16. Bölüm
Şeymanur / Kendini Özgürlüğe Bırak / ~ zamansız ~

~ zamansız ~

Şeymanur
sukunettekelimeler

~ Yasak Aşk ~

 

Nikahımız dün kıyıldı! Evet evet, doğru duydunuz. Çünkü düğünümüz bu haftasonu. Çekimlerde rahat olabilmek için dini ve resmi nikahı kıydık bugün. Vatana millete, en çok da Özgürle bana hayırlı uğurlu olsun.

Hazırlıklarla ilgili küçük bir bahaneyle Özgür beni evden almış, dönüşte de direkt eve bırakmak yerine göl kenarına getirmişti.

Göl kenarında, akşam serinliği üzerimize ince bir battaniye gibi serilmişti. Sessizlik vardı ama gergin değil, huzurluydu. Suyun yüzeyinde titrek bir ay yansıması… tam romantik filmlik yani. Ama tabii ki içimdeki “Hayat” kanalında durum bambaşkaydı. Nikahtan sonra ilk kez baş başaydık. Allah’ım!

Özgür’le yanyana oturuyorduk, aramızda klasik “ne kadar yakınım ne kadar uzağım” hesaplamaları. Bir yaprak düşse panikle “Ben bişey yapmadım!” diyecek gibiydim.

Havadan sudan konuşurken, birden, öylece, hiç çaktırmadan, haber vermeden, bak yapıyorum kalbini hazırla Hayat demeden, çat diye elimi tuttu.

Hayır, hayır bu bir çarpışma falan değil. Gayet bilinçli, sessiz ve sakin bir el tutuşuydu. Sessizlik devam etti. Ama benim içimde kıyamet. Resmen kıyamet. ACİLEN KENDİNE YENİ BİR KALP BUL!

“Tamam Hayat. PANİK YOK. Elini tuttu. BU BİR EL. Özgür artık KOCAN. SEN DE İNSANSIN. BU DA BİR TUTUŞ. HERKES RAHAT OLSUN!”

Ama tabii ki rahat falan değilim. Avuçlarımın içi terledi. Ayy bana sıcak bastı! Kalbim desen çırpınıyor. Martı mı bu kalp, niye kanat çırpıyor içeride?

Şimdi ne yapacağım ben? Elimi geri çeksem kabalık mı olur? Ama bırakmasam da... yani... bayılıcam sanki. N’apıyoruz biz?

Ne yaşıyorum ben ya! Ne çekmesi! Adam senin eşin Hayat! Bırak tutsun! Şimdi değilse ne zaman!

Bir an başımı kaldırıp ona baktım. Oysa o hâlâ göle bakıyor. Sakin. Cool. Sanki gölün sıcaklık derecesini ölçüyor gibi bir yüz ifadesi. Benimse içimdeki ses hâlâ bağırıyor: “BİRAZ TEPKİ VER ÖZGÜR! Bari göz kırp, öksür, boğazını temizle falan! Bu kadar sakin olunmaz ya!”

Parmaklarımı birazcık oynattım, tepki ölçer gibi. Ama Özgür hafifçe gülümsedi. Kıpırdamadı.

“Of. Of. O kadar ‘cool’ ki... Ben burada iç savaştayım, o dış mihraklar umurunda değilmiş gibi takılıyor. Harika.”

Sonunda kendi kendime şu sonuca vardım: “Belli ki bu akşam el ele tutulacağız. Bunu kabullen Hayat. Kıymet bil.”

Ve öylece… suyun şırıltısı eşliğinde, kalbim trampet çalarken, elim onun avuç içindeyken oturdum.

Eve dönüş vakti geldiğinde toparlandık. Hani şu romantik anın ardından gelen "e hadi kalkalım" evresi…

Ben çantamı alırken yere düşürdüğüm termosun kapağını bulmaya çalışıyor, Özgür de başımda dikiliyordu. Buldum, doğruldum. Çantamı omzuma attım.

Elini bana uzattı.

Ama öyle gelişi güzel değil. Gayet teklif eder gibi. Sanki “haydi, şimdi bu el tutularak yürünsün” diye özel üretim bir jest. Avuç içi yukarı, parmaklar hafif açık, bir de o hafif tebessüm…
Ayy. Beni bitirdi bu adam bugün.

Yüzümde "ne hoş bir teklif" ifadesiyle elini tuttum. Ama elim onun eline değer değmez içimdeki orkestra müziğe başladı. “TUTTUM! TUTTUUUUMMM!!!” Arkadaşlar bu el çok güzel bir el!

İnce ama güçlü. Allah'ım ben şimdi ne yapacağım bu mutlulukla?

Yürümeye başladık. Ama ayaklarım yere basıyor mu emin değilim. Dizlerim “bize güvenme” diye uyarı sinyalleri gönderiyor. Bu kadar romantizme alışık değilim. Bir insan hem el tutup hem bayılmadan nasıl yürür? Bunu okullarda neden öğretmediler?

Özgür arada bana bakıyor. Ben de ona kaçamak bakıyorum. Ama o kadar heyecanlıyım ki, gözlerim bile kekeleyebilir.

Terapistimle bu fazla heyecanımı da konuşsam iyi olacak. Evet terapi alıyorum, söylemeyi unuttum. Bir kaç ay oldu. Evlilik teklifinden önceydi, Özgür önermişti. İyi geliyor. Dönelim konumuza.

“Yüzüne bak Hayat. Göz teması kur. Ama çok değil. Sakın gözlerini dikip sabit bakma. Manyak zannedebilir. Bak, gülümse. Ama dişlerini gösterme, korkutucu olabilir. Hafif gülümse. Gözlerle. Ama gözlerinle gülümserken yürümeyi unutma. Ah, beynim patladı!”

Arabaya giden yol boyunca konuşmadık ama sanki her şey söylenmişti.

Ben içimde yıllık aşk manifestomu yazarken, elim onun avucunda, kalbim gıdıklanmış bir kedi gibi mırlarken; bir yandan da kendime sessizce şunu dedim: “Hayat, tamam. Aşıksın. Fark ettik. Ama birazcık cool ol. Hani şu filmlerdeki gibi… Hani böyle ‘ben mi heyecanlandım yaa hiç fark etmedim’ tavrı? Ama yok. Sen direk düğün pastası hayalindesin şu an. Allahtan düğüne az kaldı. Hayırlısı.”

 

🌑🌒🌓🌔🌕🌖🌗🌘

 

Ben, Hayat. Ve karşımda artık "kocam" olan Özgür. İki gündür resmen evliyim. Nikahlı yani. Sıfır kilometre evlilik. Evet, hâlâ inanamıyorum.

Şimdi sevgili eşimin aile evindeyiz. Bir kaç küçük iş için geldik. Ama annesi ve annem, balkonda birer kahve içmeden gitmeyelim dedi. Dünürler iyi anlaşıyor şükür. Evde anneler ve biz haricinde kimse yok. Odaya kutu bırakmaya girdim, Özgür’ün radarına takıldım. Bırakmıyor ki gideyim.

Hatta ve hatta, Özgür kapıyı usulca kapattı. "Usulca"nın da bir tık fazla karizmatik versiyonu olabilir.

Sonra bana döndü.

“Hayat…” dedi o sesiyle, hani şu romantik ve huşulu olan. İlk kez bu kadar derinine rastladığım.

Beynim o an o ses tonu ve bakışlarla alarma geçti. Zaten kapıyı da kapattı. Niyeti bozmasın bu! Bak bir de üstüme üstüme yürüyor!

“HAYIR. DİKKAT! TEMAS İSTEĞİ ALGILANDI! TEHLİKE TEHLİKE! KOD 37! ANNEM BALKONDA! KAYINVALİDE DE ORADA! DUYABİLİRLER. GÖREBİLİRLER. GELİP YAKALAYABİLİRLER.”

Ama Özgür yaklaşmaya devam ediyor. Gözleri gözümde. Önümde durdu. Elini yanağıma koydu.

Ben “İki gün daha sabret, yarın fotoğraf çekimi, öbür gün kına, sonra düğün,” diyecektim ki uzanıp yanağımı öptü!

Evet. İlk öpücük. Resmî, devlet destekli. Noter huzurunda onaylı öpücük.

İçimdeki muhafazakâr teyze susmuyordu: “Yavrum şu çocuğa biraz mesafe koy. Şöyle bir diz mesafesi olur, sehpa mesafesi olur, yoksa çok fenalık olur. Her şeyin bi adabı vardır. Ya şu an bir öksürük sesi gelse? Ya annem 'Hayat bir şey lazım mı' dese? Ya 'çay koyduk gelir misiniz' diye çağırsa?”

Yani bakın, çok vefalıyım. Kimin çocuğu olduğunu unutmuyorum. Babamın!

— Özgür, çok romantiksin ama annem nefes aldığımı bile duyuyor.

Güldü.

“Haklısın, en son seni öperken annem balkondan “Hayat ayakkabını almayı unutmaaa” derse, travma olur.”

Ve işte o an… Birbirimize baktık. Aynı anda güldük.

Ama sonra bakışları gülüşüme takıldı. O tehlikeli tehlikeli gülüş geldi yine yüzüne.

Sesini yumuşattı ama gözleri yaramaz çocuk gibi parlıyordu. Bir bahane arıyor gibi, kendini de ikna etmek ister gibi konuştu.

“Balkondalar. Hem evin öbür ucundalar. Laf lafı açmıştır şimdi, gelmezler kolay kolay.”

Sanki annelerimiz değil de karşı komşu teyzelerdi bahsettiğimiz! Deli adam!

Ona “Ya sen nasıl böyle rahatsın ya…” derken, içimde bir alarm zili çalıyordu: “Dikkat! Dikkat! Tehlikeli yakınlaşma! Acil çıkış nerede, biri bana söylesin!”

Ama vücut? O hiç oralı değil. Yani beynim “Hayır” diye pankart açarken, kalbim göbek atıyor, ellerim ise Özgür’ün omzuna konmuş bile.

“Özgür...” dedim, adını uzatarak. “Bak gerçekten geliverirler, sonra... sonra...”

Devamını getiremedim çünkü adam hiç oralı değil. Duymamış gibi adeta. Sakince yüzüme bir öpücük kondurdu. Sonra bir tane daha. SONRA BİR TANE DAHA!

“Dur! Dur! Bu kaçıncı oldu?!” dedim içimden. Ama gülüyorum da... Hem içim eriyor hem de kıkırdamaktan kendimi alamıyorum. İtiraf edeyim: Özgür, yüzüme tık tık kondurduğu o minik öpücüklerle beni dondurma gibi eritiyordu.

“Ne yapıyorsun sen?” dedim sözde ciddi bir ifadeyle.

“Hiç,” dedi gülümseyerek, “Seni seviyorum sadece.”

İşte orada… Gittim ben. Yani içimde bir Hayat var ya, o Hayat diz çöküp dedi ki: “Tamam. Ben teslimim. Beni alın götürün. Artık sizinim.”

Ama bir yandan da içimden geçiyor: “Allah’ım ne olur annem içeri girmesin… Girerse ben ömrüm boyunca bu utancı unutamam.”

Tam “bu adam ciddiyet nedir bilmez” diye içimden geçirirken Özgür birden durdu. Yüzüme kondurduğu o şaka gibi öpücüklerin ardından, göz göze geldik. Ve bir şey oldu.

Yani böyle... Hani bazen zaman yavaşlar ya, film gibi olur her şey… İşte öyle bir an. Bir anda yüzündeki o muzur sırıtış yok oldu. Gözleri ciddileşti. Baktı. Bildiğin baktı. Benden çok daha fazlasını görür gibi.

“Dur, hayır, evet, lütfen, ama annem, ama ben, ama o ne yapıyor, nefes alamıyorum, NEFES ALAMIYORUM! Nefes... aaa bakışları…”

Ben panikleyen iç sesimi sakinleştireyim derken, yavaşça yaklaştı. Bu sefer şaka değil. Gerçekten.

Ellerim terledi. Burnum kaşındı. Ama hareket edemiyorum, çünkü…

Çünkü çok yakın.

Çünkü dudakları benimkine değdi.

Ve bütün SİSTEMLERİM KİLİTLENDİ.

İlk öpüşümüz. Bildiğin ilk. Gerçek. Sessiz. Yoğun. Ve bir tık fazla uzun.

Sadece his var. Karmaşık bir hisler sarmalı. Heyecan var, korku var, sevgi var, biraz da “ben bu çocuğa gerçekten âşığım” fark edişi.

Öpüşme bitti. Özgür yüzüme baktı, ben hâlâ ekran kartı yanan bilgisayar gibiyim. Donmuşum.

Ama kabul: O an, ömrüm boyunca kalbimin kitap ayracında kalacak bir cümleydi.

Evet… Sanırım gerçekten aşığım. (Hem de annemin balkondan döneceği dakikaları saniye saniye hesaplayacak kadar.)

Ben hâlâ öylece, öpülmüş ve sistem hatası vermekte olan bir Hayat modeli olarak dururken Özgür yine yaklaştı. Bu sefer bakışı daha yumuşaktı ama içime içime işleyen cinsten. Dudak kenarında bir tebessüm, ama o alaycı değil, gerçek, sıcak… Beni olduğum gibi gören, sanki yıllardır tanıyormuş gibi bir gülümseme.

Yaklaştı. Bir daha. Ama bu kez ben de istemsizce bir adım attım.

“Oha… ben de mi yaklaşıyorum? Cidden mi? Bacaklar, siz kendi başınıza mı hareket ediyorsunuz? Ben böyle bir onay vermedim ki!”

Ama verdim. İçimde bir şey çoktan “tamam” demiş. Korkaklığımın üstünden yavaşça bir sıcaklık geçiyor, bir cesaret. O eski, ezber korkular sanki şu an sessizliğe gömülüyor.

Ve bir öpücük daha. Bu sefer, önceki gibi değil. Ama huzurlu. Bir “ben buradayım” öpücüğü. Bir “sadece seni istiyorum” bakışı ardından gelen, “Sen de istiyorsan, buyur kalbim” diyen bir öpüş.

Kalbim mi? Çoktan bir dans pistine dönmüş. Gövde gösterisi yapıyor. “Yürüyün be, sevda geliyor!”

Özgür’ün eli belime kayıyor. Benim parmaklarım istemsizce gömleğinin yakasına tutunuyor.

İç sesim durmuyor. “Hayat! Bu ne hız? Daha çeyrek saattir evlisin, biraz sabır yahu!”

Ama işte, aşk böyle bir şey. Kafanın sustuğu, kalbinin konuştuğu o nadir anlardan. Tüm mantıklı düşünceleri kapının dışına atar.

Ve zihnimden geçen tek anlamlı şey şu: “Demek aşk, böyle bir şeymiş. Biraz delilik. Biraz cesaret. Ve bolca Özgür.”

Özgür, dudaklarını boynuma doğru kaydırdı. Bir anlığına nefesim kesildi. Tüm bedenim birden elektriklenmiş gibi irkildi. Ama sonra o temasın sıcaklığıyla gevşedi. Gözlerimi kapattım.

“Tutuşuyorum resmen. Yangın var!” diye bağırasım geldi. Ama kaçmak gelmiyor içimden. Aksine… Ben de yaklaşmak istiyorum. O ilk utangaç halin yerini tanıdık bir sıcaklık aldı artık. Sanki yüreğim onun bedenine karışmak istermiş gibi.

Nefesini boynumda hissettim. “Delirtiyorsun beni.”

Karnımın içinde kelebekler değil… Resmen kuşlar uçuşuyor. Dev kuşlar. Bir oraya, bir buraya çırpınan kanatlar gibi. Hatta arada biri gagalıyor bile olabilir içimi.

Her yeni öpücük, bedenimde mini bir deprem etkisi yaratıyor, ben ise bunu içimde ‘noluyoruz biz, bu nasıl bir büyü?’ diye sorguluyordum.

İçimde bastıramadığım bir tutku. Ama öyle taşkın, savrulan bir şey değil. Bir nevi huşu hali. Ruhumun dili varmış da, o dil sadece onun dudaklarında çözülüyormuş gibi.

Özgür'ün nefesi yanağımda hissediliyor şimdi. Gözlerini kapatmış, yüzüme dokunuyor. Sanki bir sır arıyormuş, o anda başka hiçbir şey yokmuş gibi. Ben? Ben hâlâ kendime inanamıyorum. Oda, balkon, annelerin varlığı, hepsi buhar olup uçmuş sanki.

Sadece biz varız. Ben, o, ve “biz” olmanın ilk dakikaları.

Özgür fısıldıyor kulağıma: “İyi ki evlendik.”

Ve ben…
Hiç düşünmeden cevaplıyorum: “Keşke daha önce evlenseydik.”

Kalbim küt küt atıyor. Ama bu kez panikten değil. Sevdiğimin kollarındayım. Ve bu dünyadaki en güvende olduğum yer burası.

 

Bölüm : 08.08.2025 20:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...