49. Bölüm

47.Bölüm

Sudenaz
sudenzbalikci6

HELLLLOOOOOO...

 

Ne kadar çok beğeni ve yorum gelirse bölüm o kadar kısa zamanda gelir.

 

SudenzBalikci6 gelin BUYURUN...

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın 💖

 

KEYİFLİ OKUMALAR.

 

"KARANLIĞA IŞIK TUTANLAR..."

 

~

 

Karanlığıma ışık tutan insan sonunda uyanmıştı. Hayatımda toplasanız bu kadar mutlu olduğum beş an bulamam. Sonunda tapacak kadar aşık olduğum lacivert irislerini açmıştı. İşte bana dünyaları verseniz bu kadar mutlu olamam. Bana ne verirseniz verin şuan olduğum kadar rahatlamış hissedemem. Uyanmıştı. Kurban olduğum lacivertlerini tekrardan görebilmiştim. Eğer birisi ölecekse bu ben olmalıydım. Bu on günden. kendime bunu bir çok defa hatırlatmıştım. Ben her şeyini kaybeden bir kadın olmak istemem, benim her şeyim dediğim zaten üç parmağımı geçmezdi.

 

Allah bana şuan o kadar büyük bir şükür sebebi vermişti ki, ne yapsam karşılığını vermem. Şükürler olsun bir kez daha bana bağışlamıştı. Duygularım o kadar karışık ki, mutlu muyum ya da hüzün mu bu hissettiğim anlamıyorum. Kalbim heyecandan o kadar hızlı çarpıyor ki, elim ayağım titriyor resmen. Kalbimin üstüne oturan o karanlık sonunda onun gözlerini açması ile kalkmıştı. “Güzelim...” Bedenim işittiği sese inanamadı. Kaç gün geçmişti onun sesinden bile mahrum olalı? Kaç gün geçse kendime gelirim? Bedenimin kontrolünü sağlayamıyorum, sanki her şey etrafımda çok hızlı dönüyor.

 

“Uyandın.” Dudaklarım arasından firar eden sesim ona gitti mi bilmiyorum.

 

“ALLAH BEEE!!!!!!” Ayaz’ın bağırtısı ile yüzünü buruşturdu.

 

“SONUNDA KOMUTANIM.” Selim mi de görüyordu?

 

“Çok şükür.” Cihangir abi de mi görüyordu?

 

“Valla uyandı.” Uraz da görüyordu?

 

Hepsi benim gördüğümü görüyor muydu? Bu benim düşlerim değil miydi? Gerçekten uyanmıştı. Ben hayal görmüyorum. Herkes gördüğüne göre bu benim rüyalarım değil.

 

Delirmemiş ya da kafayı yememiştim. O uyanmıştı. Geri gelmişti aramıza. Mutluyum, hatta o kadar mutluyum ki ne yapacağımı ya da nasıl davranmam gerek bilmiyorum. Ilk defa delicesine bu kadar mutluyum. Içim içime sığmıyor, dağa taşa haykırmak istiyorum ama aynı zamanda korkuyorum. Ya beni istemezse? Ya beni suçlu görürse? Haksız mı? Bence değil. Hayatlarımızı doğuşum mahvetmişti ve bu yüzden ona kızamam.

 

“Nefes al mihriban.” Cihangir abinin omuzuma dokunması ile gözlerim ona döndü. Sanki gördüğüme onu inandırmak ister gibi.” Uyandı?” Elimle hasta yatağından bize bakan sevgilimi gösterdim. Gördüğümü onaylasın istiyorum. Benim gördüğümün hayal olmadığına beni inandırsın istiyorum.

 

“Uyanı canım.” Bir abi şefkati vardı gözlerinde. Omuzuma dokunuşu bile yanımda olduğunu hissettiriyor.

 

“Hastamızı kontrol etmem gerekiyor. Sizi dışarıya alalım.” Doktor hangi ara geldi? Onu kim çağırdı fark etmemiştim. Bu kadar mı soyutlanmıştım dünyadan.

 

Bizi hemşire hızla odadan çıkardı. Oda sadece doktor ve hemşire bide gözlerini açan sevdiğim kalmıştı. Haberi alan herkes kapıya doldu. Şuan etrafımda ne olduğunu anlayacak kadar bilinç sahibi değilim. Herkes sevinçle birbirine sarılıyor, ayaklarım iflasını gerçekleştirmeden önce etrafıma son kez bakıp asansöre ilerledim. Bedenimin kontrolü bana ait değildi. Sanki zihnim kaçıyor. Ne yaptığımı, nereye gittiğimi bilmiyorum. Kendi mahkememde kendi infazımın verilmesini bekliyorum. Etrafımda dolu insana çarptım, nereye gidiyorum ne yapıyorum bilmiyorum sadece kaçmak istiyorum. Sadece nefes almak istiyorum. Sadece yaşamak istiyorum. Uyanınca kendime gelirim sanmıştım ama gelemedim, korkum daha çok gün yüzüne çıktı ve bedenimi bir çuval gibi bahçeye çıktığım da kendimi her zaman oturduğumuz ağaçların arasındaki boş banka attım. Bir çuval gibi yıkıldım buraya, benden bu kadardı. Bu on gün boyunca duygularımı bastırmış ağlamamış, dimdik ayak da uyanmasını beklemiştim. Herkes gerekse ağlamış, gerekse sinir krizi geçirmişti ama kalbi durduğu an dışında kendimi o kadar tutmuştum ki ne sesim duyulmuştu ne ben göz önünde olmuştum. Onun gözlerini açtığını gördüğüm an dünyalar benim olmuştu, sessiz çığlıklarım artık herkesin dikkatini çeken hıçkırıklara dönüştü. Onların bana acıyarak bakması umurumda bile değildi. Vurulmuştu, önümde geçmiş ve hayatımı yine kurtarmıştı. Uyanmıştı ve hayatımı bana tekrardan yine vermişti. Ben bu adama bir hayat değil, bin hayatta versem yinede ödeşemem. Benim yüklerim o kadar fazla ki, bana bile ağır gelirken her defasında taşıyor. Her defasında beni kurtarıyor ve hayata bağlıyor. O beni hayata bağlarken ben sadece duruyor ve izliyorum. Nefes alamıyorum, oysa içeride yatan adam nefes almam için kurşunun önüne atlamıştı. Yemek yiyemiyor, konuşmak istemiyor bir çöp gibi yaşıyorum on gündür. Nefesim uyandı, her şeyim gözlerini açtı ama ben kaçtım. Çünkü yapamazdım, o yüzleşme için ben korkak bir insanım. Ben her zaman kaçmayı bilen bir insanım, bana savaşmak öğretilmedi. Bana kaçmak, arkana bakmadan, kimi bıraktığına bakmadan kaçmak öğretildi. Canım çok acısa da kaçtım, mutlu olsam da kaçtım ben hayatı boyunca gerçeklerden kaçarak yaşadım. Alparslan bu gerçeklerle yaşadı, yüzleşti, savaştı ve sonucunda benim gibi enkaz olmamışıydı ödülü.

 

“Kaçak buradaymış.” Yanıma oturan kişiye bakmak için başımı çevirdiğimde Mert’i gördüm. Bana dolu dolu gözlerine inat gülümseyerek bakıyor ama ondan bile kaçmak istedim. Ilk defa o bile beni fark etmesin istedim.

 

“Uyandı.” Hıçkırıklarımın içerisinde ne dediğim zor anlaşılıyor.

 

“Uyandı.” Onaylanma ihtiyacım omuzlarımın düşmesine sebep oldu. Benim için sorgusuz sualsiz kollarını açtı ve ben o kollara sığındım. Yine yüzsüzce ona sığındım, ben onu da hak etmiyorum. Yukarda kim ne yaşıyor, kime ne olduğu ile ilgilenmiyorum.

 

“Benim güzel kardeşim.” Onun şefkatine her zaman ihtiyacım var. Mert’in benim arkamda duruşuna, yanımda oluşuna küçük benim de, büyük benim de ihtiyacı var. Nefesim kesildiğini hissettiğim de, yapamayacağımı hissettiğim de, sonunun iyi olmayacağını hissettiğim de, bile bile ateşe yürüdüğümde her zaman onun yanımda oluşu bana güç veriyor. Güçlü bir insanım ama güç aldığım sayılı insanlar var. Onlar benim kırmızı çizgim, onlar benim dünyadan bile sakınmak istediğim insanlar. Mert, Babam, Abim, Alparslan. Benim kendi dünyamı oluşturmamı sağlayan, güçlü bir kadın olmamı sağlayan insanlar. Ve bide Annem... Benim şuan ki güçlü insan olmam daha doğmamışken annemin çizdiği yollardan geçiyordu.

“Ölüyordu. Benim için ölüyordu.” Mırıltılarımı ağlamamdan ne kadar anlaşılıyor olduğum tartışılır. Ne anlatmak istediğim de oldukça anlaşılır.

 

“Senin için canını vereceğini biliyorduk zaten.” Saçlarımı okşarken beni teselli etmesine ihtiyacım varmış. Mert’e ihtiyacım varmış. Durulup nefes almaya ve yola mantıklı devam etmeye ihtiyacım varmış ama şuan ve geçen on günde mantığım devre dışıydı, bir robot gibi hareket etmiştim ve sonucu benim için felaket oluyor.

 

“Ama... yapmamalı. Ben buna değer değilim, ben nefes almaya değer değilim. Benden daha değerli. Onun ailesi var. O yaşaması gerekiyorken orada yatmamalıydı. Bu on gün böyle geçmemeliydi ve ben onun kalbinin duruşunu görmemeliydim.” Nefes alıyorum ama yüreğimde öyle bir ağırlık var ki ölsem bile kalkmaz. Vicdanım öyle sızlıyor ki, bunu anlatacak kelimelerim yok. Onun yerinde olmak için canımı vereceğim adam, benim için canını veriyordu. Gözlerim önünde ölüyordu kaç defa. Sahi cidden kaç defa tanık oldum kalbinin duruşuna?

 

“Ama diye bir şey yok Mihriban. O adam’ın seni ne kadar çok sevdiğini zaten biliyorduk. Sende biliyordun ama bu kadarına hiç bir zaman ihtimal vermemiştin. İhtimal dışı bir şey olduğu için bu kalbine fazla gelmedi mi zaten? Senin kalbin onun kalbinin duruşuna dayanamadı.

Onu kaybediyordun, onu ellerinin arasından alıyorlardı ve sen hiç bir şey yapamazdın. Öğrendiklerin, alparslan, babanlar, babam hepsi sana çok fazla geliyordu zaten ve senin de kalbin buna dayanamadı. Onu kaybettiğini düşünmen senin de sonun oldu. Siz iki salak birbirinize o kadar bağlanmışsınız ki, kalbiniz bile diğerinin yokluğun da duruyor. Bu olanlar senin suçun değil. Onu bu kadar sevmen, onun seni bu kadar sevmesi ikinizin de suçu değil. Şuan burada ağlamak yerine onun yanında olmalısın. Şuan günlerdir beklediğin an geldi ve sen kaçtın. Çünkü korkuyorsun, seni suçlamasından korkuyorsun. Biliyorsun aslında seni suçlamayacağını ama içindeki kız çocuğuna bunu anlatamazsın. O çocuk hala her şey için kendini suçlarken, omuzlarına bide Alparslan yüklenmesi senin için ağır geldi. Senin kalbin onsuz, onun kalbi sensiz bu dünyada var olamaz. Bak ben bile bunu anladım. Siz kalben değil ruhen birbirine bağlısınız. Sevginiz bu dünya için bile fazla. Siz aşık değil, siz sevdalısınız. Sizin ki kara sevda, ucu bucağı olmayan bir sevda. Şimdi kalk ve kendini toparla, orada kimse seni suçlamaz, kimse sana yan gözle o manada bakmaz bile. Kendi hükmünü vermene izin vermem. Senin hükmün zaten suçsuz olarak verildi.” Çok güzel konuşuyordu. Doğru konuşuyor ve nereye takıldığımı, kendimi ne için suçladığımı, neden suçladığımı ben dile getirmeden anlıyordu. Mert bu hayatta başıma gelmiş en güzel ikinci kişi. Ve bunun böyle kalması için elimden geleni yapacağım. Nefes aldığım süre boyunca onun yanında olacağım ve onu çok seveceğim. Başka ne yapacağımı, ne yapabilirim bilmiyorum. Şuan sağlıklı bir durumda değilim. Düşüncelerim karma karışık. Kendim ikiye bölünmüş gibi hissediyorum.

 

“Seni çok seviyorum. Sen benim bu dünya da başıma gelmiş sayılı güzel şeylerden birisin. Teşekkür ederim sana çok teşekkür borcum var biliyorum abi. Ve özür dilerim, onca derdin arasında yanında olamadığım için...”

 

“Kalk ve saçmalamayı kes. Ne özürü! Biz seninle beraber büyüdük, ben seni tanımıyor muyum? Ben yedi kat yabancı değilim, benim sorunlarımdan çok daha büyük sorunların vardı. Şimdi kafandaki saçma düşünceleri köşeye atta gidelim.” bana çok ciddi bakıyorken onu reddemem. Ya da kendimde bunu istiyorken onu reddemem.

 

Ben kararsızlıkla savaşırken kalktı ve elini bana uzattı. Ne olursa olsun şüphesiz tutacağım bu elleri. Soğuk ellerim sıcak ellerinin arasında titredi ama sımsıkı tuttundu. Sımsıkı tuttu. Mert her zaman benim güvenli limanın olacaktı. Ne olursa olsun her zaman yanında olacağım ve yanımda olacak o kişi mert olurdu. Bu dünya da beni sırtımdan vurmayacak tek kişi olurdu. Herkesin bir abisi olmalı. Herkesin Mert gibi bir limanı olmalı. Ondan aldığım güçle bacaklarım beni taşıdı. Bende geri gidecek yürek yokken onun yüreği ikimize de fazla fazla yeter.

 

Tekrardan kata çıkmadan önce zorla kantine uğramıştık. Benim için tost ve çay aldı ve önüme koydu. Mert’i çok seviyorum ama bu inadını sevmiyorum. Ben bunları yemeden bir adım bile atmama izin vermez. Kendimi zorlayarak yarısını yemiş olduğum tostumu bıraktım, oda ikinci tostunun son lokmasını alınca çıktık kata. Beraber yan yana sessizlik içinde ama aslında kimsenin duymadığı çığlıklarla beraber koridora çıktık.

 

“Elini yüzünü yıka.” Başı ile lavaboyu işaret etti ve buna ihtiyacım olduğunu o an anladım. Cidden beni benden iyi analiz ediyor ve neye ihtiyacım var ise biliyordu. İçeriye girdiğimde günlerce kaçtığım aynalar ile yüzleştim. Cidden darmadağın görünüyordum. Onun için önce ihtiyaçlarımı hallettim ardından aynada kendimi dalıp gitmeden elimi yüzümü yıkadım. Bu ağlama seansı benim ruhuma biraz olsun iyi gelmişti. Gerçi bunu Mert’e borçluyum, oda bana iyi gelmişti. Konuşması son zamanlar da ne kadar çok olgunlaştığını bir kez daha anlamama sebep oldu. İşlerim bitince beni kapı da bekleyen kuzenimin yanında oturdum. Kendini bir sandalyeye çuval gibi atmıştı. Onunda sorunları vardı, gerçi hangimizin yoktu ki? Hangi Aras ebeveyni normal ki! Hepsinde bir çatlak bir bozukluk var.

“Buraya yıkıldık.” Demem ile güldü. Sanki komik bir şey demişim gibi kahkahalarla güldü. Bende dayanamadım ona eşlik ettim. İkimizde ortada bir şey yokken sebepsiz deliriyoruz! Delirmek için ağlamak için çok sebep var ama biz gülmeyi seçiyoruz. Gülmezsek kafayı yeriz, hayatı fazla dram yaşarsak deliririz. Bazı anlarda gülmek ağlamak dan daha yıkıcı oluyor. Ağlamak yerine gülmeyi seçtiğimiz anlarda delileğe bir adım daha yaklaştığımı hissediyorum.

 

“Ay sonunda kafayı yediler.” Pelin’in sesini duyunca ona döndük. Kahkaha atmayı kestik ama gülümsemeyi silmedik. Pelin bizde garip bir nesne görmüş gibi bakıyor ve ona hak veriyorum. On gündür gülmeyen, ağlamayan bir robot gibi gezen kadının bir anda bu kadar gülmesini anlamıyor. Bende anlamıyorum, bazen her şeye bir anlam bulmak gerekmezdi. Sallamak lazım ki aklımı koruya bileyim.

 

“Güzelim, bunun yanında delirmemek mümkün mü?” Mert’in hemen beni satışı ile ters ters bakmak istedim ama olmuyordu.

“Bu gün beni satan yarın seni bir saniye düşünmeden satar bence ayrılın.” İçime kıskanç bir Alparslan girmiş olabilir mi? Sevgilimi özledim. Pardon dini nikahlı kocamı.

 

“Sevgilisi bitti, kendisi başladı. Bizim mutluluğumuzu çekemiyorlar resmen.” Mert’in serzenişine pis pis sırıttım.

 

“Yalnız kocam.” Bu detay Aras olan her beyefendinin sinirini bozuyor.

 

“Ne kocası lan. Ben kız falan vermem gerekiyorsa iç güveysi alırız.” Mert’de sonunda tırlattı.

 

“Bizde seni mi iç güveysi alalım o zaman? Bu fikrini abime söylemem lazım.” İşte en sevdiğim kısma gelmiştik. Karma.

 

“Zort oldun kuzen.” Yüzümdeki otuz iki diş sırıtma bu sefer gerçek bir kahkahaya dönüştü.

“Mihriban, abim seni soruyor. Biraz daha onu yattığı yerde tutamayacağız.” Bunu duymayı o kadar ihtiyacım varmış ki, pelinin dudakları arasından çıkan cümle kalbimin atışını hızlandırdı.

 

“Gidelim.” Dediğimde ne kadar titrediğimi fark etmemiştim. Cidden haddinden fazla heyecan yapmıştım. Bu gözle bakıldığında bile oldukça belli oluyordur.

 

Odanın kapısına geldiğim de içeriden bir baya ses geliyordu. Herkesin odada olması ne kadar doğru bilmiyorum ama hepsinin onu çok merak ettiğini biliyorum. Kapının koluna uzandım iki defa ama ikisinde açamadım. Bir kere daha kaçma isteğim bu kadar gün yüzüne çıkmamıştı. Bir kaç adım geriye çekildim ve önce Pelin ve Mert’in geçmesi için yol verdim. Onların ardından girebilecek cesaretimi toplamak istedim. Benim suçum olmadığını diyorlar, aslında doğru diyorlardı ama mental olarak kendimi suçluyorum. Kendimi hala toparlaya bilmiş değilim. Onların hızla odaya girmesi ile sesler kesildi.

 

“Oh be sonunda geldiniz.” Ayaz’ın yaramazlığı, keyifli sesi beni gülümsetti. Enerjisini etrafımda oldukça hissediyorum.

 

“Hayırdır, bizsiz parti mi veriyorsunuz? Bu kalabalık ne lan?” Mert’e katılıyorum.

 

“Lan mı?” Babamın sesi araya kaynadı.

 

“Yok amcacım, size demedim.” Mert hala babamların yaşıyor oluşundan korkuyor.

Pelin ve Mert kapının önünden çıkınca kabak gibi ortada kaldım. Herkes bir anda bana baktı ve ben sadece odada göz gezdirdim. Kimseyle göz teması kurmadım, buna cesaretim yok sonunda onlarda gerginliğimi sezmiş olacak ki herkes kendi arasında sohbet etmeye devam etti. Ben ise kapı önünde beklemeye son vererek beni merceği altına almış sevgilime doğru adımlar attım. Doktor, bana çoğu kez kalbimin aşırır hızlı atmaması, aşırı mutluluk, aşırı üzüntü ve stres sana zararlı demişti. Şuan nasıl hızlı attığını bilse beni odaya zincirlerlerdi kesinlikle.

“İyisin?” Zihnim bir türlü doğru cümle kuramıyor. Topladığım kelimeleri bir araya getirmek de zorluk çekiyorum. Bana sadece baktı, baktı ve bir yanıt vermedi.

 

Sadece başı ile onayladı. Bir anda her şey kırılmış gibi hissetim. Her şey için beni suçladığını düşünüyorum. Haklı çıkmıştım, artık onun için yoktum. Belki de artık beni istemiyordu. Bunun için ona kıza bilir miyim? Hayır, peki ne yapacağımı biliyor muyum? Hayır. Dümdüz yıkılmıştım, sesini duymak için dualar ettiğim adam beni suçladığı için tek kelime etmemişti. Bu kadar çabuk olacağını bilmiyordum. Ben, evet kendim suçlamıştım ama onun tek kelime etmeye bile layık görmemesi kalbimin acısını artırdı. Tekrar kalp krizi geçiriyorum sandım ilk saniye ama sadece düşüncelerim de haklı çıkmıştım. Oysa ne olursa olsun haklı çıkmak istemiyorum. Ona olanlar için kendimi suçluyorum, suçluyum da ama onu kaybetme yoluna girdiğimi anlamak, hissetmek çok çok farklı hissettirdi. Sanki tüm dünya yıkıldı ve ben altında kaldım.

 

Selim oturmam için bir tane sandalyeyi çekmiş ve yatağın yanına koymuştu. Sessizlik içinde oturdum. Oda da herkes birbirine laf atıyor, birbirine laf yetiştiriyordu. Alparslan’ın uyanması, iyi olması hepimize çok iyi gelmişti. Dakikalar sonra odada hepsi bir anda sustu ve bize baktılar. Bir anda herkesin bize bakmasıyla gerilmiştim. Ellerimi, bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve onlarla ne olduğunu anlamak ister gibi baktım.

 

“Biz artık çıkalım.” Mert’in omzumdaki eli dediği cümle ile ayrılmıştı. Son kez omuzumu okşamış, yanımda olduğunu belli etmişti. Onun dedikleri ile herkes odayı terk etmeye başladı. Abim çıkmadan önce bana güven veren bir gülümseme sunmuştu. Babam, saçlarımı koklayarak öptü ve yanımda olduğunu belli etmişti. Kalabalığın bir anda gitmesiyle tek kalmıştık. Koca oda küçücük gelmişti şuan. Onun yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyorum, ne diyeceğimi bilmiyorum. Konuşsam cevap alabilecek miydim? Sessizlik içinde zihnimin bitmek bilmeyen sorularını, kendini suçlamasını dinledim. Dışımdan sessiz olabilirim ama içten içe kendimi yiyorum.

 

“Ne kadar susacaksın?” İşittiğim güzel melodi ile bakışlarım alparslana döndü. Şükürler olsun sesini duydum.

 

“Ben...” Ne diyeceğimi toparlayamadım. “İyi misin?” Bunu mu demek istemiştim? Duymak istediğim buydu. Onun dudakları arasından duymak istediğim ilk olarak iyi olmasıydı.

“İyi miyim sence?” Beni suçluyordu. Haklıydı?

“Özür dilerim. Yemin ederim böyle olsun istemezdim, ben sen senin orada olduğunu bilmiyordum bile. Ne diyeceğimi, nasıl kendimi anlatacağımı bilmiyorum ama özür dilerim...” Kelimeleri bir araya getiremeyen zihnim bir anda kendine gelmişti. Ellerim arasına kaybetmekten korktuğum adamı kaybediyor oluşum tokat gibi yüzüme çarptı.

 

“Mih...”

 

“Haklısın. Sonuna kadar haklısın, eğer... Eğer ayrılmak istiyorsun ayrılırız. Beni, sorunları istememek çok büyük hakkın. Ben fazla problemli bir insanım evet...” Dur durak bilmeden kendi ölüm fermanımı imzalıyorum.

“MİHRİBAN.” Sesini yükseltmesi ile irkilerek sustum. Bakışlarım tekrardan onun lacivertlerini bulduğunda kızgın baktığını fark ettim. Bana ikinci defa bu şekilde bakıyordu. “Beni dinle. Senden ayrılmıyorum. Benden o kadar kolay kurtulamazsın. Sana kızgınım. Sana kendini bu kadar yıprattığın için kızgınım, kendi suçun olduğunu düşündüğün için kızgınım, ilk uyandığım da yanımda olmadığın için kızgınım. Ben sana gelemiyorum ama sen bana gelmediğin için kızgınım. Seni suçlamıyorum. Bu benim kararımdı ve yine olsa yine yaparım. Bir salise bile düşünmeden canımı canın sayarım.” Sustu. Yorulmuştu uzun uzun cümle kurmaktan. “Şimdi değil, buradan çıkınca konuşacağız. Şimdi tek istediğim bana sarılman ve kokunla dört bir yanımı kuşatman.” Kollarını benim için açmaya çalıştı. Bir nebze olsun ferahlayan kalbim ile ayağa kalktım ve ikimize de ihtiyacı olan gücü verdim. Hareketlerim yavaş ve dikkatliydi. Başımı onun omuzuna koyunca, tekrardan kendi kokusunu arayınca anladım ki ben bu adamla tamamlanmış hissediyorum. Dünya yansa umurumda değil o yanımda olduğu için.

 

Dakikalar sonra bir an olsun yanından ayrılmadım. Odaya bizden başka kimse yokken istediğim kadar ağladım ve istediğim kadar güldüm. Bunu başara bilen sayılı insanlardan birisi de Alparslan. Ne zaman ağlamaya başlasam beni güldürmeyi başarıyor ve içim ona karşı sıcacık oluyor. Ne kadar şükretsem az olacağını bir kez daha anladım o anlarda. Bu adam benim için çok önemli, bu adam benim gibi birisi için çok fazlaydı belki de ama bencilce sadece kendime istiyorum. Dakikalar saatlere evrildi ve Alparslan ilaçlar sayesinde uyudu. Ve ben o uyuduğundan belli sadece yanına oturmuş onu izliyorum. Onunla yaşadığımız bir çok anı düşünüp, kendime işkenceler ediyorum. Onu izler yanında nefes almanın en kadar kıymetli olduğunu anlıyorum. Başımı serum takılı olan elinin yanında koydum. Benim de aldığım ilaçlar vardı ve bu beş günde aşırı iyileşmiş değildim. Hala riskler çok fazlaydı ama umurumda bile değil. Başımı bu adamın yanına koyduğum sürece, onun iyi olduğunu bildiğim sürece geriye kalan her şeyi halledebilirim.

 

Çok güzel bir bahçede oturuyorum. Burası neresi bilmiyorum ama kocaman bahçenin ortasından iki katlı bir villa var. Ön bahçede ağaçlar, meyve ağaçları ve kulübe mevcut. Bir köpek bahçe kapısının oraya bağlanmış ve uslu uslu yatıyor. Ben köpeklerden korkarım ama şuan ellini sıkı sıkı tuttuğum adam sayesinde korkmuyorum. Ne olursa bana zarar gelmeyeceğini biliyorum.

 

“Alp, burası ne kadar güzel.” Hayran hayran etrafımda dönerek her yeri incelemeye çalışıyorum ama heyecandan yerimde duramıyorum.

 

“Demi. Bende çok beğendim ve bize yuva olsun diye aldım.” Dalga mı geçiyor diye durdum ve yüzüne baktım.

 

“ŞAKA?” Bağırmama yüzünü buruşturdu ama heyecandan ses tonumu bile kontrol edememiştim.

 

“Hayır, yeni yuvamız. Burada sen ben ve bizim bebeklerimiz ile yaşayacağız.” Heyecandan dediklerini kulağım duymuyordu. Gözlerim koca evin dört bir yanında geziniyor ve her bir detayını aklıma kazımak istediğim için heyecanla bakıyorum.

 

“Bizim...” Kelimeleri nasıl toparlayacağımı bilmiyorum. ”Çok çok teşekkür ederim.” Hızla boynuna atladığım da beni tuttu ve sarılmama karşılık verdi. “Çok güzell...” Heyecanım, mutluluğum ile oda şen kahkahasını duyurdu. Etrafa bakmayı bırakıp onun kolları arasında yanakların, dudağına, yüzünün her bir santimini atlamadın tek tek öpücükler bıraktım. Benim yuvam öncelikle bu adamın kalbiydi.

 

“Bu kadar sevineceğini bilsem önceden alırdım.” Gülümsüyordu ama sesindeki hafif sitemi anlayabiliyorum.

 

“Eve, sevinmiyorum ki ben. Tamam kabul çok beğendim ama mutluluğumun sebebi bu değil. Mutluyum çünkü seninle bu evi yuva yapacağız, mutluyum çünkü yanımdasın, mutluyum çünkü senden bir çocuğum olacak. Sen olduğun ve senin olacağın her an için mutluyum.” Sözlerimin devamı dudakları arasında kayboldu. Soluksuz ve beklenmeyen öpücüğü ile aklımı başımdan aldı.

 

“Kollarım arasındayken yatak odamıza gidelim mi?” Sesindeki arzu ve doyumsuzluk aşırı hoşuma gidiyor. Her defasında bana karşı her konuda bu kadar şeffaf olması benim için paha biçilemez bir hediye.

 

“Gidelimmm...” Nazlı ve cilveli ses tonum onun aşırı hoşuna gidiyor. Ona özel olduğunu bildiği her an beni yatağa atmak istiyor. Manyak adam.

 

“Hemen nereye gidiyorsunuz?” Duyduğum ses tonu irkilmeme sebep olmuştu. Burayı bulamazdı. Burayı bulmamalıydı.

 

“Oruspu çocuğu.” Alparslan’ın beni kolları arasından yere indirmesi ve arkasına alması aynı dakika içinde olmuştu.

 

Ahmet Hatip burayı nasıl bulmuştu?

 

“Torunumu almaya geldim.” Gevşek halleri iğrenç kişiliğinin yansıtıyordu.

 

“Bir yaprak bile alamazsın buradan.” Alparslan’ın önümde bir dağ gibi durması ve bir türlü önüne geçmeme izin vermemesi yüzünden kimseyi göremiyorum.

 

“Çocuk, hala bu sorunlu kızı sevdiğine inanamıyorum. Başkası olsa şimdiye peşini bırakmıştı.”

 

Bu adam ne zaman ölecek?

 

“Kes lan sesini. Sensin sorunlu oruspu çocuğu.” Alparslan’ın bir eli beni arkasına saklamak için kullanıyor, diğer eli ise karşısındaki adama silah çekiyordu.

 

“Senden kurtulma anımız gelmiş.” Ahmet’in pis sırıtması ve aynı saniye duyulan iki silah sesiyle ileriye doğru bir adım atmak istedim.

 

İlk önce beni tutan eli gevşedi, daha sonra arkasına dönmek isterken önümdeki bedeni yere yıkıldı. Sevdiğim adam gözlerimin önünde vurulmuştu. Sevdiğim adam benim yüzümden vurulmuştu. “Hayır...” Başımı delirmiş gibi sağa sola sallayarak inkar etmem ne işe yarardı. “Hayır ölemez. Ölme...” Ayaklarımın üstüne onun yanına düştüm. Benim de kalbim duruyordu.

 

“ALPARSLAN...”

 

“ALPARSLAN...” Zihnimin karanlığını aydınlatan sesi duyduğumda gözlerimi açmak istedim.

 

“İlaçlar uyutuyor onu, uyuanmaz daha.”

 

İlaçlar kimi uyutuyordu?

 

Alparslan uyanmamış mıydı?

 

Hepsi... Ben rüya mı görmüştüm?

 

Hızla irkilerek yattığım yerden başımı kaldırdım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Gözlerim ilk olarak aradığı bir çift lacivertleri buldu. Daha sonra hasar kontrolü ve gerçek mi rüya mı olduğunu anlamak istedi zihnim. Rüya değildi, uyanmıştı ve ben onun yanında uyuya kalmıştım. Bu farkındalık ile omuzlarım hissettiği rahatlık ile düştü, elimi kalbimin üstünden çektim. Odada tek değildik. Cihangir abi, Ayaz, Selim, Uraz gelmişti. Bir anda onları görmek ve onların telaşla bana bakmasına anlam veremedi beynim.

 

Hala uyanamamıştım.

 

“İyi misin Mih?” Cihangir abi’nin sesini duyunca gözlerim ona döndü.

 

“Evet.” Onu inandırmak ister gibi başımı da onaylamak anlamında hızlı hızlı salladım. “Ben bir lavaboya kullanayım.” Diyerek kimseye bakmadan odadan çıktım. Kapıyı kapatır kapatmaz elim ağrıyan kalbimi buldu. Bu daha ne kadar sürecekti bilmiyorum. Adımlarım önce dediğim gibi lavaboyu buldu. Orada işim bitince bu sefer doktor’umun odasına geldim. Bu ağrının hemen geçmesi lazımdı.

 

“Gel bakalım mihriban. Ne oldu?” Telaşlı ve meraklı doktorum yerinden kalkmış ve bana bakıyordu.

 

“Kalbim acıyor.” Dudaklarım arasından çıkan cümle ile hızla yanıma geldi. Beni muayene sedyesine aldı ve önce kendi sorunu anlamaya çalıştı daha sonra odaya hemşire çağırdı. Bu sırada Cihangir abiye beni idare etmesi için kantinde olduğumu söylemiştim. Alparslan’ın şuanlık bunu bilmesine gerek yoktu.

 

“Kendini çok zorluyorsun. Daha yeni çıkmadın bile hastanede. Bu ağrılar için hemşire bir kaç test yapacak. İlaçlarını aldın mı?”

 

“Evet aldım. Hatta uyuyordum, bir anda uyanınca çok ağrıdığı için geldim. Ağrıyor ve soluğumu kesiyordu.” Dediklerim ile hızlı hemşireyi çağırdı ve dakikalar boyunca bitmek bilmeyen bir kaç test yaptı.

 

“ Şuan sonuçların çıkmasını bekleyeceğiz. Kalbinde her hangi bir sorun görünmüyor. Kan değerlerine de bakacağız, bu yüzden birazdan arayacağım.”

 

“Aramayın, eğer iyiysem sorun yoksa Alparslan’ın yanına gideceğim. Mesaj atarsanız gelirim.” Kararlı ses tonumla yenilgi ve sıkıntı içinde omuzları düştü.

 

“Birazda kendini önemsemen gerekiyor. Bu kadar yorgunluk, üzüntü, stres senin için çok zararlı. Tamam aramayacağım ama kan değerlerin çıkınca mesaj atarım gelirsin.”

Ne kadar istemese de beni onaylamak zorunda kalıyordu. İyi birisi ve beni anlıyordu. Ne istediğimi, ne yapacağımı biliyordu. Onu onayladıktan sonra odadan çıktım. Hedefim Sevgilimin odasıydı. Hızlı hızlı onun olduğu kata çıktım ve odaya girdiğimde hala tim buradaydı. Hepsinin yüzünde gülümseme vardı. Bu benimde yüzümde kendiliğinden oluşan bir gülümseme yarattı. Çevremdeki insanlar mutlu ise bende mutluyum.

 

“Biraz daha gelmeseydin komutanım hepimizi topa dikecekti.” Ayaz’ın abartı dediklerine Alparslan göz devirdi.

 

“Bu adamı kim odaya alın dedi?” Sorusu ile herkes birbirine baktı.

 

“Ben çağırmadım.” Dedi Uraz.

 

“Bende çağırmadım.” Dedi Selim.

 

“Ben zaten çağırmam.” Dedi Cihangir abi.

 

“Bende istemiyorum zaten.” Dedi Alparslan.

 

“Koynumda yılan değil anakonda besliyorum resmen.” Kollarını göğüsün de birleştirdi ve yanıma sığmaya çalıştı ayaz. İki kişilik koltuk da Selimle oturuyorduk ve onun araya sığmaya çalışması bizi eziyordu.

 

“ULAN EZİLDİK ÇEKİLSENEEE...” Selime katılıyorum.

 

“Üstümden kalk, lan çok ağırsınız.” Serzenişim ile hızla kalktı ve sanki ona hakaret etmişim gibi baktı.

 

“Ben bunlar arasında en cılız olanım be! Ne ağırı.” Diyerek tekrardan aramıza sığmaya çalıştı.

 

“Ya çekilll...” İtmeye çalışıyorum ana nafile bir çaba bu.

 

“Ulan eziyorsun kızı kalksana.” Yemin ediyorum Uraz en küçükleri olduğu halde daha aklı başında.

 

“Ulan o kız daha yeni kendine geliyor it herif.” Cihangir Abi’in uyarısı ile hızlı kalktı. Sonunda selim de bende rahat bir nefes alabilmiştik.

 

“Ne kendine gelmesi ne oldu?” Alparslan’ın sorusunu duyuncaya kadar rahattım. İşte şimdi sıçmıştım, onun kalp krizimden, krizlerimden haberi bile yoktu. O sırada uyuduğu için kimse ona anlatmamıştı.

 

“Sen uyandın ya ondan bahsediyor.” Durumu toparlamaya çalıştığımı anlayan Tim hızla bana baktı ama ben sadece Alparslana bakıyordum.

 

“Seni beklemek ızdırap gibiydi. Cihangir abi onu demek istedi.” Durumu toparladım mı, batırdım mı bilmiyorum ama inanmış gibiydi.

 

“Bu kız senin yokluğunda kendinden geçti, var ya yerlerde süründü, Alparslan olmadan yaşayamam dedi, kalp krizleri geçirdi.” Ayaz o kadar abartarak anlatıyordu ki, Alparslan onun doğru söyleyeceğine ihtimal bile vermiyor.

 

“Abart, az daha abartta sana güzel bir idman yaptırayım.” Dediğim gibi cidden inanmamıştı. Bu durumla rahatladım, şuan hasta ve iyileşmeye çalıştığı halde bir de beni düşünsün istemiyordum.

 

“Abartma istersen ayaz.” Uyarımı sadece ona değil odada bulunan herkeseydi. Cihangir abi ne kadar yapma der gibi baksa da sustum. Bir tek kelime çıkmadı dudaklarım arasından.

Sonunda ilgi odağı değişti ve onlar kendi arasında futbol konuşmaya başlamıştı. Sanki konuşacak önemli bir sorunumuz yok gibi birde futbolcuları konuşuyorlardı ama onlarda bir nebze olsun Alparslan’ın ve benim havam değişsin istiyorlardı. Telefonumun titremesi ile gözlerimi Alparslan dan çektim. Doktor sonuçların çıktığını söyleyen bir mesaj atmıştı.

 

“Ben hava alacağım, çok bunaldım. Daha burada mısınız?” Dediğimde Uraz başını salladı.

 

“Sen git Mih, biz bir şey olursa buradayız.” Dediğinde sevgilime baktım. Oda Uraza hak veriyordu.

 

Sessizlik içinde kaçtığım odadan, doktorumun odasına gelmiştim. Bana çatık kaşları ile bakmasının sebebi çok hayırlı değildir diye düşünüyorum. “Kan değerlerin düşük. Vücudun direnci de düşük. Bir krizi daha kaldırmaz bünyen ve bu sefer beş gün değil daha uzun kalırsın hastanede. Dikkat etmen gerekiyor. Şimdi ilaçlarını değişeceğim ve hemşire bir serum takmasını isteyeceğim. Serum bitene kadar odandan çıkmıyorsun. Alparslanın yanına birini yollarım serumuna ilaçlarını katar uyur. Sende rahat rahat yatarsın odanda.” Sanırım bu sefer durumum daha ciddi olduğunu anlamıştım. Cidden ölümden döndüğüm yüzüme sert bir şekilde çarpmıştı. Bu kez sadece onaylamak dışın da bir cevap vermedim. Dediği de oldu. Odadan çıktım ve alparslan’ın yanına geçtim. Hemşirenin ona verdiği ilaç ile kısa zamanda uyudu. O uyuyunca yanına Pelin ve Mert’i

bırakarak yan odaya geçtim.

 

“Merhaba Mihriban hanım. Serumu takacağım uzanın isterseniz.” Elinde kocaman bir serum vardı.

 

“Ama bu bitmez ki.” Gözlerim yerinden çıkmak istermiş gibi büyüdü. Serum derken hep aklımda küçük şeyler canlanmıştı.

 

“Sabaha biter. Sabah bitince de doktorun dediğine göre kansızlık iğnesi vurulacakmışsınız. Bir hafta boyunca her gün ben vuracağım.”

 

SİKTİR.

 

İşte cidden sıçmıştım. İğne sevmem, serum sevmem, ilaç sevmem, hele hastane hiç sevmem ama mecburum. Kansızlık işinin bu kadar büyük bir sorun olduğunu düşünmemiştim.

 

“Her gün mü?”

 

“Evet efendim.”

 

Sessizlik içinde kaderime boyun eğerek uzandım yatağa. Ne yaparsam yapayım, kendime verdiğim kadar zarar veremezdim başkasına. Şu iki haftada neler yaşamıştım. Sabır taşı olsa çatlardı. Serumu takıp geçmiş olsun diyerek hemşire çıkmıştı. Ben ise tek başıma kalmıştım koca odada. Bir süre sonra zaten uykum gelmeye başladı. Gözlerimi kapattığım da artık düşüncelerim de son buldu.

 

Kendimi günlerdir uyuyormuş gibi hissediyorum. Gerçekten bu serumun içinde ne varsa çok güzel bir uyku armağan etti bana. Kendimi dinlenmiş ve daha az yorgun hissediyorum. Hemşirenin uyandırmasıyla kendime gelmiştim ve iğnemi de yaptırdık dan sonra soluğu Alparslan’ın yanında almıştım. Ona da güçlü bir ilaç vermiş olacaklar ki saat dokuz olduğu halde uyanmamıştı. Ben kahvaltı yapmamış onun uyanmasını bekliyorum. Herkes bu gün öğlenden sonra gelmeyi düşünüyordu ama hepsine evde görmelerini söylemiştim. Bu yüzden doktora sabah ki kontrolde ne zaman çıkacağımızı sordum. Yumuşak saçlarını uyanması için okşarken, yüzüne huzurlu bir ifade yayıldı.

 

“Bebeğim.”

 

“Sevgilim, uyan hadi.” Sakin ve yumuşak çıkan ses tonum uyanmasına değil de daha çok uyumasına yardımcı oluyordu. “Alp, uyanda yemek yiyelim.” Serumdan ya da iğneden bilmiyorum ama çok aç uyanmıştım ve onunla yemek istediğim için bekliyordum.

 

“Neden beni bekliyorsun yesene.” Gözlerini açtı ve kendini toparlamak için oturur pozisyona geldi. Zor hareket ediyor ama yine de yardım istemiyor. Sinirimi bozuyor.

 

“Ben seninle yemek istiyorum ama aşkım.” Yanağına kocaman sulu bir öpücük kondurmam onu hiç rahatsız etmemişti. Gülümseme ile beni izlerken bende saatlerdir beklettiğim kahvaltılıkları aramıza çektiğim masaya koydum. Bir elinde serum takılı olduğu için bir kendim bir ona yedirdim. Bu halinden asla şikayetçi değildi. Bende mutluluk ile devam ettim. Ona daha çok veriyor olmam, kendime daha az almam canını sıkmıştı.

 

“Mih! Kendinde ye.”

 

“Yiyorum.” Ağzıma attığım domates ile cevap verdim.

 

“Yemiyorsun, en çok bana veriyorsun.” Çatık kaşlarına gülerek bakmam sinirini bozmuş gibi duruyor.

 

“Asla.”

 

“Kör müyüm ben? Görüyorum, kendine az bana daha çok yediriyorsun.” Serum takılı olmayan eli ile kendi çatalını aldı ve peyniri uzattı. Daha sonra bir anda dengeler değişti ve o bana uzatmaya başladı.

 

“Doydum yeter allah aşkına.” Kendimi ayak ucuna doğru bırakır gibi yaptım.

 

“Abartma iki lokma bile yemedin. Üstüne bir de bu on günde zayıflamışsın.” Gözleri tüm vücudum da gezdi. En sonunda göğüslerim de daha çok oyalandı. “Ama allah var her halinle çok güzelsin.” Hasta yatağın da bile düşündüğüne bakın.

 

“Ulan önüne bak be. Hastasın sen hasta. Kendine gel.” Çirkef moodum aynı saniye devreye girmişti.

 

“Sen yanımda olduğun her an kendimdeyim ben zaten.” Bu adamı yerim.

 

“Sen bir iyileş görüşeceğiz.” tehdidimi, ima’mı ne derseniz artık çok iyi anlamıştı.

 

“Sabırsızlık ile bekliyorum.” Asla alta kalmıyor. Adama bakın.

 

“Seni gebertirim alparslan. Bir daha canımdan benim için vazgeçersen seni gebertirim. Ve bunun dönüşü çok acımasızca olur.” Bir anda bozmuştum ortamı, daha fazla içimde tutamıyorum. Taşmak istiyorum, anlaşılmak istiyorum.

 

“Yine olsa yine yaparım. Ne dersen de yine yaparım. Sen her zaman benim canımdan daha önemlisin. Değil kurşunun önüne füze olsa yine seni arkama çekerim. Senin yaşaman için canım feda olsun yoluna.” Bunu yapmamalıydı.

 

“Bunu yapamazsın. Bana böyle hissettiremezsin. Ben ne kadar suçladım biliyor musun kendimi. Ne kadar canım acıdı biliyor musun. Kalbin durdu Alparslan. Ellerimin arasından gidiyordun, hem de bir çok defa ve ben hiç bir şey yapamadım. Allah’a beni almasını, seni bırakmasını yalvarmaktan başka hiç bir şey yapamadım. Bunu yaşatamazsın bana,b iz bunu hak etmiyoruz. İkimiz de dikkatli olacağız, bak biliyorum kimin önce öleceğini allah bilir ama bana bir söz vereceksin. Bir daha ne olursa olsun canımı hiçe sayma.” Elim yarasının üstüne konumlanmış orayı okşuyordu. Sanki yarasını oradan söküp alabilecektim.

 

“Asla. Özür dilerim ama bunu kabul etmem, sana en büyük yalanı söylediğimi gösterir. Yine olsa yine önüne atlamak için salise düşünmem.”

 

“Bir gün aynısını yaşamak zorunda kalmazsın inşallah. Allah seni hiç bir zaman en sevdiğinin yokluğu ile sınamasın.” Kaşları bunu dememle çatıldı. Aklından neler geçtiğini az çok anlaya biliyorum. Benim yokluğumu düşünüyor, benim kalbimin duruşunu düşünmesi bile sinirlenmesine sebep oldu. Oysa ben kaç defa yaşamıştım bunu.

 

“Tamam kapatalım tatsız konuları. Sen iyi olduğun sürece sorunumuz yok.” Bencildi. Sadece kendisini düşünüyordu ve bana onu düşünmem için fırsat vermiyordu.

 

“İki güne evimize çıkabiliriz. Doktor her hangi bir sorun görmedi, iyileşiyorsun.” Gülümsemeye çalışarak tamamladım cümlemi.

 

“Çok şükür.”

 

Daha sonra saatler hızla geçti. Mert ve pelin geldi, onlar ile saatlerce sohbet ettik. Akşam alp ile film izledik ve hemşire onun serumu değişmesi ile dakikalar içinde uyudu. Bende kendi serumumu almak için bu sefer onu annesine ve babasına emanet ederek yan odaya geçtim. Babam ve abim gelmişti. Bunca uğraşın arasında onlarla da görüşmüştüm ve ben uyuyunca gitmişlerdi. Sabah yine Alp’le beraber kahvaltı yapmış ardından dedem ve albay, timin gelmesi ile onlarla vakit geçirmiş. Kalan zamanda alp ile konuşarak, film izleyerek ikinci günü de bitirmiştik.

 

Herkes o kadar çok eve gitmeme gerektiğini söylemişti ki artık bunalmış ve telefonları açmamıştım. Üç günün sonunda artık hastanede çıkabilirdik. Saatler önce ikimizde taburcu olmuştuk. Hala benim krizlerimden haberi yoktu ve ben demeyi düşünmüyordum. Kimsenin de demesine müsaade etmemiştim. Her seferinde önlerine sert bir duvar koymuş ve iyileşmeden, ben alparslan iyi olduğuna emin olmadan kimse bir şey demeyecekti.

“Kaldır bakalım kollarını.” Onunla bir bebek gibi ilgilenmem ikimizin de hoşuna gidiyor. Üstüne siyah tişörtünü giydirdikten sonra eşofmanı kendi halletmişti. İkimizde hazır şekilde evimize gitmek için bekliyorduk. Ondan önce doktoru ile saatlerce konuştum ve en sonunda adam kendim için daha çok endişelenmem gerektiğini söylemişti. Beraber odadan çıkıp, hastane çıkışına geldik. Selim amca bizim için bir araç yollamıştı. Bende iyiydim, tek sorunum kansızlık iğneleriydi ve onu da üç gün daha yaparsam doktor tekrar gel değerlerine bakalım demişti. Alparslan’ın dikişleri için gelirsek kendimi de gösterirdim. Derin nefes aldım, sessizlik içinde arabaya bindik ve ben her dakika gözlerimi ona çeviriyor ve nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum. Her defasında sadece bana gülümsüyor ve elimi sıkı sıkı tutuyor. Farkında oda korkumu, neler hissettiğimi farkında olduğu için bir şey diyemiyordu. Araba uzun bir yolculuk sonrası evimizin bahçesinde durdu. İşte sonunda evimize gelmiştik. Rahat bir nefes verdim ve arabadan hızla çıktım. Alp’te benim gibi rahatlıkla hareket ederek çıkmıştı. Dikişleri iyileşme sürecini çoktan tamamlamak uzereydi. On gün boyunca tek iyi yanı, acı hissetmemesi ve iyileşmeye başlaması olmuştu. Kapının şifresini girince kimseye gerek kalmadan içeriye girdik.

 

“Geçmiş olsun.” Bir anda gelen ani yüksek ses ile korkarak geriye kaçtım. Üstümüze doğru bir süs patlatmışlardı ve içinden renk renk kağıtlar çıkmıştı. Elim ani gelen acı ile kalbimi bulmuştu. Korkum ile alparslan anlamsızca bana bakmıştı, bu kadar korkmamı oda ve odada bulunan kimse beklemiyordu ama her gece silah sesi ile uyanıyordum ben. Rüyalar uzun süredir yüksek ses ile son bulduğu için korkmam normaldi.

 

“Güzelim iyi misin?” Ona bakmam için başımı kaldırdı. Gözleri ile analiz etmeye çalışıyor.

 

“Ulan kızı öldürüyorduk.” Selim’in dedikleriyle herkes allah korusun demişti.

 

“Ay daha yeni kalp krizi geçirdi. Ben size demiştim korkar yapmayalım diye.” Dedi Beste. İşte şimdi Cafer yetişmesi gerekiyor. Her şeyi ayarlanmıştım ama onları unutmuştum ve sanırım tek unutan ben değilim. Cihangir abi kızları uyarmayı unutmuştu. Odada derin bir sessizlik oldu. Kimseden ses çıkmıyordu. Alparslan put kesildi, dehşete kapılmış gibi bakıyor bana ve gözleri hızla benden ayrıldı.

 

“Ne kalp krizi?” Titreyen bir ses tonu duymayı kimse beklemiyordu anlaşılan. “Size diyorum. Ne saklıyorsunuz benden.” Bağırması ile istemsizce iki adım geriye çekilmiştim. Bu hareketime hayret ederek baktı. Yüksek sese duyarlılığım vardı ama son iki haftada hiç tahmülüm yoktu.

 

“Nasıl ya bilmiyor muydu?” Beste büyük bir pot kırdığını şuan anlamıştı. Onu suçlayamaz, ona kızamazdım çünkü bile isteye yapmadığı belli oluyordu.

 

“Baştan her şeyi anlatıyorsunuz. HEMEN.” Odada bulunan herkes bir birine baktı. İlk kim başlayacaktı kimse bilmiyordu. Bende dahil herkes susunca, “Bende o zaman doktordan öğrenirim.” Elimi bıraktı ve kapıya doğru döndü.

 

“Kalp krizi geçirdim. Sen gözlerimin önünde vurulmuştun ve benim bu dünya da kalmamı isteyemezdin. Kalbim senin yokluğun ile iki defa sınandı ve ikisin de krize sebep oldu. Sen yokken ben var olamam.” Dudaklarım arasından çıkan cümleler onda şok etkisi yaratmıştı.

 

“Ama iyiyim dedin. Sen iyi ol diye...”

 

“Sen iyi olmazsan, sen hayatta olmazsan iyi de olamam. Hayatta da olamam. Anla şunu işte canın benim canım.”

 

“Çok erken, sen çok çok küçüksün. Sen nasıl olur!” Cümleleri bir türlü bir arya getiremiyor. Bende aynısını yaşamıştım ve ne hissettiğini ne demek istediğini anlıyordum. “Doktor?”

 

“Merak etme, senden önce uyandı ve şuan iyi olduğunu bilmesem yanında olmazdı. Doktor ile kaç defa konuştum, kızım iyi. Sende iyisin. Beraber atlatacağız bu günler.” Babamın dediklerine ikna olmuş gibi değildi. Daha çok sinirlenmiş gibi, kendine kızıyor gibi.

 

“O yüzden yanımda yoktun. İki gecedir sensiz uyanıyorum ve seni aradığım da yan odada serum takılı buluyorum. Bana anlatmanı beklemiştim. Koca iki gündür bana o serumların rahatlatıcı serum olduğunu bir sorun olmadığını anlatmanı bekledim ama sustun. Sustunuz.” Yıkılmış şekilde bakmamalıydı. Böyle bakarsa yıkılırdım. Onun için susmuştuk, daha yeni uyanmıştı ve öğrenmesi için erken olduğunu düşünüyordum.

 

“Hastaydın, yeni uyanmıştın ve kalbine yakın kurşun yemiştin. Sana anlatamazdım, iyi olmanı bekledim.” Dediklerime inanmıyor. Bakışlarıyla yıkıldığını belli ediyordu çokça.

 

“Anlatacaktın. Senin kalbin yorgunken bana iyi olmaya çalışmayacaktın. Ben iyisin sandığım için sana nazlanıyordum... Ben senin de kalbinin yorgun olduğunu bilsem...” Bana nazlanması beni yormuyordu, beni yoran onun istekleri, nazı değildi. Beni yoran kişi kendimin. Düşüncelerim, kendi takıntılarım. “Gidin. Evimizi terk edin.” Beklenmedik tavrıyla şaşırdım. Herkesi kovmasını hiç birimiz beklemiyorduk. “EVİMİZİ TERK EDİN. BANA NASIL ONUN KALP KRİZİ GEÇİRMESİNİ ANLATMADIYSANIZ AYNI SESSİZLİKLE EVİMİZDEN GİDİN.” Herkes sessizlik içinde ona hak verir gibi evden çıktı. Ayşen teyze çıkmadan önce önümüzde durdu ve bana büyük bir vicdan azabı çekiyor gibi baktı.

 

“Özür dilerim. Sana vurduğum için özür dilerim.”

 

Siktir.

 

Hadi ama bunu da dememeliydi. İşte şimdi iki ucu da boklu dereye düşmüştüm.

 

“Ona vurdun mu? Neden?” Alparslan hayret içinde neler olduğuna akıl sır eğdiremiyor gibiydi.

 

“Ona neden vurdun anne?” Konu aklanıp budaklanacaktı anlaşılan. “AYAZ, BURAYA GEL VE HEMEN ON GÜN İÇİNDE NELER OLDUĞUNU ANLAT. SELİM, DOKTORUN NUMARASINI BUL. URAZ, HERKESİ EVİNE GÖTÜR VE KAPIYA KORUMA DİK. İKİNCİ EMRİME KADAR KİMSE EVİMİZE GİRMESİN.” Keskin ve kızgın sesi kimseye diyecek iki kelime laf bırakmamıştı. Kızgınlık beklediğim bir tepkiydi ama bu resmen yıkılmış gibi duruşunu beklemiyordum.

 

“Kızımın olduğu yere girmek için kimseden izin almam.” Babam da onun gibi aksiydi.

 

“Kızını çok düşünüyorsanız kaç gündür neredesiniz?” Siktir. Bu olmamıştı işte, babama bunu dememeliydi.

 

“Eve gidiyoruz mihirban.”

 

“Karımı benden bir allahın kulu alamaz. İster zorla, ister isteyerek. Kapının yolunu biliyorsunuz.” Bunu yapmamalıydı.

 

“Alparslan.” Uyarı dolu cümlemin devamını getirmeme izin vermeyen alev almaya başlayacağını düşündüğüm lacivertleri oldu.

Nasıl olduysa dakikalar sonra istedikleri oldu. Selim doktorum ile konuşmasını sağladı, Ayaz noktasından virgülüne her şeyi anlatı, Uraz herkesi çıkardı ve evin çevresine koruma yığıdı. Babamı, Selim amca zorla ikna ederek götürmüştü. Oda benim ne olursa olsun Alparslanı bu durumda bırakmayacağımı bildiği için gitmişti. Ben mutfak da Ayşen teyzenin yaptığı yemekleri ısıtırken, Alparslan sakinleşmek için üst kata çıkmıştı. Büyük ihtimalle dakikalardır duş alıyor. Onu kontrol etmek için çıktığımda su sesinden anlamıştım. Benimle kavga etmemek için, ters bir şey dememek için susarak odaya çıkmıştı. Son yemeği de tabağa koydum ve masaya koymak için arkamı döndüğüm de onu kapıya yaslanmış beni izlerken buldum.

 

“Yemek hazırlaman için değil, dinlenmen için tek bırakmıştım.” Aslında sakinleşmek için gitmişti.

 

“Acıktım.” Kısa ve net cevabım onu tatmin etmedi. Sessizlik için masaya oturdum ve oda benim yanıma sessizlik içinde oturdu.

Sadece duyulan çatal bıçak sesleriydi. Konuya nasıl gireceğimi bir türlü bilmediğim için susmuş Alparslan’ın konuşmasını bekliyordum. İkimizin de konuşmaya yüzü yoktu anlaşılan. Sessizlik içinde yediğimiz yemekle beraber masayı topladık. Ne kadar ona oturması gerektiğini söylesem de oda bana oturmam gerektiğini söylemişti. Kızgın, kırgın ve bunu belli etmek de haklı.

 

 

ALPARSLAN ANLATIMI

 

 

Uyanmıştım. Uzun bir uyku sonrasında uyanmıştım ve onu yanımda bulamamıştım. Benden kaçıyordu, Mihriban Aras benden kaçıyordu çünkü kendini suçluyordu. Bunu bilmem, onu anlamam için anlatmasına gerek yok. Ben onun tek bir bakışından, kaçışından ne demek istediğini anlayacak kadar tanıyorum. Canım acıyor ama sebep yara değildi. Sevdiğim, dünyaları verseler değişmeyeceğim kadın kalp krizi geçirmişti. Kalbi benim nefes almadığım bir dünyada nefes alamıyordu. Canım acıyor çünkü onun çok fazla canı acımıştı, canım acıyor çünkü elimden hiç bir şey gelmemişti. Kendimi suçluyorum, bir çocuk gibi ona nazlanmıştım. Bilsem, ondan duysam bu kadar etkilenmezdim. Konuşmak yerine banyoya kaçmıştım. Muhtemelen sinirden kaçtığımı sanıyor ama hayır. Onun olduğu alanda üzüntü, stres yasak. Kalbini zorlayacak her hangi bir fazla duygu yasak. Ona şuan fazla mutlu olmak bile yasak. Bir insana mutluluk yasak olur mu? Mihribana yasak. Nasıl davranmam gerektiğine karar veremiyorum. Kendimi çaresiz, başarısız yani bir hiç gibi hissediyorum. Sevdiğim kadın kollarım arasından gidiyor ve ben onu kaybedeceğimi bile başkasından duymuştum. Kendinden başka herkesi düşünen karım bana bunu anlatmamıştı.

 

Karım...

 

Benim karım...

 

Alparslan’ın Mihriban’ı...

 

Alp’in Mih’i...

 

Kalp krizi geçirmişti, oysa hastalıklar ona hiç uğramasın diye her şeyi yapardım. Onun hayatı benim hayatımdan daha önemli.

Karanlığıma aydınlık olan kadın ellerim arasından kaybediyordum. Canımı yoluna sericem kadın canı ile sınanmasın diye her yola başvururdum. Elim kalbime yakın olan sargıya değdi. Bu yarayı onunun yaşaması için almıştım. O an bir salise bile düşünmeden atlamıştım önüne. Yine olsa yine yapardım. Ben Mihriban’ın tırnağına zarar gelmesin diye uğraştıkça insanlar onun ruhunu hedef alıyordu. Tıkanan nefesim, şokla sarsılan bedenim daha fazla dayanamadı ve olduğum yere düştüm. Ben o rahat nefes alsın, rahat bir hayat sürsün isterken, insanlar önümüze bir duvar örmeye çalışıyordu. Oysa erkekler ağlamaz derler, erkeksin sen sert ol derler ama kim sevdiğini kaybetmekle benim kadar çok yüzleşti ki? Korumaya çalıştığım her an bir adım daha yaklaşıyor sanki ölüme. Sesim çıkmasın diye elimi dudaklarım üstüne örttüm. Suyu açtım, başımdan aşağı akan su beni gerçekler ile yüzleşmemi daha kolay sağladı. Kendime gelmemi, kaybedeceklerimi fark etmemi sağladı. Hıçkırıklarımı duymasın diye sessiz olmaya çalışıyorum ama yüreğime artık çok fazla geliyor. İlk uyandığım andaki bakışı, odaya giremeyişi, sanki herkes onu suçlayacak ve kovacak gibi her an kaçmaya hazır oluşu hepsi zihnimden biran bile silinmeyecek anlar. Her şey için kendini suçluyordu, bunu özellikle bana belli etmek istemiyor ama benim ona bakınca ruhunu gördüğümü unutuyor. Beraber büyümüştük biz. Benim onun hissettiklerini anlamam için nefes alması bile yeterdi. İnsan sevdiğini tanımaz mıydı? İnsan sevdiği anlatmadan anlamaz mıydı? Hıçkırıklarım su sesiyle beraber karışıyordu. Benim sevdiğimin sınavı niye hiç bitmiyordu.

 

Banyodan çıkmadan yaraya tekrar pansuman yaptım. Bu bir nevi işime de gelmeşti, ağladığımı anlasın istemezdim. Utandığım için değil, Mihribandan asla utanmam ama o ağladığım için bile kendini suçlaya bilecek bir vicdana sahip. Kendimi toparladım ve sonunda banyodan çıktım. Mutfağı gittiğimden geldiğimi fark bile etmemişti. O kadar kendi iç dünyasına dalmıştı ki geldiğimi bile fark etmiyor. Hep böyleydi, son zamanlarda daha çok artmıştı. Yanına yaklaşan birisini fark etmiyor, kendi iç dünyasın da kayboluyordu. Onun için sayısız psikolog araştırdım ama birine bile gitmeyeceğini biliyorum. Son psikolog’uyla olanlar ortadayken tekrar böyle bir şeye başvurmazdı. On beş dakika boyunca onu izledim, mutfağımız da dalgın dalgın süzülüşü, devamlı oradan oraya gitmesi, bir ara dalgınlık ile elini kesmek üzereydi allahtan son anda fark etmişti. Dakikalar sonra arkasını döndüğünde beni gördü. İrkildi, onu korkutmamak için ses çıkarmıştım aslında ama onu bile fark etmemişti.

 

“Yemek hazırlaman için değil, dinlenmen için tek bırakmıştım.” Sözler dudaklarımın arasından istemsizce sert çıkmıştı. Onu dinlenmesi için saatlerce tek bırakmıştım.

 

“Acıktım.” Yalan söylüyor ve bunu anlamayacağımı sanıyor. Benim için hazırlamıştı, ilaç saatim gelmişti ve bunu bildiği için dinlenmek yerine bana yemek hazırlamıştı. Bunu kendim de yapardım ama kafam o kadar onun sağlığı ile doluydu ki kendimi unutmuştum. Aynı onun gibi.

 

Masada sadece duyulan çatal bıçak sesleriydi. Ne benim konuşacak halim, ne de onun tek kelime edecek hali vardı. Canı acımıştı, canım ölüyordu ama sesini çıkarıp tek kelime etmiyor. Yemek boyunca ikimizde konuşmadık, tek kelime edemedim nasıl başlamam gerekiyor, ne demem gerekiyor bilememiştim. Sofrayı tek toplamak istediğimde beni azarladı. Kendi yapabileceğini biliyorum ama ona yardım etmek onunla bir şeyler yapmak benim için çok önemli. Bu iki bardak çatal kaldırmak olsa bile. Ona kırgınım, ona kızgınım ama en çok aslında kendime kızgınım ve yine en çok kendime kırgınım. O demeden anlamamıştım, o anlatmaz bu zamana kadar dudakları arasından neyi kolay kolay demişti ki bunu diyecekti. Kızgınlığım kendime, kızgınlığım anneme, kızgınlığım aileme ve ailesine. Bana demeleri gerekiyordu. Hastanede kaldığımız süre boyunca bana demelere gerekiyor ya da onunda dinlenmesini sağlamaları gerekiyordu. Bunu bilmeleri ve göz ardı etmemeleri gerekiyordu.

 

“Kızgınsın.” Sesini duymak her zaman olduğu gibi yine kendime gelmemi sağlamıştı. Mutfağı toplamış verandaya geçmiştim. İki kahve yapıp yanıma gelmiş. Kahve yasak değil mi?

 

“Kızgınım.” Kabul ediyorum.

 

“Sana dememelerini ben istemiştim. Daha yeni uyanmıştın ve durumun riskliydi. Kalbine yakın bir yerden kurşun yedin ve gözlerimin önünde ölüyordun. Hatta öldün. Tekrar tetiklenmeni, tekrardan bir sorun çıkmasını istemedim. Her gece o anları tekrar tekrar yaşarken gerçek de bir daha yaşamak istemedim. O hastaneden sağlıklı çıkman için her şeyi yaparım. Yine olsa yine demem. Sağlığın için senden bir şey saklamayı bırak, kendi canımı bile feda ederim.” Kelimeleri özenle seçerek konuşuyor. Farkında değildim ama onda büyük bir travma bıraktığımı anladım. Yüzüme sert bir tokat yemiş gibi oldum.

 

“Kızgınım ama sana değil. Kendime, gözlerimin önünde bir şeyler döndüğünü anladığım halde sormadım. Sormaktan korktum ama aklımın ucundan bile senin sağlığın ile bir şey olacağı geçmemişti. Seni ilk gece serum yediğini gördüğüm de vitamindir dedim, önemli olsa benden saklamayacağını düşünmüştüm. Hatta bir tek kendime kızgın değilim, anneme, ailene seninle bunu saklayan herkese kızgınım. Ama sana değilim. Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğimizi bilmiyorum. Bu savaşın sonu nereye gidecek bilmiyorum, tek bildiğim sağlığın için her şeyi yapacağım. Senden bir şey saklamam gerekiyorsa saklarım.” Tahhamül edemiyormuş gibi derin bir nefes aldı.

 

“Yapma bunu. Senin iyiliğin için senden saklarım deme.” Aynısını yapmıştı ama aynısını yapmam onu kızdırıyor.

 

“Beni şimdi anladın mı? Sevdiğin, hayat arkadaşım dediğinin birinin senden bir şey saklamasının nasıl hissettirdiğini anladın mı?” Büyük bir aydınlanma yaşamış gibi baktı bana.

“Sen... Seni gebertirim Alparslan Demir.” Bana parmağını salladığın da ya da kaşlarını çattığın da ondan korktuğumu mu sanıyorsa büyük yanılgıydı. Tam tersi onunla soluksuz sevişmek istiyorum.

 

“Şuan çok seksi görünüyorsunuz Mihriban Aras Demir.” Dudakları şaşkınlık ile o şeklini aldı. Gözleri inanamaz gibi baktı. “Ne demişler, konuşma icrata geç.” Lafı kendime göre çevirdim. Gülmek üzereyken dudaklarını ısırdı.

“Bir kere hala Aras’ım. İkinci kere seninle sevişmeyeceğim. Önce iyileşmen ve bizim sorunlarımızı halletmemiz gerekiyor.”

 

“Çok sıkıcı. Hem dinen karımsın. Ve kocanım. Hem de iyileşmem için senin bana dokunman gerekiyor. Ellerindeki şifayı bana dokunarak bulaştırmazsan nasıl iyileşmemi bekliyorsun. Dokunman için yatak odasına geçebiliriz.” Beni dövmek ve sevmek arasında gidip geliyordu.

 

“Alp.”

 

“Buyur karıcım.” Yüz ifadesi ne kadar sinirli tutmaya çalışsa da gözleri şuan ki durumumuzdan memnundu.

 

“Sana buradan bir buyurucam görüceksin.” Elinin tersini gösterince korkmam mı gerekiyordu? Tam tersi aşırı tatlı görünüyord

 

“Konuşmamız gerekiyor.”

 

“Biliyorum. Daha konuşmamız gereken çok şey var ama nefes almak için iki dakika mola versek ne olacak mihiriban. Hangi birini konuşarak çöze biliriz ki.” Bir anda ciddi olmamı beklememişti.

 

“Mesela renklere olan korkularımı bildiğini, bunu benden sakladığını konuşabiliriz.” Bunu hatırlamak bile istemiyorum. Bunu konuşacak kadar yüreğim yoktu. Bana bile izlemek ağır gelirken onun yaşaması ve bunu yok saymaya çalışması çok büyük bir olgunluktu. Nasıl bakmıştı gözlerime. Lacivertlerden o kadar korkarken, her defasın da gözlerime nasıl bakmıştı? Aklım almıyor, onun yaşadıklarının sadece bir kısmını görmek bile benim için ızdırap olmuştu.

 

“Konuşmayalım.” Neden bunu dediğimi anlamak ister gibi her mimiğimi izlemeye çalışıyordu.

 

“Bak benden...”

 

“Sana gelip anlatamazdım. Zaten bunu yaşamıştın ve deli gibi korkmuştun, ben gelip tekrardan sana bunları hatırlatamazdım. Benim izlemeye dayanamadığım her anı sen yaşamıştın ve gelip sana bunu tekrar hatırlatmak büyük vicdansızlıktı. Bakamadım, gözlerine bakamadım. Bunu öğrendiğim gün her şey beklenmedik gelişti ve ben o odadan çıktıkdan sonra senden kaçmak için elimden geleni yaptım ama olmadı. Senden kaçmak isterken sana sığındım. Gözlerim seni korkutuyormuş meğerse, çocukken karanlıktan korkma diye sana aldığım renkli ışıkları senin kabusun yapmışlar. Senin bana bakmaman için bize laciverti ızdırap etmeye çalışmışlar. Bunu nasıl gelip sana anlata bilirdim. Kendimden utandım, sen bunları yaşarken ben yanında yoktum. Sana gelip anlatamazdım.”

 

Çaresizliğim sesime yansımıştı. Çaresizliğim dört bir yanımı kuşatmıştı. Kim en değerli varlığım dediği insanın korkulu rüyası olmayı kaldıra bilirdi ki.

 

Konuşmasını beklerken sımsıkı sarıldı. Bacaklarımın üstüne çıktı ve ona bakmam için başımı kendine çevirdi. O anlar gelince keşke kahverengi gözlerim olsa diyorum. Bunun için kaç secde etmem gerekse yaparım.

 

“Bu hayatta asla korkmayacağım şeylerden birisi de senin aşık olduğum irislerin. Korktuğum her gece rüyama gelir ve benden korkma diye yalvarırdın. Seni hatırlamazdım ama gözlerin, şefkat dolu bakışların, kırmak dan korkar gibi dokunuşlarını hatırlıyorum. Ben hiç bir zaman dilimin de senden korkmadım. Gözlerin uğruna canımı bile vereceğim kadar değerli. Bir daha benden o çok sevdiğim gözlerini kaçırırsan seni gebertirim. Seni çok seviyorum sevgilim. Yine bu dünyada gelsem tek bir saç telini bile değiştirilmesini istemeden seni seçerim.”

 

Dokunuşları, bakışı, duruşu sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak ister gibiydi. Kollarımın arasında ki küçük bedeni beni geberteceğini söylüyordu ne kadar inanmamı bekliyorsa.

 

“Seni çok seviyorum. Ve kaç defa olursa olsun saçının teline zarar gelmesin diye o kurşunları yerim. Nefes alman için benim senden uzak olmam gerekse olurum. Sana olan sevgimi kelimelere dökecek kadar dünyada kelime yok. İyi ki seni, her zaman sen, hep sen ol.”

 

~

 

BÖLÜM SONUU...

 

BÖLÜM YAYINLANMA YARİHİ; 24.10.25

 

NASIL BULDUNUZ?

 

SİZCE ALPARSLAN KIZMAK DA HAKLI MI?

 

HER ŞEYİ SOSYAL MEDYA HESAPLARIM DA PAYLAŞIYORUM.

 

LÜTFEN BOL BOL YORUM YAPIN🚨

 

Instagram kitap hesabımız; SudenzBalikci6

 

İNST:sudenazbalikcii

 

TİKTOK:sudenazbalikci

 

ARADA SPOİ PAYLAŞIYORUM WHATSAPP KABAL' IM DA HABERDAR OLMANIZ İÇİN TAKİPTE KALIN.

 

GÖRÜŞÜRÜZ SEVGİYLE KALIN.❤️

 

Bölüm : 26.10.2025 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...