39. Bölüm

37. Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

“Yenge, siz şimdi komutanım ile ayrıldınız demi?” Dedi ayaz, şuan kantinde timle beraber oturuyorduk. Hava aydınlanmıştı ve olaydan sonra atakan ve ayaz, albay’ın emri ile adamı alıp gitmişlerdi. Bizde derin sessizlik eşliğinde hala kafede oturuyoruz, aslında sayısız soru olduğu halde susuyorum çünkü burada bulunan herkes de benim kadar bilgiye sahip olduğunu düşünüyorum. Belki alp değildi ama onun da söyleyeceğini sanmıyorum, yanımdan bir an olsun ayrılmıyor ve sessizce oturuyordu. En az benim kadar onun da sorusu ve düşünceleri vardı ama ikimizde dile getirmiyorduk.

“Yok lan öyle bir şey.” Kızgın ve dertli sesi tonu ile, saatler sonra ilk defa duymak irkilmeme sebep olmuştu. Belki de ilk defa bu kadar uzak kalmıştık, hayatıma girdiğinden belli.

Uzak, uzun, uzantı bunlar alp ile yanyana gelince ne kadar çekici oluyor...

TEK DERDİMİZ BU MU ŞUAN?

BEN BAŞKA BÜYÜK, UZUN, UZANTI, UZAK BİR DERT GÖRMÜYORUM.

“Yoo... Var yengem onayladı.” Ayazın ortaya bomba etkisi yaratan cevabı ile kaşlarım çatıldı. Ben böyle bir şey onaylamadım.

KOCAMLA ARAMA GİRMEYE ÇALIŞIYORRRRR

“Ne diyorsun lan sen?” Sanırım onayladığımı düşünmek onu kızdırmıştı ama sesinden hissettim, kırgınlıkta vardı.

“Diyorum ki madem ayrıldınız saat iki yönünde size bakan kadın ile olabilirsiniz.”

ESELAAA...

Ne dedi o?

SİKTİR!

Ağam bizimle daşak geçiii...

Tamam alparslan’a kırgın, kızgındım ama ayrılmayı ondan uzak durmayı hiç düşünmemiştim. Ben onu nasıl affederim diye düşünüyorum, hayatta şu sıralar tek dayanağım olduğunu düşündüğüm adam yalan söylemişti ama sonunda doğruyu da söylemişti. Öğrendiğinin bana geçte olsa söylemişti, saklaya da bilirdi.

Elimdeki silahı masanın üstüne koydum ve “Olabilir tabikide ama ahirette allah buluşturursa neden olmasın.” sözlerim bitimi ile yüzüme yapay bir gülümseme kondurdum. “Hem o zaman ela da tam arkasında kendisini izleyen adam ile olabilir. Sonuçta bekar bir kadın.” Cümlemin bitimi ile silkelenerek kendine geldi. Bana topu atarken golü kendine atmıştım. Ela altan altan gülmüş, ne yapmak istediğimi anlamıştı ve kızmamasına sevindim.

“Yengem fena gol yaptı.” Selim, burada bulunana herkes gibi ayazın dumur oluşunu keyif ile izliyordu.

“Sayın seyirciler, ben böyle bir kırmızı kart görmedim. DOKSANAAA.” Uraz’ın dediklerine alenen sırıttım.

“Sen silahı nereden buldun?” Alparslan direk benimle muhatap olmuştu. Gözlerimi hasret kaldığım lacivertlere çevirdim, derin bir soluk aldım. Özlemiştim, dokunuşunu, bakışını kısacası onu özlemiştim. Yakınımdaydı ama bir o kadar uzaktık. Bu mesafeyi ikimizde en derinden hissetmeye başlamıştık.

Konumuz silah yükselme kocama.

“Az önce ayazın belinden aldım.” Kısık ve suçlu çıkan sesim ya da duydukları için kaşlarını çattı. Masada olan her kes ayaza dik dik bakmaya başladı, onu zan altında bırakmışım gibi hissettim ama az önce dedikleri sayesinde suçlu psikolojimden hemen kurtuldum.

“Lan! Sen ne biçim askersin. Kız silahı alıyor ruhun durmuyor.” Cihangir abi, haklı olduğu için kimse itiraz etmemişti. Ayazda suspus olmuş bana şaşkın yüz ifadesi ile bakıyor. Buda ona ders olsun canım.

“Abi ne zaman aldı hissetmedim bile, hem benim silahım mı emin miyiz?” Ayaz hala şokta. Hepsinin gözü masaya koyduğum silaha kaydı, bu silah kesinlikle ayaza aitti. Şimdi belinden almıştım, o elayı göz hapsine aldığında ve gram hissetmemişti.

“Senin. Şimdi senin dikkatin başkasındayken aldım.” Kendimle gurur duyarak tamamladım cümlemi.

“Valla ben bu kızdan korkmaya başladım. Yarın gelsin bordo bereli olarak başlasın.” Selimin cidden korkan sesi ve mimikleri ile elimde olmadan güldüm.

Iki dakika cool takılmama izin yok.

“Kesin zevzekliği, salak adam belinden silahı alınıyor ruhu duymuyor.” Komutan alparslan daha mı çekici oluyor?

KOCAM KOMUTANNN, KOCAMDA KOCAM, PAŞAMDA PAŞAM...

Kaşlarım çatıldı, tamam adam hissetmemiş olabilirdi bu kadar üstüne gidecek ne vardı ki? Silah benden başkasına geçse tehlikeli olabilirdi ama olmamıştı. Cihangir abi ve alparslan, ayaza sağlam bir fırça çekerken bende, kızlar ile sohbet etmeye başladım. Besteye ne kadar eve gitmesi gerektiğini söylesek de gitmemiş burada bizimle beklemekte ısrar etmişti.

Geceden sonra güneş doğmuştu, benim için olmasa bile insanlara güneş doğmuştu. Kendimi zifiri karanlığa hapis olmuş gibi hissediyorum. Sanki beni geçmişimin karanlığına gömmüşlerdi ve ben oradan çıkmak için çabaladıkça daha çok batıyorum. Her şey o kadar karışık hale gelmişti ki kime hangi soruyu sorsam acaba yalan söylüyor mu diye tereddüt etmeye başlamıştım. Nefes alamıyorum, bu çıkmaz beni günden güne içine çekiyor ve ben çevremdeki insanları benimle çekiyorum. Ne kadar bunu istemesem de mert, benim yüzümden orada yatıyordu ve allah bilir daha haberim olmadan kime ne zarar vermiştim.

Melek gibiyiz bir kanatlarımız eksik ne zararı canımmm...

Gece o adama yaptıklarımı ben yapmamış gibiyim, içimde bir ben daha vardı ve çıkmak için an kolluyor. O adamın sözleri beni tetiklemişti, sözleri ne anlama geldiğini bilmiyorum. Düşündükçe işin içinden çıkamaz hale gelmiştim, nereden tutsam elime yüzüme bulaşıyordu. Bir kaçtığım olay ise Ailemdi. Ölmeyen, yalan söyleyen ailem.

Babam...

Ayaz...

Amcam...

Belki yengem bile biliyordu. Alparslan yeni öğrenmişti, babamı sadece abim ve amcam biliyordu, bide selim amca biliyordu. Bunlar nasıl bir teşkilattı? Dört bir yanımı sarmışlar ve benim ruhum bile duymamıştı. Benden af dilemeye yüzleri yoktu. O yüzden sadece uzaktan bakmak ile yetiniyorlar. Peki alparslan... Onu affederim, bunu biliyorum. Çünkü ne kadar inkar etmek istesem de bu oyunda belki de tek yanımda olan oydu. Başlarda sırtımı yaslamakta tereddütte düşerim ama onu da halledeceğimize inanıyorum, halletmemiz lazım benim bu olanlarda tek başına ayakta duracak gücüm yoktu. Her geçen gün çamura daha çok batıyorum, birinin elimden tutması lazımdı.

Bunu güçlü olmadığım için ya da yardıma muhtaç olduğum için istemiyorum. Ben güçlüyüm ve istesem birinin yardımını almadan kalkarım ama yardım almak ve arkamda birinin olduğunu bilmek daha çok kolay atlatmama sebep olurdu. Bu olanları tekte çöze bilirim ama alparslanı yanımda istiyorum. Onu her an yanımda istiyorum çünkü benim en büyük gücüm ondan. Sevgi... Bu hayatta aslında tek sorun bu değil mi? Birilerini sevip, birileri tarafından sevilmek. Ne kadar güçlüyüm desekte aslında sevgi olmazsa bir hiçiz. Sevmek ve sevilmek bu dünya da başımıza gelecek en güzel hisler. Ben yıllarca bir anne, baba, kardeş tarafından sevilmek istedim. Bu beni güçsüz kılmadı bu beni insan kıldı. Her insan gibi ilk aile sevgisi istedim ama elimde olmayan sebeplerden dolayı gerçekleşmedi. Daha sonra bir adamı sevdim ve dünyam güzelleşti. Sevmek ve sevilmek bana göre her şeyin anahtarıdır. Bunlar olmazsa insanın geleceği ya çok karanlık da olabilir ya da çok aydınlık.

İKİ DAKİKA DRAM YAPMA, SEKSSS YAPALIMMM KOCAMLAA.

“Ne yapıyorsun sen?” Yanımdan gelen yüksek ses ile irkildim, düşüncelerim dağıldı ve

hızla başımı sesin geldiği yere çevirdim. Alparslan telaş ile masanın altın da olan elime bakıyordu. Ne olduğuna bakmak için bende gözlerimi ondan çektim ve masanın altında olan elime baktım.

“Oha! Siktir.” Hemen yanımda oturan ayazdan gelen ses ile masada oturanlar daha çok ne olduğunu merak ettimişlerdi.

Alparslan’ın silahını almıştım ve namlunun ucu bacağımdaydı. Elim tetikte bekliyordum, silah kapalıydı ama bu hale ne ara geldiğimi kendim bile fark etmemiştim. Ben bunu ne zaman yapmıştım?

“Bunu ne zaman aldın?” Alparslan telaşla sordu ama bende bilmiyorum ki. Derin bir nefes aldım, sakin kalmak adına.

“Bilmiyorum, sadece düşünüyordum.” Diyerek elimdeki silahı masaya bıraktım. Masada oturan her kes şokla bana baktı. Bu gün iki askerin silahını belinden almıştım ve hiç biri bunu fark etmemişti. Ben nasıl biriyim, bunu yaptığımı bile farkında değilim. Sanki içimde başka birisi vardı ve beni kontrol ediyordu.

AHANDA DELİRDİ, BUDA KENDİNDEN ÇİFT KİŞİLİLKİ BAHSEDİYOR. YEDİN KAFAYI, TIRLATTTIKKK.

“Bunu fark ettirmeyerek nasıl yapıyorsun.” Bunu bana değil kendine soruyor gibiydi. Bana sorsa bile verecek bir cevabım yoktu. Yaptığımı farkında bile değilim.

“Kesin zevzekliği, salak adam belinden silahı alınıyor ruhu duymuyor.” Dedi Cihangir abi. Bu durumda bile ortamın ciddiyeti yok oluyordu. Herkes güldü, Alparslan bile hafifte olsa gülümsedi ama yüz ifadesinden anladığım kadarıyla bedenen buradaydı, onu bir kaç gündür aşırı düşünürken buluyorum.

Sabahın bilmem kaçında artık mert uyanmış ve biz onu topluca görmüştük, gayet iyiydi ve ilaçlardan dolayı sabaha kadar uyumuştu. Şuan her kes otoparkta evlerine gitmek için toplanmıştı. Mertin çıkışı öğlene doğru olacaktı ve aile evine gidecekti. Ölü olmayanlar da buradaydı, herkes arabasına gitmeden önce daire şeklinde durmuş bir şeyler konuşuyorlardı ama onları dinlemek yerinen ne yapacağımı düşünüyordum. Nereye gidecektim, amcamın evine ya da alparslan ile gitmek istemiyorum. Aslında alp ile gitsem sorunlarımızı oturup konuşa biliriz ama bu kadar kolay gönlümü kaptırıp sonra tekrar içine etmesine izin vermek istemiyorum. Ona şans vereceğim ama şuan değil, şuan sadece kendimle kalmak istiyorum. Bir kaç gün otele gitsem daha iyi olurdu.

“Mih araban var mı?” Selimin sesi ile düşüncelerimden arındım.

“Hayır. Taksi ile döneceğim.” Şuan arabamı en son nerede bıraktım onu bile hatırlamadığım dank etti. Cidden bu sıralar kafayı yemiş gibiyim.

“Nereye gideceksin?” Beste naif ve meraklı sesi tonuyla sordu. Gözlerim ona döndüğünde aslında herkesin susmuş bizi dinlediğini fark ettim. Omuzlarım dikleşti ve duruşum da aynı şekilde kendinden emin şekle geldim. Kimse bana acımasın, üzülmesin istiyorum, bu yüzdendi yıkılmadım ayaktayım pozlarım.

YIKILMADIM AYAKTAYIM DERTLERİMLE BAŞ BAŞAYIMMMM...

“Otele gide...” cümlem ayaz ve kızlar tarafından yarım kaldı.

“Ne oteli?” dedi beste.

“Saçmalama.” Dedi melike.

“Ben dururken mi?” dedi ayaz.

Hepsinin yapmak istediğini anlamıştım ve hepsine minnettardım ama hiç birine rahatsızlık vermek istemiyorum.

“Bakın hepinize teşekkür ederim ama...” Sözlerimin devamı gelmedi çünkü aniden kendimi birinin kalçasına bakarken buldum.

LAN!

OHA!

YUH!

ALPARSLAN...

“LAN!” Ses tonum gayet yüksek ve kızgın çıkmıştı. Beni omuzuna almış ve bekliyordu.

“Sus yeter. Bendeki de can, birazdan mertin yanına gidip yatacağım. Hastalığımda sensizlik.” Derin bir nefes aldı. “Ben yaşadığım müddetçe sen evsiz kalmazsın. Ben varım, ben senin evin olurum.” Omuzun da benle beraber arabasına doğru hareket etmeye başladı.

“Alparslan...” Ölü olmayan atakan gelmişti. Sesi kızgındı ama kime kızgındı? Kendine kızması lazım değil miydi? Konuşmasına izin vermeden ben devreye girdim, nedense hiç iyi bir şey diyeceğini düşünmemiştim.

“Alp, indir beni!” dedim ama bozulan psikolojim ile gülmek üzereyim. O kadar garip bir andayız ki, bozulan sinirlerime hakim olamıyorum.

“Sus sen evde konuşacağız, yeter sensiz kaldığım. Benim ne suçum var canım, ölü olması gereken ama olmayan onlar.” Arkasın da kalan atakan ve ayazı gösterdi. Aslında bu bakış açısı ile haklı gibiydi ama sadece GİBİ.

SUS KIZ KOCAM HAKLI.

“ALPARSLAN.” Bu sefer ayaz ve atakan aynı anda konuşmuştu ama alp onları bir tarafına bile takmadı. Aynı çocukluğumuz da yaptığı gibi, beni omuzuna almış götürüyordu.

“Gören de huri meleksin sanır, saklamasaydın.” Adımları durdu. Daha sonra ne diyecekse vazgeçti ve yoluna devam etti. “Sende iyi alıştın omuzuna atıp götürmeye!” dedim bu seferde. Yine bana cevap vermedi ve ben sadece kendimi yormak ile kaldım.

Hastane otoparkında bizden başka kimse yoktu, rezilliğimizi sadece yakınlarımız görmüştü. Aslında ne yalan söyleyim, hoşuma acayip gitmişti ama şuan erimemem lazım. Kalbim yerinden çıkmak ister gibi atmamalı. Alparslan onları biraz geride bırakarak beni arabasına bindirdi ve kaçmamam için kapıyı kilitledi. Kendi binmek için hızla açtı ve bindiği gibi tekrar kilitledi. Kaçmamam için büyük bir çaba sarf ediyor ama zaten kaçmak istesem şuan burada olmam, bunu bilmesine gerek yok. Arabayı çalıştırmadan önce radyoyu açtı ve camı indirdi. Kollarımı göğsümde bağlamış her hareketini izliyordum. Hande yener- Mor şarkısı duyuldu sessiz otoparkta. Alparslan moreli yerinde değildi ama yine de bunu güzel kamufle ediyor. Başımı yanımda bulunan cama çevirdim, bu sayede arada bir camdan yansımasını görebiliyorum.

“N’oldu pek bi’ keyfin yok

Düşlediğin gibi olmadı mı?

Yakıştı ama sana mor renk çok

Gelen yerimi doldurmadı mı?

Var bi’ gariplik diyosun koyamadığın adını

Bi’ eksiklik kaçıran ağzının tadını

Sabahına kahveyi, akşama yemeğini, makyajı, elbisesi

Çabalayadursun işi zor ama şaibeli

Yok, arasan da dünyayı

Başka bi’ ben yok

Mütevazi olmak lazım diyosan yok

Bitti taze, kusura bakma

Kafaya takma sen de...”

Şarkı ile kime gönderme yapıyor ise sırıtmaya başladı, direksiyonu çevirmeden önce abime baktı ve sırıtması büyüdü. Ne olduğu hakkında tek bir fikrim yoktu ama alp arabayı çalıştırması ile arkamızdan sağlam bir küfürlü bağırma sesleri duydum. Alpin gülümsemesi daha da büyüdü ve müziğin sesini açtı. Hastane otoparkından çıkana kadar dinledik, daha sonra radyoyu kapattı. Yol boyunca ikimizden de tek kelime çıkmadı, bedenen arabanın içindeydik ama ruhen asla burada değildik. O da, benim gibi derin düşünceler içindeydi. Bu bir kaç günde baya çökmüş duruyoruz. Arabadaki sessizlik bir lokantanın önünde durduğunda da devam etti, kısa bir an bana baktı, ben ise ön camdan dışarıya ama dümdüz ifadesiz yüzümü görünce derin bir nefes alarak indi arabadan. Nereye gittiğini anlamıştım, bize yemek almak için inmişti ama canım asla yemek çekmiyor. Şuan kaçıp gidebilirim ama kalıp onunla da yüzleşmek istiyorum. Neden bana söylemediğini merak ediyorum. Tamam ömür boyu saklamamıştı ama yine de öğrendiği an demesi gerekmez miydi?

Sen karşısına çıkıp ‘ben abinin yaşadığını öğrendim’ der miydin? Yoksa doğru zamanı bekler miydin?

Aslında ona içten içe hak veriyorum, şuan onu anlamıştım. Derin bir nefes aldım ve uzaktan onu izlemeye başladım. Karşıma çıkıp dan diye diyemezdi belki ama ona kırıldım. Ben bu yolda belki de en çok ona güvendim, en çok onun sevgisine inandım, bir anda bunların hepsi elimden alınmış gibi hissettim. Herkes bir yana, alparslan yalan söylemiş ve arkamdan iş çeviriyormuş hissine kapılmıştım ilk an. Bu bir kaç günde olanlar ise bunun cabası.

Doğru yoldasın. Bu yolda herkese güvenme, her denilene sonsuz inanma. Herkes arkandan iş çevirir ama alp yapmayı tercih etmez. Yıllar boyunca bizi aramış ve bize bakarken bile içi gidiyor. Eğer arkandan iş çevirecek olsaydı, o akşam demezdi. Şuan hiç bir şeyden haberin olmaya bilirdi. Bunlar onun bir kaç gün saklamasını asla haklı çıkarmaz ama bir kaç gün kendine müddet vermesi normal. Kimse dan diye çıkıp böyle bir şeyi diyemez. Bizi düşündü...

Avukat mısın aşko? Valla kendi iç sesimin bu kadar akıllı olduğunu asla bilmiyordum. Burada bir sorun var!

Kesbe ilk defa ciddi olduk. Yazık inme indi.

“Geldiğimi fark etmeyecek kadar mı düşüncelerine daldın?” ani gelen ses ile kendime geldim. Şaşkın bakışlarımı hemen aynımda şoför koltuğunda oturan alparslana çevirdim. Lacivertleri cidden bana bakarken içi gidiyormuş gibiydi. Bu derinlerde bir yerde sarsılmama sebep oldu. Biliyordum ama bir şeyler şuan daha fazla dank etti. Kendime gelmem gerekiyor.

Yine de tek kelime etmeden ön cama döndüm, alp yine sıkıntılı şekilde baktı ve poşetleri arka koltuğa koyarak arabayı çalıştırdı, derin sessizlik eşliğinde süren yolculuğumuz evimizde son buldu. Arabam burada otoparktaydı, mübarek bir an kayıp oldu sanmıştım.

İkimizde büyük bir sessizlik ile eve doğru ilerledik, bu ev bana yuva hissini tattırıyor. Bu kapıdan girince tüm kendimi koruma çabam, bütün duvarlarım yıkılıyordu. Evimizde, gardımızı tamamen indiriyorduk ve bunu ikimizde yapıyoruz. Farkında şimdi varmıştım, alpte benim kadar farkında değildi bunu. Terleyen avuç içlerimi kıyafetime sildim, kapı önünde biran ne yapacağımı bilemedim.

“Konuşalım mı?” Evet ben dedim, artık onunla bunu halletmek istiyorum. Daha fazla soruna hayatımda yer yok yeterince problemli bir hayata sahibim. Ve en önemli nedenim onu seviyorum. Sevgi her şeyi halleder diyemem ama ben elimden geleni yapmak istiyorum. Sanki olumsuz bir cevap alacakmışım gibi hissettim. Bakışları kıyamıyor gibiydi, kendi evimde ve ne yapacağımı bilmiyor gibi duruşum içerlenmesine sebep olmuştu.

“Önce yemek yiyelim sonra istediğini konuşuruz.” Elindeki poşetler ile mutfağı geçti. Kaşlarım çatık şekilde bende arkasından onu takip ederek mutfağa geçtim.

Uzun saatler sonra yan yana sessizce oturmuş yemek yiyorduk, bu asla normal değildi bence. Yüzüne ve mimiklerini izlemekten acayip keyif alıyorum. Benim kendisini izlediğimi bildiği için bana dönüp bakmadı, bakarsa bakmazdım. O yüzden sessizce yemeğini yemeye devam etti. Bir kaç dakika sonra bende ona ayak uydurdum ve sessizce yemeğimi yedim.

Şuan koltuklara oturmuş birimizin konuşmasını bekliyorduk. Hangimiz konuya nasıl gireceğimize karar vermeye çalışıyorduk ama en sonunda öne çıkarak halıdaki dikkatimi üstüne çekti. Hemen yanımda oturmuş ve bana dönmüştü, üstünde siyah bir kazak ve siyah bir eşofman vardı. Bu renk ona çok yakışıyor evet ciddi bir ortamda beynim error veriyor.

“Özür dilerim.” Saatler sonra sesini duymam kalbimin dört yana koşmasına sebep oldu. Hala ilk günkü gibi heyecanlanmam normal olamaz.

“Baştan başlar mısın? Kafam çok karışık.” Sanki özrünü duymamış gibi davrandım. Kısa bir durdu ve sadece yüzüme baktı. Yüzümde ne gördüyse bu asla hoşuna gitmedi. Boş bakıyorum, sadece bakıyorum her hangi bir duygu yoktu bakışlarımda.

“Bu operasyon seninle bağlantılıydı, o yüzden kabul etmiştim. Beni o gün ayaz kurtardı, aslında bundan şüphelerim hep vardı. Çünkü birisi hata bile yapsam arkamı topluyor, hafif cezalar alıyordum ama ne zaman bu işin peşine düşsem önüme bir engel çıkartıyor. En son Hilmi dosyasında bu yüzden çıkmıştım ve ayaz kurtardı beni. Orada ilk gördüm ama hayal sandım. İyi değilim ve beynim benimle oynuyor sandım. Babanı bilmiyordum. Ayaz ilk burada karşıma çıktı daha sonra ben didiklemeye devam edince albayla konuştum oda onaylamak zorunda kaldı. Kurtulmuş yangından ve ben bunu sana nasıl söylemem gerek bilemedim.” Derin bir nefes aldı sanki aldığı nefesler ona yetersiz geliyor gibiydi. “Daha sonra işte işler karıştı, tatil, sizin kayıp olma, balo derken sarpa sardı ve ben nasıl diyeceğimi bilemedim. Yaptığımı asla savunmuyorum, bana ne kadar kırgın olduğunu görebiliyorum ve bu ölmek istememe sebep oluyor. Belki şuan bana güvenmiyorsun. Kesinlikle haklısın ama ben bir anda karşına çıkıp bunu diyemezdim. O gece ayaza dedim; Ben, Mihriban’dan bunu saklayamam diye.” Herhangi bir tepki vermem için baktı ama boş bakan gözlerim ve mimiksiz yüzüm ile anlatmaya geri döndü. “ O tatilde demek istedim, ayaz bunu ikimizin yapması gerektiğini, benim bir suçum olmadığını falan söyledi ve dönmemizi bekledik. Dönünce de zaten o gece anlattım sana ama baban... Babanı bilmiyordum. Amcan ve babam biliyormuş. Annem, yengen, pelin, mert hiç birimiz bilmiyorduk. Sonradan öğrendik aynı senin gibi.” Üstünden yük kalkmış gibi omuzları düştü, rahat bir nefes aldı. Üstüme tonlarca ağırlığında yük bindi, omuzlarım yükü taşımak için dikleşti, nefes alamadım.

Sanki birisi beni boğuyordu, lacivertlerine baktıkça nefes almadığımı düşünmeye başladım. Bana yalan söylememişti, sadece söyleyememişti. Bu açıdan aslında ona hak verdim. Ben olsam bende diyemezdim ama kırılmış ve yalnız hissediyorum. Ben ondan gelen yaralara alışık değilim. İlk darbede belki çok büyük bir tepki veriyor olabilirim çünkü ne yapmam gerek bilmiyorum. Bu yaşıma kadar her kesten gelen sözlere, yaralara alışmış ve karşılık vermiştim ama sevdiğim adamdan ilk darbem kadar acıtmamıştı hiç biri.

“Benim bu yolda tek güvendiğim sendin, amcam belliydi sakladıkları olduğu ama senden beklemiyordum. O gece ikinizi yan yana görünce beni diri diri toprağa gömmüşsün gibi hissettim. Ben, sana haddinden fazla değer biçiyormuşum meğerse. Aslında şu açıdan bakınca ben, ayaza ve atakana kırıldım evet hatta paramparça oldum ama hiç biri senin arkamdan iş çevirdiğini düşününce verdiği zarar kadar zarar vermedi bana. Sanki dünya başıma yıkıldı ve benim omuzlarım artık bunu kaldıramıyor. Bu yolda seninle başlamak istedim sana güvenmek istedim...” Her kelimemde rahatladığı için çöken omuzları daha çok çöküyordu. Her kelimemde daha çok bıçak darbesi iniyor kalbine. “Alparslan... Canım alp, ben şimdi sana güvenmek için ne yapacağım. Nasıl bu yolda benden bir şey saklamadığına emin olacağım. Çok kırıldım, belki şuan ki durumumuz da bu çok önemsiz kalıyordur ama cidden sanki kendi ellerinle kalbimi deşmiş ve ellerime vermişsin gibi hissettim. Bunları üzül diye demiyorum, senin canın acırsa benimki de acır sadece beni anla istiyorum. En ufak hareketinde ne kadar yara aldığımı gör istiyorum. Sen, bende öyle bir yer edinmişsin ki, tek bir sözün ile dünyam başıma yıkılıyor.” Biten sözlerim ile lacivert gözleri bana sanki her zamankinden daha farklı bakmaya başladı. Beni anlıyordu... Ne hissettiğimi anlattığımda beni anladı. O, beni hep anlardı.

“Ne kadar özür dilesem boş. Ben, seni paramparça etmişim ve bunu bilmek ölmekle eş değer. Bu yaşıma kadar hep seni aradım, her defasında bulunca ipeklere saracağım kimse zarar vermeyecek dedim ama beceremedim. En büyük zararı ben vermişim meğerse. Bundan sonra her şeyi bileceksin, zaten senden bir şey saklayamayız çünkü bu oyun senin üstüne kurulmuş. Her şeyi bilmek zorundasın, mert çıkınca, albay karargaha çağırıyor ikimizi de. Sana söz veriyorum bundan sonra daha dikkatli olacağım, bilmediğin her şeyi öğrenmeni sağlayacağım. Aynı şekilde bildiğim her şeyde dahil. Yeter ki benden uzak durma. Bana boş gözler ile değil, o sevdiğim bakınca insanın içini ısıtacak, nefesimin kesilmesine sebep olacak gözler ile bak.” Ne kadar pişman olduğunu göre biliyorum, görmesem bile hissede biliyorum. Onu hemen affetmem belki ama ondan uzağı da gitmek istemem.

Belki eski Mihriban olsa, şuan onu süründürür ve yola onsuz devam ederdim ama yeni ben öyle yapmayacaktı. Yanımda durmasına benimle olmasına izin vereceğim. Onsuz da bu yola devam edebilirim ama onsuz kalmak istemeyecek kadar işime işlemişti. Beni uzun uzun izleyen lacivertlerine baktım, umut kırıntısı arıyordu hala boş bakan gözlerimde. Ufak bir umutta tutunmak istiyordu ama bulamıyor gibiydi bakışlarımda. Bu gece kaçıncı olduğunu bilmediğim şekilde umutsuz baktı gözleri. Bende, aynı o gece bulamamıştım tek bir umut. Kendimi dağılmış ve kandırılmış hissetmiştim ama ben o kadar vicdansızlık yapmadım, kollarımı hemen yanımda olan bedenine sardım. Bedeni gerilmiş ve kas katı olmuştu, benden asla böyle bir hamle beklemediği aşikardı.

“Seni hala tam affetmiş değilim ama bu yolda hala yanımda olmanı istiyorum. Seni seviyorum... Hatalar yapabiliriz bunlar olacak şeyler ama önemli olan bir daha tekrarlamamak. Seni affettim desem yalan söylerim, benim senden başka gidecek limanım yok. Bu kesinlikle bu oyunda yanımda olman için demiyorum, seni sevdiğim ve sana sığınmak tekrar güvenmek istediğim için diyorum. Benden bir şey saklayacağını düşünmüyorum artık. Lütfen beni yanıltma, senden gelecek küçük bir darbe yıkılmama sebep olabilir. Adımlarını buna göre at, ben her defasında adım atarken bize dikkat ederek atıyorum ve senden de bunu bekliyorum.” Rahatlamıştım, ona oldukça açık hissettiklerimi demek beni beklediğimden daha çok rahatlatmıştı. Dolu gözlerime inat tek bir damla yaş düşürmedim, başımı bulunduğum yere sürttüm. Sevgi dilenen bir kedi gibiyim şuan.

Alp sanki yüzme bilmiyorken denize atlamış ve can havli ile can simidine sarılıyor gibi sıkı sıkı sarılmıştı. Beni içine sokması mümkün olsa şu dakika tek beden olmuştuk kesinlikle, bu halleri ne kadar söylensem de hoşuma gidiyordu. Bana bu kadar düşkün olması çok hoşuma gidiyor, alp gibi sert mizaçlı birisi beni böyle seviyor ve böyle sarıp sarmalayınca dünyalar benim olmuş gibi hissediyorum. Başını boynuma doğru sokmaya çalışması ile kıkırdadım, nefes boynuma vurdukça tüylerim şaha kalkmış gibi dikildi.

“Seni çok seviyorum ve bir daha sana asla böyle hissettirmeyeceğim söz veriyorum.” Gülümsemem büyüdü, sanki bu dediklerini bekliyormuşum gibi hemen içimde solucanlar ayaklandı. Kafası hala boynumda milim kıpırdamadan duruyordu.

Lan ateş böceği o.

Sus sen.

“Bir daha bana bunları hissettir bak bakalım yanında bana ait tek bir şey bulabiliyor musun. Sanki hiç var olmamışım gibi yok olurum Alparslan Demir.” Duydukları ile kaşları çatıldı, bedeni gerildi. Ondan gittiğimi düşünmüş olacak ki şuan çok ciddi ve kızgın bakıyordu. Derin derin aldığı nefes sayesinde göğüssü hızla inip kalkıyor.

“Seni, benden almaları için benim bu dünyada olmamam sonsuz uykuda olmam lazım.” Boğuk sesi ve annesine sokulan bir bebek gibi daha çok kendine çekmeye çalıştı ama zaten milim mesafe yoktu aramızda.

“Bak büyük konuşma sıçarız sonra.” Romantik ve kasvetli havayı dağıtmak adına konuştum. Başarılıda olmuştum, gülüşü boynumda kayıp olmuştu.

“Göremezler canım, göremezler

Sende benim gördüğümü

Onlar bi’ yudum nefesler

Aşkım yalan değil, ne de hevesten

Çok bekledim bunu inan

Aç bana yüreğini...”

Şarkının ufak bir alıntısı tamamen bizi özetliyordu. Her şeye rağmen yanımdaki adam sayesinde bir nebzede olsa iyiyim. Ne olursa olsun yanımdaki adam iyi ki dedirtiyordu.

Biraz daha orada özlem gidermek adına sarılı şekilde kaldık, alp bir müddet başını boynumdan çekmemişti. Bende aynı onun gibi kokusunu derin derin soludum. Sanki, birisi beni kolları arasından çalacakmış gibi sımsıkı sarılıyordu. Zaman geçtikçe artık mayışmaya başlamıştım, yerim çok rahattı. Alparslan’ın kolları... Bunu ben demeden anlamış ve benimle beraber üst kata doğru ilerledi, sesimi bile çıkarmadan onun kucağına daha çok yerleştim. Yatak odamıza girince ikimizi de giyinme odasına götürdü ve bizim için gecelik seçti. Yüz ifadesine gülmeden edemedim, elinde tuttuğu gecelik sanki garip bir nesneymiş gibi baktı ve yüzünü buruşturmuştu.

“Güzelim, bunun tam olarak neresini giyiyorsunuz?” Elindeki tangaydı ve anlamaya çalışır gibi havaya kaldırmış inceliyordu. “Bomba imha etmek daha kolay valla şu tangayı giymektense.”

“Alp... Giyiyorsunuz derken canım? Sen tangayı nereden biliyorsun?” uykum tamamen açılmıştı. Artık konu oldukça ciddiydi.

HOCAMIN ANLATTIĞI BENİM ANLADIM DJLCBSDVLBSDLVJ

“Güzelim bunu her kes bilir, cahil değilim yani.” Hala elinde tuttuğu geceliğimi inceliyor.

“Bana bak. Ben böyle çok bilen erkek sevmem, sıkarım topuğuna haberin olsun.” O lacivertleri bana kocaman kocam baktı. Benden asla böyle bir çıkış beklemediği açıktı ama haklıyım. Herkes bilmesi gerekeni bilse hayat daha güzel olur.

“Sinirlenme hemen kız, sana alırken araştırmıştım.” Yüzünde gergin dolu bir gülümseme vardı. O benden mi tırsmıştı? Sesi neden içine kaçar gibiydi? Alt dudağımı içten ısırdım, buna daha sonra gülecektim.

Bendeki eril enerjiye bakın aşko jlbfvbsdjvsşdvn

Daha sonra ben kalktım ve düzgün bir gecelik seçerek giydim. Oda bu sırada, büyük bir zevk ile beni izlemiş ve daha sonra kendi üstünü giymişti. Beraber yatağa geçtiğimizde ikimizde artık baya yorgunluktan uyumak üzereydik. Başım her zamanki yerini alınca uyumam daha kolay olmuştu, elleri sanki bu anı bekliyormuş gibi hemen saçlarımda dolaşmaya başladı.

“İyi geceler.” Koyun koyuna yatıyor olabiliriz ama hala kırgın olduğum bir gerçek. Alp kuru kuru iyi gecelerime ağızının içinde kendi kendine homurdandı.

“İyi geceler bebeğim.” Meftun olduğum sesi en son duyduğum şey oldu.

Hayatta seçim haklarımız olmazdı, mesela insan ailesini seçemezdi ama ya seçme şansımız olsaydı o zaman farklı aile seçer miydik? İşte bu soruyu ne zaman kendime sorsam cevabım hayır oluyordu. İyi ve kötüsü ile ne yaşarsam yaşayayım yine aynı ailemi seçerdim. Yine aynı adama aşık olmak isterdim. Belki akıllanmaz bir salak diye bilirlerdi. Ailem... Ben ailem ile sadece altı sene geçirmiştim ve bu altı sene hiç bir günüme değişmezdim. Güzel uykumuzdan bir telefon sesi ile uyanmıştık, mertin çıkışına yetişemedik. Uyanma sebebimiz albay ise karargaha çağırıyordu, dün gece olanları ve ilerde olabilecekleri konuşmamız lazımmış. Yani mecburen yola koyulmuştuk ve karargaha gidiyorduk. Alp, karargah yoluna girmek yerine başka bir yola girdi, orman yolunda yarım saat ilerleyince etrafı korunaklı bir tesise gelmiştik.

“Burası neresi, neden buradayız?” Araba hala durmamış alp üst gibi bir yere araba ile girmişti.

“Burası özel üst ve sayılı kişiler hariç kimse alınmıyor, baban ve abini buradaymış. Bizi de buraya çağırdılar.” Demek bunca zaman burada saklanıyorlardı. Burası zaten ev gibi duruyor dışardan, pardon köşk gibi. Kimse buranın özel bir üst olduğunu askerler olmasa anlamazdı. Ormanın ortasında bir üst kurmuşlardı, alp arabayı park etti.

“Hazır mısın?” Gözlerimi dışardan çekip ona çevirdim.

“Seninle her şeye hazırım.” Derin bir nefes alarak bir şey demesine müsaade etmeden arabanın kapısını açıp indim. Oda benim arkamdan inmişti ama gitmek yerine elini bana uzattı. Bana uzatılan eli sımsıkı tuttum ve ondan güç almamı, yanımda olduğunu hissetmemi ister gibi elimi sıktı. İster istemez adımlarım daha da büyük bir özgüven ile atmaya başladım. Yabancı olduğum bir yerde bile şuan güvende hissediyorum.

Herkes buradaydı, tim, ayaz, atakan ve albaydı. Hatta yanlarında bir kaç tanımadığım adam daha var. Alparslan ile yan yana üssün kapsında bizi bekleyenlerine yanına doğru emin adımlar attık. Hepsi bize bakıyor, sanırım kimse alp ile bu kadar erken barışmamı beklemiyordu. Ben, alpi iyisi ve kötüsü ile hayatıma alalı yıllar oluyordu. Bizim hikayemiz altı yaşında başlamıştı ve bu hikaye yıllar boyu devam edecekti. Alp kısa bir an başını bana çevirdi sanırım durum değerlendirmesi yapıyor, ona gülümsedim ve aynı karşılığı saniyeler içinde aldım. Eğer bizi izleyenler olmasaydı onu hemen dudağının yanından öperdim ama ortam müsait değildi. Adımlarımız durdu, hiç kimse tek kelime etmeden bize bakmaya devam etti.

“Kolay olmuş.” Adını bilmediğim bir adam konuştu. Alparslan’a bakarak demişti ama aynı yaşlar da birisiydi ve onlar gibi kalıplı, esmer tenli ve saçları asker tıraşıydı.

“Kolay olmadı, yıllar oldu.” Dedi başka bir diğeri, burada herkes rütbeli ve kamuflajlı aralarında tek sivil bizdik. Atakan ve ayazın bakışlarını üstümde hissediyorum ama onlara dönüp bir kez olsun bakmak istemedim.

“İçeriye, alp sivilden çık.” Dedi albay ve kapıdan bir adım attı. Bu sırada hepimiz onu takip ettik.

Alp hızlıca bir odaya girdi ve kamuflajını giydi, bende annesini takip eden ördek gibi peşine takıldım. Hızlıca işi bitince bizi toplantı odası dedikleri yere getirmişti. Buraya daha önce geldiğini anlamıştım. Hepimiz oturmuş birisinin konuya girmesini bekliyorduk. Bu sırada gerginliğimi bastırmak için yanımda oturana adamı rahatsız etmek istedim.

“Belki buradaki odan müsaittir?” Sesimden bile ne ima ettiğim belliydi ama o, benim aksime asla eğlenmiyor gibiydi. Bana yan yan kınayan bakışlar atıyor ve dudakları arasından duyamadığım fısıltılar ile başını sağa sola salladı. “Hey! Kendi kendine konuşma, söyle bende bileyim.” Ufak bir kızgınlık içinde demiştim ama bu onu eğlendirmişti.

“Şuan değil ama eve gidince diyeceğim.” Yan yana oturuyoruz ve aramızda yine çok az mesafe vardı, bana iyice yaklaşıp fısıldaması ile bedenim ona tepki verdi. Tüylerim ürpermişti, bu tepkim onu daha çok eğlendirdi.

“Alp ne çok güldün.” Dedi hemen karşı çaprazımızda oturan adam. Bu adamı tanımıyorum ama rütbesi alp ile aynı olduğunu fark etmiştim. Kıstığım gözlerim ile incelemeye başladım adamı. Bu adamdan hiç iyi enerji almamıştım, inşallah bok çıkmazdı.

Çıkabilir aşko.

“Gülmemem için her hangi bir sebebim yok. Seni ne rahatsız etti?” Alp son derece sakin bir sesle ama bakışları asla sakin değildi tepki verdi. Resmen üsten üsten birbirlerine bakıyorlardı. Aralarında soğuk enerji buram buram yayılıyor ortama.

“Gül canım gül, ne rahatsız olacağım.” Resmen dalga geçiyor adam. Alp sabır çekti ama gözlerini kendine dik dik bakan adamdan çekmedi.

“Sevgilim, evimize gidince mangal yapsak?” bunu sadece alp duysun diye kısık sesle demiştim. Şuan en alaka bilmiyorum ama canım istemişti.

“Aç mısın?” Alp, sanki ona dehşet bir şey demişim gibi şaşkın bakışları bana döndü.

“Hayır sadece canım istedi.” Diyerek reddettim onu. Alp tek kaşını kaldırdı ve sanki ben insan üsttü bir şey istemişim gibi göz hapsine aldı. “Bende insanım ya hani. Canım bir şeyler isteye bilir, bakma bana dik dik.” Diyerek elim ile yüzünü karşımda oturan abime doğru çevirdim.

“Peki, ben şaşırdım sadece bir anda olunca.” Bir anda attığım tribi anlamadığı için kısa cevabı ile önüne döndü.

“Konuşmanız tahmini ne zaman biter.” Ölü olması gereken babam, Alp ve bana bakarak demişti. Ona bakmasam bile bakışlarını üstümde hissediyorum ve bu konuda tek değil, aynı şekilde abimde öyleydi ortamda ben varsam direk ikisi de beni göz hapsine alıyor.

“Anlatacak çok şeyiniz var gibi.” Dedim, benden değil de alparslan böyle bir çıkış bekliyordu sanırım. Benim onu muhataba almam ile gerilmişti. Benimle aynı olan gözleri beni hapsetti, kendimden emin duruşumu bozmamak için büyük bir savaş veriyorum ama bunu gram dışıma yansıtmıyorum. Bacağıma dokunan alparslan ile ona baktım, hiç bir şey demeden sadece bana bakıyor lacivertleri. Güven vermek ister gibi gözlerimin içine içine baktı. Bende aynı şekilde ona baktım, sessiz şekilde bir çok kelime kullandık birbirimize.

“Evet konumuza dönecek olursak,” dedi masanın başındaki en rütbeli kişi.

Hepimizin bakışları kır saçlı asla yaşını göstermeyen adama kaydı. Oda rütbeliydi ama şuan rütbesini bileceğim her hangi bir şey yok üstünde. “Mihriban, buraya bir kaç test yapılması için geldi. Fiziki olarak gayet iyi ama dün olanlar malumunuz. Sana bir kaç test yapmak istiyoruz, iznin olursa. Bu testler hastanede olanlar gibi değil, orada olanlar yanılma payı var. Burada gördüğün gibi her şey üst düzey ve yeni teknoloji. Dün o adam, seni bir şekilde tetikledi ve bunu nasıl yaptı bilmiyoruz, öğrenmemiz ve ona göre tedbir almamız lazım. Seni, o hale tek bir şey getirdi ise burada hepimiz için tehdit oluşturabilirsin.” Herkese tek tek baktım hepsi masada sanki çok önemli bir şey varmış gibi sadece masaya bakıyorlardı. Bir şeyler düşündükleri açıktı ama ne olduğunu kestiremiyorum. Alp sanki bunu anlamış gibiydi sadece masanın başında konuşan türbeli adama bakıyordu, aynı şekilde babam ve abimde. Ne dönüyor bilmiyorum ama bilmek istediğim için bunu kabul edecektim.

“Ne olduğunu bilmiyorum, bilinmezlikten nefret ederim o yüzden kabul ediyorum ama istemediğim hiç bir şey yapmam.” Diyerek kesinlik ile konuştum. Bu dörtlü arasında bir bakışma daha geçti biraz daha devam ederse, lan diliniz mi yok diye haykıracaktım.

Gözler konuşuyor...

Sus tamam.

“Peki nasıl istersen. Bu arada ben salim, bu operasyonun en başından belli başında olan kişiyim.” Diyerek kendini tanıttı ama çokta hevesli değilim valla.

“Memnun oldum. Siz zaten beni tanıyorsunuz.” Diyerek atıfta bulundum, salim amca anlamış gibi güldü, başını salladı.

“Bir insan hiç mi değişmez.” Diyerek, babama baktı ama ben bakışlarımı ondan asla çekmedim en ufak hareketini bile izledim.

“Dün seni ne tetiklemiş olabilir?” Alp ile aynı rütbede olan ve enerjisi kötü olan adam dikkatleri üstüne çekti. Başımı ona doğru çevirdim ve tam gözlerinin içine baktım.

“Siz kimsiniz?” Tabiki de bu konuyu tanımadığım birisiyle konuşmayacaktım. Adam, benden asla böyle bir cevap beklemediği için şaşırdı ama salim amca ve babam, albay güldü. Onların gülmesi ile timde güldü, alp zaten utanmasa kahkaha atacaktı ama neyse. Aslında ona iyi davrana bilirdim ama alparslan ile aralarındaki sezdiğim elektrikten asla memnun kalmamıştım, ben enerjiye inanan biriydim ve bu adam buram buram kıskançlık kokuyor.

“Bu mu, anlata anlata bitiremediğiniz kadın?” Resmen benimi küçümsüyor, elimi alparslanın bacağımın üstündeki eline koydum. Gerilmişti ve şuan gözleri ile adamı öldürdüğüne yemin edebilirim.

Aşko gözleri ile ışınlana biliyor mu?

“Bu değil. Mihriban hanım diyeceksiniz benimle konuşurken ve eğer beğenmediyseniz kapı orada.” Kimse bana bu diyemezdi, saygısızlığa izin vermem. Ben nasıl sınırı çiziyor ve saygıyı bozmuyorsam yabancıdan da aynısı beklerim. Dediklerim ile asla salim amcaya, albaya ve babama bakı. “Onlara bakmanıza gerek yok. Muhatabınız benim.” Kuru bir ses tonu ile cümlemi tamamladım.

“Tamam sakin olun.” Keskin bakışmamızı bölen albayın sesi oldu. Sevmemiştim bu adamı ve bir bok vardı, hissediyorum ve ben asla altıncı hissimde yanılmam.

“Mihriban bize açar mısın, nasıl hissettiğini ve onun sana ne dediğini.” Bu sefer sakin ve oldukça kibar şekilde sorulduğu için salim amcaya baktım.

“Buna ne sebep oldu bilmiyorum, sanki emir almış bir asker gibi hareket ettim. Bana patronunun dediklerini söyledi; Benim ne kadar zeki olduğumu ve bir insanı parmağımın ucunda oynata bileceğimi ruhunun duymayacağını söylemiş patronu. Artı olarak son sözleri ise,” diyerek o anı bir robot gibi tekrar ettim. “Bırakacağım ama öylece değil. Tetiklen, hatırla. Nereden geldiğini bul, beni bul. Yerimi senden başkası bulamaz, şimdi adamdan kurtul ve kim olduğunu hatırla.” Her cümle defalarca kafamın içinde döndüğü için hatırlıyorum. “SEN KİMSİN! SENİ BEN YETİŞTİRDİM, BENİM KURALLARIM DIŞINA ÇIKAMAZSIN. KARŞIMDA ÖLÜDEN FARKSIZ OLAMAZSIN. O KÜÇÜK BEYNİN BENİM KOMUTUMDA, DUY SESİMİ VE KENDİNE GEL. KİM OLDUĞUNU HATIRLA VE KURTUL O PİSLİKTEN.” Kafamın içinde dönen cümle aynı bu şekildeydi. Bu ses tonu çok tanıdık ve sözlerde çok tanıdıktı ama bir türlü hatırlamıyorum adamın kim olduğunu. “Bunları dedi, sanki silahı bile bile oraya baskılamıştı. Bu dedikleri bana anlamsız gelmişti ama sesi beynimin içinde bir yere dokunmuştu, silahın baskısı arttıkça beynimin içindeki ses daha çok artıyordu. Başıma balyoz darbeleri iniyor gibiydi. Bu sesi ve bu dediklerini bir yerden hatırlıyorum. Nasıl ve neler oluyor bilmiyorum ama bu ne ise çok tehlikeli. Birisi beni uzaktan kontrol ediyor gibiydi.” Sözlerimin bitimi ile herkes irkilir gibi kendine geldi. Ben çok tehlikeli bir silah olabilirdim.

İnsanların yüzlerine bakınca neler olduğunu anlar ve ya tahmin ederdiniz ama şuan öyle bir anda değildim. Hepsinin yüzüne baktım ama hepsi o kadar boş bakıyorlardı ki hiç bir şey anlamıyorum. Bu lanet yerde bir sorun var. Dediklerimden sonra sayısız testte girmiştim, kendimi denek gibi hissediyorum ama ne olduğunu merak ettiğim için sesimi çıkarmıyorum.

“Yoruldun demi.” Alparslan’ın sesi ile düşüncelerimden sıyrıldım ve lacivertlerine baktım. Bana, yorgunluğumu almak ister gibi bakıyor, lacivertleri bana kıyamadığını haykırıyor.

“Evet.” Kısa cevabım ile sadece baktı, bende ona bakmak yerine bulunduğum odadan çıkmak için hareketlendim, bir serum vermişlerdi ve serumun içinde bir çok bilmediğim madde vardı. Alp, hiç birinin büyük bir zararı olmayacağını söyledi için ona güvenmeyi seçtim. Bu süreçte her kes bir tarafa dağılmıştı, bu uzay üssü gibi yerde sadece salim amca, babam, ayaz ve alp bide adını bilmediğim sinir bozucu adam kalmıştı. Odada onu terslememden sonra konuşmamıştık, sesini çıkarmadan sadece gözlemiyordu.

“Son iki bitecek.” Dedi alp ve bu odadan da çıktık.

Nereye gidersem peşimden geliyor ve beni yalnız bırakmıyor. Elini tutmak... Her zaman yumuşak ve güvenli limandı benim için, bırakırsam boğulacak gibi hissediyorum.

Saat kaç bilmiyorum, telefonumu Alparslan’ın odasına bırakmıştım. Bu son iki testten sonra derince uyumak istiyorum. Testler psikoloji, dayanıklılık, hafıza gibi testlerdi. Bir sıra psikolog ile konuşmuştum, ne kadar dayanıklıyım deyip küçüklüğüme inmişti ve ben kendimi kontrol edemediğim için odadan kaçmıştım. Çok derine inmek iyi gelmemişti. Hafızamı zorlamak beni yeterince yormamış gibi bide tıbbi testlere girdim. Üç tüp kan verdim ve büyük mezar gibi olan emar makinesine girdim, oradan da yeni teknoloji olan adını bilmediğim bir cihaz ile vücudum tarandı. Doktorlar kafama şapkaya benzer bir makine giydirdi ve beynimi görmek istediler. Bunlar yeterince zor değilmiş gibi bir de yalan makinesine bağlanacaktım. Bakalım orada neler olacaktı.

Bu sırada ayaz, babam ve alp bir an olsun yanımdan ayrılmamışlardı, içeriye giremeseler bile kapıda beklemişlerdi. Bu lanet yerden bir an önce gitmek istiyorum. Baba ve abi dememim her hangi bir anlamı yoktu. Sadece formalite icabı, onları affetmem ve hayatıma almam kolay değildi. Belki etmeyecektim bile. Onlar, alp gibi sadece iki üç gün saklamamıştı. Yıllarca saklamış ve benden uzak durmuşlardı. Her şeyi anlıyorum ama bir ebeveyn çocuğundan nasıl uzak kalabilir bunu anlamıyorum işte. Alp ile bir çocuğumuz olsa kesinlikle ondan uzak kalamazdım, dünya da hiç kimsenin gücü buna yetmezdi.

Bilemezsin, büyük konuşma.

“Şimdi seni yalan makinesine bağlayacaklar ve her şeyin doğrusunu ne ise öğreneceğiz.” Bir kapının önünde durunca sözlerini tamamladı ve içeriye geçmem için müsaade etti. “Tamam sevgilim.” Dedim ama sağıma soluma baktım. “Sende mi geliyorsun?” merak ile cümlemi tamamladım. Onun varlığı kendimi rahat hissetmeme sebep oluyor ve bunu anladıkça memnuniyeti yüzünden okunuyordu. Lacivertleri yüzümde gezindi ve memnun şekilde başı ile onayladı beni.

Odaya girmem ile göz attım, beyaz tonları ağırlıklıydı ve bir masa, üstünde kablolar ile cihaz duruyordu. Masanın önünde iki kişilik koltuk, arkasında tek kişi için sandalye vardı. Oraya cihazdı kullanacak birisi oturacaktı. Masanın üstünde bilgisayarda vardı. Oda da başka hiç bir şey yoktu.

“Sen mi kullanacaksın bu cihazı? Tek mi olacağız?” meraklı ses tonum ile güldü ve yanıma geldi. Beni kolları arasına alarak sarıldı, “Hayır bebeğim, gelecekler şim...” demesi ile sözleri yarım kaldı. Odaya herkes doluştu, sanırım onlarda merak ediyor neler olacağını. Tim bile gelmişti, makinenin başına uyuz olan asker oturdu. Bu gün onu herkes içinde bozduktan sonra konuşmamıştı. O masanın başına geçince diğerleri sessizce odanın bir köşesinde beklemeye başladı.

“Bu cihaz yanılmaz diyemem ama dünya üzerinde en gelişmiş cihaz yanılma payı çok düşük, ne hissediyorsan direk anlar. Korkma canın acımaz ama makineyi kandırmaya çalışma.” Dedi salim amca ve oda odanın bir köşesine geçti. Alp, bizi masanın önündeki iki koltuğa yönlendirdi. Ben oturunca kabloları üstüme takmaya başladı, bu sırada sesimi çıkarmadan onu izledim.

“Sen kamuflajın içinde ne kadar yakışıklı oldun. Allahtan dağda kadın yok.” Diyerek dikkatimi başka bir şeye vermeye çalıştım.

Aşko gerilen bedenimizi gevşetmek ister mi sorsanaaa

“Yat kalk şükür et işte benim gibi yakışıklı sevgilin var.” Diyerek işine devam etti. Bu adamın egosu beni öldürecek. Gözlerimi devirdim ve alt dudağımı ısırdım, haklıydı ama bilmesine çok gerek yok.

“İnşallah çocuğumuz olursa huyunu senden almaz.” Bunu bir an boş bulunarak demiştim. Kabloları takan elleri durdu ve bana haylaz, parlak lacivertleri ile bakıyor.

“Beni klonlamak istediğini düşünüyordum oysa.” Diyerek işine devam etti ve son kabloyu yerine takıp geri çekildi.

“Höst ulan.” Dedi babam.

“ALP!” dedi abim.

Onları bir tarafıma bile takmadan Alparslan’a bakmayı sürdüm bunun cevabını sonra verecektim. Kabloları bazılarını göğsüme, bazıları ise kollarıma falan takmıştı nabzımın üstünde bile vardı. Resmen yoğun bakımda yatan bir hastayı andırıyorum. Bu halime güldüm, ciddi bir durum olmasa fotoğrafımı çekin derdim. Alp yerine oturdu ve sessiz kalmamız ile gıcık adam konuştu. Bunu ne güzel bozmuştum bu gün neyse sonra hasbihal ederim.

“En basit ve doğru bildiğimiz soru ile başlayacağım, evli misiniz?” Bu soru çok saçmaydı ama kendisi de demişti zaten basit ve cevabını bildiğimiz soru diye.

EVET.

“Hayır.” Kısa ve net cevabım ile omuzlarım dikleşti, oturuşum daha dik konuma gelmişti. Özgüvenim tavan olmuştu, yalan söylemediğime o kadar eminimdim ki. Alp alay ile bana baktı az önce ona cevap veremem hoşuna gitmişti sanırım. Gıcık asker bir süre makineye baktı, sanırım ufak bir sorunumuz vardı.

“Yalan söylüyor.” Tok ve alaylı sesi ile tek kaşımı kalktı, ona dik dik baktım. Bu konuda ciddiydi şakanın sırası değildi. Dudaklarımı ıslattım, derin bir nefes aldım ve... Bir dakika ne demişti o?

SİKTİR!

“LAN!” dedi alparslan.

“Yok artık.” Dedi ayaz.

Ben şok olmuş bir ifade ile gıcık adama bakmayı sürdürdüm ama o oldukça rahat bir şekilde yerinde oturuyordu. Alp ayağa kalkmış ve makinenin bağlı olduğu bilgisayara baktı.

“Beni bozuk makineye mi bağladınız?!” sesim dehşet içinde çıkmıştı, herkes bana bakmaya başladı ama ben hepsine baktım. Hatırlamadığım bir kocam olamazdı, olsa hatırlardım.

Hatırlardım demi?

HATIRLARIZ CANIM O KADAR DA DEĞİL!

Salak nah hatırlarsın.

Sus ortalığı karıştırma.

“Bana bir şey oluyor.” Alparslan sanki bayılıyormuş gibiydi ama bu sefer bana değil! Ciddi anlamda adam gidiyordu. Elini başına koyması ile cihangir abi ve selim hemen kollarından tutarak karşıma oturttu, “Alparslan...” diyerek bende hareket etmek istedim ama sadece istedim. Kablolar izin vermedi. Hepsi tek tek bilgisayardaki sonuca bakmak için oraya geçti, “Bu şaka demi?” dedi babam. Onlarda inanamıyor gibiydi.

“Albayım sizde biliyorsunuz bu makinenin yanılma olasılığı çok düşük...” dedi gıcık adam. Hala adını öğrenmek için hiç bir sebebim yoktu.

“Ya ben evli değilim.” Hepsi bana bakmaya başladı bu seferde, alp biraz olsun su içince kendine gelmişti sanırım.

“Makine...” dedi abim olacak ayaz ama onlarda olan bakışlarım bu sefer aşık olduğum adamı buldu. Onlar inanmasa bile alparslan bana her zaman inanırdı. Böyle bir şeyi hatırlamamam imkansızdı ve aynı zamanda mümkün değildi bu dedikleri. Öyle olsa kayıtlarda çıkardı burada olan her kes asker ve yetkiliydi onlar mutlaka şimdiye kadar öğrenirdi.

“Tamam kes. Mihriban ne diyorsa odur. Değil işte, makineyi bir gösterin siz.” Sözlerinin bitimi ile yerinden kalktı, üstüme bağladığı kabloları tek tek çözdü ardından elimden tutmadan önce bana baktı. Bana bakması ile kendimi sorguladığımı, kendime olan güvensizliğimi anladı sanki. Elleri iki yanağıma koydu ve incitmekten korktuğu bir nesne gibi yumuşak yumuşak dokundu. “Ştt... Tamam ağlama bakalım, değilim diyorsan değilsin. Kimseye sorgulamak düşmez, sakin ol güzel bebeğim.” Dokunuşları gibi sesside yumuşak ve temkinliydi. Odada bizden başka her kes vardı ama şuan tek umurumda olan bizdik.

“Alp, onu bir sonraki odaya götür ve bekleyin.” Dedi babam. Ona dönmeden sadece alparslana bakmayı sürdürdüm. Ne olduğunu anlamadığım bir bakışma geçiyordu aralarında. “Komutanım...” Alpin sesinden bile itiraz akıyordu ama babam buna müsaade etmedi.

“Asker, sana denileni yap.” Dedi katı sesle. Burada işlerin böyle yürüdüğünü biliyorum ama bu hoşuma gitmemişti, alp sadece başını sallayarak odadan benimle beraber çıktı. Onları orada bıraktıktan sonra koridorda ilerledik ve alp bir anda durdu, önce arkasına baktı daha sonra bana baktı. Koca bedeni üstüme bir gölge gibi çöktü, kolları arasında olmak bana çok güvende ve huzur hissettirdi hep olduğu gibi. Kolları arasında küçücük kalmıştım.

“Evli değilim.” Kendimi tekrar ediyorum çünkü aklında bir soru işareti olsun istemiyorum. Orada bulunana kimse buna inanmamıştı, buna alışmıştım sanırım. Hepsi kesinlikle evlenip unuttuğumu bile sanıyor olabilirlerdi. Bence büyük olasılıkla bunu düşünüyorlardı. Bir an bile sorguladım kendimi.

“Biliyorum bebeğim.” Sesi saçlarımın arasında kayıp oldu.

“Bana bu kadar nasıl güveniyorsun?” serzenişim ile saçlarıma gömdüğü başı hareket etti. Derin bir nefes aldı.

“Görüyorum... Çırpınışını, sana inanmamız için verdiğin çabayı ve daha bir çok duygunu anlaya biliyor ve görüyorum. Sen sanıyorsun ki soğuk ve duygusuzsun ama hayır ben seni görüyor, okuyorum. Kalbini biliyorum, seni biliyorum. Bir dünya sana karşı olsa ben yine elinden tutar doğru söylüyorsun derim. Şimdi sıkma canını, evli bile olsan bu kayıtlarda olur bizzat ben ilgileneceğim bu konuyla. Senin tek yapman dinlenmek olacak evimize gidince.” Bu gün aşk konusundan ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anladım. Ailede değilim, arkadaşta değilim ama aşkta çok şanlıyım. Alparslan gibi bir adam hayatımda olduğu için şanslıyım.

“Sana hissettiğim duyguları nasıl dile dökerim bilmiyorum ama dünya ya kaç defa gelirsem geleyim yine seni seçerim, yine sana aşık olurum. İyi ki hayatımdasın... Seni çok seviyorum alp.” Beni kendinden uzaklaştırdı ve ışıl ışıl gözleri ile yüzümü süzdü.

“Aferin böyle aşk itirafı yap her zaman. Şimdi anlat dinliyorum beni ne kadar sevdiğini.” Bu haline gözlerimi devirdim ve ayrıldım kolları arasından.

“Yürü be... Yine egon senden büyük olmaya başladı.”

Güzel gülümsemesi bana da bulaştı, arsız gülümsemesi eşliğinde koridordan çıktık, yine bilmediğim bir koridora girdik.

“Burada ne yapacağız?” fısıldadım ve sessiz sessiz Alparslan’ın koluna can simitti gibi sarıldım. Bu oda antrenman odasıydı ve ortada büyük kenarları çevrilmiş dövüş alanı vardı. Gözlerimi odada gezdirdim, az ileride çeşit çeşit spor aletleri konuşmuştu. Odada cam yoktu ama içerisi havasız değil, tam aksine çok ferah ve havalıydı.

“Burada ne kadar dövüşe biliyorsun, kendini ne kadar koruya biliyorsun onu göreceğiz.”

Hiç bir yanıt vermedim, dövüş konusunda iyiyim. Şuana kadar kimseye ciddi anlamda zarar vermemiştim ama verecek boyut kadar biliyorum dövüşmeyi. Bir profesyonel saymazdım kendimi ama bir o kadar iyi dövüştüğümü söylerlerdi. Mert bunlardan birisi, her zaman profesyoneller kadar iyi dövüştüğümü söyler ve bunu dövüş hocamda onaylamıştı. Onunla ilk dövüşümüzdeki şaşkın bakışı aklımdan gitmezdi. Her defasında bununla dalga geçerdim, en az benimle beraber mertte dalga geçerdi. Odanın kapısındaki hareketlilik ile bakışlarımız oraya döndü, hepsi tam kadro tek tek içeriye girdi.

“Burada dövüşeceksin, bakalım ne kadar iyi kendini koruya biliyorsun.” Dedi babam. Ona her hangi bir cevap vermeden sadece kendimden emin şekilde gülümsedim. Bu gülüşüme üsten bir bakış attılar. İşte bundan nefret ediyorum.

“Kimi yere sereceğim?” diye sordum albaya. Babam ile muhatap olmaman onu yok saymam hoşuna gitmemişti ama sesini de çıkarmadı.

“Alp üstünü değişeceğin yeri göstersin.” Dedi albay sadece.

Alp aldığı komut ile gergin şekilde ilerledi, bende sessizce peşinden onu takip ettim. Giyime odasına girince bana bir tayt ve sporcu sütyeni vermişti. Bunlar ile rahat rahat insan döverim çok güzel. Alp çıkması ile bana verilenleri giydim ve kapıda bekleyen sevgilimin yanında gittim. Gergin ve sinirli duruyordu, sanırım bu zarar göreceğimi düşündüğü içindi. Aslında bende gerginim ama bunu üstümdeki alaycılık ile belli etmemeye çalışıyorum sadece, bu konuda ne kadar yetenekliyim tartışılır. Alp ile salona geri döndük.

“Ne olursa olsun tek bakışın ile seni oradan çıkartırım.” Sevdiğim ses tonu şefkat ve ilgi doluydu. Alp ile ellerimiz bir an olsun ayrılmıyordu, selim yavaş yavaş yanıma doğru yaklaştı ve sır verir gibi fısıldadı.

“Biraz daha el ele tutuşmaya devam ederseniz, baban hepimiz topa tutacak gibi.” Ona ufak bir gülümseme yolladım ve Alparslan’ın elini bırakmak yerine daha sıkı tutum.

“Sana söz buna gerek olmayacak. Benimle sevgili olduğun için ne kadar şanslı olduğunu fark edeceksin, sadece izle.” Diyerek yanağına küçük bir öpücük bıraktım, bu odada olan iki kişi harici kimse umurumda değildi. Alp bir nebze olsun rahatlamışa benziyordu ama tam anlamı ile rahatlaması için benim sağ salim oradan inmem gerekiyordu.

“Mihriban, karşındaki bu konuda bir uzman bunu unutma. Zorlandığın an bırak ve geri çekil. Zorunda değilsin sadece ne kadar kendini koruya bilirsin onu öğrenmemiz lazım.” Salim amcanın dediklerine sadece başımı onaylar anlamda salladım.

Ben yerden biraz yüksek olan dövüş alanına çıktım, hepsi çok yakın olmayacak şekilde minderlerin etrafını sardı. Ben hiç tanımadığım birisini beklerken yine ve yine bu gün bozduğum adam karşımda yerini aldı. Şu Alparslan ve bana takık olduğunu düşündüğüm. Bunu pataklamak güzel olacaktı.

“Cidden mi?” serzenişim ile sinir bozucu gülümsemesi yüzüne yayıldı.

“Ne o korktun mu ya da Alparslan’ı mı bekliyordun?” Bu adamda cidden sinir bozan bir şey vardı. Kendinden emin durmuyor adeta beni küçümsüyor, bu yüzden bile bu minderlere onu sermek zevk olacaktı benim için.

“Senden mi? Hahaha seni yere sermek büyük bir zevk olacak.” Diyerek duruşumu dikleştirdim. Bu karşılığım onu kızdırmıştı ama bunu gülümsemesi ile saklamaya çalıştı.

Bu adamı cidden sevmemiştim, normalde ön yargılı birisi değilim ama enerjisinden resmen kötülük akıyordu. Bunu ben sadece bir kaç saatte fark etmiştim, burada bulunan rütbeliler nasıl fark etmemişti işte burası kafamı karıştırdı. Bakışlarım az ileride bana bakan sevgilimi buldu. Keskin ve sinir dolu bakıyordu, bakışlar ile adam öldürülse şuan karşımda olan şerefsiz yaşamıyor oluyordu valla. Alpin lacivertleri bana döndü ve adete aynı anda değişti, artık daha sıcak ve sevgi dolu bakıyor. Bu bakışlarının sadece bana böyle olmasına bayılıyorum.

Bir eridik mübarekkk

“Başlayın.” Dedi abim.

“Bayanlar önden.” Dövüşü bilmem ama bu adam sinir bozma konusunda bir numara.

“Önce sen başlaya bilirsin.” Düz bir sesle bende aynı onun gibi küçümsedim.

Ne demişti hocam, ‘Her zaman ilk başlayan olma.’ Mert, her zaman ilk atılan taraf olduğu için genelde kayıp ederdi. Ben ise izlerdim, hareketlerini, bakışlarını her hareketi ile izler ve tartarım. Hamlemi ona göre yaparım. Karşımdakini devirmek istiyor isem hızlı ve akıllı hamleler yapmam gerekiyordu.

İlk hamlesini yaptı, bana doğru bir yumruk salladı ama geri çekilerek kurtuldum. Ona her hangi bir karşılık vermedim. Sinirini boza bilirim ve bunu yapmaktan en az on un kadar zevk alırım. Yine bana doğru hamle yaptı ve bu hamlesini de nakavt yaptım.

“Büyük oyna.” Dediğimde sinsi sırıtmam yüzümde yerini aldı.

“Büyük oynarsam buradan çıkamazsın. Ben bu konuda yıllardır eğitim alıyorum unutma.” Sesi ve duruşu buram buram kibir kokuyordu.

Bu sözlerinin bitimi ile yüzüne doğru bir hamle yaptım ama kolumu tutuğu gibi çevirdi ve belimi göğsüne sabitledi. “Bu kadar mısın cidden?” kulağıma doğru fısıldaması ile tüylerim diken diken oldu. Sözlerine karşılık güldüm ve bir anda onunla yer değişmemizi sağladım. Bu basit bir hamleydi ama beni kolay lokma görmesi onun en büyük zayıflığıydı.

“Kibirin sonun olacak.” Diyerek onu serbest bıraktım. Kendine gelir gelmez yine yüzüme doğru bir hamle yaptı, bu seferde kaçtım hamlesinden ama aynı ataklık ile karşılık verdim. Benim yumruğum onun yüzünde küçük bir morluk sebebi oldu. Bu onu kızdırdı hatta delirtti. Küçük gördüğü kadından yumruk yemek egosuna zarar verdi.

“Sert olalım o zaman.” Diyerek hamlesini yaptı, direk belim minderlere değirdi. Bunu beklemediğim için bir savunma yapamamıştım. Kendi ayakta, bana yarım bir gülümseme ile baktı. Hızla onu ayağından tuttuğum gibi yanıma devirdim ve bu sefer hız beklemeden bir yumruk daha geçirdim yüzüne. Hızlı ve atik olduğum için benden bu kadarını beklemiyordu.

“Bunu çok pis ödeyeceksin.” Demesi ile bende yanı onun gibi güldüm. Kalkması ile kaldığımız yerden devam ettik. Bu sefer o bir hamle yaparak karın boşluğuma sağlam bir yumruk geçirdi, bir kaç saniye nefes alamadım. Bundan yararlandı, artık benimde çenemde bir morluk oluşmuştu. İki büklüm olan bedenimi hızla doğrultum ve yumruğunun karşılığını vermek için ona doğru elimi salladım ama acele hamlem yüzünde kolumu aldı ve yine çevirdi. “Öleceksiniz. İkinizde hatta hepiniz.” Ses tonu ve fısıltısı ile kaşlarım çattım. Bu adamın derdi başka bir şeydi. Ne Alparslan ne bendim. Bakışları tehdit ve kibir doluydu. Yine haklı çıkmıştım, burada ne oluyor ise ya da ona ne yaptıysak bizden ölesiye nefret ediyordu. Kendimi kıskacı altından kurtardım ve çatık kaşlarım keskin bakışlarım ile onu süzdüm. Yüzündeki gülümseme asla samimi değildi.

“Ne saçmalıyorsun sen?” Şaşırmış halimden yararlanarak beni yine devirdi mindere. Bu sefer yumruğunu yememek için hızla toparlandım ve yan tarafa doğru yuvarlandım. Yumruğu boş mindere indirmişti, başından tutarak onun sırtını minderlere değirdim. Artık üstte ben aşağıda o vardı.

“Bak bakalım sevgiline.” Demesi ile bir an sadece saniye olsun bakışlarım alpi buldu. Üstünde kırmızı lazer ışıkları vardı.

“Bu... Bu lanet yerde ne oluyor!” dediğimde artık sinirlerim en alt sınırdaydı. Bana olan her şeye tahammülüm var ama sevdiğim birisine en ufak zarara tahammül edemem. Birini kayıp etmeye tahammül edemem.

“Şuan sen değilsin, zaaflar insanı küçültür.” Sinir bozucu gülümsemesi yüzünde yerle bir olsun istiyorum.

“Hemen çekin onu.” Diyerek dışarda bizi izleyenlere bağırdım. Üstünde olduğum adamı serbest bıraktım. “Size diyorum, eğer Alparslan’a zarar verirseniz yakarım burayı.” Diyerek tehdit ettim ama buna kimse olumlu olumsuz bir karşılık vermedi. Yerde yatan şerefsiz katıla katıla güldü.

“Hadi ama burada herkes rütbeli ve profesyonel.” Diyerek yerden kalktı ve üstüme doğru geldi. Benim odağım sadece lacivert gözlerdeydi, alpin üstünde lazer ışıklar vardı ve bir şey olmayacağını bildiğim halde bu sinirimi bozuyordu.

“Ona bir şey olmayacak.” Bir robot gibi kitlenmiş kalmıştım, her hangi bir tepki vermedim. Sanki donmuştum. Işıklar beni boğuyor, kırmızı ışıklardan her zaman nefret ederim.

“Bunun sözünü hiç bir zaman alamazsın. Burası askeriye ve biz ne istersek o olur. Seni küçük bebek.” Diyerek üstüme doğru geldi ve sağlam bir yumruk yedim. İşte bu sert ve acılı olmuştu. Elim yüzüme gitti ve burnum kanamıştı ama benim aklım çok farklı bir yerdeydi.

“KÜÇÜK BEBEK GİBİ DURMA ORADA. KARŞILIK VER YA DA ÖL.” Dedi kafamın içinde bir ses. Bu ses çok uzaklardan geliyordu, kimin dediğini bilmiyorum ama kısa bir an kafamın içinde belirdi. Bir adam vardı ve üstüme üstüme gelip harabe olmuş bedenime bir darbe daha indirdi. Canım katlanılmaz acıyordu, ölecek gibiyim ama ölmüyorum. Nefes alıyorum ama acım o kadar büyük ki aldığım nefesler bile acı olarak dönüyor bana. “Ya sen öleceksin yada çok sevdiğin alpin.”dedi aynı ses. Başımı hızla ekrana doğru çevirdim. Alparslanın... Alparslan üstünde kırmızı lazer ışıkları...

BÖLÜM SONUUUUU

BEĞENMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN.

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

NEREDE KAFANIZ ÇORBA OLDU?

MİH EVLİ ÇIKIYOR BİDE HEPİMİZ ŞOK! AY NE EĞLENİRİM.

SİZCE EVLİ Mİ PEKİ?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.05.2025 17:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...