45. Bölüm

43.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

“KANLI PAPATYALAR...”

Kendimi koca okyanusun içindeki o derin karanlığa teslim etmiş gibi hissediyorum, her şey çok hızlı oluyor, Kime yetişeceğimi şaşırmıştım. Onlara yetişmek için kendimden bile vazgeçebilirim ama aşırı yorgun hissediyorum. Durduk yere dibe batmışlık hissi ile doldum. Kendimi suçlu ilan etmeden rahat edemiyorum. Yanımda oturan iki adamda bana ne derse desin, kendimi şuan acayip kötü hissediyorum. Sanki bana verilen şansı doğru kullanamamışım, sanki bana armağan gelen bir hediyeyi incitmişim. Karabasan gibi kendi kendime çöktüm ve bu düşüncelerimi bir türlü toparlayamıyorum. Hastanedeyiz, babam... Alparslan’ın bir anda gelen itirafı ile adam kendinden geçmişti. Şuan odanın kapısında doktorların çıkmasını dört göz ile bekliyorum. Koca hastaneye sığamıyorum. Alp kendini suçlamıştı ve abimden bir yumruk yemişti. Onun da şuan kaşına pansuman yapılsa içim rahat ederdi ama inat sevgilim bir türlü yanımdan ayrılmıyor. Bir diğer derdim ise abim. Kendisi Alparslan’a yumruk atınca onunda eli armut toplamamıştı. Oda abime karşılık sonucu bir anda ortam curcuruna olmuştu ve karşımda iki suçlu gibi yan yana oturmuş doktorları bekliyoruz.

“Özür dile barışalım.” Abim’in sesini duyunca başımı kaldırmadım. Onları duymamış gibi yerdeki fayansları incelemeye devam ettim. Hastanede koridorunda o ikisinin derin derin nefes sesleri dışında başka bir ses yoktu. Bu hastanenin bir katı sadece bize aitti ve ne zaman gelsek hep aynı doktorlar, hemşireler ilgileniyor.

“Ulan ben niye özür diliyorum. Sen vurdun, sen özür dileyeceksin.” Alparslan haksız ama kimse onda haksızlık mahcubiyeti göremezdi.

“Ula, kardeşinle evlendik diyorsun it. Ne yapmamı bekliyorsun kuru bir tebrik mi.” Abimden daha azını ben bile beklemiyordum.

“Tabi tebrik edeceksin enişteni. Sen durmuş yumruk atıyorsun.” Bu adamın yüzsüzlüğü beni öldürecek. Yüzümdeki gülümsemeyi saklamak artık zor oluyor.

“Sikerim, enişte ne lan. Gel beni vur diyor herif.” Abimin gergin ve kızgınlık dolu serzenişine alp sadece sırttı.

“Bir gün enişten olacağımı biliyordun. Şimdi kabullen kayınço, kardeşin karımmm...” Alp bu durumdan acayip keyif aldığını daha nasıl belli ederdi bilmiyorum. Abim, kendi ile alparslanı da yakasından tutup kaldırdı. Saniyeler içinde onları duvara yaslanmış kanlı bıçaklı bulmuştum. Tam müdahale edecekken buraya yaklaşan ayak sesleri ile başımı koridora çevirdim.

Tim, dedem, mert ve pelin hızlı ve telaş ile bize doğru geliyorlar. Onları görmem ile rahat bir nefes aldım, terleyen avuçlarımı üstüme sildim ve ayağa kalktım. Sonunda onları ayıracak birileri gelmişti.

“Ne bu haliniz?” Dedemin keskin sesi ile ikisi de ayrıldı.

“Ne oldu?” Cihangir abinin sorusuna hangisi cevap verecek diye bekledim.

Mert yaklaşınca direk kollarımı ona doladım, şuan biraz olsun onlardan uzak kalmak istiyorum. Dip dibe oldukları her an birbirlerini yiyorlar. Mert’e sıkı sıkı sarılınca beni kendine yapıştırdı.

“Abim ve alp birbirlerini yiyorlar. Hem de içeride babam hastayken. Hayır, her an birbirlerine girmeleri mi gerekiyor? Anlamıyorum, altı üstü biz alp ile beraberiz ve bunu kabullenmeleri gerekiyor artık. Yoruldum valla, başta hoşuma gidiyordu sahiplenici tavırlar ama artık sıkıldım. Ya alp, oda habire onları kızdırıyor. Babama ve abime evli olduğumuzu söyledi. İnana biliyor musunuz! Altı üstü ona bu gün sen gidince evlilik teklifi ettim oda hemen yumurtladı. Babam, kalbini tutarak yere yığıldı, onlar ise yumruk yumruğa birbirine girdi. Hangisine koşacağımı şaşırdım. Birinin dudağı, birinin kaşı patladı. Hiç biri pansuman yaptırmaya gitmiyor, gitseler biraz kafamı dinlerdim.” İçimdeki her şeyi tek kalemde dile getirişim ile rahat bir nefes aldım. Omuzlarım düştü ve mertten ayrıldım. Onun kolları benim konuşmaya başlamam ile benden ayrılmıştı zaten.

“NE.”

“NE ZAMAN.”

“OĞLUMA NOLDU?”

“ULAN BİZ DAHA KIZI VERMEDİK.”

“AY ABİ YAAA... DAHA KIZI İSTERKEN GÖRÜMCELİK YAPAMADIM.”

Hepsi bir ağızdan konuşunca bir ona bir ona kafamı çevirmekten başım döndü.

“Sakin olun.” Tatlı tatlı sırıtmaya çalışarak hepsine baktım.

“Baştan dökül fare.” Mert’in katı ve soğuk ses ile aramıza iki adımlık mesafe koyup başımı ona çevirdim.

“Bak şimdi, ben bir anda alparslan’a evlenme telifi ettim. Oda kabul etti derken, babamlarda oradaydı ve bir anda ortalık curcuna. Sonra alp bizim zaten evli olduğumuzu söyledi ve sonuç babam içeride, bunlarında kaşı patlak.” Tek nefeste uzun bir cümle kurmak beni yormuştu. Derin bir nefes bıraktım ve hepsinin yüzüne baktım. Pelin ve Mert bana hiç iyi bakmıyor, gerçi hiç kimse hiç iyi bakmıyor.

“Ben anlamadım şimdi siz ne zamandır evlisiniz?” Pelinin sorusu ile kısa an düşündüm.

“Biz plan için Türkiye’ye gelmeden önce dini nikah kıymıştık.” Dedem ilk defa öğrenmediği için rahattı ama diğerleri baya şaşırmış duruyor.

“Yalan makinesi yanılmamıştı demi.” Ayazın büyük aydınlanması ile suçlu bir çocuk gibi başımı sallayarak onayladım onu.

Derin sessizlik içinde her birinin tepkisini izledim. Cihangir abi, Selim, Ayaz, Uraz ve en son Ela yavaş yavaş Alparslan’a yaklaştı ve karşısında dikildiler. Hiç birinden tek kelime çıkmadı ama gözleri için aynı şeyi demeyeceğim. Hepsi Alparslan’ın karşısında duruyor ve baştan aşağı onu süzdüler. Cihangir abi, Dedeme döndü ve onu da süzdü daha sonra ani bir hareket ile Alparslanı yakasından tutu ve kafayı gömdü. Benim dudaklarımın arasında ufak olmayan bir çığlık kaçtı. Cihangir abi bırakınca, Ayaz karnına, Selim yüzüne yumruk attı. Ela sadece izlemek ile yetiniyorken, Uraz kayıt altına alıyordu. Onlara müdahale etmek için adım attım ama Mert’in koluma mengene gibi yapışmasıyla adımlarım sekteye uğradı.

“Bıraksana, görmüyor musun dövüyorlar.” Kolumu kurtarma çabam abimin kahkahası ile bölündü. Abim, Mert, Dedem ve Pelin katıla katıla gülüyordu. Hiç biri ayırma girişiminde bile bulunmuyor. “Dedeeee...” Yüksek sesimden dolayı gülümsemesini zoraki şekilde sonlandırdı.

“Tamam bırakın.” Tek bir komutu ile bırakmak zorunda kalmışlardı. Keşke benimde en üst düzeyde bir rütben olsaydı.

“Ne yapıyorsunuz siz!”

“Mih. Sen karışma canım.” Cihangir abinin sinirli ses tonu ile kaşlarım çatıldı, bedenim zaten gergindi şimdi iki katı gerilmiştim.

“Ne demek karışma. Ağzı yüzü dağıldı, bırak sende beni.” Mert’ten kolumu çekmem ile bu sefer bıraktı.

“Yenge, az bile yaptık. O bundan fazlasını hak etti.” Selimi bir kaşık suda boğsam ne olur?

“Ulan, ağzına sıçtınız. Alt üstü evlendik.” Telaşlı adımlarım Alparslan’ın yanında durdu ve onun yanına yere çöktüm. Burnu kanıyor, dudağı kanıyor ve kaşı kanıyordu. Elmacık kemiği kızarmıştı, kesin moraracak.

“Bebeğim, bu sefer haklılar.” Alparslan’a bir de ben çarpacağım şimdi.

“Lan, içinden geçtiler. Yüzünün dağıldı hala onları savunuyorsun.”

“Güzelim...” Sözleri uzatılan peçete ile yarım kaldı. Ela’dan aldığım peçeteyle kanayan burnuna tuttum.

“Neler oluyor burada?” Sonunda doktorun çıkması ile rahat bir nefes aldım ve hemen olduğum yerden kalktım.

“Babam nasıl?”

“Sakin ol Mihriban. Atakan bey gayet iyi, küçük bir tansiyon sorunu. Şimdi kendine geldi. Tansiyonu çıkmış ve ani çıkış yüzünden kendinden geçmiş. Gereken müdahaleyi ettik. Onu görebilirsiniz. Serum bitince çıkabilir.” Doktor hepimiz de göz gezdirdi ve en son hala yerde duran sevgilime baktı. “Alp senin için bir hemşire yolluyorum. Siz yanına geçin isterseniz.” Doktor son geçmiş olsun cümlesini söyleyip gitti. Kapının önünden çekildim ve ilk başkasının girmesi için bekledim. Ben odaya ilk giren kişi olamam.

“Siz girin. Biz Alp’e pansuman yaptıralım.” Onu yerden kaldıra bilecekmiş gibi kolundan tuttum ve çektim ama hiç bir çabam olmadan kendi kalktı. Hepsi bana garip garip bakmaya son vermedi. Gözlerimi itina ile hepsinden kaçıyorum ama en sonunda Alp’de hareket etmeyince gözlerimi lacivertler ile buluşturdum. “Bebeğim, sen babanın yanına gir. Ben kendim halleder gelirim.” Alparslan’ı tek başına bırakmak istemiyorum. Daha doğrusu hastane odalarıyla hiç güzel bir anım olmadığı için girmek istemiyorum. “Ama sen tek...” Cümleler dudaklarım arasında dökülmesine izin vermeyen Cihangir abi ile başka çarem kalmamıştı.

“Biz onu tedavi ederiz, siz girin.” Diyerek Alparslan’ı kolundan tutarak koridora çekiştirdi. Onların peşinden, tim, Pelin, Mertte gitmişti. Kaldık üç kişi. Gözlerimi arkalarından bir türlü ayırmadım. Daha doğrusu ayırmak istemedim. En son başı boş odaya girdiğimde annemin yanmış cesedi vardı. Bu benim hatırladığım sınırlı anılardan birisiydi. En başta unutmak isterdim oysa.

“Ben...” Sözler dudaklarımın arasından firar edemiyor, ne diyeceğime bir türlü karar veremedim. Sözlerimi tamamlayamadım.

“İstediğin kadar burada bekleriz. Sen hazır olduğunda girelim.” Abim içten sözleri ile gözlerim ona tutundu. Benim toprak irislerinde bir çok anlam çıkara bilirim. Dedemde yanımda olduğunu belli etmek adına saçlarımı seviyor.

Orada ne kadar bekledim bilmiyorum, beş dakika ya da yarım saat karar veremiyorum. En sonunda cesaretimi toplayıp kapıyı açtım. Aniden açmıştım, biraz daha düşünürsem yapamayacağımı biliyorum. Oda görüş açıma girdiğinde, babamı aradım. Büyük odada, ortada hasta yatağında yatıyor. Sessizce bizi bekliyordu anladığım kadarıyla. Gözleri direk beni bulmuştu. Hemen ardından yavaş adımlar ile yanına doğru ilerledim. Burada bulunmak benim için yeterince zor.

“Nasıl hissediyorsun?” Yanında durdum ve üstten üstten baktım. Derin derin bakışları ile yutkundum. Kendimi suçlu hissettim.

“İyiyim kızım.”

Kızım...

Bana kızım demişti.

Ben şimdiye kadar bir çok kişiden bu kelimeyi duymuştum ama hiç biri böyle hissettirmemişti. Mutluluk ve hüzün aynı anda hissettim. Ne diyeceğimi bilemedim, elim ayağım birbirine girdi. Bana kızım demişti. Ne değişik bir duyguymuş birinin kızı olmak. Ben birinin kızıyım. Ben birinin evladıyım. Ben birinin koşulsuz şartsız sevdiği o insanım. Sevginin çok çeşidini gördüm. Amcam, yengem, mert, iş arkadaşlarım, arkadaşlarım kısaca çevremde her kes beni severdi ama birinin beni kızı olduğum için sevmesi... Daha doğrusu birinin beni babam olarak sevmesi nasıl hissettirir tadıyorum. Ben yirmi beş yaşına gireceğim ama ilk defa birisi beni evladı olduğu için seviyor.

“Mih...” Dedemin sesiyle kendime geldim. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki onları unuttum.

“Efendim.” Donuk bir robot gibiyim.

“Güzelim iyi misin?” Abim ne zaman yanıma gelmişti? Hiç fark etmemiştim.

“İyiyim.” Dedim. Kuru bir iyi lafıma hiç biri inanmamıştı anlaşılan.

“Gel otur.” Abimin yardımı ile yatağın yanındaki sandalyeye oturdum. Hala ‘kızım’ dediğine inanamıyorum.

“Bana kızım dedi.” Takılı bir plak gibi kaldım.

“Evet duyduk, neden anlamadım ama.”

“Baban, bana kızım dedi.” Yok bence babam kalksın ben yatayım.

“Güzelim, acaba kızı olduğun için olabilir mi? Yani benimki sadece soru.” Benimle eğleniyor.

“Dede.” Küçük bir serzeniş ile bakışlarım dedemi buldu. “Benimle dalga geçiyor.” Elimle abimi gösterdim ve dolu dolu gözlerim ile baktım.

“Dedem... Ben o eşek oğlu eşeği döverim ağlama sen.”

“Baba. Hadi Ayaz eşşek beni niye yakıyorsun arada.” Hasta adamın takıldığı noktaya bakın.

“Sus büyük eşşek.”

“Eşşek.” Abime dolu dolu eşşek demiştim. Şuan resmen küçük bir kız çocuğuyum.

“Baba! Kızın bana eşşek diyor.” Abim küçük bir çocuk.

“Eee yanılmıyor.”

“Haklı kızım.”

İkisinin de benim tarafımı tutması ile güldüm. Çocuksu bir ifade ile güldüm. Abim küsmüş gibi davranıyor ama oda şuan ki halinden oldukça memnun. Yüzünde saklamaya çalıştığı bir gülümseme var. Derin bir nefes aldım ve başımı babama çevirdim. O zaten bana bakıyordu.

“Nasılsın?” Tekrar aynı sorum ile odada kahkaha tufanı koptu. Bana gülüyorlar, resmen dalga konusu oldum.

“Bu kadar salak olacağını düşünseydik en baştan, derdik.” Abim çok eğleniyor bence az gülmeli. Çatık kaşlarım ile başımı ona çevirdim.

“Sus sana sinirliyim.” Onu terslemem ile susmuş ve bana kıstığı gözleri ile bakmaya başladı.

“Hak etti.” Bunu diyip işin içinden sıyrılamaz. Buna izin vermem.

“Kaşını patlattın.” Serzenişim ile omuz silkmek ile yetindi.

“Neler oluyor?” Babamın sorusu ile başımızı ona çevirdik. Ben kollarımı kendime sardım ve küçük bir kız çocuğu gibi başımla abimi gösterdim.

“Alparslan’a yumruk attı. Kaşı patladı.” Babam bu dediğime kızacağına sadece bana baktı ve çatık kaşları ile daha sonra abime baktı.

“Sadece kaşı mı?” Dediğinde durumu sorduğunu sandım ve başım ile onayladım onu. “Sadece kaşı ile yırtamaz. Kafasını, kemiklerini kıracağım onun.” Demesini asla beklemiyordum.

“BABA...” Yükselen sesim ile hepsi yüzünü buruşturdu. “Abi, onu sevmiyorsanız bile benim için saygı duymak zorundasınız. O benim sevdiğim adam, isteseniz de istemeseniz de benim hayatımda ve bu hayatıma sizi tekrar dahil etmişken dağılmak istemiyorum. Bakın anlıyorum, beni paylaşmak istemiyorsunuz ama bunun yüzünden ona kötü davranmanıza özellikle şiddet içerikli düşüncelerinize izin veremem. O adam benim her şeyim ve onu kabul edin artık. Alp bu hayatta başıma gelen sayılı güzel insanlardan birisi. Onu seviyorsunuz, yanıma yaklaşınca da sevin.” Sözlerimin bitimi ile rahatlamış hissettim. Valla rahatladım, artık arada olmaktan sıkılmıştım.

“Baba mi dedi o?”

“Valla abi dedi.”

“Sevdiğim adam diyor ya.”

Hepsinin takıldığı yerlere ağzım açık kaldı. Ben onca cümle kurmuştum ve içinden cımbızla lafı çekmişlerdi.

“Ya beni ciddiye alın.”

“Ben, sana seneler sonra kavuştum. Hepinizi seviyorum buna Alpte dahil ama sen benim için ayrısın. Ben sana daha yeni kavuştum ve daha doyamadım. Kırk yılda geçse doyamam. Sen ve abin benim yavrumsunuz. Siz annenizden emanetsiniz, ne kadar sahip çıktım tartışılır ama ben sana yeni kavuşmuşken evli olduğunu öğreniyorum. Biraz yamacımda dursan, sana doymasam bile aynı çatı altında doya doya vakit geçirsek. O şerefsiz seni benden önce bulmuş ve şuan onunla yaşıyorsun, ayağın taşa takılsa ona koşuyorsun. Ben her şeyi farkındayım ama kızıma sarılmak istiyorum. Kızımı o it severken uzaktan izlemek istemiyorum. Bize bir şans verir misin? Tekrar yarımda olsa bir aile olalım. Gelsin seni adetler ne ise o şekilde istesin. Şuan sorunlarımız var ama hiç biri senden, abinden önemli değil.”

Nutkum tutulmuştu, şuana kadar hiç onların açısından bakmadığım yüzüme bir tokat gibi çarptı. Bir anda kendi çocuğum olduğunu ve onun ben dururken sevdiği insana koştuğunu düşündüm. Tamam bizim hayatımız normal değildi ama içim acıdı. Bu düşünceden hoşlanmadım. Babama, abime hak verdim. Onları zaten tamamen şimdi olmasa bile bir gün affedeceğimi biliyorum. Onlar benim ailem. Onların yaşaması için saatlerce dua etmiştim.

“Tamam. Bize bir şans vereceğim. Ama alp ile yaşamayı seviyorum. İsterseniz sizde bize taşının.” Bu durumdan alp ne kadar memnun olur bilmiyorum ama bir anda ağzımdan kaçmıştı. Dedemin kahkahası, abimin ve babamın çatık kaşları eşliğine kapı açıldı.

Oda baya büyük bir sessizlik oluştu. Neden bir anda her kes sustu ki? Oysa sadece onlara bize taşınmaları konusunda fikir vermiştim. Dedem hala yüzlerine karşı sırıtıyor ve bundan büyük bir keyif alıyor. Onun sırıtması benimde gülümsememe yol açıyor. Evet evet... Kesinlikle dedem sırıttı için gülüyorum. Asla babam ve abimin sirke satan durumuna gülmüyorum.

“Gel iç güveysi ol dedi ya bize.” Abim dertli mi sinirli mi olduğu belli olmayan bir ses tonu ile dert yandı.

“Valla bunca askerim böyle aşağılanmadım.” Bence babam olayı büyütüyor.

Kesinlikle ikisi de teklifimden asla mutlu değildi. Ben aşırı umutlanmıştım oysa. Bir an hepimizi aynı evin içinde düşünmek heyecanlanmama sebep olmuştu. Onların olayı bu kadar abartmasını asla beklemiyordum. Ne var yani gelin iç güveysi olun dediysem! Orası sadece Alparslan’ın evi değildi ki. Bizim evimizdi, o bizin içinde bende varım. Onlar ile yaşamak ara ara güzel olabilir ama temenni Alparslandan ayrılmak istemiyorum.

“Tamam bu kadar büyütmeyin, Mih arada sizde kalmaya gelir bence.” Dedemin dedikleri ile heyecanla başımı onaylar anlamda salladım. Bu makul bir istekti benim için. Ben bundan mutluluk duyarım.

“Evet, gelirim. Tabi sizde isterseniz. Alparslan’ı, evimizi bırakamam ama arada size gelirim isterseniz.” Heyecan ile tepkilerini izledim. İkisi de bu durumdan hoşnut değildi ama yine de onaylamak zorunda oldukları tek seçenek olarak görüyorlar. Aslında tek seçenek bu değil. Onlar isterse bana da gelebilirlerdi ama bunu seçenek olarak bile görmek istemediler.

“Biz çok isteriz. Gelmeni ve gitmemeni daha çok isteriz ama maalesef sana saygı duyan bir ebeveyn olmam lazım. Sen yine de teklifimizi düşün, arada değil temelli olan teklifi.” Babam hiç hastaya benzemiyor, gayet cin gibi maşallah.

Ona sadece gülümseyerek başımı salladım. Bundan üçü de mutluluk duydu. Aslında sadece üçü değil, bende çok mutluydum. Onların evinde bana ait bir yer olacaktı. Aile evim olacak ve canım sıkılınca gidecek ikinci bir evim olacaktı. Bu evden ziyade içindeki insanlar benim için mutluluk verici. Onları tanıyacak ve onlar vakit geçirecek olmak benim için paha biçilemez. Uzun süredir göçebe bir hayatım var ve artık tam alp ile bir evimiz var derken bir anda ikinci bir yuvam olmuştu.

“Ay sonunda geldik.” Selimin içeriye dalması ile düşüncelerimden arındım. Onları bir an unutmuştum. Gözlerim bir çift meftun olduğu lacivertleri aradı ama bulamadım.

“Alp nerede?”

“Geliyor.” Selimin gülümseyerek tamamladı cümle ile kalp atışlarım hızlandı. Sanki onu yıllarca görmemişim gibi özlemiştim. Gözlerim bir çift laciverte hasret kalmıştı.

“Mih, şu adamı bu kadar sevdiğini belli etme.” Abimi gram bir tarafıma takmadım. İçeriye selim, Ayaz, Uraz girmişti ve Alp bir türlü gelmemişti. Odanın kapısı ikinci defa açıldığında bu seferde Pelin, Mert girdi. Omuzlarım ister istemez düştü ve off diye bir ses çıktı dudaklarımın arasında. Hepsi benim sabırsız halime güldü. Mert ve Pelin bile kimi beklediğimi ilk saniyeden anlamıştı. Bu kadar aşık olmam benim suçum değil. Beni kendine bu kadar aşık etmesi Alparslan’ın suçu.

“Öldürüp bir köşeye atmadınız demi?” Dudaklarımdan firar eden cümle ile kıkır kıkır güldü pelin.

“Evet, keşke daha önce aklımıza gelseydi.” dedi Selim.

“Off harika fikir benim niye aklıma gelmedi.” dedi Abim.

“Merak etme, ellerini yıkamak için lavaboya uğradı. Gelir şimdi.” Pelin’in iç rahatlatıcı cevabından sonra ona kocaman gülümsedim. Onu seviyorum. Çok tatlı, Alparslan’ın kız versiyonu gibi olduğu için ona ayrı bir sempatim her zaman olacaktı. Eğer Mert onunla değil başkası ile olsaydı işim baya zor olurdu. Elbette ilişkisine karışacak değilim ama körü körüne Pelinle anlaştığım gibi anlaşacağımı da düşünmüyorum. En sonunda kapı üçüncü defa açıldı ve bu seferde odada kahkaha tufanı koptu.

“Selamı aleyküm.” Diyerek içeriye Cihangir abi girdi. O ne olduğunu bilmediği için her kese bir tur baktı ve en sonun da nasıl bir yüz ifadem var ise güldü oda.

“Aleyküm selam abi, alp nerede?” Sorum yerli yersiz fark etmeksizin dökülmüştü dudaklarımın arasında.

“Geldim, geldim güzeller güzeli bebeğim.” Sonunda gözlerim bir çift lacivert ile kesişti ve kalbim acıyla kasıldı. Alp’in elmacık kemiği morarmış, kaşı ve dudağı patlamıştı. Ben bu kadar olduğunu o an fark etmemiştim ama baya darbe bırakmışlar onda.

“HI... Elleriniz kı...” Sözlerimi yapanlar aklıma gelince yutmak zorunda kalmıştım. Cihangir abi, Mert, Abime elleriniz kırılsın diyemezdim ama onlara dünyayı dar edebilirim. “Yaktım çıranızı. Sakın gözüme görünmeyin.” Sinirle oturduğum yerden kalktım ve kapının yanında duran sevgilin yanında durdum. “Çok kötü olmuş.” Az kaldı ağlamak üzereyim.

“Doldurma o topraklarını, hafif sızıdan başka bir şey hissetmiyorum. Hem hemşire sorun olmadığını söyledi.” Beni ne kadar sakinleştirmek istese de bu imkansızdı. Onu yaralı görmeyi bırak parmağını sehpaya vursa ben ağlardım.

“Nasıl kıydınız ya. Çok yakışıklı bir sevgilim vardı.” Elimi yavaşça sanki hissetmeyeceği kadar hafif elmacık kemiğine dokundurdum. “Artık çok çirkin. Bir an önce iyiyileş.” Bunu dememi kimse beklemediği için bir saniye sessizlik oldu daha sonra hasta yatağındaki babam bile güldü. Alp bile güldü.

“Demek çirkin, hanımefendi?” Tehditkar ses tonunu bir ben duymuştum.

“Hemen de hanımefendi oldum, az önce güzel bebeğindim.” Takıldığım nokta onu eğlendiriyordu.

“O az önceydi. Az önce sen, beni çirkin bulmadan önce. “

“Yok canım ne çirkini, sana çirkin demek günah. Allah çarpar.” Cidden çirkin değildi. Şuan benimle goy goy yapacak kadar iyi ruh halinde. “Maşallah meteor gibi adamsın ha.” Bir anda ağızım kaymış ve kendimden beklemediğim bir iltifat ve kelimeler çıkmıştı dudaklarımdan.

BİR ISIRIK VER BE USTA.

Odada bulunan her kes kendi halinde takışıldığı için duymazlar diye düşündüm. Alp sanki bana içi gidiyormuş gibi bakmaya devam ederse onu içime sokma arzum daha da fazlalaşır. Yaralı dudağına rağmen bana cennet bahçesini andıran bir gülümseme sunmuştu. Cennet nasıl bir yer bilmiyorum ama eğer tanımlamam istenseydi Alparslanın gülüşünü, bakışını, dokunuşunu tarif ederdim.

“Çok seviyorum seni.” Derin bir iç çekti. “Bende çok seviyorum.” Karşılığım ile ikimizde derin derin nefesler almak zorunda kaldık. Aksi halde burası yanar, alev alır.

“Kaç kişiydi?” Sanki bilmiyormuş gibi konuyu değişmek için sordum.

“Çok kişiydi, tek başıma yetemezdim.”

“Tüh, karizma yerle yeksan desene. Neyse ben seni yaralı da severim.”

“Çok zahmet oldu Mihriban hanım. “ Ters söylenmelerine gülümsedim.

“Babamlar onlarla kalmamı istedi...” Daha cümlemi tamamlamadan başını olumsuz anlamda sallamaya başladı. “Bebeğim, onaylamadım ama onlara ufak bir teklifte bulundum.” Yüz ifadesine daha iyi bakmak için azıcık uzaklaştım.

“Canımı iste vereyim, ne dediysen kabul ediyorum.” İşte böyle dememesi gerekiyordu, böyle derse karşısında eririm ve cümlemi tamamlayamam.

“Onlara, bize taşınmalarını söyledim...” Derince yutkundum. Alp dondu, anlaşılan beklediği bu değildi. Abim, babam ve alp ile yaşamaktan mutluluk duyarım ama onlar sanırım duymaz. “Alp?” Her hangi bir tepki için yüzüne baktım. Kolunu cimcikledim bir tepki için ama sadece yüzüme bakmakla kalmıştı.

GÖT OLDU DURUN

“Canımı iste. Canımı iste şu dakika vereyim ama...” Sanki beni kırmamak ve ya yanlış bir kelime kullanmamak için direniyor. “onlarla yaşamak olmaz. Onlar senin ailen evet. Bunu biliyorum ama onlar ile aynı evde olmaz. Seni ayırırlar benden. Ben senden bir dakika bile uzak kalmak istemiyorken hayatta senden ayrılamam.” Eridim, bu adam benim sonum olacak.

“Yakışıklı, sakin ol. Onlarda kabul etmedi. Uygun görmediler sanırım. Abim, iç güveysi olamam ben dedi. Ben onlarda kalacağım arada. Senden uzakta, sensiz kalmayacağım merak etme.” Derin bir enfes aldı, rahatlamıştı. Bu o kadar belli oluyordu ki kıkırdamadan edemedim. Alparslan’ın bana düşkünlüğünü biliyorum ama bu kadar olacağını kestirememiştim.

“Ay çok şükür. Makul bir istek, gider onlarda kalırız.” Sanırım ne dediğini anlamıyor. Dudaklarım ayrılmıştı, asla onunda benimle geleceğini düşünmemiştim. Bu çok eğleneceğimiz anlamına geliyordu.

Hastane çıkmış şükür bize doğru gidiyoruz. Babamlar da bizimle geliyor. Benim yoğun tekliflerim üzerine beni kırmak istememişlerdi. Uzun sessiz bir araba yolculuğu sonunda evimize gelmiştik. Onlarla hala evlilik konusunu konuşmamıştık ve bu konu beni geriyor. Üç adamı aynı odada bırakıp kendimi mutfağa atmıştım. Dedem bizimle gelmemiş, işi olduğunu söylemişti. Şuan kendimi diken üstünde her an tetik de hissetmem gerekmiyor. Sonuçta evlendiğimde onların yaşadığını bilmiyordum. Evet, o zamanlar dedem istediği için evlenmiştik. İkimize de çok mantıksız gelmişti ama canım dedemin RICASI! Sonucunda evlenmiştik. Bu bizim içinde o zaman beklenmedikti ama çok üstünde durduğum bir konu olmamıştı. Sonuçta dedem benim zararıma bir şey yapacak birisi değildi. Şimdi düşününce iyi ki o zaman evlenmişiz diyorum. Alparslan ile çok iyiyiz ama o zamanlar sadece flört olduğumuz için tedirginliğim daha fazlaydı.

“Kahveler nerede kaldı abicim.” Mutfakta benden başka kimse olmadığın için ani gelen sese irkildim. O kadar dalmışım ki abimin geldiğini bile fark etmemişim.

“Aslında hazır.” Ona yüzümü döndüm ve tezgah da hazır servis edilmeyi bekleyen kahveleri gösterdim.

“O zaman neden bekliyorsun? İyi misin, bir şey mi oldu?” Ardı arkası kesilmeyen soruları ve telaşına gülümsedim. Benim için bu kadar heyecanlanıyor olması beni daha çok heyecanlandırmıştı.

“Sakin ol. Sadece biraz kendimle kalmak istedim. Açıkcası içerisi pek mayın tarlası şuan.” Cümlem bitmesi ile erkeksi bir kıkırtı döküldü dudakları arasında.

“Abim... Sen o yüzden mi yarım saattir buradasın. Merak etme anlaştılar onlar, gerilim o kadar fazla değil.” Gözlerim kısıldı, ona emin misin bakışları attığıma o kadar eminim ki. Elim ile onu gösterdim.

“Siz, alp ile anlaştınız? Yanlış mı anlıyorum.” Asla buna inanmamı bekleyemezdi. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve ona dik dik bakmaya başladım. Bu tavrıma sadece gülmekle yetindi ve beni başını sallayarak onayladı.

“Evet anlaştık. Biz, senin daha fazla huzursuz olmanı istemedik. Alp bize kısaca bahsetti durumdan. Babam ve ben size değil, dedeme sinirliyiz. Biz ne kadar onun burnundan getirsek de aslında ikinizin olacağını zaten biliyorduk. Siz bebekken en iyi iki arkadaş olmuştunuz. Taa... O zamandan belliydi her şey biz sadece seni çok seviyoruz ve paylaşmak istemiyoruz.” Cümlesinin sonunda omuzlarını silkti. Şuan karşımda kardeşini paylaşmak istemeyen küçük bir abi vardı. Ona sarılmak istedim, o büyük bedenin arasında muhtemelen kaybolurum ama buna cesaret edemedim. Her şey çok mu hızlı oluyordu? Bir anda sanki acele ediyormuş gibi hissettim ama hatıralarıma onların yaşaması için ne kadar çok göz yaşı döktüğüm geldi. Kendimden vazgeçişlerim, kendimi yok saymalarım geldi. O mezarların başında ağladığım her an tek tek hafızama süzüldü. Göğüsüm sıkıştı, nefesim yetmedi derin bir nefes aldım. Bir an bile düşünmeden ona doğru iki adım attım ve belki daha sonra pişman olacağım o şeyi yaptım. Sarıldım. Kalıplı bedeni, uzun boyu sayesinde kendimi yok olmuş gibi hissettim. Daha sonra buna şaşırdığını fark ettim, bedeni kasılmış ve ne yapacağını bilemiyormuş gibiydi. Bu aramızdaki saniyeler boyunca sürdü, kendinde o cesareti bulunda kollarını hissettim. Oda bana sarılıyordu. Bu sarılma benim için küçük bir adım değildi. Bu sarılma ne Alparslana sarıldığımda, ne de Merte sarıldığımda hissettiğim duyguları verdi. İkisi de bana bu kadar tarif edemediğim duygular hissettirmemişti. Alp sarıldığımda kendimi mutlu ve yuvama kavuşmuş hissediyorum. Mert sarıldığımda kendimi güvende ve sevgi yumağı hissediyorum. Ama abime sarıldığımda kendim de hiç tatmadığım duygular hissettim. Hepsinden biraz karışık duygular ile armanlandım ama en yoğun olanı özlem, hatıralarım oldu. Sanki beynimin bir tarafı onunla olan hatıralarımı bir bir kafamın içine enjekte ediyordu. Altı yaşında bir çocuk çok bir şey hatırlayamazdı ama ben az da olsan onları hatırladım. Abim süzüldü ilk zihnime, bahçede ikimiz için yapılmış kum havuzunda beni yatırmış güldürüyordu. Daha sonra annem süzüldü zihnime, sesini hatırlamıyorum ama yüzünü yıllar sonra ilk defa hatırladım. Annem... Canım annemi hatırladım. Yıllar sonra sadece bir kaç saniye bize uzaktan el salladığını gördüm. Yüzü o kadar net değildi belki ama annemdi işte.

Anneme dair en net hatıram bir hastane odasında yarısı yanmış cansız bir bedendi.

İnsanın annesinin en net hatırası bu olmamalıydı. Oysa benim yıllardır hatırladığım tek an buydu. Onlar bende sadece resimlerden gördüğüm kadar varken şimdi net olmasa bile annemin uzaktan bize bakan yüzü vardı. Abimi de net göremedim, beni güldürdüğü için gözlerim dolmuştu. Puslu bir hatıra oldu benim için ama en azından bir hatıramı hatırladım. Dakikalar sonra sarıldığım bedenden ayrılmak zorunda kaldım. Abim, yüzümü görmek için kendinden uzaklaştırdı beni. Yüzümü görünce şaşırdı, ağlayan bir yüz beklemiyordu eminim.

“Ben çok mu sıkı sarıldım, yanlışlıkla canını mı acıttım? Neden ağlıyorsun?” Korku dolu sesi, içimi ezen cümlesi ile daha çok ağlamaya başladım. Ben hiç bir cevap vermeden ona daha sıkı sarıldım. Kollarımı sımsıkı sardım. O kadar sıkı sarıldım ki tek beden olmamıza az kalmıştı. Hasrettim dinsin, acım dinsin istedim. “Güzelim, beni telaşlandırıyorsun.” Sesini beni korkutmamak için kısık çıkarmıştı. Buna daha çok ağladım.

“Güzel bebeğim kah...”

“Lan, kızım niye ağlıyor?”

Babam ve Alparslan gelmişti. Onlara bakmamak için başımı abimin gövdesine bastırdım. Kimse beni ağlarken görsün istemezdim ama şuan bunu bile umursamadım.

“Bilmiyorum, sarıldı ve bir anda ağlamaya başladı. Konuşmuyor.” Abim açıklaması ile ayak seslerinin bize yaklaştığını hissettim. Abim ve babam bu halime alışık olmadığın için bocalamıştı. Alp’in ellerini saçlarımda hissettim. Onun dokunuşlarını bilecek kadar yüreğimi vermiştim ona.

“İzin verin ağlasın. Sinirleri boşalmış olmalı, çok yoğun bir dönem geçiriyor.” Alparslan’ın bir nevi dedikleri doğruydu ama unuttuğu şey ise aileme özlem duygumun, hatıralarıma ağladığımı bilmiyordu.

Hatıralarıma ağladım.

Hatırlamadıklarıma ağladım.

Sevdiğim adama yaşattığım yıllara ağladım.

Ama en çok annemin son görüntüsüne ağladım.

Hiç bir çocuk annesinin yanmış bedenini görmemeliydi. Ona sarılıp, anne kalk ben geldim korkuyorum dememeli.

Ne kadar abimin göğsüne yaslı kaldım bilmiyorum, ondan ayrılmak için hareket ettiğimde buna izin verdi. Hiç biri benden bir açıklama beklemiyor, bende bir açıklama yapmak için hareket etmedim. Sadece hepsine baktım. Bu üç adama uzun uzun baktım. Elimde böyle bir imkan varken hepsine uzun uzun hafızama kayıt etmek istedim. Daha sonra amansız bir korku ile kalbim çarptı, ya yine unutursam diye korktum. Bu korkum benim ölünceye kadar sürecekti. Asla boynumdaki urganın sebeplerini unutmayacaktım. Asla bu urganı kimlerin geçirdiğini unutmayacaktım. Benim için küçük ama onlar için büyük bir adım atacaktım. O adımda gerekirse herkes yanacaktı ama ben zafer ile çıkacaktım. Yıkık ve kaybetmiş bir zafer olacaktı ama benim zaferim olacaktı. Bu savaşta yenen de yenilene de kayıplar vermişti. Alparslan’ın uzattığı peçete ile gözlerimi sildim, burnumu sesli bir şekilde sildim ve hiç bir şey yaşanmamış gibi tezgahta duran kahveleri gösterdim.

“Soğuk ama kahve içelim mi?” Bu sorum şu ortamdan kaçmak için değildi, onlara daha sonra ne hissettiğimden elbette bahsedecektim ama şuan değil.

“Senin elinden soğuk sıcak fark etmez içerim. Ama az şekerli içerim.” Babamı başımı sallayarak onayladım.

“Ben soğuk içmem, şekerli içerim.” Abime sadece gülümsedim ve göz yaşlarım ile ıslattığım göğsüne takıldı bakışlarım. Bana en içten ve sıcak gülümsemesini armağan etti.

“Bende soğuk içmem ve tuzlu içerim.” Şu durumda bile bana kahkaha attıran bir adamı sevmiştim. Benim için hayatımda ki en güzel armağan. Sadece ben değil abim ve babam bile onun arsızlığına gülmüştü.

“Yok bu benden sağlam bir dayak yemeden duramıyor.”

“Bizim mezarcı sana tuzlu kahve yapar.” Abimin dedikleri ile alp ile buluştu gözlerimiz.

“Ulan sizin ailenin bu mezarcılar ile iş birliği ne lan.” Babam ve abim anlamadığı için bana baktılar.

“Benimde bir iki mezarcı tanıdığım var.” Dediğimde benim gibi sırıtarak Alparslana baktılar.

Daha fazlasını bünyem kalmıyor dediğim an, daha fazlasını bünyemin kaldırdığına şahit oluyorum. Gün bitsin diye her kes kendi odasına çekilmişti. Gecenin bir yarısı uyanmış ve bahçeye çıkmıştım. Alparslan odada mışıl mışıl uyuyor, bu sefer onu uyandırmayarak kendime kalmak istemiştim. Hava serin olduğu için battaniyeme sarılı salıncağa oturmuştum ve baya iyi gelmişti. Hayatımı şöyle bir gözümün önünden geçirdiğimde aslında ne kadar güçlü olduğumu bir kez daha anlamıştım.

İlk önce ailem ölmüştü. Annemin yanık bedenini bir hastane odasında bulmuştum. Daha sonra kaçırılmış ve neler yaşadığımı hatırlamadığım yıllarım geçmişti. Oradan sonra amcamla yaşamaya başlamış tam her şey harika derken yine un ufak olmuştu. Üniversite için gittiğimde karşıma dedem çıkmış ve alparslan ile hayatıma girmişlerdi. Bir anda hayatıma giren bir adamla nefretten aşka gibi bir şey yaşamıştık. Bu düşüncem ile gülümsemeden edemedim. O zamanlar, yani alp ile ilk senede aşırı derece birbirimiz sevmiyorduk. Şimdi ise götle don gibiyiz. Üniversite dönüşü bir plan ile gelmiştim ülkeye. Ailemi öldürenleri bulmak için, oda ne kadar doğru işledi çelişkili. Buraya geldiğimde hedefim o kadar şaştı ki, asıl gözümün önünde olanları görememiştim. Alparslan’ı tanımak onu tekrar hayatıma almak istediğim için asıl hedefim biraz şaşırmıştı ama bunun için kendime kızamıyorum. Sevilmeye, açım. O göstermelik sevgilerden, aile fertlerinin sevgisinden bahsetmiyorum. Ben hiç kimsenin tek önceliği olmamıştım. Her zaman birileri benden önceydi. Ben kendimi bile çoğu zaman öncelik yapmamıştım. İşte alp beni kendinden bile öne koyunca hedefim şaştı. Beni koşulsuz sevince, sevilmek neymiş öğrendim. Önceden sadece geçmişimi hatırlayıp, ailemin intikamını alıp ölmek isterdim ama şimdi istemiyorum.

Ben ölmek istemiyorum. Ben ölümden korkuyorum. Ben... yaşamak istiyorum. Ben korkmadan yaşamak istiyorum. Ben çocuk olmak ve yaşayamadığım içimde ukde kalan her şeyi kendi çocuklarıma yaşatmak istiyorum. İlerde bir çocuk sahibi olmak benim için imkansız bir hayaldi. Hala imkansız gelirdi ama artık ölmez yaşarsam bir tane junior Alparslan istiyorum. Sevdiğim adamdan doğurmak istiyorum. Bana bakarken parıl parıl, şefkat ile bakan bir adamdan çocuğum olsun istiyorum. Belki kendi açımdan korkuyorum ama Allah nasip ederse bu dünya ya bir Alparslan da ben doğurup ölmek istiyorum.

Alp ile buraya Türkiye’ye gelince onu daha iyi tanımıştım. Onu burada tanımıştım. Onun ailesini burada tanımıştım. Kendi ailemi hatırlamıyorum ama onun ailesini ve aile bağlarını hep hatırlayacağım. Türkiyeye gelince işim çabuk biter sanmıştım ama daha da karıştı. Şuan kendimi bir kukla gibi hissediyorum... Birisi benim ipimi elinde tutuyor ve ne yöne çekerse oraya gidiyorum. Kırgınım, kızgınım, öfke doluyum ama hepsinin sebebi kendimim. Ben kendime en büyük kötülü yapmıştım.

Ben kendimi sevememiştim. Kendimi iyileştirmeye gücüm yetmemişti.

İnsanlara kendimi olduğum gibi kabul ettirememiştim. İnsanlara her zaman fazla değer verdiğim için onlarda benim hayatımı yönetme gücü buldular. Beni bir kukla sanıyorlar ama ben bir insanım, ben kendini sevmeyi bilmeyen, kendini topluma kabul ettirmeye çalışarak harcayan sıradan bir insanım. Ben kendimden başkası içim bu kadar önemli değilim. Evet, hayatımda beni çok seven insanlar, tek lafımla her şeyi mafedecek insanlar var ama ben kendi hayatımda yokum. Kendi hayatımda kendime o kadar küçük bir yer vermişim ki, insanlar beni sevsin diye o kadar savaş vermişim ki o curcunada kendimi ben sevmemişim. Aslında bana en büyük kötülüğü yapan benmişim. Bana en büyük kötülüğü yapan benim zihnim. Ailemin yokluğunu, unuttuğum geçmişin yokluğunu bir an olsun durup dinlenmeden aşmaya çalıştım. O duyguların üstünü öyle bir örtmüşüm ki şu sıralar kendi düşüncelerim de boğuluyorum. Ben o kadar curcuna arasında acımı yaşamayı unutmuşum, düştüğümde bir saniye dinlenmemişim, ağlamamak için kendime izin vermemişim, ben kendimi en büyük kötülüğü yapmışım meğerse. Ben duygularımdan kaçmışım. Canım acıdığında sesim çıkarmadım, kalbim acıdığında dile gelmedim en sonunda ölüp gittim ama kimse fark etmedi. Ya da etti ama görmek istemedi. Ben duygularımı dile dökmeyi unutmuşum, oysa bana bakan ne kadar güçlü der demi. Güçlüyüm ama fiziksel anlamda, sağlıklıyım ama fiziksel anlamda. Güçsüzüm duygusal anlamda, sevgiye açım duygusal anlamda, kendimi öldürmek isteyecek kadar küçüğüm duygusal anlamda.

GEÇMİŞ DİNİ NİKAH.

Zaman nasıl geçiyor farkında bile değilim. Derlerdi ki; Sevdiğinin yanında zamanın akışı yavaşlasın istersin. Asla inanmıyordum ta ki şuana kadar. Alparslan’ın kolları arasında olmak benim için çok büyük ödüldü. Bu adamı yıllardır istiyorum ve sonunda istediğimi almıştım. Resmen şımarık bir çocuk gibi konuşmuştum ama şuan bana inanılmaz geliyordu. Alp, dedem ve ben saatlerdir çalışma odasında son defa planın üstünden geçiyorduk. Aslında her şey çok basit geliyor bana. Alp ile komşu olacağız, birbirimizi tanımayacağız ve her kes onunla yeni tanıştığımızı sanacak. Aslında cidden hatırlamadığım için bu benim için bir oyun olmuyordu. Alparslan’ın benim rüyalarımdaki çocuk olduğunu daha yeni öğrenmiştim. Bileğinden çıkarmadığı bilekliğin bizim için anlamlı olduğunu daha yeni öğrenmiştim. Üç yılı aşkındır beraberdik ve ilk başlarda ne kadar öküzce davrandı ise şuan bir o kadar pişmandı. Yapması gerekeni yapmıştı, eğer karşıma çıkıp ‘Sen benim çocukluk şakımsın. Yıllarca seni aradım.’ deseydi kesinlikle deli olduğunu düşünür ve kaçardım. O tam tersi planını dedem ile ilmek ilmek işlemiş ve yıllarca sabretmişti.

“Dedeee...” E harfini fazladan uzatmam ile masanın üstündeki kağıtlardan bakışlarını çektiler. İkisi de bana ne oldu yine diyerek bakıyorlar. “Çok acıktım.” Bunu dememi beklemiyorlardı. Kesinlikle söylenmemi falan bekliyorlardı ama haksızda değiller.

“Kaç saat olmuş. Senin ilaç saatin, gidip bir şeyler yiyelim.” Alparslan’ın ayağa kalkması ve bana elini uzatması aynı saniye olmuştu. Dedemde kolundaki saate baktı ve farkındalık ile kaşları havaya kalktı.

“Cidden, şimdiye kadar nasıl zaman geçti anlamadım.” Dedemin hayretler içinde çıkan sesi ile pis gülümsememi yüzüme yerleştirdim. Saatlerdir bu odada kısılmıştık onun yüzünden. Türkiye’ye dönmeden alp ile daha fazla vakit geçirmek istiyordum oysa.

“Sevgilimi çaldın. Gözün varsa vereyim diyeceğim ama alır gibisin.” Alp ayağa kalkmam ve onun elini tutmam ile bana en güzel gülümsemesini sundu. Cidden çok güzel gülüyor bu adam.

“Sevgilin, benim askerim. İstersem yüzünü göstermem sana.” Dedemin bir an altta kalacağını inanmıyordum zaten.

“Tamam çemkirme, daha fazla geç kalmadan ilaçlarını al.” Alparslan’a en acıklı, beni sırtımdan nasıl vurursun bakışımı attım. Şuan resmen dedemle irtifak kuruyordu.

“Seni koynuma aldım, sana sevgilim dedim, seni sevdim, geceleri sana izin verdim. sen... Sen ise dedemle irtifak kurup beni kapı dışarı ettin.” Oscarlık oyunculuğum sayesinde gözlerim dolu dolu olmuştu bile. Benim ödülüm nerede ahali diye haykırmak istiyorum şuan.

“LAN! NE KOYNUNA ALMASI. NE GECELERİ İZNİ. LAN SİZİ İKİ DAKİKA YALNIZ BIRAKIYORUM ONDA DA NE HALTLAR YİYORSUNUZ SİZ.” Dedemin ses telleri de maşallah yani.

“Komutanım yan...”

“Onu sevdim dede, koynuma aldım, beni sever sandım.” Yeşil çam böyle oyunculuk görmedi.

“Vuracağım ulan seni.” Dedemin silahı çıkartıp, alpe doğrultması çok hızlı olmuştu.

“Yalan söylüyor. Ayrı yatıyoruz biz. Yan yana bile gelmiyoruz, elini zor tutuyorum komutanım.” Alpin korku dolu hallerine hayretler içinde kaldım. Ben böyle hızlı satış görmedim.

“Ben böyle hızlı satış görmedim. Dün dud...” Dudaklarımın üstüne kapanan koca eller ile sözlerimin devamını yuttum.

“Kurbanın olayım sus mih. Adam beni vuracak, sende tabutuma sarılacaksın sus.” Alparslan’ın bana ayak uydurması ya da pardon korkması ciddi duruşumu sarsıyor. Dudaklarımın üstündeki eli sayesinde sadece başım ile onayladım onu. Dedem bu sırada kim konuşursa silahı ona çeviriyordu. Odayı dolduran telefon sesi ile alpin gergin omuzları gevşedi. Dedemin telefonu çalıyordu. Ben ona kısık gözlerim ve gülmemek için direnen bir ifade ile bakarken o bana en sevdiğim sonra görüşeceğiz bakışlarını armağan ediyor.

“Yarım saat sonra salonda olun.” Dedemin sözlerinin ardından kapıya doğru irledi. “Bu konu kapanmadı. Ebeni tersten göreceksin alp.” Son sözlerinin ardından gözden kayıp oldu. Alp derince yutkundu ve ben bu sırada hızla ondan uzaklaştım. O kapıya bakıyordu, ben ise artık odadan tüymüştüm.

“Kaçma, gel buraya bebeğim. Başımı yaktın, bende seni yakacağım.”

Alp ile daha sevgili olalı bir yıl olmuş ya da olmamıştı ama onunla burada çok eğlendiğim kesindi. O olmasa buraya adapte sürem kesinlikle zorlu olurdu. Onunla dedem sayesinde tanışmış ve burada yıllardır beraberdik. İlk başta ne kadar gıcık, nefret edilesi, salak bir karakter oldu ise şuan tam tersi. Aramızda başta onun çizdiği sınırlar çok netti. Benim için bir şeyler oturmadan bana yaklaşmak istememişti. Onu, geçmişimi hala hatırlamıyorum. Şunu kesinlikle anladım, nerede olursam olayım ya da dünyaya kaç defa gelirsem geleyim yine Alparslanı seçerim. Unutup daha fazla başa sarsam yine onu seçerim. Alp bana ev gibi hissettiriyor, sanki onun yanında yuvamdayım. Ben bu hissi yıllardır aradığımı onun kolları arasında fark ettim. Kolları, güçlü duruşu, olaylara bakış açısı bu adam benim evim dedirtiyor. Yıllardır beni araması, buraya gelip gitmesi. Benim için çabalaması omuzlarıma yük oluyor, bunları benden karşılık almak için yapmıyor ama ben kendimi ona karşı mahcup hissediyorum. Sanki ailemin, amcamların, onun hayatını yerle yeksan etmemişim gibi hepsi bana koştukça ben altında eziliyorum.

Kendimi amcamlara karşıda suçlu hissediyorum, ondan burada olanları saklıyorum. Saklamak zorundayım, dedeme ölen ailemin üzerine büyük bir yemin ettim. Her yüzüne baktığımda pişmanlık duyuyorum, sadece amcam da değil. Yengem, mert, arkadaşlarım hepsinden bir şeyler saklamak yoruyor, yıpratıyor ama mecburum.

“Daldın yine.” İrkilerek düşüncelerimi terk ettim. Alp gelmiş ve beni masa ile arasında sıkıştırmıştı. Çok sevdiğim lacivertlerine bakar derin bir iç çektim.

“Ailemi, amcamı, arkadaşlarımı düşünüyordum. Hepsine numara yapacağım. Hepsi seni tanımadığımı düşünecek. Hepsi benim için en iyisini isterken ben arkalarından iş çeviriyor gibiyim.” Cümlemdeki son gibi fazlaydı. Öyle yapıyorum.

“Hayır, onlar için burada çabalıyorsun. Sen kimsenin ardından iş çevirmiyorsun diyemem ama kendin için çabalıyorsun, bir şeyler için çabalarken senden dürüst olmanı kimse bekleyemez. Emin ol her şey ortaya çıksa her kes senden daha suçlu çıkar.” Bunun içimi rahatlatması mı gerekiyordu? Asla, tam tersi sorular ile dolmuştum.

“Onlar benden ne saklıyorlar ki?” Takıldığım yeri çok absürt bulmuş olacak ki kıkırdadı. “Ama kıkır kıkır gülerek dikkatimi dağıtma. Haksızlık, sana içim gidiyor.”

“Demek bana için gidiyor, en ufak hareketimde için gidiyorsa benimle çok işin var.” En azında dürüst.

“Sen sadece dur yine benim içim gider. Sana bakarken kaç defa şükrettiğimi bir bilsen şaşırırsın.” Bana ne olmuştu bilmiyorum ama bu adam her şeyi dan dan demek istiyorum.

“Sana demek istediğim bir çok iltifat var ama hangisini desem de yetersiz gelir. Sen benim kelimelerimi tüketiyorsun. Varlığın benim için sen yokken bile Şükür sebebiydi.” Bu adama aşığım, bu adama sanırım sırılsıklam aşığım. Aksi halde kalp krizi geçiyorum. Kalbim onu görünce vücudumu terk etmek istiyor. Ellerimi iki yanağına koydum, yumuşak yanaklarına tezat sakalları sert ve ellerimi çiziyor ama umurumda bile değil. Her yanağını sevişimde meftunu olduğum gözlerini kapatıyordu. O bunu bilinçli yapmıyordu, sanki onun için hala bir hayaldim.

“Sen, benim en ufak temasımdan etkilenmiyor musun? Bir tek içi giden ben miyim?” Sözlerimin ne kadar tezat olduğunu beden dili haykırıyor ama yine de ondan duymak istiyorum. Hala sevildiğimi duymak isteyen küçük bir kız çocuğuyum.

“Bende nasıl yangınlara yol açtığını bilsen, dokunmazdın. Arkana bakmadan kaçardın.” Aslında biliyorum, bilmekle kalmıyor bizzat kendim de hissediyorum.

“Biliyorum. Hissediyorum. Sen benim lacivertlerine meftun olduğum adamınsın. Ruhu ruhuma işlemiş adamsın. Değil daha azını aynı duyguların kat ve kat daha fazlasını hissediyorum.”

“Bozmak istemem ama dedeniz yemek yesinler, yiyişmesinler dedi.” Ne ara geldiğini anlamadığım birisi daha.

Mutfağa yardımcımız gelmişti, ingilizce konuşuyor ve bizi anlamıyordu ama kör değilse ne kadar yoğun olduğumuzu anlıyordur. Alp bedenini benden uzaklaştırmadan, arkamızda kapı girişinde duran kadına baktı. Yakalanmış hissiyati ile utanmam gerekiyordu sanırım ama asla utanmıyorum. Tam aksi yarım kalmış hissediyorum. Dedemi İstanbul’un serin sularına atmak istiyorum. Kızgın alevlerde bırakmak istiyorum. Alp, beni kıskacı altından çıkartı ve hizmetliye kısa bir cevaptan sonra bizim için dolabı karıştırmaya başladı. Burada yemekleri hizmetli bizim yöremize göre yapıyordu. Dedem yabancılık çekmemi istememişti. En ufak şeyleri bile düşünmesi kalbimi çalıyor ama ben onu en ufak şeyde boğmak istiyorum. Kendi düşüncelerime güldüm. Alp bizim için yemekleri ısıtırken bende sofrayı hazırladım.

GEÇMİŞ SON

“Güzel kızım...” Kendi derin düşüncelerimden irkilerek çıktım. Başımı çevirip arkamdan gelen sese bakmama gerek yoktu. Gelen babamdı. Yıllar sonra kavuştuğum babam. Canım acıdığında yanımda olmasını istediğim babam. Salıncağa oturması için yana kaydım. Bu serin havada orada öyle dursun istemedim. Sessiz davetime icabet ederek yanıma oturdu. Battaniyemin bir ucunu kaldırdım ve onu içine davet ettim. Yine sessizlik için birbirimizi anladık. Artık yan yana baba kız olarak oturuyorduk. Bir karanlık ayazda kendimi dinlerken benimle kafamdaki sesleri susturmaya geldi.

“Yıldızlar çok güzel demi?” Aynı battaniyenin altında, aynı gökyüzüne bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Ben babamla asla böyle bir anın içinde bulunmamıştım. Kalbim pır pır yerinde durmuyor valla.

“Çok güzel olan daha başka şeyler gördüm.” Başımı hayretle ona çevirdim. Yıldızlardan daha güzel ne görmüş olabilirdi ki.

“Ne gördün?” Utanmasam kedi gibi mırlayacağım konuşurken. Bana baktı baktı ve derin bir nefes aldı.

“Dizime yatta anlatayım.” Bu çok ani gelmişti. Bir an ne yapacağımı bilemedim ve sadece boş boş baktım. “Eğer rahatsız olursan...”

“Olmam.” Teklifini geri çekmesinden korkarak hızlı vermiştim yanıtımı. Başı ile dizini göstererek yatmam gerektiğini belirtti. Yattım. Yirmi küsür yıl sonra babamın dizlerine yattım, toprağına değil dizlerine. Bu benim için tarif edilemeyecek bir duygu. Bunun heyecanını size nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.

“Şimdi sana bir hikaye anlatacağım ve beni kesmeden dinlemeni istiyorum.”

“Hiç mi soru sormayayım?” Sanki yirmi beş yaşında bir kadın değil de altı yaşında mihriban yatıyor dizinde. Bu dediğime erkeksi bir kıkırtı ile cevap verdi.

“Hayır sorma. Sadece dinle.” Dediğinde ne kadar itiraz etmek istemesem de merak uyandırmıştı bende ve geri adım atamam.

“Bir varmış bir yokmuş... Bundan yıllar önce bir adam, annesinin zoru ile pazara gitmiş. O zamanlar ergen yaşlarında olduğu için her şeye itiraz edermiş ve çevresinde olan her kes ondan ilallah etmiş. Her gün bir komşu farklı bir şikayet ile kapıya dayanırmış ama annenin elinden bir şey gelmezmiş. Bu en büyük haylaz oğlanı en sonun ki olayından sonra ceza olsun diye pazara götürmüş annesi. Oflaya puflaya itirazlar eşliğinde cezasını çekmek ve bir sonraki yaramazlık için hınzır hınzır düşünceler eşliğinde pazara gitmiş annesiyle. Tam pazar alışverişi bitmiş eve gidecekleri zaman annesi artık oğluna yanından gidebileceğini ama tek bir şart ile izin vereceğini söylemiş. Oğlan bir sevinç ile ne derse yapacağını söylemiş annesi sadece gülümsemiş. Hiç bir şey dememiş ama o gün o sözü almış annesi. Bir gün isteyeceğini ama şuan sırası olmadığını söylemiş. İlk başta çocuk anlam vermemiş anlamsız gizli saklı konuşmaya ama bir şeyde demeden kabul etmiş annesini. Oğlan bir sevinç ile pazardan ayrılmış arkadaşları ile maç yapmak için koşmuş. Koşarken, çok çok çok güzel bir prenses ile çarpışmış. İkisi de telaşlı olduğu için birbirine dikkat etmemişler ve sonuç prensesin dizi yara almış...” Babam sanki o anları tekrar yaşıyormuş gibi iç çekti. Elleri saçlarım da yerini almıştı ve okşuyordu. Bunu yaptığını farkında bile değildi.

“Oğlan başını bir kaldırmış, tabi donmuş kalmış prensesin güzelliği karşısında. Ne yapacağını bilememiş ve prensesin yanında eğilip nasıl olduğunu sormuş. Prenses, başını kaldırmış ve ıslak gözleri ile iyi olduğunu söylemiş ama oğlan asla iyi olmadığını fark edebilmiş. Oğlan sormuş eğer ağlayacak kadar canın acıyorsa onu neden dile getirmiyorsun diye. Prenses; Babam kızar acımıyor canım dediğinde, şaşırmış oğlan. O gün oğlan, prensese yardım etmiş. Yarasını sarmış, zorla evine kadar götürmek istediği halde prenses izin vermemiş ama o gün on altı yaşındaki o genç oğlanın hayatı değişmiş...” Babamın yüzünde içli bir gülümseme vardı. Dümdüz İstanbul manzarasını izliyor sanır gören ama değil. “Oğlan o gün akıllanmış ve o prensesi aramış. Bulamamış... Yıllar geçtiğinde oğlan artık hıncını kafes dövüşü ve bir çok spor dalından çıkarmak istemiş ama bu sırada babası onları terk ettiği için, babası bir vatan haini olarak anıldığı için her kese inat hırs yapmış ve intikam için diye diye kendini kandırmış asker olmuş. Aslında dilinde babasına iftira atanlardan intikam almak, annesini her gece ağlatanlardan intikam almak, kardeşine hayatı dar edenlerden intikam almak için asker olduğu varmış ama aslında oyun fazla büyük olduğu için hesaplar hayata uymamış. Asker olmuş, o gün hayatını değiştiren kızı her yerde aramış ama bulamamış yıllarca. Ta ki o göreve kadar.” Yerimden kalkmak için hareket ettim. Babam... Bu hikaye...

“Şşt... Yat daha bitmedi. O gelen sınır ötesi görev aslında dönüm noktası olmuş. O prenses yıllar sonra darmadağın halde karşısında çıkmış prensin. Oğlan şaşırmış, şok olmuş. Oğlan, yıllardır bir çift toprak irislere tutulmuş ve onu rüyasında görecek kadar kafayı yediğini düşünmüş. Bazen saplantı haline getirdiğini bile düşünmüş ve kendine çok kızmış ama aslında konu çok basit. Oğlan, prensese aşık olmuş. O gün teröristlerin elinden kurtulmuş prenses ama her şeyini orada kayıp etmiş. Yıllar geçmiş geçmiş prenses yoğun terapiler ve tedaviler ardından tekrardan hayatına oğlan sayesinde devam etmiş. Prensesin babası, prensesi meğerse o teröristlerin elebaşına satmış. Para karşılığında kızını satmış. Prenses iyileştikten sonra çok güzel bir aile kurmak istemiş o oğlanla. Oğlan korka korka prensesin teklifini kabul etmiş ama her şey anlatılan kadar kolay olmamış. Olayların üstünden yıllar geçmiş. Bir çok anı, bir çok tedavi, bir çok acı geçmiş. Prenses, kendini bizim oğlana kaptırmış. Bizim oğlan zaten çoktan teslim olmuş. Bunlar onca acıya, onca yıla rağmen çok güzel bir aile olmuşlar. O kadar güzel bir aile olmuşlar ki, herkes onlara özenerek bakarmış. Aileleri büyümüş, bir oğulları olmuş. Yıllar sonra bir oğlan çocukları olmuş ve güzel hayatları o günden sonra daha da güzelleşmiş. Artık prenses sağlıklı, oğlan ne kadar şükür etse az kalacağını düşündüğü huzurlu bir yuvası varmış. Ta ki o güne kadar... Oğlan bir haftalık bir görev için prensesi, can komşusuna ve albaylarına emanet etmiş ama hayat hesapla kitapla gitmeyeceğini bir kez daha yüzlerine vurmuş. Oğlan görevden döndüğüne bir de ne öğrensin, prenses kaçırılmış. Prenses, kendisine takıntılı olan terörist yüzünden kaçırılmış. Yıllarca arkasında bıraktığı acıları tekrar gün yüzüne çıkmış. Oğlan yerle bir etmiş her yeri, didik didik aramış ama prensesi bir ay sonra bulduğunda her şey tekrar eskiye dönmüş. Prenses... Güçlü prenses bir kez daha enkaz olmuş. Güçlü prenses bir kez daha yıkılmış. Güçlü prenses...” Babamın titreyen sesi devam etmesine izin vermiyordu. Benim titreyen bedenim devamını duymak istemiyordu. “Prensesi yine kurtarmış oğlan. Karısını yine kolay olmasa bile toparlamaya başlamış. Bu anlatılan kadar kolay olmamış. Aslında prenses canına kıymış bir kaç defa ama oğlan her seferinde kurtarmış. O günden aylar sonra oğlan elinde papatyalar ile karısının kapısını açmasını beklemiş ama onun yerine evin yardımcısı karşılamış oğlanı. Oğlan şaşırmış ne olursa olsun ona kapıyı her zaman karısı açarmış ama amansız yere telaş etmemek için odalarına çıkmış ve prensesi aramış. Prenses o gece intihar etmiş. Prenses için alınan sarı papatyalar artık kanın koyu kırmızı rengini almış. Prenses, ailesinden vazgeçerek ölmek istemiş bu hikayede ama oğlan yine izin vermemiş ve kurtarmış onu. Aslında prenses çok kızmış kurtardığı için ama aynı zamanda çok minnettarmış. Eğer ölseydi karnındaki canda öleceği için çok pişmandı prenses ama bilmiyordu. Karnında bir can taşıyormuş prenses. O gün öğrenmişler ve prenses artık kraliçe olmaya adım atmış ve bir defa daha güçlü sağlam şekilde ailesi için ayağa kalkmış. Bir daha ölümü göze almamış, zor olmuş. Hiç biri burada anlatılanlar kadar kolay olmamış ama kraliçe artık çok güçlüymüş. Karnında küçük prenses taşıyacak kadar güçlüymüş. O gün oğlunu, kocasını geride bırakmak istediği için ağır bir vicdan yükü binmiş kraliçeye ama kimse onu bunun için suçlamamış tam tersi hep destek olmuşlar. Onlar dört kişilik sevgi dolu bir aile olmuş. Oğlan on altı yaşında mahalle çarpıştığı bir kızın ardından gitmiş ve her şey fevkalade olana kadar ikisi de pes etmemiş. Hayat kimse için kolay değil. Hayat kimseye adil değil.” Babam susmalı. Kalbim acıyor, saçlarımdaki ellerinin titrediğini hissedebiliyorum. Bir elleri değil, kalbinin titrediğini hissede biliyorum. Olduğum yerde kaçıncı olduğunu bilmediğim göz yaşım kalbime doğru aktı.

“Ama bununla kalmamışlar. O ikisi bitti sanmış ama aslında yine hayat planlarına uyamamış. Kaderinde kendi oyunu vardır her zaman. Sen bitti sanırsın ama bitmez. Kızları altı yaşında geldiğin de hiç beklemeye bir olay ile ayrı düşmüşler yine. Yangın... O yılların emeğini, sıcak yuvalarını yerle bir etmekle kalmamış bu sefer ayırmış onları. Adam önce çocuklarını kurtarmak istemiş ve onları kurtarmış ama adamın hesaba katmadığı şey karısı olmuş. Aslında adamın patlamadan önce vakti vardı karısı için. Kızını ön kapıdan sevdiği dostuna verdi, oğlunu yakın olduğu için arka kapıdan çıkardı ama karısı için tekrar gittiğinde geç kaldığını fark etti. Karısı yangından değil, vurularak ölmüştü. Birisi onların evine girmiş, karısını kolları arasında vurarak öldürüp... Öldürüp ailesini yakmak istemiş. Adam orada yıkılmış, çıkamamış evden ama onu asker arkadaşları arka kapıdan zor çıkarmış. Bayıltıp çıkarmak zorunda kalmışlar. Adam kendine geldiğinde evde patlamış, ilmek ilmek kurduğu yuvası yerle bir olmuş, karısı ile yıllarca onca acı ve mutluluk ile kurduğu yuvaları başlarına yıkılmş.”

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ben kendimi yorgun, güçlü sanırdım ama annem... Benim biricik annem... Canım annem... Güzeller güzeli annem neler yaşamıştı. Babam annem ile olan tanışmalarını anlatmıştı. Babam bana ailemin felaketlerini anlattı. Babam bana canımın alınmasını isteyeceğim o tanışma hikayesini anlattı. Bu gecenin sabahı benim için yoktu. Bu gecenin ateşi beni yaktı. İçimdeki hapsettiğim küçük kız darmadağın. Yerle yeksan oldum. Yerle yeksan etmişlerdi bizi. İçimdeki yangını göz yaşlarım harlıyor, içimdeki yangını annemin yaşadıkları harlıyor. İçindeki yangın geçecek sanırdım intikam alınca ama artık kalbimde her an yanan bir yangın vardı. Bu yangını hiç bir eylem ve hiç kimse söndüremezdi.

Bölüm sonu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.06.2025 22:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...