı ise biliyordu ölmediklerini. Toplantı sırasında elinde kime ait olduğu belli olmayan bir telefon ile asker girdi, asker telaşlı ifadesi ile masada oturan herkes ciddi bir hal alarak dikildi ayağa.
“Ne oluyor asker?” Keskin ve soğuk ses tonu ile asker, albaya baktı.
“Albayım, telefon çaldı ve bir anda ekranda görüntü verildi.” Telefonu masanın ortasına bıraktı ve köşeye çekildi.
“Büyük ekrana bağlayın lan beni hemen.” Telefondan eğlenen bir ses duyuldu vealbayın emri ile yetkili asker hemen görüntüyü projeksiyona verdi. Artık herkes göre biliyordu.
“Hellooo... Nasılsınız? Ben çok iyim valla.” ekranda yüzü görünmeyen sadece sesten ibaret olan adam. “Şimdi sizinle bir şey izleyeceğiz hazır mısınız?” dedi eğlenen ses. Kimseden çıt çıkmadı, herkes kas katı siyah ekrana bakıyor ve bekliyorlardı. En ufak bir açık bekleniyordu.
Ekranda açı değişti karanlık bir oda belirdi, odanın köşesin de küçük bir çocuk Silüet vardı ama karanlıkta cinsiyeti belli olmadığı için herkes pür dikkat ekrana daha çok dikkatli bakmaya başladı. Ardından karanlık oda aydınlandı. Oda da tek bir cam yoktu, yukarıdan çekilen bir kamera görüntüsüydü, bir yatak vardı sadece.
Ekrandaki küçük kız Mihriban Aras’tı. Üstünde kirlenen uzun beyaz bir elbise, saçlarının bir kısmı yanmış, korkudan titriyor oluşu kendine uzak kameradan bile belli oluyor ama bir o kadar da çocuğa göre fazla ifadesiz bakıyordu çevresine.
“Oruspu çocuğu. Ne yaptın lan kızıma!” Atakan sinirden çok acı hissetmeye başladı. Mihribanı kötü halde görmeyi bekliyordu ama beklemek ve yaşamak farklı şeylerdi. Kızını hangi baba acı içinde görse yıkılır nefes alamayacak hale gelirdi.
“AAA! Ama atakancım alınıyorum, hiç bir şey yapmadım hemen dağıldı bu küçük kız. Ha şey diyeceğim, yaşayan bir ölüymüşsün duyduğuma göre. Şimdi kızını almak istiyorsun. Bende kendi kızımı istiyordum ama maalesef her istediğimiz olmuyor. Küçük bir seçim hakkı sana, iyi dinle. Kızının odasına üç adam yolluyorum biraz sevecekler ama yine iyi birisi olduğum için bir seçenek hakkın daha var...” Adam resmen herkes ile alay ediyordu, herkesin bir bam teli olduğunu ve bunu nasıl yerle bir edeceğini çok iyi biliyor ve bunu uyguluyor.
“LAN ORUSPU ÇOCUĞU! SİKERİM LAN SENİ. BULDUĞUMDA SENİ BAĞIRTA BAĞIRTA SİKİP İSTANBULUN ORTASINA ASMAYANI SİKSİNLER. BIRAK LAN KIZIMI ONUN BİR SUÇU YOK.” Atakanın aklına gelen başına gelmişti, bu olamazdı. Başını her şeyin bir kabus olduğunu düşünmek istediği için sağa solla salladı. İnanmak istemiyor ve gözünü açtığında evinde ailesi ile olmak istiyordu. Mihriban daha altı yaşında oyun parkında olması gereken bir kızdı.
Her çocuk şanslı olmuyordu maalesef.
“Dur hemen celallenme.” Eğlenen sesi artık sadece atakanı değil odada bulunan herkesi çileden çıkarıyordu. Arama geldiğinden belli arka planda askerler adamı bulmayı çalışıyordu ama adam kendini çok iyi gizlemişti. En ufak bir açık bile yoktu. “ Sen, beni bulana kadar adamlar kızına neler yapar. Beş dakikan var karar vermek için ya kızın hepinizi ölü bilir hayatına öyle devam eder ya da tecavüze uğrayıp burada benimle kalır. Benim kızıma karşılık senin kızın, adil bir insanım. Seçim senin.”
Herkesin kanı dondu, kimse asla böyle bir ikilemde kalmayı beklemiyordu. Atakanın kalbi atmayı durdurdu sanki, orada kala kaldı. Kızını bir ayı biraz aşkın süredir bulamıyordu, artık dünya çapında aranıyordu ama bulunamıyordu. Hiç bir yerde iz yoktu. Hiç var olmamış gibiydi kızı. Herkesin kanı dondu kimse her hangi bir tepki veremiyor sadece ekrana bakıyorlardı. Ekranda mihriban ileri geri cansız bir bebek gibi sallanıyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Atakan küçük kızına içi giderek baktı. Dolu gözleri akmaya başlamıştı, artık bu yaşlardan utanmıyordu adam. Atakanın aldığı nefesler yetmiyor birisi sanki yüreğini elleri ile koparıyordu. O daha çok küçük ve biricikti, o bunların hiç birini hak etmemişti.
“Sana beş dakika. Beş dakika sonra arayacağım.” Dedi ve telefon kapandı. Video gitti.
“Komutanım.” Dedi atakanın hemen yanındaki asker. Kimse ne diyeceğini bilmiyordu, atakan işin içinden çıkamayacaktı. Dokunmalarına gerek kalmadan atak olduğu yere çöktü ve odaya dolan çaresiz bir babanın haykırışı yankılandı. Kimse ona tek kelime edemiyordu, gerçi odada bulanan herkes onun gibi ağlıyor ve ne yapacağını düşünüyordu. Albay çöken askerine daha fazla bakamadı, şuan onun yerinde olmayan kimse onu anlayamazdı. Bencilce ama odada bulunan kimse onun yerinde olmak istemezdi.
“Ben ne yapacağım...” Kendi kendine, odada en türbeli kişi yanında diz çöktü. Elini atakanın omuzuna koydu destek olmak istiyordu hepsi ama kimse bu yaralı yüreği yanan adama destek olamayacağını biliyor.
“En mantıklı kararı vereceksin. Kızın ve geleceği için en mantıklı olanı seçecek ve hayatından çıkacaksın.” Dedi rütbeli kişi. Atakan hızla kafasını kaldırdı ve yanındaki adama baktı yaşlı gözleriyle.
“Komutanım, bunu nasıl yaparım. Biriciğim o benim, göz bebeğim komutanım. Yüreğimi diri diri nasıl yak dersiniz?” Dedi çaresizlik akan ses tonu ile yakınıyor ama oda bu seçeneğin doğru olduğunu biliyordu.
“Benimde biriciğim, hatta Mihriban hepimizin biriciği ama düşün atakan. Orada bir ay kalmış ve ne hale gelmiş, sence o şerefsiz dediğini yaparsa neler olur.” Dili varmadı küçük çocuğa tecavüz edecekleri demeye. Atakan irkildi duyduklarını sanki yeni yeni anlamıştı.
Beş dakika geçti ve telefon kendiler açmadan açıldı, ekranda yine oda belirdi. Hemen köşede oturarak bedenini ileri geri sallanan mihriban ve yanında üç koca cüsseli adam vardı.
“Evet süre doldu atakan. Seçimini hangisi? Kızın yaşadığınızı bilsin ve benimle kalıp üç adam tarafında sevilsin mi? Yoksa sizi ölü bilip hayatına cehennemde mi devam etsin?”
Atakan yerinde doğruldu ve orada hayatlarını değiştirecek kararı verdi. Aras ailesi asıl bu gece yerle bir olmuştu. Artık uzun yıllar boyunca bir araya gelemeyecekti, herkesin hayatı değişmişti ve daha başlangıçtı.
“Ölü bilsin ama hayatta olsun.” Bir baba canını vermişti bu kararla, bir baba kendi ölüm emrini vermişti, kendi yüreğini diri diri çıkarmış karşıdaki adamın avuç içlerine bırakmıştı.
“Hahaha doğru karar. Birazdan kızını kardeşinin kapısına atacağım, bu demek değil ki peşini bırakacağım. Ensende olacağım ATAKAN ARAS. Kızın, sizi ben isteyene kadar ölü bilecek, oğlunu dememe gerek yok herhâlde, ben ne zaman oyun bitti dersem o zaman bitecek. Asla rahat olma kızım hayatta, onu kurtardım diye. Asıl oyun şimdi başlıyor. BENİM KIZIMA KARŞILIK SENİN KIZIN. En ufak temasında kızın kollarında patlar. Size nasıl yol izleyeceğinizi bir mektup ile bildireceğim. Kork benden atakan. Bu hiçbir şeydi. ” Dedi ve silah sesi duyuldu, konuşan kişi sustu. Telefondaki ses artık robot bağlıydı ve son sözleri “Boşa arama beni, kendi sesim ile konuşacağımı sanmadın herhâlde.” Oldu.
O gece her kes bir tarafa dağıldı ve beklemeye başladı. Bir baba kendi ailesini yerle bir etmişti, nasıl olacak kimse bilmiyordu ama bu adam bağlıydı her şey. Bunu artık kabullenmişti hepsi. Bu yolun dönüşü yoktu, karşı tarafın da acıması yoktu.
O gece saatler sonra ormanın içindeki gizli üsse kime ait olduğu bilinmeyen siyah bir araç yaklaştı ve içinden Mihriban’ı attılar yola. Her kes gelen haber ile kapıda bekliyordu, en ufak bir şey buluruz diyerek ama Mihriban’ı atar atmaz araba patlamıştı. Patlama ile her biri başka taraflara uçtu. Kendine gelenler hızla mihribanın olduğu boş yola doğru koştu. Başta atakan vardı. Kızına baktı, yangın sayesinde görünüyordu yavrusu. Bir aydır görmediği kızının yüzü dağılmış, kolları morarmış, kollarında cansız bir beden gibi yatan kızına son kez baktı. Boynunda bir kâğıt asılıydı, asker onu hemen aldı ve okumaya başladı.
“ÖMERİ ARAYIN HEMEN.” Dedi atakan. Kızı artık ona emanetti. Biliyordu kardeşi canı gibi korurdu ama o babaydı. Kolay mıydı kendi kızını bir başkasına emanet etmek ve uzaktan izlemek.
O gece Mihriban, Ömer’e verildi. Artık onlar ile büyütecekti, atakan kızı için uzak kalacaktı. Bu işin peşinde kim varsa bulacaktı. Ailesine bunu yapanları bulacaktı, o geceden bir sene sonra ayaz nakil bulundu. Ayaz zaten kardeşini ve annesini ölü bildiği için uzun bir süre daha ölü bilecekti. Atakan yıllar boyunca kızına yaklaşamadı, ömer sayesinde yaşayan bir ölü olduğunu biliyordu. Her gün sayısız fotoğrafı geliyor atakana. Bir gece mezarlıktan dönerken uğramak istedi kızının yanında, seneler geçmişti dayanmıyordu baba yüreği, kapıya kadar geldi ve odaya girdi. Kızını iki sene sonra gördü atakan ama hesabı katmadığı diğer şey ise hala takip edildiğiydi. Onu hala bulamamışlardı, bir adam değil bunu yapan. Tek kişi bu kadar iyi saklanamazdı, tek kişi bu kadar iyi oynayamazdı. O gece atakan kızını gördü ama diğer gece kızının intihar etmek üzere yengesi tarafından bulunduğunu öğrendi. Kendine kısa bir tehdit mesajı gelmişti, anlaşmadan atakan, mihribana yaklaşmayacaktı ama yaklaştığı için mihribanı intihara sürüklemişti. Bunu uzaktan nasıl yaptıkları hakkında bir bilgiye sahip değildi ama o gece ömerde tehdit edilmişti. Bu yaklaşmanın bir cezası olacaktı ama mihribanin intihar girişimi sadece küçük uyarıydı. Asıl ceza ise Mihribanın altı yaşından öncesini unutmasıydı. O sabah mihriban kalktığında hatırlamıyordu, bunun nasıl mümkün olacağını yıllardır herkes araştırdı ama kimse kesin bir sonuça varamadı. Her defasında yolları kesildi.
İşte her şey burada başlamıştı.
Atakanın tek hatası kızının geçmişine sebep olmuştu.
Atakanın tek hatası he şeyi yerle bir etmişti.
Oyuna alparslan girene kadar atakana ve ayaz için her şey imkansızdı.
Her şey en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı, herkes söyleyeceği cümleleri daha önceden ezberlemişti. İşin aslı ve başlangıcı bu şekilde olmuştu.
Oyun bu şekilde başlamıştı.
Oyunda yenen ve yenilen taraf yoktu. Her kes büyük kayıplar veriyor ve verecekti. Bazıları çocuklarını, bazıları geçmişini, bazıları sevdiği kadını. Bu oyunun sebebi ne ise uzun süre bilinmeyecekti.
MEZARLIK...
MİHRİBAN ARAS ANLATIMI.
Kime arkamı dönsem ya da kime güvensem ondan darbe yemiştim ama hiç biri bu kadar acıtmamıştı canımı. Bu lanet mezarlıkta ne oluyordu, ölüler dirilmişti. Hepsi karşımda sadece bana bakıyordu, ben ise sadece meftun olduğum lacivertlere. Çok çabuk güvendiğim için mi olmuştu bunlar? Ya da ben çok mu sevilmeye muhtaçtım? Beni çok sevmesine mi kanmıştım ya da beni sevmiş miydi? Hiçbir tepki veremedim. Sanki ruhum ve duygularım benden bu gece alınmış gibiydi. Neler oluyordu burada, kim ne diyordu bilmiyorum. Duymak, görmek, hissetmek bile istemiyorum. Kendimi o kadar çok çıkmazda hissediyorum bunu anlatacak yeterli kelimem yok. Annemde yaşıyor muydu? O nerede? Ben bu olanları hakketmiş miydim? Adım atacağım kişi kalmadı, kişiyi bir kenara bırakın adım atacak gücümü aldılar. Alparslan... Lacivertlerine meftun olduğum adam bu kadar mı değersizdim gözünde? O zaman neden yıllardır beni seviyordu? Şuan burada siktir olup gitmek istiyorum, öyle uzaklara gideyim ki kalan beni de tüketmesinler. Şu iki gecede öyle darbeler yemiştim ki, hayatıma nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.
“Bilmiyordum.” Alparslan’da kesinlikle sevdiğim ses tonu bu değildi. Çaresiz ve güçsüz... Gerçekten bilmiyor muydu, yoksa yalan mı söylüyordu? Ben bunun ayrımını yapamayacak konuma gelmiştim. Beni öyle bir konuma getirdiler ki doğrum yanlışım şaştı. Beni öyle bir konuma getirdiler ki ölmek istiyorum ama bunu dillendirmekten utanıyorum.
“Bilmiyordu, oda buraya gelirken arabada öğrendi.” Az önce mezarına yatıp yanımda olması için yalvardığım adam konuştu. Ne demiştim ‘Çok canım acıyor babam...’ ama daha çok yakacağını bilsem kızılcık şerbeti içer yine de demezdim.
“Gidelim.” Bunu alparslana bakarak dile getirdim ama mertte demiştim. Alparslan üstüne alınmış gibi yanıma gelmek için hareket etti ama ona mani olmak adına başımı hemen yanımda duran mertte çevirdim. “Abi gidelim.” Soğuk kış gecesinde hava yeterince soğuk değilmiş gibi kelamlarım ile ortam buz gibi olmuştu. Alparslanın adımlar durmuştu ama diğer iki ölü olmayanların nefesleri donmuştu adeta.
“Gidelim güzelim.” Bana elini uzattı, bunu ilk defa yapmıyordu ama onlar ilk defa görüyordu. Bana uzatılan eli bir saniye tereddüt etmeden tutum. Omuzlarımı dikleştirdim ve beraber adım attık. Herkesi her şeyi arkamda bırakmam bu kadar kolay olsaydı keşke ama değildi. İçim mahşer yeriydi.
Soğuk kış gecesine bir anda silah sesleri duyuldu, daha ne olduğunu anlamadan biri tarafından yere devrildim. Ardı arkası kesilmeyen ölüm sesleri.... Mezarlık taranıyordu, hepsi benim adımı söylüyordu ama ben birinin altında yatıyordum. Kurşunlar karşılıksız kalmadı, bu gece öğrendiğim babam ve abim, alparslan karşılık veriyordu. Siyah bir minibüs uzaktan bizim bulunduğumuz aranı tarıyordu. Daha doğrusu benim bulunduğum alanı taranıyordu ve biz bir ağacın arkasına çekilmiştik. Neler oluyordu bu lanet gecede? Üstümdeki bedenin izin verdiğince görebildiğim kadarıyla herkes bir ağacın arkasına saklanmıştı. Alparslan bir bu tarafa bakıyor, bir ateş ediyordu. İşte yine aynı kaybetme korkusu içime bir kök gibi salındı, burada benim için ne kadar inkar etmek istesem de değerli insanlar vardı. Onları tekrardan kayıp edebilirim düşüncesi zihnimin içine bir yılan gibi süzüldü. Kızıyorum, kırılıyorum ama kimsesiz olduğunu bilmek çok kötü bir duyguydu, ne kadar istemesem de ben bu gece kimsesiz küçük kız değildim.
“Bu gece oyun başladı. Hepiniz ölmeden son bulmayacak.” Silah sesleri sustu ve mezarlığın hoparlör‘ün de bu ses yankılandı, kime ait bilmiyorum ama tehditti çok net hissetmiştim.
Bir anda derin bir sessiz oldu tekrardan. Silah sesleri sustu, üstüme kapanan beden mertte ait olduğunu çoktan fark etmiştim. Yanımda olduğu için bizi kolayca ağacın arkasına çekmişti. Bedenim korkudan titriyor, sanki az önce bu üç adamın karşısında dik duran ben değilim gibiydim. Bizi aydınlatan sokak lambası sayesinde hepsinin yüzünü net şekilde gördüm, her kes saklandığı yerden çıkmış ve yanımıza doğru geldiler. Dört çift göz bedenimde her hangi bir hasar var mı diye kontrol etti. Bu sırada benim gözlerim sadece alparslan ile buluştu, aynı onun gibi bende onu kontrol ettim ilk. Gözlerim baştan aşağı onu süzdü ve her hangi bir hasar bulamadım ve hemen yanımda duran mertti göz hapsine aldım. Bu sefer onda hasar ardım ve kolundan aşağı doğru süzülen kırmızı lekeyi fark ettim. Vurulmuştu. Benim üstüme kapandığı için o hedef olmuştu ve bana gelecek olan kurşun ona gelmişti.
Hedef bendim ama vurulan mertti.
“Mert...” Gecenin sessizliğini benim telaş ve korku dolu çığlığım böldü. Hızla hareket etmeye çalışarak üstümdeki kabanı çıkardım, ardından içime giydiğim ceketi direk çıkardım, benim sesim ile herkesin gözü merttin koluna döndü. Elimdeki ceketi telaşlı hareketler ile yarasına bastırdım. Bu sırada hepsi bir ağızdan gidelim demeye başladı. Onlar temkinli adımlar ile sağa sola bakarak ilerliyor, ben ise telaş ve dolu gözlerim ile mertin kolunda ceketimi tutmaya çalışıyorum. “İyiyim sulu göz. Valla ölmüyorum ama karizmamı çiziyorsun ağlayarak.” İyi gibi durmuyordu, hemen onunla arabaların oraya doğru ilerlemeye başladık. “İyi misin! Sıçarım senin karizmana geri zekâlı. Terliyorsun ve ayakta zor duruyormuş gibi duruyorsun buradan bakılınca.” Tartışa tartışa arabanın oraya geldik. Arkaya mert, ben ve alp bindik, Şoför koltuğuna ayaz, yanına da onun bindiğini gördüm. Ona ne diye seslenecektim? Adı mı, yoksa? Hayır vazgeçtim. Hiç kimse daha doğru olacak. İkisi de benim için kimse.
Tahmini ne zaman BABAMMM diyerek boynuna atlayacağız?
EBENİN DİRİLDİĞİNDE!
“Ohoo... Sen bu kadar ufak yaraya telaş yaparsan, pelin öldüm sanar valla.” Bu salak hala benimle dalga geçecek enerjiyi nereden buluyordu.
“Ya bir kes! Canın acımıyor gibi konuşma. Aptal niye üstüme kapandın, hepsi benim yüzümden.” Ben ne kadar telaş ve korku içinde isem mert bir o kadar sakindi.
“Senden başka kimin önüne atlaycağım başka, canımsın sen benim. Hemen kız telaş yapma valla ölmeyeceğim. Sen bu gece ne kadar çok küfür ettin öyle.” İyi değildi. Cümleleri tamamlamakta zorluk çekiyordu. Canının çok yandığını bakınca bile anlaya biliyorum.
“Bana bak sana şimdi bir küfür ederim görürsün. Korkuyorum burada, sen ne diyorsun.” Kelamlarıma zorla gülümsedi. Yaralı hali ile benimle dalga geçmeyi sona erdirmiyordu.
“Korkma. Seni tek bırakmam, ufak bir kurşun yarası.” Bunu derken gözleri kaymaya başlamıştı!
“UYUMA. LÜTFEN, YALVARIRIM UYUMA. ABİ UYAN LAN, HANİ KÜÇÜK BİR KURŞUN YARASIYDI.” Seslenmeye başladım ama uyanmadı. Mert gözlerini kapattı, bana benzeyen toprak gözlerini kapattı.
“Sakin ol, sadece ufak bir sıyrık gibi duruyor. Geldik güzelim, beş dakika kaldı.” Alparslan sesini duyunca bir an gözlerimi onunla buluştu.
“Ölüyor alp.” Göz yaşlarım, mert gözünü kapatınca akmaya başlamıştı. Korkuyorum, en yakınımı kayıp etmekten deli gibi korkuyorum.
LAN SADECE KOLUNDAN VURULDU!
Sen nereden bileceksin, daha önce vuruldun mu?
HANİ BU PLAYBOY’ DU? LAN ON KURŞUN YESE YİNE DE AYAKTA OLMASI LAZIMDI!
Şimdi ben on kurşun yersem ayakta kalır mısın görürüm.
“Ölmüyor, sadece kan kaybından bilincini yitirdi. Güzel bebeğim, mert’te bir şey olmayacak ama sen bu kadar titremeye devam edersen sana olacak.” Güzel sesini ne kadar özlediğimi o an fark ettim. Cevap vermek yerine ortamız da olan mertin koluna daha çok bastırdım. Cidden çok kan kaybediyordu bu normal olamazdı.
Araba bir kaç dakika sonra durdu, mertti sağlık görevlileri indirdi ve sedye ye yatırdı. Hepimiz telaş ile onları takip ettik. Doktorun neler olduğu hakkında sorduğu sorulara alparslan cevap veriyordu. Ben sadece sedye ile peşlerinden gide bildiğim yere kadar gidiyorum.
“Nasıl oldu?” dedi doktur.
“Çatışmada oldu. Kurşun içeride, yolda çok kan kaybetti. Ailesi geliyor yolda, kurşun damara denk geldi mi bilmiyorum ama kanaması fazla olduğu için gelmiş olacağından şüpheleniyorum. Kan grubu A**** grubu, mihribanın ki uyuyor ama ondan alamazsınız. Psikolojik ilaçlar tüketiyor.” Doktor ve hemşire alparslana kocaman açtıkları gözleri ile bakmaya başladı. Bende onlardan kalır yanım yoktu.
“Beyefendi siz nasıl biliyorsunuz bunu?” dedi arkadan bir ses.
“Siz boş verin orasını, hastanız ile ilgilenin.” Alp yine tam karizma devam.
Doktor onun dediğine uyarak mertti acil ameliyata aldılar, sessizce yine bana biçilen koltuklara oturdum. Kimseden çıt çıkmıyor sadece bekliyorlardı benimle beraber. Eğer bu gece mezarlığa gitmek istemeseydim bunlar olmayacaktı. Pelin ile beraber yataklarında olacaktı, soğuk ameliyat hanede değil. Kimse ile iletişime geçmek istemediğim için başımı yerden kaldırmadım, kimseyi görmek istemiyorum. Zaten göz yaşlarım sayesinde göreceğimi de sanmıyorum. Sessiz bir şekilde ne kadar o köşede oturdum bilmiyorum. Saatler geçmek bilmiyordu, bu sırada herkes gelmişti ameliyat hanenin önüne. Her kes gelmiş ve benim iki ölü olmayan akbabayı görmüştü. Herkes dediğim yengem ve amcam ve Alparslan’ın ailesi. Bu sırada benim dikkatimi çeken bir diğer unsur ise Selim amca ve amcam asla şaşırmışa benzemiyordu. Yengem hortlak görmüş gibi kendine gelememişti, pardon gerçi hortlak görmüştü. Ayşen teyze’de ne kadar bakmamaya çalışsa da dönüp dönüp ikisine bakıyordu. Benim aksime herkesin dikkatini çekmişti bu olay.
Yanımda hissettiğim hareketlik ile başımı kaldırdım, Ayşen teyze gözlerinden bile belli olan bir şefkat ile bana bakıyor, ben ise şişmiş ve kızarmış gözler ile ona bakıyordum. Yengem ve amcam tam karşımızdaydı onlardan başka ölü olmayan ikiliye bile bakmayı tercih ederdim şuan. “Güzel kızım.” Dedi, adete anne şefkati ile.
“Efendim.” Kuru ve zoraki çıkan bir sesti benimkisi. Benim için kollarını açtı bir anne edası ile beni kollarının arasında aldı. Saçlarımı sevdi, yumuşak ve şefkat dolu. Sessim çıkmadı, kimseden tek kelime çıkmadı. Gerçi kim ne diye bilirdi ki daha fazla, pelin yanımıza gelince başımı Ayşen teyzenin göğsünden kaldırdım. Kendimi bir anda annesini çalmış gibi hissetmiştim. Pelin annesinin yanında oturmak yerine bana sarılmıştı asla böyle bir şey beklemediğim için bir kaç saniye karşılık veremedim. Kendime gelince bende kollarımı ona sardım.
“Ağlama daha fazla. Her ne olduysa bu senin suçun değildi.” Pelinin teselli cümleleri soğuk ameliyat koridorunda duyuldu. Kimse konuşmadığı için herkes bizi dinliyordu bunu anlamam için çevreme bakmama ihtiyacım yoktu.
“Özür dilerim.” Titrek ve daha fazla ağlamak üzere ses tonum ile geri çekildi.
“Sen özür dileyecek herhangi bir davranıştı bulunmadın. Üstüne kapandığı için sen suçlu değildin, burada en çok sen masumsun. Eğer biraz daha ağlamaya devam edersen çıkınca dilinden düşmezsin ve önümüzdeki yetmiş yıl bununla dalga geçer.” Oda benim gibi ağlıyordu ama beni teselli edecek olgunluğa sahipti. Bir nebze olsun iyi gelmişti birisi tarafından anlaşılmak. “Bak valla diyorum. Hem daha beni bu kadar korktuğu için, artı bide tek kurşunla hastanelik olduğu için azarlayacağım ve sende bana destek olman lazım ki, bizimle dalga geçemeden biz onu alay konusu yapalım.” Mertin bu kızı neden yıllardır sevdiğini şuan çok iyi anlamıştım. Olgunluğu karşısından ne yapacağımı şaşırmıştım. Güçlü ve dik duruşu vardı, aynı abisi gibi küçük dağları ben yarattım edası var ama tanıdığınız da çok samimi birisi.
Pelin, ayşen teyze ile bir kaç dakika yan yana bekledik. En sonunda ameliyat haneden doktor çıktı. “Geçmiş olsun. Hastamız şuan iyi normal odaya alacağız, kurşunu çıkardık ama bir kaç hafta kolunu kullanmaması daha iyi olur. Kurşun her hangi bir damara denk gelmemiş bu iyi bir şey, bu gece kendine gelmez. Bu kadar kalabalık beklemeye gerek yok.” Tekrar geçmiş olsun diyerek gitti. Saatler sonra rahat bir nefes aldık, her kes birbirine sarılmaya başladı sevinçle. Pelinle sarılmayı bıraktık ve mertin odaya alınmasını beklemeye başladık bu seferde. Bu süreçte doktoru kimse dinlememiş ve herkes burada kalmaya devam etmişti.
Mert odaya alınmış, hemşire çıkınca bizim girmemizde sorun olmadığını düşünerek hepimiz ölü olmayanlar bile odaya dolmuştu. Onlara ne demem gerek bir türlü karar verememiştim. Neyse karar vereceğim kadar hayatımda olmayacaklardı. Mert uyanmamıştı ama ufak ufak narkoz etkisi ile bir şeyler saçmalıyordu.
“Anneeeee... HALA EVLADIM OLUR MU?” Bu şuan yeri ve zamanı değildi. Yengem yaşlı gözlerine rağmen küçük bir gülümseme ile cevap verdi.
“Olacak oğlum.”
“Peki, pelin hamile kalmış mı?” bu soru ile odadan herkes sustu. Gülenler gülmeyi bıraktı ve selim amca çatık kaşları ile baktı merte.
“Lan it. Ne diyorsun sen!” selim amcanın aksi sesi hastane odasını doldurdu.
“AAA! Selim de buradaymış. Senin kızını alacağım, üstüne dört tane benden olacak.” Selim amca daha çok kızardı. Ben gülerken, alp bu anı kayıt altına alıyordu. Pelin ise kızarmış ve kimseye bakmıyor saçmalayan sevgilisini dinliyordu.
“MERT! Sus ayıp.” Pelin, Mertin sağlam kolunu deşmeye çalıştı dürterek.
“SUSMAN. Herkes duysun ben seni çok seviyorum. Seni ailem yapacağım.” Pelin adete yağ kıvamını aldı. Mübarek eridi gitti.
“LAN SEN PAZARDEN MEYVE Mİ ALIYORSUN.” Dedi selim amca, kelimeler kızgınlık ile çıkıyordu dudakları arasından.
“YOOO. Kızını alıyorum. Hatta aldım bile, benim o. Valla sana torun yapmaya başlayacaktık. Hatta bu gece...” daha fazla konuşmaması için hemen yanında gittim ve elim ile dudaklarının üstünü kapattım. Devamı duyulmuştu ama anlaşılmamıştı, dili kayıyordu konuşurken.
“Sus yoksa son konuşman olacak.” aslında eğlenir ve kendime daha çok malzeme çıkarırdım bu halinden ama tek değildik. Hasta yatağında solgun yüzü ile kendinde olmadan yatıyordu tabiki de bu halini kullanacağım. Başını onaylar anlamda sallaması ile elimi çektim.
“Mih sende mi buradasın?” dedi. Adeta sarhoş gibiydi.
“Evet buradayım, hemen yanında.” Elimi omuzuna koyarak dedim, özellikle yarasına gelmemesine dikkat ettim.
“Anne?” Bu gece bence hemen uyumalıydı.
“Efendim koca bebeğim.” Dedi yengem. Sabırlı şekilde oğlunun ayak ucuna oturdu.
“Anne! Ben vuruldum kurşun öldürmedi ama sence eylemler ve sözler, kalp kırıklığı insanı öldürür mü?” Kimse bu soruya anlam verememişti. Hasta ve narkoz sayesinde saçmalıyordu. Acaba bende böyle bir narkoz ile işimi bitire bilirmiyim?
“Öldürmez ama öldürmekten beter eder bebeğim.” Yengem sabır ile her sorusuna cevap verecek gibiydi.
“Peki şey... Neydi lan? Ha! Mihriban da ölmekten beter mi oldu bu iki gecede?” Sorusu kimseyi hazırlıklı yakalamamıştı, bende dahil. Kimseden çıt çıkmadı yengem ve odada olanların gözleri bana döndü bunu kimseye bakmadan bile anlamıştım. Ben ise merte bakıp gülümsedim, içim yangın yeri ama dışım gül bahçesi gibi. “Niye cevap vermiyorsunuz? Ona bir şey olmaz demi anne? Yine mi ölmeye çalışacak? Bırakmasın beni, kız kardeşim o benim. Hala olacak daha, peline görümcelik yapacak. Ben alparslanı damat olarak istemiyorum! Oda kırdı benim göz bebeğimi. Hatta en çok o kırmış olabilir anne. Anne, kimsesiz sanıyor kendini. Ben yıllarca ona kimse olamamışım....” göz yaşlarım gülümsemelerime inat aktı. Hem gülümsedim, hem sessizlik içinde ağladım.
“Seni bırakmayacağım. Ne olursa olsun, insan kardeşinden vazgeçmez. Sen benim tek ailemsin. Söz, mihriban sözü sana. İyi ya da kötü her an kardeşin olarak başına bela olmaya devam edeceğim.” Ağlarken zorlanarak tamamladım sözlerimi. Hepsi tud yemiş bülbüle dönmüştü.
“Biliyorum ki. Ben senin abinim, elli de yaşasan dizimin dibinde olacaksın. Sonuçta pelinle tatile gidersem çocukları bakıcıya güvenemem. Ee pelinde yorulmasın sen bakarsın.” Bu halde bile haylazlıktan geri adım atmıyordu. Oda da küçük kıkırtılar yükseldi.
“Eşek! Sen uyan görürsün bakıcıyı.” Gülümsedim ama bunu o farkında değildi. Gözleri yavaş yavaş kaymaya başlamıştı.
“Offf... Alın şunu sıkıldım bundan. Pelin nerede onunla hangi pozisyo...”Bu seferde devamı pelinin avuç içinde kayıp olmuştu. Oda da tekrar selim amcanın homurtusu duyulmuştu. “Beni bir rahat bırakın, daha babamın yaptıklarını...” Pelin’in avuç içinden kurtulmaya çalışıyordu ama pelin izin vermedi ve bu sırada gözleri çoktan kapanmıştı artık.
“Eee selim etme bulma dünyasıymış demi?” Dedi Atakan. Sesini duymak bile irkilmeme yetmişti, hala varlıklarına alışamamıştım. Gerçi bu bir kaç saat içinde alışılacak bir şey değildi. Ne kast ettiğini sanırım bir pelin ve ben anlamamıştım, odada bulunan herkes gülmeye başlamıştı.
“Sus atakan.” Dedi selim amca. Onlar bana göre hiç garipsememişti varlığını buda nedense haberleri olduğu kanısına varmamı sağlıyordu.
“Aaa! Neden ama daha kız istemeye geleceğiz.” Dedi atakan. Onlara ismi ile seslenmek garip geliyor ama başka ne diye bilirim ki sonuçta.
“Ben sizden önce gelecek gibi duruyorum. Bence kendini hazırla atakan, yakında geliriz.” Dedi selim amca. Sanırım kendine kız isteyecek benden bahsediyor olamazlar diye düşünmek istiyorum.
Oda da daha fazla bir şey konuşulmadı, atakan kendi ağzının içinde bir şeyler mırıldanmıştı ama anlamamıştık. Kimsede daha fazla uzatmadı, mert uykusuna kaldığı yerden devam etti. Pelini yeterince utandırmıştı, yazık saf kızım hemen utanmıştı. Mertin uyuması üstüne hemşire gelmiş ve hepimizi nazikçe! Odadan çıkarmıştı. Kimsenin eve gitmeye niyeti olmadığı için hepimiz hastanenin kafesine inmiştik, sadece pelin yoktu masada oda mert ile kalmak istemişti. Bu sırada tim haberi almış ve gelmişti, artı olarak gelen her kes masada oturan ölmüş ama dirilmişleri görünce korkmuşlardı. Bir ara beste ve melikeyi ayetel kürsi okurken yakalamıştım. Bu istemsizce gülümseme sebep olmuştu. İkisi de bir yanıma oturmuş bana merak ile bakıyorlardı, ben ise hiç bir şey olmamış gibi onlara her şeyi en baştan anlatmıştım. Masa büyüktü ve biz bir ucun da olduğumuz için bizi çok duyan olmamıştı.
“Mih.” Adımı duyunca başımı sesin geldiği yere çevirdim. Karşımda oturan ayaz yerinden kalktı ve beste ile aramıza oturdu.
“Efendim canım.” Sesim kısık çıkmıştı aynı onun gibi, gözleri ile büyük masanın ucunda oturan iki ölmeyen ama yıllardır ölü olan şahısları gösterdi.
“Bunlar cidden insan mı? İnsan görünümlü üç harfli olmasın? Kız bir nas felak okudunuz demi?” ayazın ardı kesilmeyen sorularını sadece ben duydum çünkü kendisi beste ile arama girmiş fısır fısır konuşuyordu.
“Valla benim aklıma geldi, sence olabilir mi?” Aslında onunla bir nebze olsun her şeyi dalgaya almak iyi geliyordu.
“Ben bir yerde okumuştum oluyormuş. En kısa zamanda bir hoca bulalım okusun bizi. Ben okumasını unuttum korkudan.” Masanın ucuna dik dik bakmaya devam ederse tek unuttuğu nas felak olmayacaktı.
“Peki musallat oldular ise ne yapacağız?” dedi beste, onun da eğlendiği belliydi.
“Ne mi yapacağız, tabiki de arkamıza bakmadan kaçacağım.” Demesi ile beste ben büyük bir kahkaha attık. Dediğinden çok gözlerini belertip, konuyu bu kadar ciddi inanması komik gelmişti.
“Bayılıyorum senin şu hayal dünyana.” Dedim, gülmelerimin arasında.
“Ay valla alın şunu, yoksa doğuracağım çocuğu.” Bestede benim gibi eğleniyordu.
“Ya ben çok ciddiyim. Denemekten zarar gelmez.” Ayaz direterek hala aynı teorinin arkasında olduğunu savunuyor.
“Valla ben yaşayanlardan daha çok korkuyorum.” Masadakiler neye güldüğümüzü anlamaya çalışır gibi bakıyorlar.
“Valla bende senden korkuyorum, gece gece ruh sikseydi ne bok yiyecektiniz.” Dedi hala fısıldıyor ve kulağımıza doğru konuşuyordu.
“Mert ile hamile kalır gelirlerdi, çocuklara da sen bakardın.” Bestenin de harika hayal dünyası vardı. Nedense hamile bir mert aklımda canlanınca baya komik bir görsel oluyordu. Biz gülerken hala masada olanlar ne olduğunu anlamadığı için dik dik bakıyorlardı.
Ne bakıyorsun yaraağğğ...
Tamam anladık sus.
“Hayırdır bu kadar komik ne oldu?” cihangir abinin meraklı sesi ile yüzümüzdeki zor bastırdığımız gülümseme ile ona döndük.
“Hiç abi, ayaz işte konuşası gelmiş.” Arkadaşımı savunmam ile hepsi alla alla der gibi baktı.
“Belli o, ayaz koçum sen nasılsın?” Dedi masanın bir ucunda ölü olmayan atakan. Başımı hiç ona çevirmeden yanımda oturan ayaza baktım. Sararmış bir yüz ifadesi ile koluma yapmıştı. Bu çocuk harbi korkuyor, beste ile bunu fark edince daha çok gülümsedik.
“TÖVBE BİSMİLLAHİRAHMANİRAHİM. Ay bana musallat olacak, yardım etin kadınlar.” Ayazın bir eli benim kolumda diğeri ise besteye yapışmıştı. “İyiyim ci... ay pardon, atakancım sen nasılsın?” dedi ayaz. Başımı iyice eğidim ve elim ile dudaklarımın üstünü kapattım. Bu adam çok fenaydı.
“İyiyim ayazcım,” sesindeki imayı bir ben değil her kes anlamıştı. “Böyle gelmek istemez misin?” diyerek yanındaki sandalyeyi işaret etti. Ses tonundaki tehdit yiyorsan gelmeydi.
“Yok sağ olun ben almayım.” Diyerek reddetti ama bu sefer konuya adaşı ayaz dahil oldu.
“Neden gelmiyorsun ayazcım, adam mı yiyoruz sanki.” Onunda ses tonundan tehdit akıyordu, ayaz o ince tehditti aldığı için yerinden kalkmak için hamle yaptı ama onu kolundan tutarak engel oldum.
“Otur lütfen, herkes olması gereken yerde kalsın.” Diyerek başımı dikleştirdim. Aklınca ayazı yanımdan kaldırmak için uğraşıyorlar ama ben emir erleri değilim ve arkadaşımı iki ölü olmayana yedirmem.
“Mih.” Dedi abim olan ölümsüz ayaz.
“Güzel bebeğim.” Dedi alparslan.
Masada oturan Aras erkeklerini bir öksürük tuttu. Alparslan’a baya seni çiğ çiğ yerim bakışları atıyorlardı. Başka zaman olsa belki bu davranışları hoşuma giderdi ama şuan zoraki geliyor ve sinirlendiriyordu.
“Mihriban diyeceksiniz.” Keskin ve boş çıkan ses tonum ile herkes bir durdu bana baktı. Amcama, atakana, ayaza, selim amcaya ve alparslana baktım, kimin demesini istiyor isem onlara bakmıştım. Boş bakışlarımı görünce hiç biri daha fazla bir şey demedi. Yengem ve ayşen teyze konuyu değişmek adına ortaya bir şeyler attı. Ben ise kızlar ile iki üç kelam ettim ve hava almak adına dışarı çıktım. Yine o meşhur hastanede olduğumuz için etrafta pek bir koruma vardı. Kapalı alanlar beni boğmaya başlamıştı. Çıktığımı birisi fark etti mi bilmiyorum ama hastanenin en arka boş taraflarına doğru ilerledim.
Bu hastaneye kaçıncı gelişimdi bilmiyorum yine ve yine son gelişim olmadığını biliyorum. Hastanelerden daha ne kadar nefret ettiğimi anlatmama gerek yoktu. Bu gece ve geçen iki gün benim için baya yorucu geçmişti, bedenen olmasa bile psikolojikken çok yara almıştım. Kendime güzel bir bank bulunca oturdum, bu bank benim hastanede her zaman oturduğum bank. Artık resmen üstüme alacaktım. Bir süre gecenin sessizliğini dinledim, kendime zaman verdim. Artık düşününce de sonuç alamıyorum, o kadar karma karışık ve sorunlu bir hayatım olmuştu ki aklı başında davranmak çok zor geliyordu.
Dudaklarımın üstüne konan el ile olduğum yerden kalkmaya çalıştım ama tutan güçlü ve sert tutuğu için yerimden kalkamamış tekrar oturmuştum. Başımı döndürmeye çalışmamda boşa bir çaba olmuştu.
“Sakın kımıldama.” Dedi arkamdaki adam. Bir adam olduğunu tutuşundan ve ses tonundan anlamıştım.
“Kımıldama, sana bir mesaj getirdim. Patron dedi ki; Son günlerini iyi geçirsin babası ve abisiyle. Yanıma almama az kaldı, oyun yeni başlıyor.” Bu gece kaç kez daha tehdit edilmem gerekiyor. “Ağzını açacağım ama bağırmayacaksın.” Dedi şerefsiz.
Ne kadar istemesem de başım ile onayladım ve sağa sola baktım, sokak lambası yine olduğumuz yeri aydınlatıyordu. Bu hastane bu kadar korunaklı iken nasıl girmişti içeriye, onu biri de almış olabilirdi. Bunu yapacak potansiyel herkeste vardı. Dudaklarımın üstünden elinin baskısı kalktı ve arkama dönme çabam boşa gitti. Arkama dönmeme izin vermedi, omuzlarıma baskı yaparak kim olduğunu öğrenmemi istemedi.
“Sen kimsin?” korkusuz ve kendinden emin çıkan ses tonum ile adamın afalladığını hissettim, biliyorum tabiki de kim olduğunu demeyecekti ama vakit kazanmak iyidir.
“Salak mısın sen? Sence kim olduğumu der miyim. Ama sen fotoğraftaki kadar güzelmişsin.” Diyerek eli omuzumdan aşağı doğru inmek için hamle yaptı ama izin vermeden bir ses cümbüşü ile karşıya baktım. İşte bundan vakit kazandım, yukarı hastane camından bizi gören koruma olduğunu fark etmiştim. Beylerin hepsi gelmişti, amcam ve selim amca hariç onlar yukarıya kadınların yanına bırakmışlardı anlaşılan. Hepsi arkamda saklanan adama silah çekmişti. Gözlerim sadece alparslanın lacivertleri ile kesişti, diğer herkesi yok saymak istiyorum. Korkum onun gözlerinin içinde hissedebiliyorum.
“Oooo güzel, patron bunu demişti; Onu sakın küçümseme, zekası ile seni öyle oyalar ki farkından olmazsın. Dediği kadar zeki çıktın ama bende salak değilim, son kez diyorum” diyerek elindeki silahı başıma yaslamıştı, silah başımın arkasına geliyordu ve baskısı her geçen saniye artıyordu.
“Bırakman için iki saniyen var.” Dedi Alparslan. Diğerleri de onun gibi tek bir açık bekliyordu ama adam eğitimli olduğu belli edercesine onlara açık vermiyordu, bu açıdan sadece beni vururlardı.
“Bırakacağım ama öylece değil. Tetiklen, hatırla. Nereden geldiğini bul, beni bul. Yerimi senden başkası bulamaz, şimdi adamdan kurtul ve kim olduğunu hatırla.” Dedi. Bu dedikleri bana anlamsız gelmişti ama sesi beynimin içinde bir yere dokunmuş gibiydi silahın baskısı arttıkça beynimin içindeki ses daha çok artıyordu. Başıma balyoz darbeleri iniyor gibiydi. Hafızam bu sesi ve bu dediklerini bir yerden hatırlıyordu.
“SEN KİMSİN. SENİ BEN YETİŞTİRDİM, BENİM KURALLARIM DIŞINA ÇIKAMAZSIN. KARŞIMDA ÖLÜDEN FARKSIZ OLAMAZSIN. O KÜÇÜK BEYNİN BENİM KOMUTUMDA, DUY SESİMİ VE KENDİNE GEL. KİM OLDUĞUNU HATIRLA VE KURTUL O PİSLİKTEN.” Kafamın içinde dönen cümle aynı bu şekildeydi. Bu ses tonu çok tanıdık ve sözlerde çok tanıdıktı.
Sanki komut almış gibi bedenim hızla harekete geçti, üstüme cesaret pelerini giymiş gibiydim. Hızla arkamdaki adama kafa attım, adam neye uğradını anlamadan arkamı döndüm ve bacaklarına tekme attım. Bu hareketim ile yere düşmedi, onun yerine kendini toparladı ve silah olmayan eli ile bana vurmak için kalktı ama elini tutuğum gibi kırdım. Bir robot gibiyim hareketlerim hızlı ve ne yapacağını biliyorum. Silah elinden düştü, önüme düşmüştü ve adam önümde dizlerinin üstüne düştü ama silahı almak için hamle yapmadan ben aldım. Kırık eli ile tutmaya çalıştı ama ondan önce davranarak ben tuttum kırık elini, bir cani gibi elini kıvırdım. Adamın bağırtısı sokak lambasının aydınlattığı hastane bahçesinde duyuldu.
“BEN MİHRİBANIM. KİMSE BANA İSTEMEDİĞİM SÜRECE SİLAH ÇEKEMEZ. KİMSE BEN İZİN VERMEDİĞİM SÜRECE BANA ZARAR VERMEZ.” Diyerek adamın silahını başına dayadım ve içimdeki öldürme dürtüsüne engel olmak istemedim. Bu adamın canını burada almak istiyorum. Herkes benim aslında kim olduğum ile yüzleşsin istiyorum. Kimse beni küçük görmez.
“MİHRİBAN.” Adımın seslenilmesi ile başımı hemen yanımda silahını indirmiş ve bana şokla bakan adamlara döndü, onlar benden asla böyle bir çıkış beklemiyorlardı anlaşılan. Asıl sorun bende asla beklemiyordum. Dövdüğüm şerefsiz pis pis sırıttı, “İşte bunun için geldim kendine gelmen için.” Dedi. Afalladığım için adamı birisi elimden aldı, bu sırada alparslan bana doğru bir adım attı ama benim bakışlarım elimde tutuğum silahtaydı.
“Bu... Bu ben değilim. Hayır.” Diyerek silahı attım. Yere düşen metal yığını gecenin sessizliğinde yankılandı. Alparslan temkinli şekilde ellerini omuzlarıma koydu ve kendine çekip sarıldı. Bedenim sanki transtan çıkmış gibi titriyor ve kontrol edemiyorum. Can yeleğine sarıl gibi alpe sarıldım.
“Biliyorum güzelim bu sen değilsin.” Dedi ama ne kadar beni yatıştırmaya çalışsa da beynimin içindeki ses susmuyordu.
“Hayır. Bu gerçek benim.” Kafamın içindeki sesi dışa yansıttım, herkes susmuştu kimse tek kelime edemiyor ve sadece bakıyorlardı.
“Ben kimim?” dedim.
BÖLÜM SONUUUU
BÖLÜM BİTİŞİ; 19.03.204
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.09k Okunma |
2.5k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |