“ÜNİVERSİTE ZAMANI DÖVÜŞ DERSLERİ”
Her şey boka gidiyor dediğim yerde birisi elimden tutup kaldırmıştı, o kişi genelde bana en uzak olan kişi olan ya da hiç tanımadığım birisiydi. Yine aynı yerdeyim, tek fark başladığım yerde değil merak etmeyin.
Bu sabah dedemin isteği üzerine derslere başlamıştık, bu adam asla göründüğü gibi kibar ve yardım sever değil. Soğuk bakışlı, donuk, tepkisiz ve en önemlisi RUH HASTAS! Başlayalı saatler oldu ve artık canım çıkmak üzereydi, soluklarımı başka bir tarafımdan alır olmuştum ama onda tık yoktu. Karşımda üstsüz bir yunan tanrısı gibi dikiliyor, hayır gıcık birisi olmasa ondan kesinlikle etkilenirim.
“AMA ARTIK AMIN KOYACAĞIM HA!” İsyanım boş spor salonunda yankılandı.
“Kalkacak mısın?” Al işte! Soğuk ve despotun teki bu adam. İnsan önce iyi misin, bir şey oldu mu diye sorar ama yok!
“Yok yerim rahat.” Yüzümdeki sahte gülümseme sözlerimin bitimi ile silindi, gözlerimi devirdim. Bu hareketim ile sadece gözlerini kıstı ve beni baştan aşağı süzdü. Daha sonra lacivertleri tekrar gözlerime döndü.
“Cılız ve işe yaramayan bedenini kaldır ve daha fazla zamanımı harcama.” Dediğinde az ilerdeki saate baktı. Birazdan katliam çıkara bilirim, sanırım regl zamanı cezada indirim oluyordu. Bir yerde bunu okumuştum ve bu gün olmasa bile o gün öldüre bilirim.
YORGUNLUKTAN BEYNİN KISA DEVRE YAPTI.
“Ne cılızı be! Bana bak seni yolarım.” Asla çirkef bir insan değilim ama bu adamı öldürmek istiyorum. Duvardaki saatte olan bakışları bana döndü ve yüzündeki o küçümseyen ifade belirdi.
“Gram kas yok. Bol bol yağ ve...” dudaklarım işittiklerim ile daha ne kadar açılırdı bilmiyorum. “Neyse boş verelim. Kalk yerden.” Diyerek beni kolumdan hiç nazik olmayacak şekilde tutarak kaldırdı.1
Hareketleri hızlı ve beklenmedik olduğu için her hangi bir tepki veremiyorum. İlk gün bu şekilde geçti. Resmen tüm gün boyunca canımı okudu, sabah saatlerinde başlayan dersimizi sanırım artık öldüğüme ikna olduğu için öğlenden sonra bitti. Peşimdeki adamları dedem halletmişti. Nasıl halletti bilmiyorum ama İstanbul’dakiler sadece ders ve okul hayatıma gidiyorum diye biliyordu. Karşımdaki yunan heykeline ne desem anlamıyor, dinlemiyor, alınmıyordu. Adama ağız dolusu küfür etmiştim ama sadece düz düz bakmak ve ‘hareket et, zamanımı çalıyorsun’ demek dışında tepki vermemişti.
Bu hafta kaçıncı olduğunu bilmediğim derse gelmiştim, bir hafta boyunca gram ilerleyememiştik ama bol bol ufkum gelişti. Küfür ettim, küfür ettim, küfür ettim ve yine küfür ettim... Gerçekten bu bir haftada ettiğim küfürün haddi hesabı yoktu. Bu yunan tanrısı alparslan normal bir insanın verdiği hiç bir tepkiyi vermiyor sadece boş boş bakıyor ve: “Daha fazla yatma. Kalk yerden. Hiç kas yok” Diyordu. Sesini bile duymak istemiyorum artık.
Yine o güne gelmiştik, artık bedenimde kendimi savunamadığım için bir kaç morluk ve savaş izi taşıyorum. Bu bir haftada okula gitmiş, boş zamanımda alp ile çeşit çeşit savunma dersleri çalışmış, yol katetememiştik ve buda yetmezmiş gibi amcamlara yalan söylüyorum. Aslında amcama yalan söylemekte sıkıntım yoktu çünkü oda bana söylüyordu. Benden bir şey değil, bir çok şey saklıyordu. Dedeme, alp konusunda ne kadar dert yansam da, alp’ten iyisini bulamayacağını ve bunun için özel olarak yetiştiğini söylüyordu.
’17.11. 1994 DOĞUM GÜNÜ ÖZEL BÖLÜMÜN DEVAMI.’
“Zamanın geldi sahneye çıkmaya ne dersin?” Yabancı, yüzündeki sırıtmayla konuşuyordu ama sesi yüzüne tezat ciddi çıkmıştı.
Yaralarıma aldırış etmeden karşımda duran adama düz ifade ile bakmaya devam ettim. Bu adam kimdi ve neden burada bilmiyorum ama burnuma hiç iyi kokular gelmiyor. Aklımda bin bir türlü tilki dolanıyor, karşımdaki adam asla tekin birine benzemiyor.
“Sen kimsin?” Aslında az çok tahmin edebiliyorum ama korktuğum başıma gelmesin diye dile getirmekten kaçınıyorum. Bir umutsuzluğa daha tahammülüm kalmamıştı.
“Beni ATİLLA ARAS yolladı, seni almam için. Zamanı gelmiş.” Duyduklarım ile ne tepki vereceğimi bilemedim.
Kendisi şuan hayatta kalan en büyük ARAS.
Yıllardır devletin adamı. Bir çok operasyonda adı geçiyor ama yıllardır kimse ondan tek bir haber almadı. Her zaman gizli görevlere giden, vatanı için ailesini arkada bırakan adam.
Beni yıllar önce askeri lisede bulmuştu ve kendisi için eğitimimi tamamlamamı istemişti, o zaman küçüktüm ve karşımda o zaman bir mit ajanı olduğu için sorgulamamıştım. Yavaş yavaş büyüdüm ve artık onun hakkında çok olmasa bilgiye sahiptim. Kimse onun yaşadığını bilmiyor, yıllar önce bir görevde ölü gösterilmiş ve hayatına yurt dışında zor görevler ile geçmişti. Ülkeye dönüş nedeni ise ARAS ailesinin ölümü. Yıllar önce dönmüştü ama bundan sadece benim ve üst rütbenin haberi vardı. Arka plandan araştırma yapıyor, sorguluyor ama onunda rütbesinin yetmediği yerler olduğu için ailesinin katilini içeriye sokamamıştı. Bunun için iki kişiye ihtiyacı varmış ve bilin bakalım kim?!
Yıllar boyunca mihriban’ın ve benim büyümemi beklemişti, bu sırada boş kalmamış bir çok bilgi edinmişti ama aynı zamanda görevlere gittiği için her zaman ertelemek zorunda kalmıştı. Birisi onunla büyük oynuyordu, Atilla dede nereye elini atsa birisi tarafından engelleniyor ve hayatta kalan torunu ile tehdit ediliyordu. Bunu yapan yine Mit’in içinden ya da TSK’nın içindendi.
“Olur.” Yıllar öncede aynı bu şekilde benden yardım istediğinde cevabım bu olmuştu.
Daha sonra olaylar çok hızlı gelişti, ani görev emri ile yurt dışına çıkarıldım ve bunu sadece üst rütbeliler biliyordu. Bir kaç gün kalmam için beni bir eve getirdiler, hangi şehirde, hangi ülkede olduğumu bilmiyorum. Ben tamamen iyileşene kadar bana bir yardımcı verildi. Günlerim ise ailemle konuşarak, arkadaşlarımla konuşarak geçmişti. Ne kadar elim kolum uzun olsa da Atilla dede hakkında bilgiler sınırlı ve öğrendiklerimden ileriye gidememiştim. Bu barış denilen adamda benimle günler boyunca evde kalmıştı, kendisi kim hala bilmiyorum, merakta etmiyorum.
Şuan ise arabada atilla dedeye gitmek için yola çıkmıştım. Saatler süren bir yolculuk sonrasında şoför arabayı bir malikânenin önünde durdurdu, camda gördüğüm kadarıyla beyaz saraya mı gelmiştik?
Araba durunca çatık kaşlarımı düzelttim ve indim. Yanımdaki barışı takip ederek evin içine doğru yaklaştık, bize kapıyı hizmetli açmıştı. Ben merak ile evi incelerken, Atilla dedenin üst katta çalışma odasına olduğunu söylemiş ve gitmişti. Duvar kenarlarından iki tane merdiven vardı. Ev kahve ve tonları hakimdi, bir kadın eli değmediği o kadar belliydi ki. Hiç çiçek ve ev sıcaklığı yoktu burada. Soğuk hissettiriyordu. Sanki dümdüz bir otel gibiydi. Ben hala etrafı incelerken Barışla üst kata çıkmak için hareket ettik, bir kapının önünde durdu. Bana baktı ve ona olan düz bakışlarıma hiç bir tepki vermeden çaldı kapıyı, içeriden gelen komut ile odaya girdik. Gergindim, belki şuanda mihriban’a çok yakındım ama bu bir bilinmezlikti. Gerçekten hala hayatta olduğunu umut ediyorum. Gerginliğim yüzüme bile yansıtır olmuştum. Yumruk yaptığım ellerimi gevşettim ve karşımda beni görünce ayağı kalkan adamı inceledim.
“Hoş geldiniz çocuklar.” Onu gördüğüm ilk güne göre yaş almıştı ama asla çökmüş ve güçsüz durmuyordu. “Duyduğuma göre ölmek istemişsin.” Bu bir soru değildi, oda benim gibi inceledi bedenimi. Neden olduğunu anlamasam da memnun olmuş yüz ifadesi hoşuma gitmişti. Bana ve barışa masanın önünde olan siyah deri koltukları gösterdi. Verilen komut ile ikimizde oturduk, çalışma odası simsiyahtı, çeşit çeşit yeni teknoloji olan aletler vardı. Bir duvar boydan boya kitaplık iken masanın arkasın da olan duvar sadece camdandı. Bu cam dışardan odanın içini göstermeyen kurşun geçirmez özel bir camdı. Bunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu ya da bu işle uğraşmaya.
“Neden geldim?” Sabırsız ve meraklı halim ile atakan amcaya benzeyen gülüşü belirdi yüzünde. Baba oğul birbirlerine benziyorlardı.
“Yıllar oldu, istediğim konuma geldin istediğim kişi oldun. Mihriban üniversite için buraya gelecek, artık özlem bitsin istiyorum. Karşısına çıkacağım, onun yardımı olmadan buna sebep olanları bulamayız. O yüzden artık onun savunma dersleri vereceksin, böyle hayatına girecek ve kendini hatırlatacaksın.” Sözlerine kısa bir ara verdi. Kanım dondu, resmen nefesim tıkandı. Aldığım nefesler şu zamana kadar haram gibi gelmişti ama beni unutmuş olduğunu öğrendiğim şuan cehennemde yanıyorum sandım. Ben her ufak delikte onu aramıştım, bana her zaman el uzatacak insanları kırmıştım. O beni unutmuştu. Bir kadına bu kadar bağlanmak akıl işi değildi ama o benim için bir kadın değildi. O benim kelimelere sığdıramadığım aşkım, sonsuz sevgim, çocukluğum, her şeyim. Her şeyim yerine koyduğum kadın beni unutmuştu. Başımdan aşağı kaynar su boşaltılar sanki, iliklerime kadar titredim duyduğum cümleyle.
“Beni hatırlamıyor mu?” Kelimeleri zar zor bir araya topladım. Benim ölmediği için şükrettiğim kadın, beni unutmuş.
“Üzgünüm hatırlamıyor, yangından sonra o bir ayda ne yaşadı ise hatırlamıyor. Ailesini fotoğraflardan hatırlıyor. Neler oldu bilmiyoruz, buna sebep olan ne bilmiyoruz, sağlık kontrolleri yapıldı. Her hangi bir cip ya da bir problem olsa anlayacağız ama bir gece rüyasında babasını görüyor ve o geceden sonra hiç bir şey hatırlamıyor. Bu hiç normal değil, birisi onu kontrol ediyor ama bulamıyoruz. Çevresinde uzaktan yakından kim varsa hepsine baktık ama yok. Bir çok kişi peşindeydi, babası yüzünden her kes öldürmek istedi ama artık sadece askerler peşinde. Amcası, devletten yardım istedi o sayede sakladı hepinizden.” İşittiklerimi algılamakta zorluk çekiyorum. Elimi boğazıma gitti. “Artık devreye girme zamanı geldi. Rütbem yükseldi, elim kolum daha uzun. İstihbarat Başkanıyım, o yüzden yanımdasın ve bunu kimse bilmiyor, albayın bile.” Atilla dedenin dedikleri ile kaşlarım eş zamanlı çatıldı. Başım çatlayacak gibiydi daha şimdiden. Bu kadar sır çok fazlaydı, ben kendi öğrendiklerimi bile kaldıramamıştım. Şuan öğrendiklerim ağır gelmişti. Bana ağır gelenleri mihriban yaşamıştı. Kalbimi birisi elleri ile sıkıyordu, tek başına onca yıl neler yaşamıştı. Bu düşünce bile içimi kavurdu.
“Benden ne istiyorsunuz?” Dediğime, masaya doğru eğildi ve gözlerini kırpmadan bana bakmaya başladı.
“Mihribana savunma eğitimi vereceksin daha sonra yavaş yavaş hayatına gireceksin. Çok iyi ikili olacaksınız. Mihriban artık amcasından bile şüphe ettiğinde, biraz olsun hatırlamaya başladığına ayrı ayrı ülkeye döneceksiniz. Devamını sonra öğrenirsin. Şuan tek istediğim artık onun hayatına gireceksin, ona senden başka kimse hatırlamasında yardımcı olamaz. Sana olan zaafı her ne kadar hoşuma gitmese de inkar edilmeyecek bir bağınız var. Şuan seni hatırlamıyor ama psikolog’u ile bire bir haberleşiyorum, seni hatırlamadan senden bahsettiğini, seni bir çok gece rüyasında gördüğünü anlatmış. Bu bizim için büyük bir adım. Onu senden başka kimse canı pahasına koruyamaz alparslan.”
O gün orada bir kez daha allaha şükür ettim, dedikelerinin yarısı canımı sıksa da son kısım bir hayli hoşuma gitmişti. Demek yıllar sonra bile üstünde etkim vardı. Atilla dede bir çok kişiyi, olayı, planı anlatmıştı o gün. Tam olmasa bile artık bir şeyler daha biliyorum. Daha sonra Atilla dede, mihriban’ın hayatına girmesi ile bende dahil olmuştum hayatına. Ona savunma dersleri verecek, bu sırada hayatına yavaş yavaş girecektim. Her şey tıkır tıkır ilerleyeceğini pek sanmıyorum ama elimden geldiğince en az yara almasını sağlayacaktım. Ben yanında olsam da olmasam da bu iş bittiğinde onu güçlü görmek için elimden gelene yapacağım.
GEÇMİŞ ÜNİVERSİTE YILLARI MİHRİBAN ARAS ANLATIMI.
“Alparslan ile nasıl gidiyor?” Son lokmamı boğazıma dizmeye yemin etmiş olan dedeme yavaşça başımı döndürdüm. Şuan yemek masasında dedem, alp ve ben oturuyoruz. Dedem başta otururken ben ve alp ise iki yanında karşılıklı oturmuştuk. Onlar anlamadığım bir çok konu hakkında konuşurken ben sessizce dinlemiştim. Alp ile tam olarak altı aydır tanışıyorduk. Baya ilerlemeye kayıt etmiştim, artık yerde sürünmüyor oturuyorum. Evet hala bana soğuk, despot ve ukala davranıyor. Evet hala bana bir robot gibi davranıyor ve ne zaman yere otursam; Daha ne kadar zamanımı harcayacaksın? Diyor. Şaşırmadım, bu adamı hala bir kaşık suda boğmak istiyorum.
“Gayet güzel gidiyor, baya ilerledim.” Bence sürünmemekte bir ilerleme.
“Çok sevindim. Biliyordum başaracağını.” Dedemin övgü dolu sözleri ile omuzlarım dikleşti ve egom bir şaha kalktı. Adam bana resmen inanmıştı, biraz vicdan yaptım ama sadece iki saniye sürdü.
“Hayır. Sadece sürünmüyor, bu seferde düşüp oturuyor. Altı ayda sadece bu değişti.” Alparslan’ın duygusuz sesi ile omuzlarım indi ve derince ofladım. Bu adamı öldürsem iki saniye bile vicdan yapmam.
“Dedee... Bu adamı öldürmek istiyorum!” Elimdeki yemek çatalını karşımda oturan Alparslan’a doğrultum. Bir bana birde ona doğrulttuğum çatala baktı. Ona sanki dünyanın en saçma hareketini yapmışım gibi bakıyordu bana.
“Kargayı besle büyüt oysun gözünü.” Alparslan’ın yüzünde küçük bir gülümseme vardı. Gözlerim fark ettiğim ayrıntı ile kocaman açıldı. Kalbim sağlıklı bir bireyin atması gereken hızdan daha hızlı atmaya başladı, elimde tuttuğum yemek bıçağı masaya düştü. O kadar şaşırmıştım ki pat diye düştü. Bende düştüm...
“O gülüyor mu?” dedeme dönüp sorduğum soru ile dedem kahkaha atmıştı. Alparslan’ın sessiz kıkırtısı kulaklarıma doldu. “OHA! HASİKTİR, GÜLÜNCE BU KADAR ÇEKİCİ OLACAĞINI TAHMİN ETMEMİŞTİM.” Dudaklarımın arasından çıkan cümle ile masada oturan iki adamda şokla bana bakmaya başladı.
“SIÇTIK!” Alparslan’ın fısıltısı kulaklarımıza doldu. Sesinden bile ne kadar şaşırdığı ve beklemediği aşikardı ama napa bilirim ben içimde tutamayan bir kadım.
“ALPARSLANNN!” Dedem sanırım isimlerimizi karıştırdı. Ama benlik hiç sorun yok. O tonlama ile bana seslense bir ay konuşmazdım onunla.
Yemek faslından sonra olanlar çok basitti dedem alparslan’a masadan kalkana kadar öldürmek isteyen bakışlar ile baktı, bende onu zor durumda bırakmanın verdiği keyif ile yemeğime devam ettim. Hepimiz bize ayrılan odalara geçtiğimizde uyumak için hazırdım. Akşam boyunca alparslanı izlemiştim. Gülüşü bana bir yerden tanıdık gelmişti, nereden geldi bilmiyorum sadece birini anımsattı. Rüyamda gördüğüm o küçük erkek çocuğunu. Ya ben deliriyorum ya da doğru tahmin ediyorum. Alparslanın normal savunma dersleri veren bir hoca olduğunu düşünmüyorum, bu düşüncem telefonda onu birisi ile konuşurken yakaladığımda aklıma yatmıştı. Ne demişti ‘Özel görev, emir demiri keser.’ Ya asker ya da ajandı. Hangisi bilmiyorum. Hiç biri de olmaya bilirdi ama net bildiğim devlet için çalışıyordu. Alparslan sıradan bir savunma hocası değil. Yatağıma yattım, daha fazla kendimi yormak istemiyorum.
Yattığım yerden sıçrayarak kalktım, karanlık odam ile irkildim. Nefes alamıyorum, derin derin nefes almaya çalışarak, kendimi sakinleştirmeyi hedefledim ama olmuyor. Komidinde olan ilacımı almak için uzandım ama ilacım burada değildi. Dün onu çantama koymuştum ve şuan üst katta kalmıştı. Olduğu kadar hızla hareket etmeye çalışarak yataktan kalktım. Başım dönüyor, odamın bir duvarı boydan boya camdı, dedem benim için özel olarak yaptırmıştı. Dışardan içerisi görünmüyordu, camı boydan boya açtığım zaman bahçeye çıkabiliyorum. Bahçe katında olduğu için yaptırmıştı bunu bir nevi de.
Yataktan kalktığım gibi bahçe kapımdan kendimi dışarı attım, beni ilk havuz karşıladı. Aydınlık bahçede birini bulmak için sağa sola baktım ama kimse yoktu. Nefes alamıyorum, belki de ölüp havuza düşeceğim ama kimse yoktu. Dedem bahçenin bu kısmında çok koruma koymaz ve buna bu gece bir kez daha lanet ettim. Olduğum yere düştüm, ayaklarım beni taşımıyor, oksijen alamadığım için ellerim titriyor ve bedenim kontrol edemiyorum. Elim boğazımda öksürük krizine girmiştim. Şuan kriz geçiriyorum, gördüğüm rüya ve nefes alamadığımdan olmuştu. Aslında benimki psikolojikti, nefes alabiliyorum ama az olduğu için hiç alamıyor gibi hissediyorum. Kendi beynimde en olumsuz anları düşündüğüm için kendimi sakinleştiremiyorum.
“Şş, buradayım.” Omuzuma dokunan el ile hareketlerim kas katı kesildi, görüşüm bulanıktı ama sesinden bu kişinin alparslan olduğunu anlamıştım. Eşofmanın cebinden çıkardığı ilacımı dudaklarımın arasında yerleştirdi ve bana şu dakika dünyaları verdi.
Dakikalar sonra rahatlayan bedenim ile omuzlarım düştü, bedenim gevşedi. Başım artık ağır gelmeye başladığı için alparslan’ın göğsüne koydum, bunun için rahatsız olduysa bile sonra özür dileye bilirim ama şuan kendi bedenim bana ağır geliyordu. Orada dakikalarca sessizce benim kendime gelmemi bekledi, artık nefes alabildiğimde ve titremelerim geçtiğinde başımı kaldırmak istedim. Buna izin vermeden beni az ilerdi de bulunan bahçe koltuklarına taşıdı, sessizce bekledim. Kucağın da benimle beraber çift kişilik koltuğa geçti.
“Kalbin çok hızlı atıyor.” Titrek çıkan sesimi duydu, alttan alttan ona bakıyorum. Başımı göğsünden kaldırmamıştım, kokusu sakinleşmemi ve güvende olduğumu aşılıyordu. Lacivert gözlerini kırpıştırdı, başımın olduğu göğsü derin bir nefes ile indi kalktı.
“Senin yüzünden.” Başını bana bakmak için eğmişti, artık lacivertlerini daha net göre biliyorum.
Senin varlığın yüzünden, seni geç buldum ve ikinci defa kaybetmek istemediğim için, seni sevdiğim için diyemedi adam.
“Korkma ölmeyeceğim, ufak bir kriz sadece. Bu sıralar çok olduğu için ilacımı yanımda taşıyordum o yüzden çantamda unutmuşum.” Boğazımın ağrısı ile yüzümü buruşturdum, benim için korkmuştu ve bu yüzden mi hızlı atıyordu kalbi?
Dudakları arasından bir şeyler dedi ama ne dediğini anlayamadım, başını kaldırdı ve artık gözlerime bakmıyor gök yüzüne bakıyordu. O gök yüzüne bakarken ben ise sadece onun yüzünü izledim kucağında. Yerim rahat olduğu için kalkmak ve ondan uzaklaşmak istemiyorum.
“Sıcak bir şeyler içmek ister misin?” Duyduğum sesi ile gözlerimi kırpıştırdım, yüzüne dalıp gitmiştim adamın.
“Oraya kadar gidemem.” Aslında amacım onun sıcaklığından ayrılmamaktı, bana bakan gözleri kısıldı ve bir süre sessizce bir şey düşündü.
Benimle beraber olduğu yerden kalktı, beni indirmek yerine kucağında benimle mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Mutfağa bahçe kapısından girdik, beni ada tezgahın orada olan sandalyeye bıraktı ve kontrol etmek amaçlı gözleri ile soydu. Pardon baktı...
Sessizce onu izlemeye devam ettim, ne yaptığı hakkında hiç bir fikrim yoktu ama yine de her hangi bir yorumda bulunmak istemedim. İlk önce bir kaç saniye düşündü ardından yüzünü bana döndü ve düşündüğü şey her ne ise onu bana bakarak düşünmeye devam etti. Bir dakikanın ardından emin olmuş olacak ki, dolaptan bir süt aldı ve cezveyi sanki elleri ile koymuş gibi buldu. Bana süt ısıtıyordu... Koca adam benim için gecenin bu saatinde süt ısıtıyordu, bu adam despot, ruhsuz, boş bakış ve daha nice yaratıcı küfürler etmiştim ama o şuan benim için süt ısıtıyordu. Birisi bunu benim için yapmayalı çok uzun zaman olmuştu, en son ne zaman içtiğim hakkında bilgi sahibi değilim. Dedem, amcamlar, arkadaşlarım hep vardı ama hiç biri bana süt ısıtmamıştı. Sütü bırak ailemden sonra kimse benim için özel olarak böyle bir davranışta bulunmamıştı.
Konu süt değil. Konu beni düşünmesi, ben onun bir şeyi değilim ama benim için belki de büyük olmasa bile bir çok konuda fedakârlık ederek süt ısıtıyordu. Şuan uyuyabilir, dışarı çıkabilirdi ve belki sabah tonla işi vardır ama o şuan burada benimleydi. Gözlerim hissettiğim duygular ile doldu ve taştı. Ağladığımı duyduğunu biliyorum, yine de kendimi duramıyorum. Şuan o kadar çok duyguyu aynı anda hissediyorum ki buna engel olamıyorum. Sütü ocağın üstünde bıraktı ve bana doğru geldi.
“Ne oldu?” Çatık kaşlarına ve olayı anlamayan yüz ifadesine baktım.
“Hiç bir şey. Sadece bana süt ısıtman duygulandım.” İtirafım ile anlamsız anlamsız bana baktı. Bu dediğime her hangi bir anlam yükleyememişti.
“Süt ısıtıyorum diye mi ağlıyorsun?” Bunu ondan duymak ne kadar saçma gelmişti. Şaşırdığı yüz ifadesine o kadar yansımıştı ki başka zaman olsa o yüz ifadesine saatlerce gülerdim.
“Hayır, sadece neye ihtiyacım olduğunu düşündün ve bunu sebepsiz yere yapman duygulandım. Uzun yıllardır kimse bana karşılıksız bir şey yapmamıştı.” Son kısımda sesim içime kaçmıştı. Kendimi nankör gibi hissetmiştim amcamlara, dedeme karşı ama olan buydu.
Şaşırmıştım, ben onu el bebek gül bebek büyümüştür diye düşünmüştüm ama o bir bardak süt ısıtığım için ağlıyordu. Bu kadar mı sevmemişlerdi onu. Ufacık ilgiyi çok mu görmüşlerdi.
“Amcanlar, deden?” soru çok basitti ama cevabı çok basit değildi.
“Amcamlar çok iyiler, hatta o kadar iyiler ki kendimi bazen bu düşüncelerim ile suçlu hissediyorum. Onlar bana en iyi şekilde bakmak istiyorlar ama bunun asıl sebebi ailem... Onlar öldüğü için kendilerinde sorumluluğum sanıyorlar bence. Dedem ise beni çok seviyor, her şeyime yetişmeye çalışıyor ama onunla aramızda koca yıllar var. Bu yılları telafi edemeyiz. Benim ailem yangında öldü ve ondan sonra her şey tepe takla oldu, hatırlamıyorum... Ailemi, ölüm sebeplerini hatırlamıyorum. Altı yaşıma kadar ne yaşadım ise bilmiyorum, sonrası ise tam bir felaket benim için. Geceleri çok sesli, gündüzleri çok sessiz. Yıllardır psikolojik destek alıyorum hatıralarım için, yeri geldi hastanede bile yattım ama hiç birinin faydası olmuyor. Geceler benim için korkulu kabus. Kabuslarım beni her gece tetikler ve çoğu aynı şekilde kriz eşliğinde tamamlanır.” Neden bunları anlattım bilmiyorum, bu gece fazla dürüst ve sevgiye açtım. Birisi yanımda benimle dursun istiyorum ama bunu ailem için ya da onları öldüreni bulmak için değil. Beni sevdiği için yanımda olsun istiyorum. Beni ben olduğum için sevsinler istiyorum. Benimle ben olduğum için ilgilensin istiyorum. Konu süt değildi konu benim sevgisizliğim, sevgiye aç oluşumdu. Şimdiye kadar bunu hallettim sanıyordum ama halledememişim.
“Süt ısındı.” Bu adam tam bir dağ adamı. Hayır burada içimi döküyorum, dramımı anlatıyorum o bana süt ısındı diyor. Karşımda durmaya son verdi ve ocaktaki süt taşmadan indirmek için oraya gitti. Sütü indirdi ve en sevdiğim bardağıma koydu. Buna bile dikkat etmesine şaşırdım, ben hala onu izlerken kendisi süt dolu bardağı önüme bıraktı.
“Bu kadar şaşırma, hakkında daha bir çok bilgi biliyorum. Bardak hiç bir şey.” Sesini duyunca bardağa bakmaya son verdim ve lacivertlerine bakmaya başladım.
“Sormaya korkuyorum diğerlerini.” Dediğimde bu gün ikinci defa küçük bir tebessüm kondu dudaklarına.
“Bakma şaşkın şaşkın.” Öyle baktığımı bile farkında değilim. Adam resmen ayarlarım ile oynuyordu.
“Sen kimsin alparslan?” Önümde konulan sütten bir yudum aldım ve ona dik dik bakmaya devam ettim.
“Benim kim olduğumu boş ver, kim olacağım ile ilgilen.” Kaşlarım anlamsız gelen cevabı ile çatıldı, bu gece o ne kadar gülüyor ise ben o kadar çatık kaşlarım ile geziyorum.
“Kim olacaksın?” Kıstığım gözlerim ile lacivertlerine bakmaya devam ettim. Ada tezgaha doğru eğildi ve kollarından destek alarak bana yaklaştı, artık yüzlerimizin arasında milim mesafe vardı.
“Kocan olacağım. Her şeyin olacağım, bu gece olduğu gibi bir çok geceyi kollarım arasında geçireceksin ve bundan zevk alacaksın.” Dondum, sanki bedenim işlevini kayıp etmiş gibi donup kaldım. Her cevabı bekliyordum ama bunu asla. Ben kendime hızlı ve çapkın derdim ama hayır bunun yanında hiç bir şey olmadığımı anladım. “Sütünü iç uyu, merak etme ben yan odanda olacağım.” Diyerek her hangi bir cevap vermemi beklemeden arkasına bakmadan çıktı mutfaktan. Olduğum yerde kalakalmıştım, adam resmen bu halimle beni bırakıp gitmişti. Bir boş mutfağa bir de ellimdeki süte baktım. Başımı kendime gelmek adına sağa sola salladım ve sütümle beraber oradan ayrıldım. Yavaş adımlarım ile odamın önüne geldim, biz orada ne yaşamıştık lan. Ben hala kendime gelmiş değilim, sütüm bitene kadar bir süre daha düşündüm. Daha sonra hava aydınlanmadan bir kaç saat daha uyumak için yatağıma geçtim, bu sefer komidinin üstünde olan lambamı kısık ışıkta açmıştım.
“İyiyim amca, siz nasılsınız?” Amcam kıstığı gözleri ile beni kıskacı altına almıştı. Şuan onlarla görüntülü konuşuyorduk, kendileri beni pek bir özlemiş.
“İyiysen sorun yok güzelim, şuan kapatmak zorundayım ben seni sonra ararım.” Kaşlarım sorgu dolu bir ifade ile çatıldı. Amcam benden önce kapatmak istemezdi genelde. Bir anda bir gürültü koptu, amcamın kameranın arkasına doğru baktı
“Siz iyi misiniz, neler oluyor?” dediğimde gözleri tekrar ekrana döndü.
“İyiyiz dedim ya güzelim, rüzgardan bardak düştü.” Cümlesini bitirmesi ile gülümsemesi aynı anda olmuştu, ne kadar inanmasam da sorgulamadım ve kapattım telefonu.
Dün geceden sonra alparslan’ı görmemiştim, nerede ve ne yapıyor bilmiyorum ama benimle karşılaşmak istemediği çok belli. Tüm gün boyunca tek yaptığım derslere gitmek ve ders çalışmak olmuştu. Bir anda gelen fikirle oturmaya son verdim ve hedefim mutfak oldu. Dün ona süt için teşekkür etmek adına bu gün öğrendiğim tarifi yapmak istemiştim. Bu gün okulda hoca yeni bir tarif ve püf noktalar öğretmişti, gastronomi okumak çok keyifliydi. Bir çok dersimiz mutfakta ve yemekler arasında geçiyor. Hızlıca malzemeleri çıkardım ve serdar ortaç eşliğinde tatlımı yapmaya başladım.
Alparslan ile tanışalı çok olmamıştı ama insan üstünde engel olamadığı bir etkisi var, bu etki inşallah sadece bende oluyor aksini düşünmek bile istemem. Onun hakkında bildiğim şeyler çok sınırlı ve azdı. Türk, dedemin adamı, kas yığını, soğuk nevale ve daha nice kötü özelliği. Kısa bir an düşündüm bu adamın hiç mı iyi bir yönü yok diye ama yoktu. Bildiklerim arasında yoktu ama bilmediklerim arasında olabilir, kendi düşünceme güldüm.
“Adamı tanımadan yorum yapıyorsun, oda sana bayılmıyor mihriban.” Kendi kendime konuşmaya da başladım harika! Ne mutlu bana deliriyorum, acaba hayatında birisi var mı? Sorsam kesinlikle suratıma boş boş bakar ve bu seni alakadar etmez der. Kafamın içinde bir anda o an canlandı, kendime yine güldüm. Adam beni her halükarda bozuyor ve ben her halükarda gıcık oluyorum. Adam bana dün gece kocan olacağım demişti ben hala salak salak düşünüyorum. Allah’ım zekamı çok verdiği için arada error yapıyorum.
Omuzuma dokunan elle irkildim ve kendimi bir kaç adım geri çektim, dedemin evinde bana bir şey olmazdı ama boş evde bir anda dokununca insan korkmadan yapamıyor.
“Ne yapıyorsun?” Gördüğüm kişi ile kulaklığımın birini çıkardım, müziğimin sesini kıstım. Aynı onun gibi boş gözler ile bakarak önümdeki malzemeleri gösterdim.
“Tatlı.” Kısa ve umursamaz cevabıma aynı benim gibi boş gözlerle bakmaya devam etti alparslan.
“Onu anladım, ne tatlısı yapıyorsun?” Gür çıkan sesi ile bir an oklava ile kafasına vurmak istedim.
“Baklava.” Aynı umursamaz şekilde cevap vermeye devam ettim. Onun için cevap vermem bile lütuf.
“Cidden mi?” Hayret eder tonda çıkan sesi ve onu destekleyen yüz ifadesi ile şaşırdım. Kendimi bir an beceriksiz hissetmiştim. Gözünde bu kadar şımarık, umursamaz, beceriksiz olduğum ile yüzleştim.
“Evet, ne o sen yapamazsın mı diyeceksin?” Demese bile gardımı almıştım. Kollarımı belimde bağladım ve dik dik bakarak cevabını bekledim.
“Hayır, yardım edecek bir şey var mı?” Ben çirkef modumu açmıştım ve asla böyle bir tepki beklemiyordum. “Şaşkın ördek gibi bakmaya son ver ve bana ne yapacağımı söyle.” Az ileride askılıkta bulunan mutfak önlüğünü aldı ve mavi gömleğinin üstüne geçirdi. Ben pür dikkat sadece hareketlerini izliyorum, ben tamamen formalite sorulan bir soru sanmıştım. Oldukça ciddi olduğunu düşünmemiştim. Hızla başımı salladım ve bana doğru gelen yavaş adımlarını takip ettim, geldi geldi ve tam yanımda durdu. Ona bakarken kesinlikle başımı hafif kaldırmam gerekiyor, aksi halde lacivertlerini göremezdim.
“Peki, şimdi orada fıstıkları toz haline getire bilirsin.” Elim ile tezgahta duran fıstıkları gösterdim, hiç bir şey sormadan sorgulamadan dediklerimi yapmak için oraya ilerledi.
“Tamam, sende şu hamuru aç istersen. Beni gözlerin ile soymaya son ver.” Sesini duyuna kadar hareketlerine dalıp gittiğimi anlamdım. Ona cevap vermeden burun kıvırıp kendi görevimi yerine getirmek adına hamura odaklanmaya çalıştım.
“Sen daha önce mutfağa girdin mi?” Onunla sohbet etmek ve hakkında küçük bile olsa bir şeyler öğrenmek istiyorum. Bana kısa bir baktı ve önündeki fıstıkları robota attı.
“Evet, kendi başıma yaşıyorum ve bir çok yemek bilmesem de aç kalmayacak kadar biliyorum.” Bir şey dememi istemiyor gibi cevabı bitince direk robotu çalıştırdı. Memnun olmuş bir ifade ile ona baktım ve bende kendi işime döndüm.
Bir kaç saniye sonra robotu kapattı ve dağıttı küçük alanı toplamaya başladı. Bende ona uyarak sustum ve önümdeki hamura odaklandım. Sessizlik içinde geçen dakikalar ardından onunda yardımı ile baklavamız hazırdı. Ben hamuru açmış, oda katman katman içini hazırlamıştı. İşimiz bitince gitmek yerine mutfaktaki ada tezgaha oturdu. Sessizce fırına bakıyordu, sanki annesinin yaptığı yemeğin pişmesini bekleyen çocuk gibiydi. Bu haline gülümsedim ve ona fikrini sormadan ikimize de yorgunluk kahvesi hazırladım. Sorsam hayır diye bilirdi ama direk yaparsam belki nezaketen içmek zorunda kalırdı. Alparslan bu kadar nezaketli birisi değil ama neyse.
“Kahve?” Kaşları sorgular anlamda çatılmış ve bir bana bir kahveye baktı.
“Bana yardım ettin, hem dün gece hem bu gün teşekkür amaçlı.” Heyecanla vereceği tepkiyi bekledim, dudaklarım kurumasın ile onları ıslattım. Hala bana bakmaya devam ediyor ve bu hiç sakin kalmamı sağlamıyor.
“Teşekkür için yapmadım ama yine de ellerine sağlık.” Konuşması bitince kahvesinden bir yudum aldı, belki başkasına yapsam umursamazdım ama nedense heyecanla kahveyi beğenmesini bekliyorum. Buralarda çok türk kahvesi içilmez ama dedem eve bol bol aldırmıştı. Klasik bildiğimiz türk kahvesi ama ben yeni de en ufak tepkisini kaçırmak istemediğim için onu izledim.
“Güzel olmuş eline sağlık.” Kuru bir ellerine sağlık dedi! İnsan bir sonuna sıfat falan eklerdi. Mesela, karım, sevgilim, güzelim, hayatım... gibi. Düşen yüzümü sanırım çok belli ettim ki gülüyordu. Yüzüme yüzüme bakmadan fırına bakarak güldü. Yanağında küçük bir gamzeler vardı, bunu daha önce görmemiştim ama çok güzeldi.
“Rica ederim, Allah tuzlu içmeyi nasip etsin.” Bir anda boş bulunarak dediğim şey ile kahve boğazında kaldı. “Ay mihriban öldüreceksin adamı.” Kendi kendime hayıflanarak su uzattım.
“Evlilik düşünmüyorum.” Dedi dün kocan olacağım diyen adam.
“Bende zaten düşünüyor musun demedim, nasip etsin dedim.” Sanırım açık sözlü olmam onun hiç hoşuna gitmemişti. Kaşları çatılmış ve sinirli bakıyor ama umurumda bile değil.
Daha sonra beraber oturmuş ve hakkında hiç bir bilgi sahibi olamamıştım. Onu sinirlendirmek çok keyifliydi ve bunu her zaman yapacağıma artık eminim. Tatlının hazır olması ile beraber yemiştik, ilk tepkisine yine merak için beklediğim için bu sefer üstün bir gıcıklık yeteneği ile tabağı bitene kadar konuşmamıştı. Bende tabağı bitine kadar ona dik dik bakmaya son vermedim. En sonunda istediğim ellerine sağlık lafını duydum ama yine bir sıfat eklememişti. Bir gün o sıfatları seve seve dile getirecekti. Bende Mihriban Aras isem ya seve seve ya sike sike dedirtecektim. Bu bir savaş ilanı ama savaşa girdiğim adamın bundan haberi yok. Şaka gibi insanım.
AYLAR SONRA MİHRİBANIN DOĞUM GÜNÜ
“Bu gün benim doğum günüm, sende gelir misin?” heyecan ile ne diyeceğini bekledim, göğüsüm aldığım hızlı nefeslerden dolayı hızlı inip kalkıyor. Bu onunda dikkatini çekmiş olacak ki bir kaç saniye heyecanlı halime baktı ve gülümsedi. Evet en azından artık bana daha insancıl tepkiler veriyor. O gece kabus, krizinden sonra daha farklı davranmaya başlamıştı, hala savunma dersleri ve atış dersleri verirken ciddi ama o zamanlar dışında gayet medeni insan gibi davranıyor öküzümüz.
“Çok kalabalık olacak mı?” Lacivertleri ilgi ile bana bakıyor, bu bir nebzede evet demek miydi?
“Hayır, bakma sen benim böyle giyindiğime sadece yakın çevrem.” Gözlerimi ondan çektim ve kendi üstüme çevirdim. Siyah kalın askılı ve kısa elbisem belden aşağı kabarık eteği ile parıl parıl parlıyor. Resmen ben buradayım diyorum. Uzun siyah saçlarımın ön kısımlarını arkadan birleştirip, beyaz bir kurdele takmıştım. Topuklu ayakkabım ile hazırdım, makyajımda ön planda olan kırmızı rujuma iki de bir benim bile gözüm takılıyordu.
“Peki, gelirim.” Gelirim demesine şaşırmıştım çünkü ben kesinlikle gelmemesini bekliyordum. Bu şaşkın halime güldü, “Nerede olacak?” diyerek yüzüme bakmaya devam etti.
“Burada olmazmış, o yüzden dedem bize bir gece kulübü kiraladı. Konumunu atamam beraber gidebiliriz.” Kelimeler gelecek olduğunu bilmenin heyecanı ile hızlı hızlı dökülmüştü dudaklarımdan. O ise bu halimi izliyor ve bundan zevk alıyor gibiydi. Lacivertleri ışıl ışıl bakıyordu bana, o geceden sonra ne zaman tek kalsak hep böyle bakıyordu. Bazen antremanlar da kendi kendime gelin güvey olduğumu düşünüyorum. O kadar sert bakıyor ki, bu bakışlarına inanmak istemiyorum.
“Tamam, sakin ol. Hadi gidelim.” Gülümsemesi güzel yüzünü süslerken, girmem için kolunu uzattı. Sanki az önce heyecandan yerinde duramayan ben değilmişim gibi sadece başımı onaylar anlamda salladım ve bana uzattığı koluna girerek onunla beraber hareket ettim. Ellerim heyecandan terliyordu, bu onunla ilk temasımız değildi ama kalbim aksini savunur gibi çok hızlı atıyordu. Bir ara dışardan duyuluyor mu diye düşünmeden edemedim.
Bu gece için özenle hazırlanmıştım, kaç aydır ev, okul ve dersler arasında geçtiği için uzun zaman sonra dışarı çıkacaktım. Aslında başta bu akşam için tedirgindim ama dedem bizzat ilgileneceğini söylemişti. Ne de olsa hali hazırda bir çok problemimiz varken bir de ben problem olmak istememiştim. Alp ile ev dışında bir yere beraber gitmemiştik, bir nevi ilk beraber dışarı çıkışımızdı. O genelde gündüzleri ders veriyor, akşamları ne yaptığını bilmiyorum. Dedeme sorduğumda işi var genç adam demişti. Tabiki de bunu gidip alparslana sormamıştım. Arabada ikimizden de ses çıkmıyordu, benim için kapıyı açmıştı. Heyecanım belli olmasın diye titreyen ellerimi birbirine kenetledim. Yan yana uzun bir araba yolculuğu olmayacaktı ama bu gün bizim için her konuda ilk olduğu için kalbim dayanmayacak diye korkuyorum. Ben iradesiz birisi, tezcanlı birisi değilim ama bu adam beni tamda öyle birine çeviriyordu. Soğuk nevale hallerimden şikayet eden arkadaşlarım bile şuan bu kadar sık güldüğüm için beni sorguluyordu. Bir nevi arkadaş ortamında dalga geçilen kişi oldum. Bu benim için problem değil.
BİR ARA SORSAK İYİ OLUR GECELERİ NEREYE GİDİYORSA.
Beraber doğum günümün olacağı alana geldik, hiç sesini çıkarmadan benimle üst kata çıktı. Çok kalabalık bir parti olmayacaktı, yirmi kişi falandık. İçerisi siyah ve beyaz ağırlıklıydı ve bunu ben istemiştim, siyah alparslan beyaz ise beni temsil ediyor diyerek klişelere oynamaya gerek yok. Sadece beyaz ve siyah uyumu seviyorum o kadar. İçerisi siyah ve beyaz balonlar ve süsler ile doluydu. Burada olan her kes güvenli insanlardı ve magazine çıkmayacağımızı bildiğim için rahatım, kendim gibi davrana bileceğim sayılı yerlerden birisi.
ZATEN TELEFONLARI TOPLATMADIN MI AŞKO.
Alp hiç bir sorun çıkarmamış, tüm gece benimle beraber eğlenmemişti ama uzakta durmuş ve sadece etrafı ve beni izlemişti. Ben ise arkadaşlarım ile delicesine oynamış, eğlenmiştim. Dj ritmi verdikçe biz daha çok coştuk ve sapıttık. Şuan delicesine sarhoşum en son lise yıllarımda sarhoş olmuştum bu kadar. O güne hiç gitmek istemiyorum bile, şuan ayık kafam yoktu ama yanıma yaklaşan yunan heykeli Alparslan’ı seçe bilecek kadar ayığım. Adımları yavaş yavaş yanımda durdu, içerisi loş ışıkla aydınlanıyordu ve her kes delicesine dans ediyor ve içiyor. Böyle bir ortamda sadece saatlerce köşede beklemişti.
“Gidelim mi?” Kulağıma yaklaşmak için üstüme doğru eğildi, ilahi ses tonu ile tüylerim diken diken oldu. Ondan bu kadar etkileniyor olmam hiç hayır alamet değil. Derin bir nefes aldım, artık başım gövdeme ağır gelecek kadar içtiğim için başımı yanımda duran alparslanın göğsüne koydum.
“Gidelim.” Dediğimde yanında duran elini tutum, şuan ayık kafa ile yapmayacağım bir çok hareketi yapabilirim.
İÇECEĞİNE İLAÇ ATABİLİRDİK. CANIM NURİ...
“Yürü küçük ayyaş.” Boşta duran elini belime sardı ve kendi doğum günümden gecenin köründe ilk ayrılan biz olduk. Alparslan ile nasıl geldiysem daha samimi şekilde çıktık alandan.
Zaten fazla bile kalmıştım, Alparslan’ın yardımı ile adımlar atıyorum. Sarhoş kafam hala göğsüne yaslı ve belimdeki eli yetmiyor gibi bide boşta kalan elini tutmuştum. Adamı resmen Kuala misali yapışmıştım. Bunda herhangi bir sorunu varmış gibi durmuyor canım oda.
“Neden bu kadar içersin ki.” Kendi kendine söylenmesi ile gülmeye çalıştım ama yüzüm nasıl bir şekil aldıysa alparslan, “bide gülmeye çalışıyor allahım.” Göğsünün titremesi ile onun daha çok güldüğünü anladım.
“Gülme. Komik değil.” Kelimeler ağzımın içinden yarım yamalak dile geliyordu. Seçebildiğim kadarıyla arabaya yaklaşmıştık. Etraf gecenin en karanlık halini almıştı, serin hava biraz ürpermemi sağlamıştı. Bunu bahane ederek bedenine daha çok sokuldum.
“Sus ve yürü canım.” Beni arabaya bindirdi ve kendisi de şoför koltuğuna geçti.
Arabada sessizlik hakimdi, şuan konuşmak yerine sadece olduğum yerde yan dönmüş ve dikkat ile araba süren adamı izliyorum. O ise sanki ben yokmuşum gibi pür dikkat arabayı sürmeye devam ediyor, alparslan ile tanışalı aylar olmuştu ama ona karşı içimde adlandıramadığım bir çok duygu vardı. Bu aslında bana yardım ettiği gece başlamıştı, o geceden belli hareketlerini daha dikkatli izler olmuştum. Onu daha dikkatli izliyor ve yakınlığından etkilenmeye başlamıştım. Bu ne kadar doğru bilmiyorum, zaten doğru ya da yanlışla ilgilenmiyorum. Alparslan ile beraber olmak istiyorum, neden bilmiyorum ama sadece bana ait olsun ve beraber gerekirse anne babam gibi yanalım istiyorum ama bu kulağa korkunç geliyor. Bence bu duygularımda haberi var, demesem bile hissettirdim ve kendini asla geri çekme ihtiyacı hissetmemişti.
Birbirimize net değiliz, kaçıyoruz. Yanmak ve yok olmaktan kaçıyoruz belki de, aslında onun hayatıma girmesi ile bir çok şeyin değiştiğini fark ettim. Bu değişenlerden en başta ben varım. Değişiyorum. Önceden yapmayacağım şeyler yapıyor ve bundan oldukça keyif oluyorum. Mesela bu gün ki partim, alparslan olmasa ya ben ülkeme döner ya da amcamlar buraya gelirdi ama gelsinler istememiş bir çok bahane sunmuştum. Okul, ders, arkadaş ve daha nice olumsuz şeyler demiştim gelmemeleri için. Sırf burada alp ile kutlamak için yapmıştım bunu da. Yeni yaşıma onunla beraber girmek istemiştim. O olmasa ben dönerdim, doğum günüme ailemin mezarında geçirmek isterdim ama ilk defa bencil olmak istedim. İlk defa doğum günümde eğlenmek istedim, ağlamak değil. Derin bir nefes alması ile göğsü hareket etti, kuru olan dolgun dudaklarını ıslattı ve kaşları eş zamanlı olarak çatıldı.
“Bu kadar dikkatli bakmamalısın.” Derinden gelen sesi ile bu sefer ben yutkundum.
“Her mimiğini, her hareketini, her sözünü aklıma kazımak istiyorum. Sanki gözümü kırpsam bir anda yok olacaksın ve ben bu rüyadan uyanacağım.” Bu kadar açık olmamı beklemediği için boş yolda arabanın hakimiyetini kayıp etti, ufak bir sarsılmadan sonra hemen topladı ve boğazını sesli şekilde temizledi. Bu hareketleri sarhoş olsam bile sabah bile hatırlayacaktım.
“Böyle konuşmamalısın.” Dikkati hala boş farların aydınlattığı, karanlık yoldaydı.
“Neden, utanıyor musun? Yoksa kaçıyor musun?” Ona tamamen köşeye sıkıştırmak istiyorum. Benden kaçmasın istiyorum.
“He canım utanıyorum. Saçmalama, etkileniyorum ve bu şuan için olmaması gerek.”
“Peki ne zaman olsun istersin bayım?” Bu gece tamamen çenem açılmış, cesaretim ve öz güvenim ayrı bir boyut kazanmıştı.
“Eve gidince, o çok sevdiğim uzun saçların yastığıma dağıldığın da konuşalım.” Bir an zihnime hiç canlanmaması gereken anlar canlandı. Nefesim sıklaştı, kucağımda duran elimi nereye koyacağımı şaşırdım.
Ona derken kendim utanmıştım, bu yüzden sessiz kalarak bu yolculuğun bitmesini bekledim. Eve biraz uzaktık ama boş yollardan dolayı alpin arabayı hızlı kullanması ile saatler dakikalara döndü. Sonunda alp evin bahçesine giriş yaptı ve arabayı park etti. Benden önce indi, ben daha inmek için hareket etmeden benim kapım açıldı. Hiç bir şey demeden bana yardım etmek için elini uzattı. Hep yaptığım gibi elini tuttum ve arabadan indim. Sıcak ve büyük nasırlı elleri benim küçük ve soğuk ellerimi sımsıkı tuttu. Dedem şuan nerede ne yapıyor bilmiyorum ve ilgilenmiyorum. Şuan tek ilgilendiğim yanımdaki adam.
Alp ile beraber benim odama geçtik ve bana kısa bir duş almam için müsaade ederek kendi odasına gitti. Duş sayesinde biraz olsun ayılmıştım, ayakta duracak halim olmadığı için banyoya kadar eşlik etmiş ve suyu benim için ayarlayıp çıkmıştı. Gitmeden önce ayılınca konuşacağız demeyi ihmal etmemişti. Odama geçtiğimde bir süre boş boş aynadan kendimi izledim, bu sırada kapım açıldı ve içeriye alparslan girdi.
“Küçük ayyaş kendine geldiğine göre konuşalım mı?”
“Önce kapı çalman gerekmiyor mu?”
“Banyoda giyinmeden çıkmadığını bilecek kadar iyi tanıyorum seni.” İşte buna şaşırmıştım, ne zaman ona baksam bana kısa bir bakış atıp tekrar işine devam ediyordu oysa. Meğerse ben öyle sanıyormuşum.
“Konuşalım da ne konuşacağız?” Az önce dediklerini yok sayarak asıl konuya geldim. Bu gece bir çok konuyu ve bizi konuşacağımızı biliyorum aslında ama bunu ondan duymak istedim.
“Bir çok konu ama en önemlisi bizi.” Odamın içine adım attı, yanıma geldi ve makyaj masamda duran tarağımı alarak kurutmadığım ıslak saçlarıma baktı. “Saçlarını taraya bilir miyim?” Sanırım bu gece kalpten gitmezse bir daha ölmem. Sözlü cevap vermek yerine sadece başımla onayladım. Kelimeleri unutmuş gibiyim. Yavaş adımları yatakta oturan bana doğru yaklaştı ve tam arkamda durarak ıslak saçlarımın önce havlu ile suyunu aldı, saçlarıma dokunduğunda titremiş ve kendime gelmek adında başımı sağa sola salladım. Saçlarım ile özenle ilgilendi, sevdi, kuruttu ve taradı. Bende bu sırada kendi içimdeki mahkemede bir çok konuda alparslana mağlup olmuştum. İşi bitince yatağıma tam karşıma oturdu ve elleri ile özenle kuruttu önüme gelen saçlarımı okşadı. Daha sonra yüzümü net görmek için geriye doğru kulağımın arkasına koymuştu. Bir çok hareketinden etkileniyor ve bunu belli ediyorum, her hareketi içimde zelzelelere sebep oluyor. Onda etkimi gözle görebiliyorum. Dokunuşu, bakışı ilk zamanki gibi değildi. Daha naif ve ilgili.
“Sana anlatmam gereken bir çok konu var, bir çok anımız var ama bunları demem anlatmam doğru değilmiş. En baştan başlamam gerekirse, çocukluğumuza inemem gerekir. Zira ben sana ilk kucağıma verildiğinde vuruldum. İlk yanıma koştuğunda, ilk adım attığında, ilk adımı yarım yamalak seslenişinde vuruldum. Sen hatırlamıyorsun ama ben bizi hatırlıyorum.” Derin bir nefes aldı, lacivertlerini göz kapaklarının gölgeleri düştü. Put gibi durmuş sadece dediklerini dinliyordum. Dedikleri bende şok etkisi yaratmıştı. “Biz seninle yeni tanışmıyoruz, biz seninle tam olarak bundan yirmi iki yıl önce tanıştık. Bizim hikayemiz burada başlamadı...” Sıcak kanımın damarlarımda donuşunu hissettim, göz bebeklerim kısıldı. Nefes alamamanın eşliğine geldiğimi ve bunun yanında net gören gözlerim artık puslu görmeye başladı. Bir şeyler olduğunu anlıyordum, bir şeyler olduğunu seziyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Her gece rüyamda gördüğüm lacivertler, yanımda duran ve elimi tutan küçük el hepsi Alparslan’a aitti demek. Bu lacivertler her gece bana rüyamda armağan olarak veriliyordu, en başta şüphe etmiştim ama aynı göz herkes de var diyerek kendimi kandırdım. Ben nasıl bir oyunum içindeydim, bağırmak, haykırmak istiyorum ama üstümde aşırı sinirin sakinliği var.
“Biz...” dudaklarım arasından kelimeler intihar edemedi bir urgan gibi boynuma takıldı.
Urgan’ın ucu Alparslan’ın iki dudak arasındaydı.
“Sana en başından anlatmak istedim ama Atilla dede izin vermedi. Yeni toparladı biraz bekle dedi. Ben seni tamı tamına on beş yıl bekledim, dile kolay ama kalbe ölüm gibi gelen on beş yıl.” Gözleri her hangi bir tepkim için beni izliyor ama yaptığım tek şey sessiz kalmak ve urganı boynuma geçmesine izin vermekti. Ne diyeceğimi ne demem gerektiğini şaşırmış durumdayım. Sinirlenmiş durumdayım, çaresiz durumdayım. Ben ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Beni karanlığa terk etmişler, beni terk etmişler...
İki hafta önce doğum günü gecemde ilk sırlar ortaya dökülmüştü, o gece hiç bir şey demeden odadan çıkmış ve Türkiye’ye gelmiştim. Bir nevi öğrendiklerimden kaçmıştım, burada herkes bir şey olduğunu anlamıştı ama hepsi üstüme gelmemek adına sessizliğin korumuştu. Şuan ise tekrar geldiğim gibi aniden gidiyorum. Dedeme ve Alparslan’a giderken tek kelime etmemiş sadece uzaktan boş gözler ile bakmıştım. İkisi de ne kadar istemese de beni bırakmak zorunda olduklarını bildikleri için bir şey yapamadılar.
Şuan uçaktan inmiş ve dedeme doğru gidiyorum, amcamın buradaki adamları uzun zamandır onun himayesi altında olmadığı için dedeme ne isterse onu yapıyorlar ve diyorlardı. Peşimde adamlar var hala ama dedemin adamları hepsi. Amcamlar hiç bir şey çakmaması için üstün bir koruma söz konusuydu, bir şey yapılmadan önce günlerce düşünülüyor ve o şekilde hareket ediliyor. Şuan iki hafta önce kaçtığım her şeye geri dönüyorum, ülkeye kimseye haber vermeden geldiğim için ilk gittiğim yer yanan evimiz olmuştu. Amcam orayı tekrardan sıcak bir yuvaya benzetmek için içeriyi aynı şekilde yaptırmıştı ama aynı sıcak yuva hissini vermemişti. Yuva olması için ailemin olması gerekiyordu. Benim yuvam, evim, yolum toprak altındaydı. Yuvasız bir kuş gibi oradan oraya savruluyorum. Oraya gittiğimde duvarlarda bir kaç fotoğraf ve anı defteri buldum. Bide kendi yatağımın üstünde günlük bulmuştum. Sanki birisi onu eliyle oraya koymuştu. Bu günlükler annemindi, şimdiye kadar cesaret edip gitmemiştim. Gidememiştim, sanki gidersem tekrardan o yangının içinde bulacaktım kendimi. Hep kaçmış ve sonunda kül olmak adına oraya gitmiştim. Kaçtığım, unuttuğum geçmişim ile yüzleştim. Hala her şeyi dört dörtlük hatırlamıyorum ama alparslanın ani itirafı ile artık bir kaç hatıram zihnime üşüştü. Küçük ve saniyelikti belki ama yine de benimleydiler. Bunu kimseye demeye cesaretim yoktu. Çevremde her kes o kadar iyi oyuncu ki, kukla gibi oynuyorlar benimle.
Arabanın durması ile büyük malikaneye adım attım, valizimi kapıda duran güvenlik alırdı. Benim için açılan kapıdan içeriye bir adım attım ve derin bir nefes aldım kendime gelmek adına.
“Neredeler?” Donuk ses tonum ile kapıyı açan hizmetli merdivenlerden yukarıyı işaret etti.
“Çalışma odasındalar efendim.”
Ona her hangi bir tepki vermeden ezbere bildiğim yolları çıktım, yavaş adım atmıyorum. Omuzlarım dik ve artık bir çok konunun aydınlığa çıkmasını istediğimi belli eden bir yüz ifadem ile ilerledim. Hiç kapı çalma zahmetine girmeden oda girdim. Zaten beni bekledikleri için ikisinin de başları bakıya dönüktü, içeriye girer girmez ilk lacivert gözler ile kesişti gözlerim. Hemen ardından çalışma masanın arkasında oturan dedeme baktım.
“Yalansız dolansız gerçekleri istiyorum.” İkisinin de tam karşısındaki boş koltuğa geçtim. Bu iki haftada çok düşünme vaktim olmuştu, ne kadar düşünsem de bu yolda en çok güvendiğim kişiler bu iki adamdı. Amcam arkamdan iş çevirdiğini zaten öğrenmiştim, yengem ve mert işin içinde olmadığını düşünüyorum. Etrafımda başka kimse yoktu, alp gelmiş ve bir kaç ay sonra bana doğruları demişti. Ondan bir kaç ay önce dedem gelmiş ve baştan belli intikam istiyorum diyordu.
“Baştan başlıyorum,” Dedemin sesi ile bakışlarımı duvardan çektim ve ona döndüm.
“Bundan yıllar önce, vatanım milletim için bu yola çıktım. Bu yolda ülkeme canımı vereceğime ant içtim ve dolaylı yoldan da olsa verdim. Babaannen ile hayat kurdum, her şey sorunsuz giderken bir gece ani görev emri ile ülkeyi terk ettim. Hain bir istihbarat ajanı olarak anıldım, arkamdan bir çok kişi hain, soysuz ve daha nice hakaretler etti. Sebebi ise ÖZKÖK ailesinin içine girecek olmamdı. Bu şerefsizler yetişkinler ve hayvanlar, çocuklar üstünde bir çok deney yapıyor ve sadece bununla sınırlı değiller. Elleri kolları çok uzun olduğu için içeriye birinin sızması gerekiyordu, oda ben oldum. İstihbarat içinde hain ilan edildim ve intikam almak isteyen bir asker olarak sızdım içlerine. İlk başları çok zor oldu ve bir çok deneye tabir tutuldum. En sonunda, yıllar geçmişti ve içeriye sızdım, o zamanlar Hilmi yoktu başlarında babası vardı itin. Bu görev yıllarımı aldı, öyle uzun yıllarımı aldı ki... Ülkeye döndüğümde sizler olmuştunuz, babaannen ölmüştü. Baban ve amcan beni istemedi hayatlarında hakkıydılar. Hiç birinin yanında olamamıştım. Ben vatanı için canını verecek bir adam ama ailem için ölü bir adamım.” Bu duyduklarım karşısında tek kelime edemedim, ne denirdi ki? Her hangi bir cümle onu avuta bilir miydi, hayır. Peki babaannem neden bu yola çıkmayı kabul etmişti? Onun da suçu vardı, sevmek. Bir an gözlerim alp ile kesişti, onun bana böyle bir şey yaptığını düşündüm. Boğazımdaki yumruyu yutamadım. Babaannem kabul etmişti ama ben etmezdim. Benim aşkım bana zarar vermediği sürece güzeldi.
“Daha sonra sizi uzaktan takip ettim, yakınınızda olmamı aileniz istemedi bende hep uzaktan izledim sizi. Görevim bitmemişti, elimden alınmış yerime başka asker verilmişti. Bende başka görevlere gider olmuştum ama buda kısa sürdü. O kara güne kadar. Ailenin yangın haberini aldım ama aylar sonraydı. Meğerse baban benim yolumu takip etmiş ve ÖZKÖK ailesi ile uğraşmaya başlamış. Onlar yüzünden hain ilan edildiğimi için intikam almak istemiş, görev bu yüzden benden alındı. Ben hiç bir zaman onlara bu konuyu açmadım. Hilmi o zamanlar yeni yeni başa geçiyordu, baban onunla uğraşmaya başlamış. Evinizi büyük ihtimalle o yaktı ve ailene o sebep oldu ama kimse bunu açığa çıkaramadı. Bu yüzden size ihtiyacım var. Alparslan ne alaka diye bilirsin, aslında onu ben değil o kendini dahil etti.” Bakışlarım Alparslan’ın lacivertleri ile buluştu, bana aynı benim gibi dolu dolu bakıyordu. Ben daha doğmadan önce olan dava yüzünden kimsesiz kalmıştım.
“Amcan seni yangından sonra TSK yardımı ile sakladı ama alparslana inandıramadı, seni yıllarca her taşın altında aradı ve bilmemesi gereken şeyler öğrendi daha küçük yaşında. O yüzden onu yanıma aldım, daha askeri liseye giderken rahat durmadı ve seni aradı. Senin yanında olması içinde yetiştirdim. Buraya gelme sebebi artık mermi önüne atlayacak kadar kafayı sıyırması aslında buluşmanıza daha vardı ama alp aceleci çıktı.” Son dediklerinde sesinde alay sezmiştim.
“Ne acelesi! On beş yıl bekledim.” Alparslan’ın küçük serzenişi ile yaşlarım artık akmaya başlamıştı.
“Neyse, işin özüne gelecek olursak. Ailenin ölüm sebebi Özkökler ve bunu bir şekilde açığa çıkarmamız lazım. Hilmi şerefsizi her yerde yana yakıla yıllardır seni arıyor. Yangından sonra bir ay onların elindeydin ve neler yaşadığını bir sen biliyorsun, hiç bir şekilde bu adama çok fazla yaklaşamıyoruz. Babasından daha deli ve acımasız bir oruspu çocuğu, sana ne yaptı ve hafızan gitti bulamıyoruz. Beyninde her hangi bir çip ve olumsuz hiç bir sağlık testin yok ama bundan emin değiliz. Adamların birçok deneyine ortaklık ettim, buldukları şeyler bir insan ve çocuk üstünde denenmesini bırak hayvan üstünde bile denenmemeli. Neden unuttuğunu bir çok psikoloğa danıştım ama hepsi ölüm sonrası travma falan dedi, sorun şu ki sen hatırlıyordun. Bir gece anısız unuttun ve o gece neler oldu bilmiyoruz. Amcan bile bilmiyor! Bir tek sen ve o şerefsiz it oğlu it biliyor. Ailenin intikamını almak ister misin? Bu yolda bizimle olmak ister misin, istemezsen seni suçlayamam ve çok iyi bizden uzak yaşamana yardım ederim. Zorunda değilsin.”
Benim ailem bir oruspu çocuğu yüzünden ölmüştü. Benim ailem bir hiç insan uğruna canını vermişti. Öğrendiklerim çok ağır gelmişti, omuzlarım çökmüştü. Gözlerimin önüne siyah perde indi. Titreyen ellerimi koltuğa bastırdım. Benim ailem bu savaş uğruna öldüyse o adam da ölecekti. Onu öldürmeden hayatıma devam etmeyeceğim.
“Ne yapıyoruz?” Sesim ağlamama tezat soğuk ve nefret dolu çıkmıştı. O adamın soyunu kurutmak istiyorum. Dünyadan varlığını silmek istiyorum.
“Alparslan zaten yıllardır ailen için toplanmış bir timde komutan, onların burada olanlardan haberi yok. Hepsi alp seni arıyor, şuan ülke dışında önemli bir görevde biliyor. Alparslan ile iki yabancı olarak ülkeye dönüyorsunuz, seni zaten bizzat alparslan yetiştirdi yıllardır. Artık hazırsın, her şeyi biliyorsun ve bir ay sonra ülkeye dönüyorsunuz. İki yabancı komşu olarak, bu operasyonda çok dikkatli olmalısınız. En yakınınız yalancı, en uzağınız dost çıkabilir. Barış sizi izliyor olacak, bana ulaşmak yerine ona ulaşa bilirsiniz.”
OYUN BAŞLAMIŞTI, BU OYUNDA YA YENEN YA YENEN OLACAKTIM. Ailemin intikamını alıp yuvama kavuşacaktım.
Anne, Baba, Abi Ben geliyorum. Mihriban Aras olarak yanınıza geleceğim ama önce almam gereken bir kaç can var. Onları yok edip yanınızda olacağım.
BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ; 06.12.2024
ALPARSLANDAN ŞÜPHE EDENLER UTANA BİLİR Mİ ACABA!
KAFANIZA TAKILAN KISIMLARI SORUN AYDINLATAYIM SİZİ.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
28.42k Okunma |
1.76k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |