
MİHRİBAN ARAS ANLATIMI.
Benim sınavım çok küçükken başlamış, daha anne rahmine düştüğümde tehdit edilemeye başlanmış ailem. Daha doğmadan bir kaos sebep olmuşum. Benim dünyaya gelmem yaşamam ailem için bir facia olmuş meğerse.
Gözlerimi kırpıştırdım, ben ne için bunca yıl bu acıyı yaşadım diye düşünüyorum ama cevabımı almıştım. Ben ailemin sonu olmuştum bu acı az bileydi. Başımı halıdan kaldırıp hiç birinin yüzüne bakamadım. Hepsine sebep ben mi olmuştum? Babam... Canım babam diyordu ki buna sebep benim mesleğim ama hayır asıl sebep benmişim. Eğer o yangında annem değil ben ölseydim bunların hiç biri olmazdı. Belki diye düşünmekten kendimi alamadım.
Şuan burada olmam kaç kişinin canından olmasına sebep olmuştu, daha bilmediğim bir çok yüzü vardı bu oyunun. Meğerse biz hiç bir şey bilmiyormuşuz zaten, dedem ve alparslan ile boşa mı o kadar uğraşmıştık. Ben nasıl bir gece ansızın unutmuştum. Neler olmuştu bana, neden kimse bir cevap bulamamıştı. O kadar karışmıştı ki kafam nereden tutsam elimde kalıyor.
“Güzel bebeğim...” Saçlarımda olan eller sayesinde düşüncelerimden sıyrıldım.
“Alp...” Bu bir sesleniş değildi, benim için bu yardım çağırısıydı. Biz onunla yıllardır neler yaşamıştık. Olayın hiç bu yüzünü düşünmemiştik hiç birimiz. Hepimiz amcamın bir şey karıştırdığını biliyorduk ama bu kadar derin olduğunu bilmiyorduk, hepimiz bu oyunun arkasında sadece hilmi olmadığını biliyorduk ama bu kadarını tahmin etmiyorduk. Canhıraş şekilde bağırmak istiyorum sesimi birisi duysun istiyorum ama tek yaptığım derin bir nefes almak ve umutla alparslanın lacivertlerine bakmak oluyordu.
Bu çaresizliği iliklerime kadar hissettim. Sessim çıkmadı ama dermansız bakışlarım ile ne demek istediğimi anladı.
Alparslan bir şey demek için hazırlandı ama bu sırada evde zil sesi yankılandı. Burayı çok bilen olmadığı için gelecek olan kişiler belliydi, alparslan çatık kaşları ile bana sorgu dolu bakması ile bilmiyorum anlamında omuz silktim. Karşımızdaki iki adamın da birini çağırdığını düşünmemiştim.
“Bu evi değiştirmemiz lazım, yol geçen hanı oldu.” Söylene söylene giden alparslanın arkasından sadece bakmak ile kaldım. Her hangi bir tepki vermedik.
“kambersiz düğün olmazmış.” Tanıdık gelen ses tonu ile yerimde irkildim. Hızla başımı kapının girişine çevirdiğimde asla göreceğimi düşünmediğim o insanı gördüm.
Dedem.
ATİLLA ARAS.
Şuan kapı girişinde dimdik durmuş, bize bakıyordu. Geleceğinden asla haberimiz yoktu, ilertişim içindeydik ama benden çok alp iletişim içendeydi. Rapor verir ve plana göre hareket etmemizi sağlardı. Gözlerimi korka korka karşımdaki adamlara çevirdim, şuan tüm sülalem gelse ki buna mezarda olanlarda dahil şaşırmazdım artık. Ortalık elli altı olmuştu resmen, elim ile yüzüme kapattım ve yok olmayı diledim ama tabiki de işe yaramdı. Abim ve babam şoktan ne zaman çıkarsa bizde onlara gerçekleri anlata bilirdik.
BİRAZDA ONLAR ŞAŞIRSIN.
“Ölü olmayan torunum ve oğlum. Nasılsınız?” Dedemin sesindeki o ince kinayeyi salak olmayan her kes anlardı. Babamın düz yüz ifadesi, abimin kocaman açtığı gözleri ile hepsi birbirine bakıyordu.
Dedem ve alp kapıda durmaya son vererek salona girdi ve iki yanıma oturdular. Bu sırada iki şok olan Aras’ta sadece onların hareketini izledi. Bende onları izlemiştim. Bende onları görünce aynı şok ifadesi ile kala kalmıştım, bu kadar şaşırmaları çok normal.
“Sence ne zaman kendilerine gelirler?” Ben sanki az önce anlatılanlar yokmuş gibi yanımda oturan alparslana baktım. Bana bakışları kıyamıyor gibiydi, tamam normalde de böyle bakıyor ama anlatılanlardan sonra daha farklı bakıyor ve dokunuyordu.
“Bilmem öpeyim seni anlarız.”
“İT HERİF.” Dedi dedem.
“FIRSATÇI ŞEREFSİZ.” Dedi babam.
“LAN OĞLUM UZAK DUR.” Dedi abim.
“Kara basan gibiler, sana yaklaşınca üstüme çöküyorlar.” Alparslan’ın bezmiş sesi ve ifadesi ile derin bir iç çektim. Bu adam her fırsatta bana kendimi iyi hissettirmeyi başarıyor.
Bu olanları sindirmem uzun sürecekti, bu olanları sindire bilecek miydim orası bile meçhul gerçi. Omuzlarım artık bir şeyleri kaldıramıyormuş gibi düşmüştü, boynum bükük gezmek üzereyim küçük emrah gibi. İşi şakaya ve düşünmemeye erteliyorum ama biliyorum ki bunları hiç bir zaman unutamayacağım. Kim unutabilirdi ki? Küçük yaşımda tecavüze uğrayacaktım, bir an kendimi babamın yerine koymadan yapamadım. Benim kızım o durumda olsa ne yaparım diye düşündüm. Sonuç aynıydı, ne kadar kulağa bencilce gelse de bende çocuğum için aynısını ve daha fazlasını yapardım. Çok zor büyümüştüm, çok zor geçmişti yıllarım ama bir yerde geçmişti işte. O adam kim ise kendi ellerim ile öldürecektim, ailemi dağıtmış hatta yok etmişti. Bir babayı kızına tecavüz ile tehdit ederek hayatından çıkarmıştı. Anlamadığım bir yer vardı, nasıl bulamadıkları. Nasıl oluyordu da bulamıyorlardı, koca TSK kıytırık salak adamı nasıl bulamıyor! Kim bu adam.
“Baba, baban.” Abimin anlamsız sesi ile düşüncelerimden sıyrıldım, boşluğuma gelen an ile duyduğum cümleye güldüm. Sinir ile elimi dudaklarımın üstüne kapattım, başımı yana çevirince bir benim değil her kesin sinirlerinin bozulduğunu gördüm.
“Allah seni ne yapmasın.” Diyerek zorla gülmemi durdum. Komik değildi ama sinirlerim bozulmuştu. O kadar şey üst üstte gelmişti ki feleğim şaşmış durumda.
“Sen, siz nasıl?” Babam sanırım şoktan çıkmış anlamaya çalışıyor. Sorgular yüz ifadesi ile kendime gelmeye çalıştım, ciddi bir ifade edenmeliydim.
“En baştan başlamak mı gerekiyor yine.” Alparslanın bezmiş sesi ve düşük omuzlarına rağmen ciddi durmaya çalıştım. Şuan tam bir çocuk gibiydi.
“Sana bir başlarım görürsün çocuk.” Babamın tehditti ile alparslan omuzlarını dikleştirdi ve yerinde daha dik oturmaya başladı. Tam dudaklarını aralayıp bir şey demek için hazırlanıyordu ki araya reklam gibi hemen girdim.
“En baştan dedem anlatsın bence.” Benim fikrim ile her kesin bakışı kısa bir an bana döndü. Hepsine mantıklı gelmiş olacak ki beni onaylan mırıltılar çıkardılar.
“Hilmi’nin size bulaşma nedeni benim.” Söze başlayan dedemi pür dikkat dinlemeye başladılar. Ben ise kulağımı onlara vererek alparslan’ın dizimdeki eli ile oynadım. Okşadım, garip garip şekiller yaptım. Bu olanları daha kaç defa dinleyeceğim bilmiyorum ama durup durup başa sarmak can sıkıcı olmaya başlamıştı.
“ Yıllar önce hain olarak ülkeyi terk ettiğimde TSK anlaşması ile ÖZKÖK şerefsizlerinin içine sızdım, daha sonra her şey yavaş yavaş patlak vermeye başlamıştı. Bu sırada görevden alındım çok uğraşmıştım bu görev için, yıllarımı feda ettim ama en önemlisi ailemi feda ettim. O zamanlar genç adamdınız ve bir anda vatan haini ilen edilmeme çok kızmıştınız.Yerime seni geçirmişler. Sen, benim izimden gitmişsin. Ülkeye yangından sonra döndüm ve ölümünüzün peşine düştüm. Ölmediğinizi bilmiyordum. O zaman şuan ki yetkim olmadığı için alabildiğim bilgiler sınırlıydı. İçerideki adamlar sayesinde belli bilgilere ulaştım ama bunlar sınırlı olduğu için elimde hiç bir zaman ispattım olmadı. Adamlar her seferinde tere yağdan kıl çeker gibi işin içinden sıyrıldılar. Arkalarında her kim ise güçlüydü, zaman geçti ve istihbarat başkanı oldum. Şimdi elim güçlü ve hatırı sayılı dostlar edindim, devlet bu adamların soyu tükensin istiyor artık. Bende baştan başladım, ilk önce alparslanı yetiştirdim. Bu her ne kadar hoşuma gitmese de Mihriban’ı ondan başka kimse bu kadar iyi koruyamaz ve sözünü geçiremezdi. Daha sonra üniversite de bulunduğum ülkeye gelmesi için mihribanı manipüle ettirdim. Arkadaşları, çevresi hepsini tanıyor ve takip ettiriyordum. Onu bulmam zor oldu TSK’inden yardım alarak saklıyormuş ömer. Neyse buldum, ona kendimi ve nedenleri anlattım zor oldu ama ikna oldu. Burada hatırlaması için alparslan devreye girdi. Onu gece rüyalarında görüyordu bunu biliyordum. Bir nevide alp öğrenmemesi gereken bilgiler öğrenince, hepinizden gizli eğitim gördüler ve şuan alparslan ile burada.” Dedemin sakin sakin anlatması ve sanki bunları alp ile biz yaşamamışız gibi sakin sakin oturmamız bence bizim birer ruh hastası olduğumuzu gösteriyor olabilir. Hayır başımıza gelmeyen kalmamış demeye korkuyorum daha fazlası olur diye.
ABARTMA AŞKO BİR ÖLMEMİŞİZ YANİ...
“Oha!” Abimin şoktan çıkması ile bende ona katıldığımı belirtir gibi başımı onaylar anlamda salladım. “Bu Özkök’ler kimde bu kadar eli kolu güçlü amına koyayım.”
“Özkök ailesi, dünya üzerinde büyük makama sahip aile. Kökleri osmanlıya kadar uzuyor şerefsizlerin. Baba Özkök psikoloji eğitimi görüyor ve şizofreni hastalarının üstünde çalışıyor, ki bunlar en alt level. Neyse bu hastalar nasıl kullanılır ve beyinleri yönetile bilir mi diye deneye başlıyor, dünya üzerinde sayılan ve sevilen bir çok zengin aile bunlara yardım ediyor. Amaçları büyümek ve devleti içten yıkmak, daha sonra kendiler başa geçmeyi planlıyorlar. Devleti ve bir çok ülkeyi yönetmek amaçları. Bu adamların bozuk psikolojisini kullanarak ve dahada bozarak devlete yerleştirmeye başlıyorlar daha sonra Atilla dede sayesinde bir çok yerden darbe yemeye başlıyorlar. Hilmi babası ölünce onun planlarını devreye sokuyor ve artık çocuk ve insan üstünde deneyler artıyor, bu sırada Atilla dededen alınan görev Atakan amcaya veriliyor. Tabi ARAS erkeklerinin açığa çıkması ile onları ortadan kaldırmak istiyorlar. Atilla dede ülkede ölü bilindiği için bu sefer Atakan amca devreye giriyor ve onu öldürmek yok etmek için değildi yangın. Sadece uyarı amaçlıydı ama bu yangında Efsun Aras ölüyor, diğer aile üyeleri TSK son anda fark etmesi ile kurtuluyor. Ama neden kendinizi ölü gösterdiniz işte burası bilinmiyor.” Alparslan’ın dedikleri ile dumur olmuş ifade ile ona bakmaya başladık. Bu kadar bilgi sahibi değildik. Dedem üstün körü anlatmıştı ama alparslan bunları nereden öğrenmişti? Alparslan bu kadar büyük bir konuma mı sahipti?
“Sen nasıl?” Benim düşüncelerimi babam dile getirmişti. Bu kadar ayrıntı ve bilgiyi nasıl edinmişti. Biz bu kadar bilmiyorduk, dedem bilse anlatırdı ikimize de.
“Alparslan Demir, Bordo bereli tim komutanı. Elim kolum uzun diyelim. Sonuçta bu yaşıma sadece atilla deden yardım alarak gelmedim.” Böbürlenmesi ile ona şaşırmış suratım ile bakmaya devam ettim. Yüzümde nasıl bir ifade var ise elini çeneme yerleştirdi ve açılan ağzımı kapattı.
“Biliyordum bu adam daha fazlası olacağını.” Dedemin de böbürlenmesi ile bu sefer başım ona döndü.
“Dersime iyi çalıştım diyelim.” Alparslan mütevazilik mi yapıyor bana mı öyle geldi?
BU ADAMI YERİM SIÇMAM.
“Bu dersi kim anlattı onu bulduğumda yok edeceğim.” Babamın sinirli sesi ve tehdit dolu ifadesi ile başımı ona çevirdim. Kıstığım gözlerim ile ona dik dik bakınca bu sefer alparslan’a değil bana bakmaya başladı. Sanki az önce konuşan kendisi değilmiş gibi küçük bir çocuk gibi omuz silkti ve arkasına yaslandı.
“Asıl konumuz o değil. Bu hilmi ve babası bu kadar nefret edecek ve kökümüze kadar ortadan kaldırmak isteyecek kadar ne yaptınız ona?” Aklımı kurcalayan soruyu dilime dökmem ile alparslan, oturduğum koltuğun arkasına kolunu attı. Bu sorum ile her kesin odak noktası babam ve dedem oldu.
“ İşte orasını bende bulamadım. Nasıl oluyordu ikinizi değil, tüm ailenizi öldürmek istiyor bu adam? Neden? Bu adamın sizden nasıl haberi oluyor?” Alparslan’ın bulamadığı bir şey olduğuna daha sonra şaşıracağım ve onu tebrik edeceğim.
“Ve en önemlisi, neden aynı görev ikinize veriliyor? Dedem bitirmeye yaklaşınca alınıyor ve babam geçiyor. Neden?” Düşüncelerimin, aklımda geçen soruların üçte birini bile daha sormamıştım.
AY BENCEDE EDELİM AMA YATAKTA TEBRİK EDELİM.
Tamam bana uyar.
“Çok karışık, beynimin yok olduğunu hissediyorum.” İşte burada abime katılıyorum. Her şey o kadar karışık ve dağınık ki nereden tutsak diğeri açıkta kalıyor.
Ortamda oluşan sessizlik ile derin bir iç çektim. Ne kadar bazı konular aydınlanmış olsa da hala kafamın kurcalandığı kısımlar vardı. Herkesin susması daha çok düşünmeye itiyor, Özkök ailesine ne yapmıştık hiç birimiz bilmiyoruz ya da biliyor ama konuşmuyoruz. Bu nasıl bir işti, bir aileyi yok etmek isteyecek kadar ne yaşanmış olabilirdi? Aldığım nefesler ve aklıma süzülen gerçekler beni iyiyce çıkmaza sokuyor.
Hayatım başlı başına zor olmuştu, hangi evresi kolay deseler kesinlikle hatırlamadığım yıllarım derdim. Hayatımda tek gerçek mutlu olduğum anlardan birisi altı yaşımdan öncesi, diğeri ise alparslan ile tekrar tanıştığım ve aşık olduğum yıllar derdim. Bu yıllar mutlu ve huzurluydum, şuan ise ne mutlu ne huzurluyum. Yanımdaki insanların kıymetini biliyorum ama onlar benim kıymetimi bilmiyor. Ne kadar düşünmek istemesem de eğer babam diğer seçeneği seçseydi şuan ne halde olurdum. Bir insanın hayatı ile oynamak onlar için bu kadar kolay işte. Bu sorunun, bu nefretin asıl sebebi ne olabilirdi? Kendimi diri diri cehennemde hissettiğim, her gece çığlık atarak uyandığım bir çok anın sebebi ne olabilirdi?
Başımdaki ağrı ile elimle masaj yapmaya başladım. Kafamın içindeki o ses istenmediğimi ve burada herkesin zarar görme sebebi benmişim gibi hissettiriyordu. Bu dava ile ne alakam olabilirdi ki, dedemin dönemi ile ne alakam olabilirdi? Hadi diyelim ben değil annemin oldu ama yine de saçma değil mi? Annemin ne alakası olabilir o aileyle. İşler iyice çığırından çıkmaya başlamıştı. Artık ipler bizim elimizde gibi duruyor, sırlar dökülünce ama asıl yeni başlıyor gibiydik.
“HER ŞEY YENİ BAŞLADI. ONLARDAN İNTİKAMIMI ALMADAN BIRAKMAM.” Bağıran adam ile karşısındaki adam derin bir nefes aldı.
“Bende biliyorum yeni başladığını ama çocuk hiç bir işimize yaramaz. Bu sevdandan vazgeçmezsen sonumuz olacaksın.” Tartışma git gide daha çok hararetleniyordu. Bunlar kimdi ve burada neler oluyor? Kendimi zihnimde bana ait olduğunu anladığım ama hatırlamadığım bir yerde buldum.
“Vazgeçmem. O Araslar bana kızımı verecekler, o atakan ve babası bunu ödeyecek.” Adamın anlındaki damarlar şişmiş, yüzü kızarmıştı. Hızla odanın köşesinde saklanmaya çalışan kızın yanına gitti. Adamların yüzleri net değildi, bir sis vardı sanki ortamda. Her şey çok fazla bulanık, sesler harici.
“Ne yapacaksın? Böyle anlaşmamıştık.” Bu ses tanıdıktı. Sanki hayatımın bir çok yerinde veyahut bir yerinde duymuştum. Bulanık zihnim aydınlansın diye bekledim ama nafile bir çabaydı bu. Kendi zihnim bana oyun oynuyor.
“Madem kızımı aldılar, bende onların kızını yaşayan bir ölüye çeviririm.” Tehlike akan ses tonu ile görüş alanıma siyaha çalan gözler girdi.
“OYUNUN BAŞINDAYIZ PRENSES.”
“Güzel bebeğim...”
İrkilerek oturduğum koltuktan kalktım, bu gözler ve sesler çok tanıdıktı. Hafızama süzülen anılar ile bir an nerede olduğumu ayırt edemiyorum. Elimi başımda hafif hafif vurmaya başladım. Bana neler oluyor, bu ses aynı o gece hastane de olan sesle aynıydı. Bu kimdi? Yanımda olmasa bile beni etkisi altına alabilen bir ses ve hafızama süzülen anılar ile ne yapacaktım. Daha fazlası lazımdı, hatırlamam lazım.
“Hatırla, hatırla... hatırla...” Kendi kendime konuşarak etrafımda olanları yok saymaya çalışıyorum. Elimle saçlarımı çekiştirmeye başladım bu çınlama ve ağrının geçmesi gerekiyor. Aksi halde birisi kafama balyozla vuruyormuş gibi hissediyorum.
“Bebeğim?”
“Mihriban?”
“Güzel kızım?”
Susmalılar, konuşmasın kimse. Kendi halime bıraksınlar ve şimdiye kadar yaptıkları gibi kör olsunlar bana istiyorum. Sesler birbirine karışıyor, kim beni çağırıyor veyahut neredeyim şuan. O duvar köşesinde saklanmaya mı çalışıyorum. Elim boğazıma gitti, nefes almamı engelleyen büyük bir güç var ve her saniye ölmemi istiyor.
“Ölmeyeceksin, sürüneceksin. Elim her daim yakanda değil boğazında olacak nefes alamayacaksın.”
Yine zihnime süzülen ses ile kendime geldim. Birisi kafamın içinde benimle konuşuyor. Birisi ölmemi değil sürünmemi isteyecek kadar nefret ediyor bende.
“Alp...” Son umuduma seslenmek istemiştim ama ne kadar beni duydu bilmiyorum, şuan bana ne kadar uzak bilmiyorum. Bulanık görüşüm ile etrafa bakmaya çalıştım. Dizlerimin üstüne düşmüştüm ama bu düşüş yanımda olanlar sayesinde hafifi olmuştu. Oysa şimdiye kadar yanımda olsalar hep böyle hafif düşsem bu halde mi olurduk.
“Buradayım, güzeller güzeli bebeğim. Mih...” Yeni yeni algıladığım ses ile düşüncelerim arasından sıyrıldım. Sanki onun sesi ve kokusu beni bu girdaptan çekip alıyor. Düştüğüm ateşte daha fazla yanmama izin vermiyor. Yüzleşmekten korktuğum ve kaçtığım her şey bu gün bir bir gün yüzüne çıkmıştı.
Bu gece ailemin benimle tehdit edildiğini öğrenmiştim, bu gece bir çok ızdırap dolu anı öğrenmiştim. Peki benim buradaki rolüm neydi? Bana burada üstüme düşen fazla değil miydi? Bende bir çocuktum. Bende ufak sevgi isteyen ve ailesini isteyen bir çocuktum. Altı yaşındaki bir çocuğun ailesini tecavüz ile tehdit edecek kadar ne yaşanmıştı? Benim buradaki günahım neydi? Benim ailem sadece ülkeye yardım etmek istememiş miydi, neydi günahımız da küçük bir kızın tecavüzü ile tehdit edilmişti.
“Bende çocuktum. Bende çocuktum ve onun kızı yaşındaydım. Beni bir odaya kapattığında ve odaya büyük adamlar geldiğinde bende çocuktum. Altı yaşındaki çocuktan bu derece intikam alacak kadar ne yaşadı o?” Fısıltım ve zihnime dolan bir çok anı ile tüylerim ürperdi. Bu derece olmamalıydı, yaşadıklarımı kolay sanmamıştım hiç bir zaman olmamıştı ama bu gece hatıralarımdan korkuyorum. Bu gece hayatımda belki de en çok istediğim şeyin olmamasını istedim. Hatırlamamak istedim.
O bir ayı hatırlamamak istedim.
“Unut, unut. Hayır hayır unut.” Titreyen ellerim ile saçlarıma asıldım. Hemen üstünde başka bir el daha hissetmem ile dondum. İliklerime kadar titredim, dondum. Hareketlerim put kesti ve kalbimin ne kadar hızlı attığını hissettim. Sanki ölmek ister gibi atıyordu.
“DOKUNMA.” Haykırmam ile burada olan her kesin bir adım geriye çıktığını gördüm, hepsi benden uzaklaşmıştı. “MİHRİBAN GÜVENDE DEĞİL. DOKUNMA. GÜVENDE DEĞİLİZ.” Kendi sayıklamalarım ile başımı hızlı hızlı sallamaya başladım. Kafayı yemiş gibi davranışlarım ve konuşmalarım var.
Kafayı mı yedim?
“Güzeller güzeli bebeğim,” Yakından gelen ses ile başımı sallamaya son verdim, sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde bana doğru gelen iki koca gölge gördüm. Karanlıkta iki koca gölge. “Geldiler. Gelmesinler.” Olduğum yerden geriye doğru kaçmak ve yok olmak istedim.
“Bebeğim. Güzeller güzeli bebeğim. Şuan orada değilsin, evimizdeyiz. Güvendeyiz ve yanında ben varım. Ne diyorduk hani hatırla, prens alp gelir ve kuleden güzeller güzeli bebeğine çıkması için yardım eder.” Kolumda hissettiğim el ile yine kaçmak istedim. Saklanmak ve kimse tarafından bulunmamak istedim. “Benim... Senin mavi alpin, senin en değerlin, senin için canını hiç düşünmeden verecek alp. Lacivertler hep kurtarırdı hani, beni mi kandırdın canımın içi?” Az öncekilere göre yumuşak dokunuşlar ile başımı lacivertlere çevirdim. Karanlığıma bir çift lacivert belirmişti. Ses tonu, bakışı, dokunuşu yumuşak ve incitmekten korkar bir lacivert göz.
Zihnim bu sefer karanlıktan başka bir ana gitti, bu sefer üniversite yıllarında alp ile yıllarım süzüldü kafamın içine. Yine bir kriz eşliğinden onun yardımı ile dönmüştüm. Dedem haklıydı, alp hiç kimse değil. O gün bana dediği sözleri tekrar ediyor, zihnimi yerine getirmek içindi. Yok muydu o gölgeler? Karanlıkta değil miydim ben? Neredeyim o zaman? Kim bu kafamın içinde konuşan?
“Lacivert güven demek, lacivert korkmamak ve sığınmak demek. Sevgi ve şefkat. Sevgi dolu prens, prensesi düştüğü bataklıktan çıkaracak. Sevgi dolu prens, prensese zarar vermez.” Kendi sözlerim bir bir zihnime üşüştü ve dudaklarımın arasından intihar etti. Güvende hissetmediğim ve kriz anlarımda kendime fısıldadığım bu sözler yine işime yaramıştı. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım ve nerede olduğumu anlamak adına kendime gelmeye çalıştım.
Karanlıkta değilim, ışık vardı. En önemlisi güvenli lacivertler vardı. Güvendeyim. Dev adamlar, koca koca gölgeler yoktu. Boş karanlık odada değilim, kendi evimin bahçesindeyim. Yanımda tehdit ve öfke ile bakan gözler yoktu, yanımda şefkat ve sevgi ile bakan bir çok göz vardı. Şiddet ve tehdit dolu sesler yoktu, güven aşılayan ve kendime gelmem için konuşan ses tonu vardı.
“Çek o iğneyi.” Yeni yeni kendine gelen zihnim ilk denileni algılamadı, başımı alparslan’ın baktığı yere çevirdiğimde dalgınlığımdan yararlanarak vurulacak bir iğne ve onu tutan abimi gördüm. Gözlerimi iğneden çekip onu tutan abime baktım. Beni bayıltarak geçeceğini sanıyordu oysa daha fazla tetikleyeceğinden bir habersizdi.
“Çok titriyor ve bayılmak üzere...” Babamın yarım kalan sözleri ile kendime şöyle bir baktım. Bedenim epilepsi hastası gibi titriyor, neden bilmiyorum ama bahçede çimenlerin üzerinde oturmuştum. Hala kendime gelmiş değilim ama en azından artık gerçek ve sahteyi ayırt edebiliyorum.
“Çekin o iğneyi.” Alparslan’ın demesine mani olarak kendim araya girmiştim. Sesim bile titriyordu ama hallede bilirim. Bunu da başara bilirim, ilk defa alp ile böyle bir atağın üstesinden gelmeye çalışmıyorduk. Bu durum gece kabuslarım ve bazen hayal ve gerçeklik arasında gidip geldiğim her an oluyordu.
“Şimdi sana sarılacağım, başını göğsüme koyacaksın. Ben sabaha kadar saçlarını severken sende mis gibi bir uyku çekeceksin.” Meftun olduğum ses tonu ile bakışlarım onu buldu tekrardan. Korkmayayım, tekrar tetiklenmemi istemediği için yapacağı her şeyi önceden diyordu. En ufak hareketinde korkup kaçmamam için anlatıyordu. Kollarımda kalan son dermanı da ona uzatıp izin vererek kullandım. Uzatılan kollarımı her zaman yaptığı gibi hemen tutu ve beni kendi güven dolu göğsüne çekti. Ona sarılmak, onun kokusunu solumak bir nebzede olsa hala kafayı yemediğim gerçeğini yüzüme vuruyordu.
“Uyandığımda yanımda olacaksın ve her zaman yaptığın gibi beni seveceksin. Gitmeyeceksin.” Bildiğim bir şeyin sağlamasını ondan duymak istemiştim. Bedenimin havalanması ile içeriye geçtiğimizi anladım. Hiç istifimi bozmadan başım göğsünde kalmaya devam ettim. Benimle ve arkasından gelen üç adamla beraber oturma odamıza girdi. Saçlarımdaki elleri, yumuşak dokunuşları güvende olduğumu aşılamak istiyordu bana. Ne kadar zaman burada bu şekilde kaldık bilmiyorum ama artık gözlerim kapanmaya başlamıştı. Sesler boğuk gelmeye başlamıştı.
“Uyuyor susun, seni seviyorum güzel bebeğim.” Fısıldanan sözler ise son duyduğum sözler oldu.
Uyanmıştım, ne kadar süredir uyuduğumu bilmiyorum. Ne kadar uyudum ise artık karanlık yerini güneşe teslim etmişti. Bu süre zarfında ya yanımdaki adamdan ya da aşağıdaki adamlardan kaynaklı güven içinde uyumuştum. Normalde kabuslarım birer zehirli yılan gibi uyumama izin vermezlerdi ama başka bir kabus görmeden uyanmıştım. Akşam olanları düşündükçe işin içinden çıkamaz bir hal almıştı sanki zihnim. Darmadumanım, nereye gitsem veyahut kimden akıl alsam bilmiyorum. Bide işin amcam kısmı vardı, aklıma nedense onunla ilgili bir çok şüphe düşüyordu. Neden bir anda ondan şüphe etmeye başlamıştım işte orası karışıktı. Bana demişti ki; Sen arada unutuyor ve hatırlamıyorsun. Böyle bir an yaşasam bunu unutur muydum? Ahmet Hatip bu ismi araştırmam gerekiyor. Dün gece o adamın gözlerini gördüm. Nerede olsa tanırım, bu adamla benim bir bağlantım vardı, alparslan bizi bu baloya neden götürmüştü? Eminim bunun da altında bir şey vardı ve erteledikçe ya da deştikçe daha çok kafa karışıklığı olarak dönüyordu bana.
“Mih! O tabak bitsin lütfen.” Düşüncelerimden alparslan’ın sesi ile sıyrıldım. Çattığı kaşları ve memnuniyetsiz yüz ifadesi ile tabağıma bakıyordu. Bende onun aksine düz bir surat ile tabağıma baktım, kahvaltım olduğu gibi duruyordu tabakta derin bir nefes bıraktım ve lacivertlere bakmak adına başımı kaldırdım.
“Çok koymuşsun bitmiyor.” Serzenişimin işe yaramasını umuyordum ama unuttuğum bir olay ise buydu! Alparslan beni benden daha iyi tanıyor ve şuan bana baktığı yüz ifadesi adete bu dediğimi haykırıyor.
“Çok olmadığını ve istesen onu bitirip daha fazla yiyebileceğini biliyorum. Boşa o güzel çeneni yorma.” Önümdeki tabağı işaret ederek cümlesini tamamladı. Derin bir of çekerek tabağımdaki her şeyi tek tek yemeye başladım. Aksi halde bu tabak bitene kadar bu sofradan kalamazdık.
Bu sabah uyandığımda her kes bir yere dağılmış, evimizde ikimiz kalmıştık olması gerektiği gibi. Kalabalık olmayı seviyorum ama çok durunca ruhum sıkılıyordu. Bu gün önce mertin yanına ardından amcamla beraber geçen gittiğimiz üsse gidecektik. Oda orada olacaktı ve onunla da tekrar yüzleşecektik. Bide bu vardı, onca yıl yanımda olmuştu tamam minnettarım ama bu kırılmadığım ve aramıza mesafe girmeyeceği anlamın gelmiyordu.
Daha sonra alp ile hazırlanmış ve geçen gün testlere girdiğim o üsse gelmiştik. Buraya geldiğimde kendimi sanki uzay üssüne girmiş gibi hissediyorum. Alp ile sessiz sessiz içeriye doğru yürürken bizi barış karşıladı. Onu görünce kalıma çukura düştüğüm gün gelmişti. Bu istemsizce gülümsememi sağladı, onun görevi beni uzaktan korumak ve bana durum bildirmekti. Bu ülkeye dönmeden önce kararlaştırdığımız bir durumdu. Barış her an uzaktan izleyecek ve dedeme durumlar hakkında bilgi verecekti. Her kes onu alparslanın sevmediği komşusu olarak bildiği için bu absürt olay çıkmaza girecek diye korkmuştum ama barış olayın altından kalkmış ve eline yüzüne bulaştırmamıştı.
“Ne haber?” Onu Alparslan’ın gelişi ile tanımıştım. Alp’in elini bir an olsun bırakmadan beraber içeriye doğru girdik. İkizde buraya girerken bu sefer kart okuttuk. Önce geldiğimizde kimse bilmediği için yapmamıştık bunu.
“Sen rahat durdukça hayatta ve iyi olmaya devam edeceğim sen nasılsın?” Bana dedikleri ile gözlerimi devirdim. Bir yerlerde haklıydı ama bunu dile getirmeyecektim.
“O zaman uslu bir prenses olmaya devam ediyorum. İyiyim bende, yani tam iyi sayılmaz ama sürünüyorum işte.” Ondan bir şey saklamam gereksizdi adam beni her an izliyor ve bunu farkında bile olmuyordum çoğu zaman. Farkında olduğum anlar ise dedemin arayıp : Neden ağlıyorsun? Dediği anlardı. Barış suratım düşük olsa dedemi arıyor; Alp ağlattı diyor ve bundan büyük bir keyif alıyordu. Dedem ise ona küfür ediyor yetmiyor bide alparslanı arıyor ve bir posta da ona kayıyordu. Beraber koridorun sonunda toplantı odası yazan odaya yaklaştık.
“Sen sürünme diye varım ama yanındaki için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.” Burun kıvırarak elini bırakmadığım alparslana baktı. Toplantı odasına girmiştik bu sırada, barış oturmadan önce benim için sandalye çekmişti. Amacı kesinlikle Alparslan’ın sabrını sınamaktı.
“La oğlum! Beni ne zaman salacaksın. Kaç yıl oldu alış amına koyayım. BEN SENİN ENİŞTENİM. ENİŞTEN.” Alparslan’ın serzenişi ve yaka silkişi biraz Adnan Ziyagil havasında olmuştu. Bunu sadece ben değil barışta fark etmesiyle gözlerimiz buluştu ve kahkaha atarak gülmemiz aynı saniye gerçekleşti.
“Gülmeniz bitti ise oturun.” Araya giren abim ile ona bakmadan alparslan’ın, barışı iterek benim için çektiği sandalyeye gülümseyerek oturdum. Bu sefere barış ve alparslanın ortasında yerimi almıştım.
Oturunca odaya göz gezdirdim. Albay ve tanımadığım adamlar, babamlar ve biz vardık. Timin, hiç bir şeyden haberi olmayacaktı. Onlar bizi mert sayesinde tanıştık, komşu olduk biliyorlar ve bunu bozmamamız lazımdı. Bu burada bulan insanlar arsında bir çok sır gibi unutulacak ve yok sayılacaktı.
“Burada toplanma nedenimizi hepiniz tahmin edebiliyorsunuz.” Dedemin sesini duyunca bakışlarımı projeksiyondan çevirdim. Ona bakmamla bana güven aşılamak ister gibi baktı ve sözlerine devam etti. “Her kes burada bildiğini anlatacak tekrardan ve buradan çıkınca unutacak.” Sert haline geçmesi ile bende ciddileştim. Ne zaman bu ses tonunu kullansa ortam haddinden fazla ciddi olur ve ondan çekinirdik. Torunu bile olsam iş ve aşk başka der her zaman.
“Peki ilk kim başlayacak?” Babamın dik bakışları dedemin üstündeydi. Konuya aslında ilk onun başlaması uygundu çünkü o sarmış sayılıyordu belayı başımıza.
“Ben ülkenin haini ilan edildiğimde içlerine sızdım buraları anlattım. Mihribanı nasıl bulduğumu anlattım, her kes bunu biliyor peki sen başla bakalım oğlum...” Dedem ve Babamla sanki baba oğul değil de iki azılı düşman gibiler. Bu durum oldukça garibime gitmişti, ister istemez sorgulamaya başlamıştım.
Ben babamı affetmiş miydim? Babam askerdi ve bu onun görevi olduğu için yapmak zorundaydı ama bu sırada bizi çok iyi koruması gerekmez miydi? Amcam dan isteyeceğini bunu kendisi de yapabilirdi, bizi kimden koruyacaktı. Hilmi’nin bize zarar vereceğini düşünüyorsa bunu nasıl ispat edememişlerdi. Kafamın içi çok karışık ve her soru bir cevapsız kapıyı açıyordu. Sanki birisi beni labirentin içine bırakmıştı ve orada kendi başıma çabalıyorum.
“Ben başlayayım o zaman. Yangından sonra bir ay komada kaldım, ayazda dumandan yoğun etkilendiği için sağlık durumu iyi değildi. Onun çıkması, benim çıkmam çok uzun süre olmuştu. Hastaneden çıkar çıkmaz o şerefsizi aramaya başladım, bulmaya yakın yer değiştirdiği ve yardım aldığı için her seferinde elimizden kaçtı. Daha sonra bize ulaştı ama o zaman kızımın hayatı ile beni tehdit etti. Bulamıyorduk, bir aydır kimse bulamamıştı. Bu Hilmi değildi. Özkök ailesi baş şüpheli oldukları için yakından takip ediliyordu ama adamların tek şüphe uyandıran hareketi olmadı. Kızımın canı için ondan uzak durmamı istedi. Onun için ondan vazgeçtim. Şuan beni anlamıyor olabilirsiniz ama o an en mantıklısı buydu. Ailem yok oluyordu ve bunda benim suçum çok büyüktü. Kızımın hayatı için onun hayatından çıktık ama yine rahat durmadı, ne zaman ona yakın olmak istesem mihribanın başına bir şey geldi. Hafızasını kayıp etti, intihara kalkıştı. Bunlar en küçükleri, kazaya kurban gidiyorlardı mertle. Bu sefer adamı bulana kadar karşısına çıkmayacaktım ama alparslanın hayatına girişi ile yavaş yavaş hatırlamaya başladı. Biz üniversite de okuyor ve onu koruyuz sanırken babam meğerse onu yetiştirmiş. Onunla kalmamış Alparslan’ı da yetiştirmiş. Evet bordo bereli bir asker buraya kendi emeği ile geldi ama en büyük destekçisi babam olmuş. Onları buluşturup ülkeye yollamış, biz kendimiz koruyoruz sanırken meğerse babam hepimizi koruyormuş. Kendisi İSTİHBARAT BAŞKANI. Atilla ARAS oyun oynuyoruz sanırken oyun oynamış ama benden ve ayazdan haberi yokmuş. Biz ona sürpriz olduk, Mihriban ve Alparslan’ın Vegas’a gitme sebebi babammış. Oradaki adamı almak ve içeri de boy göstermek için.” Babam sustuğunda hayatım resmen film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Eksikler vardı ama fazlalarda vardı. Üstün körü bence en net özet bu olabilirdi, alp ile gözlerimiz buluştu ve buruk bir gülümseme dudaklarımızda yer edindi.
“Benim hayatım bu kadar basit değildi ama neyse.” Araya küçük bir parazit olmakta sorun yoktu.
“Ve başardılar, dikkatleri üslerine çektiler. Ülkeye döndüklerinde orada bir çok isim ve yüz yakalandı, büyük başlar küçükleri avladı ama asıl büyük baş iki kişinin ismi ortaya net olarak çıktı. HİLMİ VE AHMET ikisi de yıllardır ülkeyi yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Onlara bir çok saygın ŞEREFSİZ ailede destek oluyor. Devlet küçükleri yakaladı ve artık sıra büyüklerde. Devletin ve bizim sabrımız kalmadı. Bu iş bizim ailemiz ile ne alaka bilmiyorum, aynı şekilde benim kızımdan bu kadar nefret etme sebepleri ne onu da...” Babamın sözleri dedem tarafından kesildi.
“Mihriban ile dertleri ne ise bu yangın olayı bizim suçumuz değil. Cemre ve annen neden ortadan ilk olarak kaldırılmak istendi? Bunu düşündün mü? Cemrenin yarısı yanmış bedeninde bir kurşun bulundu. Siz farkında değildiniz o zaman çok karışıktı ortalık, aynı kurşun annenin bedeninde bulundu. Bu ikisi bizden farklı ne biliyor ise ölüm emirleri verildi.” Dedemin sözleri ile bedenim buz kesti. Bunu burada bulunan kimse bilmiyordu. Gözlerim artık bulanık görmeye başladı, bedenim sara hastalığına yakalanmış gibi titremeye başladı. Ben kendimi suçlamıştım ama sanırım bu iş benim boyumu açalı çok olmuş.
Annem ve babaannem ne biliyordu?
“Ne diyorsun sen?” Babamın yükselişi ile onunda bu gerçeği bilmediğini anladım.
“Annen ve karın ölüm sebebi aynı. Profesyonelce, tek kurşun ve planlı bir ölüm. Yangın sadece delilleri öldürmek içindi. Ne bildikleri onlar ile mezara git...” Dedemin bir bıçaktan daha keskin sözlerini odaya giren bir asker ile bölündü. Hepimiz aniden açılan kapıya döndük.
“Komutanım, acil durum. Bana eve gidip araştırın demiştiniz, gittik ve yeni bir şey bulduk.” Asker elinde ki kâğıt parçasını yuvarlak masanın ortasına bıraktı. Her kes birbirine önce kim alacak beklemeye başladık. Barış, dedemden gelen komut ile aldı ve sesli şekilde okumaya başladı.
“Her kes bir gün olması gereken yerde olacak. Her kes bir gün gitmesi gereken yere gidecek, ölmeyen ölecek. Yaşayan ölmek isteyecek. Beni bulmak için bana geleceğin yeri biliyorsun küçük av. Beni hatırla, beni bulacağın yeri hatırla ve beni bulmak için peşime düş. Her kesin oyunda yakıştığı bir yer vardır ve senin yakıştığın yer her zaman benim yanım olacak. Herkes bir gün olması gereken yerde ve kişinin yanında olacak. Dokunuşlarımı ve birbirinin kopyası olan gözleri unutman mümkün değil. Gözlerimi ve dokunuşlarımı unutmuş olmadığını biliyorum. Sevgililerle, avından ve kendine ait olanı almak için savaşmaya devam eden aslan.”
Sözler zihnimin içinde tekrar tekrar ve tekrar okundu, bu sözlerin bana neyi çağrıştırması gerekiyordu? Kendimi artık sorgulamaktan ve devamlı düşünmekten yormuştum. Benim en büyük düşmanım yine bendim her insan gibi, sözleri bir defa daha tekrar ettim içimden: Her kes bir gün olması gereken yerde olacak. Her kes bir gün gitmesi gereken yere gidecek, ölmeyen ölecek. Yaşayan ölmek isteyecek. Beni bulmak için bana geleceğin yeri biliyorsun küçük av. Beni hatırla, beni bulacağın yeri hatırla ve beni bulmak için peşime düş. Her kesin oyunda yakıştığı bir yer vardır ve senin yakıştığın yer her zaman benim yanım olacak. Herkes bir gün olması gereken yerde ve kişinin yanında olacak. Dokunuşlarımı ve birbirinin kopyası olan gözleri unutman mümkün değil. Gözlerimi ve dokunuşlarımı unutmuş olmadığını biliyorum. Sevgililerle, avından ve kendine ait olanı almak için savaşmaya devam eden aslan.
Benim olmam gereken bir yer mi vardı? Beni av olarak gören her kimdi? Ne oluyordu bu lanet yerde? Babaannem ve annem ne alakaydı?
“Bu notun nereden geldiğini bulmamız lazım. Artı olarak üstünde hiç bir DNA’ ya rastlanmadı, bilgisayardan yazılmış ve araştırdık ama sonuç alamadık güvenlik ağlarımız çok korunaklı olduğu halde alarm veriyor. Ve son olarak komutanım, mihribanın hanıma geçen gün yapılan testlerin sonuçları elimde.” Elinde hepimizin yeni fark ettiği evrakları masanın ortasına bıraktı ve bir komut almak için dedeme baktı. Dedem bir şey demeden başı ile komut verdi, adam gitti.
Masanın ortasında duran sonuçlara ile her kes birbirine baktı. Onlardan önce davranarak sonuçlara almak için uzandım, ne kadar ellerim titrese ve nefesim sıkışsa bile cesaret pelerini bir defa giymiştim ve geri adım atmayacaktım. Bana her ne oluyor ise bunu öğrenecektim. Sonuçları alarak arkama yaslandım, açmadan önce hepsinin yüzüne son defa baktım. Alparslan kaşlarını çatmış bakarken, babam ve dedem’inde ondan kalır yanı yoktu. Abim, benim için ne kadar zor olduğunu anlamış gibi güven veren bakışları ile karşılaştım. Bu durumda omuzlarım düşecek gibi oldu ama buna izin vermeden kendimi toparlamaya çalıştım, o bana böyle baktıkça küçük bir kız çocuğu olmak istiyorum. Bakışlarımı ondan kaçırdım. Şuan düşünmemem gerekiyordu.
“Açalım mı güzelim?” Alparslan’ın temkinli ve meraklı bakışları ile başımı ona çevirdim. Gözleri yanımda olduğunu haykırır cinstendi, titrek bir nefes eşliğinde başımla onaylayarak elimdeki evrakları dosyadan çıkardım.
Beş tane kağıt vardı ve bazılarında grafik vardı. Ben anlamadığım için yanımda duran alparslana baktım. “Hiç bir şey anlamıyorum.” Cidden anlamamıştım, sonuçlar karışık ve ne yazdığı bile belli değildi. Bu grafikler ne anlatıyor ve ya bu matematik formülüne benzeyen şey ne demek istiyordu.
“Burada...” Alparslanın dudakları arasından çıkan iki kelime ile kalbim heyecan ile sarsıldı. “Burada kanında hala unutman için verilen ilaçlardan olduğu, hatta daha ağırı versiyonu olduğu yazıyor. Beyinin içinde küçük belli olmayan bir çip olduğu...” Buz kesmiştim, hiç bir uzvum hareket ettiremiyordum. Göz bebeklerim karşımda olan adama tutundu. Adeta yardım isteği ile çığlık atıyordu, dilim varmıyor ama gözlerim yardım çığlığı için bas bas bağırıyor. Bu nasıl olurdu? Ben o ilaçları bırakmıştım, bunu burada olan her kes biliyordu demi? Bilmeleri lazım. Alparslan’ın elindeki kağıtları babam aldı. Bu seferde ne gördüyse o dondu kaldı. Elindeki sonuçları masaya sert şekilde bıraktı ve attığı sonuçları abim alarak sesli şekilde okumaya o devraldı.
“Bu çipin uzaktan kontrol edildiği ve yanlış tek harekette ölebileceğin konumda olduğu yazıyor...”
“Hemen aşağı kata profesörlerin yanına gidiyoruz.” Dedemin sert sesi ile bir anda her kes ayaklandı ve sert adımlar eşliğinde her kes odadan çıktı. Ben hariç. Neler olduğunu ve bunu kimin yaptığını bilmiyorum ama bunun sonucu çok ağır olacaktı. O kadar ağır olacaktı, benim yıllarımı çalandan yıllarını alacaktım.
Aceleci adımlar eşliğinde Aras beyleri, Alparslan ile profesörlerin yanında soluğu almıştık. Şuan karşımda bize bakan iki profesörle gerildim. Bu olanlar çok fazlaydı, bu olanlar çok acımasızcaydı. Kimin olduğunu zaten tahmin edebiliyordum ama bu zamana kadar tahmin edemiyor olmak ve zihnime süzülen sinsi düşünceler ile inkar etmek istiyordum. Bu olamazdı. Bu düşünceleri düşünmek bile işkenceyle eş değerdi. Bu düşünceleri dile getirmekten geri kaldım, kimsenin aklına bunu getirmek istemedim. Bu olamaz demeye devam etmek istedim. Amcam bana ikinci baba olmuştu, böyle düşünmem çok yanlıştı. Kendi kuruntum olsun istiyorum.
“Burada gördüğünüz alan, beynin hafıza ve hareket kısmıdır. Burayı kontrol etmek için küçük bir çip takılmış, bu çip yıllardır orada ve bunu her hangi bir hastanede göremezsiniz. Özel üretim ve çok küçük, bir hastanede kendini belli etmez. Bu özel üretim, yeni yeni gelişen bir durum ülkemizde. Bu tür çip genelde dış ülkelerde paralı askerlere ve ya önemli adamları koruyanlara itaat etsin diye takılır ya da imha edilsin. Konuşmaması için her hangi bir esir olduğunda uzaktan öldürülür. Her hangi bir esir olduğunda uzaktan çldürülür.. Mihriban’ın o gece hastanede kendini kontrol edememesi bu yüzden ve eklememem gereken bir diğer şey ise siz istihbarat başkanısınız hiç mi şüphe duymadınız?” Profesörün büyük ekranda gösterdiği beynimin tomografi sonucuna baka kalmıştık. Ensemde bir yeri işaret ediyordu sanırım. O kadar küçük bir şeydi ki ben hala tam göremedim.
“Ben bakmıştım, her şeyi kontrol etmiştim. Hiç bir sağlık sorunu görünmemişti. Bu nasıl olur?” Dedemin çaresiz sözleri ile omuzları düşmüş, hepimiz gibi ekrana baka kalmıştı.
“Bende kontrol ettirdim. Bir çok defa Ömer kontrol etti, biz yaklaşamadığımız için o...” Babamın sözleri her kesin ona dönmesine sebep oldu. Böyle bir şey olamazdı demi? Yapmazdı, yapmamalıydı. Amcam bunu yapmamalıydı, gözlerimin önü artık kararmaya başlamıştı. Bir şeyler net değil ve net olmayan her şeyden nefret ediyorum. O yapmamıştır, bilmiyordur. Amcam o benim. Yapmaz, yalvarırım yapmasın. Aldığım soluklar haram oldu her saniye.
“Ömer amca...” Alparslan’ın bile dili varmıyordu. Bu kadarını neden yapacaktı ki?
“Peki neden?” Alt dudağımı daha fazla titremesin diye ısırdım, bu kadarı olmaz dediğim ne varsa olmuştu. Bunu nasıl sindire bilirdim. Bunu neden yapmış olabilirdi.
“Hayır, hayır... Hayır, benim kardeşim yap...” Diyemedi, o cümlenin devamını getiremedi babam. Gözleri benimle kesişti, dolu dolu olan bakışları benimle buluşunca nefesi kesilmiş gibi kala kaldı. Sanki şimdi kabul etmişti. “Yaptı. Gözlerimin içine baka baka yaptı.” İlk kabulleniş ondan gelmişti. İlk yenilgisi değildi belki ama en büyük yara aldığı yenilgiydi.
“Amcam neden yapsın?” Abimin dedikleri ile babamla olan bakışmamız son buldu, neden bilmiyorum ama ortam buz kesti. Ne babam, ne dedem bunu dile getirmiyor gibiydiler. Alparslan sessizce dizimde duran elimi tutmuş ve bizim gibi aile üyelerime bakıyordu.
“Çünkü bizi suçluyordu...” Anlamsız gelen fısıltı ile kaşlarım çatıldı, amcam ne için onları suçlamıştı? Bu aile üyeleri neden normal değil.
“Atakan ve beni, annesini öldürdüğümüz için suçluyordu. O gece babaannenizin ölümü onun gözleri önünde olmuştu ve ömer o gece büyük bir yemin etmişti. Buna sebep olanları bulup ölmeleri için yalvartacağım demişti. Bizimle yıllarca konuşmadı ama hep bir adım peşinde olmuştuk, efsun ile evlenince yanımıza yaklaştı ve mert olunca bizi affetti sanmıştık. Ben zaten hayatlarında yoktum ama iki kardeş birbirine tutundu sanmıştım. Atakan, mihribanı ona emanet etti. Korudu kolladı sanıyorduk ama meğerse...” Bu gece kelamlar hep yarım kalıyordu, hiç kimsenin devamını getirmeye gücü yetmiyordu. Hepimiz bu ihaneti yalanlamak istiyorduk.
Amcam...
Baba yarım...
İkinci babam...
Yıllar boyunca benim yanımda olan ve her zor zamanım da destek olan adam. Bunu bize reva görmüştü, ailesinin ölüm sebebi ben değildim ama hayatı yerle bir olan bendim. Ben suçlu değildim ama kurbandım. Bu büyük oyunda en büyük kurbanlar biz kadınlar olmuştuk.
Babaannem...
Annem....
Ben...
Kızların kaderi annesine benzer diyorlardı doğru muydu?
Benimde mi sonum ölüm olacaktı. Benim akıbetim doğmadan önce çizilmişti, ben doğmadan önce kurban seçilmiştim. Ben kelimelere sığmayacak kadar acılar içindeydim. Sanki birisi beni diri diri toprağın altına şimdiden gömmüştü. Sessimi çıkaramıyorum, soluklarım boğazımda takılı kalıyor. Yengemde mi onunla birlik olmuştu? Mert? Beynimin içi boş bir kutu gibiydi, karanlık içinde sadece intihar ipi vardı ve ben her an orada kendimi sallandıra bilirim. Daha ne olabilir dedikçe daha fazlası çıkıyordu, daha ne kadar ileriye gidecekler dedikçe ileriye gidiyorlardı.
“Her neyse birisi sizi ayakta uyutmuş. Mihriban bu ilaçları almaya son vermeli, vitamin değil onlar. Beynindeki çipi küçük bir operasyon ile alabiliriz ama önce tetikler yapılacak, uzun süredir beyinde olduğu için zara vermiş mi diye kontrol edeceğiz. Şuan önemli konununuz bu olmak zorunda, onu oradan aldıktan sonra diğer konulara geçersiniz. Bu basit bir operasyon olabilir ama şunu bilmelisin ki en ufak ters hareketti öle bilir ve felç kalabilirsin.” Doktorun mavi gözlerine baka kalmıştım, bu büyük bir karardı. Belki buna hazır bile değildim ama acele etmezsem daha kötü olacak gibi hissediyorum. Alparslan’ın elimi tutan eli gerilmişti, sanki birisi beni elleri arasından çekip alacak gibi daha sıkı sıkı tutmuştu.
“Seni kayıp edemem. Bu olmaz.” Alparslan sanki bizle değil de kendi kendine konuşuyor gibiydi. Düşündüklerimi, hissettiklerimi anlamak istiyor gibi bakıyordu.
“Olmak zorunda.” Kimsenin bir şey demesine izin vermeden, katı ve itiraz istemediğimi belli eden ses tonu ile sözlerimi tamamladım. “Bu çip ile daha fazla yaşamak istemiyorum. Hatırlamamak ızdırap gibi. Belki hatırlamak daha büyük bir ızdırap olacaktır, bunu bilemem ama belirsizlik istemiyorum. Lütfen, yanımda olur musun?” Umut dolu gözlerim ile lacivertlere baktım. Dakikalar geçti ama her hangi bir tepki almamak umutlarımın sönmesine sebep oldu. Dudakları arasından iki kelam çıkmıyor, diğerlerine sormamıştım bile onlar şuan hayatımda alp kadar önemli konuma sahip değildi. Tabiki de onları seviyorum, bunu inkar edemem ama hiç birini alp ile kıyaslayamazdım. Yıllardır benimle savaşan, benimle geçmişimi didikleyen oydu. Hatırlamam için her an yanımda olan, düştüğümde kaldıran oydu. Burada ne kadar dedem, babam ve abim olsalar da bana hiç birisi bir çift lacivert kadar yakın değildi. Onlar uzaktan izlemek zorunda kalmışlardı belki her kesi anlıyorum ama beni de anlamaları lazım.
“Güzeller güzeli bebeğim...” Titreyen elleri önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına koydu. Elleri titremiyordu sadece, sesi ve bakışları da titriyordu. Sanki canını alıyormuşum gibi bakıyordu bana.
“Lütfen, sen yanımda olmazsan olmaz.” Benim titrek sesim dik durmama yardım etmiyor, tam tersi yıkılmış çıkıyordu. Ne kadar profesör sonraya erteleyin diğer konuyu dese de işe yaramıyordu. “Dışarı çıkalım, hava almam lazım.” Titreyen dizlerim ile dik durmaya çalışarak hastaneye benzer odadan çıktım. Benimle beraber bir kaç sandalye itilme sesi daha gelmişti. Onları beklemeden hızlı adımlar ile bu binayı terk etmek istiyorum, adımlarımın sekteye uğraması ile belimi bir el tarafından çevrelendi. Bedenim sanki bu anı bekliyormuş gibi tüm gücü çekti ve ağırlığımı arkamdaki bedene yükledim. Onun sayesinde ayakta kaldım, Alparslan kendisi ile beraber beni de binadan çıkardı ve bahçede bulunan en uzak banklardan birine oturturdu. Oturmam ile sessiz sessiz ağlamam aynı saniye gerçekleşti.
“Ne diyorlar duydun mu? Alparslan, bu adam yıllarca... Yapmaz demi? Yapmasın yalvarırım. Bu çok fazla değil mi? Ben nasıl bakarım bir daha yüzüne, kime güveneceğim ben. Her kes tarafından darbe yiyorum. Bu kadar çok fazla, yemin ediyorum bu kadar o kadar fazla ki, düşündükçe kalbim durmak istiyor. Alparslan, ölmek istemiyorum ben. Çip diyorlar, ölüm diyorlar. Ölmek istemiyorum...” Hançeri kalbine saplasam bu kadar etkili olmazdı sanırım. Alparslan sanki bana son kez sarılıyormuş gibi sıkı sıkı sarıldı, başım göğsüne denk düştü ve ellerim sıkı sıkı tutundu gövdesine. Sessiz ağlamam artık haykırışa dönmüştü. “Abim... Yengem... Alparslan, bu nasıl ihanet. Bu kadar olmamalı, bu kadar çok fazla. Yemin ederim, kimseye tek bir kötülük yapmadım ama canımı o kadar yakıyorlar ki nefes aldığım her an kendimi suçlu hissediyorum.” Bunlar hissettiklerimin üçte biri bile değildi. Bunlar dile getire bildiğim küçük kısımdı, bunlar sadece dudaklarımın arasından çıkan ufak serzenişlerdi.
“Özür dilerim. Çok özür dilerim, koruyamadım seni. Gücüm yeter sanmıştım... Korurum, acımaz canımız sanmıştım ama yapamadım. Özür dilerim. Hiç bir suçun olmamasına rağmen bu kadar canımızı acıttıkları için, en masum senken en çok acı çeken olduğun için, elimden hiç bir şey gelmediği için özür dilerim, güzel bebeğim.” Bir silahtan çıkan kurşun kadar hızlı ve etkili sözleri ile sarsıldım. Hayatımızda büyük bir deprem yaratmıştı bu gün öğrendiklerimiz. Yine en masum olanımı, hiç bir suçu olmamasına rağmen benden özür diliyordu. Bir defa daha neden kalbimin onun için çarptığını anlamıştım. Alparslan, koca yürekli lacivert gözlü adam... Lacivertlerine ömrümü adayacağım adam... Yine benimle beraber benim hayatıma ağlıyor, yine her zorlukta benimle beraber. Bu adamı kaç defa unutursam unutayım yine aşık olurum. Kalbimin bu denli ona ait olma sebebini bir kez daha yüzüme tokat gibi çarptı. Bu hayatta tek şüphe etmeyeceğim ve sırtımı yaslayacağım adam. Meftun olduğum gözleri kızarmış ve dudakları arasından aldığı soluklar sanki yetmiyor gibi derin derin nefes almaya çalıyordu. Islak kirpikleri ile ormana doğru bakıyor, gözlerini benden kaçırıyordu sanki olanlar için sonu suçluyormuşum gibi bana bakmaktan kaçıyordu.
“Bu dünyaya kaç defa gelirsem geleyim yine sana aşık olurum. Değil iki defa, yüz defada unutsa aklım kalbim her zaman seni bulur. Sen bu hikayede en masum kişisin. Sakin meftun olduğum lacivertlerin benden saklama. Öğrendiklerim ile yıkılmam, sarsılırım ama senin lacivertlerin hayatımda olmazsa yıkılırım. Değil ölü bedenimi, diri diri gömmüş olursun beni toprağın altına.” Gözlerine daha iyi bakmak için göğsünden kalkmak istedim ama buna engel oldu. Başımı daha çok göğsüne bastırdı ve saçlarımın arasına ufak ufak öpücükler armağan etti.
“Değil iki defa, yüz defada unutsan kendimi hatırlatırım. Benim senden başka gidecek kapım yok. Biz birbirimizden başka kimseye yar olamayız. Düşersen, kaldırırım, yıkılırsan buna sebep olanları yok ederim. Her an elini tutacağım, bir an olsun o minik ellerini bırakmayacağım ve bunu da çözeceğiz. Sana söz veriyorum, güzel günlerimiz olacak. Evimizin dört bir yanında kokun olacak, varlığın ile taçlandıracaksın bizi. Küçük küçük alp ve mih olacak. Çok mutlu edeceğim seni, öyle mutlu olacaksın bu günleri hatırlayınca güleceksin.” Dediği her şeye inanmak istedim ama zihnimin içine süzülen düşünceler ile dudaklarımı ısırdım. Bunu dile getirmekten kaçmak istedim. Kızların kaderi annelerine benzermiş... Bu düşünce zihnimin için dört bir yanda dönüyor ve inanamam gerektiğini söylüyordu. Bizim bir geleceğimizin olmadığını söylüyordu.
Daha sonra biraz toparlandık ve çipin hemen çıkmasını istediğim için tetiklere başlandı, bir çok teste girmiştim yine. Saatlerdir bu katta bulunan her odaya girip çıkmıştık. Alp, bir an olsun yanımdan ayrılmamış ve girmesinin yasak olduğu her alana kavga dövüş girmişti. Yanımdan bir an ayrılmak istenmemesi babam, abim ve dedem tarafından defalarca laf sokulmasına maruz kaldı, ama onları asla bir tarafına taktığını düşünmüyorum. Evet, onlarda bu süreçte yanımdaydı. Alparslan gibi her alana gelmemişlerdi ama kapıda benimle beraber oradan oraya dolanmışlardı. Saatlerdir kimse tek kelime etmek istemiyor gibiydi o konuda. Her kes sanki amcam gibi bir gerçek yokmuş gibi davranıyordu ve bu biraz da olsa burada bulunan buhran havayı dağıtmıştı.
“Evet, sonuçlar çıktı. Bu çipin şuana kadar bir zararı olmamış, testlerde tek olumsuz olan şey ise kan değerlerin baya düşükmüş. Kansızlığa doğru ilerliyorsun.” Profesörün sözleri ile rahatlamıştım, artık buradan çıkmak istiyorum. Gözlerimi benimle beraber dikkat ile doktoru dinleyen aileme çevirdim. En az benim kadar rahatlamış duruyorlardı, babam ve dedem suçlular kendisiymiş gibi omuzlarını yenilgi ile düşürmüşlerdi. Bakışları saatlerdir benden yana değmemişti, yanımdalardı ama bu sadece bedenen. Abim ve alparslan saatlerdir birbirleri ile atışmış ve ortamın havasını biraz olsun dağıtmayı başarmışlardı. Ne babamı, ne de dedemi suçlamıyordum. Birisi kardeşine diğeri ise oğluna güvenmişti. Nerede bilebilirdi kendi oğullarının böyle bir yola başvuracaklarını. Bu olayda her kes sarsılmıştı ama en çok ben sarsılmıştım yine. Derin bir nefes alarak başımı hafifçe daha fazla düşünmemek için sağa sola salladım. Aklımdaki düşünceler dağılsın hatta yok olsun istiyorum ama mümkün değildi. Bu sırada elimin üstünde başka bir el hissetmem ile gözlerim lacivertler ile kesişti. Biliyor ve anlıyor gibi bakıyordu bana. Sanki gözleri ile haykırıyor yanımda olduğunu.
“Dediğiniz gibi küçük zararsız bir operasyon demi?” Tedirgin ses tonu ile dedeme baktım, benden kaçan bakışları yine bana değil masanın başında sonuçlara bakan profesöre yönelikti.
“Evet, ensende üst kısımdan çekeceğim. Küçük bir cihaz olduğu için bu yöntem ile dakikalar sürecek bir operasyon, sadece biraz acıya bilir o kadar. Mihriban...” Profesör önce bana baktı, ardından yanımda oturan ve elimi sıkı sıkı tutan alparslan’a baktı ve küçük bir gülümseme sundu bize. “Ve alparslan, kapıdaki yardımcım sizi hazırlasın. Alparslan oraya da geliyor anladığım kadarıyla.” Profesörün alaylı atıfı ile kıkırdadım. Alp sanki ondan bahsetmiyoruz gibi ayağa kalktığı ve bizi adete bir tarafına takmadığını belli eder gibi profesöre boş gözler ile bakmaya devam etti.
“Ona bir zarar gelirse, burayı ve hayatınızı başınıza yıkmakla sınırlı kalmam. Buranın altına sizi diri diri gömerim. Gidelim güzelim, hazırlanalım.” Tuttuğu elimden yardım alarak beni de oturduğum yerden kaldırdı ve kendisi ile odanın çıkışına sürükledi. Kimse tek kelime edememişti, çünkü hiç birimiz böyle bir tavır ve tehdit beklemiyorduk.
“Şuan iş başında bir memuru tehdit ediyor...” Profesörün alaylı karşılığıyla alpin kapıya yönelttiği adımlarımız durdu. Hiç arkasını dönmeden sadece sözlerine devam etmesini engelledi.
“Değil memur, ona zarar veren babası bile olsanız. Sonunuz olurum. Kimsenin gücü bunun karşısında durmaya yetmez. Buradaki her kes bunu çok iyi bildiğini düşünüyorum.” Son sözleri ile odadan çıktı. Asla böyle bir tavır beklemediğim için ağzımı açıp tek kelime edememiştim. Şok olmuş şekilde sadece onu takip ederek odadan çıkmıştım. “Dudaklarını kapa bebeğim, maazallah sinek kaçmasın.” Herkese karşı ketum görünümü benim yanımda yoktu. Bu halleri ile daha çok aşık oluyordum.
“Sen adımı niye tehdit ettin.” Hayret içinde dediklerime sadece ufak zoraki bir gülümseme sundu. Elleri yanaklarımın iki yanında yerini aldı, yine narin dokunuşları beni eşsiz bir duygu selinin içine sürüklemeye yetti.
“Söz konusu senken sadece doktur değil, tüm dünya benim için tehdit demek. Ona sadece ufak bir fikrim söyledim o kadar. Sen yanlış anlamışsın.” Bakışı, dokunuşu anda kalmamı asla desteklemiyor. Sanki şuan bulutların üstünde hissetmemi sağlıyor. Dudaklarımı hafif araladım cevap vermek için ama bu eylemim yanımıza gelen hemşire ile kesintiye uğradı. Alparslan keyif ile sırıtmaya başladı.
“İyi günler, beni profesör yardımcısı damla.” Uzun kahve saçlarını açık bırakmış, üstündeki buraya ait olduğu belli olan siyah üniforması ile karşımızda bize gülümseyen kadına baktım. Bende aynı şekilde gülümseyerek uzattı elini sıktım.
“Bende mihriban, bu beyefendi de alparslan.” Diyerek bizi tanıttım.
“Memnun oldum, sizi odaya alalım.” Diyerek karşımızdaki kapıyı gösterdi. Onun yönlendirmesi ile hastane odasına benzer odaya girdik. “Küçük bir işlem olacak o yüzden ameliyathanede değil burada yapılacak. Gerekli bilgileri profesör vermiştir size. Lütfen oturun ve bekleyin, kendisi gelecek.” Stres ile başımı salladım evet burası biraz bir hastane odasını andırıyordu ama bu biraz gelişmiş bir hastane odasıydı. Ben durmuş odayı incelemeye devam ettim, hemşire ise bilgisayarların olduğu masada bir şeyeler ayarlıyor gibiydi.
Oda da duvarın önünde büyük bir masa vardı ve adını bilmediğim ekranlar, yeni teknoloji aletler vardı. Bunlar ne işe yarıyor gram bilmiyorum. Kendimi cahil gibi hissetmeden edememiştim. “Şşt... Sakin olmalısın, ben buradayım.” Alparslanın temkinli ve güven veren kelamları ile bir nebze olsun sakin olmaya çalıştım. Bakışlarım bu seferde yatağın karşısında duran tekerlekli masaya takıldı. Üstünde yeşil bir örtü ötürülmüş ve tıbbı aletler vardı. Benim ise tek bildiğim neşterdi, onun yanında uzun uzun şırınga ve bazı bilmediğim tıbbı aletler duruyordu.
“Bunlar ne işe yarıyor?” Biliyor mu diye umutla sormuştum. Bakışlarımı takip ederek neleri sorduğumu anladı.
“Bilmiyorum bebeğim ama...” Profesörün odaya girmesi ile susmuştu.
Profesör hasta yatağının yanında durdu ve hala yan yana duran bize baktı. Eli ile yatağı gösterdi, bu otur demekti. Alparslan’a son kez tedirgin bir bakış atıp gösterdiği yatağa titreyen dizlerim ile oturdum ve avuç içlerimi dizlerime sürdüm.
“Tedirginsin farkındayım ama bu aletler ve teknoloji sayesinde hemen bitecek. Biraz acır ama büyütecek bir şey yok.” Eli ile saçlarımı kenara çekti, enseme saçlarımın bitişine dokundu. “Çip burada, yine de teyit edeceğim. Saçlarını toplar mısın.” Bana dokunmasıyla stres ile başımı salladım ve ellerim daha saçlarıma ulaşmadan, alp benden önce onları kıskaçlı bir toka ile topuz yaptı. Şimdi ensem net şekilde gözler önüne çıkmıştı.
Eline ultrason cihazını andıran ama o olmadığı belli olan, başı yuvarlak cihazı enseme yaklaştırdı. Tedirgin ve sabırsızdım ister istemez dizimi sallıyor ve bilgisayarların olduğu ekrana dikkatle bakıyorum. Profesörün ekranı göstermesi ile Alparslan’la sanki anlaya bilirmişiz gibi daha dikkatli baktık. Ekran da ensemin içten görüntüsü vardı. Baktım, baktım ve yine baktım ama hiç bir problem yokmuş gibi duruyordu. “Ben göremiyorum çipi.” Serzenişim ile hemşire hanım eliyle ekranı gösterdi. Saçlarımın hemen bitişinden biraz yukarda, ufak gizlenmiş küçük karartıyı gösterdi. O kadar iyi gizlenmişti ki kimsenin bu zamana kadar fark etmemesi doğaldı. Asla bunu düşünmezdim.
“Yedi ceddini sikeceğim, mezarda olanları diriltip sikeceğim.” Ekranda olan bakışlarım sinir dolu fısıltı ile çektim. Alp yanımda kitlenmiş şekilde sinirden kızarmış yüzü ile ekrana bakıyordu. Onu sadece ben değil herkes duymuştu, bu onun gram umurunda değildi. Yine de daha fazla bakmaması adına elini tuttum ve bana dönmesi için sarstım. Bakışları zorda olsa bana dönmüştü, kızgın ve soğuk bakan gözleri bana dönünce tam tersi sımsıcak olmuştu. Elimi hissedince daha sıkı sıkı kavradı.
“Şimdi mihriban, bana tam arkanı dön ve sakin geri çekilme. Alparslan başını tut, kaçmasına izin verme. Unutmayın en ufak yanlışta istenmeyen sonuçlar olabilir.” Doktor demese bile biz ne demek istediğini anlamıştık.
Bunlar başıma neden geliyordu, Aras ailesinin tek kızı olduğum için mi? Babam yüzünden mi yoksa dedem yüzünden mi? Titrek nefesim dudaklarımın arasından kaçtı. Stres olmuştum ve bunun sebebi sadece şuan değildi. Bunun bir sebebi değil bir çok sebebi vardı. Doktor tamamen arkamı dönünde, alp tam önde durmuş ve başımın üstüne ufak bir öpücük armağan etmişti. Oda benim kadar stresli ve korkuyor, bana yansıtmaktan kaçıyordu. Doktor bir kaç dakika durdu ve sadece ensemi bir şeyle sildiğini hissettim daha sonra enseme ufak bir iğne girdiğini hissettim bu sırada, yerimden kımıldarsam kötü sonuçları bildiğim için gram hareket etmemeye çalıştım. İğne çıktı ve ardından alp yanaklarımı iki yandan tuttu. Doktor başımı tutmasını söylemişti ama o yine kendi bildiğini okuyor ve yanaklarımı seviyordu. Dudakları kıpır kıpır bir şeyler okuyordu sanki.
“Ne okuyorsun sen? Ya da ne konuşuyorsun sesli söyledi bileyim.” Dedim, hala stresliyim ve şuan saracak sadece yanımda o vardı. Gülümsedi ve dudakları kıpırdamayı kesti. Tam tekrar küçük bir serzeniş ile nazlanacakken yüzüme doğru üfledi.
“Nas, Felak ve Ayetel kürsi okudum.”
Ben bu adamı yerim. Yüzümde nasıl bir ifade var ise güldü. Bunu beklemiyordum. Her şeyi bekliyordum ama bunu değil. Resmen beni okumuş ve üflemişti. Kendimi o kadar garip hissettim ki ne diyeceğimi şaşırdım. Kalbim pır pır olmuştu. Bu adama canımı veririm.
“Yüzümde sivilce çıkacak.” Ona bakmak istedim ama şuan tek gördüğüm göğsüydü. En mantıksız şeyi demiştim. Aferin mihriban.
“Ben seni sivilcelerin ile de severim merak etme.” Elleri sala yanaklarımı okşamaktan geri kalmıyordu.
“Zahmet oldu, bide sevme göreyim.” Kabadayı hallerim ile küçük kıkırdamasını duymuştum. Kulaklarım bayram etmişti işte şimdi.
“Öyle bir şey mümkün değil ama merak ettim, aksi halde ne yaparsınız hanım efendi?” Onunla iletişime geçmek bir stresimi almıştı. Varlığı en büyük ilacım oluyor her defasına.
“Topuğuna sıkmam, biliyorsun topuk benim için ufak kalır.” Sesimin altındaki imayı çok net almıştı ve onu tehdit etmekten büyük bir haz alıyorum.
“Orayı uyuşturdum ama yine de hissedeceksin. Bunu biliyorum.” Kısa bir an nerede olduğumuzu unutmuştum ama profesörün araya girmesi ile kendimize gelmiştik.
“Bitsin artık.” Daha fazla burada bulunmak istemiyorum. Ama bu isteğim mümkün değildi anlaşılan çünkü içimden bir ses daha çok buraya geleceğimizi söylüyordu.
Ardından ensemde çok kötü bir yanma hissettim, sanki birisi oraya kızgın bir demir basıyordu. “Ah...” kendimi geri çekmeye çalıştım ama buna alparslanın elleri izin vermemişti. Gevşeyen tutuşu gitmişti, sımsıkı tutmuş ve hareket etmeme izin vermiyor. Yanma hissi, profesör her ne yapıyorsa daha çok artmıştı. Canım hiçte bahsedildiği gibi küçük veyahut ufak şekilde değil, bildiğimiz kızgın bir demiri derime bastırıyorlarmış gibi hissettiriyordu. Dolmuş gözlerim artık katlanılmaz acı ile akmaya başlamıştı, çıkmayan sesim ise dağ olup büyümüş dudaklarımın arasında engel olmadığım bir bağırtıya dönmüştü. Yüksek çıkan sesim ile kaçmak istiyorum buradan ama buna izin vermeyeceklerini biliyorum. Dakikalar geçti ama canımın acısı git gide artıyor. Yanaklarımda duran ellere can havliyle asıldım, o ellerde destek almak istedim. Alp’in elleri sıkı sıkı tutmuştu, tırnaklarımı ellerinin üstüne sanki kanatmak istermiş gibi derisine kazıyorum. Bunun kolay olmayacağını biliyordum ama bu kadar acıyacağını tahmin etmemiştim. Ses tellerimin ağrımış olduğunu hissettiğim anda, ensemden bir şeylerin çıktığını da hissettim.
“Tamamdır.” Profesörün sesi, benim bağırmalarımın arasında kayıp olmuştu. Ensemin rahatlaması ile bende titrek bir nefes almaya çalıştım. Alparslan bitse bile ellerini çekmemişti, bende onun ellerinden destek almaya son vermemiştim. En sonunda enseme ufak bir bandaj yapıştırdıklarını anladım.
“Her şey kontrol altında olduğunu bize ilerleyen günler gösterecek. Şuan bir sorun yok, eve gidebilirsiniz. Bu arada, bir kaç gün su demesin ve üstüne yatmanı önermem. Onun dışında beklenmedik bir sorun çıkarsa saat fark etmeksizin beni arayın. Geçmiş olsun.” Profesör ve hemşirenin çıkması ile odada tek kaldık. Onların çıkması ile alp yüzümü kendine doğru hafif kaldırdı, artık lacivertlerini ağladığım için bulanık görüşüm ile göre biliyorum.
“Geçti. İyisin ve evimize gideceğiz şimdi.” Sanki çocuk teselli ediyor beyefendi. Kaşlarımı çattım ve ellerini yanaklarımdan ittim.
“Yalancılar bide küçük bir acı demiştiniz.” Ne kadar inkar etsem de şuan küçük bir kız çocuğuna benziyorum. Babasına şikayet eden bir kız çocuğunu andırdığımı düşünüyorum ve bunu sadece ben değil, alparslan da düşünüyor olacak ki usul usul başını onaylar anlamda salladı.
“Özür dilerim güzel bebeğim.” Başıma ufak bir gülümseme kondurdu. “Bu kadarını bilsem uyutmalarını isterdim. Evimize gidelim bebek gibi bakacağım sana.” Canım sıkılmıştı. Bu gün kaçıncı olduğunu sayamadığım kadar benden özür dilemişti. Bu çatık kaşlı ve buruşmuş yüzümü yanlış yorumlamış olacak ki, “Hala acıyor mu? Ya da farklı bir yerin mi acıyor?” sorduğunda onu telaşlandırmış olduğumu anladım.
“Hayır, sadece daha fazla suçun olmayan şeyler için benden özür dilemeni istemiyorum.” Kendimi açıkladığım da bana yumuşak bakışları hal değiştirdi ve içi gidemiyormuş bakıyordu artık.
Konuşmamızdan sonra bir kaç saniye sarılı durduk, daha sonra odaya ailemin girmesi ile ayrıldık. Onların kapının önünde beklediğini demeseler bile anlamıştım. Üç adamın da gözleri kızarmış ve ben dışımda her yerde dolanıyorlardı. Telaşlı ve meraklı ses tonu ile doktorun ne dediğini alparslan’a sormuşlardı. Alp her soruya sakin cevap vermiş daha sonra gitmemiz için bana elini uzatmıştı. Uzatılan el alparsanın ise sorgusuz sualsiz tutuyorum. Beraber evimize gitmek üzere yola çıktık, bu sefer tek değiliz. Arkamızda bir araba daha var, bu araba da babam, dedem ve abim var. Bize sormadan bizi takip etmiş ve geleceklerini arabaya binmeden bir kaç saniye önce söylemişlerdi. Alp ne kadar kızarıp, bozarsa da bir taraflarına takmamış ve peşimize düşmüşlerdi. Bir saatlik yolculuk sonrası eve gelmiştik. Yola da uzun uzun düşünmüş ve hiç bir sonuca varamamıştım.
Ne kadar ertelesem de öğreneceğim gerçekleri düşünmek bile kalbimin delicesine atmasını sağlıyordu. Korkuyorum... Beni büyüten kişilerin en büyük yaram olmasından korkuyorum. Bu hayatta değer verdiğim çok insan yoktu. Ailem her zaman önde gelir ama onların sahte çıkmasından korkuyorum. Mert... Bana abi, kardeş, arkadaş olan adam. Oda mı bu yalana ortaktı, ya da ikinci annem dediğim kadın. Yengem o biliyor muydu? Amcam ondan da mı saklamıştı, böyle bir şeyin mümkün olacağını düşünmüyorum. Amcam, mert ve ben hariç yengemden hiç bir şey saklamazdı. Buna daha önce tanık olmamıştım, amcamı tahmin ediyorum. Yalan söylediğini biliyordum ama hiç bu kadar acıtacağını bilmiyordum gerçeklerin.
Ağırdı, beni büyüten adamı suçlamak bile vicdanım izin vermek istemiyordu. Kendimi teselli ederek belki yapmamıştır diyorum ama aslında gerçeği bende biliyorum. Yapmış olabileceği sert bir tokat gibi her seferinde yüzüme çarpıyor. Küçüktüm... Tertemiz bir tuvaldim daha altı yaşında, onlar ise beni kirletmek isteyen ressamlar. Aslında yalan yanlış olmazsa çok güzel bir resim yapabilirdi üstüme ama onlar beni sadece kirletmek istemişlerdi. Gelişi güzel kirlenmiştim, hayatıma aldığım her kes bir fırça darbesi ile yok olmamı istemişti. Bunlar uzakta değil en yakınlarımdaydı ve ben uzağımda aradığım düşmanı yakınımda bulmuştum.
“Güzeller güzeli bebeğim, geldik.” Kulaklarıma dolan ilahi ses ile düşüncelerimden arındım. Onları uzun süre değil, şimdilik rafa kaldırdım. Alparslan’ın ne zaman açtığını bilmediğim kapıdan indim.
Hep beraber eve geçince ilk yaptığımız alp ile odamız çıkmak olmuştu. Beraber rahat eşofman ve tişört alarak üstümüzdekilerden kurtulduk. Makyaj aynamın önüne oturdum, saçlarımı daha sıkı toplamak istediğim için kıskaçlı tokayı çıkardım ve bu sıra alparslan arkama geçerek engel olmuştu.
“Ben yapabilir miyim?” Sorusu ile sesimi çıkarmadan başımı onaylar anlamda salladım, masada duran tarağımı ona verdim.
“Tarar mısın.” Bu soru değil, bir istekti. Beni ikiletmeden aldı ve omuzumun üstünden makyaj masamda duran saç spreyimi aldı. “Ne yapıyorsun?” Meraklı ses tonum ile bana kısa bir baktı ardından aldığı şişenin üstünü okudu.
“Sen bundan sıkıyorsun.” Evet bunu sıkıyordum ama bu kadar dikkatli beni izlediğini düşünmemiştim.
“Evet ama sen onu ne yapacaksın ki?”
“Bende saçlarına bundan sıkacağım, her teli benim için çok kıymetli birer hazine. Hem daha fazla canının acımasına tahammülüm yok.” Bu adama daha ne kadar aşık olurum bilmiyorum ama her defasında üstü olamaz dediğim an daha üstü oluyordu.
“Sen bana böyle kıymetli bir hazine gibi davrandıkça içim gidiyor sana, alıp içime sokmak istiyorum seni.” Dile getirdiklerim hissettiklerimin üçte biri bile değildi. Bu kadarı dile dökülüyordu anca.
EN AZINDAN YİYİP SIÇMAK İSTEMİYORUM DEMEDİN MİH!
“İçini yerim senin.” Bir çocukmuşum gibi elleri ile sıka sıka sevdi yüzümü. Sanki bebek seviyor adama bak. Güldüğümde, güldü ve dediğini yaparak önce saçlarıma spreyi sıktı, daha sonra yavaş yavaş taradı. Bu süre zarfında sadece onu aynadan izlemiş ve her hareketini aklıma kazımıştım. Saçlarımı tarama işi dakikalar ardından bitmiş, şimdi ise üçe ayırmıştı.
“Yine ne yapıyorsun?” Ufak serzenişime gülümsedi ve gözlerini saçlarımdan çekince, aynada göz göze geldik.
“Öreceğim.”
“YUH! Onu nereden öğrendin. Senin başka sevgilin olmadığını emin miyiz?” Sorgu dolu sesim ve sinirli yüz ifademe baktı ve ardından en sevdiğim ses evimiz de yankılandı, kahkahasının güzel melodisi gönlümü şen etmişti.
“Sevgilim, kafan da kurma. Küçükken sen istediğin için öğrenmiştim.” Bir an kalakalmıştım, bunu hatırlamıyorum ama bu sebepten dolayı öğrenmesi ağlama isteğimi gün yüzüne çıkarmıştı.
HA NORMALDE AĞLAMAYACAKTIN AYNEN YEDİK BİZDE.
“Alp... Ben seni çok seviyorum, valla bunu anlatacak daha fazla kelimem yok maalesef. Ne desem yarım, ne desem boş gelecek gibi hissediyorum. Seni öyle çok seviyorum ki, uğruna ölecek kadar.” En düz ve anlaşılır şekilde böyle anlata bilirim, aksi mümkün değildi. Ne desem ona duygularımı en net şekilde anlatamazdım. O lacivert mücevherleri ışıl ışıl olmuştu, işte şuana dünyaları verseler değişmem.
“Ben, seni anlıyorum. Ben, seni öyle güzel anlıyorum ki... Ne hissettiğini biliyorum aynısını ve hatta kat ve kat daha fazlasını hissediyorum. Seni öyle çok seviyorum ki, her an o güzel gülümsemeni görmek isteyecek kadar bencilim.”
“Pardon ama artık yemeğe gelin. Sende kardeşimden uzak dur.” Ayazın sesi ile kendimize gelmiştik. İkimizde aynada gözlerimize dalmıştık, onun geldiğini fark bile etmemiştik. Abim arkasına bakmadan gidince, daha fazla oyalanmadan saçlarımı ördü. Bu sürede yine onu izlemiş bunun keyfini sürmüştüm. Hayatta en büyük hobim alparslanı izlemek olmuştu.
Beraber el ele mutfağa girdiğimizde, alışılmadık kişilerin masaya oturmuş bizi beklemesi tuhafıma gitmişti. Alp bu evi aldığında eminim onunda bu kişileri aynı masada oturacağı aklının ucundan geçmemiştir. Bizi fark etmeleri ile üç ARAS’ı da öksürük tufanı yakaladı. Çatık kaşları ve sert yüz ifadeleri ile alp ile ellerimize bakıyorlardı. Bu duruma alışmayacaklardı sanırım.
“Yeter ama, alışın artık. Hayır alışmanız için ne yapmamız gerek.” Onlar öksürmeye devam ederken bende hem söylenip, hem de alpla bize ayrılan yere ilerledik. Masanın başında dedem, onun sağ tarafında abim ve babam oturuyordu. Bizde sol tarafa oturunca sofraya göz attım. Çorba, et yemeği ve pilav vardı ek olarak meze yapmışlardı.
“Bence, yani fikrimce torun istiyorlar. O zaman inanırlar gibi hissettim.” Bakışlarım ışık hızı ile sevgilime döndü. Arsız sırıtması ile masada kırmızı görmüş boğa gibi bakan aileme bakıyordu. Onlar sinirden kızarmıştı ama ben utanmıştım. Utangaç bir yapım asla yoktu ama bunu alparslanın arsızlığına dayanamayan bir yapım vardı.
BENCE, FİKRİMCE HAKLI ALPCİM.
“Bence, yani fikrimce beni öldürün demek istiyor.” Dedi abim.
“Bence, yani fikrimce beni diri diri s... yani gömün demek istiyor.” O sanırım diri diri gömmek değil de başka bir şeymiş gibi demişti babam.
SİKMEK...
“Bence, yani fikrimce beni sikin diyor.” Tükürüğüm işittiklerimle boğazıma kaçmıştı. Dedem her zaman açık sözlüydü ama buna şuan gerek yoktu.
“DEDE...”
“BABA...”
Hepimizin hep bir ağızdan dedikleri ile dedem omuz silkmiş ve yemeğine başlamıştı. Onlara başımı olumsuz anlamda sallayarak kendi tabağıma döndüm. Bu dört koca adam çocuk gibiydiler. Kıskanç ve bazen çekilmez birer dört çocuk.
“Çocuk işini...” Arayı daha fazla kızıştırmak istediğim için lafımın devamını getiremeden susturulmuştum.
“Torunumun özel hayatını duymak istemiyorum.” Dedemin lafı ile sadece sırıtmıştım.
AZZ ÖNCE SİKİN DİYORDU.
Babam ve abim bize kıstıkları gözleri ile bakarken, ben sadece sofraya ne yesem diye bakıyorum. Bu sırada önümdeki tabak çekildi ve alparslan her mezeden koymaya başladı. Bu sırada ona eşlik eden iki kişi daha oldu. Babam et yemeğinden, abim ise pilavdan koymuştu. Tabağım dakikalar sonra önüme konunca dolu dolu olduğunu görmüştüm. Dedem son dokunuşu yaparak içeceğimi doldurmuştu. Eğer beraber olsaydık biz çok güzel bir aile olurduk. İlerde olumuyduk bilmiyorum işte orası belli değildi.
Aramızda konuşulmayan, kaçtığımız bir çok konu vardı. Konuştuklarımız, öğrendiklerimiz daha hiç bir şeydi bunu biliyorum. Sessizce tabağıma konulan her yemekten yedim. O kadar yemiştim ki, tabağım bitmişti. Şuan balon gibi her an patlaya bilirmiş gibi hissediyorum. Yemekten sonra masa el birliği ile toplanmış ve alparslanın demlediği çayları içiyorduk. Bizde insandık ve biraz molaya ihtiyacımız vardı, hayat kaldığı yerden devam ediyordu ama biraz mola verip nefeslenmek bizimde hakkımızdı. Herkesin isteği üzerine bir film açılmıştı ve onu izliyorduk, başımı ne kadar istemeyen olsa da Alparslan’ın göğsüne koymuştum. Onlar somurturken alp inat eder gibi otuz iki diş gülüyordu. Film yarısında gözlerim kapanmaya başlamıştı bile, diğer yarısında ise çoktan uyuyor olacaktım eminim.
“Hala aynı şekilde uyuyor.” Uykumun arasından gelen babamın sesini ayırt edebilmiştim.
“Elini yumruk yaparak tişörtünü tutmuş.” Abimin sözleri, babamı destekler cinstendi. İkisinde sesinde ki özlemi anlamıştım.
“Hiç değişmedi ki, hala altı yaşındaki mihriban.” Alparslanın onlara arka çıkması ile ufak kıkırtılar duymuştum. Bu sırada birisi beni kendine doğru çekmek istedi ama huzursuz şekilde yerime daha çok yerleşmek için hareket ettim ve kim ise geriye çekildi.
“Kızıma büyü yapmadın demi lan it herif. Bu ne senden ayrılmıyor.” Dedemin sesi çok yakınımdan geliyordu, demek ki beni almak isteyen oydu.
“Ben bir şey yapmadım dede, ama mihribanı bilemem. Aramızdaki görünmez büyüyü torunun benim kalbime yaptı.” Alparslanın derinden gelen sesi ile gözlerimi açmak istedim. Boşa bir çaba oldu, sanki uhu ile yapıştırılmıştı göz bebeklerim.
“Teşekkür ederim alparslan. Onu hiç bir zaman tek bırakmadığın için, her zaman senden yana yara almamasını sağladığın için, kızımı koruyup kolladığın için eyvallah evlat.” Son duyduğum babamın duygu yüklü sesi oldu. Uykuya daha fazla direnmemek adına teslim oldum.
BÖLÜM SONU.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.09k Okunma |
2.5k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |