9. Bölüm
Şeymanur / Uçurumlar İçinde / Açışına

Açışına

Şeymanur
sukunettekelimeler

Selim’in dediğine göre neredeyse varmıştık. “On beş dakikaya evimizdeyiz,” dediğinde içimde tuhaf bir sıcaklık yayıldı. Evimiz. Şimdi, sadece ikimize ait bir ev vardı… Duvarları bizim sesimizi, anılarımızı, sırlarımızı saklayacak bir yer.

Yol boyunca birkaç kez mola vermiştik; Selim direksiyon başında kısa uykularla dinlenmiş, sonra tekrar yola koyulmuştu. Namaz vakitlerinde, yemek için de durmuş, birbirimize eşlik etmiştik. Neredeyse yirmi dört saat süren bu uzun, yorucu yolculuğun bitmesine az kala, Selim arabayı küçük bir bakkalın önünde durdurdu. Kapıyı açarken bana dönüp, “Bugünlük yemek için ekmek ve birkaç malzeme alalım. Sonra biraz dinlenir, aylık alışverişi yaparız,” dedi. Yorgunluğun üzerine söylediği bu mantıklı fikir, bana aynı zamanda artık ortak bir düzen kuruyoruz duygusunu da hissettirmişti.

Bakkaldan aldıklarımızla beraber beş dakika sonra evin önündeydik. Tek katlıydı, fazla büyük sayılmazdı ama bana göre sıcacık bir yuvaydı. Kapıdan içeri adım attığımda, eşyaların mütevazı düzeni ve hafif tahta kokusu karşıladı bizi.

Yükleri arabadan indirdik, buzdolabına koymamız gerekenleri yerleştirdik. Geri kalan kolileri ve çantaları ise şimdilik dursun diyerek bıraktık; ikimizin de gücü tükenmişti. Oturma odasına geçip koltuklara sırtımızı yasladık. Yorgunluğun üzerine yayılan huzur, ikimizin de sessizce derin bir nefes almasına sebep oldu.

Gözlerim yavaşça odada gezindi; küçük sehpa, perdelerden sızan loş ışık, bir köşeye bırakılmış boş raflar… Her şey yeni sahibini bekler gibiydi. Selim de bakışlarını etrafa dolaştırıyordu. Bence o da aynı şeyi düşünüyorduk: Burası artık bizim hikâyemizin geçtiği yer olacak.

Az sonra Selim’in “Ev bile döşeyemedin istediğine göre…” diye söylenmesini işittim. Söylenişindeki mahcubiyet, onun aslında kendine kızdığını belli ediyordu.

Dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi. “Selim, böyle şeyleri dert etmeyeceğimi biliyorsun,” dedim, bakışlarımı ondan ayırmadan. “Zamanla bir düzen kurarız. Gerekenleri alırız. Gerisi de mühim değil.”

“Yine de insanın içinde kalıyor. Her şey ani oldu,” diye mırıldandı.

Bu söz, onun bana sunduğu hayatın eksiksiz olmasını ne kadar istediğini gösteriyordu. Onun bu haline kayıtsız kalamadım. Yorgunluğun arasında bir anlık cesaretle yerimden kalktım, adımlarımı sessizce atarak yanına oturdum. Başımı omzuna bıraktım; onun varlığının sıcaklığı, yolculuğun bütün yorgunluğunu unutturdu.

“Evin şekli şemali değil, içindeki huzur önemli,” dedim yavaşça. Sesim, hem onu teselli eden hem de kendime ait olan bir gerçeği dile getiriyordu. “Ben yanındayken huzurluyum. Bu yeter bana.”

Selim’in bedeni gevşedi, derin bir nefes aldı. Sanki sözlerim onun içindeki ağırlığı biraz olsun hafifletmişti. Omzunun üzerinde duran başıma kısa bir bakış atarken gözlerinde, iyi ki buradasın diyen bir sıcaklık gördüm. Dudaklarının kenarında fark edilmeyecek kadar ince bir gülümseme belirdi.

Hiç acele etmeden, yavaşça kolunu kaldırdı. Tereddütlüydü… sanki bana dokunduğu anda bir şeyler değişeceğini biliyordu. Sonra o tereddüt yerini kararlılığa bıraktı ve kolunu omzuma doladı. Göğsüme yaslandığımda kalp atışlarını hissettim; hızlıydı.

İlk kez böyle sarılıyorduk. O, çenesini başıma yasladı; ben ise gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçime dolan şey sadece onun kokusu değildi. Güven, ait olma, huzur… Sanki bütün yolculuk bu ana varmak için yapılmıştı.

 

⏰⌛⏳⏰

 

Birkaç gündür evin eksikleri, temizlik ve yerleşme telaşıyla boğuşuyorduk. Kutuların açılıp yerleştirilmesi, perdelerin asılması, bir köşeye sıkıştırılan kolilerin düzenlenmesi… Her şey yavaş yavaş tamamlanıyordu. Bugün ise nihayet biraz nefes alıp dışarı çıkabilmiştik.

Selim’le yan yana, şehrin farklı yerlerini geziyorduk. O, askerlik yıllarında görev yaptığı üssün bulunduğu taraflara kadar götürmüştü beni; yolda, oralara dair anılarını dinlemiştim. Hazır vakit bulmuşken, şehrin bu yakasındaki güzel köşeleri de görmemi istemişti.

Şanlıurfa’ya gelip Balıklıgöl’e uğramamak olmazdı elbette ama bulunduğumuz yerden epey uzaktaydı. “Bir hafta sonu mutlaka gideceğiz, söz” demişti Selim. O sözü, aklımın bir kenarına kaydetmiştim.

Şimdi ise bir tepenin üzerinde duruyorduk. Aşağımızda, güneşin kızıl ve turuncuya çalan ışıkları altında uzanan şehir manzarası vardı. Evlerin damları, tozlu yollar, aralara serpiştirilmiş ağaçlar… Hepsi sanki bu saatte daha yumuşak, daha dingin görünüyordu.

“Yusra.”

Selim’in seslenişi, düşüncelerimi de bakışlarımı da gökyüzünün renklerinden çekip ona çevirmeme sebep oldu. Gözleri, gün batımının ışığını yansıtıyordu; ama bakışlarının içinde başka bir sıcaklık vardı.

“Sana o gün öyle söylediğim için özür dilerim. Hani şu ‘seni istemiyorum’ dediğim gün… Ne olursa olsun öyle dememeliydim.”

Ben o gün cevabımı vermiştim ama belli ki o, içinde taşıyıp durmuştu.

Gülümsedim. Mevlâna’nın ezberlediğim sözleri, dudaklarımdan neredeyse kendiliğinden döküldü:

“Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Sözlerim üzerine derin bir nefes aldı. Yüzünde, yükünden kurtulmuş bir insanın rahatlamış ifadesi vardı. Usulca kolunu omzuma attı, beni kendine doğru çekti. Göğsüne yaslandığımda, kalbinin ritmini hafif hafif hissedebiliyordum.

“İyi ki inatçısın… ve iyi ki pes etmedin.”

“Zaten her hâlin, pes etmemem için dua ediyor gibiydi.”

“Öyleydi…”

Bölüm : 28.07.2024 22:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...