44. Bölüm

42.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

Bana yıllar önce bu kişiler bir arada olacak deseler kesinlikle deli olduğunu düşünürdüm ama şuan imkansız dediğim ne var ise oluyor. Şuan alparslan ile hazırladığımız masada ailemizle oturuyorduk. Dedem, babam, abim, selim amca, ayşen teyze, pelin ve mert ile maaile toplandık. Biz sadece benimkileri beklerken onlarda selim amcalara haber vermesi ile baya büyük bir masa olmuştu. Kapalı terastaki büyük masaya geçmiştik, ben yetmez diye daha çok hazırlamıştım ama şuan yine yeter mi diye tereddüt doluyum. Resmen kendimi yeni gelin gibi hissediyorum.

ÖYLE OLACAKSIN ZATEN.

Ayşen teyze ve pelin gelirken poğaça falan getirmişlerdi, babamlarda elleri dolu gelmişti o yüzden şuan masa dolu doluydu ama beni amansız bir telaş sarmıştı. Mutfakta çayları doldururken, belime sarılan kollar ile hareketlerim durdu.

“Bebeğim, çayları ben doldurayım ve sende istersen odamıza çık.” Durduk yere neden böyle bir şey istemişti ki, üstüme göz gezdirdim. Babamlar gelince hemen altıma bir tayt giymiştim. “Güzelim, boynun ve gerdanın benim izlerim ile dolu ve birisi fark ederse evlenmeden dul kalacaksın mazaallah.”

YİCEM BU ADAMI.

“Ay! Ben onları unuttum. Sen doldur ben hemen geliyorum.” Çaydanlığı tezgaha bıraktım, kimseye görünmeden aceleci tavır ile yatak odamıza çıktım. Aynada kendime bakınca, utandım. Valla kendimi utanmaz derdim ama şuana kadar fark ettilerse bile hiç biri çaktırmamıştı. Arada pelin ima ile gülümsemişti ama ben anlamamıştım. Daha doğrusu başka şeylere yormuştum ama cidden şuan aydınlandım ve utandım. Boynuma baktıkça derin derin nefes almadan edemiyorum, dün resmen kendimizden geçmiştik ve şuan o anları düşünmem hiç iyi değildi.

“Ulan alp. Yaktım çıranı, resmen harita olmuş güzelim boynum.” Söylene söylene hepsini kapattım.

Aynanın karşısında son kontrolleri halledip, kıstığım gözlerim ile kendi kendime gülerek odadan çıktım. Hala alparslan’a sövmek ile vakit harcıyorum. Merdivenlerden inince sövme işini sonraya erteledim ve salak gülümsememi silerek direk mutfağa geçtim, alparslan elinde boş tepsi ile duruyordu. Geldiğimi fark edince arkasını döndü ve baştan aşağı süzdü, memnun olmamış gibi suratını buruşturdu.

“Paşama bak bide memnun olmuyor.” Omuzuna yavaşça vurdum ve kıstığım gözlerim ile kinli kinli bakmaya çalıştım. Bu konuda gram başarılı değildim ve alp bunu farkında. Gülmemek için gözleri ben dışımda, gerdanımda! Geziyordu.

“Benim izlerimi silmeni sevmiyorum. Şuan mecbur olmasak daha çoğunu yapmak isterdim. Şimdi içeriye gidelim yoksa ARAS’lar beni diri diri gömecek.” Ona en içten gıcık gülümsememi gönderdim ve peşimde onunla terasa geçtik.

Terasta keyifli bir curcuna vardı. Herkes konuşuyor ve keyifleri baya yerindeydi. Mert’in yanına oturmadan önce yanağını sulu bir öpücük bıraktım. Alparslan da hemen yanıma oturdu. İkisinin arasında olmak her zaman bana güvende, huzurlu hissettirdiği için gülümsedim. Bu iki adamı çok seviyorum, gözlerimi masada gezdirdim ve eksik var mı diye kontrol ettim.

“Şuan resmen yeni gelin modundasın.” Mert’in fısıltısı ile gülümsedim. Ne kadar toparlanmıştı bilmiyorum ama şuan burada olması bile benim için çok büyük bir adımdı. Ailemiz dağılmıştı, darmadağın olmuştuk. Ben daha önceden alışıktım ama o bu durumla ilk defa karşılaşıyor. Yengem ve amcam hep bir aradaydı ve asla yatağa bile ayrı girmezlerdi. Şimdi ise birisi mezarda, diğeri tedavi görüyordu. Yengem, amcamın ölümünden ve öğrendiği gerçeklerden sonra kendine gelememişti, mert onu kliniğe yatırmıştı. Onunda aynında olmak istiyorum ama korkum gün yüzüne çıktığında adımlarım geri geri gidiyor.

“Ay, vallahi mi? Çok heyecanlıyım, bir kaç yıl önce imkansız geliyordu ama şuan resmen bir aradayız.” Terleyen ellerimi dizlerime sildim, mert kocaman gülümsedi. Bu gülümseme ne kadar gerçek ve içten tartışılırdı ama bu bile şuan yetmişti.

“Seni seviyorum, ne olursa olsun yanında olacağım. Sakin ol ve kahvaltını yap, şu alparslan’ı dövmem için sebep verme.” Durduk yere ne oldu bilmiyorum ama gözlerim doldu. Bir anda fazla sevgi çarpmıştı sanırım.

“Alparslan’ı döveceğini düşünmen komik. Bende seni seviyorum abi.” Gülümsemesi artık sahici bir hal aldı. Masada herkes kendi halinde konuştuğu için kimse bizimle ilgilenmiyordu.

“Ben şiddet yanlısı bir insan değilim ve alparslan’a fiziki zarar veremesem bile evlenmenizi zorlaştırırım bu daha büyük bir darbe olur ona. Tabi evlendiğinde burada olursam.” Mert’e inanmaz gözler ile baktım. Gülümsemem silindi, ne demek burada olursam, gitmeyi mi düşünüyordu.

“Sen belki alparslan kıyabilirsin ama bana kıyamazsın ki. Ben, senin küçük prensesinim unuttun mu, ayağım kaysa ve düşsem ilk sen gelir benimle saatlerce ağlamamam için konuşursun. Daha sonra odana gider benim için ağlarsın. Benim mutsuz olacağımı bırak ufacık kafaya takacağımı bildiğin hiç bir şeyi yapmazsın. Bizim birbirimizden başka umut ağacımız olamaz ki. Birbirimize sözlerimiz var, daha nikah şahidi olacağız. Çocuğuma izin vermediğim her şeyi benden gizli yapacaksın. Aynı şekilde çocuğunu kendime benzeteceğim. Hiç bir yere gidemezsin, hiç bir yere gitmem abi.” Ağlamadan cümlenin noktasını koymuştum. Bence bir ödül hak ediyorum.

“Sulu gözlülüğünüz bittiyse, yemeğinizi yiyin. Sende daha fazla sevgilimi ağlatma lan. Gideceğim diyor ite bak, nereye gitse götünde biteceğiz bunu bilmiyor gibi konuşuyor bide.” Alparslan araya giren sesi ile masada herkesin bizi izlediğini o an fark ettim. Kendimizi o kadar kaptırmıştık ki hepsinin dinlediğini fark etmedik bile. Mert derince yutkundu, bende hala ona bakarak tek bir cümle bekliyorum. Onaylamasını, gitmeyeceğini söylemesini bekliyorum. Onu anlıyorum, onu hissediyorum ama temelli gitmemesi gerektiğini söyleyecek kadar bencil hissediyorum.

“Merak etme abi, bir yere gitmiyoruz. Enişten halan seninle telaş yapma bu kadar.” Pelinin alaylı sözleri ile alparslan’ın yediği zeytin boğazında kaldı. Ben sırıtırken, benim aksime o öksürmeye başladı, ona önündeki soğuk suyu uzattım.

“İç canım iyi gelir.” Alaylı sözlerimle ters bakışlar atarak bardağı aldı.

“Baba... Kızına bir şey desene neler diyor abisine.” Alparslan’ın yakarışı ile ortamda kahkaha sesleri yükseldi.

“Babacım, kızım en azından senin gibi evi ayırmadı bide bu tarafından bakmak lazım.” lacivert gözleri büyük bir darbe yemiş gibi şokla açıldı.

“Ah kalbim... Duyuyor musun bebeğim, neler işitiyor bu müstakbel kocan.” Bana resmen sen hak ver bari der gibi bakıyordu. Ben daha araya girmeden üç kişi tarafından uyarıldı.

“Bebeğine başlarım şimdi senin.”

“Müstakbel kocan mı dedi?”

“Yok bu adam akıllanmıyor.”

“Ay sizde iyice abarttınız. Kabullenin artık, mihirban yirmi beş yaşına girecek artık ve siz yirmi beş yıldır kabullenemediniz. DAMADINIZ OLACAĞIM.” Alparslan sanırım koca bir yürek yemişti. Masada bir süre derin bir sessizlik oldu. Kimseden çıt çıkmıyor, en sonunda alp boğazını temizleyerek bizimkilere baktı.

“Hayır, tabağında yürek falanda yok ki nereden geliyor bu özgüven anlamadım.” Abimin araya girmesi ile ona baktım. Gözlerinin tonu kararmıştı ve hiç iyiyi bakmıyor.

“Biz sözleşme yapmıştık demi?” Babamın sözlerine selim amca ve ayşen teyze kahkaha attı.

“Hiç bir zamanda saklamadım, kucağıma verdiğiniz andan belli seviyorum. O zaman çocukluk arkadaşımdı şimdi ise kalbimin adaşı. Sevmeye devam edeceğim. Dört ARAS değil bir ordu getirseniz yine vazgeçmem mihriban’dan.” Bu adam kalbimin durmasına sebep olacaktı. Ölürsem fazla aşktan yazılsın mezar taşıma.

“Bu kadar evlenmek istiyorsan al aileni, çiçeğini çikolatanı gel.” Dedem ortaya resmen bomba bırakmış ve alparslan bakmıştı. Masada çıt çıkmıyor her kes donmuştu adeta. Hiç birimiz böyle bir cümle beklemiyorduk. “Bakmayın öyle, burada hepiniz gibi bende biliyorum. Bu ikisi çok olumsuz şeyler yaşadı. Birisi sevdiği adamı unuttu, diğeri morg kapılarında sevdiği kadını aradı. Artık kavuşma vaktiniz gelmedi mi?” Haklıydı, her kelimesi haklıydı ama içime bir telaş düştü. Bu korku mu yoksa heyecan mı bilmiyorum. Alp ile ne diyeceğimizi bilemedik, hepsi bize bakıyor. Elim ayağım birbirine girmişti resmen, terleyen avuçlarımı üstüme silmek istedim ama alp’in avuçları mani oldu. Babam, abim ve mert bu durumdan hiç mutlu olmadığını anlıyorum. Gözlerim lacivertler ile buluştu, alp bir anda kalktı ve terastan kaçar gibi çıktı. Hepimizi ağzımız açık arkasından baktık.

“Az önce kocan diyordu, şimdi korktu kaçtı.” Dedi abim.

“Şerefsiz, bide seviyorum diyordu.” Dedi mert.

“O korkak çocuk benim oğlum olamaz.” Dedi selim amca.

“Ben oğlumu tanıyorsam gelecek.” Dedi ayşen teyze.

“Abim gibi kaçarsan seni topuğundan vururum.” Dedi pelin, mertte.

Ben sadece arkasından baktım, alparslan’ı biraz tanıyorsam korkmadığını ve kaçmadığını biliyorum. Kendimi kandırmıyorum, ne olursa olsun gelecekti. Kaç sancılı dakika geçti bilmiyorum ama hepimiz sessizce masada bekledik. Benimkiler keyif ile kahvaltısını yaptı, ben alparslana küfür ederek tabağım ile oynadım.

“Yok artık.” Dedi mert.

“YUH ABİ. ALLAHTAN BOXER İLE GELMEDİ.” Dedi pelin.

“Ben bu çocuğu döverim.” Dedi abim.

“Ulan sana tuvaletleri yalatacağım.” Dedi babam.

“İşte benim oğlum. Saten yakılmış yavruma.” Dedi ayşen teyze.

“Biliyordum korkup kaçmadığını.” Dedi selim amca.

Arkamı dönmem ile elinde çiçek, çikolata ile masaya yaklaşan bir adet alparslan buldum. Üstünde takım elbise ceketi, gömleği vardı ama altında ona aldığım saten mavi pijama takımı vardı. On dakika önce arkasına bakmadan bunlar için mi gitmişti. Herkes bir sesten bir şeyler derken ben kahkaha attım. Alparslan elinde saksı çiçeği ve marketten yeriz diye aldığımız çikolata ile geldi masaya. Aşırı ikonik bir hareket vallahi ben razıyım müstakbel kocamdan.

“Ya sana kurban olurum ben.” Yanıma gelip oturduğunda kimseyi umursamadan yanağını öptüm. Aşırı sevgi patlaması yaşıyorum.

“Şuan ciddi bir ortamdayız güzelim, seni allah’ın huzurunda isteyeyim sonra yersin.” Resmen beni dövün diyor bu adam. Şuan aşırı hoşuma gittiğini farkında mıydı? Hem de ikonik kombini ile.

“Tamam.” Usul usul dediklerim ile babam homurdandı.

“Allahım, kuzu kuzu tamam diyor. Ben katil olacağım şimdi.” Başını tavana kaldırmış ve kendi kendine konuşuyor ya da şuan bize sitem ediyor da olabilir ama heyecandan doğru düşünemiyorum.

“Ben kombini beğenmedim vermeyeceğim kızı.” Mert susmalı, kendi kendini yakıyor yavrum.

“Ben mert’e katılıyorum, kombin kötü gitsin gelmesin.” Abime kız bulayım ve görümce olayım. O zaman aynısını yaşatacağım. Bunu aklımın bir köşesine not ettim.

“Alp oğlum, böyle olmaz kahvaltı masasında. Biz uygun bir günde gidelim, hem siz en iyisini hak ediyorsunuz.” Selim amcanın mantıklı konuşması ile dedemde araya girdi.

“Baban doğru söylüyor. Bu kadar acele ettiğini bilmiyordum, benim torunum en iyisini hak ediyor, o yüzden olayları çözelim daha sonra size uygun bir gün söyleriz.” dedemden gelen mantıklı sözler ile herkes onayladı. Pardon babam ve abim hariç kimse homurdanmadı, ayşen teyze neler olacağını nasıl olacağını anlatmaya başladı bize. Ben, alp ve pelin hatta mert bile onu pür dikkat dinliyorduk. Hepimizi geçecektik bu yoldan ve o anlattıkça heyecan ile alparslanın elini sıkıyorum.

Kahvaltı faslımız bitmişti, ayşen teyze bize baya bilgi aktarımı yapmıştı. Ben neler olur, nasıl olur bilmiyorum. Yengem ya da annem bu süreçte olmadığı için onu pür dikkat dinledim. Onlar olsa bana yol gösterir bende önce hazırlarlardı her şeyi ama tüm yük benim omuzumdaymış gibi hissediyorum şuan. Dedemin önemli bir konuşma yapmamız gerektiğini söylediği için oturma salonuna geçtik. Sanırım artık kaçtığım konuları konuşacaktık.

“Bir davet olacak. Bu davette bu örgüte bağlı herkes katılacak, bu fırsat bizim için çok önemli. Bu sıralar fazla sıkıştılar, enselerinde olduğumuz için tutuştular. Davete kamuflaj olarak müzayede yapılacak. Dışardan sıradan bir müzayede olarak görünecek ama arka planı çok farklı. Çocuk, kadın alıp satacaklar. Satın alınan tablo, vazo, tarihi eser gibi görünecek ama değil.” Dedemin sakin sakin konuşmasına rağmen ne kadar sinirlendiği belli alıyordu. “Tablolar arka planda alının çocuklar olarak geçiyor. Vazolar, kadınlar olarak geçirecekler ve aynı şekilde tarihi eserlerde kendi icatları olan ilaçları, tedaviler olarak geçecek. Hepsine bir kulp bulunmuş. Her şey usule uygun görünüyor o yüzden baskına gidemeyiz yine de devlet göz yummayacak. “

Kanım dondu, aldığım nefesler bir bir boğazıma tıkandı. Elim kalbimin üstünde gitti. Resmen gözler önünde çocuk ve kadınları satacaklardı. Onlar üstünde sayısız deney yapılmıştı. Her bir insanın yaşama özgürlüğünü elinden alıyorlardı ve bunu usule uydurmayı biliyorlar. Bu nasıl olurdu? Kimse neden bu insanlar için sessini şimdiye kadar çıkarmamıştı? Bir insanın yaşama yetkisini elinden almak, onu hapis etmek ve kullanmak bu kadar kolay olmamalıydı. Ben yıllardır birine değil ama zihnime tutsaktım. Bu bile ne kadar zor, onları düşünmek ve empati bile yapmak insanı kahretti. Ben düşününce delirecek gibi oluyorum ama bu insanlar bunu yapıyordu. Bu insanlar yıllardır bunu yapıyordu.

“Tim o gün çalışanlar olarak orada olacak. Mih ve mertte davete gidecek. Ömere dün davetiye geldi. Benim oğluma, şerefsizler davetiye yolladı. Onu temsilen mert ve mih gidecek. Öldüğünü kimseye duyurmadık, bir süre daha böyle olacak o yüzden sizde dikkat edin. Biz her şeyi ayarladık, davet bu akşam planı kısaca anlatacağım.”

Dedem bize saatlerde planı anlattı, çift olarak katılacaktık davete. Pelin ve mert, ben ve alparslan. Peline temel bilgileri verdik sadece. Amcamdan daha doğrusu son olanlardan kimseye bir şey demeyecek normal davranacaktı. Dedem planı ilmek ilmek işlemişti, anlattığı kadar kolay olacağını sanmıyorum ama olmalıydı. O insanlar kurtulmalıydı. Ben, ailem kurtulmalıydık. Yıllardır bu günler için yaşamıştım ve artık sona geliyorum. Bu son kendi sonumda olabilirdi, yanımdaki her kes kendi sonum olmaması için uğraşıyor. Ben dışımda herkes. Ben kendi sonum olsa bile onları bitirmek istiyorum. Canım pahasına istiyorum artık bunu.

Üstüme kayık yaka siyah bir abiye giydim. Abiye ikinci deri gibi yapışmıştı üstüme ve derin bir yırtmaca sahipti, sade ama şık ve ben buradayım diyordu. Saçlarım omuzumdan geriye doğru sallanıyordu, güzel bir makyaj ve kırmızı ruj ile bitirdim işimi. Elimde topuklu ayakkabılarım ile merdivenleri indim. Alp hazır şekilde beni bekliyorken buldum. Üstümüze dinleyici takılmıştı. Girişte duran görevli bizden olduğu için biz dışında herkes aranacaktı. Alp, silahını yanına almıştı. Ben ise yanımda sadece alparslanı alarak gidiyorum. Çalışanlar ve bir çok görevli orada olacaktı her hangi bir çatışma anında silahlar ulaşa bileceğimiz yerde olacaktı. Her şey ayarlanmıştı, herkes yapması gerekeni biliyor ama içimde amansız bir korku var. Bu kaybetme korkusu. Bu uğurda bir kişiyi daha kayıp etmek istemiyorum, tek bir kişinin tırnağına zarar gelsin istemiyorum.

“Fazla güzelsin ve benimsin.”

“Fazla yakışıklısın ve bana aitsin.”

Aynı anda konuştuk, birbirimizi görünce yüreklerimiz aynı anda döküldü sevgi sözcükleri.

“Bu elbiseyi ben çıkartacağım.” Emri vaki konuşması ile onu süzdüm. Valla çok yakışıklı sevgilim var.

“Bu takımı ben çıkartırsam, tabi olur.” Karşılık vermem onu fazlası ile mutlu etmişti.

Alp ile sessizlik için yola çıktık, bizi neler bekliyor bu akşam tahmin bile edemiyorum. Sadece plana uygun kalsak hiç bir sorun olmadan çıkarız ama işte zor olan görüp susmak. Ben orada neler olduğunu bildiğim halde nasıl susacağım. Susmak zorundayım, o çocukların kurtuluşu için bir müddet daha susmak zorundayım. Bunu bilmek ve elden hiç bir şeyin gelmemesi vicdanıma ağır bir yük. Sessiz geçen uzun bir yolculuk sonrası varış noktasına uzak bir yerde durduk. İkimizde sessizlik içinde arabadan indik ve az ileride bizi bekleyen siyah minibüse bindik.

“Son kez üstünden geçmeme gerek var mı? Yapmanız gereken tek şey sorun çıkarmamam, ortalıkta görünmek. Gerisi bizde.” Albayın defalarca kurduğu cümle ile gözlerimi devirdim. Adam daha selam bile vermeden bize aynı şeyleri kırkıncı demesiydi.

“Emredersiniz komutanım.” Alparslan’dan aldığı onay ile bu seferde bana baktı, gözleri ile resmen uyarıyordu ama kimin umurunda.

“Bakarız.” Kuru bir bakarız çıktı dudaklarımın arasından.

“Bakmayacağız, yapmak zorundasın. Eğer olay çıkarsa tüm planımız yerle bir olur mihriban. Eğer yapamam diyorsan şimdiden bırak.” Derin bir nefes aldım, biliyorum. Hepsini biliyorum, kafamda yeterince kendi kendimi uyarmıştım. Planı bozacak her hangi bir şey yapamam.

“Tamam.” Yenilmişlik ile omuzlarım düştü. Eğer gördüklerime, göreceklerime susmazsam yıllardır emek emek işlediğimiz plan suya düşebilirdi. Bu yüzden kabul etmem lazımdı, sadece şimdi susacaktım. Sadece şimdi görmezden gelecektim ki sonradan hepsini kurtara bilelim.

“Alparslan, duyabiliriz. En ufak olumsuzluk sezdiğinde uyar bizi.” Albayın daha nice uyarıları, öğütleri, emirlerinden sonunda kurtulduk ve tekrar arabaya bindik.

İkimizde gergin olduğumuz için konuşmuyor, kendi kabuklarımıza çekilmiştik.

Plan basitti, amcamın öldüğünü kimseye çaktırmayacağız. Her şey yolundaymış gibi davranacağız ve bu açık arttırmaya katılanları öğreneceğiz. Bu sayede kim düşman kim dost belli olacak. Bu gece herkesin foyası ortaya çıkacaktı. Kimi bizim tarafımızdayken kimi düşman belli olacaktı. Katılacaklar listenin de çoğu ismi daha önceden bulmuştuk ama bizim hedefimiz kuklalar değil. Bize verilen isimler ne kadar büyük iş adamı da olsa hepsi kukla. Biz piyon aramıyoruz. Şahı devirmek istediğimiz için yükseklerdekileri öğrenmek istiyoruz. Bize verilen isimler zaten yıllardır takipte olduğumuz adamlar. Biz bu işin arka yüzünde kimler var onları istiyoruz. Bu gece olacak bir çok iş insanının adı bizde mevcut ama açık artırmaya katılacak insanların listede yok. Bu insanlar içinde amcam nasıl rol aldı merak ediyorum. Amcam bu insanlar ne zamandır bu kadar önemli oldu? Bu açık artırma neden bu kadar önemli, bu insanlar nasıl bu kadar güçlü? Aklımın içinde dönen amansız bir soru yağmuru var ve bu gece bir çok cevabı alacağım. Çok yara alacağımı biliyorum ama çoğu yaramda iyileşecek. Artık yaralarımı tek saran o kız çocuğu değilim. Benimle beraber bir çok insan var ve hepsi yanımda, benim yaralarımı sarmak için koşacak insanlar var artık.

“Seni seviyorum.” Derin düşüncelerimden ayrılmama sebep olan ses ile irkildim. Başım, sol koltukta bana şefkatle bakan adam döndü, alparslan. Lacivertleri kısık ışıkta bile ışıl ışıl belli oluyor, gözlerinde derin bir şefkat var. Bana olan şefkatini yumuşak dokunuşları ile hissettiriyor. Dokunuşları sanki narin bir nesneye dokunurmuş gibi. Bakışları hayatındaki en eşsiz tabloya bakıyor gibi. Kelimeleri ise hayatımda duyduğum en güzel melodi gibi. Bu adama bir çok şey borçluyum.

Bebekliğim,

Çocukluğum,

Gençliğim,

Yetişkinliğim,

Ve eğer başara bilirsek yaşlılığımda o listeye ekleyeceğim. Bu adama hayatımı borçluyum. Bu adama kendimi borçluyum. Hayatta tek borcunu ödeyemeyeceğim kişi Alparslan Demir. Ne kadar seversem, ne kadar yanarsam, ne kadar içim gitse de, ben bu adamın borcunu ödeyemem. Ben bu adama bir ömür borçluyum. Bunları dile getirsem bana çok kızar, saçmalamamı söyler çünkü alparslan’ın kalbini eşsiz bir mücevher. O bu hayattaki en güzel hazinem.

Hayat adil değildi, bu duyguyu tam içten hissediyorum. Hayat hiç bir konuda adil değildi. Şuan bulunduğum ortam resmen ultra ultra zenginlerin arasıydı. Herkes yürüyen dolar gibi canlanıyor gözümde. Şatafat söz konusuydu ortamda. Kırmızı, ve altın varakların birleştiği boğucu olmayan ama aynı zamanda heykellerin, tabloların bile sadelikte olduğu bir ortamdayım. Her kes sahte bir kibarlıkta, bazıları konuşurken kırılacak diye tırsmadım değil. Öyle sahte bir ortamda kalmıştık ki, midemde ne varsa çıkaracağım.

“Yüz ifadeni topla bebeğim.” Dibime ne zaman girmişti bu adam? Gözlerimi balo salonundan ayırdım ve samimi lacivertlere odakladım.

“Bebeğim... Şuraya bakar mısın! Resmen her kes sahte dolar.” Kahkaha atacaktı ama tutuyordu kendini.

“Farkındayım ama kimseye öldürmek istermiş gibi bakmamalısın.”

“Alparslan. Amacımı belli ediyorum. Bunun nesi kötü anlamadım.” Gözlerimi salonda kendi aralarında sohbet eden insanlara döndürdüm. Radarıma bize bir kaç masa uzakta benle yaşıt bir kadın girdi. Kendisi pür dikkat sevgilime bakıyor ve baya ateşli bakışlardı. Ben bu bakışları yatakta atıyorum.

“Sanırım İfadesini, ah pardon. Kendisini toplaması gereken başka birisi daha var.” Gözlerim avına kitlenmiş bir aslan gibi kısıldı. Burayı sevmedim. Bunun için durduğum yerde kırk tane bahane sayabilirim ama en başta bu kadın gelir. Alparslan baktığım yere bakmak için başını salona çevirdi. Gözleri, gözlerimi takip etmeden direk başını kendime tekrar çevirdim. Çenesine duran elimin baskısını arttırdım ve dikkatinin bende kalmasına sebep olacak o uyarı bakışlarımı attım.

“Nereye bakıyorsun? Kimden bahsediyorsun?” Merak içinde sorularını cevapsız bıraktım ve daha çok yaklaştım. Artık aramızda sadece iki parmak mesafe kalmıştı.

“Önemsiz birisi, sanırım intihar etmek istiyor. Benim ellerimden.”

“Yenge iç kendine gel.” İrkilerek alparslan’ın bedenine doğru bir adım attım. Koruma iç güdüsü ile elini belime sarmış kendine çekmişti. Elimi kalbimin üstüne koydum, ayaz ifadesiz şekilde yüzüme bakıyordu. Bu sırada elinde bir tepsi ile içki dağıtıyordu. Onun görevi garson olarak insanları zehirlemek. Pardon uyutmak. Gelen uykuları sayesinde bir çoğu erken ayrılacaktı sadece müzayedeye kalanlar içmiyordu.

“İçmeyeceğim.”

“Öldürmek ister gibi bakma yenge. İstersen iki üç kadeh fazla vereyim.” Önerisi ile kısa bir düşündüm.

BENCE MANTIKLI AŞKO.

“İlaç kokulu mu? Kadehlere çok koyulduğunda belli olmaz demi?” Derin düşünceli sorum ile alp bir derin nefes aldı. Bunu sırtımın yaslı oluğu, göğüsünün inip kalkmasından anladım.

“Fark edilmez. Sen hedefi göster yeter. Gerisi bende.” İşte ayazı bu yüzden seviyorum. Yüzümde oluşan gülümsemeyi engellemek adına burnumu kaşıdım.

“Siz ikiniz saçmalamaya son verin. Sen işine git, sende gelenleri karşıla.” Bana dedikleri ile başımı çevirdim ve bize doğru gelen iki yaşlı adamı fark ettim. Yaşları elli veya altmış vardı. Oldukça dinç ve genç görünüyorlardı ama amcam da böyle göründüğü için tahmin etmem zor değildi.

“İstemiyoruz, teşekkürler.” Diyerek ayazı yolladım. Oda gelenleri çoktan fark ettiği için bir şey demeden bizim masadan ayrıldı.

“Mihriban Aras, Alparslan Demir. Hayatta siz ikinizin tekrar bir araya geleceğini düşünmezdim.” Beyaz saçlı, amcam yaşındaki adamın konuşması ile sahte bir gülümseme kondurdum yüzüme.

“Bende sizin ölünüzü bekliyordum ama maalesef her düşündüğümüz olmuyor.” Mırıltımı kulaklıktakiler ve alparslan duymuştu sadece.

“Hayat bu iki gençi tekrar bir arada görmek istemiş.” Yanında mavi gözlü, sarışın adamın dedikleri ile alparslan gerildi.

“Haklısın, amcanı bekliyorduk. Kendisi nerede? Uzun zaman oldu görmeyeli.” Ayıkla pirincin taşını.

ÖLDÜ. GEBERDİ. BOK YOLUNA GİTTİ.

“Kendisi şuan bir iş seyahatinde, döndüğünde iletirim görüşürsünüz beyazıt amca.” Beyaz saçlı olan yani beyazıt amca, amcamın arkadaşı ve baya samimiler. Onu bir kaç defa evde görmüştüm ama daha çok biz olmadığımız zamanlar gelirdi.

Gelen giden bir çok insanla konuşmuştum, hepsine amcamın iş seyahatinde olduğunu demiştim. Alp’te kendi gibi bir çok iş insanı olan insanlar ile konuşmuştu. Bu süreçte saatler ilerlemiş, sabırlarımız tükenmişti artık müzayede kısmına geçmek için sabırsızlandık. Saatler ilerdekce insanlar bir bir dağılmıştı. Bunda yaptığımız planında payı büyüktü, aksi halinde sabah kadar buradan çıkamazdık. Allahtan akıllı insanlar vardı çevremde, hepsine tabiki de uyku ilacı verilmemişti. Bir çok çeşitli kan testinde belli olmayacak ilaçlar verilmişti. Alp ile beraber müzayedeye katılmak için salondan çıktık. Artık bulunduğumuz alan daha aydınlık ve parlaktı. Oda tamamen siyah ve beyazın ağırlığı ile dekore edilmişti. Sandalyelerin her birinin üstünde çeşit çeşit insan adı yazıyordu. Mert ve pelin bu kısma gelmeden önce geceye veda etmişlerdi. Onlara düşen kısım sadece görünmek ve gitmekti asıl şimdi başlıyoruz. Gece daha yeni başlıyordu.

Amcamın böyle bir yere nasıl girişi var hala anlam veremiyorum. Derin bir nefes aldım ve her gördüğümü hafızama kazımak adına daha dikkatli çevreye bakmaya başladım. Bu akşam davette bir çok önemli insan vardı ama aynı zamanda buraya girişi olmayan insanlarda vardı. Burada bulunan üstün sayılıyordu, bu akşam konuştuğum bir kadın demişti. Kendisi davet edilmediği için üzgündü, ben ise davet edildiğimiz için üzgündüm. Resmen soyadım şerefsiz, uyuşturucu, terörist denilen insanların arasında anılıyordu. Varlığımız buraya fazlaydı. Alp girişte ufak bir sorun yaşamıştı ama onun DEMİR Ailesinin varisi olduğunu öğrenenler kapıları sonuna kadar açmıştı. O benim aksime buraya davetli değildi. O yüzden sorun yaşamıştı girişte ama maalesef ki en genç milyonerler listesinde yer aldığı için onu içeriye almışlardı. Onun serveti temizdi, benim ise düşünmek bile istemiyorum. Sanırım bağışlamam ya da yakmam gerekiyor.

“Sakin ol. Her şey iyi olucak.” Alp hemen yanıma oturmuş elimi sıkı sıkı tutarak dikkatimi ona vermeme sebep oldu.

“Emin misin? Sorunsuz bir gece olsun ve gidelim buradan.” Çok gerginim, bunun için bir çok sebep var ama en büyüğünü daha yaşamamış gibi hissediyorum.

“Bu gece, elbiseni ben çıkarmak istiyorum.” İşte şimdi dikkatim tamamen dağıla bilir.

“Bu gece, elbisemi sen çıkar. “

“Nasıl bir his?” Anlamsız gelen sorusu ile duraksadım.

“Ne nasıl bir his?” Soruya soru ile karşılık alınca alparslan gülümsemesi büyüdü.

“Bu kadar eşsiz, tapılası, bir tanrıçayı andıran bedene sahip olmak nasıl bir his? Seni her yanımda hissettiğimde kendimi tutmaya çalışıyorum. Kendimi sana adamak istiyorum.” Nutkum tutulmuştu. Terleyen ellerimi elbisemin kumaşına sürdüm.

“Sen... Sen nasıl bir adamsın? Kelimelerimi tüketiyorsun. Nutkum tutuluyor sana bakarken. İçim gidiyor sana alparslan... Hem de öyle böyle değil. Bana soruyorsun ya saf gibi, sen hiç kendini benim gözümden gördün mü? Öyle eşsizsin ki benim için sana tapmak değil senin uğruna ölürüm.”

Gözleri ışıl ışıldı, ne zaman ona güzel kelimeler desem ya da sadece baksam bana böyle bakıyor. Alparslan... İçimdeki sevgiyi her an dile dökemiyorum ama o benim için sadece bir sevgili değil. Hiçbir zamanda olmadı. Olmayacakta.

“Herkese iyi akşamlar, müzayedemizin ilk eseri ile başlıyoruz.”

Salonda alkış sesleri yükseldi, fısıltılı konuşmalar eksildi ve her kes sadece kürsüdeki adama bakmaya başladı. Bizim burada bulunma amacım diğerleri ile aynı olamazdı. Herkes avını bekleyen aslan gibi duruyordu. Alp ve ben sadece sıradan müzayede sanırdık eğer gerçekleri bilmeseydik.

“Oruspu çocuklar.” Ne kadar onaylamasam da sevgilim haklı. Bu sadece sinirimizin görünen dağıydı.

“İlk eserimiz,” Büyük bir tablo küsüde yerini aldı. Tablo da, bir kadın vardı ama kadın boynundan bir iple asılmıştı. İp çiçekler ile süslüydü, baktın mı sizi uzaktan etkileyen derinliğe sahipti. Tabloda kendimi görür gibi oldum. Boynuma çiçekler asılı gibi duruyordu ama hayır. Boynuma urganlar geçirilmişti ve her bir urgan beyaz zambaklar ile süslüydü. Aynı tablodaki gibi... Tabloda beyaz zambaklar kullanılmıştı ama sadece o değil. Bir çiçek daha vardı.

“Bu çiçek?” Fısıltımı duyan sevgilim gözlerini tablodan ayırmadan konuştu. Pür dikkat tabloya bakıyor. Sanki bir saniye gözümü kaçırsam yok olacaktı.

“Krizantem, Birçok Asya kültüründe krizantem ölümün sembolü olarak kabul edilir ve cenaze ritüelleri ve törenlerinde yaygın olarak kullanılır. Çiçeğin narin yaprakları ve canlı renklerinin yaşam ve ölüm döngüsünü temsil ettiği düşünülür. Hatta Japonya’da krizantem, tanrıların soyundan geldiğine ve dolayısıyla ölümsüz olduğuna inanılan İmparatorun resmi sembolüdür.” Alparslan’ın nefes bile almadan konuşması ile nutkum tutuldu. Nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Bu insanlar bize mesaj veriyordu. Bu büyük bir mesajdı, bizi farkındalar ve tehdit ediyorlar.

“Evet, 10 milyon dolardan açıyorum.” Sunucunun direk bize bakması, bu tablonun ilk çıkması bunlar tesadüf olamazdı. Her şeyin birden çok anlamı vardı.

“Biliyorlar.” Telaşlı fısıltımı duyan sevgilim hiç bana bakma gereği bile duymadı. Sadece sahneye bakmaya devam etti.

“Tabiki de bilecekler. Burada bulunan her kes kurnaz. Hepsi yılların şerefsizi, bilmemeleri çok garip olmaz mıydı sevgilim.” Her kes mı bu kadar akıllı yoksa tek salak ben miyim anlamadığım o evredeyim.

“Ben neden bilmiyorum.” Soru değildi, bu bir yakarıştı. Sessiz bir yakarış, alp hayal kırklığımın sesime yansıdığını anladığında gözlerini iki saniye olsun bana çevirdi.

“Bilseydik doğal olmazdı. Bilseydim derdim ama bende şuan öğrendim, seninle beraber. Bu aklıma gelmişti ama olasılık vermemiştim. Tabloda tehdit mesajını anlamış oldum.” Derin bir nefes aldı. “Ve bebeğim, bu gecenin sorumsuz geçmesi için elimizden daha fazlası gelmeli.” Aklım durmuş gibiydi. Sanki birisi beynimi deliyordu. Ne olduğunu bir türlü anlamıyorum, kafamın içinde bir siren sesi susmuyor. Sakin olmak adına derin bir nefes aldım ve izlemeye başladım.

Dakikalar süren müzayeden sonra sonunda tablo iş insanı tarafından alınmıştı. Bu dakikalar boyunca çeşit çeşit tablo, tarihi eser, vazo bir çok şey satıldı, alındı. Biz ise sadece izledik, alp pür dikkat izliyor ve arada telefonu ile ilgileniyordu. Birisine önemli bir mesaj atıyor sanırım. Burada bilemediğim bir çok olay vardı. Sanki geçmişin çukuruna düşmüştüm. Çırpındıkça batıyorum, benimin içindeki ses bir an olsun susmuyor. Aklım beni çok zorluyor, eğer direncimi kıra bilsem şuan burada kriz geçire bilirim. Kendimi neden tutuyorum bilmiyorum.

“Alp...” Sesimde derman yoktu. Vücudum pelte kıvamına gelmişti ama hala dik durmaya zorluyorum kendimi.

“Bebeğim.” Bu onun dilinde efendim demekti. Benim güzel sevgilim, ne güzelde seviyor beni.

“Ben...” Cümlemi tamamlayamadan bu sefer başka birisi girdi. Bu sefer yine bir tabloydu ama bu tablo sıradan bir tablo değildi.

Kıyamet.

Tablo bana kıyameti anımsattı. Mavi renge baktıkça alev gibi hissettirdi. Hayır bu tablonun rengi mavi değil, lacivertti. Bu tablo hedefi gösteriyordu. Yok etmem gereken hedefi. Var olmaması gereken o hedefi. Ben kendi kıyametime bakıyorum. Ben kendi sonuma bakıyorum.

“Bu tablo çok değerli bir eserimiz. Tabloyu altı yaşında bir kız çocuğu yapmıştı bundan seneler önce. Tablonun hikayesi, altı yaşında ailesini kayıp etmiş bir kız çocuğunun direnişi. Hedefini, hayat kuralını temsil ediyor. Tabloya iyi bakın, bir kız çocuğu lacivert alevlerin içinde kalmış. Arkasındaki yanan evde ailesini öldürmüş bir kız çocuğu. Tablonun hikayesi şöyle; Altı yaşındaki kız çocuğu, bir gece evde yangın çıkartır ve kendisi ile ailesini yakarak öldürmek ister ama o gece ailesi ölür. Kendisi yaşar. Kızın sınavı burada başlar.” Kulaklarım uluyor, ciğerlerime aldığım hava yetersiz geliyor. “Kız bunu kendi kurtuluşu olarak temsile ederek yaptı ama hayır. Bu kızın tutsak olduğu tablo. Bu kızın kurban olduğu tablo. Bu kızın ömrünü adadığı bir tablo.”

“Yanıyoruz.” Uzaktan gelen bir ses ve aynı zamanda beynimi delmek ister gibi çalan yangın alarmı ile her kes koşuşmaya başladı. Etrafımı göremiyorum, bakıyorum ama göremiyorum. Buraya geleceğimi biliyorlardı, bu küçük bir oyun değildi. Bu büyük bir tutsaklıktı. Kelimeler dudaklarım arasından bir türlü dökülemedi, kitlenmiş şekilde sadece tabloya bakıyorum. Tablonun ortasında bir kız çocuğu vardı, arkasında lacivert alevler ile yanan bir ev vardı. Karanlığa ay ışık tutuyordu ama o ışık sadece kız çocuğunun gölgesindeydi. Gölgesi bir kadın silüetini andırıyordu. Gölgenin bir kısmı karanlıkta kalmıştı ama kadın olduğu belliydi. Bu tabloyu ben mi yapmıştım. Fark ettiğim diğer ayrıntı ise kız çocuğunun ve gölge silüetin ayağında olan prangalardı. Gölge kadın kırmıştı prangaları ama kızın ayağındaydı.

“Bunu ben mi yaptım.” Kendime inanamıyorum, kendi kendime inanamıyorum. Sanki beynim benimle oynuyor. Sanki birisi artık ölmemi istiyor. Kendi kıyametimi kendim yapmıştım.

“Çıkmamız gerekiyor mihriban.” Alparslan’ın telaşlı sesi ile boş gözlerim ona döndü. Bakıyorum ama boş. Duyuyorum ama neyi duyduğumu bilmiyorum. Anlamıyorum. Görmüyorum. Duymuyorum.

“Mih kalk güzelim.” Neden bu telaşlı, öldüğümü mü fark etti oda.

“Alparslan Demir, acelen ne evlat.” Yanımızdan gelen ses ile ikimizde ona döndük.

Bu adam ile karşılaşmıştım, bu adam Las Vegas’daki adamdı. Benimle konuşan o adam. Ahmet Hatip.

“Sen...” Kelimelerim bir türlü toparlayamıyorum. Sadece kelimelerde değil. Ben kendimi bir türlü toparlamıyorum.

“Ahmet hatip. Sende bizim küçük oyuncağımız.” Bana bakarak yarım kalan cümlemi tamamladı. Yarım kalan bir çok anımı tamamladı.

“Ona tek kelime edersen yakarım seni. Sadece seni değil, soyunu yok ederim.” Alparslan kolumdan tutuğu gibi oturduğum yerden kaldırmış ve arkasına çekmişti. Şuan fark ettiğim diğer ayrıntı ise odada o ve bizden başka kimse yoktu.

“Kendi ayağınla bana gelecek. Ve buna hiç biriniz engel olamayacaksınız. Onu tanımıyorsun, neler yapabilir bilmiyorsunuz. Küçük oynuyorsunuz ama ben sevmem küçük işleri. Büyük oynayın. Büyük oynayacağım.” Cümlenin her bir kelimesinde anlam yüklüydü. Ürperdim, ne dediğini anlamıyorum ama bedenim tepkisi anlıyor gibiydi. Şuan çift kişilikli olduğumu düşünmeye başladım.

“Ben neden bu kadar önemliyim.” Koca salonda bulunan ikisi de duymuştu beni. Alparslan’ın arkasından çıktım ve yanında durdum. Ben arkada saklanacak birisi değilim. Ne kadar ürpersem, duyacaklarımdan korksam da başım dik durdum.

“Sen çok önemlisin, seninle bunu bana geldiğin gün konuşalım. Şimdi gitmem gerekiyor güzel kızım.” Yüzünü dağıtsam buradan sağa çıkma oranımızı ne kadar olurdu? O pis gülümsemesi yüzünde yerle bir olmalıydı.

“O sana gelmeyecek, sen ayağımıza geleceksin. Onunla aynı ortamda değil kalmak, aynı yerde nefesi solumanıza bile izin vermem.” Alparslan’ın cümleleri ile ahmet sadece gülümsedi.

“Kayıp etme nedenin ona çok güvenmen. Ona güvenme, o kim bilmiyorsunuz.” Arkasını dönmeden önce bize son bir kez baktı. Gülümsemesi hala yerli yerindeydi. “Избавьтесь от оков Геры и узнайте, кто вы. Приди, моя прекрасная дочь, приди к своему отцу.” Rusça olduğuna emin olduğum cümle ile kalbim tekledi.

“Alp... Gidelim.” Dudaklarımın arasından kelimeler nasıl döküldü bilmiyorum.

Alp kendi ile beraber beni de salondan çıkardı. Etrafta yangına belirti hiç bir şey yoktu. Yalan olduğunu anlamıştık. O adamla konuştuklarımız bir bir kafamın içinde dönüyordu. Son anda ne demişti anlamamıştım. Artık bu yük omuzlarıma çok fazla geliyordu, bizim bir çıkışımız var mı? Bizim bir kurtuluşumuz var mı? Benim yok. Ama alparsanın olabilir. Eğer ben onun hayatında olmasaydım şuan çok mutlu olabilirdi. Bu gece, o tablo, o adam hepsi çok fazla gelmişti. Serin havanın yüzüme sertçe vurması ile dışarı çıktığımızı fark ettim. Dışarısı polis, itfaiye, ambulans kaynıyordu adeta. Herkes buradaydı, tim, ayaz, babamlar, hepsi burada. İlk gözüme çarpan kişi babam oldu. Onun hemen yanında dedem vardı. Kızgındı, bana mı kızmıştı? Elini tutuğum adam beni onların yanına ilerletti. Kurbanlık koyun gibiyim, kim nereye çekerse oraya gidiyorum. Babam neden bana kızgın değil? Dedem neden bana kızgın? Abim kızgın mı? Düşünecek o kadar konum var ki hangi birini çözeceğim şaşırdım.

“Siz, beni öldürmek mi istiyorsunuz?” Babamın bağrışı kulağımı çınlattı. Bir kaç adım vardı aramızda, tam karşısında duruyorum. Dik duruyorum ama her an yıkıla bilirim.

“Sakin olun...” Alp yapıcı bir insan olduğunu bu ortamda bile belli etmek istedi. Oda sinirliydi, o kadar sinirliydi ki elimi sıkı sıkı tutuğunu farkında değildi. Hiç bir şey yapamamıştı. İçeride ikimizde hazırlıksız yakalanmıştık. Dedeme baktım, babam hala bağırıyordu ama o sessizlik içindeydi. Onu izledim, düşündüm. Beni izledi, düşündü. Benimle aynı renk olan gözleri sanki bana bir çok duygu haykırıyordu.

“Eve gidelim, karargaha gidelim ama burada konuşmayalım.” Dedem şuan olmaz diyordu. O zaman şuan olmazdı. Onun komutu ile bağıran babam sustu. Sinirlenen alp sustu. Ben susmadım.

“Biliyordun demi.” Bir şeyler kafamın içinde oturmuştu.

“Evde konuşalım.” Etrafa bakarak kurduğu cümle ile durdum.

Yine başa döndük, sanki kendi eksenimin etrafında habire dönüyorum. Nasıl başarıyorum bilmiyorum. Kafamın içindeki ses buna benim sebep olduğumu haykırıyor. Ben ne yapmıştım sebep olacak bilmiyorum. Üzgünüm, kırığım, belki param parçayım ama bunu anlatacak kelimelerim yok. Belki var olsa konuşacak dermanım yok. Daha kime ne anlatacağım, kimin problemi olacağım. Evimizin salonunda oturuyoruz. Her kes gitmiş sadece kendi ailemle kalmıştık. Başıma gelecekleri biliyorum ama bir umut susarsam konuşmayız sanıyorum. Buradayım ama bedenen annemin yanında olmak isterdim. Bu benim artık en çok düşündüğüm düşüncemdi. Annemin yanında olmak. Anne kolları sıcak olur muydu? Ya da şefkatli, hatırlamıyorum ki.

“Biliyordum.” Hayal kırıklığını hissettim, en büyük hayal kırklığı babamlar sanırdım ama buda onlarla yarışır.

“Biliyorum.” Hissiz olmayı başarmıştım. Bana en başında bu yola çıkarken hissetmezsen acımaz demişlerdi ve ben gülmüştüm ama güldüğüm diğer şeyler gibi buda gelmiş ve beni bulmuştu. Bulmaz dediğim, olmaz dediğim, inkar ettiğim her şeyi full hd izlediğim bir hayata sahip olacağımı sanmıyordum. Ama hayat sanmadıklarımızdan ibaret değilmiş.

“Nasıl?” Babamın siniri hala geçmiş değildi. Bunu şuan bile yerinde duramayışı, bir sağa bir sola gidip gelişinden anlaya biliyordum.

“Dede! Bunu nasıl yaparsın, aklımızı kaçırmak mı istiyorsun!” Abim, onun korkusu neydi? O, korkusunu sesine yansıtacak kadar mı korkmuştu. Kim için?

BİZİM İÇİN MİH.

“Beni olsun uyarmanız gerekiyordu. Ben orada sevdiğim kadının yanında o lanet adamı yok etmek istedim. İkisini bir araya geleceğini bildiğiniz halde sustunuz. Planınız ne sizin?” Alp haklı. Babamları olmasa bile bizi uyarması lazımdı.

“Uyaramazdım, o zaman adam bir plan olduğunu anlardı. Bu işimize yaramazdı. Mih, güzel kızım. Sen, benim torunumsun. Seni bile bile oraya savunmasız yollamam. Bu bir plandı ve böyle olması gerekiyordu. Artık bu işin bitmesini istiyoruz ama mih hatırlaması lazım. Her şeyi hatırlaması lazım ki bizde bu işi bitirelim.” Haklıydı. Herkes gibi oda bu işe yıllarını vermişti ve bitmesini istiyordu. Kafamın içi o kadar curcuna ki şuan birisi öl dese haklısın diyeceğim.

“Hatırlamak için zaten elinden geleni yapıyor, siz bile bile zorluyorsunuz. Siz bile bile onu ateşe atıyorsunuz.” Alparslan böyleydi, söz konusu ben olduğumda kimse ile samimi olmuyor. Tam aksi herkesi karşısına alıyordu. Bu çok tehlikeli.

“Yapamıyor.” Yutkunamadım, boğazıma o kadar büyük bir yumru oluştu ki... Aldığım nefesim tıkandı, dilim lal oldu. Dedem tatmin olmuyordu. Dedem kırıyordu, dedem sadece kendi çabalıyor sanıyordu. Kalbimdeki yara izlerinin üstüne bir çizik daha attım. Bu ağır gelmişti, insanlar bazen dillerine hakim olamazdı. Gülümsedim, yutkunamadım ya da nefes alamadım ama gülümsedim.

“Baba.” Babam bağırtısı yüzümü buruşturmama neden oldu, artık bu ortam da kalmak istemiyorum. Ben sadece alp ile aynı ortamda saatlerce kalmak istiyorum. Başkası olmasın.

“Siz ne biliyorsunuz? Siz nasıl bunu dersiniz! Bu planı başından belli onu dahil etmek hataydı, onu korumanız gerekiyordu. Eğer o dudaklarınız arasından mantıklı tek bir kelime çıkmayacak ise susun. Aksi halde işler hiç istediğimiz gibi sonuçlanmayacak.” Kalbim tekledi. Konuşmak için dudaklarımı araladım ama benden önce sevdiğim adam konuştu. Sesim oldu, lal olduğum da sesim oldu.

“Alparslan, ileri gidiyorsun asker. Benim sabrımı taşırma...” Dedem pişmandı, bunu bana değmeyen bakışlarından anladım ama sustum. Bana değmeyen bakışları ve kıran cümleleri ile ona diyecek tek bir kelimem yok. Bide bizi tehdit ediyor. Bizi bizle tehdit ediyor.

“Sen burada komutan değilsin. Askerimi ben dışında kimse tehdit edemez.” Babam... Babam, alparslana arka çıkmıştı. Beklenmedik bir şey olduğu için ağzım açık kalmıştı. Şuan burada neler oluyor bilmiyorum.

BU ADAM KİMİN ASKERİ, KİMİN KOMUTASI ALTINDA BİR KARAR VERSELER KEŞKE.

“Babam haklı. Dede, artık gitsen iyi olur.” Abim, alparslana destek çıktı. Şuanı ölsem unutmam. O derece şaşırmıştım.

Dedem hepsine baktı, bir tek bana bakmadı. Bir anda dudakları arasından firar eden cümle için pişmandı ama sıcağı sıcağına halletmek istemiyorum. Acıtmıştı, bana ilk defa bu şekilde sesini yükseltmiş ve bir halta yaramadığımı hissettirmişti. Hayal kırıklığı olmuştum onun için anlaşılan.

“Ne haliniz varsa görün üçünüzde ama ben daha sonra geleceğim. Bu gece bitmeli artık.” Dedemin sert adımlar ile odayı terk etmesi üzerine sinirden sağa sola giden babam oturdu, abim kaçırmadığı bakışları bir an olsun çekmiyor üstümden. Alp bir dizini kırmak ister gibi titretiyor. Bu dedeme daha fazla karşılık veremediği içindi. Onu tanıyorum, birisi beni incitmek istese onu paramparça yapmak istiyordu.

“Bunu sevmedim.” Dediğimde elimi titrettiği dizine koydum. Hepsinin dikkatle beni dinliyordu.

“Neyi sevgilim?” Meraklı gözleri bana döndü.

“Dedemin tehditini. Beni, seninle tehdit ediyor. Aynı zamanda seni, benimle.” Üçü de bu işin nereye gideceğini dinliyordu pür dikkat. “Evlenelim. Kimse bizi birbirimizin yokluğun ile tehdit edemesin.” Şuan mantıklı mı bilmiyorum ama onunla evlenmek istiyorum. Onunla tehdit edilmek, onun yokluğu ile sınanmak istemiyorum. Şuan dedemin üstüne görünüyorum, istese bu işi kılıfına uydurur ve bizi ayıra bilirdi. Bunun olmasını istemiyorum, seneler süren psikolojik tedavimi öne sürebilirdi. Tamam bunların hepsi bir olasılık ve ben yanımdaki adamla evlenmek istiyorum.

“Yok artık.” Abim hayret edermiş gibi bir ifade ile bakıyor ama kimin umurunda.

“Bu kız ne zaman koca düşkünü oldu!” Babamın eli kalbinin üstünde bize acıtasyon yapıyor.

“Olur...” Alparslan ise şaşırmış ve ne diyeceğini bilemiyor gibi. “Olmaz.” İki cevap vardı ve ikisini de kendisi demişti.

“Olamaz.” Abim susmalı.

“Hepinizi vururum.” Babamı mı vursam acaba?

“Kimse seni benden ayıramaz. Bunun için bir evlilik yapmamıza gerek yok. Unutma, sen nereye gidersen git ben seni bulurum. Ölüm döşeğinde olsam bile seni bulurum. Hep bulduğum gibi.” Kalbim eridi. Onca sorunun arasında tek ilacım bu adam.

“Ben şimdi seni bir bulacağım göreceksin.” Babamı unutmamız imkansızdı.

“Bence de bul baba. Bu dayak yemeye yemeye unutmuş.” Abim dudakları iki yana kıvrılmış, şeytani bakışları sevgilimi bulmuştu.

“Size bir haberim var.” Alp büyük bir heyecan ile yerinden kalktığı için bende başımı kaldırdım ve ona baktım. Hepimizin yüzüne dikkat ile baktı. Birazdan kıyamet kopacaktı hissediyorum ve bu sevgilim tarafından gerçekleştirilecekti.

“Söyle söyle, daha çok dövmek için sebep ver bana.” Babamın aklı fikri sevgilimi dövmek.

“Acun gibi ne uzatıyorsun lan. Direk söylesene.” Abimdeki sabırsızlık benimle yarışır.

“Biz zaten evliyiz.”

SİKTİR.

Ortamdaki herkes susmuştu, alp büyük bir zafer ile sırıtıyordu. Bu adamın dudaklarından aileme karşı hiç hayırlı şeyler çıkmıyor. Babam elini kalbinin üstüne koymuştu. Ne ara beline attı ve silahı çıkardı fark etmedik.

“VURACAĞIM LAN. GEBERTECEĞİM İTİ.”

“ÖLÜMÜN ELİMDEN OLACAK ALPARSLAN.”

Babam ve abim sonumuz olacak gibi.

YILLAR ÖNCE.

Karanlıktayım, kimse yok, nefes alamıyorum. Aldığım nefesler tıkanıyor, ellerim titriyor.

“Kurtarın beni.” Sesime kendim yabancıyım. Sesimi kendim duymuyorum ama başkasının duymasını bekliyorum.

“Merhaba küçük kız.” Yanıma yaklaşan adam ile geriye kaçmak istiyorum ama kaçamıyorum. Ayaklarımda prangalar var. Ayaklarım acıyor, ellerim acıyor. En önemlisi kalbim acıyor.

“Merhaba.” Kuru, cansız boşluğu andıran ses tonum ile bakıyorum adama.

“Şimdi buradan çıkacaksın, çizim yapmayı sever misin?”

“Evet.”

“Tamam, beni takip et.”

Adamın emri ile mihriban’ın ayağındaki zincirler çözüldü. Günler sonra aydınlığa çıkmanın verdiği rahatsızlık ile gözlerini kapadı mih. Küçük elleri gözlerine siper oldu.

“Şimdi burada uslu bir kız ol ve sana verilen kağıda bir şeyler çiz. Birazdan yemek için gelip alacağım seni.” Mih sadece başını salladı ve sessizce ona denileni yapmak istedi. Günlerdir hatta belki haftalardır buradaydı. Üstü başı pis içinde kalmıştı.

Günler geçti, mih ilk gün annesini çizdi, ikinci gün ailesini çizdi, üçüncü gün alparslanı çizdi. Günler geçti, mih her gün kendine verilen resim kağıdına bir şeyler çizdi.

“Bu ne?” Adam elindeki resmen şokla baktı. Küçük bir kızın çizimi olamayacak kadar profosyonel idi bu çizim.

“Bu resim.” Mih üstü başı temizlenmişti, artık tok hissediyordu ve rahat rahat çizmişti. Ne hissediyor, ne hayal ediyor ise onu çizmişti. Çizim yeteneği vardı ama yıllar sonra onu unutacağını, onca derdin arasında sorun edeceğini düşünmemişti.

“Sen mi çizdin?” Adam hala inanmak istemediği için sağa sola bakarak birisini aradı.

“Evet. Hatta ismi var.” Bu gün küçük bir kızdan beklenmedik şekilde cümleler kuruyor ve çiziyordu.

“Adı ne?”

“Kıyamet.” Yutkundu ve korka korka devamını getirdi. “Benim kıyametim.” Adamın yüreği acıdı, o an kıza kocaman sarılmak ve onu ailesine haber vermek istedi ama o an kendi kızı aklına geldi. İşte insan oğlu böyleydi. Kendi çıkarları her zaman hepimiz için öncelikti. Adam hiç bir şey yapamadı, bu sırada odaya başka birileri girdi. Mih başını kaldırdı ve gelen kişilere baktı. Gördüğü tanıdık yüz ile bedeni gevşedi. Sonunda onu kurtarmak için gelmişlerdi. Bir an heyecan ile adama koştu.

“Dede...” Büyük bir mutluluk içinde güvenmemesi gereken o kollara koştu ve güvendi.

“Geldim dedeceğim.”

Bölüm sonu.

SİZCE DEDE İHANET EDER Mİ?

EVLENSİNLER İSTER MİSİNİZ?

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.06.2025 22:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...