
“BU NE KADAR MANTIKLI BİR PLAN!” Belki de şuan hayatımın şokunu yaşadığım o andayım. Alparslan, bana bağırıyor. Evet yanlış duymadınız oda bir insan ve onun bam teli her zaman ben olmuşumdur. Bu bam teline basanda benden başkası değil. Dün gecede bir anda kalkmış ve nereye gitmem gerektiğini hatırlamıştım. Evet peşinde olacağımız adamların nerede olduğunu biliyorum ve oraya tek gitmem gerektiğini bir türlü Alparslan’a anlatamıyorum.
“Bak seni anlıyorum...” Bir an onun cidden çileden çıktığını düşündüm.
“Ne anlıyorsun? SEN NE ANLIYORSUN! BEN SENDEN UZAKTA SENELER GEÇİRDİM. KUCAĞIMDAN ALDILAR SENİ DAHA KÜÇÜCÜKTÜN. BEN SENİ HER TAŞIN ALTINDA ARADIM. LAN BEN SENİN ÖLÜNÜ ARADIM ÖLÜNÜ. SEVDİĞİM KADININ, DOKUNMAYI BIRAK BAKMAYA KIYAMADIĞIM KADININ ÖLÜSÜNÜ ARADIM. BEN SANA YENİ KAVUŞUYORUM VE SEN GELMİŞ ÖLÜME GİDECEĞİM DİYORSUN. SENSİZ GİDECEĞİM DİYORSUN.” Haklı ama bende haklıyım. Karşımda deli danalar gibi gezmekte, dediklerinde haklı ama unuttuğu bir şey var.
“SENDE BİLİYORDUN BUNUN OLACAĞINI. BİZ BU OPERASYON İÇİN BİR ARAYA GETİRİLDİK. BAŞTAN BELLİ İŞİMİZ BU OPERASYONU BİTİRMEKTİ VE ŞİMDİ GELMİŞ KARŞIMA İZİN VERMİYORUM DİYEMEZSİN. KİMSE KARŞIMDA ÇIKIP GİTMEME MANİ OLAMAZ. GİDECEĞİM, GEREKİRSE...” Dediklerimi kulaklarım duymuyor. Karşımda biran da kimin olduğunu unuttum. O benim kalbimin sahibi ve ben gerekirse kalbimi ezip geçmeyi düşünüyorum.
“Evet, gerekirse? Devam etsene cümlene, ezerim geçerim desene.”
“Geçerim.” Nasıl oldu bilmiyorum ama kelime dudaklarımın arasından firar etti an pişman oldum. Şuan geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim. Onu kırmıştım, onu baya büyük kırmıştım. Yumruk olan elinden, seğiren gözlerinden, kıp kırmızı olmuş yüzünden anlıyorum. Bana çileden çıkmış gibi bakıyordu ama cümlemden sonra kırgınlık indi gözlerine. Şimdiye kadar benim için nelerine feda etmiş adamı yok saydım. Karanlık bir çığ gibi üstüme devrildi. İlk defa bu kadar büyük bir kavga ediyorduk. Evet, biz tartışırdık ama kavga etmezdik oysa şimdi her şey çok fazla gelmişti.
Bir hafta önce annem ile babamın geçmişini, tanışma hikayesini dinlemiştim. Bir haftadır bir hayalet gibi evde gezmiş, acımı sonunu kadar yaşamıştım. Şimdi ise bir anda dün gece hatırladıklarım ile onların inine gitmek istediğimi söylemiştim. Buna bir Alparslan değil. Her kes karşıydı ama beni durdurmak isteyen en büyük etken Alparslan. Babam ve Abim bile bir yere kadar bana müdahele edebilirlerdi ama Alparslan’ın müdahele için bir sınırı yoktu. Gerekirse kendi gider yinede beni oraya götürmezdi ama bunu o yapamazdı. O giderse ölürdü. Ben gidersem de en fazla ölürdüm ama bunun olmayacağını biliyorum. Ben onların anahtarıyım ve beni öldüremezler. Neyin anahtarı olduğumu bilmiyorum ama öğreneceğim.
“Çocuklar sakin olun.” Babamın katı çıkan sesi ile masaya bakmaya son verdim ve gözlerimi ona çevirdim. Oda Alparslan gibi gitmemi istemiyor. Kimse oraya gitmemi istemiyor ama kimseye buna karışma hakkı tanımıyorum. Bu yolda beraber isek bende artık üstüme düşen rolü yerine getirmek istiyorum. Kaçan olmak istemiyorum, kovalayan olmak istiyorum. Yıllardır içinde bulunduğum bu kovalamacadan kurtulmak istiyorum.
“Gitmeyecek.” Alparslan, yanıma oturmuş tam karşıdaki duvara bakıyor.Sinirden dizinin birisi hızlı hızlı sallanıyor ve keskin sert sesi odayı dolduruyor. Sabah acil toplantı talebim ile toplanmıştık. Tim, ailem, albay hepsi gelmişti ve onlara bir adres hatırladığımı söylediğimde bunu teyit etmek için araştırmışlardı. Ve bingo. Beni çağırdıkları adresi hatırlamıştım. Kendi ayaklarım ile onlara gideceğimi biliyorlardı. Kendi ölümüme gideceğimi biliyorlardı ama bende beni öldüremeyeceklerini biliyordum.
“Gideceğim.” Kendimden emin duruşum ilk defa onları sarsmıştı. Şuan ikimizin de inatçı bir keçiden farkı yoktu. Ben de gitmeye meraklı değilim ama gitmek zorundayım. Kendime, geçmişime bu uğurda çabalayan her kese bunu borçluyum.
“Biraz hava alın. Beş dakika ara verelim.” Albayın dedikleriyle tim ve diğer her kes bizi tek bıraktı. Artık koca odada tek başımıza kalmıştık.
“Gidemezsin.”
“Giderim.”
“Gitmeni istemiyorum.”
“Gitmek istiyorum.”
“Ölüme gidiyorsun.”
“Öldürmeye gidiyorum.”
“Nefesimi keseceksin, ben tek bir saç teline bir şey olsa dünyayı yakmak istiyorum ama sen ölmeye gitmek istiyorsun.” Haklıydı, belki ölecektim ama gidecektim.
“Alparslan Demir. Kendine gel. Biz bu operasyon için bir araya geldik ve şuan karşımda duramazsın. Bunun olacağını biliyordun. Bir gün seçimlerimde sen olmayacaktın.” Ağır konuşuyorum. Kalbinin üstünde tepinmiyorum, onu yerle yeksan ediyorum.
“Sen... İstersen diri diri kalbimi sök ama gitmene izin vermeyeceğim Mihriban Demir.” Anlıyordu. Hep anlamıştı beni, ne bekliyorum ki! Küçük oyunumu görmeyeceğini mi sanmıştım. “Güzelleri güzeli bebeğim... Ben senin dümdüz bakışından her şeyi anlıyorum sence şuan oyunu farkında değil miyim? Sen sanıyorsun ki Alparslan’ın kalbini kırarsam bırakır peşimi ama hayır. Diri diri mezara da girsem geleceğim.”
“Alparslan... Bırak gideyim. Bırak şu oyunu bitirelim artık. Yoruldum, bak o kadar yoruldum ki artık mantıklı bir tek düşüncem bile kalmadı. O kadar yoruldum ki alp...”
“Bir hafta önce, o gece babanla ne konuştuysanız toparlanamadın. Seni, ben bile toparlayamadım. Orada olanları sorduğum halde anlatmıyorsunuz, karşımda eriyorsun ve ben sadece izliyorum. Elimden bir şey gelmemesi beni delirtiyor ve şimdi geçmiş karşıma gideceğim diyorsun. Ben seni her yıkıldığında topladım ama bu çok farklı. Ne konuştunuz bilmiyorum ama buna tek başına gitmene izin vermem. İntihar etmeni izlememi isteme benden. Bu çok ağır.”
Hiçbir şey diyemedim. Ona annem ve babamın zor hayatını anlatmak istedim, ona hatırladıklarımı anlatmak istedim. Ona içimde yanan yangından bahsetmek istedim ama yapamadım. Saçlarına benim yüzümden bu yaşında aklar düşmüştü, anlatmadıklarım için ömründen bir gün daha azalıyordu. Dile dökemediğim onca şey biriktirmiştim. Alparslan ile aramızın bu kadar soğuk olduğu başka bir an olmamıştı. Biz... Biz her zaman konuşarak anlaşan çifttik şimdi ben konuşamıyorum. Dilim lal oldu, dudaklarımın üstünde elleri vardı.
“Alparslan...” Ağlayarak, acı içinde çıkmıştı dudaklarım arasından adı.
“Alparslan kurban olsun sana. Anlat bana sevgilim, anlat bana seni yakanları da yakayım hepsini.” Demesi kolaydı, ben şimdi ona Annemle Babamın geçmişini nasıl anlatacaktım. Ben ona hatırladıklarımı nasıl anlatacaktım. Evet, şimdiye kadar her derdime derman olmuştu ama anlatırsam yıkılırdı. Ben yıkılmıştım, tırnağım kırılsa benimle ağlayacak adama nasıl hatırladıklarımı anlatırdım. Canımın çok acıdığını nasıl anlatırdım. Nefes alamayacak kadar boğulduğumu, geceleri kabuslarımın sebebini nasıl anlatırdım. Anlatamam. Konuşursam ölürlerdi. Ben onları öldürmem. Ben kendimi öldürürüm ama onları öldüremem. Çok üzülecek ama benimi anlayacak. Bir sabah kalktığın da yanında ben olmayacağım ama o sabah beni anlayacak. Omuzum da hissettiğim ıslaklık ile irkildim. Alparslan yine benim için ağlıyordu. Şiir gibi adamımı yine ağlatmıştım. Onun ağlaması çok zoruma gidiyor. Onun ağlaması çok canımı acıtıyor. Geri çekilmeme izin vermeyecek gibi sıkı sıkı sarılmıştı. Bunu ve bunun sebebini anlıyorum. Ben her zaman herkesi anlıyorum ama Alparslan ise her zaman beni anlamak zorundaydı.
“Gitme...” Ağlamaktan sesi kısık çıkmıştı. O omuzumda gitmemem için ağlıyor. Kendimi öldürmeyeceğime bir türlü inanmıyor, kendi intiharıma gittiğimi düşünüyor.
Kendi ölümüme gitmiyorum ki. Onların ölümüne gidiyorum.
“Gitmem lazım.” Derin bir nefes aldım. “Gitmek zorundayım.” Onu asla ikna edemeyeceğim. Benimle gelemeyecek bunu farkında. Benimle ölmeyeceği için omuzumda gitmemem için ağlıyordu. Oraya gelemezdi, oranın adresini bilen üç kişiyiz. Ve bu üçün biri benim. Araştırdıkları yer çok farklı bir yerdi, onlara yanlış adres vermiştim bu gün. Vermek zorundayım... Onlara doğru adres verseydim bu ölümlerine sebep olduğumu gösterirdi. Adamlar öyle çok içimize sinmişlerdi ki doğru adresi verdiğimi öğrendikleri an hepimizin infazı olurdu. Ve ben bu adamlara kendi ayağım ile gidecektim. Adresi vermeye çalışan birisi olmuştu, evet eskiden bu adresi dört kişi bilirdik ama onun infazı gözlerimizin önünde olmuştu.
“Anneme gideceğim.” Alparslan ile daha fazla sarılı kalmak isterdim ama bu havaya dağıtmaya, anneme gitmeye ihtiyacım vardı. Duygusuz değilim, sadece bu sefer kaçmak istedim. Ne olursa olsun oraya gideceğim. Ne olursa olsun bu adamanın kolların da öleceğim. Kendime en büyük sözüm bir daha Alparslan’ı ağlatmamak olsun. Bir daha bu güzel adamın ağlamasına sebep olmak istemiyorum. Melekler beni lanetlemek de o kadar haklı ki.
Aradan geçen bir saatin ardından Alp hiç bir şey demeden beni anneme getirmişti. Şuan mezarın başında dört kişi durmuş toprağa bakıyorduk. Bizimle abim ve babam da gelmişti. Mezarın üstü çeşit çeşit renkli çiçek ile süslenmişti. Her bir çiçek farklı renge sahip ve farklı model. Bunların hepsi babamın işiydi.
“Bizi tek bırakır mısınız.” Annemle tek kalmak istemem hakkımdı. Üçünün de derin bakışlarını üstümde hissettim ama asla onlara bakmadım. Anneme... Annemin toprağına bakmaya devam ettim. Bir müddet bekledim. Onlar bizi duymayacak kadar uzaklaştıklarına emin olduğumda mezarın beyaz mermerine oturdum. Gözlerim çoktan dolup taşmıştı.
“Annem... Benim canım annem... Kurban olduğum annem... Anne, hatırlıyorum. Bana verdiğin adresi hatırlıyorum. Bana kendi ölümümüzün adresini verdiğini hatırlıyorum. Babam anlattı anne. Babam anlattı ve o gece hatırladım. Merak etme kimseye demedim annem. Der miyim hiç. Sırrımız hala güvende. Ben hala senin kızının annem, ben senin koklamaya, dokunmaya kıyamadığın kızının. Bunu hiç bir gerçek değiştiremez. Ben babamın ve senin kızınım. Sizin en küçük aile ferdinizim. Anne... Annem nasıl dayandın. Anne, ben bir haftadır cehennemi yaşıyorum. Sen nasıl dayandın onca şeye. Anne, ben öldüm gömenim yok sanıyordum ama seni diri diri gömmüşler. Anne... Kurban olduğum annem.. Anne bize nasıl kıydılar. Anne, kendimden tiksiniyorum. Kendimi uzun zaman sonra öldürmek isteyecek kadar çok kendimden tiksiniyorum. Şu zamana kadar hep onları yakalayıp hapse attırmak istemiştim ama şimdi hepsini öldürmek istiyorum. Anne, ben bununla nasıl yaşayacağım. Annem kendimden tiksiniyorum, kalk yardım et bana.” Nefesim tıkanıyor. Aldığım soluklarım yetmiyor, hiç bir zaman rahat nefes alan birisi olmadım ama şuan ölmek istediğim için nefes almak istemiyorum.
“ANNE... ANNE KALK... ANNE KALK VE YARDIM ET. ANNE KIZIN ÖLÜYOR. ANNE YARDIM ET. Anne ölüyorum. Ben bu gerçekle nasıl yaşayacağım anne.” Etrafımda kalabalık hissettim, bir çok ayak sesi duydum ama oturduğum yerden kalkamadım. Ayaklarım beni taşımayacak kadar yorulmuştu. Kalbim ölmek isteyecek kadar yorulmuştu. Kendimi bu dünyadan silsem her şey geçecek hissediyorum. Benim anneme tecavüz etmişlerdi. Ben annemin tek bir saç teline bile kurban olmak isterken ona kıymışlardı. Benim anneme kaç kişi dokunmuştu. Kızlar annelerinin kaderini yaşamamalı derdim hep. Kızlar meğerse annelerinin kaderini yaşarmış. Altı yaşım da mezara girmek istemiştim. Annem de 16 yaşında ve daha bir çok yaşında benimle aynı duyguları yaşamış. Belki daha fazlası ama benim bildiklerim bile bana fazla geliyor.
“Anne! Ciğerimden yanıyorum anne. KALK ORADAN. KALK VE KIZINA YARDIM ET ANNE. ÖLÜYORUM DİYORUM KALKSANA. Anne kaç defa? Söylesene kaç defa aynı kaderi yaşadık? Kaç defa ölmek istedik? ANNE... BEN SENİNLE AYNI KADERİ YAŞAMAK İSTEMİYORUM. KORKUYORUM. ANNE YAVRUN KORKUYOR KALKSANA.” Ağzımdan çıkanı kulaklarımın duymadığı bir andayım. Elim ayağım boşaldı, kimler beni tutuyor, kimler bana sesleniyor anlamıyorum. Sesler birbirine girdi. “ANNE. KALK KORKUYORUM. KORUSANA BENİ. BENDE BİR ANNENİN EVLADI DEĞİLİM MİYİM! KALK VE KORU YAVRUNU.”
“Kriz geçiriyor, ayaz iğneyi ver.” Kulaklarım uğulduyor ve yanımda beni kolumdan tutan kim bilmiyorum.
“ANNE KALK. KALK YATMA YARDIM ET BANA.” Arkamdan belime sarılan bir kol hissettim.
“Yapma güzel kızım. Yapma babacım.” Ne yapıyordum ki? Ben hiç bir şey yapamadım ki.
“YAPAMIYORUM. ANNE KALK BEN YATAYIM KALK. YAPAMIYORUM.” Yerimde durmadan tepindiğim için beni tutmaya çalıştıklarını hissettim.
“Bebeğim geçecek şimdi söz veriyorum.” Alparslan. Alparslan’ın sesini her karanlıkta tanırım. Her karanlığıma aydınlık olmuş adam.
“Alp... Kalksın. Korkuyorum.” Bilincim yavaş yavaş kaydığını hissediyorum. Koluma iğne mi vurmuşlardı? Bunu hissetmemiştim oysa. O kadar canım acıyor ki küçücük bir iğneyi bile hissedemez hala geldim. Gözlerim artık daha fazla dayanamadı. “Anne ben seninle aynı kaderi yaşamak istemiyorum kalk.”
“Bayılıyor.” Kulaklarımın uğultusundan seçtiğim kelimeden sonra gözlerim ağırlaştı. Bedenim kendini bıraktı. Gerisi benim için cehennem dolu anlardı.
Tamamen karanlığa açtım gözlerimi. Kendime gelmek adına bir kaç kez gözlerimi kırpıştırdım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. En son mezarlıkta değil miydim? Ne ara karanlığa teslim olmuştum. Etrafımda karanlıktan başka hiç bir şey yoktu. Etrafımda bir ışık aramak için sağa sola baktım ama koca bir hiçlik ile karşılaştım.
“Alparslan.” Sesim yankı yapıp tekrar kulaklarıma dolu.
“Alp...” Bu sefer daha yüksek sesle bağırmaya çalıştım. Yine aynı sonucu alacağım sanıyordum.
“Mihriban. Koşma bebeğim.” Karanlığın ortasına sanki bir ışık doldu. Bu ses Alparslana ait değildi. Bu naif ses tonu bir kadına aitti ve karanlık bir sis perdesi gibi aydınlandı. Amansız bir telaş içinde sağıma ve soluma baktım sesin nereden geldiğini bulamadım, bir anda gelen ışık yüzünden gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Bu amansız ışık bir anda parladı ve söndü. Gözlerimi açtığımda kendimi evimde buldum. Burası alparslan ile bizim evimiz değildi. Burası benim en güzel altı yılımın geçtiği evim.
Mutluluk ile etrafıma baktım. Koca bahçenin bir köşesinde bizim için oyun parkı vardı. Evimiz arazinin ortasında iki katlı sıcak bir yuvayı andırıyordu. Etrafımızda evler var ama o kadar yakın değiller. Tek yakınımızda olan ev Alparslan’lara aitti. Bahçelerimiz arasında geçmek bir kapı vardı hatta. Ortam şenlik alanı gibi. Annem evden elinde kek dolu bir tabakla evden çıktı. Ardından abim, ben, Alparslan çıktık.
Alparslan’ın kucağında küçük bir kız çocuğu pembelere sarılmış. Mavi mavi bakıyor etrafa, onların ardından Ayşen teyze elinde çaydanlık ile çıktı. Gittikleri yere bakınca, parkın yanında bulunan oturma alanı fark ettim. Babam ve Selim amca yüzlerinde kocaman gülümseme ile bizi bekliyordu. Ailemi şuan uzaktan izlemek ağlama isteğimi körükledi. Dizlerimin üstüne çöküp beni de aranıza alın lütfen diye ağlamak istedim.
“Baba, annem bana kek dolu tabağı vermiyor.” Abimin yakarışı ile annem kahkaha attı. Babam kızgın olmaya çalıştı ama yüzündeki gülümsemeyi bastıramıyordu.
“Bebeğim, tabak ağır değil.”
“Anne olsun. Yine de ben taşımak istiyorum.” Abim küçük bir çocuk gibi omuzlarını silkti ve babamın yanına oturdu. Babam’ın dizinde yerimi almıştım bile. Elimdeki çikolatayı büyük bir iştah ile yiyorum. Hepsi oturmuş, annem kek servis ederken, ayşen abla çayları doldurdu. Babamlar bizler ile uğraşarak dikkatimizi kekten çekmeye çalıştı. Abim, alp, ben heyecan ile keklerin servis edilmesini bekliyorduk.
“Ayşen kız şekeri getirmeyi unutmuşuz.” Annemin sanki çok büyük bir sorunmuş gibi verdiği tepkiye selim amca ve babam güldü.
“Tamam gider alırız hayatım.” Babam yerinden kalkmak üzereyken annem telaş ile ayşen teyze kaş göz yaparak kalkması gerektiğini söyledi. Ben onları uzaktan aile saadetini izledim. Bende vardım ama bu rüya mıydı yoksa unuttuğum bir anı mı bilmiyorum.
Annem ve Ayşen teyze kalktı ve peşlerinden küçük bende koşa koşa gitti. Evimin içine merak ettiğim ve onlara daha yakın olmak istediğim için büyük bende peşlerine takıldı. Zaten beni görmezlerdi. Evim hala aynı duruyordu ama benim zamanım da ki kadar soğuk değil. Daha sıcak, daha düzenli ve daha yuva gibi hissettirmişti.
“Kız ayşen dediklerimi hatırlıyor musun?” Annemin sessiz çıkmasına özen gösterdiği ses tonu doldu kulaklarıma. Bir yandan benim elimi siliyor mutfakta, bir yandan ayşen ablaya konuşuyordu.
“Ay hatırlıyorum, aldım bu gün. Git yap öğrenelim. ” Ayşen teyze mutluluk içinde eczane poşetini anneme uzattı. O poşetin içinde ne var? Merak ile onları kapıdan izlemeye devam ettim.
“Annem, o nedir?” Merak içinde poşete bakmaya çalıştım. Annem hızla poşeti görmeyeyim diye dolabın içine bıraktı.
“Annecim, babana sürpriz o lütfen kimseye bir şey deme tamam mı?” Annem... Benim canım annem, saçlarımı büyük bir sevgi ile okşadı.
“Ay... En sevdiğim sürpriz. Ben çatlarım, lütfen hemen verelim.” Heyecanım ve ışıl ışıl gözlerim ile anneme bakıyordum. Şuan kendimi kıskanmıştım. Annem saçlarımı sevmiş, altı yaşında değilde sanki bir yaşındaki bebekle ilgilenir gibi ellerimi silmiş bana sevgi dolu bakıyordu. Uzaktan, kapı kenarından izlerken o kadar kıskandım ki. Kendimi kıskandım.
“Annecim, dur deli kızım zıplama ve bağırma lütfen. Vereceğiz bebeğim hemen, sen şimdi içeriye geç ve bekle. Biz Ayşen teyzenle on dakikaya geleceğiz.”
“Tamam annecim. Ay çok heyecanlandım.” Dilim bazı kelimeleri doğru telaffuz edemiyor ama annem ne demek istediğimi çok iyi anlıyor.
“Annem benim. Bal kokulu bebeğim, sen benim kızımsın. Bal kokulu, prenses kızımsın sen benim. Git dışarı Alparslan ile oyna bakalım.” Annemin beni öpüp koklaması sonrası ikna olarak ve babama demeyeceğime söz vererek oradan ayrıldım.
“Çok güçlüsün. Hayranlıkla izliyorum seni. Çok çok güçlüsün cemre. Yemin ediyorum o kadar güzel bir hayatı hakkediyorsunki...” Ayşen teyzenin bir anda dolu gözler ile anneme sarılmasını beklemiyordum. Annemde beklemiyor olacak ki, bir kaç saniye sadece durdu. Daha sonra oda arkadaşına sarıldı.
“Sizin sayenizde, Atakan sayesinde. Çocuklarım sayesinde, sizler olmasanız şuan ölmüş olurdum Ayşen. İyiki varsınız.”
“Ay Atakan beni vuracak valla, karısının ağlamasına dayanamaz şimdi.” Ayşen teyzenin amacı ortamdaki duygusallığı dağıtmaktı.
“Hiç bir şey yapamaz, vururum onu topuklarından.” Annemin kabadayılar gibi konuşmasına güldüler. Benim yüzümde silik bir gülümseme olmuştu. “Şimdi şu testi yapayım bir, geçeriz.”
“Mihriban...” Ayşen teyze ne diyecekse annem lafı ağzına tıktı.
“Sus ayşen. Mihriban sadece benim kızım. Benim yavrum ve onun yerine ne kimseyi koyarım ne de kimsenin bir şey yapmasına izin veririm. O benim canım, onun kaderini kimseye bırakmam. Bırakamam Ayşen.” Annemin amansız sözlerine bir anlam verememiştim. “Ben şu hamilelik testini yapıp geleyim.” Arkasında gözleri dolu bir Ayşen abla bıraktı ve yanımdan geçerek çıktı. O dakika kokusu burnuma doldu sanki, çiçek ve sevgi ile harmanlanmış eşsiz kokusunu derin derin içime çekmek istedim.
“Canım arkadaşım, ne zorluklar çekti Mihriban’ı babasından korumak için.” Beni babamdan neden koruyacaktı ki? Bir an nerede olduğumu unuttum ve sormak istedim ama sorsam bile duymazdı ki. Şuan onlar için bir hayaletim. Kendi anılarımda kaybolmuştum. “İnşallah kimse öğrenmez gerçeği.” Bir anda gelen soğuk hava ve gerçekler ile ürperdim, Ayşen teyze ve annem ne saklıyordu? Annem, beni neden babamdan korumaya çalışıyordu? Kafam karma karışık olmuştu. Ben bunları nereden biliyorum. Kafamda o kadar soru işaretleri oldu ki bir anda boş mutfaktan çıkmak için arkamı döndüm ve küçük ben ile göz göze geldim. O beni görmüyor ama görüyormuş gibi bakıyor. Hiç gitmemiş, kapının arkasında saklanmış bir çikolata daha yiyorum. Bu sayede anladım, bunlar benim anılarımdı, bunlar rüyalarım değildi. Ben yine geçmişin rüzgarına takılmıştım.
Bir anda beyaz bir ışık parladı ve gözlerimi açık tutamadım. Ani ışık parlaması ile kendimi bambaşka bir anda buldum. Annem ve babamın yatak odasındayım, ortada küçük halim yatıyor ve yanımda abim var. Annemle babam bizi uyandırmamak için kısık sesle konuşuyor. Nerede olduğumu fark etmem ile gözlerim dolu dolu oldu.
“Atakan şimdi sana bir şey diyeceğim ama çocukları uyandırma.” Annemin uyarısı babamın merak ile tek kaşını kaldırması ile sonlandı.
“Hayırdır hanımım, gece gece ne oluyor?” Babamın ‘hanımım’ demesi ile annem adeta erimek üzere, şapşal gülüşü yüzünden uzaktan izleyen birisi ya aşk dolu diyebilir. Dedim.
“Sakin ol şimdi, ay ben çok heyecanlandım.” Annem elini ayağını nereye koyacağını bilmiyormuş gibiydi. “Dur şu çekmecede.” Diyerek babamın arkasında duran çekmeceye doğru ilerledi. Küçük bir hediye kutusu çıktı içinden, annem büyük bir heyecanla derin bir nefes aldı ve dolu gözleri ile babamın karşısında durdu.
“Ne diyeceğimi bilmiyorum. Belki erken olduğunu bile düşüne bilirsin ama yıllar geçti o lanet gecenin üstünden ve ben... Ben çok istiyorum, evet korkuyorsun tekrardan. Bak seni çok iyi anlıyorum ama ben çok istiyorum ve...”
“Hatun sakin ol ve tane tane konuş. Nefes al güzel karım.”
“Nefes aldım. Dur bölme kocam. Ben buna hazır mıyım bilmiyorum. Ayaz gibi mi olur mihriban gibi mi bilmiyorum ama çok istiyorum. Sen çok güzel koca ve çok güzel babasın. Senin hakkını hiç bir zaman ödeyemem. Seni çok seviyorum kocam, seni öyle çok seviyorum ki... Hatırlıyor musun, bana dört çocuk istediğini söylemiştin. Bende o kadar abartma demiş ve gülmüştüm. Sıcak bir yuvamız, güzel bir ailemiz oldu. Herkes bana güçlüsün diyor ama en büyük dayanağım sensin. Sen düşseydin ben sürünürdüm, sen istemeseydin eğer kızımı ben mahvolurdum. Sen öyle güzel bir adamsın ki, ne desem az kalır. O koca yüreğini önce beni, sonra çocuklarımızı sığdırdın. Bizim için yüreğin kederden boğulsa bile sesin çıkmadı. Şimdi demek istediğim, yüreğinde bir kişi için daha yer var mı? Bizim ikili üç oldular.”
Ortamda derin bir sessizlik hakim oldu. Annem büyük bir sessizlik ile babamı izliyor, babam yaşlar dolu yüzüyle anneme bakıyor. Biz hala abimle sarılı şekilde koca yatakta yatıyoruz. Babamın elleri havaya kalktı ama titriyordu. Koca adam karşımızda küçük bir oğlan çocuğu gibi titreye titreye ağlıyordu. Annem babama dayanamadı ve ona sevgi dolu sarıldı. Babam, annemin omuzunda hıçkıra hıçkıra ağladı. Dakikalar geçti babam kendini toparlamak adına derin derin nefes aldı ama hala ağlıyordu. Bu mutsuzluk göz yaşları değil. Bu sevinçten, aşktan ve en önemlisi şefkatten oluşan yaşları.
“Sen... Ben...” Babam cümleyi bir türlü toplayamıyor. “Bizim, bir çocuğumuz daha mı olacak.” Anneme sarılı başını omuzuna koymuş sesi boğuk çıktığı halde ne dediğini anlıyorum. Annemin ağlaması için babamın konuşması yetmişti.
“Evet. Bizim minik bir Aras’ımız daha olacak.”
“Allah be! Kurban olduğum benim. Kurban olduklarım. Bu dünya da cenneti yaşayamazsın demişlerdi, kim dediyse yalan söylemiş. Bana her defasında cenneti yaşattın güzel karım. Ne kadar teşekkür etsem, ne kadar şükür etsem az. Çok seviyorum dördünüzü de.”
“Bizde seni çok seviyoruz. Dördümüz de seni çok seviyoruz.” Annem geriye çekildi ve yatakta oturan benimle göz göze geldi.
“Bebeğim... Sen ne zaman uyandın?” Annem ve babam yataktaki bana bakmadan gözlerini silmeye çalıştı. Kendime söyle bir baktım, üstümde ayıcıklı pembe pijamalarım ve dağınık saçlarımla yeni uyandığım belli oluyordu.
“Sen, babama bir şeyler derken uyandım anne. Aslında uyumuyordum, sizi kandırdım.” Babam ve annemin yüzlerinde derin mutluluk dolu bir gülümseme oluştu.
“Bak bak bizim küçük prensese, demek babayı ve anneyi kandırdın.” Babam büyük bir mutluluk ile yatakta oturan bana ilerledi. Annem durduğu yerden gülümsemek yerine odanın ışığını kapattı ve sadece abajurdan yanan ışık odayı aydınlatıyordu.
“Abiyi uyandırmayın.” Annemin ikazı ile babamla kısa bir an bakıştık.
“ABİİİ... ABİİİ KALK! ANNEM VE BABAM BİZSİZ AĞLIYOR.” Oyunbaz halime annem kaşlarını sahte sahte çattı. Babam ise sadece yüksek sesli kahkaha attı.
Daha sonra abim uyanmıştı ama anneme sarılarak geri uykusunda devam etti. Babam ise bana saatlerce sıkılmadan masal okudu. Arada homurdandı ve anneme bu kız olmamış der gibi bakıyordu ama bana hiç bir şey çaktırmıyordu. Saatler sonra babamın elinden tutmuş uyumuştum. Ailem mutluydu, ailem huzurluydu, ailem... Benim canım ailem, tamamlanmış duruyorduk. Biz hep beraber o kadar güzel bir topla gibi duruyorduk ki, canım acıdı. Canım çok acıdı ve olduğum duvar köşesine çökmek istedim. Orada saatlerce belki de sonsuza kadar ailemi izlemek istedim. Şuan rüya veya anım her neyse burada kalmak istiyorum. Hiç gitmemek ve onları izlemek istiyorum. Her anım benim için ızdırap değildi. Her anım benim için intihar değildi. Benim mutluluk dolu anılarım vardı. Benim mutluluk dolu aileme kıymışlardı.
Bir anda parlayan bir ışıkla bu sefer bambaşka bir ana gittim. Sanki zaman kapsülünün içinde oradan oraya sürünüyorum. Beynim benimle oynuyor. Bu sefer ne aydınlıktayım, ne de yanımda ailem var. Bu sefer karanlık bir odada ayağımda bir urganla köşede otuyorum. Bu... Bu anı benim kaybolduğum bir ay’a aitti. O zamanlar bu odada kaldığımı bilecek kadar çok şey hatırlamıştım. Tanıdık gelen oda ile gerçek olmasa bile beni korkuttu. Tüylerim ürpermişti, oysa şuanın sadece bir anıdan ibaret olduğunu biliyorum. Dipsiz bir karanlık ve altı yaşında duvar kenarına sığınmış, ayağında urganlar olan bir çocuk.
“Lütfen tanrım, çıkarın beni buradan.” Hala küçük bir umudum vardı, onca karanlığa ve onca korkuya rağmen hala bir umudum varmış. “Lütfen. Lütfen çıkarın, söz veriyorum çikolata istemeyeceğim ve oyuncaklarımı istemeyeceğim.” Altı yaşında bir çocuğun sözleri bunlar olmamalıydı. Altı yaşında bir çocuk parkta oynamalı, çikolata yemeli ve çok çok sevilmeliydi. Bunlar için kimseye yalvarmamalıydı ama dünya adaletli değil. Dünya her kese eşit davranmıyor. Bu halime bu yaşımda bile acıdım. Altı yaşındaki o kız çocuğunun hissettiği korkuyu, yirmi beş yaşında bir kadın olarak hala hissediyorum.
Canım acıyor, karanlık korkuyorum. Canım acıyor, susuzluktan boğazım ağrıyor. Canım acıyor, ailem yok. Canım acıyor, annemin yanmış bedenini gördüm. Canım acıyor alparslan yok. Canım acıyor, ayağıma bağladıkları urgan çok sıkı. Canım acıyor çünkü çok acıyor.
“lüt...”
“Ne biçim çocuksun sen! Bir dakika bile susmuyorsun. Annen ve baban çenenden nasıl ölmedi şimdiye kadar.” İçeriye uzun, iri yarı ve vücudu dövme kaplı bir adam girdi. Bir anda karanlığı aydınlatan lamba ile gözlerimi yumdu küçük kız. Adam ayağındaki ipleri çözdü ve onun ince kollarından tutarak odadan çıkardı. Kendi hayatımı uzaktan bir hayalet gibi izliyorum. Bu beynimin bana en büyük oyunu, canımın acısı anılarımı depreştiriyor.
“Nereye?” Küçük bile olsam burnum havada tutmaktan bir an bile vazgeçmiyorum.
“Deden gelmiş.” Duyduklarım ile kımıldayamadım bile.
Dedem? Benim dedemin burada ne işi olurdu.
“Dede...” Koca kahverengi ağırlıklı döşenmiş salonun ortasında dedem duruyordu. Arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyorum ama küçük mihribanı kucağına aldı ve seviyor.
“Merhaba ufaklık. Bu gün buradan çıkacağız, seninle hastane gibi bir yere gideceğiz ve orada sana ufak kontroller yapılacak. Eğer uslu durursan, alparslanı görebilirsin.” Adamın sesi çok tanıdık, bu benim dedem Atilla değildi.
Bu adam tanıdık ama kim olduğunu anlamadım.
“Dede çok acıtıyorlar, ben burada daha fazla kalmak istemiyorum. Gidelim, lütfen.”
“Gideceğiz torunum, gideceğiz ama önce annenin...”
“Öldü dediler dede. Annem öldü mü? Ölüm ne demek dede?” Benim kimsem ölmemişti ki, ben ölü ne nereden bileyim o yaşta. Annem bana hiç bir zaman gidecek gibi davranmadı ki. Annem her zaman yanımda olacağına söz vermişti.
“İstanbula gidiyoruz, İki hafta sonra bırakırsınız. Amcası selim alacak ve kalanı halledecek. Onu öyle yetiştireceğim ki, canlı bomba olacak.”
“Emredersin patron. Tam olarak nereye gideceğiz bizim çocuklar önden hazırlık yapsın.” Dövmeli adam ve onun karşısında şık giyinimli adam vardı. Odada toplam dört kişiydik.
“İstanbula ... Adrese gideceğiz. Orayı laboratuvara çevirdiğimi kimse anlamaz. Kimse sıcak aile yuvasının altında bir deney laboratuvarı olacağını düşünmez.” Dede dediğim adam katıla katıla güldü. Ona eşlik eden diğer adamlarda güldü, ben ise sadece dede dediğim adamın kucağında onları izliyordum. “Hilmiye haber verin, canlı bombamızı aldım geliyorum.”
“Ona ne yapacaksınız?” Dövmeli adam merak içinde bana bakarak sormuştu.
“Onu kullanacağım, beynine taktığım çip sayesinde benim askerim olacak. Babası benim kızımın ölümüne sebep oldu. Bende onun kızının ölümüne sebep olacağım. Onunla kukla gibi oynayacağım, neyi hatırlamamı istiyorsa onu hatırlayacak. Sanrılar görecek. Gerçek ve rüya ayırt edemeyecek. Babası sadece uzaktan kızının yok oluşunu izleyecek. Benim kızımın yok oluşuna sebep olanlar gibi bende onları yok edeceğim. Diğer çocuk?”
Arkasını döndü ve on kim olduğunu anladım. Dede... Dedem... Annemin babası. Annemin babası. Benim biricik annem...
Kader ağlarını işte o zaman örmüştü. Koca koca adamlar küçücük kızın üstünde deneyeler yapmıştı ve kimse asıl gerçeği bilmemişti. Her kes kendi intikamına bakıyordu. Ama asıl oyun bambaşkaydı, asıl oyunu kuranlar, asıl oyunun sebebi çok başkaydı. Bunlar sadece dile gelenlerin küçük bir kısmıydı. Bir oyunca vardı onun dışında herkes bir piyon. Kimse şah ve mat yapabilecek güce sahip değil. Herkes kendini birbirinden üstün görüyor ama oyunu kazanan her zaman iyiler olmaz. Oyun bazen kötüye de döner ve orada neler olacağını o zaman görürüz.
Ahmet HATİP, Cemre ARAS’ın öz ve öz babası. Cemreyi bir eşya gibi gören ve onu satmaya çalışan bir adam. Cemrenin şimdiye kadar başına gelenlerin en büyük sebebi kendi babası. Herkes aile konusun da maalesef ki şanslı olamıyor. Denildiği gibi dünya her kese adaletli değil. Bazen en büyük imtihanın ailen olabiliyor. Annemin ki de kendi babası olmuştu. Annemin neden bizi dedemden kaçırdığını şimdi anlamıştım. Dedem beni ilk kaçırışı değildi. Bunları annemin günlüğünde okumuştum. Başta ironi sanmıştım ama anılarım hepsini onaylıyordu. Benim dedem kötü birisi. Benim dedem kendi kızını satmaya çalıştığı halde, onun sonunu babama bağlayıp benden intikam almak isteyecek kadar kötü birisi. Oysa ruh hastası kişiliği kendi yapmıştı. Anneannem’in neden kaçtığını çok iyi anlıyorum. Annem doğar doğmaz onu büyütmüş ve annem babamla evlenince intihar etmiş. Ya da öldürüldü ama orası annemin günlüğünde yazmıyor.
Yine kendi anılarımda çok farklı bir yerde buldum kendimi. Yanımda annem vardı. Canım annem yanımda, bana masal okuyarak uyutmaya çalışıyordu. Ben ise uyumamak için nefes almadan konuşuyorum.
“Annem, uyusana artık.” Derin bir nefes aldı ve şiş karnını sevdi. Benim annem hamileydi. Baya karnı burnunda ve hala beni uyutmak için uğraşıyordu.
“Ama babamı bekleyeceğim.” Mızmız halime sinir oldum.
“Annecim. Güzel kızım benim, uyuman gerekiyor. Hadi oyun oynayalım.”
“Anne... Ezberledim ben o oyunu. Artık biliyorum.” Ne ezberlediğimi bir an hatırlayamadım. Ne konuştuğumu, hangi oyun olduğunu hatırlamadım.
“Benimle tekrar...”
“Bir varmış bir yokmuş... Karanlığın içindeki kırmızı başlıklı kız babasından kaçmak için ormanın içindeki eve sığınmış. O evde onu bekleyen kötülüklerinden habersiz. Karanlık ormanın içindeki o eve girmiş. Amacı babasından kaçmak ve yaşamakmış.” Annemin o yaşımda ne dediğini anlamıyordum ama şimdi anlıyorum. O adresleri bana ezberletmek için, kaçmam gerektiğini vurguluyor ve yaşamak için savaşmamı vurguluyordu.
“Anne, kırmızı kızı Prens kurtardı. Kırmızı kız artık o ormanda değil ve Prens ile çok mutlu.” Çok bilmiş bir çocuğum. Hiç bir şey anlamıyorum, annemin yüzünde manidar bir gülümseme ile bana bakıyor. Her saç telimi acıtmadan seviyor.
“Doğru diyorsun. Kız ormandan kaçtı, onu Prens kurtardı. Prens sayesinde artık Kırmızı kız çok mutlu. Ormandaki ev yandı. Kötüler masallarda kaybetti.” Derin bir nefes aldı ve “Ama gerçek hayatta kötüler bir çok şey kazandı. İyiler ise sonsuz mutluluk.”
Oyun, bitti. Bu bizim annemle olan bir oyunumuz da o bana masal gibi anlat ben ise sonunu tahmin etmeye çalışırdım. Ne kadar başarılı olurdum bilmiyorum ama annem bana ormanın ortasındaki o eve gitmemem gerektiğini söylüyordu. Ormanın ortasındaki o evden ömrüm boyunca kaçamamıştım.
Ve ne kadar da istemesem gerçek dünyama dönmüştüm. Gözlerimi açtığımda göreceğim ilk kişi alparslan olur sanmıştım. Oda bomboştu bende karanlıkta durdum ve neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Bir saniye içinde hepsini hatırladım. Anılarımı da unutmamıştım. Onlarda benimleydi, ne kadar babamla konuştuğum gece hepsi hafızama süzülse de şuan daha net hatırlıyorum. Evet, benim bir kardeşim daha olacaktı. Bunu o gece babamın anlattıklarından sonra hatırlamıştım. Bunu hatırladıkça içim kavruluyor. Benim bir kardeşim daha olacaktı. Ne olmuştu ona? Ölmüşmüydü? Ahmet Hatip benim dedemdi. Oda bu işlerin içindeyi. Ve benim yok oluşumda büyük bir piyondu. Şimdi anlıyorum. İşte şimdi annemin günlüğünü sır gibi sakladığını anlıyorum. Babamla bahçedeki geceden sonra bir çok olayı hatırlamıştım. Hepsi bir bir yerine oturmaya başlamıştı. Açıklar vardı ama onların cevabı günlükte bile yoktu. O günlük sadece benim kanım ile açılıyordu. Evet, annem sadece benim okumam için bir günlüğü var ama açılması için benim kanıma ihtiyaç var. Günlük bir gün kapıma kargo ile bırakılmıştı ve ben o zamandan belli kimseye anlatamamıştım. Korkmuştum. Günlüğü açmak için küçük bir mekanizma vardı ve o mekanizmaya kanlı parmağımı okutmam gerekiyordu. Annem öyle bir şekilde yapmış ki sadece parmak okutmak ve kanım açmak için yetmiyor. Bu özel yapım günlüğü nereden buldu bilmiyorum ama çok akıllı annem var. Günlük eğer zorla açılmaya, kurcalanmaya başlarsa kendini yok ediyordu. Evet kendi kendini imha ediyordu. Günlük, dijital bir tablet gibi ama daha üst model. Dışı tamamen klasik tabletler gibi ama içi benim dünyadaki cehennemin.
Annem bu günlüğe her ne yazdı ise gün gün ayarlanmıştı. Sistemi çözene kadar aylarım geçmişti ve çözdüğümde baya şaşırmıştım. Annem sadece bana özel bir günlük yazmıştı. Ben ise çözdükten sonra öylece bırakmıştım. Aylarca elime almaya korkmuştum. Neler yazdığını okumak istememiştim, kaçmıştım. Günlüğü babamla konuştuğumuz o geceden sonra okumaya başladım. O gecede sonra babamın bir masal gibi ama asla masal olmayan anlattıkları ile okumaya başladım. Bir kaç günde bana sadece babamın anlattıklarını onaylayacak cümleler yazmıştı. Babama aşkını, tanışma hikayelerini, başına gelenleri hepsini yazmıştı. Bazen ailesinin evinde yaşadıklarında bahsetmişti ama sadece anneannemin intihar ettiğini yazmıştı. Ben ise öldürüldüğünü düşünüyorum. Günlük bana her gün bir öncekinden daha karanlık yazılar sunmuştu ve annem gerçekten güçlü kadındı. Bunu bir kez daha anlamıştım.
Hatırladığım adrese gitmem gerekiyordu. Annemin büyüdüğü köşke gitmem gerekiyordu. Annemin, intikamını benden alan dedemle tekrar karşılaşmam gerekiyordu. Hayatımın amına koyanların ebesini sikmem gerekiyordu. Şuan düşmem değil, kalkmam ve savaştaki asıl oyun kurucuyu göstermem gerekiyordu. O adresi kimsenin bulamaması normal çünkü annem küçük yaşta bir mahallede oturduğundan bahsetmişti. Kimse dedemin bir köşk alacak kadar zengin olmayacağını düşünüyordü. Zira haklılardı. Dedem, annem ve babamın evliliğinden sonra bir kaç defa beni kaçırmştı oradan hatırlıyordum yüzünü ama daha sonra nasıl hiç var olmamış gibi sırra kadem bastı? Biz ondan hiç bir zaman haber alamadık, büyüdükçe unuttuk. Unuttukça onu kendi haline bıraktık. Ahmet hatip aslında benim görüşmediğim, unuttuğum dedemdi. Nasıl oluyordu da hiç birimiz onu tanımazdık? Kafamda o kadar çok soru ki öncelik hangisine vereceğimi şaşırdım.
“Güzeller güzeli bebeğim.” Karanlık odada benden başka birisinin sesini duymak korkuttu.
“Ah... Alp sen ne ara geldin?” Elimi kalbimin üstüne koydum. Gözleri ile tüm vücudumu taradı.
“Şimdi geldim, boş boş duvara baktığını görünce ses yapıştım korkmaman için ama duymadın.” Derin bir nefes verdi ve ışığı açarak yanıma geldi. “O kadar ses yaptım ama yine duymadın. Ne zaman kendine izin vereceksin? Biraz dinlenmen lazım aşkım.”
“Ben dalmışım sadece, konuşmamız lazım. Şimdi dinlenme vakti değil, yorulma lüksüm yok.” Tane tane kurmuştum kelimelerimi, yavaş yavaş anlattım anlasın diye. “Neredeyiz?” Şuan dank etmişti kafama bizim evimiz, bizim odamız değildi burası. Etrafı büyük bir merak ile süzdüm. Oda az önceki karanlığa zıt bembeyaz dizayn edilmişti. Genç bir kadının odası olacak kadar spor görünüyorken zıt bir şekilde şıkdı.
“Sizin evdeyiz.” Önüme gelen saçlarımın her bir telini sevdi. Daha sonra yüzüme sanki hiç bakmıyormuş gibi derin derin bakmaya başladı.
“Bizim evimiz değil burası.” Dediğimde dudaklarından ufak bir kıkırtı döküldü.
“Bizim değil. Sizin. Atakan amca, Ayaz ve senin evindeyiz.” Şaşırmıştım. Duyduklarımı anlamadığımı düşünerek yüzüne baktım ama buna bile güldü.
“Ben... Yani sen... Şaşırdım. Benim şimdiye kadar bir tane bile evim yoktu. Sen geldin yuva oldun, evim oldun. Şimdi babamların evinde... Benim bir yuvam olacağını hiç düşünmemiştim. Ne kadar garip yıllar önce ev dediğim ama yuvam olmayan bir yerim vardı. Şimdi iki tane yuvam var.” Kendi dediklerime kendim bile şapşal şapşal güldüm. Alparslan bana içi gidiyormuş gibi bakıyor.
“Ben bu hayatta olduğum sürece sana yuva olmaya devam edeceğim.”
“Biz hayatta olduğumuz sürece senin yuvan olacağız.” Babam ve abim kapıda durmuş bize bakıyorlardı.
“Biz hayatta olduğumuz sürece nerede olursak olalım orası bizim yuvamız olacak.”
Regli takvim yaklaştığı için kendimi daha fazla duygusal hissediyorum. Şuan bunu bir şeyelere bağlamam gerekiyor aksi halde düşünmek bir veba gibi içten içe çürütüyor. Kendimi kimsesiz hissettiğim, yanımda sadece Mert’in olduğu onu tek kişilik bir aile olarak gördüğüm günlere gitmek istemiyorum. Bu beni koca bir geçmişe tutsak yapıyor. Küçükken ayağıma bağladıkları urgan yaş aldıkça boynumda yerini almıştı. Her düşüncem benim için birer intihar sebebi. Canım acıyor, sesim çıkmıyor çünkü yanımdaki insanlarında benim kadar canları acıyordu. Hangisine ne sora bilirdim ki? Babama, annemi soramazdım. Abime, bir kardeşimiz daha mı var bizim diye soramam. Alparslana daha fazla kendimle batıramam. O zaten bana olan sevgisi uğruna yıllarca kendinden vazgeçmişti.
“Bebeğim.” Alparslanın eşsiz bakışları, güzel ses tonu ile düşüncelere daldığımı fark ettim. “Daldın sevgilim. Atakan amca aşağı çağırıyor.” Dediğinde o an odada tek kaldığımızı fark ettim. Her hangi bir sesli yanıt vermek yerine sadece başımı sallayarak üstümdeki battaniyeyi kaldırdım. Önce Alparslan’ın kalkması gerekiyor ama o hala oturmaya devam ediyor.
“Alp, kalksana.”
“Konuşmamız lazım. En acilinden konuşmamız lazım ama yemekten sonra. Bu gün olanlar hafif ve geriye atılacak konular değil.” Gülmek istedim ama gülmedim. O kadar sorunun arasında bu gün olanları unutucağını asla sanmamıştım.
“Peki. Çok acıktım kalkalım mı?” Kuru bir sesle onayladım onu. Sanki bu gün olanlar, hatta şu bir haftada olanlar yokmuş gibi davranmak istesem de kaçamazdım.
İkna olmamış gibiydi. Hatta gibi fazla ikna olmadı ama bunu göz ardı ettim ve kalkması ile bende kalktım. Hiç bir şey olmamış gibi aynada üstümü düzledim, daha sonra bulduğum tarak ile saçlarımı taradım. Bu sırada kapı pervazına yaslanmış beni izliyordu canım sevgilim. Hiç sesini çıkarmadan işimin bitmesini izliyordu. Beş dakika boyunca ayna karşısında kendimle ilgilendim ve en sonunda hazır olduğuma kanaat getirip, sevgilimin elinden tutarak odadan çıktım. Arkamdan beni bir ördek yavrusu gibi takip ediyor.
“Oh mis gibi kokuyor.” Merdivenlerin başında bir anda belimden tutup koklamasını ve yanağıma kocaman sulu bir öpücük konmasını beklemediğim için dudaklarım arasından küçük bir çığlık yükseldi.
“Mih iyi misin?”
“Kızım iyi misin?”
Aşağıdan aynı anda iki farklı ses duyuldu. Alparslan’ın kıkırtısı kulaklarımı şenlendirdi. Ben ona ters ters bakarken o kıkır kıkır gülüyor. Neyse ki gülüşünü seviyorum.
“İyiyim ayağım takıldı. Alp tuttu.” Alparslana son kez ters ters ama aslında hoşuma gittiğini belli eden bakışlarım ile merdivenlerden inmeye başladım.
“Bak bak... Benim yanımda ne olabilir kızım sana. Birde soruyorlar ama senin de hoşuna gidiyor anlaşılan.”
“Evettt, gidiyor valla. Evden kovulursan almam seni geri, o yüzden sessiz ol ve iyi bir damat olarak sus.”
Beraber gülüşerek mutfağa girdik, evin alt katında üç kapı vardı ve tahminime göre birisi salon, birisi mutfak ve kapılı olan kapı ise ne var bilmiyorum. Ev kahve ve beyaz ağırlıklı döşenmişti. Bir o kadar şık döşenmiş bir ev olsa da aslında bekar evlerini de andırıyordu. Üstünde çok durmadım. Mutfak siyah ve gri tonları hakimdi, bahçeye açılan sürgülü kapının yanında yemek masası vardı. Babam ve abim orada bizi bekliyordu.
“Bu kadar yemeği kim yaptı?” Dediğimde şaşkınlığım sesime yansımıştı. Alp ile yan yana oturmak istesem de abim oturmuştu. Bende babamın yanına boş yere geçtim.
“Biz.” Babam’ın sesindeki gururu iliklerime kadar hissetim.
“Siz, kimler?”
“Canın baban, bir tanecik abin, münasebetsiz alparslan.”
“Atakan amca! Valla istenmediğimi düşünmeye başladım artık alınacağım.” Alparslan omuz silkmesi ve abimin kahkahası ile ortamın neşesi yükseldi.
“Alınmak için bir yirmi küsür yıl geç kalmadın mı sence alpcim?” Abimin, sevgilime bulaşmaması ve onu bozmaması için nutuk çekmekten sıkıldım.
“Bence alın ve git. Hadi kalk git.” Derin bir sessizlik oldu. Mutfakta kimse konuşmadı ve ben gülmemek için kendimi kastım. Babamın dedikleri, alparslan’ın yüz ifadesi. Hayır hayır... Gülmek yok demek isterdim ama abimin ani kahkahası ile bende anıra anıra gülmeye başladım.
“Sende mi? SEVGİLİMSİN SEN KENDİNE GEL. BENİ KORUSANA.” Şuan benim için bir komutan, yüzbaşı, bordo bereli değil koca bir bebekti. Öyle bir bozulmuş ifadesi vardı ki insan anırmadan duramıyor.
“Çok mu bozuldun lan.” Babamın şefkat dolu sesi ile abimle gülmeyi kesip bir anda alparslana baktık.
“Hayır. Ne münasebet.” Alp kabul etmek istemese de sanırım bu sefer cidden bozulmuştu.
“Özür dilerim, gülmemeliydim. Cidden bozulmanı beklemiyordum.” dedim.
“Bende özür dilerim, bir an boş bulundum komik değildi.” Abimin de özürü ile babama baktık, oda özür dilemesi gerekiyordu bu sefer baya alınmıştı canım sevgilim.
“Ne bakıyorsunuz?”
“Baba...”
“Baba!”
Abimle ikazımızdan sonra alparslanı süzdü süzdü ve sonra tekrar süzdü. Burnunu hava dikerek “Ben özür dilemem ama çocuk sevgim baskın...” Resmen pişman değilim ama çocuklarım tarafından tehdit ediliyorum dedi. Şey... Sanırım bende ne zaman özürlük muhabbet olsa böyle davranıyorum. Ve bu babamla ortak noktamızdı. Alp dışında birinden kolay kolay özür dilemezdim, bununla övünmüyorum ama ben hep HAKLIYIM. Ne yapabilirim? Babamın yarım yamalak özürü ile mutfakta kahkaha sesi yükseldi. Bu sefer gülen taraf biz değil alparslan olmuştu.
“Cidden alındığımı nasıl düşündünüz? Ben yirmi küsür yıldır ARAS erkeklerine alınmayı bıraktım. Çok iyiydi...” Şok olmuştum. Valla şok olmuştum. Sevgilim bizi taklaya getirmişti ama cidden çok alınmış duruyordu oysa. Bir anda kafasına çatalı atan babam ile şoktan çıktım.
“Ulan şimdi seni götünden vuracağım ama üzülen kızım olacak.” Babam silahını çıkarmış ve masanın boş yerine koymuştu bile.
“Ama cidden çok alınmış duruyordun.” Ben bile bu kadar alınmış, essahtan oyunculuk yapamazdım.
“Abicim, o bir bordo bereli asker. Ne bekliyorduk ki bu itten.”
“Sana bir daha kanmayacağım.” Yüzümü buruşturarak masaya döndüm.
“Güzelim ne yapabilirim kanmaya çok müsait duruyordun.” Bide dalga geçiyor yüzsüz.
“Sus lan. Yemeği yiyelim yoksa ben damat katili olacağım.” Babamın bakışı ile yemekleri incelemeye başladım.
Masada çeşit çeşit yemek yoktu. Yaprak sarması, içli köfte, tavuk pilav ve ızgara köfte yemeği vardı.
“Bunları siz mi yaptınız?” Asla inanmam.
“Sarmayı ben yaptım sevgilim.” Alparslan küçük ve ince sarmasından tabağıma yiyeceğimden fazla koydu.
“Tavuk pilavı ben yaptım güzelim.” Abim tabağımın köşesine aynı alp gibi tavuk pilav koydu.
“İçli köfte eve gelen abla yaptı ama ızgara köfteyi ben yaptım bebeğim.” Oda köftelerden fazla fazla koydu tabağıma.
Hepsi önce benim tabağımı doldurmuşlardı. Ne zaman yanımda olsalar önce benimle ilgileniyorlardı. Bunları bende yapardım ama onların yapması benim için paha biçilemezdi. Bu üç adam ben her şeyim. Ha bide mert, şuan burada değil ama oda benim için her zaman çok önemli.
Dakikalar saatlere evrildiğinde artık yemekler yenmiş, çaylar içilmiş ve mazi konuşulmuştu. Uzun zaman sonra bu kadar huzurlu hissettiğim bir anım olmamıştı. Saatlerce değil, günlerce yine burada oturur ve onları izler, dinlerim. Saat artık gecenin bir yarısı olduğunda herkesin gelen uykusu ile odalara çıktık. Burada bir odam var. Burada bana ait bir alan var. Uyandığım odada alparslan kalacaktı, babam katı bir ifade ile onu öldürmekle tehdit edince mecbur kabul etmesi gerekti. Sessiz sedasız yanıma geleceğini söyleyerek odasında gitmişti. Bu akşam çok huzurlu ve çok mutlu hissettim. Bu gün aslında böyle son bulsun isterim ama yapmam gereken çok önemli bir işim var. Hatıralarıma güvenerek bir yola çıkacağım ve bu yolun sonunda ya öleceğim ya öldüreceğim. Ölsem bile tek ölmeyeceğim. Üstüme montumu giydiğimde hazırdım. Simsiyah olmuştum, gözlerim bile bana uyum sağlamıştı. Bu gece bana çok kızacaklardı, çok kırılacaklardı ama bunu onlarla yapamazdım. Bununla tek başıma baş etmem gerekiyor. Düşüncelerim hastalıklı bir hal almıştı, kendimi kontrol edememekten çok korkuyorum. Bana verdikleri oda ikinci kattı ve terastan aşağı sessizce atlaya bilirsem çıkardım. Evde koruma yok, dikkat çekmemek için olduğunu söylemişti babam laf arasında. Onların dikkat çekmemesi, güvenli bir alanda saklanması gerekiyordu ve bunu yıllarca başarmışlardı. Evdeki kamera sistemine girmiş ve onları iki dakikalık kapatacaktım. Yani her şeyi hazırlamıştım, artık gitme vaktim gelmişti.
Herşey istediğim gibi oldu. Yaptığım plan tıkır tıkır işledi, ben artık evden çıkmış ve gecenin karanlığına karışmıştım. Oraya nasıl gideceğimi biliyorum. Bir saatlik yürüyüşün ardından ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye devam ettim. Gecenin sessizliğinde ormanın ortasında bir anda çalan telefonum ile yerimde sıçradım. Ekranda kayıtlı olmayan bir numara var ve ben bu numaranın kime ait olduğunu tahmin ediyorum. Sabahtan belli peşimde olan adamları görmeyecek kadar salak değilim. Ormana girdiğimden belli uzaklaşmamı bekliyorlardı. Dizlerim titriyor, korkuyorum ama korkuma sahip çıkmak, üzerine gitmek zorundayım. Aksi halde yıllarımı verdiğim emeğimiz bir çöp olacaktı. Ben onca insanın emeğini bir çöp gibi atamam, korktuğum için kendime kızmıyorum ama korkumdan cesaret almaya çalışıyorum. Benim kaybedecek onca sevgim var işte tamda bu yüzden dikkatli davranmak zorundayım.
“Ne var?” Sesim beklediğimden korkusuz ve aksi çıkmıştı.
“Daha fazla bekleyemem, arabaya bin.” Telefondaki ses bilgisayardan geliyordu.
“Ne arabası?” Ormanın ortasında ne arabasından bahsediyordu bu adam.
“Biraz daha yürüyünce göreceksin. O arabaya bin ve bana gel.” Ben daha cevap vermeden telefon yüzüme kapandı. Derin bir nefes aldım, sakin ve mantıklı olmam gerekiyor. Fevri olmam ve hepsinin ağzına sıçarak bir sonuca varamam.
“Hepinizin babasını sikeyim.” Ettiğim küfür kendi zihnimde canlandı. “Ay tövbe. Vazgeçtim.” Yüzümü ekşiterek yürümeye devam ettim.
Beş dakika sonra karşıma dedikleri gibi bir araba çıktı. Sık olan ağaçların arasında büyük bir alan vardı ve orada tek bir ağaç bile yoktu. Büyük alan ailecek piknik yapılacak o parklara benziyordu. Gökyüzündeki ay geceyi aydınlatıyor, araba ortada durmuş etrafta yirmi küsür adam var. Ben tek araba sanırken meğerse onlar üç araba sokmuşlardı ormana ve bunu nasıl başardıklarını düşünmek bile istemiyorum. Annesi dışında oruspu çocukları. Diğer arabalar sık olmayan ağaçların arasında durduğu için ilk fark etmemiştim. Ortada sadece benim bineceğim araç vardı.
“Sonunda. Patron sizi bekliyor Mihriban hanım.” Yüzünde maske olan adam bana eli ile arabayı işaret ettiğinde onlara düz bir ifade ile baktım. Her hangi bir duygu yansıtmadım yüzüme, sessizce kurbanlık kuzu gibi arabaya bindim. Benim sorunsuz binmem ile öne bir adam bindi, birde şoför eşliğinde araba çalıştı. Kimse tek kelime etmiyor, ben sormuyorum onlar anlatmıyor. Sessizlik için ormana girdiğim yolun tam tersi istikamete doğru gitti araba. Bu yol o kadar ıssız bir yola çıktı ki böyle bir yol olduğunu uzaydaki uydu bile bilmezdi. Ne kadar o taşlı yolda ilerledik bilmiyorum ama sessiz düşüncelerle dolu geçen dakikalarının ardından otoyola çıktık. Şehrin çıkış tabelasını görünce gerildim. Elim ayağım buz kesmişti, titreyen ellerimi kontrol altına almak adına yumruk yaptım.
“Nereye gidiyoruz?” Sert sesim, sert duruşum titreyen ellerime tezattı.
“İl dışına efendim.” Yolcu koltuğunda oturan adamın kısa cevabı ile hiç bir şey demedim.
Ne diyebilirim ki, kendi sonuma kendim gidiyorum ve bunu kabullendim. Ben bu hayata belki de cidden ailemin intikamını alıp ölmeye gelmiştim. Sessiz ardından geçen saatler boyunca aklıma alparslan ile anılarımız düştü.
Elim kalbimin üstündeki irislerine gitti ve orayı okşadım. Sanki yanımdaymış gibi güvenle doldum. Bizim falımızda hasret ve ayrılık varmış meğerse. Bir türlü sorunsuz bir şekilde bir araya gelemiyorduk. Ama dilerim ki bensizde olsa çok mutlu olsun. Bu bir elveda mı yoksa bir başlangıç mı bilmiyorum. Sonum, sonumuz ne olur bilemiyorum. Benim hayatım hep bir bilinmezlik içindeydi ve hep bir bilinmezlik içinde olmaya devam etmemesi için gidiyorum. Annem, Ailem, Alparslan için gidiyorum. Dilerim ki bensiz çok çok mutlu olurlar. Dilerim bendi affedebilirler. Çok kızacak, Alparslan o kadar kızacak ki... Kızmaktan çok kırılacak, o kadar kırılacak ki, sadece gözlerime bakacak. Onu tanıyorum, canı acısa da bana sessi çıkmaz. Onu tanıyorum, beni kırmak yerine kendisi kırk yerinden kırılır. Onu tanıyorum ne kadar gidersem gideyim ona döndüğümde kucak açar. Onu tanıyorum dönersem de gitsem de peşimden gelir. Benim gidişlerim, onun gelişleri kadar güzel değil. Ben biraz bencil bir karakterim. Onlar için kendimi ikinci plana atabilir ve ölümüme kendim gidebilirim. Ben biraz bencil bir karakterim, onlar için onları terk ederim. Onlar belki bana çok kızacak, belki beni anlayacaklar ama onlar için bencilim.
Dakikalar saatlere evrildi, gün doğdu, öğlen oldu ve biz anca varabilmiştik. Kendi çıkmazıma gelmiştim. Kendi yolumun sonu ya da başlangıcı olacağım o durağa gelmiştim. Bu ev aynı hatırlarımda ki gibi, iki katlı siyahlar içinde lüks duran koca arazinin ortasında bir evdi. Dolu adam beklemiştim ama sadece benim geldiğim arabayı da sayarsak iki araba vardı. Kapıda sadece iki görevli duruyor, benimle gelenler ile dört olmuştu. Ormandaki hiç bir adam burada değildi.
“Bizi takip edin.” Kas yığını korumanın sesini duyunca evi izlemeye son verdim. Onun yürümesi ile bende hiç bir şey demeden arkasından takip ettim. Evin önüne gelince kapıyı çalmak yerine, dijital ekrana parmağını okuttu. Demek akıllı bir ev, bizim evimiz daha güzel. İçten içe kendime gülmek istedim. Şu durumda düşündüğüm şeyler hiç mantıklı değil. Annemin kaçmam gerektiğini bahsettiği o eve kendi ayağım ile gelmiştim. Kırmızı kızı şimdi anlamıştım. Kaçmak ile kaçınılmıyordu. Kaçmak sadece olayları ertelemekmiş. Yaşanacak olan yaşanmalı ve bunun üstesinden gelinmeliydi. İyi ya da kötü artık Ormanın içindeki şeytanın evine gelmiştim.
Evin içine adım atmayı beklerken adam kımıldamak yerine bana dik dik bakmaya başladı. “Ne?” Başımı sağa solla sallayarak demiştim.
“Üstünüzü aramam gerek.” Onu süzdüm iri, kas yığını bedenine en ters bakışlarımı attım.
“Daşak mı geçiyorsun? Sabahtan belli aramadınız şimdi nereden çıktı.” Başım dik, kollarımı arkamda birleştirdim. Bu yiyorsa ara demekti, yani benim dilimde öyle.
“Telefonunuz ormanda bizimle konuştuktan sonra kapatıldı, üstünüzde tek bir silah var oda büyük ihtimalle bıçak. Onu bana vermeden içeriye giremezsiniz.”
Üstümde sadece bıçak olduğunu nereden biliyordu? Tepkisiz kalmaya kendimi zorladım ve tek silahımı da ona verdim. Uslu uslu istediğini yaptım, artık gerisin de belalarını bulabilirler.
“İşinde iyisin, bunu zaten tahmin ediyordum. Şimdi ise emin oldum, ilk seni öldüreceğim.” Geldiğimden belli ilk defa yüzümde soğukluk, ürperti yaratan bir gülümseme oluştu. Önümden sessizce çekildi ve beni yönlendirmesi için mutfaktan başka birisini çağırdı. Bu evi net hatırlamıyorum ama hatıralarımın arasında tablolar ve karanlık odalar vardı. Çok fazla tablo ve karanlık, kırmızı odalar. Hizmetli kadın beni bir odaya soktuğunda hala tek kelime etmemiş evi incelemeye devam etmiştim. Her adımda neredeyse kamera var, her odada mutlaka siyah bir aksesuar var. Sanki bir ev değil bir laboratuvara gelmiştim.
“Beyefendi on dakika içinde burada olacak ne içersiniz?” Hizmetli kadın konuştuğunda kanım dondu. Nefes alamadım, elimi dudaklarımın üstüne kapattım ve bir adım geriye kaçtım. Ona yakın olmak beni korkuttu, şuan şeytanın inindeyim ama beni korkutan hizmetli insan kadın olmuştu. PARDON! İnsan değil ROBOT. Evet, insana benziyorlar. Hatta o kadar insana benziyor ki konuşuncaya kadar onun bir robot olduğunu anlamdım. Bu adamlar neyin peşinde? “Ah... Sizi korkutmak istemedim efendim. Özür dilerim.” Karşımda bir robot vardı. KARŞIMDA İNSANA BENZEYEN BİR ROBOT VARDI. Hala ona dik dik bakmak rahatsız etmiş olacak ki bir yanıt beklemeden odayı terk etti.
Şuan burada ne sik yiyorum dostum. Cidden sevgilimi dinlemeli ve buraya gelmemeliydim. Bu benim için büyük bir sorun. Elimi dudaklarımın üstünden indirdim ve şoktan çıkmak için bir müddet kendime zaman tanıdım, bu lanet ev fazla karanlık. Bu lanet evden sapa sağlam çıkmam gerekiyor. Bacaklarım titrediği için bedenimi hemen arkamdaki koltuğa bıraktım, on dakikada kendimi toplamam gerekiyor. Aksi halde aşırı korkmuş, şaşkın durmak istemem.
Odada sadece ben vardım, koca odada tek olacağımı asla düşünmüyorum. Zira duvarlardaki kameralardan her hareketimin izlendiğini zaten biliyorum.
“Sonunda geldin. Artık baş başa kaldık sevgili torunum.” Sonunda beklediğimi o sesi duydum.
Kalbim korku ile atmaya başladı. Bu bana küçüklüğümde aşıladığı korkuydu, istemsizce vücudum ürperdi. Kendime gelmek adına sık nefesler aldım ve yumruk olan elimi açtım. Yüzüme en sahici gülümsememi yansıttım ve ayağa kalkarak ona döndüm. Kapı girişinde duran yaşlı bedenini süzdüm, jilet gibi siyah bir takım elbisenin için katil duruyor. Vücudumun korkumu yansıtmaması için en içten! Gülümsememi ona sundum.
“GELDİM BÜYÜKBABA. ECELİN GELDİ.” Ne kadar rahat, ne kadar profesyonel dursam da. ASLINDA KORKUYUM.
ALPARSLAN NEREDESİN!
BÖLÜM SONU.
BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ: 22.06.2025
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.09k Okunma |
2.5k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |