30. Bölüm

gölge • 28

Şeymanur
sukunettekelimeler

Uzun zamandır Kutsi Bey'le yoğun bir tempoda çalışıyorduk. Sadece bana enerjimi ve sahip olduğum güçleri kullanmayı öğretmekle kalmıyor, aynı zamanda Berzan ve Uras'a da savunma sanatlarının neredeyse her çeşidinden eğitim veriyordu. Kendi bilmedikleri alanlarda özel hocalar dahi tutmuştu. Evin sağ tarafındaki bahçe bir eğitim kampına dönüşmüştü. Tahta hedefler, kum torbaları, esneme alanları... Bazen nefes egzersizleri, el-göz koordinasyonu çalışmaları, saldırı hamleleri, savuşturma hamleleri, bazen de refleks oyunları...

Kutsi Bey, onların kendilerini ve çevresindekileri koruyacak donanımda olmalarını istiyordu. Eh, açıkçası ben de aynı fikirdeydim. Başımızda Kubat ve Melani gibi iki azılı düşman varken kendimizi savunmayı da korumayı da bilmeliydik. Yalnızca aklımızda değil, bedenlerimizle de bu savaşa hazır olmalıydık.

Kubat ve Melani demişken! Bu süreçte onları nasıl nakavt edip kehanetin gerçekleşmesini sağlayacağımıza dair plan yapıyorduk. Tabi sadece Pumza, Kutsi bey ve ben. Çünkü Berzan hâlâ kehanetin gerçekleşmesi için kendimi feda etmem gerektiğini bilmiyor. Bu gerçek, omuzlarıma ağır bir yük gibi oturmuş durumda. Öğrenmesi ise an meselesi. Planı uygulamaya geçmeden önce ona her ayrıntıyı söylememiz lazım. Ama Berzan'ın gözlerinin içine baka baka bunu söylemeye cesaretim yok. Bir yandan kendimi gerçek manada ölmeye hazırlamaya çalışıyorum. Bir yandan sevdiklerime nasıl veda edeceğimi düşünmekten itinayla kaçıyorum. Ölümün ağırlığını hafifletmenin bir yolu var mı? Sanırım yok. Başka seçeceğimin olmadığının farkındayım.

Öte yandan, hastanede bitkisel hayatta yatan bedenim büyük bir titizlikle korunuyor. Kutsi Bey adeta bir kale inşa etmişti oraya. Bütün hastaneyi, koridoru ve odamın önünü adamlarıyla donattı. Kimi doktor kılığında, kimi hemşire, kimi temizlikçi, kimi güvenlik...

Eh, Kubat ve Melani henüz bu konuda (Bedenimin bitkisel hayatta olduğu ve o hastanede olduğu konusu) bilgiye ulaşamamışken önlemimizi alıyoruz. Sonuçta kendi ellerimle, kendi irademle kendimi feda etmem gerekiyor. Onlar bana zarar verirse, kehanet gerçekleşmez. Büyü bozulmaz, lanet sürüp gider. Kendi sonumu kendim hazırlamalıyım. Acı ama gerçek.

Yine de aklımızı kurcalayan bir konu var. Madem mesele bendim, benim bedenimdi, o ikisi neden Berzan'a zarar vermek istedi? Uğraşmaları gereken kişi ben değil miyim? Berzanla hiçbir ilgisinin olmaması gerekmez mi? Neden onun canına kastettiler? Yoksa Kubat ve Melani, bildiğimizden çok daha fazlasını mı biliyor? Kaçırdığımız bir şey var ama ne? Henüz çözebilmiş değiliz. Ama içimde bir his var: Çok yakında öğreneceğiz ve bu öğrendiğimiz şey, belki de bütün taşları yerinden oynatacak.

Neyse neyse. Geçen son bir kaç haftada Uras'la ilişkimizi ilerlettiğimizden bahsetmiş miydim?Evet, aynen öyle. Kendisi koca koca adımlarla bahçede dalgınca dolaşırken, ben (cismimi görünür kılamadığım için) sadece sesimi ona duyurarak aniden yanında beliriverince ödü kopmuştu. Yani, görüntü yok ses var. Kim olsa korkar. Ama ben iki saat gülmekten yerlere yattım. İki saat kendimi toparlayamadım. Sonrası mı? Bana tatlı tatlı sitem etmişti. Didişmiştik. Zekice, iğneleyici ve eğlenceli laflarına maruz kalmıştım. Onunla atışmak favori hobim olmuştu. Ciddiyim, bu evdeki en eğlenceli aktivite buydu artık.

Tabii işin bir de Berzan kısmı var. Gündüzleri ikimiz de yorulup talim yapıyor, akşamları ise balkonda veya bahçede oturup konuşuyorduk. Rutine dönmüştü bu. Hatta fırsat bulup, nerden tanıştığımızı sorabilmiştim ona. Ama cevap vermekten kaçınmıştı. Konuyu çevirmişti resmen. Hem de iki kez. Tabii o ikincinin son olduğunu bilmiyor. Üçüncü yok. Birdahaki sefere kaçışı yok, anlatacak. Yani bu akşam.

"Bugün çok iyiydin. Enerjini çok tüketmeden görünür kalabildin. Bu harika bi ilerleme, Fedâ."

Kutsi Bey'in övgü dolu sesi kulağıma geldiğinde içim sevinçle doldu.

Gururla gülümsedim. Artık bu tempoya alıştığım içn yorgun değildim ve kendimi oldukça rahat hissediyordum.

"Eğitmenim iyi!" dedim imayla.

Cevabım üzere o da gülümsedi. Ardından başıyla beni işaret etti. "Bak, etrafındaki parıltıyı görüyor musun? Şu an yansıyorsun."

Başımı eğip cismime baktım. Gerçekten de hâlâ yansıyordum! Dudaklarımdan heyecanlı bir kahkaha kaçtı. "Yansıyorum hâlâ!"

Kutsi Bey'in gözlerinde parlayan muziplik, sesine de yansıdı. "Koş hadi koş, hazır yansımışken seninkinin karşısına çık. Artık sadece sesini duymaktan sıkılmıştır o da."

Söylediği cümle üzerine yüzüm kızardı. İçimde utanç ve tatlı bir telaş yükseldi. Ama üzerinde fazla düşünmedim. Hızlıca başımı sallayıp adeta süzülerek içeri girdim. Saray yavrusunun içinde dolaşmaya başladım. Salonda yoktu. Kütüphanede de göremedim. Ara sıra burada bir şeyler okurdu aslında. Odasında mıydı ki?

Hızla koridorun sonuna yürümeye başladım. Adımlarım hızlandı. Köşeyi döneceğim sırada bir bedenle burun buruna geldim. Ani bir fren yapıp durdum. Neredeyse çarpışacaktık. Hemen geri çekilince elim soğuk duvara vurmuştu. Hissetmiştim! Galiba şu an her duyumu kullanabiliyorum! Hem görünürüm, hem dokunabilirim! Sevinçten bayılabiliyor muyum? Çığlık atıp zıplasam ayıp olur mu?

Başımı kaldırdığımda Uras'ın renkli hareleriyle karşılaştım. Kocaman açılmış gözlerle, ipil ipil bakıyordu bana. Şaşkın, mutlu, ürkmüştü.

"Erva!" diye çığırdı sonra. Sesi evin en uzak köşesine bile ulaşacak kadar gürdü. "Yansıyorsun!"

Omuzlarımı dikleştirdim, heyecanımı saklamaya çalışır gibi.
"Biliyorum, sarı fırtına! Berzan nerde!"

Sorum boşa gitti. Dudaklarından sevinçle dolu, sesli bir gülüş firar etti. Uras'ın dudaklarından taşan sevinçli kahkahalar ortalığı doldurdu. Hâlâ şokun etkisindeydi.

"Resmen görüyorum seni! Canım ya, çok duygulandım. Gel sarılıcam!" diye drama bağlayıp kollarını iki yana açtı. Bana doğru bir hamle yapmıştı ki duraksadı. Gözleri büyüdü, dudakları kıvrıldı. ""Bir dakika... Sarılabiliyor muyum ki! Dokunabilir miyim acaba?"

Az önce duvara değmiş ve hissetmiştim. Denemekten zarar gelmezdi. Onun arada kalmışlığını boşverip kollarımı kaldırdım ve aramızdaki boşluğu kapattım. Gövdesinin sertliğini, sırtına konan ellerimle bedeninin temasını hissettim! Sarılabiliyordum! Dokunabiliyordum!

Uras da sarılışıma karşılık verdi. Beni yıllardır görmediği ve özlediği bir yakınına sarılmış gibi, bi sağa bi sola sallayarak kucakladı. Kahkahası boğazında düğümlendi. "Ağlıcam galiba, Gölge."

Ona kavuşmak ve dostluğumuzu ve bağımızı ilk kez böyle somut şekilde hissetmek güzeldi elbette. Ama yüreğim Berzan'la kavuşmayı dört gözle bekliyordu. O yüzden usulca geri çekildim. Uras'a tatlı bir sitemle "Bana şöyle deme diyorum sana!" diye çıkıştım. Aldırmadı tabi. Çünkü ilişkimiz tam anlamıyla bi harika. Bir şahit olsanız! Dünyanın en iyi ikilisi olmaya adayız. Diyaloglarımız da bu iddiamı pekiştirir nitelikte zaten.

"Derim! Bu senin resmi adın. Onca kehanet, lanet falan... O laklaklarda sana gölge deniyor işte. Adresin, lakabın bu."

Kollarımı kavuşturup gözlerimi devirdim.
"O zaman ben de sana 'insan' diye sesleneyim, Urascığım?!"

Yüzünde çocuksu bir pişmanlık belirdi. Omuzlarını silkti. "Böyle düşününce kötü hissettim. Tamam. Ama 'gölge' demek havalı oluyordu. Neyse, Fedâ mı desem acaba ben de? Kutsi bey gibi. O da havalı sanki? Kaç kişinin Fedâ arkadaşı var ki? Hah!"

Uras kendi kendine söylenip bir sürü ihtimali tartarken ben çoktan arkamı dönmüş, adımlarımı hızlandırmıştım. Berzan'ın odasına doğru yürüyordum. Tabii onun koridorda yankılanan sesini duymamak mümkün değildi.
"Fedâ mı desek, gölge mi desek? Belki de 'efsanevi ruh kız' daha uygun olur..."
Düşünceli bir edayla karar aşamasına girmişti. Yokluğumu bile sonradan fark etti. Yahut beni görmeden konuşmaya alıştığı için yadırgamadı, bel ki de. Bu da ihtimallerden biriydi.

"Nereye gittin ya? Erva? Yine mi kayboldun? Hayalet moduna mı bağladın?"

Kahkahamı tutamadım. Sesimi bilerek yükselttim, beni duyabilsin diye: "Hayır! Berzan'ı görmem lazım! Görüşürüz sonra!"

Sesimin geldiği yöne, yani arkasına dönüp baktı. Koridorun diğer ucuna çoktan ulaşmış olduğumu görünce yüzünde paha biçilemez bir ifade belirdi. "Ne ara gittin ya! Neyse..."

Duraksadıktan sonra yeni hatırlamış gibi seslendi. "Berzan arka bahçede!"

O an durup kollarımı iki yana açtım. "Bunu şimdi mi söylüyorsun!" diye çıkıştım. Ahlanıp vahlandım. Uras kahkaha attı, belli ki beni kızdırmanın keyfini çıkarıyordu. Ben ise homurdanarak yönümü değiştirdim. "Bütün günümü çaldın resmen, sarı fırtına," diye mırıldandım kendi kendime. Diğer çıkışı kullandım ve arka bahçeye geçtim.

Güneşin altın rengi, çimenlerin üzerinde titrek parıltılar bırakıyordu. Bakışlarım hemen onu buldu. Berzan sessizce oturuyordu. Gözleri kapalıydı, yüzündeki çizgiler dinginleşmişti. Zihnini boşaltmak için ara sıra böyle yalnız kalırdı. Kimi zaman tek bir yaprağın düşüşünü, kimi zaman rüzgârın uğultusunu dinlerdi. Dünyanın gürültüsünden kendini çekip alır, sadece kalbinin sesine kulak verirdi.

Heyecanla yanına yaklaştım. Yürümek yerine havada süzüldüm. Ona sürpriz yapacaktım. Önüne dek usulca gittim. Yanına vardığımda nefesimi tutar gibi oldum. Tatlı bir sıkışmışlık hissi belirdi içimde. Usulca eğildim. Onu korkutmamayı dileyerek, titrek bir cesaretele, eline uzandım ve tuttum. Parmakları sıcacıktı. Isısı bir anda ruhuma işledi. Damarlarından akan kanın, canlılığın, hayatın varlığını hissettim. Bana aktı sanki. Sanki ben de onunla birlikte yeniden doğdum o dokunuşta.

Temasım üzere parmakları kıpırdadı. Hafifçe irkildi ve gözlerini açtı. Neyse ki korkmuş değildi. O anki bakışında yalnızca şaşkınlık vardı. Derin, meraklı, en çok da huzurlu ve mutlu bir şaşkınlık.

Bakışları, elimden yüzüme doğru süzüldü. Göz göze geldik. O an benim için dünya susmuştu. Berzan, önce derin bir nefes aldı. Sanki uzun zamandır tuttuğu bir soluğu bırakır gibiydi. Parmaklarını usulca oynattı, sonra hafifçe elimi sıktı. Elinin arasındaki elimin varlığını bir an bile yadırgamadı. Buna alışkınmış gibi, çok tanıdık bir durummuş gibi...

Dudaklarının kenarı titredi, ardından yavaşça kıvrıldı. Yüzünde beliren gülümseme, aynı anda hem çocukça hem de ağırbaşlıydı. Gözlerinde bir parıltı vardı; şükürle karışık, inanamayışla yoğrulmuş bir parıltı.

"Erva..."

Sesinde bir sükûnet, bir kavuşmanın sevinci gizliydi. Sanki yıllardır bu anı beklemişti ve sonunda sabrının karşılığını almıştı. Gözlerini hiç ayırmadan bana baktı. Usulca yanına oturdum. Diğer elini de elimin üzerine koyup, elimi avuçlarının arasına aldı. "Gerçekten buradasın ve görüyorum, dokunabiliyorum..."

Sesinde öyle derin bir minnettarlık vardı ki, gözlerimin buğulanmasına engel olamadım. Ben onun için bir mucizeydim belki. Ama o da benim için bir mucize olduğundan habersizdi.

Bir süre konuşamadık. İkimiz de bu hâli idrak edip hissetmeye bıraktık kendimizi. Berzan'ın bakışlarını doyasıya yüzümde gezdirdi. Alnımdan yanaklarıma, dudaklarımdan çeneme... Her çizgimi hafızasına tek tek işliyordu sanki.

"Onca zaman seni sadece kalbimde ve zihnimde görüyordum... Şimdi karşımda, bütün güzelliğinle buradasın. Ne kadar özlemişim yüzüne bakmayı..."

Sesi titredi. Sonra elini yavaşça kaldırdı. Hareketleri öyle dikkatliydi ki, sanki yanlışlıkla dokunsa ben kaybolacaktım. Parmak uçları yanağıma değdiğinde içimden bir ürperti geçti. Sıcaklığı, dokunuşuyla birleşip cismimin en derin köşelerine aktı. Çehremi saran enerji renkten renge boyandı.

"Yüzüne bakmaya doyamayacağım kadar çok özlemişim seni."

Kavuşmanın tarifsiz huzurunu duyumsadım. Sahildeki karşılaşmamızın ardından ilk kez temas ediyor, görebiliyorduk birbirimizi. İnanılmaz bir histi.

Öte yandan, öleceğimi biliyordum. Daha doğrusu, tamamen öleceğimi, ruhumun özgürlüğe kavuşup bedenimin toprağın altında kalacağını... Bir daha onunla iletişim kuramayacağımı, o sessiz boşluğun beni çevreleyeceğini... Ve zamanın yaklaştığını hissediyordum. Bu yüzden hiçbir şeyi ertelemek istemiyordum. Normal bir hayatımız olsaydı, iki sıradan insan olsaydık, belki de utanır, adım adım ilerlerdik bu ilişkide. Yavaş yavaş. Ama Berzan'ı yeni tanımış, yeni kavuşmuştum ve yakında kaybedecektim. Veda etmek zorunda kalacaktım. Bu gerçeklik, her şeyi hızlandırıyor, beni daha cesur kılıyordu. Ona karşı açık olmak, her şeyi söylemek istiyordum. Tam da bu sebeple samimiyetle konuştum.

"Berzan... İyi ki yansıdım senin varlık aynana. Senin nezdinde var olmak, başıma gelen en kıymetli şeydi. Teşekkür ederim."

Parmaklarının sırtıyla yanağımı usulca okşadı, bakışları derin ve sarsıcı bir ciddiyetle doluydu.
"Erva, iyi ki yansıdın varlık aynamda. Senin hayatımda herhangi bir şekilde var olman başıma gelen en kıymetli şeydi. Hâlâ da öyle."

Aklından her ne geçiyorsa, aniden durgunlaştı. "Sahildeki konuşmamızı hatırlıyor musun?" derken tavrı, söyleyeceği şeyin zor olduğunu işaret eder gibiydi. Yutkundu. "Ben bu hikâyenin sonunu biliyorum, demiştim. Acıklı."

"Hatırlıyorum," diyerek başımı salladım.

Derin bir nefes aldı. "Erva. Ben bu hikâyenin sonunu değiştirmek istiyorum. Acıklı bitmesin. Seni yeniden kaybedemem."

Zaman durdu gibi hissettim. Kalbim olsaydı, o da dururdu hatta. İçimde, hem umut dolu bir fırtına koptu, hem de keskin bir acı kıvılcımı. Berzan, gerçeklerden gerçekten habersiz bir şekilde acıklı bir son istemediğini söylüyordu. Oysa bundan kaçışımız yoktu. Ölümüm, lanetin kırılması için bir gereklilikti. Dünyanın iyiliği, benim hayatımdan daha ağır basıyordu.

İki farklı yol vardı: bir yanda onun isteği, birlikte yaşama arzusu, acıdan uzak, umut dolu bir son. Diğer yanda kendi fedakarlığım, dünyanın geleceği, lanetin bitmesi için vazgeçmem gereken her şey. Berzan da dahil... Gözlerime bakarken o, bütün bunları henüz bilmiyordu. Ama ben biliyordum. Ve ruhumda gittikçe büyük bir boşluk açılıyordu.

Onun arzusu, kararlılığı, sevgisi, beni hem güçlendiriyor hem de paramparça ediyordu. Öte yandan, gözlerindeki ışığı gördükçe, kalbimin kırılganlığına rağmen, ona sarılmak ve her anı doya doya yaşamak istedim.

"Berzan," dedim ve bu kez ben uzandım onun yüzüne. Yanağında, sakallarında dolaştırdım elimi. Enerjim dalgalandı. Suya taş atılınca etrafında oluşan çemberler gibi...
"Bunu ben de istiyorum. Mutlu sonlara inanmak istiyorum."

Ama hakikat yüzüme tokat gibi çarpıyor, Berzan.

Her şey çok iç içeydi. Duygularım karmakarışık olmuştu. Umut ve korku, arzu ve kabulleniş... Daha fazla ertelemeden gerçekleri Berzan'a anlatmalıydım. Kendini hazırlamalıydı.


Ama önce konuşmamız gereken başka bir mesele vardı. Konuşmanın gidişatını ve ortamın havasını belirgin şekilde değiştirsem de, buna mecburdum. Gözlerinin içine bakarken gülümsedim, ama bakışlarım ciddiydi. Elleri hâlâ ellerimde, parmaklarımız birbirine dolanmıştı. O anın yoğunluğu, zamanın ağır aksak akmasına sebep oluyordu.

"Bu kez kaçmana izin vermeyeceğim," dedim kararlılıkla. "Bana anlatacaksın. Nereden tanışıyoruz seninle? Nasıl oldu da aşık oldun bana?"

Berzan derin bir nefes aldı. Gözlerini uzak bir noktaya dikip hafifçe titredi; sanki geçmişin ağırlığı omuzlarına binmişti. Sonra toparlanır gibi oldu. Yüzüme baktı.
"Erva, anlatmam gereken şey canını yakabilir. Ne tepki verirsin bilmiyorum. Ama hakkın var. O yüzden kaçmayacağım. Yüzleşmemiz lazım."

Buna hazır olduğumu belli etmek isteyerek ellerimizi birbirine daha sıkı kenetledim ve devam etmesi için başımı salladım.

"Beni belki hatırlamıyorsun. Ama aslında biz aynı ortamda bulunduk bir şekilde. Sen fark etmemiş olabilirsin. Ama ben seni uzaktan gördüm. Önemsedim. Sevdim. Sen farkında olmasan da gözlemledim..."

Dudaklarının kenarı kasılmıştı; söylemesi zor bir itirafın eşiğinde gibi. Derin bir nefes daha aldı. Gözleri bir anlığına uzaklara daldı, sonra tekrar bana döndü.

"Abini kaybettiğiniz trafik kazası var ya... O kazayı yapan diğer kişi bendim. Benim sürdüğüm araba ve abinin arabası çarpıştı."

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken, içimde garip bir ağırlık hissettim. Evet, abimi trafik kazasında kaybetmiştik. Üstelik çok gençti. İşe giderken geç kalmamak için fazla hız yapmıştı. Dikkatsiz davranmıştı. Karşı taraf hatalı değildi, bunu biliyorduk. Mobeselerde ve kamera kayıtlarında da kaza anı net şekilde görünüyordu. Polis ayrıntıları ailemize aktarmıştı. Hatta bu sebeple karşı taraf (yani şimdi öğrendiğim hâliyle Berzan) hatalı değildi. Bu sebeple ceza da almamıştı.

"O kaza anını unutamadım. Her zaman kendimi sorguladım. Daha çok dikkat etseydim abin belki hayatta olabilirdi diye düşündüm. Hatalı değildim ama yine de suçlu ve sorumlu hissetmekten kendimi alamadım. O yük, benimle kaldı."

Gözleri doldu, sesi biraz kırıldı ama devam etti. Bakışlarında pişmanlık, suçluluk ve derin bir koruma isteği vardı. Kıyamam ki ben ona!

"Kazadan sonra abin vefat edince ben de iyice kötüleştim. Psikolojik yardım almak zorunda kaldım. Bir süre içime kapandım. Araba kullanmaktan kaçındım. Uras yanımdaydı, destek oldu. Sonra içim biraz rahatlasın diye gelip ailenle tanıştım. Ailenizi soruşturdum. Durumunuzu öğrendim. Evin maddi sorumluluğu abinin omuzlarındaymış. O da vefate edince işte... Neyse. Sen yaşadıklarını daha iyi bilirsin. Bunu öğrenince bi karar verdim. Gizlice yardım etmeye başladım. Gizlice sana burs verdim, kimliğimi saklayarak. Bunu sana şimdi dürüstçe söylüyorum, çünkü hiçbir şeyi saklamak istemiyorum."

"Berzan, sen nasıl bi adamsın?" dedim hayranlıkla. gözyaşlarım boğazıma düğümlendi. Oturup hüngür hüngür ağlayabilirdim. Ona iyice sokuldum. "Suçun olmadığı halde ne kadar dert edinmişsin. Bir de gizli gizli burs vermişsin... Hayatımda bi kahraman varmış ama farkında değilmişim."

Kolunu arkamdan geçirip omzuma attı ve beni göğsüne yasladı. Göğsünün ritmik hareketi kulaklarımda yankılanırken, kokusu ciğerlerime doldu. Anlatmaya devam etti.

"Burs verme kararı alırken seni biraz tanımak istedim. İnsanlarla nasıl iletişim kurduğunu, neye önem verdiğini görmek istedim. O yüzden okulunda yaptığınız programa katıldım, konuşmanı dinledim. Halin, tavrın, söylediklerin; her şey bana çok doğal ve samimi geldi. Ve o anda, fark ettim ki, seni desteklemek istiyorum. Böylece bursu sana verdim ama kimliğimi gizli tutarak, aracılığı bir kurum üzerinden..."

Geçmişim film şeridi gibi önüme serildi. O burs benim için sadece para değildi; hayata tutunma ipiydi. O olmasa belki eğitimimi yarıda bırakacaktım, belki hayallerim küllenip yok olacaktı. Zorluklar arasında nefes alamazken bir kapı açılmıştı önümde; bana güç veren, beni omuzlarından kaldırıp "devam et" diyen görünmez bir el olmuştu. Şimdi öğreniyordum ki o el, yanımda duran bu adamın elleriydi. İçimden yükselen minnet, göğsümde dalga dalga kabardı.

Anımsadığı bir şey yüzünden olsa gerek, Berzan'ın dudaklarının kenarı usulca kıvrıldı. Gözlerinde hem hüzün hem de tatlı bir ışıltı vardı.

"Sonra bir gün kongrede bir sunum yapacağını duydum. Oraya geldim, seni dinledim. Söylediğin bir cümle vardı, hâlâ unutamıyorum. O an zihnime kazındı: 'İnsanları gerçekten tanımak için, onların kayıplarına nasıl tepki verdiklerine bakmak lazım.' O söz ve devamında anlattıkların beni çok etkiledi. Abinin ölümüne neden olan kazayla ilgili hislerimle kesişti bahsettiklerin. O anda sana karşı bir şeyler hissettim; sadece saygı değil, bir bağ, merak, çekim..."

Anlattıkları üzere anılarım canlandı. Heyecandan ellerimin titrediği o günü hatırladım; kürsüdeyken yüzüme vuran ışıklar, kalabalığın üzerime dikili gözleri, nefesimi düzenlemek için verdiğim küçük molalar. Anlattığım konu, konuşmamı bitirdiğimde bana yönelen bakışlar, sorular... Hatta bitiminde yanıma gelip daha fazla şey öğrenmek isteyenler, benimle konuşanlar dahi olmuştu.

Bir dakika, bir dakika! Yoksa...

Gözlerim hayretle irice açıldı. Biraz geri çekilip Berzan'ın yüzüne dikkatle baktım. Evet, evet, şimdi daha netti!

"Yaaa! O kongredeki konuşmamdan sonra çıkışta bir adam yanıma gelip benimle uzunca konuşmuştu. O sendin, değil mi?"

Berzan'ın dudaklarında derin, derinden gelen bir gülüş belirdi. O gülüş ruhumu sarıp kuşattı sanki. "Sonunda beni hatırladın demek!"

Sanki hayatımın görünmez boşlukları bir bir doluyordu. "Yaa Berzan!" diyebildim sadece. Ama sesimde yüzlerce kelimenin ağırlığı var. Ve onun söylenmeyen her şeyi hissettiğini biliyordum.

Dayanamadım, boynuna sarıldım. Yıllardır beklediğim limanı bulmuştum. Çook önceleri, "Bazı insanlar, birbirine sığınaktır," demiştik ya hani? Berzan benim sığınağımdı.
Meğer sen hep oradaymışsın, ben görememişim Berzan.

Onun güven veren kollarında, dinlendiren sesinden hikayemizin kalanını dinlemek için dikkat kesildim.

"Etkinlikten sonra dayanamayıp yanına geldim. Cevaplarını, bakışlarını, o anki duruşunu, her şeyi hatırlıyorum. İlk kez karşı karşıya gelmiş ve konuşmuştuk. Kısaydı, on beş dakika belki. Ama benim için o bir kez, yeterliydi. Etkilenmiştim. İçimde bir şey kıpırdadı, o gün başladı her şey."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım; sözleri içime işliyordu. "Ciddi misin?"

Başını salladı.

"O günden sonra senin yaptığın etkinlikleri ve işleri takip ettim. Sosyal destek kulübünüzle düzenlediğiniz etkinlikler, sosyal medyada paylaştıkların; hepsi bana senin hayata yaklaşımını gösterdi. İlgilendikçe, yaptıklarını izledikçe, seni koruma, yanında olma isteğim güçlendi. Daha da etkilenmeye başladım. Kalbimi çaldın."

Sonra, dudaklarının kenarında tatlı bir gülümseme belirdi. O gülümseme beni daha da eritti.
"Birini birebir tanımadan aşık olunmayacağına inanırdım. Sen geldin, tersini gösterdin bana. Önce şaşırdım tabi. Ama ne yaparsan yap, ne söylerse söyle... Kalbe etki etmiyor. Sana karşı hissettiklerim değişmedi. Aksine, gittikçe de büyüdü."

Yanağıma değen nefesiyle tüylerim ürperdi. Bir kez görmüş, bir kez konuşmuş, ama kalbine beni yerleştirmiş... Bunu düşünmek bile içimde bir yangın çıkarıyordu.

"Bir kere karşılaştık ve sen beni böyle samimi, kalpten sevdin..." diye inanamaz gibi mırıldandım. Sesim, hayretle hayranlık arasında gidip geliyordu. Ellerim, farkında olmadan göğsünde sıkıca kenetlendi. Sanki bedenim, "beni bırakma" der gibi daha da yaklaştı ona.

"İki aslında," dedi Berzan, dudaklarının kenarında muzip bir gülüşle. Bunun arkasından bir şey çıkacak, demedi demeyin!

"Anlat çabuk!" dedim tez canlılıkla. Heyecandan gözlerim parladı.

"Tamam... Görevli olduğun başka bir programa daha gelmiştim. Henüz tek tük insan vardı. Sen beni salon görevlilerinden biri sandın. Masaların yerini değiştirmemi, ortaya itmemi rica ettin. Sonra da kenarıda duran bir kaç çantayı sahneye taşımamı istedin. Ben de memnuniyetle yardım ettim, tabii ki. Hâlbuki görevli değildim, sadece kendime oturacak uygun yer seçmeye çalışıyordum."

Bir anda zihnimde o an canlandı. Ah, evet! Hatırlıyordum! O anki utanma duygusu bile yüzüme geri döndü. Kaşlarım hayretle havalandı. "Berzaan! Hatırlıyorum!" dedim ismini uzata uzata söyleyerek. "Sonradan seni seyircilerin arasında katılımcı kartıyla görmüştüm. Görevli olmadığını anlamıştım ve çok utanmıştım yaa!"

"Evet. Fark ettiğini anlayınca o şaşkın ve panik hâline gülmeden edememiştim. Sen de mahçupça gülümsemiştin sonra. O gün tamamen emin oldum; aşıktım sana."

Başımı kaldırdım. Gözlerim onun gözlerine kilitlendiğinde nutkum tutuldu. O bakışlarda saklı olan şey öyle güçlüydü ki, beni baştan aşağıya sarsıyordu: bana ait bir sevgi... Hem derin hem yakıcı. Gözlerinde yalnızca ben vardım; bütün çıplaklığıyla, bütün gerçekliğiyle. İçimdeki utançla karışık kahkaham aniden sustu. İçimdeki tüm duygular tek bir şeye dönüştü: tarifsiz bir şükür. Böyle sevilmek nasıl bir mucizeydi? Hayat bana onca yük, onca yara bırakmışken, bir adam çıkmıştı karşıma ve bütün yaralarıma kendi kalbiyle merhem oluyordu.

Ansızın "Benimle kal," dedi fısıldar gibi. Acaba silikleşiyor muyum diyerek kendime baktım. Hayır, hâlâ net bir şekilde yansıyordum.

"Ne olursa olsun, burada, kollarımın arasında güvenle kal. Bu dünyada ya da başka bir yerde... Ama gitme."

Canım yandı. Ne kadar basit, ama ne kadar yakıcı bir istek. "Keşke!" diye bağırasım geldi. Bu arzusunu gerçekleştirmeyi o kadar çok isterdim ki! Fakat yine dönmüş dolaşmış, o sarsıcı hakikatin iplerine takılmıştım. Berzan'a bunun sözünü veremiyordum. Veremezdim. Gitmeye mahkûm olduğum gerçeği boynuma dolanmış zincir gibi beni boğuyordu.

Gözlerimi kaçırdım. Zar zor da olsa iki cümlenin ucunu bir araya getirebildim.

"Berzan, ben buradayım ama ne kadar kalabilirim, bilmiyorum. Bu benim kontrolümde değil. Sadece... Sadece şu an burada olmama izin ver."

Kollarını daha sıkı sardı. "Senin varlığın bana yaşamayı öğretti Erva. Amaçların bana amaç verdi. Anlamların anlam kattı. O yüzden hep benimle kal. Anlamlarımı alıp gitme."

Söyledikleri üzere göz kapaklarım hızla örtüldü. Bir mührü ruhuma vurur gibi... Çehremi saran enerjinin rengi kasvete büründü. Sesim titriyordu artık.
"Seninle geçen bu anlar benim için nefes gibi. Ama ya biterse? Ya bir gün burada olamazsam? O zaman da beni hisset, tamam mı? Hangi âlemde olursam olayım. Çünkü ben zaten hep buradaydım, yanı başında. Farkında olmasan da. Görmesen de hatta. Beni hissediyordun. Hep hissettin."

İçimde fırtınalar koptu. Onun sevgisine sarılıp sonsuza dek burada kalmak isterken, gerçeğin acı yüzü boğazıma dikenler gibi saplanıyordu. Duraksadım. Gözlerine kararlılıkla baktım.
"Berzan, Senden tek bir şey isteyebilir miyim?"

"İste."

"Beni unutma. Ne olursa olsun, hatırla. Bu kadar kıymetli bir bağın, bu hikayenin kaybolup gitmesine izin verme. Bir de... ben olmasam bile güçlü kal. Hayvanlarla, bitkilerle dostluğuna devam et. Evreni dinle. Yaşadığını hisset. Anlamlara sarılmayı bırakma. Olur mu?"

Belki de bu taleple kendimi avutuyordum. Bilmiyorum. Ama bir şeylere inanmaya ihtiyacım vardı.

Derin bir nefes aldı. Gözlerinde bir gölge ansızın büyüdü. Bu ihtimallerden rahatsız olmuş gibiydi.
"Hatırlamak mı? Erva, seni unutmam mümkün değil. Eğer her şey silinse bile, seninle geçirdiğim bu anlar kalacak. Çünkü sen benim varlık aynamda hep olacaksın. Ayrıca, 'ben olmasam' ile başlayan kısmı yok sayıyorum. Sen olacaksın Erva. Olacaksın. Ben de tutamayacağım sözler vermeyeceğim."

Gözlerim doldu. "Tutamayacağın sözler vermeyeceğim" demesi, doğrusu, kulağıma hem gerçek hem acıklı geldi.

Küçük bir duraksamadan sonra ortamı yumuşatmak ister gibi ciddiyetini törpüledi. Tatlı bir edayla gülümsedi.
"Yani beni bırakmak gibi bi düşüncen varsa, hemen ondan kurtul."

"Ben seni bırakmak istemiyorum. Hiç istemedim."

"Bırakmayacaksın. Ne olursa olsun, seni koruyacağım. Bu dünyada, başka bir yerde, nerede olursam olayım... Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

Gözlerimi kapattım ve daha sıkı sarıldım. İçimde hem korku hem umut vardı. Korku, geleceğin acı gerçeği yüzünden; umut ise şu anın sıcaklığı ve onun bu an için verdiği samimi sözlerdeydi. Düşündüm: belki fiziksel olarak yanımda kalamayacağım, ama bu anları, onun sesiyle, bakışıyla, ellerinin sıcaklığıyla sonsuzlaştırabilirdim. Ve eğer bir gün buralarda olamazsam, ardımda kalacak en değerli şeyin onun kalbindeki iz olmasını istedim.

Aramızda kısa bir sessizlik doğdu. Onun yüzünü, dudaklarının kıvrımını, gözlerinin kenarındaki ince çizgileri izledim; her harekette, her soluk alışında onun korkusunu sezinledim. Endişeli bakışlarımı yüzünde dolandırmaktan kendi alıkoyamıyordum. Bu kararlılığı beni ürkütüyordu. Beni korumak istemesi, birlikte olmamızı istemesi harikaydı. Saf sevgisini işaret ediyordu. Ama mümkün değildi ki. Ben Fedâ'ydım, ve Berzan bunu göremiyor, ya da görmek istemiyordu.

Bakışlarımdaki ve yüz ifademdeki manaları yavaş yavaş sezip içselleştirmiş olsa gerek, elimi daha sıkı tuttu. Gözlerindeki ifadeyi yavaşça okuyordum; sadece koruma değil, delice bir kaygı, geleceğe dönük bir çaresizlik...

"Korkuyorum, Erva," diye itiraf etti. "Bu hikaye, benim kontrolümde değilmiş gibi hissediyorum. Ama şunu biliyorum: Eğer sana tutunmazsam, her şey daha da karanlık olacak."

Korkusu bana dokundu. İnsan olarak kırılganlığını sergilemesi kalbimi yumuşattı. İçimde onu teselli etme arzusu kabardı. Ama şu an ona gelecekten, ayrılıktan, fedakarlıktan söz edemeyecektim. Bu gece için ağır kaçacaktı. Ben dahi hazır değildim. Hele az evvelki sözlerinden sonra... Onu incitmeden, gerçeği yük etmeden; bu kısa, parlak süreyi mümkün olduğunca temiz, mümkün olduğunca gerçek yaşatmak istiyordum.

Ben de onu bırakmak istemiyorum. Fakat sevmek bazen bırakabilmeyi de gerektiriyor. Karşısındakinin iyiliği için yapılan seçimler, acı olsa da doğru olanlar...

"Ben de korkuyorum," dedim sonunda. Gözlerim onun gözlerinde, avuçlarım onun ellerinde asılı kaldı. Sanki ikimiz de aynı uçurumun kenarında, birbirimize tutunarak dengede duruyorduk.

 

 

Bölüm : 14.09.2025 01:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...