48. Bölüm

46.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

ALPARLAN DEMİR ANLATIMI.

MİNHRİBAN’IN GEÇMİŞİNİ ÖĞRENDİĞİ AN.

Karanlığın ucu bucağı yok. Önümdeki dosya benim hayatımı yerle bir edecek. Bu sabah askeriye gelen kargo ile ne yapacağımı şaşırmıştım. Bakmam gerekiyor belki ama yüreğim buna el vermiyor. Atilla dede, saatler önce gelen kargo ile ilk uçakla Türkiye’ye gelmişti. Şuan karargahtaki toplantı odasında ne yapacağımızı bilmeden oturuyoruz. Gelen kargo bir flaş bellek, içerisinde ne var bilmiyorum. Oda bilmiyor ama ikimizin de tahminleri vardı. Ben içinde Ahmet, Hilmi ve Mihriban’ın bir videosu var diye düşünüyorum ama Atilla dede ise tam tersi Mihriban ile ilgili olduğunu düşünüyor. O bunu dile getirdiğinde ne yapacağımı bilemedim, yüreğim korkuyla çırpınıyor. Mihirban’dan bir şey daha saklamak istemiyorum. Bana olan sonsuz güvenini de hiç etmek istemiyorum.

“Ne zaman bakacağız?” Cihangir’in sesi ile daldığım düşüncelerden ayrıldım. Kendime geldiğimde onlarında bize katıldığını anlamıştım. Atilla dede büyük bir toplantı talep etmişti. Gönderilen flaş bellek kartonun içinde gelmişti, üstünde ise “hep beraber izleyin.” yazan not vardı. Tim, Atakan Amca, Komutanlarım, Ayaz hepimiz buradayız ve ilk kimin açmaya cesaret edeceğini bekliyorum. Benim bunu yapmaya asla elim gitmezdi. Duyacaklarımdan göreceklerimden korkuyorum. Sevdiğim kadının bir acısına daha şahit olmak istemiyorum. O bunları yaşarken ben yanında olmadığım için vicdanımla yeterinde boğuşuyorum. Canı yanmasın diye dünyayı düşünmeden yakacağım kadının her defasında başka bir acısını öğreniyorum.

“Ben açamam.” Diyerek flaşı Atakan Amca’ın önüne itekledim.

“Cihangir ver çocuklara açsınlar.” Atakan Amca büyük bir soğuk kanlılık ile flaşı Cihangire verdi.

“Şerefsiz herif ne yolladıysa sakın ama sakın bunu Mihriban duymayacak.” İşte bu dediği olmamıştı. Atilla dedeye hayretle döndüm, benden bunu bekleyemezdi. Beklememeliydi. Özellikle Atakan amcaya, Ayaza ve bana baktı. O ikisine kısa bakışlar atıp bana uzun uzun baktı.

“Ben saklamam.” Bir kere saklamış ve ne olduğunu görmüştüm. Sevdiğim birisine onun iyiliği için bile olsa yalan söyleyemezdim. Böyle olması lazım, bana güvenini yerle bir edemem. Kırık kanadına bir darbede benden yiyemez. Mutluluğu için herkesi yakarım ama mutsuzluğuna sebep olamam.

“Saklamak zorundasın.” Atakan Amcan’ın keskin ses tonu ile Atilla Dedeye bakmaya son verdim. Herkes gergindi, bir atak bekliyor patlamak için ama o kişi ben değilim.

“Ben sevdiğim kadından onun iyiliği için bile olsa tek bir şey saklamam...”

Biz konuşurken bir anda projeksiyona yansıtılan görüntü ile herkes sustu. Ekranda dört farklı oda göründü. Ekran dört’e ayrılmış ve her oda farklı renk. Kırmızı, Beyaz, Lacivert, Siyah. Ekran bir anda karardı. Hayır, kararmamıştı. Kamera Karanlık çekim moduna girmişti, simsiyah odada köşede bir beden gördük. Bu beden kime aitti. Neler oluyor?

“Ne oluyor lan?” Ayaza katılıyorum. Hiç birimiz ne izlediğimizi ne izleyeceğimizi anlamadık. Ekrana kaşları çatık ve bilinmezliğin gerginliğiyle bakıyorum.

“Komutanım bu adam bizimle dalga geçiyor olabilir mi?” Dedi selim. Onun gibi düşünüyorum. Ben Mihriban’la ilgili bir şeyler beklerken bu da neydi.

“Susun.” Cihangirin uyarısı ile herkes sustu.

Simsiyah ekranda bir anda Küçük bir kız çocuğu belirdi. Ayağı demirle bağlıydı ve o bağırdıkça oda sanki daha çok kararıyor. Neler oluyor bu lanet yerde? Biz ne izliyoruz? Neden izliyoruz? Bitmek bilmeyen sorularım var. Düşünmek bile istemediğim çıkarımlarım var. Aklıma gelmesi bile intihar sebep olacak düşüncelerim var. Odaya bir anda koca bir beden girdi ve içerisi karanlıktan bir anda aydınlığa döndü. Biz bile bir anda gelen ışıkla irkildik. İşte tahminim de en başta yanıldığımı düşündürten o beden belirdi. Koca kas yığını bir adam odanın köşesine sinmiş ve çığlık çığlık ağlayan sesse Mihribana doğru ilerledi. İrkildim, kalbim tanıdık o küçük yüzü gördüğünde korku ile çırptı. Lanet ettim en çok kendime daha sonra hayata, ona bunu yapanlara, onun sesi olmayan başta ben olmak üzere herkese lanet ettim. Adam, mihriban’ın ayağındaki demiri çözdü ve onu odadan çıkartı. Mihriban küçük kolları ile o adama direnmeye çalışıyordu. Ona mani olmak için bağırıyor, ağlıyor ve çırpınmaktan bir an olsun vazgeçmiyordu. Umudu vardı, kaçmak için çırpınıyordu. Boyun eğmemek için sesini duyurmaya çalışıyor ama kimse onun sesi olmuyor.

Ekran da bu sefer başka bir oda belirdi. Bu oda kırmızı.

Nefesim kesildi. Dondum kaldım, hiç bir uzvumu hissetmiyorum. Bu gördüklerimiz gerçek olamazdı. Koca koca köpekler ve her biri hırlıyor. Hepsinin aç olduğu o kadar belli ki. Ekrandan bile anlaya bilirsiniz. Oda nezarethane şeklinde ortadan ikiye ayrılmış ve bir taraf köpeklerin diğer taraf ise... Kapı açıldı ve korktuğum ne varsa başıma geldi. Artık kalbim onun aşkından değil, onun geçmişin de yanında olamadığım için vicdan azabıyla çarpıyor. Mihribanı gördüm ekranda dakikalar sonra o çığlık atıp kaçmaya çalıştıkça, köpekler ona doğru hırlamaya başladı. Başta hırlayan köpekler bir süre sonra yüksek sesten dolayı ondan daha çok bağırmaya başladı. Korkuyor, o kadar korkuyor ki sessini duyurmak için ses tellerine zarar verecek. Sevdiğim kadın köpekler dolu bir odada çığlık çığlığa ağlıyor. Ayaklarının önüne dünyaları sereceğim kadının yok oluşunu izliyorum. Canımı hiç düşünmeden vereceğim kadının hayatının cehenneme dönmesini izliyorum. O yanıyor, ben ise kül oluyorum. Nefesim tıkanıyor. Benim izlemeye dayanamadığım o anları yaşamıştı. Yıllardır o anların etkisinden çıkamıyor ve rüyalarına giren sonsuz bir döngüden kayboluyordu. Başımdan aşağı buz gibi bir su döksem bile bu saatten sonra kendime gelemem.

Ekran da bu sefer beyaz bir oda belirdi. Oda tamamen laboratuvar gibiydi. Bir çok sağlık ihtiyacını karşılayacak ekipman vardı. Yine kapı açıldı ve bu sefer sessizlik içinde Mihriban girdi. Üstü başı pis içinde, buradan bile anlaşılan bir korkuyla etrafına bakıyor. Sessizce kas yığını içindeki adam onu sedyeye attı. O sadece altı yaşında ne olduğunu anlamaya çalışan bir çocuk. O bir çocuk. O altı yaşında bir çocuk... Ailesine sığınması gereken, parkta oynaması gereken bir çocuk. Otuzlu yaşlarında, kadın doktor ve yardımcısı sedye de yatan mihirbana gülümsedi. Eline hayatım da görmediğim kadar büyük bir iğne aldı yardımcı adam. O iğne dakikalar sonra mihriban’ın ensesine girdi. Gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapatınca görmem sandım. Kadın canlı canlı çipi boynuna koymuştu. Sessiz bile çıkmamıştı. O kadar korkmasına rağmen sesini duymak için dua ettiğim sesi çıkmamıştı. Orada bizden birisi olsa ve o iğne tenimize girene kadar orayı ayağı kaldırmıştık. Küçük yaşımız da bile asiydik ama o... O bir robot gibi bakıyor ve korkusunu içine atmaya çalışan bir çocuktu. Ben tırnağım kırılsa anneme giderdim o ise... Günlerdir orada ve eğitiliyordu. Köpekler, iğneler, karanlık... Hepsi çok fazlaydı. Bir çocuğu bırak bir yetişkin için bile korkunç. Ben bu yaşımda kaldıramıyorum izlemeyi o ise hem yaşamış hem de bilinç altında yaşamaya devam ediyor.

Ekran belirdi bu sefer lacivert oda gördük.

Lacivert...

Oda da bir tane eski yatak’dan başka hiç bir şey yoktu. Lacivert ışıklar ile kaplanmış bir oda. Tek bir yatak ve yatak da bağlı Mihriban. Dokunmaya kıyamadığı saçları artık omuzlarında, kolları yatağın demir başlığına bağlanmış. Melül melül etrafa korku ile bakıyor. Buradan bile titrediğini anlaya biliyorum. Ellerimi yumruk yaptım. O kadar bedenimi sıkıyordum ki, titremesinler diye yumruk yaptım. Oradaydı, korkuları, çaresizliği ile orada elleri bağlı şekilde yatıyor. Kimse yardım edemiyor, hiç birimiz ona yardım edemiyoruz. Oysa o bunları yaşarken, ben her zaman oynadığımız parka belki gelir diye her gün gidiyorum. Ben her gün o park da onu beklerken o hayatının cehennemini yaşıyormuş. Odaya yine iki tane koca cüssesi olan adam girdi bu şerefsizleri bulacağım, burada buna sebep olan uzak dan yakından kim varsa hepsini bulacağım ve son gördükleri yüz benim olacak. Adamlar, yatağa bağlı olan Mihirban’ı süzdüler ve gülmeye başladılar. Yavaş adımlar ile ona yaklaştılar ve olmaması için canımı vereceğim, allaha sayısızca yalvaracağım o hareketi yaptılar. Birisi ayaklarını tutup açarken diğeri ise...

Ekran karardı. İçimde yanan yangın büyüdü büyüdü ve bir sinirle taştı. Ne yaptığımı anlamadım. Sandalye projeksiyona doğru uçtu. Sanki bunu yaparsam onu durdurur gibi hissettim. Çaresizliğime bir ışık aradım. Ben onu her allahın günü beklerken O... O yanıyormuş... Onun canını diri diri yakmışlar. Ateş dört bir yanını sarmış. Sinir krizi mi bu geçirdiğim. Elim ayağım boşaldı ve elime ne gelirse atmaya son verdim. Olduğum yere odanın ortasına yığıldım. Benim izlemeye yüreğim dayanamadı. Benim izlerken nefesim kesildi. Ben izlerken aklımı yitirdim. Lacivertlerime ilk başlarda korkarak bakması... Her seferinde irkilip çaktırmamaya çalışması... Dokunmaya kıyamadığım kadını diri diri yakmışlar. Nefesim değse acaba rahatsız olur mu diye düşündüğüm kadını yerle yeksan etmişler.

“Çok seviyorum gözlerini...”

“Lacivertlerin benim en büyük tutkum...”

“Herkes bu lacivertlere kurban olsun...”

“Bir anda görünce korktum lacivertlerden...”

“Bir çift laciverte vurgunum...”

“Gözlerin sonum olacak...”

“Lacivertlerine tutsağım...”

Tutsaktı... Gerçekten laciverte tutsaktı. Gözlerimi yok etmek istedim. Lacivert diye bir renk olmasın istedim. Koca dünyadan lacivertleri silmek istedim. Yok olsun ve ızdırap olsun istedim. Bunu yapan oruspu çocuğuna ızdırap olmak istedim. O oruspu çocuklarının eceli olacağım.

“Alparslan...”

“Kendine gel lan...”

Sesler kulaklarıma fısıltı gibi geliyor. O kadar gördüklerime, anılara dalmıştım ki kim sesleniyor ayırt edemiyorum. Ben şuan hiç bir şeyi ayırt edemiyorum. Ben şuan kendi girdabımda boğuluyorum. Nefesim az önce izlediğim şeylerle kesilsin diye allaha dua ediyorum.

“Kardeşim...”

“Atakan amca... Atakan amca canımı yakmışlar.” Bu ses bana aitti. Bu ses sessizliğin içindeki bana aitti. Atakan amca başımı omuzuna çekti ve sıkı sıkı sarıldı. Saçlarım da hissettiğim ıslaklık ile kendime geldim. Bir tür şoktan çıkmış gibi titredim. Rahatlayan bedenim feryadı ise bir düzine göz yaşı oldu. Kimseden utanmadan sakınmadan oyun arkadaşım için ağladım, bizden çalınan hayat için ağladım. Onun acısı için ağladım. Korku dolu gözleri için, çığlıkları için, korktuğu halde lacivertlerime baktığı için ağladım. Onun için ağladım. Babasının omuzun da her şeyim dediğim kadın için ağladım.

“Atakan amca... Benim canımı yerle bir etmişler. ” Bir türlü iki kelime bir araya gelmiyordu.

“Alparslan, ağla koçum.” Oda ağlıyordu, görmesem bile odada bulunan herkesin ağladığını biliyorum.

“Ben nasıl bakacağım onun yüzüne. Lacivert onun korkulu rüyasıyken nasıl gözlerime bakabiliyor? Benim gözlerim onun kabusu. Onu kurtaramadım. Ben bu gözlerle ona nasıl bakacağım?”

“Sende çocuktun.”

“Lanet olsun. Böyle hayatın amına koyayım. Ben nasıl kurtaramam onu.” Feryadım kendimeydi. Zehir zembelek sözlerim kendimeydi.

“ÇOCUKTUN.” Ayazın dediğini kulağım duyuyor ama kabul edemem. Kalbim bu kadar acırken olmaz.

“ODA ÇOCUKTU. O DAHA ALTI YAŞINDA BİR ÇOCUKTU VE BUNLARA KATLANMAK ZORUNDA KALDI. O BİR ÇOCUKTU! HİÇ BİR ÇOCUK BUNLARI YAŞAMAMALI. HER ÇOCUK GÜVENDE OLMALI. KORKU DOLU BAKMAMALI. GÖZ BEBEKLERİ TİTREMEMELİ. NEFES ALIRKEN BİLE SESSİZLİK İÇİNDE OLMAMALI. Ben nasıl kurtaramam onu! Ben olsaydım keşke ben olsaydım da o geçmişi gülümseyerek hatırlasaydı. Her gece kabuslarla değil. ” Sinir krizim, ağlama krizime karıştı. Kelimeler feryat ediyor dudaklarım arasında. Hepimiz çocuktuk. “Ben onu park da beklemiştim. Hep gittiğimiz parkta bekledim. Her allahın günü iki sene boyunca gelsin diye bekledim. O yanarken ben onu bekliyordum bencilce. Ondan geriye bir şey kalmazken ben salıncak da onu bekliyordum.”

“Selim sakinleştirici getir.”

“LANET OLSUN. HERKESE, HERŞEYE ONA BUNLARI YAPAN HERKESE LANET OLSUN. “ Bedenim de güçlü kollar hissettim. Hepsi beni yatıştırmaya çalışıyordu ama bir türlü olmuyor. Kendimi durduramıyorum. Kendimi durdurmak istemiyorum. Kolum da bir ağrı hissettim daha sonra iğne olduğunu anladım. Oturduğum yerde gözlerim karardı. Tüm bedenimin kontrolünü kaybettim. “Hepimize lanet olsun. O feryat ederken duymayan herkese lanet olsun. Canım acıyor, canı çok acımıştır ayaz...” Sözlerimin gerisi gelmede. Karanlığa teslim oldum. O karanlık mihriban’ın karanlığı gibi değildi. O karanlık beni korkutmadı, o karanlık beni yutmadı veya yıkmadı ama sevdiğim kadının yaşadıkları beni hayattan kopardı.

İLAHİ BAKIŞ AÇISI.

45.BÖLÜM DEVAMI

Duyulan silah sesleri ile herkes ormana doğru koşmaya başladı. En son duydukları ses iki silah sesi ve “ALPARSLAN...” diyen bir çığlıktı. Ormanda onları hiç beklemedikleri bir manzara karşıladı. İki kurşun sesi çıkmıştı ama yerde yatan üç beden vardı. Uzak değillerdi ama Atakan, Ayaz oldukları yerde durdular. Kimse bir kaç saniye olayı idrak edemedi ve daha sonra ilk koşan Atakan oldu. Mihriban, yerde eli kalbinin üstünde yatıyor, o hengame ile Atakan’ın ilk aklına gelen kızının kalbine kurşun yediği oldu. Onun için hayat durdu. Ayaz’da babasının ardından kardeşine koştu. Biri öz kardeşi, diğeri can kardeşi. İkisi de ormanın ortasında cansız yatıyorlar. Ayaz sonunda Alparslan’ın kamuflajından akan kanı fark etti ve baya yoğun kan akışı. Cihangir büyük bir titreme ile kendine geldi ve yerde yatan kardeş bildiği insanlara doğru koştu. Uraz hızla ambulansı da ki görevlilerden yardım istedi. Yolda gelirken tedbir amaçlı bir ambulans gelmişti onlarla ama şuan iki ambulansa ihityaçları vardı. Ambulans ekibi hızla olay yerine doğru ilerlerken.

“Kızımı kurtarın. Yalvarırım kızımı kurtarın.” Atakan kendinden geçmiş gibi bağırıyor. Kime bağırdığını bile o an farkında değil. Feryadı daha yeni kavuştuğu doyamadığı kızı için.

“Kardeşlerimi kurtarın. Mihirban, abicim kalksana yerden.” Ayaz kafayı yemiş gibi ikisinin başında sayıklıyor. “Alparslan... Kalk lan yerden. Benden önce ölemezsiniz oğlum siz.” Ayaz kendi akıl sağlığını zor koruyordu. Onu arkasından Selim tuttu ve sarstı. Ayaz bunu hissetmedi bile. O kadar kendi dünyasına dalmıştı ki yanında kim var ona kim dokunuyor bilmiyor.

Etraf bir anda karman çorman oldu. Askerler, polis, jandarma, sağlık çalışanı hepsi burada ve her kafadan bir ses çıkar oldu.

“Kadın kalp krizi geçiriyor.” Sağlık çalışanının dediği ile herkes irkildi.

Atakan olduğu yerde dondu, bedeni hareket edemedi, gözleri dolu dolu kızına bakmaya çalıştı ama amansız bir istek oldu. Önünü bile göremedi. Ayaz, tim ve orada bulunan herkes irkildi kimse bunu duymayı beklemiyordu. Herkes onu sadece bayıldı diye kafalarında kotlamışlardı ama olayın yüzü çok farklı olmuştu.

“Benim kızım daha çok küçük.” Babanın sessiz feryadını kimse duymadı. Sağlık çalışanı yapabileceği en hızlı müdahale ile kızına iyi olmaya çalışıyorken Ardından bambaşka bir ses duyuldu. Diğer sağlık çalışanının sesiydi bu.

“Adam kalbine yakın yerden kurşun girmiş, çıkış yok.” Tüm herkes tekrardan irkildi. Kimse bu ikisinin yan yana yatarken bu kadar kötü durumda olduğunu ilk bir kaç saniye anlamamıştı. İki gencecik hayat gözlerinin önünden kayıp gidiyor.

“Adam ex.” İşte bunu kimse beklemiyordu. O yaşlı morukla daha çok işleri varken bu kadar erken hayata gözlerini yummasını istemezlerdi. O kadar donmuş kalmışlardı ki bu cümle herkesi kendine getirdi. Hepsi sirkelendi ve ellerinden geleni yapmak için sağlık çalışanlarına yardım ettiler. Dakikalar sonunda diğer iki ambulans da olay yerine ulaştı. Hızla tüm hastalar sedyelere konarak hastanenin yolunu tuttular. Kimse daha olayın şokunu atlata bilmiş değildi. Herkes nu gün böyle bir şey olacağını hesaba katmamıştı. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü ama bu plan yapılmamıştı.

Hayat kısa, o kadar kısaydı ki göz açıp kapancıya kadar bir ömür geçiyor. Atakan yıllar sonra kavuştuğu kızını hiç uğruna kaybediyor. Ayaz, annesinden sonra bide kız kardeşi için bekliyordu bu soğuk hastane koridorunda. Bu sefer tek değildi. Tek artısı buydu. Bu sefer omuzlarındaki yükü tek başına sırtlamıyor, yanında kardeş, arkadaş, aile bildiği insanlar vardı ama hiç biri Mihriban gibi destek olamıyordu.

“Baba...” Titrek bir fısıltıyı Atakan işitmedi. Hastaneye geldiklerinde Alparslan ve Mihribanı acil ameliyata almışlardı. Tim, babası, Alparslan’ın ailesi herkes bu koridora içeride yatan iki can için dolmuş ve onlar için endişe ile bekliyorlardı.

“Ölmedi benim kızım.” Atakan’ın aniden bağırması ile herkes ona baktı. “Ağlama Ayşen. Ölemedi benim çocuklarım.” Bir kayıp bile vermek istemiyor. Bu uğurda her şeyini zaten kaybetmişti. Kızını ve oğlunu da kaybetmeyecekti. “ÖLMEDİ BENİM ÇOCUKLARIM AĞLAMAYIN.” Bağırdığını ne kadar kendinde olmadığını anlamıyor Atakan. Canı acıyor canı o kadar acıyordu ki, bunu nasıl dile getireceğini bilmiyordu. Sesi ne kadar çıkarsa herkes anlar sanıyordu ama aslında sesini çıkarmasına bile gerek yoktu. Ona bakan herkes yıkılmış adamın zaten ne kadar canı acıdığını anlar.

“Babam...” Ayaz bir umut sesleniyor ama sesi Atakana gitmiyordu bile. Aralarında bir karış mesafe yoktu ama babası deli gibi bakıyordu. “Babam...” Yine duymadı Atakan. “BABA KARDEŞLERİM ÖLÜYOR. BİR ŞEY YAP! KONUMUNU KULLAN BİR YAP! ÖLMESİN İKİSİ DE. BABA...” Bu çıkış ile Atakan’ın deli bakışları duruldu. Başını oğluna çevirdi ve ona baktı. O dakika işte onu gördü. Dolu dolu kızarmış gözleriyle oğlu kendine gelmesi için uğraşıyor, yıkılmıştı ama kardeşleri için toplu durmaya çalışıyor.

“Ölmesin ayaz benim çocuklarım. Ölmesin ayaz. Ben karımı verdim o toprağı çok erkendi. Şimdi kızım ve oğlum olmasın Ayaz. Ben bunu dayanamam. Ben bir kayba daha dayanamam Oğlum. Ağlama Ayşen, Selim karını sustur. Ağlamasın ölmedi çocuklar.” Atakan kendinden geçmiş gibi konuşuyordu. Selim, can dostunun yanına çöktü. Ayaz bir yanda, Selim bir yanda oturdu.

“Ölmedi Atakan bizim çocuklarımız.” İki baba bir birine baktı. Dolu gözlerden göremiyorlardı ama iki can dostu birbirine sarıldı. Etrafta kim var kim yok umurlarında değildi. İkisinin de ciğeri yanıyor, evlatları içeride can çekişiyor. Yetim ya da Öksüz derlerdi ebeveynlerinden birisi olmasaydı. Askere şehit denirdi. Peki çocuğunu kaybetmiş ebeveyne ne denirdi. Ne denmesi gerekiyordu. Geçmiş olsun mu? Başın sağ olsun mu? Ne denirdi canı çıkmış, ruhu bedenini terk etmiş ebeveyne? Atakan bir çok kez bu duyguları yaşamıştı. Nasıl bir acı olduğunu bir çok defa tatmıştı ama her defasında kendi yatmak istemişti o ameliyat yatağında.

“Ölmesin benim yavrum selim. Yeni kavuştum ben yavruma, hasretim dinmez ki benim ona. Çağırma Cemre. Çağırma benim yavrularımı yanına.” Atakan’ın sinir krizi sonrası sakinleşmesi için iğne vurdular. Ayaz kime yeteceğini şaşırmıştı. Nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Kız kardeşi ameliyatta canı ile savaşıyor, en yakın dostu hemen yan tarafta canının savaşını veriyor. Babası sinir krizi sonrası sakinleştirmek için iğne vuruldu. Ayaz kime yeteceğini şaşırmış artık ruhu nefes alamıyordu. Yeni bulduğu canı ellerinin arasından gidiyordu. Kız kardeşi ölüyor. Haberi duyan herkes kalkmış gelmiş koridora dolmuşlardı. Dakikalar saatlere evrilmiyor, insanın canını alacak kadar yavaş hareket ediyor zaman. Çöktü ayaz olduğu yere, ne nefes almak gibi bir gayesi vardı ne de yaşamak için. Bir an bile düşünmez ikisi içinde canını verir ama elinden bir şey gelmemesi insanın içine dert oluyor. Dert olmakla kalmıyor insanı öldürüyor diri diri. Ela oturdu yanına Ayaz’ın. Ayaz yanına kimin oturduğunu fark bile etmemişti oysa ihtiyacı olan tek bir iyi haber duymaktı. Teselli değil. Bu durumda kim nasıl teselli edebilirdi ki? Ela sessizce Ayaz’ın yanına oturdu, “Ölmesinler...” Ayaz’ın dudakları arasından çıkan tek kelime bu oldu. Daha sonra Ayaz, Elaya sarıldı. Dimdik duran adam gitti, yerine küçücük kardeşi için allaha yalvaracak o adama bıraktı. Alparslan da canıydı ama yıllar sonra kavuştuğu kardeşi başkaydı. Ona daha doyamamıştı babası gibi. Doyamazdı da, insan sevdiğine nasıl doyar? Ela tek kelime bile edemedi tek yaptığı canı çıkıyormuş gibi duran adama dayanak olmak. Ayaz onun omuzunda kardeşleri için ağlarken Ela sessizce yanında oldu. Bu durumda kimse nasıl teselli edeceğini ne diyeceğini bilmiyordu. Dillere zincir vurulmuştu ve bu zinciri kimse kaldıramıyor.

Doktor saatler sonra çıktı.

Sonunda umutla yeşermek için kalktılar yerlerinden. Çıkan doktor Mihirban’ın doktoruydu. Kardeşinin hayatı doktorun iki dudak arasındaydı. Oradan çıkan kelimeler sonları olacak ya da yeni bir başlangıç olacaktı. Doktor karşılaştığı kalabalık ile şaşırdı. Onca hasta görmüştü bu yaşına kadar ama hiç bu kadar kalabalığı bir arada görmemişti bu koridorda.

“Geçmiş olsun, Hastamız bizi zorladı ve iki defa kalbi durmasına rağmen hayata döndermeyi başardık. Şuan onu yoğun bakıma alacağız ve bir kaç gün durumunu takip edeceğiz. Hayati tehlikesi devam etse de yaşıyor. Ciddi bir kalp krizi geçirmiş. Tıkanan kalp damarlarını açtık , bundan sonra çok iyi bakılması gerekiyor. Diğer her şeyi konuşuruz tekrardan geçmiş olsun.” Doktorun cümlesinin bitirmesi ile umut ile doldu herkes. Çok korkmuştu herkes ama birinden şükür ki iyi haber alındığı için az da olsa rahatlamışlardı. Kalbi durmuştu Mihriban’ın... kimse ne diyeceğini bilmiyordu tek yaptıkları şükür etmek. Şimdi sıra Alparslan da oradan sağ salim çıkması gerekiyordu. Ne kadar rahatlamış olsalar da aslında hala içlerinde bir korku var. Bu korku Alparslan için.

Ayşen, Mihriban için rahatlamıştı ama kendi oğlu için hala yüreği yangın yeri. Daha sonra doktor orayı terk etti ve herkes bu seferde Alparslan için beklemeyi sürdür. Kimi dua ediyor, kimi kardeşim dediği adam için ağlıyor, kimi umutla bekliyor ama herkes bir yerde bekliyor. Herkes bir yerde dağıldı. Saatler sonra diğer ameliyat kapısı da açıldı. Doktorun çıkması ile aynı kalabalık onun da başına üşüştü.

“Oğlum nasıl?” Ayşen’in ağlamaktan sesi çıkmaz olmuştu ama doktor yüreği yanan anneyi duydu.

“Geçmiş olsun. Alparslan bizi çok zorladı. Üç defa kalbi durdu ama en sonunda hayata döndü. Oğlunuz çok dayanıklı maşallah. Kurşun kalbe yakın bir yere girmişti ve çok kan kaybetmişti, o yüzden çok dikkatli olmaya çalıştık. Kurşunu çıkarmak bizi zorlasa da savaşı oğlunuz kazandı. Kendisini yoğun bakım da misafir edeceğiz. Hala hayati tehlikesi mevcut ve ilk yirmi dört saati geçirirse korkmayın. Tekrar geçmiş olsun, gerekli bilgilendirmeyi hemşire arkadaşlar yapacaktır.”

İşte bu sefer herkes rahat bir nefes almıştı. Bu sefer her kes ne kadar korksa da sonunda yüzlerinde bir umut ışığı aydınlanmıştı. Ortalık yas havasından kutlama havasına dönmesi saniyeler sürdü. Doktorun gitmesini bile beklemeden herkes birbirine sarıldı ve şen sesler birbirine karıştı. Pelin, annesi ile kucaklaştı ve binlerce şükür etti. Selim, ayazı unutmadı ve hemen ona ikinci bir baba gibi sarıldı ve omuzunda ağlamasına izin verdi. “Çok korktum selim amca.” Ayaz sinir boşalması yaşıyordu. Hayatında bu kadar en son yangın da korkmuştu. Oda tüm ailesini dağıtmıştı. “Geçecek oğlum. Bak ilk kısmı atlattılar çok şükür. Sağ salim kalkacak ikisi de.” Selim içinden allaha yalvararak bu cümleleri kurdu. Ona sarılan oğlan çocuğu otuz küsür yaşında değil. On iki yaşındaydı. Ailesini kaybetmiş, on iki yaşındaki çocuğu görüyordu selim.

UYANMADIKLARI 1. GÜN

MİHRİBAN ARAS RÜYALARI

“Alparslan!” Bağırtım ile heyecanla bana doğru bakan iki beden gördüm beyazlar içinde. Hava o kadar sıcak ki, üçümüze de bembeyaz giydirmişim. Çok güzel bir yaz günü, sahil kenarına gelmiştik. Burada hem denize girecek hem de piknik yapacağız, Cennet derim. Birisi şuan burayı anlatmamı istese cennete benziyor derim. Denizin dalga sesleri, benim küçük bebeğimin kahkaha sesleri ve babasının eşsiz kahkahası ile şuan cennette olduğumu söyleye bilirim.

“Güzel bebeğim...” Ne istediğimi biliyordu ama kızımız için biraz daha geçiştirmek istiyordu. Onun salıncak da mutluluk’dan sarhoş olması aşırı hoşuna gidiyor.

“ALP. İKİNİZ DE HEMEN BURAYA.” Beni daha çok sinirlendirmemek adına iki de başını salladı.

“Annenin yanına giden kazanır.” Alparslan , canım kocam, koca adam olabilirdi ama kızıyla tam bir erkek çocuğu. Onunla her türlü oyun oynamasını başarıyor ve bu ikisine de aşırı mutluluk veriyor.

Bana doğru koşarak gelen alp ve kızım için kollarımı iki yana açtım. Bakalım önce kim gelecek! Alparslan, çocukla çocuk olan bir adam ama konu rekabet olunca karşısındaki kendi çocuğu da olsa umurunda olmuyor. Hızla beni kolları arasına aldı ve etrafımız da bir kaç tur döndü.

“Alp. Midem bulanacak indir beni. Oğlum korkacak içeride.” Nasıl bir yüz ifadem varsa beni direk indirdi.

“Bebeğim özür dilerim unuttum.” Başını küçük bir çocuk gibi yana yatırdı ve o çok sevdiğim gülümsemesini sundu. Hayretle onun oyunbaz tavrına baktım. “Annem, babam kör mü?” Yanımızdan gelen naif ses ile bakışmamız bölündü.

“Küçük yaratık modunu açtın babacım.” Alp ve çocuğuma asla bitmek bilmeyen isim takmaları.

“ALPARSLAN.”

“Pardon karıcım. Özür dilerim prenses.” Kızına üstten üstten bakıyor adam. Ve üstüne burun kıvırıyor bunu derken. İlk çocuğum kızım değil kesinlikle alparslan. Resmen çocukla çocuk oluyor derken bundan bahsediyorum. Tipik akrep burcu.

“Anne kocaman karnın var. İçeride kardeşim var ve her an patlayacak gibi duruyorsun ama babam unuttuğunu söylüyor. Ya yalancı ya da kör olabilir mi?” Üç yaşına girmiş bir bebeğin bu kadar çok bilmiş olması alparslan’ın suçu. Sanki kızım küçülmüş de büyümüş gibi. Alparslana, anlat dinliyoruz diye baktım.

“Şimdi şöyle ki, baban kör ya da yalancı değil. Annen, o kadar hafif ki onu kırk gün taşısam yine de hamile olduğunu anlamam babacım. Orada iltifat etmiştim.” En yalın şekilde anlatmaya çalışıyordu ama her an yalanını si... senin diyebilirim.

“Baban ve mübalağaları işte güzel kızım. Hadi daha fazla konuşmayalım yemekler soğmasın. Anneanneni çağır bakalım.” Sözlerimin bitimi ile heyecanla anneme doğru koştu minik kızım. Annem ağaçların arasında bize elma toplamaya gitmişti.

“Bu çocuğu yaparken bir yerde hata mı yaptık?” Bide ciddi ciddi bana soruyor adama bakın.

“Senin yüzünden. O kadar zeki oldu ki, bazen beni düzeltiyor: Hayır annecim, şöyle demek gerek diyor bana. BANA BANA ANASINA.” Çirkef birisi değilim ama arada hamilelik hormonların dan herkes nasipleniyor. Kollarımı göğüslerimde birleştirdim ve altan altan alparslana baktım. Gülmek istiyor ama kendini sıkıyormuş gibi. “Gül gül utanma.” Kocaman bir kahkaha atarak beni kolları arasına çekti. Oğlumu ezmemek için ikimiz de dikkatle sarıldık. “Ne zaman doğacak bu çocuk. Karımla arama giriyorlar resmen.” Gözlerimi devirdim ve kocamın rahat göğsünde keyif sürdüm.

“Çocuklar ile doğru konuş. Yaparken çok zevkliydi ama demi.”

“Aşırı hemde. Özellikle o küçük...” Sözlerini yanımıza gelen annem ve minik kızım yüzünden yutmak zorunda kalmıştı.

“Hadi bir şeyler yiyelim çok acıktım.” Minik kızımın isteği üzerine dörtdümüz de masaya oturduk. Alparslan, kızımıza yedirirken çok keyifliydi. Annem ise hala benim tabağıma bir şeyler koymak istiyordu. Bu yaşımda iki çocuk annesiyim ama hala annem tabağıma bir şeyler koyuyor ve bundan asla şikayetçi değilim. Sohbet eşliğinde mutluluk ile yemeklerimizi yedik. Daha sonra hiç beklemediğim bir kalp ağrısı ile elim kalbimi buldu. Mutluyum, burada annemle mutluydum ama bu kalp ağrısı nereden çıkmıştı.

“Anne...”

“Gitme vakti bebeğim.” Dediğini zar zor işittim. Daha sonra iki silah sesi duydum ve alparslan’a bu gün özenle seçtiğim bembeyaz takım kırmızıya boyandı.

“ALPARSLAN.”

2.GÜN

Yer değişti, mekan değişti ve bu seferde kendimi annemin dizine yatarken buldum. Burası bizim altı yaşına kadar yaşadığımız güzel yuvamızdı. Annemin dizine yatmıştım oda sevgiyle saçlarımı okşuyordu.

“Anne, seni çok özledim.” Bunu neden dediğimi bilmiyorum ama aşırı duygusal ve karanlık da hissediyorum.

“Annem... Güzel yavrum benim. Kurban olduğum. Bende sizi çok özledim. Üçünüzü de çok özledim annem.” Annem hasret ile sarıp sarmaladı beni. Kaldırdı dizinden ve sımsıkı sarıldı.

“Anne bulamıyorum.” Göz yaşlarım benden izinsiz onun omuzlarına aktı.

“Annem, bulacaksın. Aydınlık yakın bebeğim. Benim güzel kızım doğru yolu da bulacak. Alparslan sana yardım eder annem. O biliyor annem. O senin yolunu aydınlatır bebeğim.” Anneme sımsıkı sarıldım. Aslında dediklerine de sımsıkı sarılmak istedim. Cidden alparslan yolumu aydınlatsın istedim.

“Anne, kaybediyorum. Yok oluyorum. Kardeşimi bulmam gerekiyor. Ona ne olduğunu öğrenmek istemiyorum, nerede olduğunu öğrenmek istemiyorum. Ya benim yüzümden çok şey yaşadıysa, ya bizi istemezse, ya ya öldüyse anne. Ne yapacağım ben. Bu yolun sonu karanlık anne. Baban, çok canımı acıttı anne. Özür dilerim ama baban çok acıttı annem. Sarıp sarmalamadı beni. Yok etmek istedi beni.” Küçük kız çocuğu gibi herkesi ona tek tek şikayet etmek istedim. Şikayet edersem biraz olsun içimdeki karanlık azılır sandım.

“Annem... Benim minik mihribanım. Güzel kızım, yolun aydınlanacak bebeğim. Yolun öyle güzel aydınlanacak ki, şuan ki karamsarlığın, canını yakan her kes ve her şey son bulacak. Ben seni böyle mi yetiştirdim annem. Kalk ayağı ve buradan git. Ona git o sana yardım edecek kuzum. Baban, abin, kardeşin hepsi sana yardım edecek annem...” Her bir seferde yanağıma küçük küçük öpücükler bahşetti. Her cümlede saçlarımı incitmeden okşadı. Babasının çektiği kısımları elleri ile nazik nazik sevdi.

“Gitmek istemiyorum. Orada sen yoksun anne. Kalayım yanında, yatayım dizinde ne olur.”

“Olmaz annem. Seni yanıma alamam bebeğim. Kurban olurum annem sana ama olmaz.” Sanki istiyordu. Ben yanında kalayım istiyor ama kıyamıyordu.

“Anne ne olursun. Orada çok acıtıyorlar beni. Bana insan gibi davranmıyorlar anne. Baban farklı birisi diyorlar, sevdiğin yalancı diyorlar.”

“Benimle gel bebeğim.” Annemin ince parmakaları bana uzandı ve oturduğum yerden kalktık. “Oraya gideceksin, sen benim bebeğimsin. Benim bıraktığım yarım kalmışları tamamlamadan yanıma gelmek yok. Sen Mihriban Aras’sın unuttun mu ne kadar güçlü bir kız olduğunu. Yıkılırsın, düşersin, bocalarsın ama pes edemezsin. Canın acıdığın da dinlen, baban elinden tutar, abin arkanda dağ gibi durur, Alparslan kalbini dinlendirir, kardeşin seni sever. Korkma güzelim. Sen benim kızımsın. Git Mihriban, oradakiler bensiz yapabilir ama sensiz asla olmaz güzelim.” Dudaklarım arasından itiraz dolu cümleler çıkmadan hava karardı, bir anda karşımda Alparslan’ı buldum ve iki silah sesi duyuldu. Sevdiğim adam önümde yere yığıldı ve elim kalbimde “ALPARSLAN...” adını telaafuz ederek yanına düştüm.

Kader bizimle oynuyordu. Yüreğime bu kadar acı çok fazla geliyordu. Benim kalbim her şeye dayanmıştı ama onun yokluğuna bir saniye bile dayanamazdı.

3. GÜN

Zaman değişti. Mekan değişti. Karanlık bir ormanda uyandım ve yanımda iki beden var. Birisi sevdiğim adam, diğeri hayatımı karartan adam. İkisi de yerde vurulmuş yatıyordu.

“Alparslan...” Elim sanki kalbimin üstünden çekersem yok olacaktım. Elimi bir an olsun bana ızdırap olan kalbimden çekemiyordum. Yattığım yerden kalkamıyorum. Kalkmaya mecalim yok. Canım acıyor, o kadar acıyor ki elimi kalbime bastırınca sanki geçecek gibi daha çok bastırıyorum. Nefesim yetmiyor, kolum uyuşuyor ve sanki aynı anda kırk tane kemiğimi kırıyorlar. Bunların sebebi asla kalbimin ağrıması değil. Bunların sebebi yanımda yatan Alparslan’a dokunamam, ona ulaşamam. Gözlerimi kapatsam ölecek. Nefes alsam yok olacak. Yerimden kalksam onu burada bırakıp gideceğim.

Uzaktan duyduğum ayak sesi ile görüşüme bir siluet belirdi. Ağaçların arasına saklanmış bir beden, yüzü görünmüyor ama uzun boyu ve yapılı vücudu ben buradayım diyor. Görüşüm bulanık ama onun kim olduğunu sanki kalbim anlamış gibi anlamsız hızlı atmaya başladı. Bana acı veren kalbim onu görünce ızdırap oldu. Alamadığım nefesler boğazıma bir bir dizildi. Tutmayan elim ona uzanmak istedi ve medet ummak istedi. “Onu kurtar.” Beni duydu mu? İsteğimi anladı mı? Bilmiyorum. Orman da sadece onun bize yaklaşan adım sesleri duyuluyordu. Gözlerim onun yavaş dingin gelişine dayanamadı ve kapandı. Bilincim beni tekrar terk ediyordu.

“Kurtaracağım hepinizi.” Bu ses ona mı aitti?

Karanlık aydınlığa bıraktı, ışık göz kapaklarımı deşecek gibiydi. Kalbim atması gereken hızdan daha hızlı atıyor. Midem bulanıyor ve kulaklarım uluyor. Uyanmış mıydım? Neredeyim? B seferde başka bir düşte uyanmıştım. Gözlerimi büyük bir cesaret ile açtım. Önce bembayaz bir ışık karşıladı beni, daha sonra sesler duydum. Karşımdaki, yanımdaki herkes bir şeyler diyordu ama benim odağım çok farkı kişideydi. Bakıyorum ama görmüyorum. Bir çift Lacivert irisleri aşık olduğum gözlerle buluştu gözlerim. Bana bir şeyler diyor ama anlamıyorum. İçimdeki karanlık beni her saniye beni daha fazla yutuyor gibi hissediyorum. "Kaçamazsın. Savaşmak zorundasın." Bu ses bana bir o kadar yakın ama bir o kadar uzaktı. Kimdi bu? Odada olan birisi konuşmamıştı. Ses zihnimde yankılanmıştı.

"Mih güzel bebeğim. Duy beni ne olur." Ben birinin güzel bebeği miydim? Bebeklerin kalbi bu kadar parçalanır mıydı peki? Gözlerimi biran olsun lacivert irisler'den çekemiyorum. "Delirdim mi ben?" Dudaklarımın arasından dakikalar sonra üç kelime çıkmıştı. Bir umut delirmeyi yeğlerdim aslında ama aşık olduğum adamın dolan gözleri taşmaya başlamasaydı. Ağlamasın istedim, elimi uzattım ama yetişemedi. Kalbimin acısı bu görüntüye dayanamadı ve etrafım daha çok karardı. Bir zaman makinesinde oradan oraya savruluyor gibiyim. Nereye gittiğimi bilmiyorum. Ne yaptığımı bilmiyorum. Her düşün sonun da kendimi yerde “Alparslan” diye bağırırken buluyorum. Her rüyam onun vurulduğu anda bitiyor.

Bembeyaz koridorda bekliyorum. Kimi bekliyorum, neden bekliyorum anlamadım. Canım o kadar yanıyor ki, feryat ederek ağlıyorum. Ben bu kadar sesli ağlamam ki, benim sesimi ben bile duymam ağlarken. Bu yabancı bir beden bana. Benim ama değil gibiyim. Koridor da tek değilim. Benimle beraber herkes bekliyor ve Pelin, Ayşen teyze ağlıyor. Onlarda benim gibi canından can çıkıyormuş gibi ağlıyor. Gözlerim Alparslan’ı aradı ama bulamadı. Onu bulamadıkça Ameliyat hane yazan kapıya baktım. Olmaması için dua ettim ama herkes buradayken o neredeydi? Beni tek bırakmaz ki. Bırakmamalı.

“Benim sevdiğim...” Cümleler dudaklarımdan döküldüğü gibi Ayşen teyze büyük bir sinirle bana doğru geldi. Adımları o kadar sertti ki, her adımda sanki koridor sarsılıyor. Tam karşımda durdu ve baktı bana, uzun uzun sanki tiksindiği bir insana bakar gibi bakıyordu. Başımı iki yana salladım. Bana öyle bakma der gibi.

Hastane Koridorunda bir tokat sesi yankılandı. "Neden yaptın bunu?" Dedi sadece. Dudaklarım arasından iki kelime çıkmadı. Biri dudaklarıma mühür vurmuştu sanki. Ne yapmıştım? Uzaktan kendimi ve Ayşen teyzeyi izliyorum. Bu nasıl bir rüya?

"Zorundaydım. Yemin ediyorum zorundaydım." sadece zorundaydım. Yapma saydım... Düşünmek bile istemiyorum.

"Değer miydi onu bu kadar üzmeye... Kalbi dayanamadı bak neredeyiz biz dön bir bak." Bağırıyordu zira hakkıydı. Sonuçta oda bir anneydi.

"Ben istemezdim..." Sesimi kendim bile zor duyuyorum. Bu insanlar nasıl duysun. Kolum kanadım kırılmış, Nefes aldıkça ciğerlerim liğme liğme oluyor. Çaresizce iki dizimin üstüne düştüm soğuktu hastaneler.

"Ben sana üzme, kırma, sana güveniyorum demedim mi? Bu mu senin üzmemiş halin? Bu mu konuşsana? Bunca şeyi yaparken soğuk kanlıydın şimdi de konuşsana... Bak orada benim çocuğum canı ile cebelleşiyor. Neden kalbi dayanamadı çünkü senin yaptıklarına, senin çektiğin acılara, sana kalbi dayanamadı benim çocuğumun... Senin yüzünden vuruldu!” Son dedikleri şok etkisi yarattı, bana mı dayanamadı kalbi? O kadar mı param parça oldu bana ait olan kalbi. Sonsuz uyku isteyecek kadar mı?

"Ben... Ben istemezdim böyle olsun yemin ederim. Ben diyecektim." Yanıma çöktü ve beni anne şefkati olan kollarının arasına aldı. " Ah be çocuk..." Diyerek sarıldı bana. Koridorda artık benim sesimden başka ses duyulmuyordu. Benim acımdan daha büyüktü acısı ama bana sarılmıştı. Onun çocuğunu öldürmüştüm. Alparslan benim yüzümden vurulmuştu. Benim önüme atlamıştı. Kalbim tekrar tekrar aynı anı yaşıyor gibi kasıldı.

Saatler geçmiyor sanki zaman durmuştu bizim için. Doktorlar çıktı Ameliyathane yazan kapıdan. Bacaklarım titriyor, alacağım cevaptan korkuyordum. "Hastamız... Biz gereken müdahaleyi yaptık doktor arkadaşlar ile bundan sonra stres, üzüntü, fazla heyecan kalbi çok kaldıramadı ve..."

Bana mı dayanamamıştı kalbi?

Bu kadar mı üzmüştüm onu?

Kalbi durmak isteyecek kadar mı kırılmıştı bana?

Kalbim durdu. Etraf döndü ve ne olduğunu anlamadan karanlığa düştüm. Beni içine çeken sonsuz karanlığa teslim oldum. Alparslan olmadığı dünya da bir gün bile değil, bir saniye bile dayanamam. Benim her şeyim olan adamın sonu olmuştum. Benim için öleceğini söyleyen adam ölmüştü. Kim ne diyor anlamıyorum, kimseyi duymuyorum tek duyduğum kendi sesim.

“SONU OLDUN.”

“ONU ÖLDÜRDÜN.”

Hastane koridorun da kulakları sağır edecek çığlım duyuldu, “ALPARSLAN...” ses bana aitti ama ben buraya ait olmak istemedim. Kara katran her bir yanımı sarmıştı. “ÖLMEDİ!” Çığlıklarım ve beni tutmaya çalışan bedenler, hiç birinin gücü bana yetmiyor. “ÖLEMEZ.” Kendimi tekrarlıyorum ve etrafımda ki insanları inandırmaya ihtiyacım var. Birinin çıkıp yalan söylüyor demesine ihtiyacım var. “AYŞEN TEYZE ÖLDÜR BENİ.” En yakınımdaki kadının kollarına yapıştım ve amansız bir feryat ediyorum. “ÖLDÜRÜN BENİ NOLUR.”

“Abla...”

MİHRİBAN ARAS ANLATIMI.

“Ölmedi... Gitmedi!” İrkilerek gözlerimi açtım. Neredeydim? Beni bayıltmışlar mıydı? Alparslan nerede? Neden yanımda değil? Ölmüş müydü. Beni bir başıma bırakıp gitmiş olamazdı demi? Yerimden kalkmaya çalıştım ama kalkamadım. Bedenim de ne işe yaradığını anlamadığım kablolar vardı. Göğüslerim de bir çoğu, kolum da serum bağlıydı. Ne zaman giydirmişlerdi bu hastane kıyafetini? Ben ne zamandır uyuyorum. Beynim hiç durmadan sorular sıralıyor ama bu soğuk odada benden başka kimse yok. Yerimden kalkamıyorum, bedenim donmuş. Hareketlerim canımı acıtıyor. Sanki ruhum sızlıyor ama sesimi kimseye duyuramıyorum. Canımdan can çıkıyor ama beni duyan kimse yok. Yoğun bakımda mıyım? Zihnim neyin rüya neyin gerçek olduğunu ayırt edemiyor. Odanın kapıları açıldı ve içeriye doktor ve hemşire girdi. Konuşmak istedim ama dudaklarımı kıpırdatamadım. Doktor ve hemşire henüz benim uyandığımı fark etmediği için kendi aralarında konuşarak bana doğru geliyordu. Gözlerim her an kapanmaya müsaitti.

“Her şeyi kontrol ettiniz mi? Değerlerinde düşme, her hangi bir sorun var mı?” Doktor olduğu belli olan adam arka arkasına sorular sordu kadına.

“Evet hocam, her şey olması gerektiği gibi. Bir sorun yok ama neden uyanmıyor anlamıyoruz.” Hemşire benden mi bahsediyor? Ben uyanmıştım.

“Psikolojik bir durum. Vücudu kendini korumaya alır ve kapatır. Ne zaman hazır hissederse o zaman uyanacak.” Yanıma gelmiş ve en sonunda beni fark etmişlerdi. Gözlerim her an tekrar kapanacağını beyaz eder gibi kayıyordu.

“Mihriban Hanım.” Doktor’un adımı söylemesi ile gözlerim ikisi arasında gelip gitmeye son verdi.

“Uyandınız.” Hemşire büyük bir heyecan ile doktorun arkasından bana bakıyordu.

“Hemen testleri yapalım. Durumu nasıl kontrol edelim. Mihriban Hanım, kendinizi nasıl hissediyorsunuz. Şuan konuşamıyor olabilirsiniz bu yüzden gözlerinizle cevap verin lütfen.” Doktor’un dedikleri hemşire kendine geldi ve ne istediyse yapmaya başladı. Önce serumu kontrol etti, daha sonra değerlerimin yazılı olduğu kağıtları inceledi. Ben gözlerim ile onu takip ederken bile yorulmuştum. Odadan çıktı ve dikkatim o zaman doktora kaydı.

“Dikkatinizi bende tutun lütfen. Işığı takip edelim.” Diyerek gözlerime ışık tuttu. “Tamamdır, her hangi bir sorununuz yok ama beş gündür uyuyorsunuz. Psikolojik bir sebepten dolayı vücudunuz kendini dış dünyaya kapattı. Bana cevap vermeye çalışın lütfen.” Dudaklarımı kıpırdatmak istedim ama yapamadım. Bedenim uyuşmuş gibi. “Bir dakika.” Uzandı ve komidinden su şişesini aldı. “Dudaklarınızı az aralayın lütfen, ıslatınca kendinize geleceksiniz.” O kadar kolay mıydı?

Dediği gibi oldu ve dudaklarım iki gram su değmesi ile çözüldü. Birbirine yapışmış gibiydiler ama zorda olsa iki kelimeyi bir araya getire bildim.

“Alp...”

“Alparslan Bey’i mi merak ediyorsunuz?” Cevabımı sesli dile getiremedim ama başımı azıcık da olsa hareket ettirerek onayladım doktoru. “Kendisi beş gündür yoğun bakımda. Oda sizin gibi uyanmadı ama iyi şuan. Şimdi ben çıkacağım ve siz büyük ihtimalle tekrar uyuyacaksınız. Uyandığınız da yanınızda sevdiğiniz insanlar olacak temin ederim ki. “

Doktor’un dediği gibi de oldu. O daha odadan çıkmadan gözlerim kapandı ve alparslan’ın iyi olduğunu bilerek yumdum gözlerimi bu sefer. Yalan mı söylüyor yoksa ciddi mi bilmiyordum ama bir umut ile gözlerim kapanmıştı. Tekrar gözlerimi açtığım da başka bir odaya alınmıştım. Şuan oda fazla kalabalık değildi. Abim ve Babam dışında mert gelmişti ama hemen çıkmıştı. Herkes kapının önünde mi bekliyordu? Abim’ın yardımı ile yerimden biraz doğruldum ve bir kaç yudum su içe bildim. Artık kendimi ilk uyandığım kadar kötü hissetmiyorum.

“Alp...” Kimse sözlerimi tamamlamama izin vermiyordu. Ne demek istediğimi anlıyordu.

“Alp iyi babacığım. Oda yan odada, biraz kendine gel diye bekliyoruz.” Doğru mu söylüyor yalan mı anlamaya çalıştım. Hislerim donmuş gibi hiç bir tepki veremiyorum.

“Ne oldu bana?” Kısa kısa sorularım onlara ecel teri mi döktürüyordu? Yüzlerine baktım, dikkat ile her bir mimiklerini incelemek istedim ama duygularım donmuş gibi. Kendimi hissetmiyorum.

“Kalp krizi geçirmişsin. Ormanda yerde öylece yatıyordunuz ve ne yapacağımızı şaşırdık. Beş gündür uyanmanı bekliyoruz, bizi çok korkuttun. Şuan iyisin ya gerisi sorun değil güzel kızım benim.” Yüzünde saklamaya çalıştığı bir hüzün vardı. Bana anlatmak istemiyor.

“Merak etme, babam doğru söylüyor güzelim. Şuan iyisin, sadece biraz yorulduğun için fazladan uykuya ihtiyacın vardı. Artık günlerce uyumasan da olur.” Onlar ile vakit geçirmek, daha fazla soru sormak istiyordum ama verdikleri ilaçtan dolu bilincim çok açık kalamıyordu. Yine ve yine göz kapaklarıma perde indi. Uyursam hızlı toparlanırım ve alparslanı göre bilirim diye düşünmekten kendimi alamadım.

“İyi uykular bebeğim. Uyandığın da her şey geçecek.” Abimin sesinden sonra kendimi tutmayı bıraktım.

Saatler sonra kendime gelmiştim. Kaç saattir veya gündür uyuyorum bilmiyorum ama bu sefer ki diğer iki uyanışımdan daha dinç hissediyorum. Odada kimse yoktu, Alparslan iyi olsa burada olmaz mıydı? Neden iki defa uyandığım da onu görememiştim. Aklımdaki soru yağmuru ile kollarımdan destek alarak kendimi oturur pozisyona getirdim. Kalbim de hala ufak bir ağrı vardı ama önceki kadar canımı yakmıyor. Kolumdaki serumu tek elim ile dikkat ederek çıkardım. İlk uyandığım da bağlı olan kablolar artık yoktu. Üstümde hastane kıyafeti vardı. Ayağıma giyecek bir terlik olmadığı için soğuk fayansa bastım. Artık sevdiğime gitme vaktiydi. Ona ne olmuştu öğrenmem gerekiyordu. İki defa uyandım ama hepsinde uyuşuk hissettiğim için kımıldayamamıştım. Şimdi yavaş yavaş hareketler ile kalktım. İlk başta başım döndü, ayaklarım tutmayacak gibi oldu ama küçük bir kuvvet ile ayakta durmayı başardım. Adımlarım yavaş da olsa beni odadan çıkardı kapıda iki koruma ile karşılaştım.

“Mihriban hanım.” Beni görünce ikisi de şaşırdı ve ne yapacağını bilemedi.

“Alparslan nerede?” Güçlü çıkmasına özen gösterdiğim sesim beni yanılttı ve fısıltı halinde çıktı ama ne istediğimi anlamışlardı.

“Hemen odaya geçin, Atakan Beye haber vereceğiz.” İkisi de hareket etmek istedi. Birisi beni odaya götürmek isterken, diğeri babamı aramak için eline telefonu aldı.

“ALPARSLAN’a götürun beni.” Sesim bu sefer daha net çıktı. Birbirlerine baktılar sonra bana baktılar ne gördülerse yüzümde ikisi de başını salladı.

“Efendim...”

“Eğer beni Alparslana götürmezseniz, hiç birinizin soyunu sopunu sağ bırakmam.” Ciddiyim. Benim ona gitmeme kimse engel olamazdı. Kararlığımı anlayan adamlar zoraki şekilde başlarını salladı.

“Yardımcı olalım buyurun.” Koluma girmek istediler ama geri çekilmem ile durdular. Onların yönlendirmesi ile kendimi yoğun bakım katında buldum. Soğuk hastane koridorunda adımlarım ona giderken bunu beklemiyordum. Adımlarım sekteye uğradı ama sesimi çıkaramadım. Yoğun bakım katında odanın birinin önünde bizimkiler vardı. Hepsi bir camın önünde merakla bakmaya çalışıyordu ama ne olduysa o dakika oldu.

“Mihriban.” Ayaz’ın fark etmesi ile hepsinin gözleri bana döndü. Babam ve abim bana doğru gelmek için hamle yaptı ama hepsini elimi kaldırarak durdurdum. Benim adımlarım onların olduğu, az önce baktıkları camın önüne doğru ilerledi.

“Ne saklıyorsunuz siz?” Sesim buz gibi ortama bomba gibi düştü. Soğuk ve acımasız ses tonum herkesi irkiltti.

Yaklaştım, yaklaştım ve camın önünde durdum. İstemediğim o görüntü ile karşılaştım. Alparslan oradaydı. Aşık olduğum lacivertleri kapalı, yatmayı çok sevdiğim göğüsünde kablolar bağlı, kollarında serumlar vardı. Beynimden vurulmuş gibi geriye bir adım attım. Kalp atışlarının olduğu monitör düz çizgiydi. Başında doktor, hemşire onu hayata döndürmeye çalışıyordu. Rüyalarım gerçek oluyordu. Sevdiğim adam benim yüzümden ölüyordu.

“ALPARSLAN...”

Nefesim kesildi, benim orada olmam gerekiyor. Eğer benim yerime geçmeseydi şuan onun yerinde ben olacaktım. Sanki karanlık bir kuyunun içinde debelenip duruyorum. Onun yaşamasını her şeyden çok istiyorum. Kendi canın mı Alparslan mı deseler bir dakika düşünmeden sevdiğim adamı seçerim. Onun canı benimkinden daha kıymetli. Onun hayatını mahvettim. Önce çocukluğun da benimle uğraşmak zorunda kaldı. Daha sonra ayrı büyüdük ama eksik büyüdük, her yerde beni aradı. Her taşın altında beni aradı ve sonucu başarılı olarak buldu. Ama hayallerinde ki gibi olmamıştım, kendini bana tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kaldı. Her şey biraz olsun çözülür dediğimiz de aramıza benim kara delik geçmişim girdi. Sonuç orada benim yüzümden ölüyor. Sorun benim varlığım. Onun hayatındaki en büyük kara delik bana olan bağımlılığı. Bende ona bağımlıyım ama bir kez olsun onun yüzünden ayağım takılıp düşmedim. Sevdiğim adamı öldürüyorum. Alparslan bana yuva oluyor ama ben o yuvanın enkazında bırakıyorum onu. Canım acıyor, hayır aslında canım acımıyor ruhum bir çok gerçekle enkazın altında kalıyor.

“Ben yaşayamam.” Onu terk edecek kadar cesaretli olamam. Onsuz bir hayat şu zamandan sonra kuramam. Onsuz yapamam. O benim enkaz da olsa yuvam. O benim, kalp dayanağım. Nefesim, hayatım, ruhum, çocukluğum, gençliğim ve o benim hayatım. Ben başaramasam bile o bizi yuva yapabiliyor. Ben çatlasam bile o çatlağı kapatıyor. Ben enkaz olsam bile beni o enkazın altından hasarsız çıkarıyor. Ben bencil bir insan değilim aslında ama onun sevgisi söz konusu olduğunda dünyadaki en bencil insanım. Sevgisine muhtaç olduğum adam benim yüzümden ölüyor.

“Lütfen... Yalvarırım onu bana bağışla. Gerekirse ben öleyim ama Alparslan olmaz. Beni al yalvarırım allahım.” Onun için kendimi bir dakika düşünmeden teslim ederim. Onun canı için her kese yalvarırım. “Kurtarın onu lütfen. Yalvarırım kurtarın. Ben onsuz olamam.” Yanıma babam geldi. Camın önünde Alparslanı yaşatması için doktorlara bağırıyorum. Ayakta duracak bir güce sahip değilim çünkü sevdiğim adam ölüyor. Ruhum bedenimi terk etmek istiyor çünkü Alparslan gözlerimin önünde ölüyor. “BABA... YAŞAT ONU YALVARIRIM YAŞATIN ONU. BENİM YÜZÜMDEN.” Babamı görmüyor gözlerim. Kulaklarım ne dediklerini işitmiyor. Hiç bir uzvum yapması gerekeni yapamıyor çünkü canım ölüyor. Canım ölümle tehdit ediliyor.

“Sakinleştirici getirin.” Kimdi bu konuşan. Kimdi kollarımdan tutan ve beni camdan ayırmaya çalışan.

“Güzel kızım, gel otur. Bir şey olmayacak.”

“Ben öleyim. Yalvarırım ben öleyim. O olmaz. Alparslan olmaz abi, ben öleyim.”

Kendimde değilim. Bir insan canım, hayatım, her şeyim dediği insanı kaybederken kendi olur muydu?

“Kendine gel Mihriban.” Anneydi o. Ayşen teyze anneydi ve annelerin duası kabul olmaz mıydı.

“Ben öleyim. Dua edin, annesiniz siz ben öleyim o yaşasın. Annelerin duası kabul olur. ” Saçmalıyor muydum? Nefesim kesiliyor. Göğsümde koca bir kaya koymuşlar sanki.

“Bana bak Mihriban.” Neden dua etmiyordu ki? Onun canı acıyordur, onun çocuğu içeride ölüyor ama o beni teselli etmeyemi çalışıyor?

“Ben öley...” Sözlerim yüzüme yediğim sert tokat ile yarım kaldı. Tokatın sesi tüm koridorda yankılanmıştı. “Ayşen.” Babamın, abimin, Selim abinin ve bir çok kişinin sesini işittim. Herkes bir anda bir şeyler diyordu ama hepsini anlayamadım.

“Kendine gel. Benim çocuğum orada sen ölmek iste diye yatmıyor. Sen burada bizlere aciz gibi yalvar diye yatmıyor. BENİM ÇOCUĞUM ORADA SENİ ÇOK SEVDİĞİ VE SEN YAŞA DİYE YATIYOR. BENİM ÇOCUĞUM ÖLÜYOR SENİN İÇİN. BENDEN BİR CAN GİDİYOR AMA SEN BURADA KRİZ GEÇİR DİYE DEĞİL. SEN YAŞA DİYE. SEN NEFES AL DİYE BENİM ÇOCUĞUM ORADA VE BUNLAR ONUN SEÇİMİ. LANET OLSUN Kİ HAKLI. BENDE OLSAM AİLEM İÇİN KENDİMİ ORTAYA ATARIM. BEN YETİŞTİRDİM İKİNİZİ DE VE TANIYORUM. ORADA YATAN ALPARSLAN BENİM CANIM. BENİM OĞLUM. VE ONU TANIYORSAM YAŞAYACAK, SENİN İÇİN AİLESİ İÇİN YAŞAYACAK. YAŞAMAK ZORUNDA.” Ayşen teyzenin sert sözler ve tokadı beni kendime getirmişti. Dolup taşan gözlerime içi gidiyor gibi bakıyordu. “Sen benim kızımsın. Oda oğlum. İkiniz yaşayın diye her şeyimi veririm güzelim. Yaşıyor oda, bak döndü bize. Sende kendine gel ve sana yakışır gibi ayakta dimdik dur. Benim oğlum güçlü bir kadın için kendini feda etti, onunla gurur duyuyorum. Benim kızım oğlumun yokluğun da güçlü durur. HAYATTA.” Sözleri birer ok gibi hedefi tam yerinden vuruyordu. O bir anneydi ve yıkılmadan durmaya çalışıyordu. Ağlasa bile dimdik duruyor ve kimseyi suçlamıyordu. Belki canı benimkinden iki kat daha fazla acıyor ama bunu belli etmiyor. O bir anne. O bir kadın. O bir insan ve o insanın yavrusu ölüyor. Ona rağmen yıkılsa bile beni ayakta tutmaya çalışıyor.

“Özür dilerim.” Dudaklarım arasından firar eden kelime ile bana sarıldı. Anne şefkati dört bir yanımı sardı. Bir nebzede olsa çimi sıcacık etti. “Hayatta.” Sanki emin olmak için tekrar tekrar duymaya ihtiyacım var.

“Hayatta.” Selim amca gülümseyerek tamamladı cümlesini. Onların da canından can gidiyor ama benim gibi değiller. Herkes bir olmazdı ama eğer Ayşen teyze olmasaydı, ikinci bir kalp krizi geçire bilirdim. Elim Ayşen teyze ile arama girdi, sıkışan kalbimin üstüne kondu. Hala titriyor ve yıkık duruyordum ama en azından artık hayatta olduğunu biliyorum. O an gözlerimin önüne bir perde inmişti ve kafamın içi cehennemin yedi katını aynı anda yaşattı. Ayşen teyzem, annemin sırdaşı bu kadın sayesinde kendime geldim.

Dakikalar sonra Ayşen teyzen’in yerine yanıma babam ve abim oturmuştu. Israrla bana üstümü değişmem ve dinlenmem gerektiğini söylüyorlardı ama şuradan şuraya bir adım bile atamam. Sanki arkamı dönsem tekrardan ellerim arasından kaybolacaktı. Kalbim onun yanından ayrılmaya hazır değil. Dakikalar sonra doktorlar odadan çıktı. Tim, ailemiz, komutanlar herkes burada onu bekliyordu. Selim amca hastanenin iki katını bizim için kapatmış ve yoğun bir güvenlik önlemi vardı. Bizden, doktorlardan başka katlara giren çıkan yoktu.

“Kalbi durma sebebi, kurşunun kalbe yakın girmiş olması. Kalbi biz çok zorladı ama yine hastamız hayatta tutundu. Şuan her hangi bir sorun yok, artık normal odaya alabiliriz. İlaçları yarın keseriz, ne zaman uyanır onu bilemeyiz.” Koca bir nefes bıraktım. Ne zaman tutuğumu bile fark etmemiştim. Canımdan can gitmişti ama iyiydi ya sorun değil. Kaç gün daha uyur bilmiyoruz ama hayatta. Onu sonsuza kadar bekleye bilirim.

Doktor’un dedikleri ile herkes birbirine sarıldı. Ortam bayram şenliğine döndü, herkesinin yüzünde büyük bir mutluluk vardı. Az önce nefesim kesilmişti, aklımı yitiriyordum ama şuan içimde küçük bir kız çocuğunun mutluluğunu taşıyorum. Alparslan’ı odadan çıkardılar ve o an sadece bakmakla kaldım, ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Kalbim göğüs kafesimi dövüyordu. Elim ayağım onu görünce buz kesmişti. Gözlerim onun kalp atışını gösteren monitöre değdi, benim gördükleri ile büyük bir rahatlama yaşadı. Kalp atışlarını görmek, duymak benim için paha biçilemez bir his. Büyük bir rahatlama ile bedenim gevşedi, ayaklarım vücut ağırlığımı taşıyamaz oldu ve olduğum yere yıkıldım. Başım yere çarpmadan önce birisi tarafından tutuldu ama gözlerim karanlığa teslim olmuştu bile.

“Sonunda uyandın.” Tekrardan gözlerim aydınlığa açıldı. Gün doğmuştu, beni odaya getirmişlerdi ve koluma tekrardan bir serum takılmıştı.

“Alparslan...” Doktor başımda bana çatık kaşları ile baktı.

“Sevginize saygım var. Hayatta ve yan odada uyuyor ama kendini bu kadar tehlikeye atmana saygım yok. Daha yeni kalp krizi geçirdin ve uyandığın gibi ikinci bir kriz ucundan dönmüşsün. Ölmek mi istiyorsun?”

“Hayır.”

“O zaman kendine gelene kadar bu yatak dan çıkmıyor ve serumu çıkarmıyorsun. Alparslan iyi ve uyanması bekleniyor ama sen iyi değilsin. Kalbini zorluyorsun. Uyanana kadar dinlen, sana söz uyansın istediğin kadar görürsün.” Doktorum sert sözlerinden sonra sadece başımı sallamakla yetindim. Hiç bir yanıt beklemeden odadan çıktı. Onun ardından odaya abim ve babam girdi. Yüzlerinde büyük bir gülümseme vardı ama yanıltıcı bir gülümsemeydi.

“iyi mi?” Yine ve yine kaç defa duyarsam, kimden duyarsam duyayım ikna olamıyordum.

“Alparslan iyi, odaya alındı. Asıl sen iyi misin? Doktor krizden döndü dedi.” Bence doktor amca abartıyor. Bunu sesli dile getirmedim babam bana sert bakarken olmaz.

“İyiyim baba.”

“Lafta iyisin ama Ayşen olmasaydı sende ölebilirdin. Daha yeni uyandın ama kendini hırpalıyorsun, anlıyorum seni. Bak seni çok çok iyi anlıyorum ama yapma. Sende benim yavrumsun.” Anlıyordu, ben kısa bir an kayıpla sınanmıştım o ise yıllardır sevdiği kadının yokluğu ile sınanıyordu.

“Baba özür dilerim.” Ne diyeceğimi bilememiştim. Yanıma geldi ve beni oturur pozisyona getirdi.

“Özür dileme kurban olduğum. İyi ol, hayatta ol bana yeter. Güzel yavrularım benim, kurban olurum size.” Bir kolunu yatak da olan bana sarmıştı, diğerini abim için açmıştı. Abim çağrılan davete icabet etti ve yanımıza geldi. Önce bana gülümsedi daha sonra babamın omuzuna kolunu sardı ve üçlü bir sarılma yaptık. Bir aile yarım olarak tamamlanmıştı. İki kişi eksiktik ama onu da halledeceğiz. Biz her şeyi halletik onu da hallederiz. Yeter ki yan yana birlikte olalım, gerisini bir şekilde oldururuz.

Günler boyunca yattım. Sadece yattım ve biraz olsun iyi oldum. Alparslanı odaya giren herkese sordum, hepsi yetmezmiş gibi bide doktoru ile konuştum. Adam onu kontrol ediyor sonra gelip bana durumu anlatıyordu. Üç gün yatıştan sonra doktorum kendimi yormamak şart ile beni hastaneden taburcu etmişti. Ne kadar çıkabilirsin dese de bu hastanede alparslan olmadan dışarı bir adım bile atmayacağımı herkes biliyordu. O yüzden hala hastanede odam vardı. Alparslan ise hala uyanmamıştı. İlk gün doktor ilaçları kesince ateşi çok yükseldiği için tekrar vermişlerdi iki gündür azar azar veriliyordu ve her an uyana bilirdi. Bu durum kalbimi zorlayacak kadar hızlı atmasına sebep oluyor. Şuan yanı başın da onun hasta yatağının yanında uyanmasını bekliyorum. Bu gün on gün olmuştu. On günün beşini uyuyarak geçirmiştim. Üç günü yatarak, iki günü de alparslan’ın yüzünü izleyerek. Bana bu odadan çıkmadığım için kızıyorlardı ama umurumda bile değildi. Aşk olduğum lacivertleri görene kadar şuradan şuraya gidemem.

“Daha ne kadar bekleyeceksin.” Cihangir abin sorusu ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım.

“Abi yapma, o uyanmadan gidemem.” Beni anlıyordu, o yerimde olsa hastaneyi birbirine katardı ama bana kızıyordu.

“Anlıyorum abim, hepimiz seni anlıyoruz ama kendini de düşünmen lazım. Bu eşek herif uyanacak ve seni yıkılmış görünce ağzımıza sıçacak.” Cihangir abinin son dediği buruk da olsa gülümsememe sebep oldu.

“Valla komutanım hepimizi sıra dayanağına çekecek.” Ayaz da dahil olmuştu konuya. Onlar hep beraber her gün geliyor ve gidiyorlardı. Kızları getirmiyorlardı çünkü ortam çok tehlikeliydi.

“Sen yapma bari...”

“Ne yapmaması yenge, ağzımıza edecek adam.” Selim’in son dakika kendini sensürlemesine güldük.

“Selim abi haklı, valla şu on günde zayıfladın. Hatta çöktün.” Uraz’a hak veriyorum. Cidden aynalara bakmaktan kaçar olmuştum. Psikolojik olarak çöküşüm artık yüzüme yansımıştı.

“Adam bizim ebemizi s...” Ayaz lafını tamamlamadan ondan önce başka bir ses girdi araya.

“Sikeciğim.”

BÖLÜM SONUUUU....

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 10.10.2025 20:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...