43. Bölüm

41.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

“Ne oldu?” Alparslan’ın kızgın ve uykulu sesini duydum.

En son film izlerken uyuduğumu hatırlıyorum, odaya ne zaman geldik ve ben üstümü değişip uydum bilmiyorum. Bunları benim yerime alp yapmıştı sanırım, yattığım göğsünden başımı kaldırdım ve ne olduğunu anlamak için karanlıkta onu izlemeye başladım. Gecenin bir yarısı kim arıyor ise önemli olmalıydı ki ısrar ile çalmıştı telefonu. Alp, telefonu kulağına dayamış ve bana bakıyor. Bakışları hiç hayırlı bir haber olduğunu haykırmıyordu. Kesinlikle kötü hatta çok daha kötü bir şey olmuştu. Olduğu yerden hızla kalktı ve yatakta oturur pozisyona geldi, ben hala yatıyor ve birisi açık gözüm ile ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.

“Tamam kapat geliyoruz.” Hızlı hareketleri ile yataktan kalktı, bana elini uzattı.

“Ne oluyor?” Ayılmamıştım ama bana bakan lacivertleri sayesinde oturdum yatakta. Uzattığı elini tuttum ve benimle beraber odadan çıkıp giyinme odamızda geçti.

“Hemen çıkmamız gerekiyor, bunları giyin.” Benim için uzattığı siyah eşofman takımını aldım. Hızlı ve seri hareketlerine bir anlam veremiyorum ama içime kurt düşmüştü.

“Alparslan! Bana da söyler misin ne olduğunu?” Serzenişim ile üstünü giyerken bana kısa bir baktı ve derin bir nefes aldı. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilmiyormuş gibi bir hali vardı.

“Alparslan, Mihriban.” Kapının çalınması ve bize seslenilmesi ile hızla bana verdiği şeyleri giymeye başladım. Bu sırada alp giyinmiş ve odadan çıkmadan bana baktı.

“Kapının önündeyim, hızlı olmalısın.” Diyerek çıktı. O çıkarmaz bende hemen üstüme tişört geçirdim ve peşinden ayakkabımı giyip çıktım. Bunlar sadece beş dakika içinde olmuştu. Ne olduğunu bilmiyorum ama korkmaya başlamıştım. Odadan çıktığımda, kimse evde değildi. Bende hızlı adımlar ile beni kapıda bekleyen Alparslan’ın arabasına bindim. Benim binmem ile araba hareket etti, o kadar hızlı kalkmıştı ki lastikleri yaktığına eminim. Bizim arkamızdan babamın arabası ve dedemin korumaları da çıkmıştı.

“Ne oluyor anlatır mısın? Telefondaki kimdi? Biz gece gece nereye gidiyoruz? Alparslan, korkuyorum.” Dikkatini yoldan çekti ve baktı. Gözleri sanki bana bakmak istemiyor gibiydi, bedeni bir yay gibi gerdin ve ne diyecek ise nasıl diyeceğini bilmiyor gibi dudaklarını açıp açıp kapattı.

YİNE NE OLDU BU BOKTAN YERDE!

“Sakin olmanı istiyorum ama olamayacağını biliyorum. Amcan ve yengen...” Derin bir of sesi doldu kulaklarıma. Aklıma gelen düşünceleri her şeye rağmen def etmek istedim, olmasın öyle bir şey istedim ama bu gece ve şuan arabanın asfaltta hızlı gidişi her bir şeyi yüzüme vurur gibiydi.

“Ne olmuş?” Donuk ses tonum ile tüylerim ürperdi. Bu kadar soğuk kanlı ve duygusuz bir ses tonu kendimden beklemiyordum.

“Evlerinde yangın çıkmış. Kimin yaptığı belli değilmiş ve amcan yanmış. Yanarak can vermiş...” Kanım dondu, vücudumu bir titreme aldı. Bedenim buz kesti ve karşımdaki yoldan başka hiç bir yere bakamdım. Gözlerim doldu, görüşüm artık net değildi. Kollarımı kendime sardım, sanki korktuğum başıma gelmişti. Neler oluyordu?

“Mert...” Şuan tek aklıma gelen ve korktuğum isim o olmuştu. Ona bir şey olma düşüncesi ile ok kalbime hedef almış, tam on ikiden vurulmuştum. O yeri gelir abim olmuş, yeri gelmiş ailem olmuştu. Bu düşünce ile tüm ailemi tekrar kayıp etmiş gibi hissettim.

“O iyi, evde yokmuş.” İçten içe yanarken, bir anda rahatlamıştım. Düşüncelerim beni korkutmuştu. Amcam, yengem ihanet edebilirdi ama o yapmazdı. Yapmamalıydı. Yapmamış olmalı, aksi halde ben bunun altında kalırım. Nasıl tepki vermem gerekiyordu? Hiç bir şey yapmadan sadece dışarıyı izlemem normal mi? Kafamın için o kadar anılar ile doluydu ki, bir anda tüm anılarımız zihnime süzülmüştü.

Sessizlik içinde yıllarımın geçtiği eve yaklaştık. Mahalle genelde, sessiz ve sakin olurdu ama bu sefer kıyamet kopuyormuş gibiydi. İtfaiye arabaları, komşular, ambulans ve polis arabaları ortam tam beni geçmişimi sürükledi. Acı bir fren sesinden sonra, arabadan ilk inen alparslan oldu. Onun kadar hızlı olamayarak ben indim. Her adımım sekteye uğruyor, o güzel ikinci yuvam kül olmuştu. Yine bir yangında evimi kayıp etmiştim. Yine birileri yanarak can vermişti. Tarih benim için tekerrürden ibaretti, yine bir yangın ve ben orta yerinde kalmıştım. Yine bir kayıp ediş... Tarih benim için devamlı aynı kaderi mi tekrarlayacaktı, ben, annemin kaderini yaşayarak mı ölecektim. Devamın da aynı şeyleri yaşayacak ve bunlara uzaktan bir izleyici mi olacaktım. Bir polis memuru eve yaklaşmama izin vermedi. Oysa bilmiyor ki ben bunu daha önce yaşadım. Babam, abim, dedem ve alparslan az ileride polislerin çektiği şeritti geçmiş, durum raporu alıyorlardı büyük ihtimalle. Ben ise şerittin arkasında meraklı bir kalabalığın içinde kalmıştım. Ne olduğunu ve yanımda kimlerin olduğunu bilmiyorum, gözlerim bize yaklaşan timin ardından ayşen teyze, ömer amca ile kesişti. Onlar kalabalık içinde beni görmediler ama ben her kesi uzaktan izliyordum. İtfaiye çalışanları yangına müdahale ederek, son küçük yanan yerleri söndürüyorlardı. Polis memurları insanları uzaklaştırmaya çalışıyorlar, ortamda bir kaos ve curcuna hakim ama bende tek bir duygu kırıntısı yoktu.

Adımlarımı olduğum yerden zorla hareket ettirdim ve evimizin kocaman bahçesinde en köşeye çekildim, duygularım benden bir bir alınmıştı sanki. Yüzüme bakan birisi hiç bir şeyi anlayamaz ve okuyamazdı çok boş ve hiç bakışlar atıyorum. Karanlık köşeye sığınmama ile kalabalık alandan uzaklaştım. Şuan evdeki hasarı daha net görebiliyorum, ikinci defa yuvam dediğim yer kül olmuştu. Çimenlerin üzerine adete yıkıldım, iki dizimin yerle buluşması sanki benim canımı alıyorlarmış gibi hissettim. Yüksek gelen sesler ile buğulu bakışlarımı kül olmuş evden çektim. Polis memurları, merti geri çekmeye çalışıyorlardı. Anlaşılan onun yeni haberi olmuştu, arkasından ağlayarak pelin gelmişti. Mertin toprak gözleri ile benim karanlığı andıran gözlerim kesişti, sanki aradığını bulmuş gibi omuzları çöktü ve hareketleri dondu. Alparslanlar, Mert’in yanına geçtiğini gördüm, destek olmak için hepsi tek tek bir şeyler dediler ama ben hiç bir şey diyemedim. Bu gece kelamlar boğazımda düğüm oldu yutamadım. Ne konuşa bildim, ne yuttum o düğümleri. Sustum, dilim sustu ama gözlerim çok şey anlattı. Zorda olsa ayağa kalktım ve ne tepki vereceğini bilmeden bunca yıllık bana aile olan adama doğru adımlarım. Adımlarım ne kadar geri gitmek istese de zorla ona doğru gittim. Mert bunu fark edince yanındaki adamları bir bir geçip bana doğru geldi. Gözleri kızarmış, üstü başı dağılmış haldeydi. Sanki saatlerdir ağlıyor gibiydi. O zamana kadar dağılmış halimi fark etmeyenlerin hepsinin bakışları bana döndü. Ayaklarım daha fazla gitmek istemediği için durdu, bedenime söz geçiremiyorum. Titriyor, nefes alamıyor ve sanki ölmek istiyor.

“Abi...” Dakikalar sonra dudaklarımın arasından çıkan tek kelime buydu. Daha ne diye bilirim ki? O iyiydi, ölmemiş ve yanmamıştı daha ne isteyebilirim. Amcam... Bende uzun zaman önce bitmişti, bu bitiş günler önce değil yıllar önceye aitti. Dedem, bizden bir şey sakladığını öğrendiği günden belli yavaş yavaş bitmişti. Bu olanlar da tadı tuzu olmuştu. Yengem.... O nerede bilmiyorum, bilmedikçe ve sormadıkça kendimi berbat hissediyorum.

“Kardeşim...” Güvenli kollar arasındayım, güvenli ve hala aile sıcaklığı veren kollar arasındayım. Yanmış evin önünde küle dönen çocuklar. Yanmış bedenlerin arasında yaşama tutunmaya çalışan çocuklar. İkimizin de kaderi aynı mı olacaktı yani. Bu muydu bize reva görülen. Sanki daha fazla ayakta duramadığımız ikimizde anlamış gibi belki de son kez bu bahçede çimenlere düşmüştük. Dizlerimiz yerle buluştu ama sanki yere düşen bedenlerimiz değildi ruhlarımızdı. Bu evde bir çok anımız vardı.

“Mihriban...” İlk defa bana bu kadar acı dolu seslendi. Adımı ondan duymak acımı kat ve kat attırdı. Birisi canlı canlı kalbimi söküyormuş gibi hissettim. Birisi onun boğazını sıkıyor ve ölmesini istiyor gibiydi.

“Mert... Abicim... İyi olacaksın. Söz veriyorum.” Amansız bir çabaydı belki benim ki ama yine de susmak istemedim. Sarılmış bir şekilde dizlerimizin üstüne düşmüştük, bu düşüş çok sert olmamıştı ama hayatımdaki en acımasız ve sert duyguları hissetmemi sağlamıştı.

“Mihriban...” Adım her dudakları arasından çıktığında ölmek istedim, orada allah canımı alsın istedim. “Sen nasıl dayandın... Bu acıya nasıl yıllarca dayandın?” Acımasız bir soru. Ben nasıl dayandım. Oysa o sadece babasını kayıp etmişti, ben ise koca bir aile kayıp etmiş ve üstüne geçmişimi kayıp etmiştim. Asla acı kıyaslamıyordum, bu acının kıyaslana bilecek tek bir yanı yoktu. Benim ki sadece acıyı dile getirişti. Küçük bir serzenişti.

“Geçmeyecek. Hiç bir zaman geçmeyecek ama alışacaksın, öyle bir alışacaksın ki kendinden utanacaksın. Ben hala neden nefes alıyorum diye sorgulayacaksın ama yanında ben olacağım, her an elini tutacağım ve o eli asla bırakmayacağım. Senin bana tek kişilik koca bir aile olduğun gibi bende sana olmak için her şeyi yapacağım. “ Dediklerimi duyduğundan bile şüphe duydum, başını göğsüme yaslamış ağlıyordu. Onu çok iyi anlıyorum, ne kadar buradan yok olmak istediğini anlıyorum. Şuan keşkeler ile kavrulduğunu anlıyorum. Şuan gözümde küçük bir oğlan çocuğuydu.

Dakikalar boyunca yanmış bir evin bahçesinde oturduk. Başı göğsümde annesine sığınana bir erkek çocuğu gibi bana sığınıyordu. Kimse yanımıza gelme gafletinde bulunmadı, her kes uzaktan izlemek ile yetindi. Göğsümde ağlayan koca bedenli küçük çocuğun saçlarını okşadım, ona iyi gelmek adına bir kaç kelam ettim. Ne kadar iyi geldi, bence hiç ama çabaladım. Elimden o an başka bir şey gelmedi. Yangın tamamen sönmüş, gün ağrımış, kalabalık dağılmıştı. Bizim yangımız sönmedi, bizim günümüz aymadı, yapayalnız kaldık. İki yetişkin olabiliriz ama aslında iki çocuk olarak tekrardan yapayalnız kaldık. Bedenlerimiz büyümüştü ama ruhlarımız intihar etmek isteyecek kadar büyümüştü.

Göğsümde sızmıştı, uyumamıştı hayır. Sızmıştı, artık bedeni iflas etmişti. Kendinden kaçamak için sızmıştı orada. Ambulans görevlileri ona uyuduğunda sakinleştirici yaptılar, saatler boyu ağlamış ve yakınmıştı. Bu sürede yapmak istediklerinde engel olmuştum. Daha doğrusu alparslan engel olmuştu. Şuan ise onu kucağımdan almış, yoğun bakımdaki annesine götürüyorlardı. Koca bedeni üstümden kalkınca boşluğa düşmüştüm. Yanan gözlerim, darmadağın duran aile üyelerime döndü. Hepsi başımda durmuş eğildikleri başları ile bana bakıyorlardı. Dedem, babam, abim ve alparslan gitmemişlerdi. Ayağa kalkmaya çalıştığımda bana aynı anda dört el uzandı ama her birine sadece bakmakla kaldım, kimsede yardım almadan uyuşan ayaklarım ile ayağa kalktım. Dengem sarsıldı, dizlerimin üstüne düşmeden önce bir çift kol engel oldu. Belimden tutulmam ile kendimi birinin kucağında bulmama aynı saniye oldu. O kişi babamdı... Babamın kucağındayım. Tam olarak yıllar sonra babamla bakışıyorum, toprağı ile değil.

“Baba...” Canhıraş şekilde toprağı ile değil, kendisine sesleniyorum. Bu sefer cevap beni duyabiliyor ve bu sefer cevap verebilir.

“Söyle babam... Söyle kurban olduğum.” Gözlerim şuana kadar sadece mert ile yan yana gelince dolmuş ve ağlamıştı ama oda kısa sürmüştü. Babamın sesi, babamın varlığı ile taşa duvara haykırırcasına onun kucağında ağlamaya başladım.

“Canım çok acıyor, baba...” Bu cümleyi en son ne zaman ona diri diri karşımdayken dediğimi hatırlamıyorum. Onların yokluğunda bu kadar feryat etmemiştim. Kalbimin derinlerinde bir bıçak sanki her nefes aldığımda daha çok acıtmaya yemin etmişti. Ne kadar inkar etmek istesem de sanırım amcamı çok sevmişim. Ben amcamı yalanlarına rağmen sevdiğim ile şuan yüzleştim. Onu şuan kayıp ettiğimi anladım. Şuan canım geri dönüşü olmayacak bir acı ile kavruldu. “Birisi kalbimi deşiyor gibi hissediyorum baba. Ben... Amcamı bitirdim sanıyordum. Onun bende kredisi bile yok sanıyordum.” Titrek sesim hiç yardımcı olmuyordu.

“Geçecek kızım. Geçecek prensesim, ağla.” Kucağında benimle beraber bir yere oturdu, bu sırada yanan evi gördüm. Hıçkırıklarımı artık sağır sultan duyuyordu.

“İkinci defa kül oldu benim yuvam... İkinci defa kül oldum...” Bunlar hissettiklerimin yanında hiç bir şeydi. Sadece dile dökebildiklerim bu kadardı. “Ben nasıl toparlayacağım abimi, onu ayakta nasıl tutacağım? Oda biliyor muydu sence? Oda babasının kim olduğunu, ihanet ettiğini biliyor muydu sence?” Biliyor ise ben nasıl yanında olacaktım. Olamazdım ki. Beni suçlar ve benden bilirdi ama bu gün gece yaptıkları bilmiyormuş gibiydi. Oda babası gibi benimle oynayacak mıydı? Onunda ihanetini kaldırır mıyım. Hayır. İşte o zaman beni öldürsünler isterim. O zaman mecazen değil, fiilen ölmek isterim.

İKİ GÜN SONRA, CENAZE GÜNÜ

Oturup düşününce her şey çok mantıksız geliyor insana, neler neler gelip geçti diyorsun ama en geçmeyeni ihanet. Amcamın beni sarsan ihaneti. Bu hiç bir zaman geçmeyecek ve her zaman aklımın en derinden sarsacak bir ihanet. Dakikalar, saatler, günler geçer ama bu ihanetin acısı geçmez. Elbette bir çok şey sakladığını düşünüyordum her zaman ama bu ne babamın ne abimin hayatta oluşu, ne de bize ihanet ediyor oluşu değildi. Bildiklerim bunlar değildi, tahmin ettiklerim hiç değildi. Ben aynı unutmamla ilgili sakladıkları var sanırken, aslında hiç bir şey bilmediğimi anlamıştım. Birisi neşteri kalbimin içinde çeviriyordu. O birisi her zaman uzakta arardım ama en yakınımda çıkmıştı. Sağlık raporlarımla oynayan ve hayatımla oynayan adam ölmüştü. Ne hissetmem, ne düşünmem gerek bilmiyorum. Ne hissedebilirim ki, babamı tekrar toprak altına koyuyormuş gibi hissetmiyorum. Bu beni suçlu yapıyor mu? Başımdaki siyah şal saçlarımı gizliyor ama yüzümü gizlemeye yetmiyor.

Yengem, hastane odasında canı ile savaşıyorken kocasının üstüne toprak atılıyordu. Odamı suçluydu, oda mı ihanet etmişti bize? Aklımın içinde kırk tane zehirli tilki geziyor ve her birisi o neden yapmasın ki diyor. Doğru o neden yapmasın ki? Bu ikisine karşı duygularım alınmış gibi, hiç bir şey hissetmiyorum. En büyük kızgınlığım kendime, en büyük hatayı kendimde arıyorum yine. Eğer ben onlara bu kadar güvenmesem ne olurdu sanki demeden kendimi alamıyorum. İntihar günümü anlattığı geceden sonra çok fazla görüşmemiştik. Şuan bir yoğun bakımda ailesi dağılmış durumdaydı. Canı için savaşıyor.

Mert... Abim, bu işin içinde nerede bilmiyorum. Onunla bu konuyu yüzleşmemiş ve konuşmamıştım. En korktuğumda oydu, içiten içe en çok beni etkileyende oydu. Şuan karşımda duruyor. Ondan olan bakışlarım, hemen yanında ayakta durmasına yardımcı olmaya çalışan pelinle kesişti. Mavi gözleri kızarmış, bana çaresizce bakıyor. Aslında bilmiyor ki ben ondan daha çaresizim. Mert’i ayakta tutmaya çalışıyor, kolundan tutmuş destek oluyor ve bir şeyler fısıldıyor ama kuzenimin onu duyduğundan emin değilim. Onun yeni tattığı kimsesizlik duygusunu yıllardır her allahın günü hissetmiştim. Kimin yanında olursan ol, kim yanında olursa olsun tamamlanmış hissedemezsin. İçindeki o derin acı bir sarmaşık gibi seni dört bir yanından sarar ve en derinine iner. Her allahın günü sessizce gülümser ve hiç acı çekmiyormuş gibi hayatına devam edersin. Gözlerimi pelinden ayırdım ama hiç yapmasaydım keşke. Hemen yanında mert ile kesişti, bakışlarında bir öfke, kırgınlık, suçlayıcı bir bakışı yoktu. Benimle aynı olan toprak gözleri, acı doluydu. Orada hiç ihtimal vermeyeceğim başka duygular daha gördüm. Suçluluk, çaresizlik ve yardım çığlıkları...

Bu bakışları bilirim, kendimden. En çok aynaya baktım mı göreceğim bakışlardı bunlar. Daha fazla karşıda değil de yanında olmak için hareket ettim. Bu adımlarımın sonunda yanılgıya uğraya bilirim ama bu şu anlık umurumda olmamalıydı. Onun yanında ve ona destek olmak istiyorum. Onun bir suçu olduğunu düşünmüyorum ya da düşünmek istemiyorum. Kaçıyorum... Kaçmak en büyük kolaylıktı şuan. Alparslan ile gözlerimiz keşişti, gözleri dile gelmek istiyor gibi adete gitme diyor ama gitmek istiyorum. Benim için yanılgı bile olsa gitmek ve abim dediğim adamın yanında olmak istiyorum.

Adımlarımı sanki kendi intiharıma gidiyor gibi yavaş ve korku doluydu. Korkuyorum çünkü onunda bu büyük oyunun içinde oluşundan, korkuyorum çünkü adımlarımın ucunda büyük bir hasar daha alabilir kalbim. En büyük korkum ise ona karşı hissettiğim tüm duyguların bir bir katili olması. Adımlarım onun yanında durdu, pelin beni fark etmesi ile geri çekildi. Bir nevi bana yer açıyordu ama bunu yapmamasını istiyorum, içten içe buradan kaçıp gitmek istiyorum. Benim için ayrılan yere geçtiğimde, pelinin de abisine sarılmış olduğunu gördüm. Koluna dokunmak için kalkan ellerim geri çekilmesi ile yarı yolda kaldı. Korktuğum başıma gelmişti demi. O hayatında artık beni istemiyordu yada oda bu işin içindeydi. Titrek gözlerimi zorda olsa onunla buluşturmak için başımı hafif kaldırdım. Nefeslerim boğazımda tıkanmıştı adete, hava da kalan elimi yanıma indirdim.

“Özür dilerim.” Hiç beklemediğim o cümle. Hiç beklemediğim o insanın dudakları arasından döküldü, kollarını hızla bedenime doladı. Bana sarılıyordu... Mert, benden özür dilemiş ve bana sarılıyordu. Gergin duran bedenim gevşedi, omuzlarım düştü, gözlerim sarılışının verdiği sıcaklık kapandı. Yakıcı göz yaşlarını hissettim, şuana kadar bir damla dökmemiştim ama şuan oturup bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Şuan burada ölsem bile gözüm açık gitmem.

“Senin bir suçun yok, abi.” Fısıltım ile omuzları sarsıldı. Bedeni daha fazla ayakta duramıyormuş gibi dizlerinin üstüne çöktü. Onun babası ölmüştü... Benim amcam ölmüştü...

Daha sonra her şey çok hızlı gelişti, yangın kendi kendine çıkmış dediler ama buna hiç birimiz inanmadık. Bizim ailede kendiliğinden çıkan yangın olamazdı. Dedem araya girmesi ile asıl olay açığa çıkmıştı, infaz emri verilmiş amcamın. Bizden bunu duyduğumuz da ne yapacağımızı bilemedik, amcamın bu işlerde olduğunu öğrenmiştik ama oysa hepimiz inkar aşamasındaydık. Hala onu kendi içimizde suçlu çıkarmak istememiştik, biz ona konduramamıştık ama o her şeyi arkamızdan yürütmüş. Hala inanmakta zorluk çekiyorum. Amcam... Bana, bize sırf intikam uğruna neler yapmıştı. Haberimiz olmadan ne kuyular kazmıştı arkamızdan.

Şuan mezarlıktan çıkmış evimize gidiyorduk, bizimle birlikte mertte geliyordu. Benden hala ne için özür dilediğini bilmiyorum, bunu konuşmak için en güvenli ev bizim evimizdi. Zaten gidecek çok bir evimiz kalmamıştı.

“Bu olanlarda tek bir suçun yok. Mert eğer ki saçma salak konuşursa fena pataklarım onu.” Ruhsuz bakışlarım, alparslan’ın dedikleri ile ona döndü. Arabayı büyük bir dikkat ile sürüyor ve gergin şekilde dudaklarına işkence ediyor.

“Onun acısı...” Sözlerimi tamamlamama izin vermeden sert bakışları beni buldu, ona küfür etsem bu kadar kızgın bakmazdı bana.

“Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Başka diyecek tek kelimem yok. Onun acısı iki günlük, seninki yıllara dayanıyordu ama kimse mihribanın acısı var, ona iyi davranalım canı daha fazla acımasın dememiş, bide üstüne hafızanı kayıp etmenini sağlamış. Bende demem! Canımı acıtacak tek bir ima sezersem, onu babasının yanına gömerim.” Kızgındı, bu iki günde ne öğrendi ise kızgındı. O kadar kızgındı ki, şuan bana sesini yükselttiğini fark bile etmemişti. Bana tek kelime anlatmamışlardı ama diğer aile üyelerimde kızgındı. Neler oluyor artık takip edemiyorum. Mertin yanında olayım derken neler kaçırdım ise birazdan konuşacaktık.

“Alparslan, neler oluyor?” Sesimdeki merak ve ürkeklik onu kendine getirmiş gibi irkildi. Biran da gözlerini yoldan ayırdı ve bana döndü. Lacivert gözlerinden birazdan ışın kılıcı çıkacak gibiydi.

“Evimize gidelim konuşalım.” Tekrar yola döndüğünde bende uzatmadım sustum. Bu sırada arabanın sessizliğine tezat alparslan’ın telefonu çalmaya başladı.

“Alparslan, üsse gelin burada konuşacağız.” Albay’ın ani telefonu ve cevap alma zahmetine girmeden yüzümüze kapatması saniyeler içinde gerçekleşti.

Şaşkın bakışlarım sevgilime döndüğünde, onunda benim gibi şaşırdığını gördüm. “Bu neydi şimdi?” Anlam verememiştim, neler oluyordu bu lanet yerde! Alparslan dudaklarını iki yana büktü, “Bilmem, anlamadım. Oraya gidelim anlarız.” Arabanın hızının artması ile bende arkama yaslandım ve yolun bitmesini bekledim.

Uzun bir yol sonrası sonunda gelmiştik, burada babamların arabası da bulunuyordu. Bu artık garibime gitmiyordu, alışmıştım onlara. Hala yaşadıklarına alışamamıştım, bazen bir an gözlerimi kapasam yok olacak gibi geliyorlar. Kim bu kadar yıl sonra ailesine alışa bilir hemen. Yanımda bana destek olanlar olmasa daha zor alışabilirdim. Babam, o gün beni kucağına aldığı an ne olursa olsun iyi ki dedim. Bu çok ağırdı ama onlara kanlı canlı yanımda hissetmek paha biçilemez bir duygu. Ne kadar kızgında olsan, kırgında olsan ve duygularını göstermek istemesen de kaç gece o mezarın başında hayatta olsunlar diye yalvardım haddi hesabı yoktu. Zor olacaktı, hatta çok zor olacak ama sonuçta bir yerde hepimizde oldurmak zorundayız. Baba, abi ve anne sevgisine ihtiyacım var. Alparslan’ın burada hakkını yiyemem ama bazı sevgiler sadece sahibi verebilir. Aile sevgisini, kim yanınızda olursa olsun başkasından göremezsiniz. Bir yanımız oraya ne kadar insan koymaya çalışsa da yarımdır. Gerçek sahipleri hariç kimse o sevgiyi dolu dolu tattıramaz.

Beraber üsse girince, alp’in odasına doğru ilerledik ilk iş. Buraya ne zaman gelsem hala kendimi uzayda gibi hissediyorum. Odaya girince alparslan, üniformasını giymek için banyoya geçti. Bende masanın önünde bulanan koltuklara oturarak onu bekledim. Beş dakika sonra çıkan sevgilim ile beraber bizi bekledikleri odaya doğru ilerledik. Odaya girince, yine masanın başında timde dahil olmak üzere hepsi oturuyor ve tek eksik bizdik. Mert ve alparslanın ortasına oturdum ve odadaki gergin hava eşliğinde birinin konuşmasını bekledim. Yandan yandan yanımda olan merte bakmaya çalıştım, dağılmış ve keder içindeydi. Bakışları o kadar dalgındı ona baktığımı fark bile etmiyor. Ne kadar yanında olmak istesem de elimde olmadan çekiniyorum. Derin bir nefes aldığında kendini toparlamak adına gözlerini iki saniye kapattı ve açtı. Ardından ona baktığımı dakikalar sonra fark etmesi ile bana varla yok arası bir gülümseme yolladı. Bu sorun yok demek miydi? Omuzlarım bu hareketi ile düştü, bakışlarımı kaçırarak önüme döndüm. Odada kimseden ses çıkmıyor, herkes suspus olmuştu adeta.

“Mert’in anlatacakları varmış. Burada bulunma sebebimiz malumunuz, Ömer’in ihaneti.” Dedemin dudakları arasından çıkan her söz onun boynuna bir ip geçiriyordu. Nefes alamıyor gibi yakasını çekiştirdi, bakışlarımız denk düştüğünde bana içi gidiyormuş gibi baktı. Sanki dünyadaki cehenneminde bulunuyor.

“Babamla yangından önceki gece kavga ettik.” Mertten beklemediğim cümle ile şokla ona döndüm. Bunu duymayı beklemiyordum, bakışlarını benden kaçırdı. Küs mü ayrılmışlardı yani? Bu düşünce bile içimi dağladı, ne olursa olsun babasıydı.

“Neden?” Cihangir abinin sorusu ile bende aynı merak içinde mert’e bakmaya devam ettim. Öğreneceklerimden deli gibi kaçmak istiyorum ama bu ne kadar mümkün ki.

“Babam... Suçlu bir örgüte yardım ediyormuş. Bunu yıllar önce öğrendim, çok tepki verdim ve şirket ile tehdit ettim. Ben olmasam tüm parasını kayıp edecekti, ben küçük bir tefeci falan sanmıştım ama değilmiş. Daha sonra bıraktım dedi, yapmıyorum dedi ve şirketi bana bıraktı. O gece büyük bir kavga ettik. Gizli bir çalışma odası buldum bodrum katta. Ev sistemlerimiz aynı biliyorsun.” Alparslan’a bakarak tamamladı cümlesini. Biz merak içinde devam etmesini beklerken, alp sadece başı ile onayladı. “Pelin bana bodrum katı çok güzel, hatta hobi odası yaptım dedi. Bizde hiç bodrum katı yoktu. Biz öyle bildiğimiz için şaşırdım, daha sonra eve gidince ufak bir araştırma yapmak istedim. İçime kurt düştü ve duvardaki lambayı oynatınca yüzleştim. Bizde de bodrum katı varmış. Şimdiye kadar merak etmediğim bodrum katını indik. Bir oda vardı ama biz orayı boş sanırken meğerse orası babamın gizli çalışma odasıymış. Örgüt üyeleri, planlar, dosyalar ve daha nice adını bilmediğim teknolojik cihazlar. Aynı burası gibi, bir çok yeni teknoloji aletler vardı, tek oda değildi. Koca iki oda ve ikinci oda laboratuvar gibiydi. Orada ilaçlar, serumlar hastane malzemeleri vardı. Tek bir raf vardı ve bu rafta tek bir dosya vardı. Laboratuvar ‘da Mihriban’ın dosyası vardı. Kapakta denek 022, yazıyordu.”

Siktir!

Beni...

Beni yıllarca denek olarak kullanmıştı, beni kullanmıştı.

“Ne diyorsun lan sen?” Babamın bağırması bile beni kendime getiremedi.

“Amca... Özür dilerim, bilmiyordum. Bilsem korurdum kardeşimi. O psikolog ahmette dahil, hepsi işin içinde. Kafe çalışan celal, hepsi babamın adamı. Dosyada duygu durumun, sağlık raporun ve mihriban’a ait her şey kayıt altındaydı. Donduk kaldık, pelin hemen sizi aramak istedi ama engel oldum. Dosyayı ve bir çok gerek olacağını düşündüğüm her şeyi almaya çalıştım. Babam, şerefsiz adamın tekiydi. Sizin ölmediğini biliyormuş, sizi ve bizi de dahil yıllarca mihriban iyi diye avutmuş. Yediği içtiği her şeyde ilaç var. Bazıları halüsinasyon görmesine yarayacak ilaçlarmış, bazıları ise unutmasını destekleyen ilaçlar. Beyninde bir çip varmış, onu bile kendisi yerleştirmiş. Görmediğini söylediğimiz her halüsinasyon da onun işiymiş. Annemi, bizi kandıracak bir hikaye uydurmuş. Yıllarca... Yıllarca mihribanı yakından takip edip, birilerine rapor geçmiş. Dosya da bir çok kişinin adı geçiyor ama baştaki isimler, ÖMER ARAS, HİLMİ ÖZKÖK, AHMET HATİP.” Nefes almayı bile bıraktım, odada kimseden tek kelime çıkmadı. Derin bir arafın içindeyim, yok olmak istiyorum. Şuan bura yer yarılsın ve içine gireyim. Ben hala amcamı suçladığım için vicdan azabı çekiyorum ama beni denek olarak görmüş.

“Sen ne diyorsun.” Kısık ve solgun ses tonu ayaz abime aitti. Duyduklarına kimse inanmıyor gibiydi.

“ALLAH KAHRETSİN.” Dedemin yüksek sesiyle bile kendime gelemedim. Robot gibi her hangi bir duygu kırıntısı yoktu yüzümde.

“Bunların uzun zamandır peşindeymişsiniz, babam sayesinde yakalayamıyorsunuz. Adamlar siz bir adım atamdan önce sizden öne geçmesi babam sayesindeymiş. Çoçuklar üzerinde deney yaparak, insanları duygusuz bir robot yapmak ve işlerini büyütmek istiyorlar. Gözlerini para bürümüş, ülkeyi istemiyorlar. Dünyayı istiyorlar, bu üç isim dünyayı yönetmek istiyorlar. Ama sadece bu kadar değil. Orada olanlar sadece dünya için değildi. Yırtık bir sayfada cemre aras ve Naife aras yazıyordu. Neden bilmiyorum orası yırtıktı. “

“Karım ve annem ne alaka amına koyayım.” Babamın siniri küçümsenecek gibi değildi.

“Bu amına koyduğumun çocukları, kim ki dünyayı yönetecek.” Alparslan’ın sinirli sesi ile bakışlarım onunla buluştu. Donuk bakışlarım, dolu doluydu. Dudaklarımı cümle kura bilmek için açtım ama iki kelam edecek dermanım yoktu.

“Şimdi bu zamana kadar gördüğü rüyalar, anılar hepsi halüsinasyon muydu? Bunu nasıl yaparlar?” Selimin bu olaylara bir anlam veremediği belliydi.

“Çok basit, eskiden hipnozla yapılıyordu. Şimdi ise beyne ufak bir çip ile kontrol ediyorlar. Kimse bu zamana kadar ömer’den şüphe etmemişti oda bunu kullandı. Annesinin intikamı için bir insanın her şeyini çaldı.” Ayazın dedikleri acıydı, çok acıydı ama gerçekler bundan ibaretti. Elimde yalandan kocaman bir geçmiş duruyordu. Güzel anılar, geçmiş anılar bir çok şey beynimin içinde bir film şeridi gibi dönmeye başladı.

“Mihriban.” Birisinin adımı seslenmesi ve bana temas ettiğini hissettim. Bu kişinin kim olduğunu şuan ayırt edemiyorum. Kafamın içinde amcamın yüzüme baka baka güldüğü, bir çok anımız ile doluydu.

“Bu nasıl olabilir?” Elimi kalbimin üstüne koydum, kalbim acıyordu. Kalbim kanıyor, kalbim sökülüyor, kalbim ızdırap içinde. Anılar bir an olsun yakamı bırakmıyor, sanki o anları tekrar tekrar yaşıyorum. Bu ses bana aitti, bir anda kafamın içinde ayna bakan küçük mihriban belirdi. Küçüklük halim, aynanın önünde kahkaha atıyor, bunların hepsinin gerçek olduğunu ve unuttuklarımı hatırlamam gerektiğini haykırıyor. Aynaya bakarak kahkaha atıyorum, çocuğum ve delirmiş gibiyim. Kahkahamın desibeli her geçen saniye yükseliyor. Ellerimi kulaklarıma kapattım, sanki bunu yaparsam kahkaha atmaya bir son verecekti. Vermiyor, gülüyor. “Güçlü değilsin sen, beğenmedi amcan seni. Bir iğneye ağlamaman gerekiyordu. Sevilmeyeceksin. Kimse sevmeyecek seni. Bir bok çuvalısın, fazlalıksın burada.” Aynanın karşısında küçük bedenim kahkahaları arasında ağlıyor. Arkamda bir gölge belirdi, aynaya bir gölge daha düştü. “Demek kendini biliyorsun bok çuvalı, sen bir deneksin. Canını acıtacağım. Annemin yaşadığı her şeyi fazlası ile yaşayacaksın. Abimin, babamın yanımda olmama sebebi sensin. Çok acıyacak canın, AMCA SÖZÜ SANA, CANINI ÇOK YAKACAĞIM AMA BUNU HİSSETMEYECEKSİN.” Sözler kafamın içindeki amca aitti. Bunlar bir anı mıydı, halüsinasyon muydu?

“Hayır. Mih sözünü tutu. Sessiz oldu, onun sesini kimse duymadı. Hayır! Mihriban kimseye bir şey anlatmadı, canı acıyor ama sustu.” Bu konuşan sanki ben değilim. O zamanki acımı iliklerime kadar hissettim. Tekrardan anı mı yoksa hayal mi birbirine girmişti her şey.

“Güzelim...” Dedemin kafamın içinde ne işi vardı.

“Bebeğim.” Babam ölmemiş miydi? Kafamın içine nasıl girmişti.

“Hayır, bebek değilim. Güzelde değilim. Unutma, sen bir bok çuvalısın. Sevilmeyen ve ilk vazgeçilen bir bok çuvalı.” Sözleri kafamın içindeki amcam ile tekrar ediyorum. Bu sözleri ne zaman ezberlemiştim.

“AYAZ İĞNESİNİ GETİR. ALPARSLAN BİR ŞEY YAP, KURBAN OLAYIM BİR ŞEY YAP.” Bu uzaklardan gelen ses kime aitti. Alparslan burada mıydı? Gelmişti.

“Bağırmak yok. Bağırmak yok. Kimse sesini duymamalı, duyarsa daha çok acır canın. Bağırmak yok. Alparslan gelecek şimdi, gelecek çünkü ondan başka kimse gelip kurtaramaz bizi. Aile öldü... Baba öldü, Anne öldü, Abi öldü. Yoklar, yandı onlar.” Konuşan ben değilim, konuşan küçük Mihriban Aras. Ailesini kayıp etmiş, sekiz yaşındaki küçük mihriban. Gerçekliğini kayıp etmiş Mihriban Aras. Nerede olduğunu bilmeyen MİHRİBAN ARAS.

“Güzeller güzeli bebeğim, duy sesimi kurban olduğum. Canımı daha fazla yakma, hadi bırak boğazını.” Bu... Alparslan gelmişti, gelmişti. Ne zaman kapandığını bilmediğim gözlerim açıldı, neredeyim ben? Şuan gerçek miydi, ben kafamda mı kuruyorum? “Canına kurban olduğum. Güzeller güzeli bebeğim, bak buradayım. Yanındayım, elinden tutuyorum.” Gözlerim bakıyorum ama görmüyor gibiyim. Bakıyorum ama ne gördüğümü ayırt edemiyorum. Zihnimin içindeki, amcam ve küçük mihriban yok oldu. İrkilerek geriye kaçmak istedim, gözlerim lacivert irisler ile buluştu.

“Alparsan. Mavi alp, kurtardı bizi.” Kendi kendime test etmek istemiştim, gerçeklikte mi yoksa hayal ürünüm mü diye çelişkiye düşmüştüm.

“Buradayım, söz verdiğim gibi yanındayım. Hep olacağım güzelim.” Puslu gören gözlerim ona tutunmuştu. Zar zor açık tutmayı başara bildiğim gözlerim kapandı. En son başım yere değmeden bir çift kol tarafından kucaklandım. Gözlerim kapalı ama kabuslarım ve anılarım hala benimle.

Alparslan’ın anlatımı

Bu yaşananlar çok ağırdı, ben bile yıkıldığımı hissediyorum. Mihriban kollarım arasında bayıldı ve ben saniyeler boyunca onu kucağıma alamadığım. Sanki bedenim donmuştu bir emir bekliyordu ama kendime o emri veremiyorum. Öğrenilenler hepimize çok fazla gelmişti ama bu daha başlangıçtı biliyorum. Bu yolun ortasıydı, başını çoktan geçmiştik. Sonuna yaklaştıkça bizden ruhumuzun her parçasını alıyorlardı. Sanki bu son bize son olacaktı.

“Alparslan, bana ver.”

Komut kimden geldi anlamadım, her kes cümleler söylüyor ama benim dudaklarımın arasından tek kelime bile çıkmıyor. Ne diyeceğimi bilmiyorum, ne yapacağımı ilk defa bilmiyorum. Kucağımdaki bedene daha sıkı sarıldım, o bunları hakketmiyor. O çok güzel şekilde büyümeyi ve yaşamayı hak ediyordu. En güvendikleri onun elinden her şeyini bir bir alıyor. Bende mi onlar gibi olacaktım, bir gün her şeyini alacak mıydım? Alamazdım. Ben, bu kadın için canımı, ruhumu veririm ama kestiği tırnağını bile ondan alamam.

Ben ALPARSLAN DEMİR, sevdiği kadının yanışına yıllarca şahitlik etmiş adam. Onu koruyup kollayamamış adamım. Yıllar boyunca onun için yaşamış ve savaşmış ama yılların onu benden alışına şahit olan adam. Bizim sonumuz birimizin intiharı ile sonuçlansa bile bu kişi mihriban aras olmayacaktı.

YILLAR ÖNCE

“Babam...” mihriban, babasının kolları arasında bir sağa bir sola salınıyordu, nefessiz kalana kadar koşmuş ve ardından babasının ellerini tutarak dans ediyor. Onu uzaktan izleyen annesi ise kızının ne kadar cilveli olduğunu bir defa daha anlamıştı. Babası ile oynamaya çalışan daha doğrusu cilveli bir şekilde oynayan kızının neşesinin hiç bitmemesi için dua etti.

Cemre kızı hep böyle kalsın, canı acımasın, büyümesin çocuk kalsın istemişti o an. Bir anne sanki geleceği hissetmiş gibi dua etmişti o an.

“Babacım, ellerimi bırakta seni kucağıma alayım rahat kıvırırsın.” Atakan blöf yapıyordu. Kızı her poposunu sallayamadığın da onu ısırmak istiyordu ama mihriban elini bırakmadan da bırakmak istememişti. Bu yıllardır böyleydi, mihribanın çevresindeki her kes özellikle üç boy ( Atakan, Ayaz, Alparslan) mihriban geri çekilmeden kendilerini geri çekmiyordu. Cemre bunu ilk fark ettiğinde şok olmuştu, biliyordu kocasının kızına çok düşkün olduğunu ama bu kadarını asla tahmin edemezdi.

“Ay babacığım...” Atakan duyduğu ses tonu ile olduğu yerde yelkenleri suya indirdi.

“Söyle kurban olduğum.” Diyerek daha fazla ayakta durmaya son verdi ve mihriban’ın önünde diz çöktü. Bunu yaparken hala mihriban’ın ellerini bırakmış değildi.

“Şey diyorum, acaba alp bize gelsin mi?” Cilveli halleri, nazlı nazlı babacım demesinin asıl sebebini şimdi anlamıştı atakan. Cemre odanın içine girmemiş, kapıya yaslanmış onları dinlerken atakanın yüz ifadesine kahkaha attı.

Atakan daha makul bir istek beklerken, kızı onu asla istemediği en zorlayıcı yerden vurmuştu.

“Karıcım, kızımız aynı sen! Asla makul bir isteği yok.” Diyerek karısına taş attı atakan.

Cemre koyu kahve saçlarını omuzundan arkaya doğru attı ve salına salına kocasının ve kızının yanında ayakta durdu.

“Kocacım, dün gece kızımızın bana benzeyen her halinin hoşuna gittiğini söylüyordun oysa. Ne çabuk düşüncelerin değişti.” Cemre üsten üsten bakışları ile atakan alta yatan imayı çok net anlamıştı.

“Hala gurur duyuyorum ve bu çok hoşuma gidiyor ama siz...” Atakan parmakları ile bir karısını bir de kızını gösterdi. “Beni nasıl alt edeceğinizi çok iyi öğrenmişsiniz.” Sözlerin bitimi ile atakan diz çöktüğü yerden kucağına kızını alarak kalktı ve cemrenin karşısında durdu. Şuan mihriban’ın odasının ortasında duruyorlardı.

“Babacım...”

“Kocacım...”

İki kadının aynı tonda ve aynı cilve konuşması atakanı mest etmişti. Karşısındaki karısı ve onlardan olan canı ile atakan halinden mesuttu. Şuan tek sorunu vardı oysa aşağıda kapının önünde durduğunu adı gibi emin olduğu ayaz ve alparslandı.

Atakan ikisine de cevap vermedi ve kucağından kızını indirdi, oda da mihribana ait olan masanın üstünde gördüğü kağıt ve kaleme doğru ilerledi. Onun ardından karısı ve kızı da takip etti. İkisi de atakanın ne yaptığını neden hala bir cevap vermediğini merak etmişlerdi.

“Atakan ne yapıyorsun?” Cemrenin sorusuna cevap vermedi ve kağıda bir şeyler yazmaya başladı. Beş dakika boyunca yazdığını ne karısına ne kızına göstermişti atakan. İşi bitince başını kaldırdı ve sinsi gülümseme ile mihriban ve cemreye baktı.

“Mihribanım bunu imzalar ise aşağı ine bilir.” Diyerek kağıdı masanın üstüne koydu, koyması ile cemre okumaya başladı.

Bu kağıt bir sözleşmeydi.

Evlilik sözleşmesi,

MİHRİBAN ARAS, ATAKAN ARAS İZİN VERMEDİĞİ SÜRECE 40 YAŞINA BASANA KADAR EVLENEMEZ, SEVGİLİ YAPAMAZ VE BABASININ YANINDAN AYRILAMAZ.

Bunlar sadece bir kaç maddeydi atakan daha nice şeyler yazmıştı kağıda.

“Anne o nedir? Ne yaızyor?” Mihriban bakıyordu kağıda ama daha okuma yazma bilmediği için anlamıyordu.

“Babacım burayı karalarsan alparslanın yanına ine bilirsin.” Atakan karısı şoktan çıkmadan önce imza atması için kalemi kızına verdi.

“Tamam babacım.” Mihribanın sözleşmeye imza atmak için pardon kendince karalamak için yaklaştı ama okumayı bitirip kendine gelen cemre izin vermedi.

“MİHRİBAN. Sakın karalama annecim orayı.” Kızını kendine çekti ve kocasına sana asla acımayacağım bakışları attı.

“KARICIM, KIZIMLA ARAMA GİRME.” Atakan mihribanın kolunu tuttu ve kendine çekmeye çalıştı ama karısı buna izin vermedi. İkisi de mihribanı kollarından tutmuş çekiyordu ama mihriban sadece kahkaha atıyordu. Canı acımıyor ama çok eğleniyordu.

“KOCACIĞIM.” Cemre en cilveli ve yatakta sevişirken çıkan ses tonu ile seslenince atakanın dikkati dağılmış ve tutuğu eli gevşemişti. Cemre bundan yararlanarak kızını kendine çekmişti.

“MİHRİBAN KAÇ ANNEM, ABİNİN VE ALPARSLANIN YANINA.” Demesi ile mihriban toz olmuştu saniyesinde. Atakanın avına odaklanmış şekilde karısına bakması ile cemre tatlı tatlı gülmüş ve kadınlığını ortaya koyarak kocasının aklını almak istemişti.

“KIZIMI KAÇIRDIN!”

“SENDE KEÇİLERİ KAÇIRDIN.”

“Karıcım?”

“Kocacığım?”

Atakan daha fazla dayanamadı ve cemreye belinden tutuğu gibi omuzuna attı.

“Evde çocuklar yokken seninle bir hesaplaşmamız olacak.” Omuzunda karısı ile odadan çıktı cemre istediğine kavuşmuştu, atakan ise birazdan kavuşacaktı.

Mihriban ise oda kaybolmuştu, abisi ile beklediğini düşündüğü alp onu tek başına bekliyordu. Abisi yine pelinin yanındaydı anlaşılan. Daha yeni doğmuş bir bebekti pelin ama bir an olsun abisinin yakasını bırakmıyordu. Kendi kendine düşündükleri ile kaşları çatıldı.

“Neye çatıyorsun kaşlarını?” Alp’in güzel ses tonunu duyunca kaşları otomatikman düzeldi ve somurtan yüzü aydınlandı.

“Hiç. Hadi gel söbe oynayalım.” Diyerek Alp’in elinden tutarak kendi ile çekmeye başladı Mihriban.

“Seni bir gün çok güzel söbeleyeceğim.” Alparslan’ın sözlerine Mihriban güldü. Alp bu oyunda kendini bir türlü söbeleyemiyor ve yeniliyordu.

“Ben seni çoktan söbeledim, kalbinden.” Diyerek küçük kollarını göğsünde bağladı mihriban. Oyunda alp bile bile söbeleniyordu ve mihriban saydıkları yere vurup söbe demek yerine onun kalbine vuruyordu.

MİHRİBAN ARAS ANLATIMI

Sessiz feryadım ben hariç kimse duymuyor sanırdım. Büyük yanılmışım, ben bunca yıl sadece kendim yanıyorum sanırdım ama yanılmışım. Ben bunca yıl bir adamı çok sevmiştim, güvenmiştim. Ailem yok olduğunda onu ailem yerine koymuştum. Ben kendi ellerim ile kendi sonumu yazmışım meğer. Ben kendimi dibi görünmeyen kara sularda boğmuşum. Kendi ellerim ile kendimi yakıyormuşum da haberim yokmuş. Beni kullanmış, beni bir denek olarak zaten kullanmışlardı. Bunu tahmin edebilirdim ama bunu amcamın yaptığını tahmin edemezdim. Kimse tahmin edemezdi. Hepsi yıkılmıştı ama üstüne toprak atılan bir bendim. Babam, beni kardeşine emanet etmişti yıllarca ama kardeşi kalleş çıkmıştı. Babamda ne kadar kabullenmek istemese de kardeşi en büyük ihaneti yapmıştı.

“Aklımı seninle bozmak istiyorum.” Karıştırmaya son verdim ve arkamda duran sevgilime döndüm.

Şuan beraber mutfakta küçük bir pasta yapıyorduk. Daha doğrusu düşünmemi engellemek için kaçmak istiyorum. Bir çok sorunum var ama sanki hiç yokmuş gibi davranmak istiyorum. En sevdiğim lacivertler bana ışıl ışıl baktı. Ne olursa olsun, bu bakışı canımı teslim etmeme sebep olacaktı. Bana değerli, paha biçilemez hazineymişim gibi bakıyor. Ona verdiğim krem şantiyi hazırlamış ve eline alarak yanıma doğru ilerlemeye başladı.

“Beni değil, pasta yemen lazım.” Ona olan bakışlarımdan ne kadar memnun olduğunu göre biliyordum.

“Pastayı senin üstüne koyup yesem?” Tam yanımda durduğunda elindeki krem şanti dolu kabı tezgaha bıraktı. Boş elleri belimi kıskacı altına aldı. Artık aramızda milim mesafe yoktu. Kısa değilim ama ona bakmak için başımı hafif kaldırmam gerekiyordu, dudaklarına yetişmek için parmak uçlarımda hafif yükseldim. Bence çok bile konuşuyorduk.

“Şimdi burada seni istiyorum.” Kelimeler dudaklarımın arasından firar ettiğinde daha fazla beklemedi ve belimden tuttuğu kaldırdı. Bacaklarımı beline sardım. Onu sanki aramızda mesafe varmış gibi daha çok kendime çekmeye çalıştım. Bu hamlem ile ikimizi de daha çok birbirimizi hissettik.

Kucağındaki bedenimi masanın üstüne bıraktı, dudakları bir saniye olsun benden ayrılmamıştı. Sıcak elleri, tişörtümün altına sızdı. Onun dokunuşlarını hissetmek çok ayrı bir zevkti, aynı anda bir çok duyguyu tadıyorum. Dudakları hiç bedenimden ayrılmadan kendine yol çizmeye başladı. Alparslan ısırıyor, öpüyor ve yalıyor. Dudakları boynum ile ilgilenirken, elleri ise hiç rahat durmayarak göğüslerimi sıkıyordu.

“Alparslan...” Daha baştan tahammülsüz halime kıkırdadı.

“İntikam vakti, MİHRİBAN ARAS.”

ALPARSLAN ANLATIMI.

Tanrıçalardan daha seksi kadınım önümde benim için haykırıyordu. Oysa daha hiç bir şey yapmamıştım. Sadece boynuna bir kaç darbe bırakmakla yetinmiştim. Bu bile onu o kadar çileden çıkarmıştı ki, ıslanmıştı. Üstünde bana ait olan tişörtü bir hamlede çıkardım, dolgun göğüsleri beni daha çok zorluyor ve azdırıyordu.

“Alparslan...” Hiç bir şey yapmamıştım, her zehresini ezberlemek istediğim için izliyordum. Bedenini benim için karşımda kıvranıyordu. Buna daha fazla kayıtsız kalmamak adına onu kucağıma alarak üst katın yolunu tuttum. Bu kadın benim sonum, sonsuzum olacaktı. Şuan o dar amını doldurmamak için kendimi ne kadar zorluyorum bilse benden kaçardı.

“Sikimi hemen içinde istemiyorsan sus.” Uyarım da oldukça ciddiyim, onu odamıza girince yatağa bıraktım.

Saçları dağılmış, nefesi sıklaşmış, tapılası vücudu gözlerim önünde sere serpe yatıyordu. Benim tişörtlerim ona büyük olduğu için altına hiç bir şey giymemişti ve bu benim daha çok işime gelirdi.

“Seni seveceğim. Seni öyle çok seveceğim ki, adımı bir an olsun haykırmaktan vazgeçmeyeceksin.” Sözlerimden sonra ona arkamı döndüm ve çekmeceden aldığımız oyuncakları çıkardım.

Seks oyuncakları almıştık. Bunu Las Vegas’ta almışktık.

“Beni sik, sesim duyulmayana kadar adını haykırmak istiyorum.” Bedenim dondu. Yüzümde hakim olmadığım tehlikeli bir gülüş belirdi.

“Sizin isteğiniz, benim için bir emirdir madam.” Oyuncaklarım ile yatağa yaklaştım, elimdeki kutuyu mihrbanın yanına koydum ve yatağın ortasında çıplak yatan kadının üstünde yerimi aldım. Lacivertlerimde her ne gördü ise yutkundu.

“Hazır mısın?” Tehlike akan ses tonum ile bir an tereddüt edecek sandım.

“Ben, sana her zaman hazırım.”

YETİŞKİN İÇERİK UYARISI ( ALOOOO BANA BAKIN UYARIYI CİİDDİYE ALIN.!)

Panzehirim olan dudaklarına sert bir şekilde yapıştım, bu gece onun için yumuşak olmayacaktım. Ellerim ile taptığım bedenini keşfe çıktım. Sikim onun için hazırdı ama ağırdan alacak ve onu son noktaya getirene kadar durmayacaktım.

Tam elime göre olan göğüslerini hiç acıma belirtisi göstermeden sıktım. Çok güzeldi, sadece bana özel tapınaktı bedeni.

“Ah...” Dudaklarımdan ayrılan dudakları sesini duymamı sağladı. Sırtı yataktan yükseldi, onun dudaklarını tüketmeye ara verdim ve ellerini bedenimden ayırdım. Sırtım da daha başlangıçtan kendine ait izler kılmıştı.

“Bu daha başlangıç.” Dediğimde mayhoş gülümsemesini sundu.

“Senin için ıslağım, hem de daha başlangıçta.” Benimle bu şekilde konuşması onun zararına olacaktı. Ellerini kutudan aldığım kırmızı kuşak ile bağladım, başının üstüne bıraktım. Kocam toprağı andıran gözleri her adımımı takip ediyor ve vücudu bana doğru her yükseldiğinde içini doldurma arzum başımı döndürüyordu.

“Ellerin asla aşağı inmeyecek.” Tehditimi çok net hissetmişti, bu yüzden sadece başını sallamakla yetindi.

Artık bana dokunamıyor, benim aksime. Dudaklarım eşsiz güzellikte olan boynunda kendine yol çizmeye başladı, bu kadın benim sonum olacaktı. Sulu öpücüklerim ile altımda kendinden geçiyor, gözlerini bir an olsun kapatmıyor ve her hareketimi zevk ile izliyor. Büyüttüğüm göğüs ucunu dişlerim ile hiç acımadan ısırdım. “Ah...” altıma inlemesi beni daha çok azdırıyor ama işime devam ederek göğüs ucunu ağzımda bir top gibi oynuyorum. Ellerim bacakları arasındaki yerini aldı.

“Alparslan.” Daha dokunmamıştım, ellerim sadece baldırında duruyordu.

“Kurban olduğum.” Dudaklarımı diğer göğsüne de aynı işkenceyi yapmak için ayrıldı teninde. Hiç bir şey yapmadan onu kendinden geçişini izleyerek bile boşalabilirdim.

“Bakışların ile boşala bilirim.” İtirafı ile güldüm. Bu kadın benim eserim. Bu kadın benim tapınağım. Bu kadın benim yer yüzündeki her şeyim.

“Asla buna izin vermem.” Yüzüne yaklaşarak fısıldadım sözlerimi, “Eğer boşalırsan, yarım kalırsın.” Tehditim ile gözleri büyüdü.

“Sik o zaman beni bayım.” Aldığım nefesler yetmiyor. Bu kadının benim kalbimle büyük bir sorunu vardı. Kalbim onun güzelliğine zor dayanıyorken şimdide kelamları çıkmıştı. Bu kadar açık olmasına bazen aşırı şaşırıyorum.

“Sikeceğim, o küçük duvarların benim için zorlayacak. Kendimi oraya sığdıracağım, nefesin kesilecek.” Gözlerinin içine bakarak tamamladım cümlemi. Ufakta olsa korku yoktu gözlerinde. Hiç beklemeden ellerimi daracık amına soktum. Alev alev ve ıslaktı. Hala aşırı dar ve parmağımı zor kavrıyordu. Bu küçük amı beni nasıl içine alacaktı.

“Ahh, alparslan...” Çığlığı odamızın duvarlarında yankılandı. Beklenmedik hamlem ile zevk ile gözlerini kapattı.

“Bebeğim.” İçindeki parmak sayısını bir anda üçe çıkardım. Üç kalın parmağımın sığmadı bu kadınlığa, kalın sikim nasıl sığıyordu. Ellerim ile onu boşaltmak yerine geri çekildim. Bundan hiç hoşnut olmadığını mırıltıları ile belirtti. Konuşmasına izin vermeden yanımızdaki kutudan anal tıkacı aldım.

“Arkanı dön.” İlk önce elimdeki ucu sivri elmas şekli verilen anal tıkaca baktı, daha sonra tereddüt etmeden arkasını döndü.

“Domal bebeğim.” Dudaklarım arasından çıkan her kelime ile tüyleri diken diken oluyordu. “Korkma, sana zarar verecek hiç bir şey yapmam.” Diyerek biraz olsun içini ferahlatmak istedim. Önümde dizlerinin üzerine çökmüş bu kadına dayanmak imkansızdı.

MİHRİBAN ARAS ANLATIMI.

“Korkmuyorum.” Diyerek dediğini yaptım. Ürperen bedenimi yanlış yorumlamıştı, korkmuyordum. Sadece alacağım zevkin tadını çıkaracaktım. Bağlı ellerimin izin verdiğince önünde domalmıştım, artık yüzünü göremiyorum. Hareket etmesi ile başımı arkaya döndüm pozisyonumu bozmadan.

“Şimdi buna kayganlaştırıcı süreceğim.” Meraklı bakışlarımı fark etmişti demek. Elindeki elmas şeklindeki alete, dediği gibi kayganlaştırıcı sürdü.

“Daha önce hiç...”

“Her konuda ilki olacağız birbirimizin.” Ses tonu daha da kalınlaşmıştı. Aslında kalınlaşan sadece ses tonu değildi, boxerı zorlayan siki’de gözler önündeydi. “Rahatla bebeğim.” Bu ses tonu, dokunuşu hiç yardımcı olmuyor.

Ona tekrar arkamı dönerek artık yatak başlığı ile bakışmaya başladım. Kalın dudaklarını sırtımda hissettim. Daha sonra yavaş yavaş aşağı indi, hareketleri bilerek yavaştı. Beni çileden çıkarmak istiyordu. Duygularımı dile getiremeyecek kadar azmış ve kendinden geçmiş gibiyim. Dudakları tenimden ayrılınca bir kaç homurtu ile bu durumdan hoşnut kalmadığımı belirttim. Elleri arka deliğimde durdu ve hiç acımadan bir anda elması soktu.

“Ahh...” Çığlığımı sağır sultan duyardı. Acı zevk veriyor, elimin bağlı oluşu ve komutanın onda oluşu bana tahminimden daha çok zevk veriyor.

“Sana demiştim, bu gece acı ve zevk dolu olacak.”

“Sana demiştim, bu beni daha çok azdırır.” Zor aldığım nefesler eşliğinde cümlemi bitirdim. Seks ve onun arsız konuşmaları utandırmak yerine daha çok hoşuma gitmişti.

Alparslan arka deliğime soktuğu tıkaca rağmen beni sırt üstü çevirdi. Artık sırtım yataktaydı. “O gece sonuna kadar sana eşlik edecek.” Dediğinde bu kadarını tahmin etmemiştim. Orada olması zevk veriyordu ama onun yerinde tercih edeceğim daha büyük bir siki vardı. “Hayır bebeğim, seni istediğim kadar boşaltmadan onu çıkarmam.” Dediğinde aralık olan dudaklarımı kapattım ve alt dudağımı ısırdım. Bu onu çileden çıkarmış olacak ki yataktan indi ve altındaki boxerı tek hamlede çıkardı. Vücudu tapılası, siki dimdik karşımda duruyor, bunun beni ne kadar ıslattığını bilse kafayı yerdi. Ben şuan onu izlerken bilse boşalacak kıvama gelmiştim. Daha fazla karşımda durursa kafayı yemek üzereydim. Üstümdeki yerini almadan önce, nereden çıkardığını anlamadığım bir aleti ile ayak ucumda durdu. Ayaklarımı bağlayacak ve bacaklarımı kapatmamamı sağlayacaktı. Önce sağ ayağımı, daha sonra sol ayağımı kelepçeledi yatağın iki tarafına. Ufacık harakette bile arka deliğimde olan tıkaç batıyordu, canım acıyor ama zevkin verdiği bir acıydı. “Ah, alparslan.” Adını inlemem lacivertlerini daha koyu bir hal almasını sağlıyordu her defasında.

“O küçük amını kapatamayacaksın.” Anada doğma hali ile şuan ne derse onaylardım. Bedeni eşsiz bir güzellikteydi. Üst bedeninde bir kaç yerinde yara izleri vardı ama bunlar onu daha da seksi yapıyor. Beni daha .ok azdırıyordu. Resmen ona baktıkça akmak istiyorum.

“Ne istiyorsun bebeğim.” Yavaş yavaş yatağa çıktı ve üstümdeki yerini aldı.

“Senle dolmak istiyorum.” Boynuma vuran nefesi her hücremin titremesine sebep oldu. Dudakları hiç beklemediğim anda göğüs ucumu ezdi. Ben daha tepki vermeden, büyük aleti içimi doldurdu. Beklenmedik hamlesi ve hissettiğim doluluk ile dudaklarımın arasından adını haykırmak dışında hiç bir tepki veremedim. Bacaklarım yatağın iki tarafına kelepçeli olduğu için tamamen içime girmesi zor olmamıştı.

“ALPARSLAN.”

“Adım ile inlemen beni daha çok çileden çıkartıyor.” İçime sert girişleri ile altındaki bedenimi eziyor. Bu ne kadar ilk başta beni zorlamış olsa da ıslak amım onu dört bir yandan sıkıştırıyor. Bana göre çok büyüktü ama bu zevkimin de büyük olmasını sağlıyordu.

“Nasıl sarıyorsun, hissediyor musun? Nasıl sıcacıksın. Benim için genişleyen amına koyuyorum.”

“Seni sonuna kadar istiyorum. Köküne kadar gir.” Tamamını sokmuyordu, beni çıldırtmak istediğini anlıyordum. Geçen sevişmemizin intikamını alıyordu ama benim artık tahammülüm kalmamıştı. Yüzündeki arsız sırıtmayı gördüm ve yanılmadığımı anladım. Elleri, vücutlarımız birleştiği yerde durdu ve hızla kendini geri çekti. Elleri kendini sıvazladı, daha ne kadar azabilirdi bilmiyorum ama dik sikine ağzımın suyunu akıtarak baktığımı fark etmişti.

“Ağzını tek bir anda doldurmamı istemiyorsan, düzgün dur.”

Uyarısını dinlemek yerine gözlerim ile onu yemeye devam ettim. Vücudu benimdi, her bir hücresi sadece bana aitti. Ben nasıl ona ait isem, oda bana aitti. Arsız bedenimi olduğu yerde hareket ettirmeye çalıştım, bu hareketim bana pahalıya patlamıştı. Arkamdaki elması her hareketim ile içimde oynuyor ve zevkimin doruklarda olmasını sağlıyordu. Alparslan daha fazla dayamadı ve tek hamlede sonuna kadar içime girdi, kalın ve uzun aleti beni çok fazla zorladı ama zevki farklı bir boyuttu. Gözlerimin kaydığını hissettim, onunda zorlandığını anladım ama bu zorluk ikimiz içinde zevkten önemli değildi.

“Ah...”

“Ah...”

İkimizden de çıkan sesler odamızın duvarlarında yankılandı, odada nefes seslerimize eşlik eden tenin tene çarpma sesiydi. Alparslan elleri arkamdaki elması hareket ettirdi ve bu daha yoğun bir zevk almamı sebep oldu. “Alparslan.” Adını haykırmam, onun için yerle yeksan olmam çok hoşuna gidiyordu.

“Adımı o şişmiş dudaklarından daha çok haykır.” Tek hamlede arkamdaki tıkacı çıkardı. Beklenmedik boşluk ile yüzümü buruşturdum. Çıkarması canımı acıtmıştı ama bu sırada içim daha ne kadar derine ineceğini bilmediğim şekilde doldurmaya devam ettiği için dikkatim orada değildi.

Dokunuşları, dolduruşları eşliğinde ikimizde sona yaklaşmıştık. Artık aldığım ve verdiğim zevk ile boşalmak üzereydik.

“Boşalacağım.” Dediğimde hızlı gel gitlerine daha fazla dayanamadı bedenim.

“Alparslan.” Adını inleyerek onun etrafına aktım. Rahatlayan bedenim ile kendimi kasmayı bırakmadım, onunda boşalması için içimdeki sikini sıkıştırdım.

“Aklımı kayıp ettireceksin.” Dediğinde doğru yolda olduğumu anladım. “Mihriban.” Adımı haykırması ile boşalması aynı saniyelerde oldu. Alparslan’ın spermleri adeta fışkırmıştı içime. Rahatlatan bedeni, dağılan ifadesini izledim. Yüzüme yaklaştı ve içimden çıkmadan dağılmış halime baktı, daha sonra yetmemiş gibi şişirdiği dudaklarımı kana kana içti.

“Bu daha başlangıçtı.” Arsız sırıtması ve koyu lacivertleri bunun bitmeyeceğini haykırıyordu.

(BİTTTİİİİ BURADAN DEVAM EDİN EDEPLİ OKURLARIM. : )

Arsız gecenin sabahında omuzumda zarif öpücükleri hissederek ayılmaya çalıştım. Mayhoş bir gülümseme belirdi yüzümde. Büyük elleri belimden aşağı doğru delirtecek bir yavaşlıkta iniyor. Gözlerim kapalı olsa bile lacivertlerinin şuan arsız şekilde ışıl ışıl olduğunu biliyorum. Zorlanarak da olsa gözlerimi açtım, gece üstümden tır değil, alparslan geçmişti.

“Sonunda uyandın bebeğim.” Boynuma bir öpücük kondurdu. Eşsiz gecenin ardından, sesim zar zor buldum konuşmak adına.

“Alp...” Zar zor bulduğum sesim ile uyarmaya çalıştım onu. Yüzündeki arsız gülümseme, kahkahaya döndü.

“Neden gülüyorsun be?” Durduk yere gülmesi ve beni baştan çıkarmaması gerekiyor. Zaten ben edepli, adaplı biri olarak baştan çıkmamıştım!

“Sesin... Sesin kısılmış bebeğim.” Gülmeleri arasında zar zor tamamladı cümlesini. Derin bir nefes aldım. Adi herif dediğini yapmıştı. Sessim kısık çıkıyordu!

“Biraz utanman olsun. Senin suçun.” Burnumu kırıştırarak tepkimi ortaya koymak istedim ama yemedi. Bu durumdan ne kadar haz aldığımı ikimizde biliyorduk.

“Altımda adımı sayıklarken seni uyarmıştım. Hatanın sonucuna katlanmak zorundasın güzelim.” Arsız sözlerine eşlik olarak gözleri de eklenmişti ve üstümde ince bir yorgan olduğunu bile bile varlığını sorgullatı. Öyle bir bakıyordu ki bana sanki karşısında geceki kadar çıplaktım.

“Bu hatayı tekrar etmek istiyorum. Cezam daha ağır olacak mı?”

BEN AKILLANMAM. SİZİN KARŞISINIZDA BİR ALPARSLAN DEMİR OLSA SİZDE AKILLANMAZSINIZ.

BÖLÜM SONU.

SEVGİLİLER GÜNÜNE ÖZEL.

GEÇMİŞ YAZAR ANLATIMI

“Anne, hadi geç kalıyoruz.” Alparslan kapının önünde beş dakikadır annesine sesleniyor. Bu gün gözlerini açtığında kahvaltı masasında sevgi günü olduğunu öğrenmiş ve bunun anlamını annesine sorduğunda annesi: Seven insanların günü demişti. İlk başta kulağa çok saçma gelse de daha sonra bu günde neler yapıldığını sormuş ve en sonunda annesi ile avm gitmek için hazırlanmışlardı.

“Yakışıklı oğlum, sabahın daha on’u ve bu saatte neden avm gidiyoruz?” ayşen tane tane konuşarak oğlunun derdini öğrenmek istemişti ama alparslan asla neden gitmek istediğini bir türlü demiyordu. Küçük omuzlarını kaldırıp indirdi.

“Anne... Zaten gidince göreceksin.”

Alparslan’ın yarattığı küçük bir curcuna sonrasın da evden çıkıldı. Ayşen bir an cemreye de haber vermek istemişti, alparslan ise bu fikre kati suret karşı çıkmıştı. Sadece anne oğul gidelim diyerek annesinin kalbini çalmıştı. Dakikalar sonrasında avm gelmiş ve beraber geziyorlardı. Ayşen hala neden geldiklerini bir türlü anlamamıştı. Oğlunun neden bu kadar ısrar ettiğine anlam veremiyor ve bir türlü aklına bir şey gelmiyordu.

“Bebeğim artık söyler misin neden geldiğimizi.”

Alparslan önce annesine daha sonra çevresine baktı. Avm’ye erken saatte geldikleri için sakin sakin gezeceklerdi, buda daha rahat hediye bakabileceği anlama geldiğini düşündü alp.

“Anne, sen dedin ya sevgi günü diye, babam sana hediye almış hatta. Bende kumbaramı kırdım. Mihriban’a hediye almak istiyorum.” Bacak kadar boyu ile mihribana hediye almak istiyordu. Ayşen büyük bir aydınlanma ile kalakaldı, daha sonra kendine ne kadar engel olmaya çalışsa da başaramadı ve gözleri dolu dolu oğlunun önünde diz çöktü.

“Sen bunun için mi gelmek istedin. Senin yüreğine kurban olurum.” Nazik hareketler ile alparslana sımsıkı sarıldı. “Çok seviyorum seni, iyi ki doğurmuşum sizi.” Ayşen daha fazla duygusal davranmak istemediği için kendine engel olmaya çalıştı. Alparslan’dan ayrılarak ayağa kalktı ve kendine gülümseyerek bakan oğlunun saçlarını okşadı.

“Bende seviyorum anne. İyi ki benim annemsin.”

“Dur ağlatacaksın beni. Ne güzel kalbin var senin kurban olduğum,” Saçlarını koklayarak öptü. “Ne almak istiyorsun?” Ayşen çevresine baktı ve her bir mağazaya göz gezdirdi. Burada her türlü mağaza vardı.

“Anne, kumbaramı sayalım mı? Yarın sevgi günü olduğu için hediye alacağım.” Heyecanlı çıkan ses tonununa ve mimiklerine sahip çıkamıyordu alparslan. Oysa daha on yaşında ve sevgi günü diyince ilk aklına gelen mihriban olmuştu.

O gün Ayşen ve Alparslan gün boyu mihribana hediye aldılar. Alparslan’ın o kadar çok parası yoktu ama annesi ben vereyim dediğinde kabul etmeyeceği için ona borç altında biraz yardım etti. Alparslan zor ikna olmuştu ama sonunda kandırdı ayşen oğlunu ve istediği hediyeleri aldılar.

Akşam aslında Selimle yemeğe çıkacaklardı ama onu iptal etmiş ve cemreye müsait misiniz diye sormuştu. Onların da her hangi bir planı olmaması işlerine gelmiş ve akşam için sözleşmişlerdi. Alparslan heyecanlı ve mutlu şekilde etrafa gamzelerini gösteriyordu. Aldığı her bir hediye için aşırı heyecanlanmıştı, daha alırken çok heyecanlanmış ve “Anne mih buna bayılır.” Diyerek tepkiler vermişti.

Akşam saati geldiğinde Alparslan odasından anca çıkabilmişti. Bir kaç poşet ile aşığa indiğinde selim ve pelin meraklı bakışları eşliğin de gülerek bakmıştı hepsine. Onları tabiki unutmamıştı. Tüm gün annesi ile gezdiği için pelin ve babasına bir şeyler almıştı. Ama annesi için babasını aramış ve durumu anlatmıştı. Selim oğlunun isteğini yerine getirmiş ve almıştı hediyeyi. Alparslan’ın kocaman yüreği var. Bunu bir kez daha herkese kanıtlamıştı adeta. Evin her bir üyesine hediye almış ve özenle paketlemişti. Bu işlerden çok anlamadığı için paketler biraz yamuk yumuk olmuştu ama kimse buna aldırış etmedi. Sevgililer günü onun için sevgi günü olmuştu ve her bir sevdiğine hediye vermişti. En sonunda evden çıktıklarında yan eve geçtiler.

“Mih nerede?” Heyecanlı halini belli etmek istemese de yerinde duramıyordu.

“İçeride abisi ve babası ile alparslancım.” Cemrenin cevabını duyar duymaz omuzları düştü. Atakan ve ayaz onlara rahat vermeyeceğini anladı.

Yine de annesine baktı ve annesi ona kocam güven veren bir gülümseme ile oturma odasını işaret etti. Alp derin bir nefes alarak elinde tuttuğu koca hediyeler ile içeriye girdi. Alp tamda tahmin ettiği gibi buldu. Atakan, kızını kucağına almış ve indirmeyeceğini belli eden bakışlar ile bakıyordu.

“Alparslan onlar ne?” Ayaz büyük bir merak ile elindeki poşete bakıyor. Alparslan’ın bu kadar poşet ile gelmesine anlam verememişti.

“Hediye.”

Mihriban, alparslan’ın sesini duyunca başını kaldırmış ve adete babasının kucağından fırlamıştı. Atakan beklemediği hamle ile gözlerine inanamamıştı. Küçük kızı resmen alparslan hayranı olmuştu. Daha beş yaşında bu çocuk diye düşünmeden edemiyordu.

“Ne hediye?” Mihriban heyecanlı adımları alparslan’ın karşısında durdu. Kelimeler dudakları arasından yarım yamalak çıkmasına rağmen Alparslan onun her kelimesini anlıyor.

O akşam herkesin aklına derin derin kazındı. Ayaz, Alparslan’a kızdı. Bu kadar ince düşündüğü için sataştı dostuna. Alparslan onu bir tarafına bile takmadı ve hediyelerini bir bir verdi mihirbana. Mihriban’a oyuncak bebek, zarif bir bileklik ve fotoğraf hediye etmişti. O gün mihirban, da markete gitmişti ve oradaki arabayı alparslana almıştı. Aslında tamamen tesadüf olmuştu. Mihriban parktan sonra çikolata almak için babası ile markete gitmişti ama orada gördüğü siyah arabayı dakikalarca alparslana almak için babasına dil dökmüştü. Abisine kırmızı, Alp’e ise siyah birer oyuncak araba almıştı.

O günün adı artık alparslan ve mihriban için sevgi günüydü. İki çocuk da aslında günün ne anlama geldiğini yıllar sonra öğrenmişti ama ikisi ve aileler için artık o gün bir nevi hediyeleşme yani sevdiğini mutlu etme günü olarak kabul edildi. Zaten bir daha da bir arada sevgi günü kutlayamadılar. Son ve ilk kutladıkları sevgi günü oldu.

ALPARSLAN 18 YAŞINDA

SEVGİ GÜNÜ.

Bu gün yine o güne gelmiştik, sevgi günü. Bundan sekiz yıl önce bu günü kutlamaya son vermemiştim. Verememiştim. Bu gün herkes sevdiğinin yanına gitmişti ve hepsinin elinde birer demet çiçek vardı. Benimde elimde bir demet çiçek vardı ve bu gün evime gidiyorum. Okuldan çıkmış bu günü ailem için geçirmek için evime gidiyorum. Gönlümden geçenler ve dilimden dökülenler bambaşka ama kabullendim. Ya da siktir etsene kabullenemedim. Benim sevgi günüm bundan sekiz yıl önce son bulmuştu. O gün ilk ve son defa kutlamıştım. Şuan nerede, ne yapıyor, nasıl bilmiyorum. İçim acıyor, içim öyle acıyor ki sesim çıkmıyor. Herkese gülücükler saçıyorum, öyle bir yanıyor ki içim gülümsemelerim çok güzel. Canım o kadar acıyor ki nefeslerim sık sık. Herkes sevdiğinin yanında, bu gerekse aile gerekse aşık olduğu insan. Eve gitmeden önce elimdeki bir demet çiçekle kapının önünde durdum. Geldiğim yere baktım şöyle bir, mezarlığa gelmiştim. Adımlarım ezbere bildiğim yolda ilerledi. Aile mezarlığının karşısında durdum, yan yana duran üç mezara baktım.

ATAKAN ARAS.

CEMRE ARAS.

AYAZ ARAZ.

Üçü de huzur içinde yan yana yatıyorlardı. O kara günden sonra ne zaman yorulsam ya annemin dizine, ya da cemre teyzenin toprağına başımı koyar olmuştum.

“Ben geldim.” Sesim kısık çıktı ama kendimi gülümsemeye zorladım. Onlar beni iyi bilsin istedim. Cemre teyzemin mezarlığına yaklaştım ve onun üstündeki yeni ekilmiş çiçeklerin yanında kendi getirdiğim çiçekleri ektim.

“Atakan amca, nabersin? Bende iyiyim işte ne kadar olursa. Cemre teyze, yine rengarenksin çok güzelsin valla.” Ayaz ve cemre teyzenin arasına oturdum. Onlara günlerimin nasıl geçtiğinden, hala kızlarını aradığımdan ve bulamadığımdan bahsettim. Saatler boyunca konuştum. Boğazıma takılan yumruyu yok saymaya çalıştım ve saatler boyunca onlara güzel anılardan, yaptıklarımdan bahsettim. Ağlamamaya çalıştım. Ağlamak için gözden yaş akması gerekir miydi? Ben çok ağladım ama bir damla göz yaşı dökmedim. “Biraz daha başınızı şişirmeden gideyim ben. Durursam... Durur... Cemre teyze, Atakan amca, Dostum özür dilerim. Yemin ediyorum her yerde arıyorum ama bulamıyorum. Elimden gelenden fazlasını yapamaya çalışıyorum ama askeri okula yeni gireceğim ve elim kolum bağla. Bulamıyorum onu. Onu bulmaya gücüm yetmiyor, özür dilerim atakan amca. Emanetine sahip çıkamadım. Özür dilerim cemre teyze, biriciğini bulamıyorum. Özür dilerim dostum, göz bebeğini bulmaya gücüm yetmiyor.” Daha fazla tutamadığım göz yaşlarım bana ihanet ederek akmaya başladı. “Özür dilerim güzel bebeğim, seni bulmaya gücüm yetmiyor.” Duygu yoğunluğu ile olduğum yerde kendimi tutmadan ağlamaya başladım. İçimde sekiz yıldır sönmek bilmeyen kor bir alev beni yakıyor. Öyle çok yakıyor ki kimseye tek kelime edemiyorum. Öyle çok çaresiz hissediyorum ki bunu dile bir getiremiyorum. “Söz veriyorum bulacağım onu.” bu dediğime bir an kendim bile inanmadım.

Omuzuma konan el ile yerimden sıçradım. Başımı kaldırdığımda annemi gördüm. Oda elinde bir demet çiçek ile dostuna hediyesini vermeye gelmişti. Bu gün aslında her yıl yaptığımız gibi ailecek gelecektik ama ben erken davranmıştım.

“Annem...” Kaç zamandır orada sessizce duruyordu bilmiyorum ama iyi ki gelmişti.

“Anne... Anne ben ikinci ailemizi erken ziyaret etmek istedim.” Gözlerimi acele ile koluma sildim. Onların karşısında ağlamaktan utanmıyorum ama üzülmelerini de istemem.

“İyi ki geldin bebeğim.” Bana sanki canımın nasıl yandığını görürmüş gibi sımsıkı sarıldı.

“Anne, bu gün sevgi günü ama benim sevdiğim yanımda değil.” Annem daha sıkı sarıldı her bir yangının üstüne serin bir su dökmek ister gibi sımsıkı sarıldı.

22 YAŞINDA ALPARSLAN DEMİR.

SEVGİ GÜNÜ.

Yine o boktan güne gelmiştik. Bu gün için anneme, kız kardeşime ve babama hediye yollamıştım. Onları görmek için bu akşam eve gideceğimden haberleri yoktu. Sürpriz yapmak istemiştim. Kız kardeşimin bana gönlü kırılmıştı, onu ihmal ettiğim ve yeni yaşında yanına olmadığım için bana kırılmıştı ve haklıydı. Tam bir eşek gibi davranmıştım. Doğum gününde gidememiştim, albay izin vermemişti ve elimden başka bir şey gelmemişti. Hediyesini yollamıştım ama onun gönlünü kıytırık bir hediye ile alamayacağımı tabiki de biliyorum. Haklıda yıllarım o kadar çok mihribanı aramakla geçmişti ki onu ihmal etmiştim. Pelin, benim güzel kardeşim çok üzülür ama içine atardı. Bu gün sevgi günü için evime gidiyorum. Önce her zamanki gibi ikinci ailemin yanında gittim. Tek başıma gittim. Her sene şehirde olduğum her an yanlarına gider saatlerce onlarla konuştum. Daha sonra saatler geçti ve eve geldim. Her şeyi bıraktığım gibi buldum. Evde çalışan görevli kapıyı açtı.

“Lütfen kimseye geldiğimi söylemeyin. Sürpriz olacak.” Dediğimde ne dediğini umursamadan odama doğru çıkmak için merdivenlere yöneldim. Saatler geçti, önce bir duş aldım daha sonra hazırlandım ve akşam yemeği için ailemi beklemeye başladım. Saatler sonra aşağıdan kahkaha sesleri gelmeye başladı. Saat sekiz olduğunda her zaman sofraya oturulur ve ailecek yemek yeriz.

Yavaş adımlar ile salonun kapısına yaklaştım. Odaya girmeme bir kaç adım kala “Eee anlat bakalım, seninkiyle ne yaptınız?” Annemin sorusu ile adımlarım dondu. Bunu babama sormuş olmasını diledim ama bu mümkün değildi.

“KARIM...” Babamın kıskançlık ve gerginlik karışık ses tonu doldu kulaklarımıza.

“Anne, kaç defa dedim babamın yanında böyle deme diye. Bak valla adamın kalbine inecek.” Pelin’i özlemiştim. Kız kardeşimi çok özlemiştim ve bir tokat gibi yüzüme gerçek çarptı.

“Ya selim... Kocacığım, kızımız büyüdü ve alış bunlara. Sende anlat kız, ne merakta bırakıyorsun.” Annem büyük ihtimalle pelini cimciklediği için pelin tiz bir sesle bağırdı.

“Yemek yedik, bana hediyeler almış. Baba, odama çıkarmak istiyorum, yardım eder misin. Bu doğum günümde buluşamadığımız için bana küçük bir pasta almıştı. Çok heyecanlandım, bir an pasta nasıl üflenir unuttum.” Babam ve annem son dediğine kahkahalar ile güldü.

“Bizim kıza bak sen, koca kız oluyor ve erkek arkadaşı oluyor.” Annemin heyecanlı ses tonuna babamın homurtusu karıştı.

“Yaa anne... Benim arkadaşım oldu, gerçekten bazen nasıl davranacağımı şaşırıyorum.” Daha çok küçüktü pelin. Daha kaç yaşında ki onun erkek arkadaşı olacaktı. Bir an bunu sormak istedim ama sonra gerçekler yüzüme çarptı. “Yeni okulum da kimse benimle konuşmak istemiyordu ama o geldi ve benim arkadaşım oldu. Çok şaşırıyorum bazen, abimden sonra kimse benimle konuşacağını düşünmemiştim.” Yüreğim dağlandı, ben iyi bir evlat, iyi bir sevgili hatta iyi bir baba bile olabilirdim belki ama ben iyi bir abi değilim. İnsanım ve bocalıyorum, insanım ve hatalar yapıyorum ama hataları telafi etmekte benim elimde. Bu gün kardeşimi ne kadar yalnız bıraktığım bir kez daha yüzüme tokat gibi çarptı.

Gecenin devamına orada beklemeden sohbetlerini bölerek içeriye girdim. Beni ilk gören babam ve annem oldu. Pelinin arkası dönük olduğu için anlamamıştı geldiğimi. Babam ve annem büyük bir mutluluk ile kollarını açmış ve beni kabul etmişti. Pelin ise yemek masasından kalkmış sarılmış ve tekrar oturmuştu. Gönlünü almam gereken bir canım vardı. Bu masadan onun gönlünü almadan kalkmadım. O gece boyunca saatlerce sohbet etmiş, en sonunda pelinin arkadaşına konuyu getirmiş ve ona neden doğum dününde gelemediğimi açıklamıştım. Beni affetmesi için uzun uzun uğraşmama gerek kalmamıştı. Benim yufka yürekli kardeşim hemen affetmişti ama ben o gece olanları, o gece duyduklarımı unutmadım. Saatler on bire yaklaşırken, telefonum çaldı. Bu gece ailem bana iyi gelmişti. Sevgi günü benim için yarım da olsa sevgi dolu geçmişti. Ailemin önemini bir kez daha anlamıştım. Çalan telefonumu açtığımda arayanın yabancı olduğunu fark ettim.

Duyduklarım ile dondum. Hareket edemedim. Sanki zaman benim için dondu, ne yapacağımı bilemedim. Öyle bir yandı ki içim haykırmak istedim. Odada bir curcuna oldu, birisi adımı söylüyordu ama anlamadım devamını.

“Anne... Anne sevgi gününde bana gelinde sevgilinizin ceseti’ni teşhis edin diyorlar.” Dudaklarım arasından çıkan cümle urgan oldu ve boynuma dolandı. Aldığım nefesler haram oldu. Bu... Buna ne diyecektim. Benim sevgilim, benim küçük sevgilimin cesedi. Benim mihriban’ım. Benim altı yaşındaki bebeğim. O, o ölmüş müydü? Gerekirse ölüsünü ararım demiştim albaya ama... Ama ölüsünü değil dirisi için secde etmiştim.

“Baba... Baba yardım et.” Elim kalbimi bulduğunda nefes alamadığımı fark ettim. Daha sonrası benim için karanlıktı. O kadar karanlıktı ki ilk defa o gün karanlıktan korktum. Karanlık beni yuttu, karanlık ruhum ile birleşti ve ben artık karanlıkla boğuşmayı bıraktım. Benden aydınlığımı altı yaşında almışlardı. Direnmiştim ama direncim bu gece son buldu ve ben karanlık içinde kaldım. Tek bir mum ışığı bırakmadılar bana. Oysa biz karanlıktan korkan iki çocuktuk, şimdi karanlığa hapis olan iki çocuk olduk.

MİHRİBAN ARAS 25 YAŞINDA

SEVGİ GÜNÜ

( GÜNCEL KALDIĞIMIZ YAŞLARINDAYIZ. ARA BÖLÜM OLARAK DÜŞÜNÜN. BÖLÜM DEVAMI DEĞİL.)

Bu gün sevgi günü ve bu benim hatırladığım ilk beraber kutlayacağımız sevgililer günü değildi. Üniversite zamanı bir arada olduğumuzda bir kaç defa bu günü beraber geçirdik ama o zaman resmi olarak sevgili olmadığımız flört aşamasında olduğumuz için saymak istemiyorum. Resmen ile sevgililer günümüz ve alparslan karargaha gitmişti. Bu planı bir haftadır yapıyorum, babam ve abimı zar zor ikna etmiştim. Tüm gün boyunca onlar alparslan’ı oyalayacak, bende yatta güzel bir masa hazırlayıp gecemizin harika geçmesini sağlayacaktım. Alparslan’ın sevdiği ne kadar yemek varsa yapmıştım. Benim sevdiğim ne kadar tatlı varsa yapmıştım bu gün onun için ayrı bir özenmiştim. Bir gece çok sarhoş olduğunda bana neden sevgililer gününe sevgi günü dediğini anlatmıştı. Hikayemiz çok tatlıydı ama ben onu da hatırlamıyorum. O gece sarhoşluk ile bana her sevgi günün nasıl geçtiğini anlatmıştı. Ailemi ikinci ailesi olarak gördüğü için mezarlığa gittiğini, daha sonra ailesi ile olduğunu ve gecenin sonunda hep sarhoş olarak bitirdiğinden bahsetmişti. Bensiz geçen her sevgi gününü anlatmıştı, bu saatler sürmüştü ama sarhoş bir alparslan sızmak yerine bana içini açmıştı. Her yaşını anlatmıştı ama yirmi iki yaşını anlatmamıştı. En son ona geldiğinde susmuş ve ağlamaya başlamıştı. Ne kadar o günü sorsam da anlatmamış sadece dizlerimde yatarak saçlarını okşamamı istemişti. Ben onun yaralarını biraz olsun sarmak için okşamıştım ama o dizlerimde hüngür hüngür ağlamış ve şükürler olsun demişti. Dakikalar saatlere evrildiğinde şükürler olsun diyerek göz yaşları içinde sızmıştı. O yaşını bir türlü kimseden öğrenemedim, belki de öğrenmek istemedim. Korktum.

Saatler sonra mutfak hazırlığım bitmiş, kendimi hazırlamaya başlamıştım. Ona çok güzel bir hediye almıştım. Öyle büyük bir hediye değil ama baktıkça içim açılacaktı. Kendime kırmızı sırt dekolteli kısa bir elbise seçmiştim. Saçlarımı güzel bir topuz yatım ve en son makyaj ile bitirdim. Yatın üst katına çıktığımda beni hazır masa karşıladı. Hava serin olduğu için masayı içeriye hazırlamıştım. Garanti olsun isteyerek. Dakikalar sonra alparslanı gördüm, simsiyah takim elbisenin içinde bana doğru geliyor. Kalbim onu hissetmişti ve bu yüzden duracak kadar hızlı atıyordu. Bu adama aşığım. Elinde büyük bir kırmızı gül demeti ve kocaman gülümsemesi ile tekneye bindi. Daha sonra kapıdan geçerek tam karşımda durdu. Her hareketini gözümü kırpmadan izledim. Bir an olsun gözümü ondan ayırmak istemedim.

“Ben güzeller güzeli bebeğim.”

“Sevgilim...” Konuşmayı unuttum. Bir an kelimeler, cümleler, kalbim, aklım birbirine girdi ve ne yapacağımı bilemedim. Onu ilk görüşüm değildi ama ilk günkü gibi atıyor kalbim.

“Çok çok güzelsin. Bana bencilsin, kıskançsın diye bilirsin. Hakkındır ama seni bana saklamak istiyorum. Seni kimse görmesin, kimse gözünün kenarıyla bile bakmasın istiyorum.”

“Alparslan...” Aklım, kalbim birbirine karıştı, heyecandan dudaklarımdan tek adı dökülüyordu.

“Alparslan sana kurban olsun, yavrum.”

Daha sonra çiçekleri almış ve ona soluksuz bir öpücük armağan etmiştim. Dile dökemediğim sevgimi gözlerimden anladı. Dile dökemediğimi hissettirdim. O gece saatler boyunca geçmiş den, gelecek planlarından konuştuk. Her bir gelecek planımızda biz vardık.

Geçmişe müdahale yapamazdık ama geleceğe biz yön veriyorduk. Her bir planı beraber şekillendirdik, her bir hayali beraber kurduk. O gece bizim sevgi günümüz sabaha karşı son buldu. En sonunda yatın önünde kahkahalar, öpücükler ve sevgi dolu dokunuşlar ile doğurduk güneşi.

“Şimdi hediyemi vereceğim sana.” Heyecanıma güldü.

“Bak yavrum, şu heyecanın ile beraber seni yerim.”

“Hey! Tüm gece yedin zaten. Dur biraz.” Eğlenen ifadem ile oda kocaman güldü. “Arkadan fermuarı açar mısın.” Tüm gece elbisemi çıkartmasına izin vermemiştim. Birbirimize doymaya çalışırken bile elbisemi çıkartmadım.

“Tüm gece durdun durdun şimdi mi çıkarmak istiyorsun.” Anlamsız gelmiş olacaktı ki sesi sitem dolu çıkmıştı.

“Hadi alp, çıkar artık.” Güneş hala tam doğmamıştı ve aydınlıktı ama güneş gökyüzünde yerini almamıştı. Homurdana homurdana elbisemin fermuarını açtı. “Şimdi gözlerini kapat.” Ters bakışları ile gözlerini kapattı.

Elbisemi üstümden çıkardım ve artık iç çamaşırlarım ile kaldım. Ona en güzel hediye ne seçememiş ve hiç unutmayacağı bir hediye vermek istemiştim. Bedenimde ona ait bir dövme istemiştim. Tam kalbimin üstünde.

“Aç bakalım sevgilim.” Dediğim an açmış ve çok sevdiğim lacivertleri gözlerime mıhlanmıştı. İlk başta anlamadı ama daha sonra gözleri bedenime kaydı ve iç çamaşırlarım ile kaldığımı fark etti daha sonra gözleri tam kalbimin üstün de durdu.

Kalbimin üstüne lacivertlerini çizdirmiştim.

Bir çift meftun olduğum lacivertlerini artık her aynaya baktığımda görecek ve mutluluk doyacaktım.

“Seni çok seviyorum sevgilim, sevgi günümüz kutlu olsun.” Dudaklarım arasından dökülen fısıltım ona ulaştı mı bilmiyorum. Sadece kitlenmiş göğüsümdeki gözlerine bakıyordu.

“Sen... Yani... Ben... Gözlerim...” Kelimeleri bir araya getiremediği için ona yardımcı olmak adına dudaklarını mühürledim.

Üstüne çıktığımda beni durdur ve ne olduğunu anlamadım bile. Yerinden kalktı ve yatın içine girdi. Ben ise yatın önünde kalakaldım. Öylece ne yapacağımı bilmeden durdum. Beğenmemiş miydi? Niye kaçar gibi gitmişti? Ben beğeneceğini düşünmüştüm. Tamam öyle çok büyük bir dövme değildi ama aşırı küçükte değildi şık ve kurban olduğum gözleri çok yakışmıştı göğüsüme oysa. Ne hoşuna gitmemişti? Dakikalar sonra elinde dolu poşet ile geldi. Gömleği yerine siyah bir tişört tercih etmişti.

“Senin hediyenin yanında hiç bir şeyler.” Cümleler boğazında düğümleniyordu sanki. “Bunları bir günde almadım. Sensiz geçen her yıl sana vereceğimi hayal ederek biriktirdim. Her yıl sensizlik bana ne hissettiriyor ise onu ifade edecek bir hediye aldım. Sevgi günümüz kutlu olsun sevgilim.”

Koca bir yumru boğazıma tıkandı. Ben onu hatırlamadığım, hayatıma onsuz devam ettiğim her an için vicdan azabında boğuldum. Boynumdaki urgan çok sıkıydı ve nefes alamadım. Ne yağacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Ne denirdi ki? Ne diyebilirim? Canım çıkana kadar ağlamak istedim, her bir hediyesi için ona uzun uzun sevgi, aşk, tutku artık en derseniz öptüm. Her biri için ona sıkı sıkı sarıldım. En son tişörtünü bir kalemde çıkardı. Bu anlamsız hareketi ile ona baktım. Sağ elimi kalbinin üstüne getirdi ve o an gözlerim oraya kaydığında nefes almayı bıraktım.

“Bu kalp atışları sana ait. Her biri senin kalbinin atışı, benim gönül gözüm sensin. Bu gözler sana ait, bu bakışlar benim yüreğime ait.”

Kalbinin üstünde kalp atışı simgeleri vardı, onları ortasında minimal ama kendini belli eden çocuk gözleri vardı.

“O gözler sana ait. İlk sevgi günümüzde annen çekmiş ve saklamış, daha sonra anneme resmi vermiş. Annemde bana verince kalp atışlarının arasına yaptırmak istedim.”

Kalp atışlarım onun göğsünü süslemişti ama onlara eşlik eden bir de küçük mihribanın gözleri vardı. Kalp atışlarının ortasında benim gözlerim vardı ama bu ne aşırı büyük, ne aşırı küçüktü.

“Biz...” Şimdi de benim dilim tutulmuştu. Ben onun şuan ki gözlerini kazımıştım göğüsüme, meftun olduğum lacivertleri göğsümde taşımak istemiştim. Ama bunu tek isteyen ben değilim. Oda benim kalp atışlarımı ve küçük mihribanın gözlerini göğsünde taşımak istemişti.

Alparslan’ın dudakları kıpır kıpır bir şeyler dedi ama ne dedi anlamadım.

“Anne, bu gün sevgi günü. Mihribana en güzel hediyeyi aldım”

“Seni çok seviyorum.”

“Seni çok seviyorum.”

VE SON.

YAYINLANMA TARİHİ: 14.02.2025

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.06.2025 22:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...