3. Bölüm
Şeymanur / Uçurumlar İçinde / Adam

Adam

Şeymanur
sukunettekelimeler

"Anaka'm benim, nasılsın?" dedim. Ellerini avuçlarımın arasına aldım. Parmaklarının her bir kırışığında yılların izleri vardı. O elleri tutmak, bana çocukluğumdan beri güven verirdi. Büyük babaannemdi aslında, ama herkes ona "Anaka" derdi, ben de derdim, dilime yapışmıştı bir kere.

"İyiyum yavrum... Sen pek durgunsun kaç gündür. Ne oldi anlat bakayum."

Sesini daha net duymak için ona biraz daha eğildim. Yaşı seksenin üzerinde olmasına rağmen hâlâ dimdikti çok şükür. Konuşmasındaki hafif Laz şivesi vardı. Bazı ünlüleri değiştirerek telaffuz edişi ona ayrı bir hava katıyordu. Yıllar içinde şehir diliyle karışmış bu şive, sanki içinde geçmişin ve bugünün aynı anda yaşadığı bir yerdi. Yıllardır burada kalınca laz şivesi kaybolmuş, öyle derdi. Ortaya karışık bir şeyler çıkmış. Gülerdim bu vahlanmalarına.

Aslına bakarsanız, tek ihtiyacı onunla da sohbet edilmesi, ilgilenilmesi ve yokmuş gibi davranılmamasıydı. Bazen aile büyüklerimiz konuşmalarına dalar gider, onun sorularını duymadan geçerlerdi. Ama o hep dikkatle dinler, merak eder, sorular sorardı. Bu yüzden topluluk içinde özellikle ona yönelir, ilgimi belli ederdim. Hepimizin ihtiyacı buydu zaten; ilgi, muhabbet, sevgi...

Ah, alakamın o gülümsemesi yok mu? Gülümsediğinde gözlerindeki ışık, kırışıklıkların arasından sızan bir gençlik anısı gibi parlıyordu. Onu gülümsetmek, insana kendi yüreğini de ısıttıran bir şeydi. Gülümsemesi için senin de gülümsemen yeter de artardı bile.

"Bir şey yok babanem. Hadi şunu takalım," dedim, saatin sekiz buçuğu gösterdiğini fark edince. Oksijen cihazını ayarladım. Küçük boruyu burnuna nazikçe yerleştirdim. Sonra ellerini tuttum ve başımı omzuna yasladım. Dışarıdan cırcır böcekleri, yanımızdan oksijen cihazının hafif uğultusu geliyordu. Neyse ki çok gürültülü bir makina değildi.

Gözüm, parmağındaki iki yüzüğe kaydı. Onları çıkardığını hiç görmemiştim. Gümüş olan, kaynanasından kalmıştı; büyük dedem evlilik yüzüğü olarak vermiş. Siyah taşlı olan ise annesinden kalma bir hatıraydı. "Bana bir şey olirsa bu yüzükleru senden başkası almasun Yusra'm... Gücenirum. Sen al, hep de sakla. Beni hatırlarsun," derdi her seferinde.

Ben de "Sana bir şey olmasın, yüzükler de o ince parmaklarında dursun," diye karşılık verirdim.

Tam o sırada balkon kapısı tıklandı.

"Müsait mi?"

Sesi duyar duymaz kalbim hızlandı. Ne kadar zaman geçerse geçsin, Selim'in sesini dünyanın gürültüsü içinde bile tanırdım. Kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi hızlandı; avuçlarım ısındı

Ama başımdaki örtü biraz gerideydi. "Bir dakika!" diye seslenip tülbenti düzelttim, "Gelebilirsin."

Kapı aralandığında yüzünü gördüm. Güneşin balkon eşiğinden süzülen ışığı, yüzündeki hafif solgunluğu daha belirgin kılıyordu. Selam verdi. Babaannemi görünce gülümsedi. Yanına çöktü. "Nasılsın Nuriye ninem?" diye sordu. Sesinde hem bir huzur hem de derinlerde bir yerlere gömdüğü yorgun bir ton vardı.

"Iyiyum oğlum, sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim çok şükür. Ne yapıyorsun bakalım?"

Yerde öyle çömelip kalmasın diye, "Gel böyle otur," dedim ve kendime sandalye çektim. Selim, Anaka'mın yanına oturdu. Onun bu hali, Anaka'mın dizinin dibine, sanki kendi ninesiymiş gibi oturuşu içimde tatlı bir sızı bıraktı.

Selim'in Anaka'ma olan saygısı ve sevgisi gerçekti; bunu haftada birkaç kere yaptığı ziyaretlerden biliyordum. Ona gerçekten değer verirdi. Genel olarak yaşlılara hürmet gösteren vefalı biriydi. Bu huyu çok hoşuma giderdi.

Onu izlerken, kendimi farkında olmadan gülümserken buldum.

Bir şeyler ikram etmek için kalktım ve mutfağa geçtim. Bugün akşam üstü kakaolu ve muzlu pasta yapmıştım. Selim'in de kısmeti varmış. Bir tepsiye pasta ve limonata koyup balkona geri döndüm. Fakat Anakam'ın cümlesini duyunca içeri girmek yerine istemsizce kapıda duraksadım.

"Selim'im, hanu sen askerden dönünce alacaktun benim kuzumu?"

Kimi? Evin bekar kızı bir tek bendim. İçimden bir sıcaklık yayıldı. "Kuzum" dediği bendim! Bir dakika, Anaka'm ne diyordu yaa!? Selim, Anaka'ma öyle mi söylemişti? Beni seviyor muydu gerçekten? Yani beni helali olarak düşünmüştü öyle mi?

Göğsümün içi, birden bire sıcak bir ateşle doldu. Elimdeki tepsinin titrediğini hissettim. "Beni mi...?" dedim içimden. Beni.

Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Kalbim coşkuyla çarpıyordu. Bu, sadece benim hayallerimde kurduğum, gizli gizli umut ettiğim bir şey değildi demek ki. Şimdiye kadar sezgilerime ve duygularıma güvenerek bu ihtimali düşünmüştüm. Fakat artık elle tutulur bir şeyim vardı. Sanki içimde yıllardır sessizce büyüyen bir çiçek, bir anda açmıştı. İçeri girmek, yüzüne bakmak, gözlerindeki cevabı görmek istiyordum...

"Nuriye nine, Yusra'yı benden daha iyilerine veririz, olur mu?" dedi Selim.

Kalbim bir anlığına durdu, sonra ağır ağır, acı dolu bir ritimle atmaya başladı. Ne demek daha iyilerine veririz? İçimdeki bütün sıcaklık bir anda soğudu. Az önce içimde çiçek açtıran umut, şimdi buz kesmişti. Beni mi korumaya çalışıyordu? Yoksa gerçekten istemiyor muydu?

Gözlerim yandı. Önümü, ellerimi, hatta tepsideki pastaları bile bulanık görüyordum artık. Sessizce, hırkamın koluna gözümden süzülen yaşları sildim. Sanki gözyaşlarım, sadece o cümleyi değil, birlikte kurduğum bütün hayalleri de silip götürüyordu. İçimdeki coşku, yerini ağır bir boşluğa bıraktı.

Gerçekten seven biri böyle bir şey söyler miydi hiç?

Tabaktaki pastaya baktım; biraz önce tatlı bir ikram gibi duran o dilim, şimdi mideme oturan acı bir hatırlatmaydı. Bir de üstüne, sanki kaderle alay eder gibi, içimden sert bir ses geçti: Kaynanan seviyormuş Selim!

"Olmaz evladum. Ben de asker bekleyen sevdalular gibi senu bekledum Yusra'ylan birlukte. İnsan sevduğunu yarı yola koyar mı?"

Anaka'mın sözleri içimi hem ısıttı hem yaktı. Onun gözünde, Selim'le aramızdaki bağ apaçık ortadaydı. İçimde, "Keşke Selim de aynı netlikte görse" diye bir istek kabardı.

"Ama Nuriye nine, ben gideceğim... Doğu'ya. Yusra'yı da peşime götürüp tehlikeye mi atayım? Onun kendine göre düzeni, planları, hayalleri var. Hem o, benim dönmemi mi bekledi? Yoksa ona söyledin mi?"

Tehlikeye atmak... Bu kelime boğazıma düğümlendi. Selim'in sesinde koruma isteği mi vardı, yoksa mesafe koyma çabası mı? Kendi kendime, "Demek ki gözünde hâlâ 'düzeni bozulmasın' diye kenara çekilecek biriyim..." dedim.

"Hiçbir şey söylememişim. Ama ben Yusra'yı tanırım. Seni beklediğini tabi anlayacağım."

Bu cümleyi duyduğumda, sanki kalbim açığa çıkmış gibi hissettim. İçimde sakladığım bütün duygular, Anaka'mın diliyle ortaya dökülmüştü. Yine de Selim'in buna ne cevap vereceği, beni sevip sevmediğini değil, belki de en başından beri aramızda nasıl bir sınır olduğunu gösterecekti.

Daha fazla kapıda dikilemedim; nefesim daralmıştı. İçeri adım atarken, konuşmayı böldüğümün farkındaydım. Tepsiyi Selim'in önüne uzattım. O, kısa bir teşekkürle pastayı ve limonatayı aldı, sehpaya bıraktı.

Ben ise sandalyeme otururken istemsizce ona kırgın bakışlar gönderdim. Gözlerim, sormaya cesaret edemediğim "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" sorusuyla doluydu.

"Ben sizun bakışlarınuzdan her şeyi anlarum," dedi Anaka'm, ikimize bakarak. Sözleriyle birlikte içimdeki karmaşa daha da büyüdü. Kalbim hem hızla atıyor hem de içten içe sızlıyordu.

Konuştuklarını duyduğumu bilmedikleri için burada konuyu kapatmışlardı.

Konuştuklarını duyduğumu bilmedikleri için, burada konuyu kapatmışlardı. Ama benim zihnimde, kapı kapanmamış, aksine ardına kadar açılmıştı.

O an fark ettim; biz birbirimize hiç "Seni seviyorum" dememiştik. Selim hiçbir zaman beni sevdiğini söylememişti veya ima etmemişti. Ben de öyle. Ama gözlerimiz...Gözlerimiz söylüyordu, onlardan biliyorduk.

Bölüm : 28.07.2024 22:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...