

~Gözlerini Kapat~
“Ya dikkat edin! Dikkat etsenize, elimdekileri düşüreceksiniz! Bakın yanarsınız, durun!”
Sen boşuna bağır Hayat, boşuna! Seni takan kim! Ama elimdeki tepsi devrilse, birinin üzerine düşse, o minik bedenlerinin yanıktan büyük hasar görme ihtimali yüksek! Yanık izi bir kere düştü mü tene, kolay kolay silinmiyor. Bakın bakalım bir daha çay bulunan odada bile duruyorlar mı?
Neyse ki çayları, stres yapmam dışında bir aksilik olmadan dağıtmayı başardım. Ona da sorun demeye dilim el vermiyor, stres ve ben dost sayılırız sonuçta.
Herkese birer bardak dağıtıp, tepsiyi köşeye koydum. Kendi çayımı yudumlamak üzere oturdum. O kısa an… işte o benim tatilim, molam, huzurumdu. Derken, bilin bakalım ne oldu?
Annem: "Kızım, halının şu köşesinde pislik var, alıver onu,” deyip yine bana iş çıkardı.
Oflamamak için derin bir nefes alıp verdikten sonra gösterdiği minicik tozu ve hemen ardından o şahin gözleri ile gördüğü diğer üç toz parçasını da alıp attım. Ellerim otomatiğe bağlamış, gözüm hâlâ çayımda. Ne olurdu bir yudum içebilseydim? Ama yok. O yudum bana haram sanki.
Çayımdan bir kaç yudum içebilmiştim ki yine annemin sesi duyuldu: “Kızım, şu oyuncak bebekleri kaldır yerden, yatağın altına koy. Çocuklar oynamıyor artık, ayak altında kalmasın.”
İçimde bir “ya sabır” yükseldi, sustum. Bebekleri usulca kucağıma alıp yatağın altına yerleştirirken çocukluğum geldi aklıma. O bebeklerle oynadığım günler…
Oyuncakları usulca yerleştirip tekrar oturmak için geri döndüm ama daha minderin sıcaklığı tenime değmeden “Kızım, kardeşin şuraya pislik düşürmüş, gördüm, al at,” demesin mi?
Ne olayım ben, süpürge mi? Silgi mi? Hizmetli mi? Hayat mıyım ben, temizlik robotu mu? Vallahi biri çıkıp “ağla” dese hüngür hüngür salıveririm kendimi. Ağlayayım mı he anne? Ağlayayım mı!?
İmdadıma benim biricik, candan öte, adeta ikinci annem saydığım Emine yengem yetişti.
“Oyy Zülfiyeee!” diye bir iç çektikten sonra “Sen de ne çok şey görüyon! Az gözlerini kapat!” dedi.
Vallahi bence de. Kapatsana gözlerini biraz, anneciğim. Rahata erelim! Görme toz falan lütfen.
Odada kahkahalar yükseldi. Perdelerin aralığından süzülen gün ışığı bile daha yumuşak, daha sevecen geldi. Diğer yengelerim de bana destek çıkıyorlardı. Aslan amcalarım benim be! Ne güzel yengeler seçmişsiniz siz böyle bana, helal!
En küçük yengem, Kübra: "Hakikaten öyle Zülfiye yenge. Kızı iki dakika oturtmadın."
“İyi tamam, otursun hadi. Hem genç onlar, bir şey olmaz.”
Hah! Geldik zurnanın zırt dediği yere. Gençlik… Ne mübarek şeymiş! Vah be gençlik! Ne gençlikmiş! Yaşlılar gençliğe dönsek diyor ama görmüyorlar ki burada gençler sırf genç oldukları için her şeye maruz kalabiliyor.
"Genç onlar, yapsın.”
"Gençsiniz siz, hemen yorulmazsınız.”
"Gençsiniz, ne çok ağrıyor her yeriniz. Bunlar hep yalandan!"
Bu güzel cümleler mahvetti bizi, sayın şair!
Yengelerim dağıldıktan sonra mutfağı toplamaya koyuldum. Biliyordum ki bu uğraş saatler sürecek. Canım sıkılmasın diye telefonumdan bir türkü açtım. Hem moral, hem tempo!
Ee dikkatli ve temkinli iş yapmak bunu gerektirir. Sonra yanlışlıkla bir şey kırılır, oramı buramı keser ya da mutfağa dalan “Beşlik-öfkeli minnoş adamım”a zarar verir, mazallah. Allah korusun!
Eveet! Sonunda işleri bitirip "Hayatı tespih yapmışııım, sallıyormuşuuum!” diye naralar atarak odama girdim. Pencerenin açık olduğunu fark edip yaklaştım. Ay, gecenin karanlığında pırıl pırıl parlıyordu. Birkaç saniye bakıştık sanki. Bembeyaz, huzur doluydu. Gecenin kalbine asılmış bir umut gibi.
Sonra gözüm aşağıya kaydı… Dördüncü kattaki evimizin yerle arasındaki yüksekliğini görünce içim ürperdi. Kafamı hızla içeri sokup pencereyi örttüm ve yatağa girdim.
En huzurlu yer rüyalar olmalıydı değil mi? Ama rüyamda da yağmurlu havada terlikle dışarıda dolaşıyordum. Ayaklarım ıslanıyordu. Ya hasta olsaydım? Zatürre geçirip, iğnelere dayanamayıp, hakkın rahmetine kavuşsaydım? Üstüne üstlük otobüs bekliyordum ve gelmiyordu. Rüyada bile huzur yok! Rüyada bile sabır sınavı… Off…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |