
45.BÖLÜM
SEZON FİNALİ.
“KADER BENZERLİĞİ...”
GEÇMİŞ.
“Alparslan bırak onu.” Ayaz’ın sesi tüm bahçeyi doldurdu. Alparslan bir kendinden uzak olan ayaza baktı, bir de dibindeki kız çocuğuna.
“Bırakmam. Kovalama düşecek.” Kaşlarını çatmış, mihriban’ı arkasına çekmiş kendilerine yaklaşan ayaza bağırıyordu.
“Ulan yine arabamı bozmuş. Hem de babam’ın yeni aldığı kırmızı arabamı!” Ayaz büyük bir surat ile üstlerine doğru geldi. Koşa koşa geldiği için üçü birden yere düştü. En alta kalan bu sefer mihriban oldu, onun üstüne alparslan yıkılırken en hasarsız kurtulan ayaz oldu.
“Ezdiniz beni!” Mihriban’ın cılız sesi ile hızla iki erkek’de kalktı yerden. En altta kalan mihriban yumuşak zemine düşmüştü. Ayaz, Alparslan hızla gözleri ile yerde iki seksen yatan Mihribana hasar kontrolu yaptılar. İkisi de biliyordu ki hiç bir yeri acımamıştı ama yine de ağlayacak ve birine çikolata birine dondurma aldıracaktı. Ama bu sefer farklı bir şey oldu ve mihriban ağlamak yerine güldü. Hala yerde yatarak kıkır kıkır gülen kızla ikisi de kocaman açtıkları gözleri, şaşkın suratları ile mihribana bakıyorlardı.
“Neden gülüyor?”
“Ağlamıyor. LAN KARDEŞİME NE OLDU!”
“Çok salaksınız.” Mihriban kıkır kıkır gülerken iki şaşkın birbirine baktı. Neye güldüğünü hala anlamamışlardı. “Boka bastınız.” Mihriban ağzından çıkan sözler ile ikisi de yere baktı ve neden güldüğünü anladılar.
Ayaz koşa koşa gelirken fark etmemiş ve boka basmıştı. Ayaz’ın bastığı yere Alparslan’da ayağa kalkınca basmıştı.
“YA HAYIR.” Alparslan’ın haykırışı küçük kızı daha çok güldürdü. Alparslan aşırı olmasa bile titiz bir insandı ve koku takıntısı vardı. Şimdi bir hafta kokmasa bile ortalık da bok gibi mi kokuyorum diyerek gezecek.
“HAY ANANI...” Ayaz son anda duramayıp neden düştüğünü şimdi anladı. Boka basmış ve alparslan’ın üstüne düşmüştü, oda kız kardeşin’in üstüne düşmüştü. Asıl sorun annesiydi. En sevdiği ayakkabısını çöpe gidecekti, Cemre hayatta o ayakkabıyı bir daha ona giydirmezdi.
“Anneme diyeceğim.” Mihriban kıkır kıkır gülerek kalktı yerden.
“Hayır. Sakın anlaşa biliriz.” Aslında hala mihribana kızgın ama ayakkabısına da baya önem veriyor. Ayaz eşyalarına bağımlı bir çocuk. Ne bir oyuncağına zarar verir, ne de bir kıyafetine. Onlara zarar veren genelde küçük kız kardeşi olur.
“Nasıl?” Altı yaşındaki bir bebeğe göre fazla kurnaz bir kız Mihriban Aras.
“Bak şimdi ben bu ayakkabıyı yıkayacağım, sende anneme deme abicim. Bende oyuncağımı kırdığını demeyeceğim.” Ayaz umutla kız kardeşine baktı. Teklifini kabul etmesi gerekiyor, aksi halde cemre ikisinde ceza verirdi.
“Tamam abi. Kabul ediyorum ama Alparslan bana çikolata alacak.” Mihriban parmağı Alparslan’ı gösterdi ve büyük büyük açtığı gözleri ile bir umut ona bakıyordu.
“Ben neden alıyorum Mih?” Konu kendisine nasıl gelmişti anlamamıştı. Bu anlaşmada yoktu bile.
“Canım çikolata istiyor ve senden başka kimse bana almaz. Annem çok yediğimi söyler, abim şuan kızgın, babam alır ama oda anneme söyler ve yarın yiyemem. Bu yüzden geriye sen kalıyorsun.” Bu zeka karşısında alp ve ayaz şok oldu.
“Biz çocuk değil başka bir şey yetiştiriyoruz.” Ayaz kardeşine hayret içinde kaldı.
“Senin zekan bizi aşıyor.”
“Teşekkürler Alpcim.” Mihriban sevimli bir çocuk olduğu için kimse ona hayır diyemiyor ve istediğini sonunda alıyor. Mesela bu gün at çiftliğine gelmişlerdi. Hafta sonu söz verdirtmiş ve iki aileyi de at çiftliğine getirmişti. Sırf küçük kız istiyor diye gelmişlerdi buraya ama her kes memnundu. Büyük çiftliği gezmiş, atlara binmiş, etrafı baya öğrenmişlerdi. En sonunda park alanına gelerek alparslan ile oynuyorlardı ama abisinin gelmesi at bokuna basması ve düşmeleri ile işler karışmıştı. Ha bide ayaz’ın oyuncağını arabada kırmıştı, saklamıştı ama ayaz onu bulmuşdu.
“Bekle burada gidip geliyorum.” Ayazla onu tek bırakıp. Çikolata almak için kafeye gitti Alparslan. Mihriban mutluluk ile olduğu yerde ileri geri sallandı. Ayaz, kardeşinin mutluğuna gülümsedi ve ona sarıldı.
“Seni seviyorum yaramaz kedi.” Sımsıkı sardı kardeşini ve en içten şekilde hissettiklerini dile getirdi.
“Abi, ben daha çok seviyorum sizi.” Mihriban her zaman böyleydi, seni demez çoğul kullanır ve sizi derdi. Seni dediği zaman diğerlerinin küseceğini düşünürdü. Ayaz homurdansa da bir şey demedi kardeşine.
“Burada bekle, bende ayakkabımı yıkayıp geliyorum.” Ayaz az ilerideki çeşmeyi işaret ederek kardeşini uyardı. Mih, sadece başını sallayarak onayladı ve abisinin yanından gidişi ile arkasındaki parka ilerledi. Boyu ideal boyun biraz üstünde bir çocuktu kendisi. Yaşıtlarından uzundu, o yüzden salıncağa rahatça oturdu ve kendini sallamaya çalıştı. Sallanamayacağını anlayınca en sonunda pes ederek indi.
“Miyav Miyav.”
Mihirban sesin geldiği yeri anlamak için sağına soluna baktı, ilk başta tam anlamasa da orman’ın kenarında küçük bir kedi gördü. Oraya gitmek için izin alması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden abisine baktı ama onu çeşmenin orada göremedi.
“Bir şey olmaz canım şurası zaten.” Kendi kendine konuşarak parktan çıktı. Kedinin olduğu yere doğru ilerledi. Ara arada abisi gelmiş mi diye gerisine bakmayı ihmal etmiyordu. Yavru kedinin yanına geldiğinde eğildi ve küçücük yeni doğmuş bir kedi olduğunu anladı. “Sen ne kadar küçüksün.” İlk defa yavru kedi görmüyordu ama yine de şaşırdı. Sarıyla beyaz’ın uyumu ile kedi çok güzel, yeşil gözleri ile etrafa bakarak miyavlıyor. Kediye doğru eğildi ve onu minik ellerinin arasına almak istedi ama hesaba katmadığı şey kedinin bir anda ondan kaçmasıydı. Kedi bir anda ormana doğru kaçtı, mihriban da bir an bile düşünmeden onun peşinden ormana koştu. Çok uzak değillerdi, onların görünmesini engelleyen tek şey çalılıklar. Hemen çalılıkların ardında kediyi tekrar buldu ve bu sefer ondan hızlı davranarak kucakladı.
“Çok güzelsin. Alp ve abim sana bayılacak.” Kucağındaki kedi ile çalılıkların arasından çıkmak istedi ama işler istediği gibi gitmedi ve ayağı bir ağaç dalına takılarak kediyle beraber yeri boyladı. “AY...” Yüksek çıkan sesi ile kucağındaki kedi tekrar miyavladı. Mihriban hasar kontrolu için önce dizine baktı. Her hangi bir sorun yoktu, ayağa kalkmak istedi ama kalkamadı.
“HEY!.” Uzaktan değil ses yakınlardan geliyordu. Ailesinin kendisini görmemesi imkansız değildi. Arada sadece uzun çalılıklar var, mihirban kucağındaki kediyi daha sıkı tuttu. Gelen kişi ne abisi, ne babası, ne alp. “Ne arıyorsun burada?” Cemre her zaman kızına yabancılar ile konuşmamasını, onlardan bir şey almamasını söylerdi. Şimdi ise mihriban orada ne yapacağını şaşırmış ve abisi gibi duran çocuğa baka kalmıştı.
“Kime diyorum kızım, kayıp mı oldun?” Yabancı çocuğa cevap vermek istemese bile o çocuk soru sormaktan geri kalmıyor. “Ben barış, buraya ailem ile geldik ve seni kediye koşarken gördüm daha sonra çığlığını duydum. Yardım etmek istiyorum. Zarar vermek değil.”
“Merhaba, ben düştüm.” Kısa ve net cevap ile barış güldü. Küçük kız hem tatlı hemde baya soğuk duruyordu.
“Yardım etmemi ister misin? Kayıp oldun sanırım.” Tek dizinin üstüne, kızın yanına çöktü. Aşırı yaklaşmamıştı rahatsız olmasın diye.
“Lütfen, yani evet.” Bir türlü cümleleri tamamlayamamıştı. Barış ona rahat olması için gülümsedi.
“Şimdi bana neden ayağa kalkmadığını söylemen lazım.”
“Ayağımın üstüne basamıyorum. Kanamadı.” Açık da yara olmadığı için bu olaya anlam veremiyor.
“Seni kucağıma alacağım ve çalılıkları geçeceğim. Yerlerini biliyorsan ailenin yanına gideriz.”
“Alparslan beni bulur. Ve seni döver.”
“Anlamadım. Ne demek istiyorsun?” Barış, alparslan’ın kim olduğunu ve onu neden döveceğini anlamamıştı. Kıza sadece yardım etmek istemişti ama onu kucağına almak için eğildiğinde geriye kaçmaya çalışmıştı.
“Eğer bana dokunursan alp seni döver. Ondan sonra abimde döver, babam kızar. Dokunmak yok.” Altı yaşındaki bir çocuğa göre fazla zeki ve temkinliydi. Çünkü biliyordu ne olursa olsun alparslan onu bulur ve abisi asla onu arkasında bırakmazdı.
Ve dediği gibide olmuştu. Bir kaç dakika sonra çalılıkların ardından mihriban’ın adı duyulmuştu. Mihriban yanındaki barışa bakarak mutluluk ile gülümsemiş ve ayağa kalkmaya çalışmıştı. Bu girişimi yine başarısız olmuştu. Barış onun yerine kalkmış, çalılıkları geçmiş ve sesin sahibine “Aradığın kız burada.” Diyerek mihirban’ın yerini göstermişti.
“Buldun beni.” Heyecandan elini ayağını nereye koyacağını şaşırmıştı Mih. Alp korku içinde kendini nasıl bir şeye hazırlayacağını şaşırmış hızla barışa doğru koşmuştu. Çalılıkların arkasına geçtiğinde yerde oturan mihriban ile karşılaşmanın verdiği rahatlama ile derin bir nefes aldı. Omuzları düştü, bakışları ile Mihriban’ın vücudunu taradı. Herhangi bir hasar olmadığını anladığında ondan uzak da durmaya son vererek yanına oturdu.
“Beni çok korkuttun.” Sarıldı. Bu sarılma sıradan bir sarılma değildi. Kocaman bir rahatlama hissetti alparslan.
“Özür dilerim, kalkamadım.” Mihriban’ın sesi mahcup, omuzları düşük ama buna rağmen kolları sımsıkı karşısındaki bedene sarılmıştı. Oda korkmuştu. Ormanda tek başında bir kedinin peşine düşünmeden koşmuştu. Daha sonra düşmüş, bir yabancı ile konuşmak zorunda kalmıştı. Bu durum küçük bir kız çocuğu içinde korkutucuydu.
“Buraya tek başına gelmemen gerekiyordu. Neden buradasın? Neden kalkamadın?” Ses tonunda amansız bir telaş ve korku var. Alparslan, Mihriban’ın başına küçükte olsa bir şey gelmesinden delicesine korkuyordu. Henüz kendisi de bir çocuk sayılırdı, aralarında altı yaş vardı sadece ama ona rağmen bir çok konuda olgun davranır. Kollarını sımsıkı sarıldığı bedenden çözdü ve bir cevap için mihribana baktı. Tek kaşı kalkmış ve mantıklı bir cevap ver diyordu gözleri.
“Kedi gördüm. Oradaydı, abim gelene kadar sevmek istedim ama daha sonra kedi buraya kaçtı. Bende onun peşinden koştum ve ayağım takıldı sonuç düştüm ve kalkamadım. Kanamadı ama acıyor. Bu barış, yardım etmek istedi.” Kelimeleri arada yanlış telaffuz etse de gayet kendini açıklamış ve alparslan anlamıştı ne demek istediğini. Mihriban diyene kadar yanında bir kedi olduğunu o telaş ile fark etmemişti alp. Lacivertleri sarılı beyazlı minik kediye döndü. Mihriban’ın bacaklarının yanında durmuş yeşil gözleri ile etrafa bakıyordu. Bulunduğu yere yatmıştı ve aynı kız gibi çok tatlı duruyor.
“Anladım. Bu çocuk sana zarar verdi mi?” Alparslan hala yanlarında olan barışı görmezden geliyor. Muhatabı her zaman Mihriban’dı. Mih, başını onaylamaz anlamda salladı. “Yardım etti.”
“Sağ ol.” Alparslan kendi ile yaşıt duran çocuğa bakarak sadece bunu demişti. Daha sonra hiç bir şey demeden ayağa kalktı. “Kucağıma alacağım ve bizimkilerin yanına gideceğiz.” Kısa bir açıklamadan sonra dediğini yaptı. Mihribanı kucağına aldı, Mihirban da kediyi kucağına aldı. Çalılıklarına ardından çıkmadan önce mihriban arkada kalan Barış’a döndü ve ona gülümseyerek “Görüşürüz. Teşekkürler.” Demeyi ihmal etmedi.
“Nerede görüşeceksiniz acaba!” Alparslan’ın homurtusunu sadece kendisi duydu.
“Rica ederim tatlı kız. Görüşürüz.” Dedi Barış.
“SİKTİR TATLI KIZMIŞ!” Bu dediğini sadece kendisi duydu Alparslan’ın. Homurdanması mihriban’ın yüzündeki gülümsemeyi silmeye yetmedi.
Alp hızlı adımlar ile hiç zorlanmadan mihribanı kafeye doğru taşımaya başladı. Alparslan kalıplı bir çocuk olduğu ve Atakana özendiği için her sabah ağırlık kaldırmaya çalışırdı. Babası ise ona her zaman küçük ağırlıklar verirdi. En fazla beş kilo verir bunu kaldır derdi. Zorlansa da sesini çıkarmadı. “Yine kahramanım oldun. Buldun beni.” Mihriban dili kahramanım demeye dönmemişti.
“Ne diyorsun kuzu şirin?” Aslında ne demek istediğini anlamıştı.
“Kahramanım diyorum alp.”
“Anlamıyorum Mih. Şu Türkçeni bir düzeltemedin.” Gülmemek için alt dudağını ısırdı. Amacı dikkat dağıtmak ve biraz da olsun onunla uğraşarak rahatlamak.
“OFFFF... ANLAMIYON SEN.” Türkçesi tamamen bozulması ile alp güldü.
“Sadece seninle uğraşmayı seviyorum. Bazı kelimelere dilin dönmüyor aşırı sevimli oluyorsun.” Kafeye girdiklerinde alp ve mih hemen fark edildi.
Kafe çok dolu değildi bu yüzden kabak gibi ortada kalmışlardı. Kızını, alparslan’ın kucağında gören Atakan telaşla hemen ayaklanmış ve yanlarına varmıştı. Onunla beraber diğer büyüklerde gelmiş’di. Bir ayaz eksikti oda ayakkabısını değişmeye gitmişti en son.
“Ne oldu?” Dedi Atakan.
“Yine mi düştün!” Dedi Cemre.
“Kayıp oldum. Alp, buldu beni yine.” Atakan hemen kızını kucağına aldı ve masaya götürdü. Kızını kucağında kediyi daha yeni fark etmişti telaştan. Çocuğuna bir şey olma düşüncesi aklını kayıp etmesine eş değerdi.
“Nasıl oldu bu?” Ayşen’ın sorusu ile hepsi alparslan baktı.
Alp, bir müddet onlara özet geçti ve neden ayağa kalkamadığını söyledi. Cemre, kızının ayağın’ın incinmiş ya da dönmüş olabileceğini söyledi. En sonunda yine ve yine hastanede bitti işin sonu. Mihriban’ın ayağının film çekildi, daha sonra doktora göründü ve aslında küçük bir çatlak olduğu anlaşıldı. O anın korkusu ile hissetmemişti ama ayağını çatlatmış ve bu yüzden kalkamamıştı. Bu sırada ne kediyi bıraktı, ne de alparslan’ın elini. Ayaz kendini suçladı, alparslan da kendini suçladı ama büyükler onlara bir suçları olmadığını aksine onlarından çocuk olduğunu ve tek bıraktıkları için suçlunun kendiler olduğunu anlatmıştı. İki ailede ne olursa olsun günü evlerinde mutlu bitirdiler. Hastane çıkışında mih, abisi ve alp’in ortasına sarılı ayağı ile oturmuştu.
“Yine kahraman oldun.” Ayaz’ın homurtusu tamamen kıskançlıktandı.
“Evet, yine kahramanım oldu alp.” Yüzündeki sırıtma iki Aras’ın da sinirini bozuyor ama ikiside ağızlarını açıp tek kelime etmemişti. “Beni hep bulursun. Kahraman alp.” Bir çocuğun diğer çocuğa bu kadar güven duyması akıl karı gelmiyordu Atakana. Alp, kendine gülerek bakan kıza gülümsedi. Gülümseme bulaşıcıdır. Mihriban’ın gülümsemesi ise sadece Alparslan’a bulaşıcıdır. “Seni hep bulurum ama lütfen başını belaya sokma. Canın acımasın, canım acır.”
“ULAN.”
“LAN.”
“YA YERİM.”
Arabada üç farklı kafadan üç farklı ses çıkmıştı. Ayaz, kardeşini kendine çekmiş. Cemre fotoğraf çekmiş anı ölümsüzleştirmiş. Atakan ise araba kullanırken sinir krizi geçirmişti.
O günden sonra dedikleri gibi oldu. Mihriban, Barışı daha sonra gördü ama hatırlamadı. Yine ve yine Mihriban başını belaya soktu onu kurtaran sayısız kez Alparslan oldu. Ve yıllar sonra yine ve yine Alparslan DEMİR, Mihriban ARAS’ı buldu. Bu buluş diğerleri gibi değildi. Bu sefer sadece küçük yaralar ile değildi. İlk bulduğunda ayağı çatlamıştı, ikinci bulduğunda hafızası yoktu, üçüncü bulduğunda ruhu kan revan içindeydi. Belki bedenen yarası yoktu o an ama ruhu sarsılmış ve derinden yaralar almıştı. Alp, Mih’e her zaman yetişti ama çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçüncüye yakalanırdı.
KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM
Ben burada ne bok yiyorum. Daha ilk dakikadan “ALPARSLAN!” diye koşarak kaçmak istiyorum. Sevgilimi, sıcak yuvamı istiyorum ama şuan bunu düşünmemem gerekiyor. Karşımdaki adamı hayatımda sadece bir ay görmüştüm ve o bir ayda neler olduğunu az çok hatırlıyorum. Net olmasa bile artık karşımdaki adamın kim olduğunu biliyorum. Artık buranın benim dünyadaki cehennemim olduğunu hatırlıyorum. Burada neler olduğunu tam hatırlamasan bile karşımdaki adamın acımasızlığını hatırlıyorum, neler hissettiğimi hatırlıyorum. Hafızam unutuyor ama kalbim unutmuyor. Hafızam kendini korumak istiyor ama kalbime artık bu yük fazla geliyor.
“Evine hoş geldin diyelim o zaman.” İğrenç ses tonu midemi bulandırıyor.
“Buraya seninle çene çalmaya gelmedim. Ne anlatacaksan anlat.”
“Hala dik başlısın. Annen de böyleydi. Hatta anneannen de böyleydi. Hepiniz aynı kaderi yaşıyorsunuz. Ne diyorlardı siz Türkler? Ha, kızlar annelerinin kaderini yaşar.” Yüzündeki sinir bozucu gülümsemeyi tek bir yumruk ile indirmek istemiştim. Şuan soğuk kanlılığımı korumam gereken o evrendeyim ama bunu başarmam zor.
“Ne sikim diyorsun sen.”
“Baştan başlayalım o zaman. Yıllar öncede, anneannen ile tanışmamdan.”
Sabırsızlık ile ona bakmaya devam ettim. Ne zırvalayacak bilmiyorum ama bir an önce her şeyi anlatması ve benim bu evi onun da içindeyken yakmam gerekiyor.
“Bundan yıllar önceydi. Babam, kara para işleri uğraşır ve uyuşturucu satardı. Yani ben bu kadarını biliyordum ama bir süre sonra öğrendim ki babam, devleti yok etmek için bir örgüt kurmuş. Bende yaşım ilerledikçe babamın sağ kolu oldum. Ne istiyorsa yaptım ama bir gün geldi ve bana dedi ki; Evlenmen lazım. Ne kadar kolay demesi. Ama evlendim ve Anneanneni ile anlaşmalı bir evlilik yaptık. Kurallar çok basitti aslında, evde olan evde kalacaktı ama anneannen bu kurala uymadı. Yalan söyledi.” Çok rahat ve çok sinir bozucuydu bu adam. Hal ve hareketleri, duruşu, konuşması bile o kadar çok batıyor ki gözüme... “Evliliğimizde iki kural vardı. Birinci kural, yalan yok. İkinci kural, evde olan evde kalır. Ama anneannen ikisine de uymadı. Bunu yıllar sonra annen doğduğunda fark ettim. Evlendikten seneler sonra işlerimiz baltalanmaya başladı. Neye elimizi atsak sonu hüsran ile sonuçlandı. En büyük ortağımız ÖZKÖK Ailesi bu duruma sinirlendi. Ve GÜM! BABAM ÖLDÜRDÜ. Aslında bu umurumda bile olmadı. İşler bana kalmıştı ve haftalar sonra küçük köstebeği buldum. ANNEANNEN. Evet, işlerimin yolunda gitmeme sebebi koynuma aldığım kadınmış. Anneannen bir ajanmış. Devlet ajanı. Şaka gibi geliyor demi ama değil. Benim karım. Benim gibi bir örgüt liderinin karısı devlet ajanı çıktı! Bu duyulmadan ortadan kaldırılması gerekiyordu. O kadar güzel oynadım ki, anneannen onun kim olduğunu anladığımı anlamadı.” Bedenim donmuştu. Kulaklarım uğulduyor. Bu adam neler diyor? Tepki vermeden dinlemem gerekiyordu ama yüzümü ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsam da bedenim titriyor ve dışa vuruyor. İçimdeki amansız yangının, hikayenin sonun nereye bağlanacağı korkusu hepsi bedenimin epilepsi hastası gibi titremesine sebep oluyor. Yuvamı istiyorum. Benim yuvam Alparslan’ın kolları. Sığnağımı istiyorum. Benim sığnağım Alparslan.
“Çok güzel oynadım. Öyle güzel oynadım ki, karım hiç şüphelenmedi ve bende onu yavaş yavaş öldürdüm. Devlette ondan umudu kesti, ellerine benimle ilgili eskisi kadar belge geçmeyince sinirlendi ve ailemi alıp onların ulamayacağı ülkeye gittik. Yediği, içtiği her şeyde zehir vardı. Günden güne onu yiyip bitiren, her uyandığın da bir organını kaybediyordu. Bir gün böbrekleri iflas etti, bir gün felç kaldı, bir gün hafızası gitti, en sonunda kalbi dayanmadı ve işte o an, son defa bilinci açık olduğu an dedim ki ona; İNTİKAM ALINDI. Gözlerimin önünde günden güne eridi, annen onu hastaneye götürmem için yalvardı ama başaramadı. Onu götürdüğüm doktorlar, benim istediklerimi yaptı. Sonuç anneannen boku bokuna öldü. Oysa kurallarıma uysaydı benimle olurdu. Mutlu bir aile olurduk. Onları ÖZKÖK Ailesinin yaşadığı yere götürdüm. Baban bunları bilmez. Büyük Özkök ölünce onun yerine HİLMİ ÖZKÖK geçti ve zamanla cemre’ye göz koydu. Ne kadar anneni sevmesem de onların ellerine veremezdim. İşimi yaracağı zamanlar oluyordu. Devlet, hala peşimdeydi ama büyükbaban çok akıllı.” Midem bul... Devamını getiremeden orta yere onun ayaklarının dibine kustum. Midemde bir şey olmasa bile olanı çıkardım. Bu adam iğrençti. Bu adam bile değildi, şerefsiz oruspu çocuğunun tekiydi.
“Seni öldüreceğim.” Boğazım acıyor ama kalbim kadar değil. Canım acıyor ama kalbim kadar değil. Kalbimde öyle bir acı var ki, nefes bile alamıyorum. Karşımdaki şerefsizi bir kaşık suda boğmak istiyorum.
“Ama bu daha başlangıç...” O gülümsemesini, o iğrenç suratını dağıtacağım.
Yemin olsun onun tek kurşunla ölmesini değil. Günden güne erimesine sebep olacağım. Aynı... Aynı Anneannem gibi. Derisini canlı canlı yüzüp, onu diri diri aslanların önüne atacağım. Andım olsun ki onu tek kurşunla öldürmeyeceğim. Ben Mihriban Aras, kendimi güçlü sanırdım ama ne bir annem, ne bir anneannem değilmişim. Onlar benim kat ve kat daha fazlam olmuş. Onlar ile gurur duyuyorum. Ailem ile gurur duyuyorum.
“Babanı yollamışlardı. Sınır ötesine yollamışlardı ve benim akıllı kızım türk askerine yardım ederek babanın kaçmasına yardım etti. Elimde sadece salak kızım kaldığı için onu alarak hızla Türkiye’ye geri döndük. Ama Hilmi öğrenmiş Atakan’ın nasıl kaçtığını ve bunu kullanarak elimde ne var ne yoksa Cemre’de dahil hepsini aldı. O sıra cemreye ne yaptı bilmiyorum ama benim salak kızım gitmiş annesi gibi bir devlet askerine aşık olmuş. Az yalvarmamıştı Atakan için. Ama umurumda bile olmadı. Benim soyadım da iki hain olamaz. Benim köküme dayanan iki hain olamaz. Nasıl oldu ise Hilmi, Cemre’yi elinde tutmayı başaramamış. Atakan her seferinde önüne bir engel olarak çıkmış. Hilmi kim diyeceksin şimdi. Aslında ondan bahsetmesek daha iyi. Pek iyi değil gibisin.”
“Oruspu çocuğu ile aynı ortamdayım.” Sesim nasıl çıkmıştı bu kadar gür bilmiyorum. Bu kadar kolay olmamalı. Her şey bu kadar kolay ve ucuz olmamalı. Aç gözlülük. Bir aç gözlülükten, devleti, ülkeyi yönetme isteği için mi yaşamıştık bunları. “Sadece devlet, sadece yönetme aşkı için...” Kelimelerim bir türlü kulağıma mantıklı gelmiyor.
“Hayır, tabiki de sadece devlet için değil. Hilmi, babasının ölümünden sonra çok büyüdü. İşleri Dünya’ya yayıldı ve robotlar üretmeye başladı bu daha sonra akıllı ciplere döndü. Küçük bir cip ile tüm dünyayı diz çöktüre bilirdi ve sen tam olarak burada devreye girdin. Hilmi, Cemre’yi takıntı yaptı ve onun gibi adamlar istediğini alır. Atakan vermedikçe Hilmi kudurdu ve en sonunda olay sana kadar geldi. Aslında baban en başından annen ile evlenmeseydi yoluma taş koymasaydı şuan ben yönetiyordum herkesi. Ama neyse, sonunda başına ben geçeceğim. O robotlar, eşsiz deneylerin sahibi ben olacağım. Hilmi’i kurnaz, babası gibi sadece uyuşturucu dağıtıp, kara para aklamıyor. Robotlar yapıyor, aynı insan gibi. Hayvanlar yapıyor, insan hafızası üstünde bir çok olumlu sonuçlanan deneyi var. Ve en önemlisi DNA ile yeni türler yaratıyor. Tek bir çip ile tüm dünyayı kontrol edebiliyor. Aklına gelebilecek her şey benim olacak. En başta ben olacağım ve siz başaramayacaksınız. Bu günlük bu kadar yeter güzel torunum. Devamını bünyen kaldırmaz.”
“Seni geberteceğim. Andım olsun ki, diri diri yakacağım seni. Otur ve bana devamını anlat.” Emreden sesim, sinirim. Onun sadece gülümsemesine sebep oldu. Çok rahat ve çok akıllı olduğunu sanıyor. Duruşundan bile kendine ne kadar güvendiği belli oluyor ama bilmediği bir şey var. Ben Mihriban Aras, dediğim her şeyi yaparım. İntikam için gerekirse yıllar boyunca beklerim ama sonunda istediğimi alırım.
“Çok kişi senin gibi tehditler savurdu ama sonuç. Hala yaşıyorum ve başa geçmeden ölmeyeceğim.” Kibiri, kendini beğenmişliği onun sonu olacaktı.
“Seni bizzat ben öldüreceğim. O kadar salaksın ki...” Bu sefer onca öğrendiğim gerçeğe rağmen gülen taraf bendim. “Bide ben en büyük olacağım diyorsun...” Kalbim acıyor ama o acıdıkça daha çok gülüyorum. Öyle güldüm ki yaşlar aktı gözlerimden. İçimden geçenleri ona sesli dile getirmedim. Son dediklerim sadece benim içinden geçenlerdi. Bana her şeyi anlatana kadar ona tek kelime etmeyeceğim. Onu öldürene kadar ağzımdan laf alamayacak.
TOPLANTI ODASI SAATLER ÖNCE.
“Çocuklar sakin olun.” Babamı kulağım duymuyor. Benim gibi Alparslan’da duymuyor olacak ki sadece gözlerimin içine bakıyor.
“Gitmesine izin vermem için benim ölümü görmeniz lazım.” Babam şuan onun üstü değildi bu yüzden ses tonuna sahip olmuyordu.
“Alparslan sak...” Dedemde ona çok sevdiği askeri değil de sadece Alparslan olarak yaklaşıyordu.
“NASIL SAKİN OLABİLİRİM. GEÇMİŞ KARŞIMA ÖLÜME GİDECEĞİM DİYOR. ULAN BEN ONCE YIL BOŞ YERE Mİ YAŞASIN DİYE CANIMI DİŞİME TAKTIM. SEVDİĞİM KADIN KARŞIMA GEÇMİŞ ÖLMEK İSTİYORUM DİYOR. GİDEMEZ. ORAYA TEK BAŞINA GİDEMEZ.”
“GİDECEĞİM. BEN BU UĞURDA NELER YAŞADIM HATIRLAMIYOR MUSUN? SEN, BENİ HER ŞEYE RAĞMEN EĞİTMEDİN Mİ? BEN ELİM KOLU BAĞLAYIN GİDECEĞİM DEMİYORUM! GİDİP ÖĞRENMEM GEREKEN BİR GEÇMİŞİM VAR DİYORUM. CANIM ACIYOR BENİM. ANNEM, ANNEANNNEM O ŞEREFSİZ YÜZÜNDEN ÖLDÜ. BEN ONCA YILIMI O ŞEREFSİZLERİ BULMAK İÇİN HARCADIM ALPARSLAN. KAÇ GECE İŞKENCE GİBİ GEÇTİ SAYMAYI BIRAKTIM. SEN KARIŞAMAZSIN. KİMSİN SEN? BANA KARIŞAMAZSIN. GİDECEĞİM, DÖNMEMEK ÜZEREDE OLSA. Gerekirse ölümü alırsınız ama ben oraya gideceğim.” Dediklerimi kendim işitince anında içimi pişmanlık hissi doldurdu. Bana acıyormuş gibi baktı. İlk defa bana böyle bakıyor ve kendimden tiksindim. Ne olursa olsun gidecektim ama bana böyle bakmasını beklemiyordum. Yuvamı kırmıştım, yuvamı darma dağın etmiştim ve bunları bilerek yapmıştım. Beni bırakmazdı. Eğer yapmasaydım beni bırakmaz ve benimle gelirdi.
Gelmemesi gerekiyordu. Onun canı, benim canımdan bile önemliydi. Hiç bir şey demedi ve bakışlarını dedeme çevirdi. Aralarında kısa bir bakışmadan sonra dedem başını salladı ve o dakika alparslan’ın lacivertleri bana değmedi. Odayı terk etti. Beni arkasında bıraktı. İlk defa beni arkasında bıraktı ve haklıydı.
Saatler gibi gelen dakikalar sonra alparslan odaya girdi. Bana hala bakmamıştı, gözlerim bir an önce onunla buluşmak için can atıyor oysa. Yanıma oturdu, sanki kendisi değil de karşımda ilk defa dedemlerde tanıştığım adam vardı. Yıllar önce bana soğuk, merhametsiz davranan bir adam görüyorum. Hak etmiştim. Ne olursa olsun o benim arkamda durmuş, her konu da destek olmuştu ve benim yaşamamı istemesi kesinlikle en büyük hakkı. Ama beni de anlaması gerekiyor, nasıl bir döngünün içindeyim anlamasını bekliyorum. Benim için artık bu sonsuz kendini tekrarlayan bir döngü gibi. Altı yaşımdan belli hayatım bu olaylar içinde harcandı gitti. Evet mutlu olduğum, huzurlu hissettiğim hatta güvende hissettiğim bile olmuştu ama bunların hepsi yanındaki adam hayatıma girdikten sonra olmuştu.
Saatler boyunca babam, dedem ve bir çok kişi plan üstünde çalıştı. Hepsi tek tek ne yapacağını tekrar etti. Biz sadece sessizlik içinde yan yana oturduk. Bizim için sessizlik güzeldi ama kırgınken değil. Evimi, yuvamı başıma yıkılmış gibi hissediyorum. Ve bunu ben yapmıştım. Toplantı bitti, her kes ne yapması gerektiğini öğrendi. Nasıl yol izleyeceğimiz belli oldu. Ben içeriye giren yem oldum, alparslan ise yanan taraf. Benim içeri girmeme kesinlikle gönüllü değildi ama dedem’in emrine karşı çıkmamıştı. Dudakları arasından çıkacak iki kelime beklemiştim ama ölüm sessizliğine büründü.
Eve gelince ikimizde kendi alanlarımıza çekildik ve sessizlik içinde dakikalarca kendimizi sorguladık. Ben gitmek istiyorum ama o istemiyordu. Zira o bana gelip ben ölmeye gidiyorum dese bende yolamazdım. Veranda da daha fazla kendi kendimi yememek için mutfağa geçtim. İkimize sıcak birer kahve yaptım ve kırdığımı toparlamak adına oturma odamıza girdim. Heybetli bedeni koltuğumuzun büyük kısmını kaplamıştı. Televizyon kapalıydı ama o bomboş ekrana bakıyordu. Hiç bir şey demeden sessizce yanına gittim. Kahveleri orta sehpaya bırakıp sessizce koca koltuk da yer yok gibi kucağına oturdum. Benim temasım ile irkildi ve güzelim lacivertlerini sonunda gördüm. Saatlerdir onlardan, ondan uzak olmak ızdırap olmuştu.
Beni geri çevirmedi ve kollarını etrafıma dolayarak kendine çekti. Sessizlik yeminimiz hala bozulmamıştı. Kucağına oturup, başımı boynuna gömdüm. Beni ölürsem buraya gömsünler isterim. Yüzünü saçlarıma gömdü, derin derin aldığı nefesler benim için küçük bir umut oldu. O, Alparslandı. Ne yaparsam yapayım yanımda olan, her zaman varlığını hissettiren, yokluğu ile sınanmaktan en korktuğum kişiydi. Hatalar yapıyor, düşüyorduk belki o yapmıyor ama ben yapıyorum ve bunu düzeltmem için bana şans veriyordu.
“Özür dilerim.” Bu kuru bir özür değildi. Bir çok duyguyu aynı anda hissettiren bir özürdü. Saatlerce veranda nasıl toparlayacağımı düşünmüş ve bir şey bulamamıştım. O kadar çok kafamın içinde tekrar ettim ki konuşmayı, en sonunda ne diyeceğimi şaşırdım. Bir çok dile getirmek istediğim cümlem vardı ama onu görünce, daha doğrusu onu nasıl kırdığımı görünce toparlayamadım. Bir cevap vermedi. Onun yerine bedenlerimiz sanki az yapışık gibi daha çok kendine çekti, derin derin nefes aldı. “Sana o cümleleri kurmamam gerekiyordu. Benim için bu hayattaki en önemli insanlardan birisi de sensin ve seni kırmak çok kötüydü. Yanına gelmeden önce ne diyeceğimi çok düşündüm, şimdi hepsini unuttum. Sen kimse değilsin. Sen herşeysin. Her şeyimsin. Ailem, umudum, sevgim, aşkım daha dile getiremediğim bir çok şeyimsin. En çok kalp dayanağımsın. Kalplerimiz birbirimiz için atarken, benimkinin durmasını istememeni çok iyi anlıyorum. Bak, yemin ederim anlıyorum seni. Ama sende beni anla, artık bu döngüden çıkmak istiyorum, sonucu ne olursa olsun seninle sağlıklı ve güzel evlatlar yetiştirmek istiyorum. Sana geri döneceğim. Sana söz veriyorum sana dönmek için elimden gelenin fazlasını yapacağım. Sen yeter ki bir daha bana hiçmişim gibi bakma. Şu dünyanın onca derdini sırtlanırım ama senin o bakışların da yıkılırım sevgilim. Canım... Aşkım... Lacivertlerini bana haram kırma, buna katlanmak çok zor.” Derin bir nefes verdim. Tepkisini ölçmek için başımı boynundan çıkarmak istedim izin vermedi. “Hala aynı karardayım, gideceğim. Öğreneceğim ama bu sefer ölmek için değil, sana geri dönmek için elimden geleni yapacağım. Sana söz veriyorum, Alp’in Mih’i sözü olsun. Sağ salim dönmek için elimden gelenden fazlasını yapacağım.”
“Kurban olurum ben sana.” Başını saçlarımdan uzaklaştırmış ve saçlarımı okşuyordu. “Köpek gibi korkuyorum. Orada sana bir şey olmasını bırak, ruhen yara alacağını düşünmek bile benim için işkenceden farksız. Kıyamam kızım ben sana. Nasıl git derim, eline iğne batsa yüreğim acıyor benim. Saç teline zarar gelse dünyayı yıkmak istiyorum. Gelmiş bana gideceğim diyorsun, delirdim. Seni kayıp etme düşüncesi benim için aklımı, kalbimi kaybetmemle aynı. Nasıl yollamamı bekliyorsun kendi ellerim ile seni şeytanın inine. Ben gideyim. Çektiğin acıları, cehennem gibi gecelerin bana geçsin diye dünyaya değişirim ama elimden bir şey gelmemesi beni delirtiyor. Git sevgilim. Sorsan bana gönlünden geçen bu mu diye, asla derim. Asla değil. Asla olamaz. Ama sana hak veriyorum, yaşadıkların, yaşayacakların, korkular, kabuslarına sebep olanları yok etmek istemene hak veriyorum. Bu yüzden önünde durmayacağım. Beni nerede istersen orada olacağım, Güzeller güzeli bebeğim...” İşte bu yüzden bu adama ölürüm. Bu adama kaç kalbim olursa olsun veririm. Sanki son sarılışı gibi sıkı sıkı sarıldı. Sanki beni birisi onun kucağından alacak gibi sıkı sıkı sarıldım. Daha fazla bir çok süslü kelime kurmadık, anladık. En önemlisi buydu. Ne yaparsam, ne karar alırsam Alparslan’ın yanımda olacağını bilmen. Artık şeytanın inine daha güçlü gideceğim.
“Seni çok seviyorum Alp.”
“Seni çok seviyorum Mih.”
ŞİMDİKİ ZAMAN.
Herşeyimi mahvetti. Sadece hayatımla kalmamış benden ailemi, annannemi ve en önemlisi annemi almıştı. Bide kardeşim vardı. Hala ona ne olduğunu bilmiyorum. Duyacaklarımdan deli gibi korktuğum için ağzımı açıp babama tek bir soru bile soramadım. Canımın acısını hissetmemeye başladım. Karşımda güç uğruna hepimizin hayatını mahvetti bir yaratık vardı. İnsan diyemem. Ben bu şahısa hiç bir sıfatı yakıştırmıyorum. Ben dahil olmak üzere hepimizin hayatının içinden geçti. Hepimizi mahvetti. Nasıl güçlü kala bilirim. Ben bu adam karşısında nasıl güçlü kalabilirim. Bu evde kaldığım her an aklıma çok daha fazla anılar geliyor. Bu ev benim cehennemim. Bu ev benim çocukluğumun katili.
“Annen de sevmezdi bu evi. Onu da az kapatmadım odalara. Kırmızı odalar onun favorisiydi bence.” Gülemezdi. Bu kadar rahat anlatamazdı. Sakin olmalı ve kendimi kontrol etmeliydim. Kendime hakim olmam gerekiyor. Söz vermiştim. “Kırmızı odaları hatırlıyorsun demi?” Evet. Hayatımın en zor günlerini geçirdiğim oda. Karanlık odadan daha kötüydü. Orası sayısız deneylerin yapıldığı odaydı. İçerinde koca köpeklerin olduğu ve bir köpek gibi eğitildiğiniz oda. Oraya sadece beş defa maruz kalmıştım. Ben küçük bir çocukken bile yaramaz bir insandım ama o beş gün içinde susmam gerektiğini anlamıştım. Konuşmamam gerekiyordu. Köpekler beni her yüksek seste korkutur ve üstüme doğru hırlardı. “Peki beyaz oda?” Bu ruh hastası tüm bu evi oda oda ayırmıştı. Her oda farklı bir işkence odasıydı. Siyah oda karanlığı temsil eder. Kırmızı oda eğitimi ama aslında korkutmayı. Beyaz oda sayısız iğneleri temsil eder. Beyaz oda laboratuvar aslında üstümde bir çok iğnenin, ilacın, denek olarak kullanıldığım oda. Evde üç oda çok önemliydi ama en kötüsü o depo denen yerdi. En sevmediğim renk lacivert.
“Lacivert odayı hatırlıyor musun?”
Evet. Ben lacivertten çok korkarım. O kadar korkarım ki, kendimden geçerim.
Her defasında o renkten kaçar ve gitmek isterim. Lacivert oda. Odanın anlamı, istismar odası. Oraya sadece bir defa gitmiştim ve sesimi duyuramadığım oda. Lacivert oda benim yıllardır terapilerde üstesinden gelemediğim yer. Her defasında bocaladığım yer. Kimin aklına böyle bir ruh hastası fikir gelir. Onun gelmişti.
“Anılarını daha sonra yad ederiz. Artık konuyu geçelim. Bana kendi ayağınla geldin çünkü artık sende bu oyundan sıkıldın. Annenin Dna’sı ile açılan bir oda var. O oda da hepimizin istediği küçük bir çip var. O çip ile dünya bizim olacak. Sadece annenin Dna’sı ile açılıyor, lanet kadın sisteme hacker olarak girmiş ve o bizim planımızın beyni. Annen öldüğü için, sadece sen açabiliyorsun.” Benim annem çok zeki bir kadın. O kadar zeki bir kadın ki, öldüğün de bile aslında her şeyi planlamış. “Annen boş yere ölmedi. Bilmemesi gereken her şeyi öğrenmişti. Yapmaması gereken her şeyi yapmıştı.”
“Benim annemin ölüsü bile sizden bir sıfır önde. Ben annemin kızıyım, hepinizin sonu olmadan ölmeyeceğim.”
“Mihriban. Geç bunları, kanına ihtiyacım var. Davette o yüzden karşına çıktım. Amacım basitti seni vurup, kanı almaktı ama o lanet askerler engel oldu. Şimdi karşımdasın ve benimle geleceksin. Kendi ayağın ile ölümüne geldin.” Kendinden o kadar emin ki, kibir sayesinde ölsem bile onunla gelmeyeceğimi anlamıyor.
“Abim...”
“Abinin Dna’sını kullandık ama annen onu devre dışı bırakmış. Sadece sen açabiliyorsun o kapıyı. Kanlı canlı bizimle gelmek zorundasın. Aksi halde sen daha buradan çıkmadan tüm sevdiklerini öldürürüm. En başta damadım, Alparslan. Ölmesini istemezsin diye düşünüyorum.”
“Annem nasıl böyle bir şey yapmış? Sana neden inanacağım? Sen daha Alparslana dokunmadan öldürürüm seni.”
“Annen çok akıllı kadındı. Hilmi, onun zekasına aşık olmuştu. Hilmi, çok önemli ileri teknoloji bir çip üretti. Bu çip sayesinde tek dokunuş ile her kesin kirli dünyası gözler önüne geliyor. Her bir insanın, banka hesabı sıfırlanıyor, istediğimiz silah, hava araçları bizim komutamıza geçiyor. İstediğim yeri anın da patlata biliyorum. Bu sonsuz bir güç demek. Hilmi’nin tek hatası burada oldu. Annene güvendi ve ona anlattı. Annen de onu arkasından bıçakladı. DNA işleneceği zaman sisteme kendininkini giriyor ve yüzde ellisi annenin kanından, diğer yarısı da Hilmi’nin kanından olan birisi açabiliyor. Ve bu kişi de sensin. Abin değil.”
“Siktir git şuradan. Ciddi ciddi anlat, seni gebertirim.” Ne dediğini kesinlikle kulağı duymuyordu. “Evlat, ben yalan söylemem. Artık benim olanları istiyorum ve seninle işim bitmesi için Hilmiye teslim olman gerekiyor. Hilmiyle anlaşmam için senin ona götürmem lazım. O bu ülkeye giriş yapamıyor, her yerde aranıyor, o yüzden dikkatli olacağız ve seni ona teslim edeceğim. Karşılığın da oda bana daha fazla güç sağlasın. “ İşte her şey bu uğurda yok olmuştu. Sonsuz güç... Benden annemi , ailemi, yıllarımı alan kişiler aslında istedikleri tek şey güçtü. Mazlumun ahı ile güçlü olmaya çalışıyorlardı. Benim gibi daha bu uğurda kaç can feda olmuştu. Bazı insanların gözü her zaman daha fazlasındaydı. En büyük kanıtı şuan karşımdaki adamdı.
Kendimi daha fazla tutamadım, kahkalar ile gülmeye başladım. O kadar çok güldüm ki, bir an nefesim kesilir gibi oldu. Hayır, buraya gelirken sakinleştirici vurulmadım. Buraya gelirken bir ilaç almadım. Bu adam ve onun saçma güç aşkı benim hayatımı mahvetti. Bu adam ve ortağı Hilmi denilen adam benim her şeyimi çaldı. Bu adam ve Hilmi denilen adam benim lacivert korkularımı körükleyen adam. Bu adam benim karşımda bu şekilde konuşamaz. En komiği ise onunla gideceğime inanması. “Seni öldüreceğim. Seni öyle şekilde mahvedeceğim ki bana her allahın günü yalvaracaksın. Canın çıkıyor gibi hissedecek ama canın çıkmayacak.”
“Annen de son karşılaşmamızda bunu demişti ama ölen kendisi oldu. Hilmi den daha fazla saklanamadı ve onun çocuğu ile kaçmaya çalıştı. Hilmi onu kendine kadın yapmıştı ama o, DNA eşleştirmişti, üstüne o gün babanla kaçtı. Hilm kaç defa onu aldı, buldu ama salak annen fırsatı değerlendiremedi ve midesiz baban başkasının çocuğuna babalık yaptı. Sence neden bu kadar değerlesin? Sence niye yıllardır senin peşindeyiz? Büyümen gerekiyordu. Sistem çok karışık ve güç savaşına kurban olman için büyümen gerekiyordu. Annen tam bir aptal. Tecavüz çocuğunu doğurdu. Onu sisteme kayıt etti ve Hilmi’nin elini kolunu bağladığını sandı. Ufak bir aksilik oldu ama onu da yirmi küsür yıl sonra halledeceğiz.” Kulağı ağzından çıkanı duymuyordu. Kardeşimden mi bahsediyordu. Ölen kardeşimden bahsediyor demi. Benden değil. Ben olamam. Benim babam Atakan Aras. Benim babam...
“Yalan söylüyorsun.” Fısıltımı ben bile duymakta güçlük çektim. Kalbimde bir yerde bir orman yanıyordu, yıllardır sönmeyen bir yangını körüklüyor.
“Ne yalanı. Hilmi, anneni hamile bıraktı. Abinden sonra iki defa daha kaçırdı anneni. İlk kaçırdığın da sen oldun ve Atakan kendi çocuğu gibi sahiplendi. Annen seni sakladığı için öldü. O gece sen hariç Araslar yok olacaktı. Sen hariç çünkü sen Özköksün. Senin baban Hilmi Özkök. Atakan Aras değil. Annen’i ikinci defa karçırdığın da annen senin DNA sisteme girdi ve senin yaşamanı sağladı. Hilmi bilseydi seni, ölecektin. Bizim dünyamız da çocuk olmaz. Hilmi sistemi aylar sonra çözdü ve ilk işi seni yanına almaktı ama Cemre ve Atakan buna engel oldu. O, hepinizi öldürecekti sen hariç. Sonra seni neden yanına almadı bende bilmiyorum. Seni kaçırdı elimden, bir ay da hayatını siktim ama en son devreye o girdi ve planlar değişti.”
Daha önce bir çok defa ölmek istediğimi söyledim ama hiç biri bu kadar kuvvetli olmamıştı. Ben tecavüz çocuğum. Benim annem benim yaşamam için ölmüştü.
Benim babam Atakan.
Benim babam Atakan değil.
“Yedi ceddiniz de gelse kızımı benden alamazsınız. Onun babası benim.”
Ve gelmişti. Saatlerdir duymayı beklediğim o seslerden birisini duydum.
Babam...
Atakan Aras yıkılmaz bir kale gibi en önde duruyordu. Bahçe camını uçurmuşlardı. Onca adama rağmen gelmişlerdi. Babam, abim, sevdiğim adam ve dedem beni buraya asla tek yolamamıştı. Ne konuşuyorsak hepsini duymuşlardı. Karşımdaki adam asla bizden böyle bir atak beklemiyordu. Tek geleceğime o kadar emindi ki kendine güveni sonu olmuştu. “SİKERİM.” Yerinden kalktığın da bende kalkmak istedim ama bacaklarım bana yardımcı olmadı. Koltuk da bir ceset gibi yığılıp kalmıştım. “Baba...” Canhıraş şekilde seslenişim yüreğini dağlamış gibi baktı bana. “Babacım, geldim güzel kızım.” Gelmişti ama bu kadar adama yetemezlerdi. Çevrelerini tek bir hareket ile elliye yakın adamlar sardı.
“Gelmezsiniz sanmıştım ama her zaman çift plan yaparım. Şimdi beyler o silahları indirin yoksa hepinizin sonu olurum.” Ahmet kendinden emin elleri cebinde ayakta duruyordu. Bir kuvvetle bende kalktım. Son gücümü buradan çıktık dan sonra kullanacağım. Bu adamı öldürürken kullanacağım. “Biz Mihriban ile evden ayrılacağız. Adamlardan kurtulursanız gelirsiniz.” Sanki bu olanları her gün yaşıyor gibi konuşuyor.
“Senin ağzını sikeceğim. Mihriban’ın adını ağzına bir defa daha alırsan yeddi ceddini sikeceğim.” Sevgilim... Canım yoldaşı, lacivert korkumu yenme sebebim. Her gece onun lacivertlerini görerek uyanırdım ve çok korkardım. O kadar korkardım ki altıma kaç defa kaçırmıştım bilmiyorum.
“Küçük damat, seninle bire bir tanışmadık demi. Ama pardon sen zaten beni tanıyorsun. Bu olayların çoğunu biliyorsun. Duydukların senin için yeni olmasa gerek.” Ben yaşama tutunmaya çalıştıkca her tarafımdan darbe yiyorum. “Mesela sen zaten Cemren’ın başına gelenleri biliyorsun. Mihriban’ın o bir ayda yaşadığını biliyorsun. Kayıtları izlerlerken eğlendin mi? Lacivert oda konseptimi nasıl buldun? Sana bakamasın, senden korksun diye yaptım.” Yalan söylüyor. Herkes yalan söylüyor. En başta kalbim yalancı çıkmıştı. En başta annem babam yalancı çıkmıştı. En başta kendinden vazgeçen ben olmuştum. Kalbim acıyor. Kalbim yok olmak istiyor. Bedenim, ruhum hepsinin kırıldığını, çığlık attığını hissediyorum. Koca cihana sığamıyorum. Oysa küçücük bir yer bile bana yeterdi. Bir anda kendimi birine siper olurken buldum. Akılsız başım donmuş kalmıştı en olmadık anda. Ahmet ne kadar korkuyor ise beni kendine sıkı sıkı tutarak kendine siper etmişti. Benim sonum burada olmazsa bir daha olmaz gibi hissediyorum.
“Tek ateşte kızı öldürürüm.” Korkak. Oysa bilmiyor ki ben zaten ölmüştüm.
“Öldürmezsen, ben seni öldürürüm.” Soğuk, hissiz ama güçlü sesim herkesi kendine getirdi. Buradayım. Hala ayakta ve öğrendiklerime rağmen hala dik duruyorum. Ben dedemin yıllarca yetiştirdiği Mihriban’ım. Yıkılacağım ama burada değil. Ağlayacağım ama kendi alanımda. Güçlü duracağım, ben ne yaşarsa yaşasın güçlü duran bir annenin kızıyım. Başım dik, ayaklarım sağlam basıyor. Bir anda hiç kimsenin beklemediği anda helikopter sesi geldi. Ardından dedemin “Siper alın.” Diyerek kendini bir ağacın arkasında atması oldu. Bir anda ortalık karıştı ve helikopterde kim var ise Ahmet’in adamlarını taramaya başladı. Biz hala evin içinde olduğumuz halde kendimizi farklı koltukların arkasına attık. Ahmet kendini kapıya yakın bir alan seçmiş ve kaçmaya girişiminde bulunuyordu.
“Böyle ölmeyeceğim.” Diyerek kapıyı açtı. Hiç vakit kaybetmeden onun peşinden koşmaya başladım. Gidemezdi. Kaçamazdı. Yerdeki ölü adamdan silahı almıştım hızla, vakit kaybetmeden peşine takıldım. Ormanın derinliklerine gidiyor, bende peşinden gidiyorum. Sık ağaçlar bana kabuslarımı hatırlatıyor. Bu orman bana geçmişimi hatırlatıyor. Bu orman bana kaybettiğim çocukluğumu hatırlatıyor. Bir anda yerdeki sarmaşığa takıldı ve düştü. İşte o an sıktım bacağına. Durdum ve kendime bir dakika düşünme izni vermeden sıktım. Ölmesini istemediğim için namlumun ucu yere bakıyordu. Ormanın içinde kurşun sesi ile kuş sesi aynı anda duyuldu. Kurşun hedefimin bacağına denk geldi ve onun bağırtısı ormanda yankılandı. Yavaş yavaş artık yerde tepinen avıma yaklaştım. Aramızda beş adımlık mesafe kaldığında silahının namlusu kalktı ve tam benim kalbimin üstünü nişan aldı.
“Ben öleceksem bu dünya kimseye kalamaz.” Ona kocaman gülümsedim.
“Ben öleceksem sende benimle gelirsin.” Benim silahım ona, onun silahı bana dönüktü. İlk kurşun benden çıkmıştı ve hedefime ulaşmıştı. Oda benim gibi gülümsedi. İkimizin de gülümsemesi tehlike arz ediyor.
“O zaman beraber öleceğiz.” Cümlenin bitimi ile iki kurşun sesi ormanda yankılandı.
Koca ormanda tek bir ses bile çıkmadı o dakika sonrası. Amacıma ulaşmış mıydım? Kızlar annelerinin kaderini mi yaşardı. Bende mi annem gibi , anneannem gibi bu adamlar uğrunda ölmüştüm. Konu güç ve aç gözlülük savaşımıydı? Kalbim çok acıyor. Kalbim o kadar acıyor ki, kolumu hareket ettiremedim. Göğüsüm daraldı. Vurulmamıştım. Bir anda silahı ateşlerken gözlerim kapmıştı ve en son hatırladığım alparslanın lacivertleri olsun istemiştim. O an önüme bir beden yığıldı. Göğüsümün acısından sesim bile çıkmıyor. Gözlerimi açtım, çok zordu ama yine de açtım kurşunun nereye gittiğine bakmak istedim. Keşke ölseydim. Açtığım an ölmek istedim. Önümde iki beden yatıyordu. İki kurşun iki can almıştı. Gözlerim yanlış görüyordur diye tekrar tekrar açıp kapadım. Yerde yatan bedenin birisi ben olmam gerekiyordu. Bu... Bu olamazdı. Kalbimin acısı artık katlanılmaz bir boyut almıştı.
“Alparslann...” Hayır. Hayır ben yanlış görüyorum.
“ALP...” Ormanda bu sefer benim sesim yankılandı. Ses tellerim yırtılmıştı büyük ihtimalle. “ALPARSLANNNN...” Elim göğsüme gitti ve ona doğru iki adım atamadan olduğum yere yığıldım. Bilincim beni terk etti. En son duyduğum ise,
“BURAYA HEMEN İKİ AMBULANS YOLLAYIN. ÜÇ KİŞİ VAR, BİRİSİ ÖLMÜŞ.”
Sözleri oldu. Ben annesinin kaderini yaşayan bir kızdım. Kızlar annelerine erken mi kavuşurdu. Kalbim niye bu kadar acıyordu? Alparslanı, kaybettiği için mi? Yoksa ölüyor olduğum için mi?
BÖLÜM SONU.
BÖLÜM YAYINLANMA TARİHİ: 11.07.2025
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.09k Okunma |
2.5k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |