1. Bölüm

1- Yara

Şeymanur
sukunettekelimeler

Dünyanın neresine gidersen git, kardeşliği, özgürlüğü ve barışı simgeleyen zeytin dalları birilerince koparılıyor, kesiliyor, yerde ölü gibi yatıyordu. Ve hiçkimse buna ses çıkarmıyordu. Hatta çoğunun haberi dahi yoktu. Bu da demekti ki; ne kardeşlik, ne özgürlük, ne de barış vardı artık yeryüzünde.

💐

Tarih boyunca toplumlara hayat ve güç veren bir ağaç. Kutsal metinlerde ümidin, adaletin ve bilgeliğin simgesi. Denilir ki, Nuh tufanından sonra yeryüzünde ilk o yeşerdi. Ve Allah, onun meyvesine yemin etti. Ancak şimdilerde bu zeytin ağaçları bambaşka bir hikayenin sahibi.**

Süreyya Hanım yılların kendine bir armağan gibi bıraktığı kırışıklıklarla dolu ellerini yaşlı gözlerine götürdü. Gözleri yaşlıydı ama yüreği hâlâ dinçti. Can havliyle işgalcilerden birisinin kolunu tuttu. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh! Yapmayın! Allah’tan korkun! Ne istiyorsunuz bu incecik fidanlardan? Ne zararı var size benim bahçemdeki zeytin fidanlarının ve ağaçlarının? Bunlar bizim sabrımız, umudumuz!”

Siyonist, kadının elini hırçınca silkip attı. Fidanlardan birini tuttu, topraktan söktü. Toprakla birlikte fidanın kökleri de havaya savrulurken, yaşlı kadının kalbi parçalanıyor gibiydi. Gücü onları durdurmaya yetmedi. Yine de engel olmaya çalıştı. Ne zahmetler çekip elleriyle diktiği taze fidanların, haşin ellerce koparılıp sökülmesini seyre duramazdı. “Ya Rab! Sabır ver bana! Ya Rabbi, Sen görüyorsun...” diye mırıldanarak ileriye doğru adım attı.

Bu sırada yoldan geçen Eymen Mahir, kulağına gelen bağırışlar sebebiyle kaşlarını çattı. Evin bahçesine girip hızla arka tarafa yürüdü. Gördüğü manzara karşısında gözleri karardı, yüreğine ateş düştü. Beynine kan sıçramıştı adeta. Zeytin bahçesine doğru koşarken haykırdı:

"Ey zalimler! Hasbünallâhu ve ni’me’l vekîl! Ne yapıyorsunuz? Bırakın o fidanları! Ne istiyorsunuz onlardan!” Fidanları söken siyonistlerin birinin üzerine atılıp engel olmaya çalıştı. "Bırak dedim! Allah’tan korkun! Bu bizim toprağımız!”

Süreyya Hanım, yaşlı gözlerini Eymen Mahir'e çevirdi. Eliyle göğsünü tutup seslendi: "Dur evlâdım... Dur ya habîbi... Hangi birini durduracaksın sen?"

Fakat genç adam dinlemiyordu. Önce birine, ardından diğerine engel olmaya çalıştı. Artık sabrı taşmıştı. Bu zalimlerden sıkılmıştı. Onları durdurmak imkansız olsa bile sonuna dek deneyecek, direnecekti. Yirmi altı yıldır attığı her adımda karşısında onları bulmak ona işkence gibi geliyordu.

“Vallahi yeter artık! Yirmi altı yıldır nereye baksam karşımda sizi görüyorum! Her sabah başka bir acıyla uyanıyoruz! Ama ne olursa olsun, bu topraklar da bu fidanlar da bizimdir. Bizi toprağımızdan sökemezsiniz!”

İşgal kuvvetlerinden birinin fidana uzanan kirli elini, Eymen Mahir kararlılıkla tuttu, bileğini kıvırarak geri büktü. Sinirlenen siyonist asker canı yandığı için inledi. Fakat bu direnişe tanık olan bir diğer siyonist asker, öfkesini bastıramayıp silahının dipçiğini hışımla Eymen’in başına indirdi. Bir anda gözleri karardı genç adamın. Sendeleyerek bir adım geri gitti. Dengesini toparlayamayıp toprağa düştü ve başı sert bir kayaya çarptı. Başına aldığı ikinci darbe ile birlikte bilinci tamamen kaybolup gitti.

Süreyya Hanımı’ın dudaklarından korku dolu bir çığlık firar etti: "Mahir! Evladım!" diye yere düşen gence seslenirken hızlı adımlarla yanına vardı, baş ucuna çömeldi. Yaşlı kadın, genç adamın kafasını elleri arasına aldığında parmaklarına kırmızı bir sıvı bulaştığını hissetti. Yüreğini bir korku sarıp sarmaladı.

"Yâ Rabbi, sen büyüksün!Aç gözünü oğlum. Mahir! Yâ Allah, yardım et! Benim güzel evladım... Yâ Şâfî!"

Gözyaşları artık dudaklarına kadar inmişti. Öfkeli bakışlarını kaldırıp bahçesindeki fidanları tek tek söken siyonist militanları Rabbine şikayet etti. “Bu kadar mı gözünüz dönmüş sizin?! Ağaçtan ne istiyorsunuz? Bizden ne istiyorsunuz?! Allah görür! Allah sorar! Zulmünüz yeryüzünde kalmaz!”

Bir tanesi eline balta aldı, baltayı havaya kaldırdı ve koskoca zeytin ağacının dalına acımasızca indirdi. Yaşlı kadın Mahir’e eğildi yeniden. Elleriyle gencin alnını okşarken içli bir mırıltıyla fısıldadı: “Yâ Rab! Senin adaletine sığındım! Hakkı bilen Sen’sin, yüreği bilen Sen’sin! Zeytini bilen Sen’sin!”

 

🇵🇸

 

Genç kız dikkatle elindeki pantolonun diz kısmındaki yırtığı dikiyordu. İğne aniden parmağına batınca canı yandı. Elini sağa sola sallayıp parmağına üfledi. "Ya Rabbi!" diye mırıldandı. İlk anda hissettiği acı hafiflerken, kalkıp masaya yaklaştı. Peçeteye uzanıp sızan bir kaç damla kanı sildi.

Avucunda buruşturduğu mendili çöpe atıp mutfağa geçti. Yemeği kontrol edip piştiğine karar vererek altını kapattı. Tekrar içeriye döneceği sırada kapı sertçe çalmış, genç kızın yüreğine endişe tohumları serpilmişti. "Bismillah" diyerek kendini sakinleştirmeye çalıştı.

Başındaki örtüyü düzeltip kapıyı hafifçe aralayarak açtı, kim geldiğine baktı. On üç yaşındaki komşusu Emced, nefes nefese kalmış bir şekilde karşısında dikiliyordu. Kapıyı daha fazla aralayarak çocuğa "Emced? Ne oldu, iyi misin sen?” diye sordu.

Çocuk aldığı sık nefesler nedeniyle kesik kesik konuşabilmişti. "Nidâl Abla, işgalciler Süreyya Teyze’nin zeytin bahçesindeki fidanları söküp ağaçları kesmiş."

Çocuk derin bir nefes almak için duraksadığında Nidâl endişeyle "Ne?! Süreyya Teyze iyi mi peki?" diye atılmıştı.

"Süreyya Teyze iyi. Ama Mahir Abim onlara engel olmaya çalışırken yaralanmış. Başı kanıyor."

Genç kızın kalbini saran korku tüm bedenini ele geçirecek şekilde yayıldı. Acı, bir pus gibi üzerine çöktü. "Ya Allah!" diyerek güç bulmaya çalıştı. Kapının yanındaki askıdan feracesini alıp hızla üzerine giydi ve geniş başörtüsünü eliyle düzeltti. Köşede duran ilk yardım çantasını alarak evden çıktı. Emced ile beraber hızla yürüyorlar ve sokağın sonundaki eve gidiyorlardı. "Ya Rabbim, onu koru…" diye dua etmeye başladı.

Ayşe Hanım köşeyi dönüp evine doğru yürümeye devam ederken yeğeninin adeta koşarcasına bir yere gittiğini görünce endişelenmişti. Karşıdan kendisine doğru yaklaşan genç kıza “Ya Allah! Nidâl!” diye seslendi. "Nereye böyle aceleyle?"

Nidâl, anlık bir duraksamadan sonra yoluna devam ederek "Emced anlatsın hala. Gitmem gerek!" deyip kadının yanından geçti. Kızın sesi, telaş ve endişe içinde titriyordu.

Emced durup olanları kısaca anlattığında kadın üzülerek yeğeninin ardından seslendi. "Ben de geliyorum kızım!"

Nidâl aniden durup arkasına döndü ve halasına seslendi. "Gelme hala! Hamza okuldan dönecek. Evde kimseyi bulamazsa korkar!"

Ayşe Hanım, yeğeninin doğru söylediğini onaylarcasına başını salladı, Emced'e baktı. "Oğlum, bana Mahir Abinin durumunu haber et tamam mı?"

Emced başını sallayıp "Tamam Ayşe Hala,” dedi ve az evvel genç kızın hızla kat ettiği yolu adımlamaya koyuldu. Yolda ilerlerken dudaklarında "Ya Rabbim, onu koru…" dua ediyordu.

Nidâl açık kapıdan içeriye girip sağdaki odaya geçti. Bu eve aşinaydı. Koltukta boylu boyunca yatan, gözleri kapalı genç adama bakışları takıldığında boğazına bir yumru oturmuştu.

Süreyya Hanım ona alan açmak için Eymen Mahir'in başından uzaklaşıp biraz ötede durdu. Nidâl dizlerini yere dayayarak oturdu. Bakmaya kıyamadığı yüzünde hiçbir ifade yakalayamadığı adama dolu gözlerle baktı. Saniyeler içerisinde Eymen Mahir'in başının arkasındaki yaraya odaklandı ve kendi canı yanar gibi suratını buruşturdu.

"Bir kaba ılık su koyup temiz bir bez ile birlikte getirir misin Süreyya Teyze?" dedi kısık çıkan sesiyle. Yaşlı kadın söyleneni yapmak üzere hemen kalktı, odadan çıktı. Nidâl getirdiği çantayı açıp kendine lazım olacak malzemeleri özenle dizdi. İçeriye girip yanına bir leğen su ve açık renk bir bez koyan Süreyya Hanım’a teşekkür edip bezi ıslattı. Yaşlı kadın dua etmeye devam ediyordu. "Allah'ım, Mahir'in acılarını hafiflet. Onu koru..." diyordu içinden, oğlu gibi sevdiği bu genç için.

Eymen'in kanlı yarasını ve etrafını temizlemeye çalışıyordu lakin saçları buna engel oluyordu. Ona çok yakıştırdığı siyah, kat kat saçlarını kesmek zorunda kalacaktı. Makası yaranın etrafındaki saçlara dikkatle dokundurdu. Yaranın çevresinde saç kalmadığında rahatça temizledi, ilaç sürdü ve dikti.

Yarasını canlı canlı dikmek zorunda olmak kızın canını sıksa da yapacak başka bir şeyi yoktu. En kötüsü ise dikerken Eymen Mahir'in acıyla inleyerek uyanmasıydı. Genç adam kendine gelmişti lakin canının yandığını her zerresinde hissediyordu. Nidâl, elinden geldiğince dikkatli ve çabuk olarak buna bir son vermeye çalıştı. Genç adamın suratının acıyla buruşmasına tanık olmak, Nidâl’ın içini parçalıyordu. "Ya Rabbim, bu gence için sabır ver," diye fısıldıyordu içinden.

Eymen Mahir dişlerini daha da çok sıktı, sanki mümkünmüş gibi. Gözleri kısılmış, suratı acıyla buruşmuştu. "Ya Allah, dayan... Dayan!”

Süreyya Hanım dua okuyup üflüyor, Nidâl ise "Şşş, az kaldı, tamam, dayan…” diye fısıldıyordu. Sonunda genç kız yorgun ama kararlı bir şekilde “Bitti," deyip sekine verircesine bakışlarını genç adamın yüzüne çevirdi.

Eymen Mahir, derin bir nefes aldı ve gözlerini açtı. İstemsizce gözlerine misafir olan gözlere minnetle baktığında genç kız bakışlarını kaçırıp önündeki malzemelere çevirdi. Diktiği yarayı bir kez daha mikroplardan korumak adına temizleyip ilaçladı ve üstünü kapattı.

Süreyya Hanım "İyi misin oğlum? Çok korkuttun beni,” derken genç adama şefkatle baktı. Mahir’i, beş yıl önce kaybettiği 30 yaşındaki oğlu yerine koymuştu. Bir evladını daha o zalimler yüzünden kaybetmekten korkuyordu. Yüreğinin benzer bir acıya gebe kalmasını istemiyordu.

”İyiyim Süreyya Teyzeciğim,” diye yorgun bir şekilde fısıldadı Eymen Mahir.

Nidâl, önündeki malzemeleri temizleyip toplamaya başlamıştı.

"Çok şükür Allah’a,” diye fısıldadı yaşlı kadın. Ardından kalkıp içindeki su kırmızı renge boyanmış olan kap ile bezi götürmek üzere aldı, odadan çıktı.

Eymen Mahir, başındaki derin ağrıya rağmen dudaklarına bir tebessüm kondurup sağlık çantasının kapağını kapatan genç kıza doğru bakışlarını çevirdi. "Beceriksiz deyip durduğumuz kız hayatımızı kurtardı…”

Nidâl, duyduğu cümle üzerine dudaklarına dek gelen tebessümü bastırmayı pek başaramadı. Az önce zamanı durduran acı ve korku duyguları yerini biraz olsun rahatlığa bırakmıştı. “Hem de ikinci kez. Bundan sonra kime ne diyeceğine dikkat etmen gerek.”

Eymen Mahir'in kahverengi hârelerinde bir kaç sönük yıldız parıldıyordu. Yavaşça başını sallayarak, "Vallahi bu defa seni ciddiye almak zorundayım," dedi kabullenişle.

Nidâl, genç adamın yarasına son kez baktığında dudaklarına dek gelen gülüşe engel olamadı ve intikam alırcasına konuştu. "Sana kötü bir haberim var, saçlarını kesmek zorundasın."

Genç adamın gözleri şaşkınlıkla irileşti. Durumdan hiç de memnun kalmadığını belirten bir mimik yüzünü esir aldı. "Ne?! Şaka yapıyorsun, değil mi?"

Nidâl, onun bu hâline içinden gülerek, dışından ise ağırlığını koruyarak, sakince ayağa kalktı. "Maalesef. Tabi eğer uzun saçlarının arasında yaranın bağımsız bir delik gibi görünmesini istemiyorsan…”

Eymen Mahir “Allahu ekber!" deyip sakin kalmayı denedi. Odaya giren yaşlı kadına mahzun bakışlarla baktı.

"Süreyya Teyzem, saçımı kesmek zorunda olduğum gerçeği ile yüzleştim az önce."

Yaşlı kadın, Mahir için bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Hafifçe güldü. "Tek derdin bu olsun evladım."

Genç adam “Fakat bu benim için önemli bir dert,” diye mızmızlandı ve derin bir nefes aldı. Bu kadının yanında çocuk gibi oluyordu. Yıllarca eksikliğini hissettiği annesinin yerini tuttuğu içindi belki de.

“Neden canım! Sen her türlü yakışıklısın hem. Kel de olsan uzun saçlı da, sen sensin.”

"Tövbe et Süreyya Teyze!" diye atıldı genç adam.

Bu sırada Nidâl lavaboya, ellerini yıkamaya gitmiş, onların konuşmalarını duyuyor ve gülüyordu.

Mahir "Herkes senin gibi düşünmüyor Süreyya Hanım,” deyip konuşmasına fısıltı ile devam etti. Lakin odanın kapısına varmak üzere olan genç kız sözlerinin devamını duymuştu. "Mesela hemşire hanım."

Nidâl, kapının yanında duraksayıp yutkundu, yorgun düşen yüreği sebebiyle başını duvara dayadı. Eymen Mahir, Hemşire Hanım diye kendisine seslenirdi. Ayrıca bir kez onun da bulunduğu bir ortamda “Erkeklerin saçları ve sakalları değişince apayrı iki insan gibi görünüşleri de değişiyor,” demişti. Bunlardan yola çıkarak, şimdi bu cümleyi "Eymen Mahir sırf benim için saçlarını kısa kesmeyi sevmiyor, fikrim dolayısıyla bu tutuma sahip" olarak algılasa doğru yapmış olur muydu? Yoksa genç adam yalnızca şaka mı ediyordu? İç çekti, keşke bilseydi.

Kendini toparlayıp içeriye girdi, ondan uzak, boş bir yere oturdu. Genç adamın gözlerini yumduğunu fark edince ”Akşama kadar uyumaman gerek,” dedi kesin bir dille.

O da gözlerini açmadan cevap verdi. "Biraz dinleniyorum sadece."

"Dinlen tabi, ama sakın uyuma. Suratına su boşaltmaktan çekinmem."

Eymen Mahir'in dudakları hafifçe kıvrıldı. "Şüphem yok.”

Nidâl, ayağa kalktı. Genç adama hitaben “Ne olur ne olmaz, hastaneye de bir gidip görünsen iyi olur,” dedikten sonra Süreyya Hanıma baktı. "Ben eve gideyim. Sonra tekrar gelirim Süreyya Teyze. Dikkat et bu beyefendiye, sakın uyumasın. Oradan da hemen kalkmasın."

"Tamam kızım. Ben ona göz kulak olurum. Merak etme sen."

Genç kız veda edip evden çıktığında kapının önündeki bir taşın üzerinde oturmuş bekleyen Emced'i gördü. Çocuğun yanına gidip başında dikildi. "Emced? Niye burada oturuyorsun sen?"

"İçeri giremedim, beni kan tutar. Mahir Abim nasıl?"

“Elhamdülillah iyi, dinleniyor şimdi. Yarasını sardım, kapattım. Gidip kendin gör Mahir Abini, hadi."

Emced rahatlayarak “Elhamdülillah," dedi ve evin iç kapısına doğru yürümeye başladı.

Nidâl, onu durdurdu. "Emced!"

"Efendim Nidâl Abla?"

"Mahir Abinin akşama kadar uyumaması gerekiyor. Onu ayakta tutma görevini sana veriyorum. Biraz iyi hissettiğinde hastaneye de gidebilirse iyi olur.”

Çocuk gülümsedi, asker selamı verir gibi elini alnına götürdü. "Tamamdır Nidâl Abla. O görev benim."

 

 

** “Aile Olmak 2. Bölüm / Zeytin Ağaçlarının Altında” belgeselinden alıntıdır.

Bölüm : 28.07.2024 22:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...