
selam dostlarım, bu uygulamada bayadır bi sorun vardı daha yeni çözebildim o yüzden bölümleri buraya atamıyordum, wattpadde daha aktifim orada final oldu bile kitap, burada daha yeni yayınlayabiliyorum.
oradan da kitabı okuyabilirsiniz, okunması 250kyı geçti 💖💖💖 aşırı mutluyum
bölümleri hızlı hızlı yayınlayacağım, öpüldünüz.
Nora
Damien üstümdeki git gel hareketine bir saniye ara vermedi, inlemelerimi yatıştırmak için çabalıyordum ama pek başarılı olamıyordum.
"Ağzını aç Nora, inlediğini duymak istiyorum." Dedi yeşil gözlerini yüzümün her yerinde gezdirirken, aynı anda kendini sert bir şekilde
içime itti. Ağzımdan yeni bir nefes kaçtı, tüm bedenim titriyordu.
"Tüm iş arkadaşlarının uyanmasını mı istiyorsun?" diye sordum.
Bacaklarımı daha çok açmam için dizlerimi yatağa bastırdı.
"Evet, zevkten çığlık attığını duymazsam bu gece bitmeyecek. Seni bulduğum her köşede-." Damien kadar terbiyeli birinden duyduğum
sözler beni daha fazla tahrik ediyordu, hayallerimin ötesindeydi.
Saçlarından çekip dudaklarına kapandığında gerilen dudaklarından gülümsediğini anladım.
"Konuşman yasaktı!" dedim nefes nefese geri çekildiğimde Damien belimin üstündeki ellerini sıkılaştırdı, yarın her yerimde
mor benekler olacağını biliyordum. İlk seferkinden farklıydı, hırslıydı ve buna bayılmıştım.
Omuzlarında gezdirdiğim ellerimin altında kasılan tüm kasları titriyordu.
Orgazmın tekrar içimde yükseldiğini hissettim, Damien ellerinden birini aramıza soktu ve giderek daha hassas hale gelen klitorisimi
buldu. Bir yandan içimde hareket ederken bir yandan da eli beni çıldırtacak bir hızla en hassas noktamla oynuyordu. Zevkten gözlerimin arkasında şimşekler çaktı.
"Ah! Damien, dayanamıyorum." Dedim sessiz olmaya çalışırken.
"Sana çığlık atmanı söyledim Nora, yoksa anlamadın mı?" elleri daha sert, vücudu daha hızlı hareket etmeye başladı. Bacaklarımdaki tüm güç boşaldı, etrafında kasılırken gerçek anlamda çığlık attım.
Lanet bir şatoda kendimi prenses gibi değil tapılan bir tanrıça gibi hissettim.
Sabah gözlerimi araladığımda, kaslarım sanki saatlerce bir maraton
koşmuşum gibi sızlıyordu. Vücudum hâlâ gecenin yankılarıyla ağır, zihnim ise bulanıktı. Tam anlamıyla erimiştim...
Yatakta tek başımaydım. Saate kaydı gözüm, öğleni geçtiğini fark ettim. Damien ortalıkta yoktu, muhtemelen çoktan bir toplantıya girmişti. Yavaşça doğrulup duş aldım, su üzerime sinmiş gecenin dokunuşlarını silmese de, en azından kendime getirdi.
Dün gece... gerçek gibi değildi. Rüyayla uyanıklık arasındaki o ince çizgide, kaç kez Damien'a sarılı halde uyandığımı, kaç kez elimi bedenine uzatıp orada olduğunu hissetmek istediğimi hatırlamıyordum.
Söylediği her söz hâlâ kulaklarımdaydı. Bana seni seviyorum dememişti belki ama sıradan olmadığını her hareketiyle hissettirmişti.
Ben de artık emindim. Bu şey tek taraflı değil.
Damien, düşündüğümden çok daha karmaşıktı. Soğuk, mesafeli,
duvarları olan adamın içinde bir yerde, tamamen bana ait bir sıcaklık
vardı. Ve her seferinde bu beni şaşırtıyordu. Bundan sonra birbirimizden uzak duramayacağımızı biliyordum.
Ama nasıl olacağı konusu tam br muammaydı şimdilik.
Bu düşünce içimde hafif bir sıkışma yarattı. Henüz bir cevabım yoktu ama bir şeyi biliyordum, bu konuşmayı ilk yapan ben olmayacaktım. Tıpkı, duygularını ilk inkâr edenin ben olmadığı gibi. Bundan sonrası tamamen ondaydı.
Valizimi toparlamaya başladığım sırada Damien kapıdan içeri girdi.
Üstü hâlâ toplantıdan dönmüş haliyle şık ama hafif dağınıktı Beni görünce gülümsedi.
"Günaydın," dedi, yorgun ama yumuşak bir sesle.
"Günaydın." dedim aynı tonda.
"Bir saate havalimanına gideceğiz. Bir şeyler yemek ister misin? Sabah biri aradı, acil bir görüşme oldu, çıkmam gerekti. Seni
uyandırmak istemedim."
Konuşurken elini saçlarının arasından geçirince gülümsedim.
"Önemli değil. Zaten uyanmam gerekiyordu," dedim. "Eşyalarımı toplamayı bitirip gelirim."
Valizinin çoktan köşede hazır olduğunu fark ettim. Elbette ondan hızlı olamazdım.
Tam valizimi kapatırken, "Bu arada," dedi. "Helena ve Brian yarınki imza günü için mekânla görüşmeye gittiler. New York'talar yani. Seninle oraya gelmemi ister misin?"
Bakışları kararsızdı.
"Hayır, senin de işlerin var zaten. Biz Helena'yla hallederiz. Zaten Los Angeles'ta yine görüşeceğiz."
Gülümsedi ama bakışları hâlâ üzerimdeydi.
"Emin misin?"
Şaka yapar gibi gözlerimi devirdim. "Ne o? Sen de mi imza istiyorsun yoksa?"
Valizimi kapatırken yanıma geldi. Belimden kavradı, dudakları dudaklarıma hafifçe dokunduğunda, kalbim boğazıma tırmandı
resmen.
"Bana özel bir imza vereceğinden eminim," dedi fısıltıyla.
"Gelip sırada beklemezsen asla. Ayrımcılık yapmam," dedim gülerek.
Yeniden dudaklarımı öptüğünde, içimdeki çocuksu mutluluk patlamasını bastıramadım.
Odadan birlikte çıkarken elimi tuttu. Koridordan merdivene yöneldiğimiz sırada Ariane bir kapıdan çıktı, bizi görünce durakladı. Önce Damien'ın ile kenetlenmiş olan ellerimize, sonra da Damien'a baktı. Damien elimi daha sıkı tutarak beni kendine çekti, şakağıma bir öpücük kondururken beklemeden merdivenlerden inmeye başladık. Ariane onun öpücüğüne benden daha fazla takılmış olacak ki merdivenin sonuna kadar bakışlarını bizden çekmedi, ben de ondan.
"Her yerde böyle birilerini bulacak mıyız yoksa bu istisna mıydı?"
"Eski sevgili konusunda sen benden daha medenisin Nora, buluşmanızı hatırlatmalı mıyım?" Dedi aksi bir sesle. Hala bunu mı düşünüyordu? Kendi kendime güldüm.
"Kimse beni dünyanın bir ucunda bulmuyor Damien, gerçekten bu kadının bakışlarından rahatsızım." Dedim dürüstçe.
Dışarı çıkınca yeniden bana döndü, yüzünü benimkine yaklaştırdı.
"Haklısın, keşke böyle saçma bir şeye maruz kalmasaydın, tekrar özür dilerim." Dedi, içtenliği biraz olsun beni rahatlattı. En azından dünkü sinirim geçmişti, bu yüzden başımı sallamakla yetindim.
Damien iş arkadaşlarıyla vedalaşırken ben de Siena ve eşiyle vedalaştım, sonra birlikte bir taksiye bindik. Şükür ki Ariane denen kadını bir daha görmemiştim.
Sabah sabah sinir bozacak bir şeye daha gerçekten tahammülüm yoktu.
Uçakta koltuğuma yerleştiğimde, Damien bana döndü. "Sen biraz uyu. Ben maalesef yine bir görüşmeye gireceğim."
Saçlarımın arasına bir öpücük kondurduktan sonra arka tarafa geçti. Telefonumu çıkarıp Helena'nın gönderdiği fotoğraflara göz attım.
Ama zihnim Damien'ın kokusunda, dokunuşunda, sesinde hâlâ takılı kalmıştı. O anları bilmem kaçıncı kez düşünürken bir yandan da Helena'nın New Yorktan bana attığı pozlara bakıyordum.
"Sayende 3 gündür özel uçaklar ve lüks otellerde kalıyorum hayatım, üstelik bunun için sahte sevgililik sözleşmesi bile imzalamadım!"
Kendi kendime kıkırdadım, artık benimkinin de pek sahte olduğu söylenemezdi...
~~~~~
Geçirdiğim en güzel imza günleriydi, o kadar kalabalıktı ki her seferinde şok üstüne şok yaşamıştım. Brian yayınevi konusunda müthiş bir iş çıkarıyordu, kendimi çok güvende
ve iyi hissettiğimi itiraf etmeliydim. Adam her konuda ciddiydi, sadece Helena ile konuşurken sinir küpüne dönüşüyordu o kadar...
Helena inatçının tekiydi, bazen fikir ayrılıkları yaşıyorlardı ve adama kök söktürüyordu, yine de Brian her seferinde sabır çekerek
bana bir bakış atıyor ve sonunda dilinden kurtulmak adına Helenaya hak vermiş gibi davranıyordu. Bu şekilde bir ilişki geliştirmişlerdi anlaşılan, biz yokken birbirlerini boğmamaları bile mucizeydi. Yine
de her şey yolundaydı. Sabah Los Angeles'a gelmiş ve öğlene kadar uyumuştuk, Helena da
ben de yorgunluktan ölüyorduk, uçak yolculuklarına alışık olmadığımızdan ikimiz de gelir gelmez sadece uyuyabilmiştik.
Helena burada bizim için bir airbnb ayarlamıştı, baş başa tatil yapamadığımdan buradaki iki günü değerlendirmek istemiştik.
New Yorka varır varmaz Helena, Damien ile ele ele olan halimizi görünce dik dik bakmış ve ona hemen anlatmadığım için bana büyük bir işkence çektirmişti. Sonra elbette çığlık çığlığa nihayet diye bağırmıştı, artık menajerim olarak da aynı fikirde olduğunu söylediği için bu sefer sadece geç anlattığım için azar işitmiştim...
Yataktan kalkıp duş aldım, Damien uçaktan indiğimde aramıştı, akşam görüşecektik. Bu beş günde bile onu deli gibi özlemiştim, Londraya gittiğimde ne olacaktı düşünmek bile istemiyordum. Yine de kestirip atamayacağım kadar ne olacağını görmek istiyordum onunla. Dahası istesem de kestirip atamazdım zaten...
Banyodan çıkıp üstüme bugün için aldığım askılı siyah elbiseyi giyindim, başlama saatine henüz iki saat vardı bu yüzden Helena da
uyandığında birlikte yavaş yavaş hazırlandık.
Helenanın telefonu çaldığında göz devirdi.
"Efendim Brian?" kendi kendime gülümsedim.
"Ben bir araç çağıracağım zaten, gelmene gerek yok." Sinirli gözlerini bana çevirdi.
"Gerçekten sen ne iş yapıyorsun be adam?
Şoför müsün, patron musun, müdür müsün? Görev tanımını tartışmaktan yoruldum."
Bir iç çekiş sonrası "İyi tamam gel al pek kıymetli yazarını, beni niye arıyorsun o zaman?" telefonu çat diye kapattığında ona döndüm.
"Helena, onun gerçek anlamda patronun olduğunun farkındasın değil mi?" dedim. Omzunu silkti.
"Umurumda değil Nora. Sabah sekizden beri mesaj üstüne mesaj atıyor. Program ne oldu? Mekânla konuştunuz mu? Röportaj saat
kaçta? Beni sinir hastası edecek yemin ederim! Her şeyi sorguluyor, bir rahat vermedi!"
Ona baktım. "Bana bak Helena, sen Brian'ı biraz fazla mı takıyorsun? Ne bu halin? Sen hiç böyle yapmazsın, hele de işten birine."
Bir an sustu. Gözlerini kaçırdı, sonra elindeki kahveyi yudumladı.
"O işten biri değil," dedi sonunda. "Senin sevgilinin arkadaşı. Ayrıca ben sana çalışıyorum, senin menajerinim. Teknik olarak onun patronum olması gibi bir durum yok."
Kaşlarımı kaldırdım. "Teknik olarak mı?"
Gözlerini kıstı. "Bak sinirimi bozma. Sabah sabah Brian'la uğraştım, bir de senle mi uğraşayım?"
"Peki tamam, sustum," dedim gülerek. Helena ya bu adama delicesine sinir olmuştu... ya da klasik Helena haliyle, ona fazlasıyla
takılmıştı. Onun için genellikle bu iki şey aynı anda olurdu sinir ve çekim. Ve bunun ne tarafa evrileceği çok yakında belli olurdu zaten. Kendi kendime gülümsemeyi bırakıp ayakkabılarımı giyindim, kısa süre sonra Brian bizi kaldığımız yerden almış ve büyük bir kitap mağazasına getirmişti. Sıraya giren insanlara gülümserken yerime oturdum.
Bir kaç saat sonra, imzanın sonlarına doğru Helena kulağıma çıkışta yapacağımız röportajla ilgili bir şeyler fısıldarken önüme konulan kitabı kendime çektim.
Helenanın lafı yarıda kesilince biraz geri çekilip ona baktım, doğrudan karşıya bakıyor ve sırıtıyordu. Masada önümde duran kişiyi
görünce şaşkınlıktan ağzım açılıp kapandı.
"Sıraya girmezsem asla imza alamayacağımı söylemiştin." Dedi önümdeki kitabı işaret ederken. Yanağımı dişleyerek sırıtışıma engel
olmaya çalıştım.
"Beklediğiniz için teşekkür ederim beyefendi, kimin adına imzalamamı istersiniz?" dedim gözlerimi kaldırıp ona bakarken.
Üstündeki takım elbisesi ve uzun boyuyla sırada onu nasıl da fark etmemiştim? Okuyucularımdan birkaçının ona ve bana bakıp tatlı tatlı gülümsediğini, fısıldaştığını görünce kızarmaya başladım.
"Damien Langley." Dedi yumuşacık bir sesle. "Büyük hayranınızım." Daha beter kızardım. Kitabın kapağını açtığımda elimdeki kalem öylece kala kaldı.
Sayfanın üstünde bir anahtar duruyordu, altına bir adres yazmıştı.
"İşin bitince gel, seni bekliyorum. Bu arada çok güzel gözüküyorsun."
Müthiş bir el yazısıyla yazdığı şeyi okurken göğsüm heyecanla inip kalktı. Kitabın kapağını kapatıp kucağıma koydum. Damien masanın
üstünden eğilip dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurduğu zaman itiraz edecek vakit bulamadım. Sıradan birkaç kıkırtı yükseldi,
kendimi gülmemek için zor tuttum. "Çıkışta görüşürüz." Dediğinde başımla onaylamakla yetindim, ondan sonra bekleyen tatlı kızın
kitabını elime aldığımda bile yüzümdeki gülümsemeyi silemedim.
İmzanın sonunda elimdeki anahtarı sıkı sıkıya tutuyorum, herkes gittikten sonra yapılan kısa röportajın ardından Helena ile kitabevinden çıkmıştık. Brian neyse ki Damien ile bir şeyleri halletmeye gideceğini söylemiş ve Helenanın gazabından kurtulmuştu.
"Sana ilk günden evinin anahtarını mı verdi yani?" dedi Helena, kahkahalarla gülerek.
"Bilmem," dedim hafif sırıtışla. "Kitabın içinden çıktı. Buraya gidince anlayacağım."
Helena, yanağıma kısa bir öpücük kondurup gelen taksiyi durdurdu.
"Hadi bin bakalım. Ben biraz dolanacağım. Akşam haber verirsin, evde görüşürüz."
Onun heyecanı, bendekini ikiye katlıyordu.
Taksiye bindim ve adresi verdim. Yol boyunca kalbim hem çılgınca atıyor hem de tuhaf bir sessizlik içindeydi. Pencereden dışarı
bakarken bunun anlamını sorguluyordum, belli ki istediğim konuşmayı alacaktım.
Yaklaşık yirmi dakika sonra taksi, şehir merkezinden uzakta, iki katlı sevimli evlerin dizildiği huzurlu bir sokağa saptı. Aracın
yavaşlayıp sağa yanaşmasıyla taksici bana döndü,
"Adres burası hanımefendi."
Parayı ödedim. Elimde anahtarla birlikte ahşap verandaya adım attım.
Küçük bir bahçesi vardı, begonviller verandanın ucundan sarkıyordu.
Kapıyı açtığımda anahtarın çıkardığı klik sesi içimi bir şekilde rahatlattı, doğru yerdeydim.
Koridordan geçerken evin kokusu bile Damien'ı anımsatıyordu.
Sıcacıktı, temkinli ama samimi, gizemli ama koruyucu. Salonun ortasında, sırtı dönük şekilde arka bahçeye bakan Damien'ı
gördüm.
Elleri ceplerindeydi "İlk buluşma için garip bir yer seçimi," dedim ona takılarak.
Döndüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.
"İlk buluşmayı çoktan geçtik bence," dedi. "Hatta geç bile kaldık. Artık işleri bizim için hızlandırıyorum."
"Ne demek bu?" diye sordum, gerçekten anlamamıştım. Üç uzun adımda yanıma geldi. Gözlerinde beni yine tamamen çıplak
ruhumla gören o bakış vardı.
"Burası... burayı bizim için aldım."
Söyledikleri kafamda birkaç saniye yankılandı.
"Ne?"
"Londra'da çalışmaktan, yazmaktan sıkılırsan buraya geldiğinde kalabileceğin bir yerin olsun istedim." Dedi. "İlham gelmesi için ortam değiştirmenin iyi olduğunu duydum.
Belki burayı yazmak için kullanırsın, benim evimde de kalabilirsin elbette ama burada, belki biraz daha sessiz, biraz daha senin gibi bir yerde... nefes alabileceğini düşündüm."
Etrafıma baktım. Sade ama şıktı. Sıcacık bir ruhu vardı. Bir evin değil, bir hikâyenin içindeymişim gibi hissettirdi.
"Ben sen nereye gidersen git peşinden geleceğimi biliyorum. Ama sen buraya gelmek istersen, artık burada bir evin, kendini rahat ve evde hissedeceğin bir yerimiz olacak." Dedi
yutkunarak.
Gözlerim doldu. Söyleyecek o kadar çok şey vardı ki... ama hiçbir
kelime onun bana verdiği o evde olma hissini anlatmaya yetmezdi.
"Damien... bu çok..." Boğazım düğümlendi. "Büyük bir şey bu."
"Bu bir hediye değil, Nora," dedi. "Bu, artık sensiz kalamayacağımı kabullenişim. Bu, sana her geldiğinde sarılabileceğim bir çatı, senin
yazılarını yazarken bana ait olduğunu bileceğim bir köşe. Bu... seninle olmak için attığım ilk gerçek adım."
Sustuğumu görünce elimi tuttu, baş parmağıyla elimin üstünü
nazikçe okşadı.
"Gelip buraya taşın demiyorum asla. Ama artık anladım, seni gördüğüm her gün, seni daha çok seviyorum, daha çok aşık oluyorum. Ve her
ayrıldığımızda biraz daha eksiliyorum. Bu eksiklik... dayanılacak gibi değil. O yüzden ne zaman istersen, burada olacağım. Her fırsatta seni görmeye geleceğim. Ve seninle bir evimiz olacak."
Kendimi bir anda ağlarken buldum, Damien'ın elimi tutan eli sıkılaştı, dudaklarına götürüp avucumun içine bir öpücük kondurdu.Ilk defa diyecek bir şey bulamadım.
Sanki aylarca süren fırtınalı bir deniz yolculuğundan sonra kıyıya varmış gibiydim.
Sığınmış, durulmuş, iyileşmiştim.
O an şunu anladım, ne olursa olsun aradığımı bulmuştum, kolay kolay bırakmaya niyetim yoktu.
"Seninle küçük bir anlaşma yapalım." Dedim gülümseyerek.
Damien'ın yüzünde aklımdan geçen her şeyi okuyan yaramaz bir gülümseme oluştu.
"Yapalım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.98k Okunma |
4.58k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |