
Hayat mucizelerle doluydu. Bunu ise ilk defa bir ailemin olduğunu öğrendiğim bir mektupla anlamıştım. Hayatımın aslında bir yalandan ibaret olduğunu ve bu yalanlarla büyüdüğümü farketmiştim. Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde kendimi adeta bir aile kaosu içinde bulmuştum. Kendimi onlardan geri çekmeye , onlara alışmamaya çalıştıkça içim de ki ne olduğunu bile bilmediğim bir his ve duygularla resmen kara delik gibi onlara çekilmiştim. Şuanda itirazsız bir şekilde onlarla aynı yemek masasında oturuyor olmamda bu his ve duygulardan kaynaklıydı. Tabi bu benim kendimi aklama yöntemimde olabilirdi.
Aral'ın "biz evlenmeye karar verdik." demesi ve sonrasında gelen büyik sevinç gösterileriyle birlikte İzgi Hanım bunu güzel bir yemekle kutlamalıyız demişti. Tabi ben bunun bir restorantta yenecek yemek olduğunu düşünmüştüm. Ama hesaba katmadığım şey ise şuan gözümün önünde mangalın ateşini harlamak için elinde yelpaze sallayan Demir Beydi. Oysa ki ben bu yemeğin mangal olacağını hiç düşünmemiştim. Düşünmek ayrı dursun aklımın ucundan böyle bir görüntü dahi geçmemişti.
Ben dalmış bir şekilde Demir Beyi izlerken yanımda bir hareketlilik hissederek oraya döndüm. Yanıma oturan ise bana buruk bir tebessümle bakan Mizgin Hanımdı. Onu bulduğumuzda ki halinden eser kalmamıştı. Tabi dışından öyleydi , içini bilmediğim için orasına yorum yapamıyordum. Benim hakkımda ne bildiğini bilmiyordum. Ama bakışları bana karşı buruktu. Kaç yıllık bir ilişkileri olduğunu bilmiyordum ama benim hakkımda ufakta olsa bilgi sahibi olduğu bakışlarından belli oluyordu. Ki bu düşüncemi onaylayan bir cümle kurmuştu:
" Seninle garip bir tanışmamız oldu ama sonunda tanışabildik. Sen beni tanımasanda ben Aralın anlattıklarından seni az da olsa tanıyorum." Demiş ve bir an da bana sarılmıştı. Bu hareketi karşısında bocalasam da belli etmedim. Ama sarılışına karşılıkta vermedim. Neden sarıldığını bile anlamamıştım. Neden ilk defa gördüğü birine sarılırdı ki insan. Neyseki bana daha fazla zorluk çıkarmadan benden ayrılmıştı. Aral ne anlatmış olabilir diye düşünmeden edemedim. Bana bu kadar sıcak bakmasını hatta sarılmasını sağlayacak ne anlatmış olabilirdi. Bunu ona sormaktan da çekinmedim:
" Aral benim hakkımda sana ne anlattı?" Bu sorumu yadırgamamış ve büyük bir gülümsemeyle anlatmaya başlamıştı:
" Başımıza gelen saldırı olayı olmadan önce her buluşmamız da mutlaka adın geçerdi." Bu cümleyle birlikte ürperdiğimi ve gözlerimde ki ifadesiz tutmaya çalıştığım bakışlarımın darbe yediğini hisettim. Kendimi toplama fırsatım olmadan kalbimin de acıdığını ve ağrıdığını hissettim. Benim bocalamış ifadem hoşuna gitmiş olacak ki daha büyük bir gülümsemeyle anlatmaya devam etti:
" Aral bana ne kadar sevgiyle bakarsa baksın , hep bakışlarında bir burukluk ve yarım kalmış anların hüznü olurdu. Yan yana geldiğimiz zaman ne yaparsak yapalım bir saatimizi de seni anmayla geçirirdik. Seni ne kadar özlediğini söylerdi ilk önce. Yaşadığınız anıları anlatır , yaşayamadıklarınız için de ağlardık birlikte. Seni görme , tanıma fırsatım olmamıştı belki ama Aralın ve her bu eve geldiğimde anlatılanlarla tanımış kadar olmuştum. Gözlerindeki ela renginin tonu , saçlarının aslında kumral olması ama güneş değdiği an nasıl parladığına dair her şeyi bilirim. Bana kızabilirsin hakkındır. Karışmaya da hakkım yok belki ama onlara bir şans ver olur mu? Ben senin için ne kadar ağladıklarını , üzüldüklerini kendi gözlerimle gördüm. Acılarına bizzat şahit oldum. Benim bir ailem yok , yetimhanede büyüdüm ve seni de en iyi ben anlıyorum. Ve şansın varken ailene sıkı sıkı sarıl."
Her cümlesi beynime bir darbe indirirken titreyen vücudumla birlikte oturduğum sandalyeden kalkmaya çalıştım. Gözlerimin yandığını ve gözümü kırptığım an gözümden düşecek olan yaşı hissediyordum. Acı çektiklerinin , beni özlediklerinin farkındaydım. Lakin bu kimse tarafından yüzüme vurulmamış , beni korkutmamak ve kaçırmamak adına hiç bir şeyden bahsedilmemişti.
Ne eskilerden açılmıştı konu , ne de ima da bulunulmuştu. Ki bunlara zamanımız bile kalmamıştı. Bu evde sakince geçirdiğim ilk anlar şu bir kaç saatti. Kalkıp giderek tabiki de bu huzurlu ortamı bozmayacaktım ama bir lavaboya gidip kendimi toparlamam gerekiyordu. Gözlerimi hızla etrafta gezdirdiğim de aradığım yüzü bulamadım. Şu an yine ihtiyacım olan bir çift kol vardı. Neden bilinmez içimde kaynayan bir his vardı Arafa karşı. Beni kollarının arasına aldığında içimde ki alevler bir an da üzerine tazyikli su tutulmuşçasına sönüyordu. Sebebini bilmediğim bir şekilde onun kollarında sakinleşiyor ve kafamda ki bütün sesler susuyordu. Lavoba da kendimi toparladıktan sonra onun yanına gitmeyi aklıma not ederek oturduğum yerden ayaklandım. Bu hareketimle birlikte Mizgin Hanımın gözlerinde ki korku sanırım gideceğimi düşündüğü içindi. O da benimle birlikte kalkmaya yeltendiğinde elimle geri oturmasını işaret etmiştim.
" Ben bir lavobaya gideceğim. Siz oturun lütfen." Dediğim de ise gözlerinde hâla bir tereddüt olsa da başıyla beni onaylamıştı. Bir şey belli etmemek adına sakince bahçeye açılan kapıdan eve girdim. Boğazımda oluşan yumruyu geçirmek için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Onlar bana ne kadar sakince yaklaşmaya çalışsalar da ufacık bir şey de kendimi savunmasız hissediyordum. Onlara dair beynim köşesin de küçük bir anı olsa belki ona sığınırdım. Ama yoktu.
Olması için her şeyimi verirdima ama nokta kadar da olsa bir anı yoktu, bir ses yoktu. Sanırım artık düşünmemem ve gerçekten bazı şeyleri akışına bırakmam gerekiyordu. Bu düşüncelerle lavaboya gelmiş ve elimi yüzümü yıkamaya başlamıştım. Aynada kendime baktığım da ise bir karar daha vermiştim. Onlar bana bir adım geldiğin de hiç değilse yarım adım da olsa onlara adım atacaktım.
Yüz ifademi ise biraz da olsun yumuşatmay çalışacaktım. Bazen gerçekten kaşlarımı çatmaktan başım ağrıyordu. Daha fazla ne onlara , ne kendime acı çektirmeye gerek yoktu. Ne anlatıyorlarsa dinleyecek ve küçük bir tebessüm dahi olsa tepki verecektim. 22 yıl boyunca bir tek ben yıpranmamıştım. Bu yüzden artık bencil davranmayacaktım.
Gözlerimi aynadan çekip suyu kapattım. Havluyu alıp elimi ve yüzümü kuruladıktan sonra havluyu eski yerine asarak lavobadan çıktım. Çıkmamla birlikte evin içini bilmediğim gerçeğiyle yüz yüze geldim. Ben şimdi Araf'ın odasını nasıl bulacaktım. Ev büyüktü evet ama sorun şuydu ki her yer oda ve kapıdan ibaretti. Tek tek bakarak bulabilirdim ama o da çok uğraştırır ve yokluğum dikkat çekip yanlış anlaşılabilirdi. En iyisi bahçeye geri dönmekti. Boşverip tam arkamı dönmüştüm ki aradığım ses arkamdan gelmişti.
" Hayırdır küçüğüm beni mi arıyordun?" Nasıl oluyordu bilmiyordum ama sesi bile boğazımda ki yumruyu alıp götürmüştü. Sakince arkamı döndüm ve az önce aldığım kararın arkasında durduğumu kendime gösterdim.
" Evet." Bence oldukça nettim. O ise bu cevabı beklemiyor gibiydi. Sanırım onu aradığımı kabul etmeyeceğimi bekliyor gibiydi. Yaslandığı duvardan ayrılıp bu sefer de endişeyle üzerime gelmişti.
" Bir şey mi oldu? Bir sorun mu var yoksa? Ne oldu abiciğim konuşsana?" Onlara adım atmam bu kadar mı kaotik bir durumdu. Sanırım artık kısa cevaplarımdan ve umursamaz bakışlarımı geri de bırakmam gerekiyordu. Zira tek kelimelik cevaplarım bu ev de büyük bir kargaşa çıkarabilirdi. Derince bir nefes alarak karşımda ki adama onlara karşı adım attığımı ifade edebileceğim bir cümle kurmuştum:
" Yok bir şey olmadı da şey... ben senin şu hastane odasında bahsettiğin fotoğraf albümlerine bakabilirmiyiz diyecektim. Tabi eğer müsaitsen istemezsen sorun değil." Göreceklerime hazırmıydım bilmiyordum ama elinde sonunda bu yüzleşme yaşanacaktı. En erken olması ise hepimiz için en iyisiydi. Bir cesaretle bunu karşımda ki adama söylemiştim ama sanırım küçük çaplı bir şok yaşamıştı. Haklıydı , soğuk bakışlarım ve konuşmamaya çalışmamamın üzerine böyle bir hareket beklemiyordu. Açıkçası ben de kendimden böyle bir hareket beklemiyordum.
" Gerçekten mi? Gerçekten bakmak istiyormusun fotoğraflara?" Kararımdan vazgeçmemek adına sadece başımla onaylamıştım. Tabi karşımda ki koskoca adamın bir anda yerinde zıplayarak altına çiziyorum zıplayarak koridor da ilerlemesini beklemiyordum. Sanıyorum ki bahsettiği albümleri bulmaya gitmişti. Sebepsizce arkasından bağırma gereği duymuştum.
" Ben aşağı iniyorum , oraya getirirsin hep birlikte bakarız." Dediğim de aldığım cevap boğuk sesler olmuştu. Umarım bu telaşla yaralarına zarar vermezdi. Yüzümde oluşan tebbessümün farkında bile değilken adımlarımı bahçeye yönlendirmiştim. Bahçeye çıktığım da ise herkes masada yerlerine geçmiş ve sohbet ediyorlardı.
Sakin adımlarla az önce oturduğum sandalyeye ilerleyip oturdum. Gayet sakince oturduğumu düşünsem de hepsinin bakışları bana dönmüştü. Bu bakışlar altında kendimi ilk defa tedirgin hissetsem de belli etmemeye çalışarak tabağıma konulan yemeğime odaklandım. Benim arkamdan da Arafın gelip sandalyelerden birine oturduğunu fark ettim. Sohbet kaldığı yerden devam ediyordu ama benim için de bir gerginlik vardı. Yemekten sonra ortay çıkacak fotoprafların gerginliği. Gerginlikle ne yediğimin bile farkında değilken yavaş yavaş herkesin yemeğini bitirdiğini farkettim. Tabi peşi sıra Arafın sesini işittim.
" Sevgili ailem eğer doyduysak sizi koltuklara davet ediyorum. Ve beş dakika izninizi istiyorum." Kimse bu çıkışı beklemese de itiraz etmemiş ve koltuklara yerleşmişlerdi. Tabi ben de kalkıp yanlarına gitmeyi düşünürken elime bir el sarılmıştı. Kafamı kaldırıp baktığım da ise bu kişinin Demir Bey olduğunu gördüm. Gelmeyeceğimi düşünmüş olmalıydı. Sesimi çıkartmadan beni yönlendirmesine izin verdim. Oturacağımızı düşündüğüm yere geldiğim de ise bir ucunda İzgi Hanımın oturduğunu fark ettim. Sanırım aralarına oturmam söyleniyordu. Yine sesimi çıkarmadan ortalarına oturdum. Herkes yerine yerleşince Araf içeriden elinde projeksiyon olduğunu tahmin ettiğim aletle birlikte gelmişti. Ben Arafa odaklanmışken İzgi Hanımın sesiyle bütün bakışlar ona döndü.
" Oğlum filmin sırasımı şimdi , daha masayı bile toplamadık hem." Kadın haklıydı tabi. Masa öylece duruyordu. Hatta bir kedi şuan masanın üstünde kendine ziyafet çekiyordu.
" Annecim film izlemeyeceğiz. Fotoğraf albümlerini buna aktarmıştım. Onları yansıtacağım." Dediğin de ise etraftakilerin şaşırmasına fırsat kalmadan bu sefer de Demir Beyin her zamankinin aksine gür ve sert sesi duyulmuştu.
" Araf!" Sesinden okunanlar açıktı. Benim tepkimden korkuyordu. Etrafta bu sefer de en olmadık ses benim sesimdi.
" Ben istedim. Sorun yok."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 23.77k Okunma |
1.7k Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |