
Hareket etmeliydim, evet. Asansörden çıkıp onu duymamış gibi yapabilirdim, ya da onunla yüzleşebilirdim. İkinci seçeneği yapmak istemiyordum, bu yüzden asansörden çıkıp onun peşinden ilerlerken otelin kapısından çıktık.
Duymamış gibi yapacaktım, dün belli ki tüm telefon konuşmadını duymuştu. Hatta dinlemişti, utanması gereken oydu! Özel hayatıma burnunu sokmuştu ve telefon dinlemişti sonuçta. Bu adamın hobileri arasında benim konuşmalarımı dinlemek vardı demek ki…
Helenayla dün konuştuğumuz her şeyi gözden geçirdim, kitapla ilgili de çok fazla konuşmuştuk, onları da duymuş muydu? Ama duysa bunu sormaz mıydı? Panikle bir an ne yapacağımı bilemedim fakat Damien benim aksime hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Belli ki o kısımları duymamıştı, belki de o ara daha sessiz konuşuyorduk ya da ben banyoda saçlarımı kuruturken bu kısma denk gelmişti. Umarım öyle olmuştur diye düşünmeden edemedim.
Yanında yürümeye devam ederken gideceğimiz yerin buraya uzak olmadığını anladım. Ona cevap vermemeyi seçtiğimi anlamış olacak ki o da bir şey demedi.
Sessizlik içinde yürürken güneşli hava tenimi ısıttı, bu beni biraz rahatlattı. Bizi son derece tatlı ve mütevazi bir kahvaltıcıya getirdiğini gördüğümde Damien’ı inceledim. Onu bu kadar salaş bir yerde ve bu kadar salaş kıyafetlerle gördüğüm için hala şaşkındım. Bilmediğim pek çok yönü olduğu kesindi.
Dışarıdaki masalardan birine oturunca menüyü inceledim.
“Önereceğin bir şey var mı?” Diye sordum. Menüye göz gezdirmeden “Bence pankeklerini denemelisin, kız kardeşim bayılıyordu” dedi. Hayatına dair özel bir detay vermesine odaklanmamaya çalıştım.
“Tamam o zaman, pankeklerden alacağım. Bir de omlet istiyorum sanırım, paylaşabiliriz” dedim.
“Omlet ve pankek mi?” Dedi gülümserken. Omuz silktim.
“Sadece tuzlu ya da sadece tatlı yemeyi sevmiyorum, ikisi birbirini dengeler” dedim. Öyleydi, tatlı yesem canım tuzlu çekerdi.
Başını iki yana sallarken hala gülüyordu, gamzesini gösterecek kadar. Ona bakarken incelemeyi kesmeye çalıştım, tişörtü gerilen kaslarını tamamen sarıyordu ve bronz teni güneşin altında çok… çekici görünüyordu.
Hafif çıkmış sakalları yine normal tarzının dışında gibiydi. Onu 6 gündür tanıdığım için elbette normalinin ne olduğunu bilmiyordum ama gördüğüm kadarıyla böyleydi.
“Tamam, paylaşırız.” Garsona siparişleri verirken kendine sadece kahve söylemişti.
“Kahvaltı yapmayı pek sevmem” dediğinde kaşlarımı kaldırdım.
“Ve beni kahvaltıya getirmeyi teklif ettin?”
“Senin sevdiğini düşündüm” dediğinde aptal kalbimin ritmi değişti.
“Teşekkürler” diyebildim.
“Dün için teşekkür ederim, uyum sağlıyorsun bana” dedi.
Bunun bir teşekkür kahvaltısı olduğunu anlamak gerginliğimi alıp götürdü.
“Anlaşmamız böyleydi” dedim. Başını salladı, belli ki yine de teşekkür etme ihtiyacı hissetmişti.
“Bugün planın ne?” Dediğinde kahvesinden bir yudum aldı. Kolundaki kaslara odaklanmamaya çalıştım, önüne bak Nora…
“Cassandra’nın önerdiği yerlere gitmeyi düşünüyorum” dedim. Listesi çantamda duruyordu, birbirine en yakın olan yerlere göre bir liste yapmıştı, o kadar tatlı bir düşünceydi ki yüzümde tekrar bir gülümseme oluştu.
“Çok tatlılardı bu arada, bana bir liste yapması çok ince bir davranış” dedim. Gülümsedi, “Beni neredeyse bebekliğimden beri tanıyorlar, tanıştırdığım her arkadaşıma böylelerdi.” Dedi. “Bu sefer sevgilim olunca heyecanlandılar”
Sevgilim kelimesi beni tuhaf bir biçimde rahatsız etti, belki de baş başa olduğumuz için ve ikimizin de bunun bir yalan olduğunu bildiğimiz içindi. Bakışlarımı ondan kaçırırken yüzümü incelediğini biliyordum, bunu sık sık yapıyordu.
Neyse ki çok geçmeden oldukça kabarık pankeklerim, şurup ve omletimiz geldi. İştahla pankeke bakarken doğru seçim yaptığımızı anlamıştım.
Omleti ikiye böldüm, onun da önünde boş bir tabak vardı. Yemeyeceğini düşünsem de pankeklerden birini de önündeki tabağa koydum.
“Hepsini bitiremem” diye açıkladım. Bana dümdüz bakmayı sürdürdü, azıcık gülse ölürdü sanki…
Onu görmezden gelip yemeğimi yemeye devam ettim, çok güzeldi.
“Brian nerede?” Diye sorduğumda nihayet pankekten yemeye başlamıştı.
“İşlerini hallediyor” dedi.
“Onun işi tam olarak ne?” Diye sorduğumda bana baktı, dudağının kenarı her an kıvrılacakmış gibiydi.
“Brian benim” dediğinde durakladı. Bu açıklıktan yararlandım. “Koruman mı?” Diye sordum gülmemek için kendimi tutarken.
“Korunmaya ihtiyacım olduğunu mu düşündün?” Dedi.
“Yani Brian’ın fiziğine bakınca koruma gibi geldi gözüme” dedim. Öyle olmadığını biliyordum ama bir korumaya ihtiyacı olduğunu düşünmem sinirlerini bozacağı için üstüne gidiyordum.
“Nasılmış fiziği?” Dediğinde çatalını masaya bıraktı. Masada hafifçe bana doğru eğilmişti, dikkatle cevabımı bekliyordu. Yeşil gözlerindenki pırıltı içimdeki bir şeyleri harekete geçirdi sanki.
“Dövüşçü gibi?” Dedim sorarcasına. Kaşları daha da çatıldı.
“Beğeniyorsun sanırım” dediğinde tek kaşımı kaldırdım.
Bana bakmayı sürdürdü, omuz silktim.
“Fena değil” dediğimde arkasına yaslandı. Bunu sadece beni kurcaladığı için yapıyordum, Brian’ın fiziğiyle ilgilendiğim falan yoktu. Onu sinirli görmek hoşuma gitmişti.
“Çalışanıma asılma” dediğinde kaşlarımı çattım.
“Öyle bir şey yaptığım yok, sordun söyledim” dedim.
“Söyleme” dediğinde kaşlarım daha çok çatıldı.
“Sorma o zaman”
“Bir daha sormayacağım zaten” dediğinde bir çocuk gibi benimle didişmesi komiğime gitti ve gülmeye başladım.
Bana bakmayı sürdürürken ben de yemeğimi yemeyi sürdürdüm. “Ee? Ne iş yapıyor yani? Koruma değil, asistanın olamayacak kadar serbest?” Dedim.
“Asistanım değil beraber çalışıyoruz, o öyle söylüyor ama değil, gittiğim her yerde benimle, toplantılarımda ya da iş gezilerimde. Benim görmediğim detayları ya da aklıma gelmeyen şeyleri görmekte üstüne yoktur. Arkadaşım demeyi tercih ediyorum. Şirketteki pozisyonu ortaklarımla aynı ama asla bu pozisyonun beklentisinde olmadı. Sen sorsan sana şoförüm olduğunu bile söyler. Çünkü her şeyi yapıyor” dedi. Brian’ın onun arkadaşı olduğunu anlamak zor değildi, hem arkadaşı hem ortağıydı demek ki.
“Değişikmiş” dedim.
“Dünkü arkadaşın da senin hem iş arkadaşın hem de normal arkadaşın galiba” dediğinde öksürmeye başladım.
“Telefon konuşmamı dinlemen ve bunun üstüne konuşman sence doğru mu?” Dedim.
“Dinlemedim, uyumaya çalışıyordum ve sesin her yerdeydi. Arkadaşının da fazla coşkulu olduğunu söyleyebilirim”
“Evet, iş arkadaşım. Londradan, aynı zamanda en yakın arkadaşım oluyor” dedim.
Daha fazla detay sormadı ama gözleri sanki daha da kısıldı. Gür kirpikleri yeşil gözlerini gölgelemişti, bunu görmezden geldim. Son lokmamı ağzıma attığımda “Kalkalım mı?” Diye sordum. Muhtemelen kaçmaya çalıştığımı anlamıştı.
“Olur, Brian kapıda zaten. Seni gideceğin yere bırakabiliriz” dedi.
“Tamam, teşekkürler” dedim. Her ne kadar onunla daha fazla bir şey yapmak istemesem de arabaya bindim, arka koltukta otururken Brian dikiz aynasından bana gülümsedi.
“Selam Brian” dedim ben de ona gülümseyerek, Damien bu halimizi kaşlarını çatarak izledi. Ona göz devirmemek için kendimi tuttum, adam çalışanıyla konuşmamdan bile rahatsız oluyordu. Dengesizin tekiydi…
“Nereye gidiyoruz?” Dedi Brian.
Ona müzenin ismini söyledim, buraya 20 dakika uzaklıktaydı. Brian konumu girerken Damien’a döndüm.
“Sen bugün boş değil miydin?” Diye sordum. Neden Brian’ı çağırmıştı anlayamadım.
“Bir yere gitmem gerekiyor” dedi.
Pekala…
Daha fazla açıklama yapmadığı ve ben de daha fazlasıyla ilgilenmediğim için önüme döndüm. Çok geçmeden listedeki ilk müzenin önünde durduk.
“Teşekkür ederim” dedim. Arabadan inerken Damien kolumu yakaladı, tutuşu sert değildi ama yine de şaşkınca ona dönmeme sebep oldu. “İşin bitince haber verirsen Brian seni alır” dedi. Bu adamın ani değişimlerine ayak uyduramıyordum.
“Gerek yok, kendim dönerim” deyiverdim. Sesim biraz fazla sert çıkmıştı, Damien bir süre gözlerini üstümde gezdirdi. Sonra ksşlarını çatıp kolumu bıraktı. Bir şey demeden kapıyı kapattığımda onun bu anlamsız halini düşünüyordum. Gerçekten dengesizdi bu adam. Bir iyiydi bir kötü, ne düşüneceğimi şaşırıyordum. Ayrıca arkadaş falan da değildik, beni bir yerlere götürmesine gerek yoktu.
İçeri girerken aklımdaki düşünceleri sildim, müzenin girişine ilerlerken göğsüm heyecanla inip kalktı. Gezime devam edecektim, şu an Damien’ı düşünemezdim.
Tüm gün gezdikten ve 3 müzenin tadını çıkardıktan sonra diğerleri buraya uzak olduğu için es geçtim. Times meydanına giden yolu yürürken kendime bir kahve aldım. Ayaklarım ağrımıştı ama çok eğleniyordum. İki kadınla tanışmıştım, yaşları 40ların sonundaydı ve onların da buraya ilk gelişiydi. Aynı müzelere gidecekleri için diğer iki müzeyi beraber gezmiştik, sonra birlikte yemek yemiştik. Tanımadığım insanlarla gezmek ve havadan sudan sohbet etmek bana çok iyi gelmişti. Bol bol fotoğrafımı çekmişlerdi, ben de onların elbette. Onlarla ayrıldığımızdan beri yürümüştüm, Londrada yaşadığım sokağın sakinliğine bayılırdım ama meydandaki bu kargaşa da kesinlikle hoşuma gitmişti. Elbette herkes gibi ben de buraya bayılmıştım. Yine de kalabalıktan çabuk bunalan biri olarak çok geçmeden oradan ayrıldım ve bir taksiye bindim. Saatten haberim yoktu çünkü telefonumun şarjı biteli çok olmuştu. Sabahtan beri dışarıda olduğum için çok yorulmuştum bu yüzden otele gidip hızlı bir duş almak istiyordum.
Odama döndüğümde üstümdekilerden kurtulup küveti doldurdum, kendimi sıcak suya bırakınca kaslarım gevşedi, vücudum resmen krema kıvamına geldi.
Ne kadar suyun içinde kaldım bilmiyorum ama kapım yumuruklandığında panikle gözlerimi açtım.
“Ne oluyor be!?”
Küvetten çıkıp askıda duran havluyu bedenime sardığımda hala omuzlarımda köpükler vardı. Kim bir otelde böyle kapıyı yumruklardı ki?
Odanın kapısına gelip açtığımda Damien öfkeyle yüzüme baktı.
“Nerdesin sen?” Dedi. Sonra halimi yeni fark etmiş gibi bana baktığında gözlerinden bir şaşkınlık ifadesi geçti. Beni ıslak saçlarımdan çıplak ayaklarıma kadar büyük, çok büyük bir yavaşlıkla süzdü. Nefesim kesilir gibi oldu.
Ne halde olduğumu ben de yeni fark etmiş gibiydim, üstümde minicik bir havlu vardı ve her yerimden sular damlıyordu. Kapıyı öyle yumruklamasaydı üstüme bir şeyler geçirirdim elbette.
“Ne oldu?” Diye sordum bedenimi kapının arkasına biraz saklamaya çalışırken. Böyle pervasızca hareket etmesinin elbette bir açıklaması olmalıydı.
“3 saattir sana ulaşmaya çalışıyorum Nora” dedi.
Bakışları tekrar çıplak bacaklarıma indiğinde nefes alışverişi düzensizdi, kaşları daha fazla çatıldı. Bana şöyle bakmasa olmaz mıydı sanki…
Kendini kontrol etmeye çalışır gibi bir hali vardı, öfke nöbeti mi geçirecekti bu?
“Niye bu kadar sinirlisin?” Diye sordum.
“Kaçtığını düşünmeye başlamıştım” dedi. Bedenimin hafifçe titrediğini gördüğünde bana baktı, yüzü yumuşamıştı.
“Üstünü giyin, üşüyorsun” sesi tüm vücudumun ısınmasına sebep olacak bir tonla çıkmıştı. Ya da ben fazla üşüdüğümden kafayı yemiştim.
“Tamam, bekle” dedim ve kapıyı kapattım. Üstüme hızla bir şort ve tişört geçirdim. Kapıyı tekrar açtığımda saçlarımdan hala sular damlıyordu.
“Telefonumun şarjı bitmişti, tüm gün yürüdüm o yüzden geciktim.” Dedim. En azından kısa bir açıklama yapmam gerektiğini hissetmiştim. “Erken gelmem gerektiğini düşünmemiştim ayrıca, kapıyı yumuruklamanı gerektirecek ne olmuş olabilir?” Diye sordum.
“3 saattir sana ulaşmaya çalışıyordum, başına bir şey geldi sandım. Ya da kaçtığını düşündüm” dedim. Ona sinirle baktım, bakışları üstümdeki tişörte kaydığında ben de aşağıya bakmak zorunda kaldım, ıslak saçlarımdan dolayı tişörtüm üstüme yapışmıştı. Sütyen giymemiştim, giymeye zamanım da olmamıştı zaten bu yüzden Damien’ın görmemesi gereken tüm detaylarım ortadaydı. Kollarımı birbirine dolayıp kendimi gizledim, o da bakışlarını aceleyle çekmişti zaten.
“Kaçmadım gördüğün gibi, kaçacağımı düşünecek kadar bana güvenmediğini öğrenmem iyi oldu” dedim. Alındığımdan falan değildi, yine de bozulmuştum. Yüzümü inceledi.
“Damien, kapıyı yumrukladığın için duşum bile yarım kaldı, bir açıklama yapacak mısın artık?” Dedim sabırsızca, gidip kendimi tekrar sıcak suya bırakmak ve gevşemek istiyordum sadece.
“Kız kardeşimle tanışman gerekiyor” dediğinde başımı iki yana salladım.
“Asla olmaz!” Kapıyı kapatmak için hareketlendiğimde eliyle bunu engelledi.
“Kabul etmeme gibi bir şansın yok” dediğinde öfkeyle yüzüne baktım.
“Elbette var!”
“Hayır yok Nora”
Odaya girdiğimde peşimden geldi. Kahrolası adam izin bile almadan odama daldı ve kapıyı kapattı.
“Ne yaptığını sanıyorsun?” Dedim ona dönüp. Her yerde iç çamaşırlarım vardı ve hepsini görmüştü bile, çığlık atıp ağlamak istiyordum. Odamı incelememişti, hala suratıma bakıyordu neyse ki.
“Tanışmak zorundasın, emin ol ben de bundan keyif almıyorum ama başımın etini yedi”
“İstemiyorum, ailenden biriyle tanışacağımı söylemedin. Yalnızca davetlere katılacağımızı ve poz vereceğimizi söyledin Damien. Ben de bunları yapıyorum. Kişisel alanına beni sokma” dedim. Sesim adeta yalvarır gibiydi. Ben kimsenin ailesiyle tanışmazdım, davetlerde tanımadığımız insanları kandırmak başkaydı, onun kardeşine yalan söylemek başkaydı. Ayrıca Damien’ın hayatına dahil olmak da istemiyordum, dün bile aile dostlarıyla tanışırken gerilmekten tüm kaslarım yay gibiydi hala.
“3 hafta boyunca istediğim her yere benimle gelmek ve eşlik etmek zorundasın Nora, aynen bu cümle yazıyor kontratımızda” dedi. Ona öfkeyle baktım.
“Hay ben o kontrata” ağzımdan bir küfür çıkmaması için çenemi kapattım. Damien kollarını kavuşturdu. Odayı yeni inceliyor gibiydi, yanaklarım utançla kızardı. Kıyafetlerim her yerdeydi çünkü sabah giyecek düzgün bir şeyler bulmak için akla karayı seçmiştim.
Yatağın üstünde duran sütyenimi çaktırmadan alıp valize attım.
“Yarın sabah buluşacağız, kaçmayı düşünme Nora” dedi.
“Gelmeyeceğim, istersen bana dava aç. Umrumda değil, sevgilisine dava açan bir manyak olduğunu söylerim herkese” dedim.
Bana gülümsedi.
“10da hazır ol” odadan çıkarken ona kötü kötü baktım. Oflayarak kendimi yatağa attım, saçlarım karmakarışıktı.
Bu durumdan nefret etmeye başlamıştım.
Oy verip yorum yapmayı unutmayalım, şimdiden teşekkürler
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.98k Okunma |
4.58k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |