

Üç aile bir araya gelmiştik. Babam, Selim, Selim’in babası Cihan amca, çocukluk arkadaşım Özkan ve babası Sadullah amca bahçede oturuyordu. Biz hanımlar ise evin geniş balkonunda, çayın buharına karışan muhabbetler içindeydik.
Şu ev, yıllar boyunca balkonunda kimleri ağırlamamıştı ki! Annelerimiz, mahalle dedikodularını ve günlük dertlerini hep bu balkonda paylaşırdı. Biz çocuklar ise aşağıda oyuna dalar, yorulunca balkona çıkar, bardak bardak su içip yeniden bahçeye inerdik. Hele Selim, Özkan, Asya ve ben… Sanki bu evin avlusu bizim küçük dünyamızdı.
Birden, aklıma çocukluğumuzdan komik bir hatıramız düştü. Yedi yaşındaydık. O zamanlar Özkan biraz mızmız bir çocuktu. Mahalleye yeni taşınmışlardı, sürekli surat asar, ufak şeylere alınırdı. Sonradan bizimle vakit geçire geçire o huysuzluğu biraz kırılmıştı.
Bahçede, şimdi dalları kocaman açılmış, yazları bütün mahallenin çocuklarını meyveleriyle misafir eden armut ağacının altında, Asya ile Özkan duruyordu. Asya’nın elinde uzun bir sopa vardı, ustaca çeviriyordu; Özkan ise hayran hayran izliyordu.
O sıralar Selimler de mahalleye geleli çok olmamıştı. Ne yalan söyleyeyim, başta onlara pek ısınamamıştım. Çünkü taşındıkları bina, benim çok sevdiğim ağaçlık bir alanın yerine yapılmıştı. Bu yüzden binayı da yeni taşınanları da sevmiyordum. Yani Selim de bu yüzden gözümde pek kıymetli değildi ilk zamanlar.
Bir gün Selim’le misket kavgası ediyorduk. “Bu misket benim!” “Hayır, o benimdi!” diye inatlaşıyorduk ki Özkan birden ortalığı yırtarcasına ağlamaya başladı. Hem de öyle böyle değil… “Aaaaah!” diye bağırıyor, sesi tüm mahalleyi çınlatıyordu. Sanarsın ki kafasına gökten taş düştü.
Bizim anneler hemen balkondan kafaları uzattı tabi, ne oluyor diye. Hepsi endişeyle Özkan neden ağladığını anlamaya çalışıyordu. Asya'nın da elinde sopa olduğunu görünce o bir şey yaptı sanmışlardı. Çünkü Asya az değildi, kedi kızdı mübarek. Oradan oraya atlar ve tırmanmadık yer bırakmazdı. Yaramazdı.
Asya’ya herkes “Sen mi bir şey yaptın çocuğa?” diye sorduğunda “Hayır, ne oldu ben de bilmiyorum. Birden ağlamaya başladı, Vallahi ya!” demişti. Kızcağız korkmuştu.
Bir süre daha Özkan burnunu çekip hıçkırarak ağladıktan sonra zar zor da olsa “Biri sırtıma armut attı!” deyivermişti.
Meğer armut ağacından bir meyve kopmuş, sırtına düşmüş. Ama bizimki, sanki gökten taş düşmüş gibi bağırıyordu. Selimle ben kahkahalara boğulmuş ve misket kavgasını unutmuştuk bile, Özkan sağ olsun.
Hatırayı anımsayıp kendi kendime kıkırdayınca, annem “Ne gülüyorsun öyle?” der gibi bana baktı, sonra önüne döndü.
Asya demişken… Onu özlemiştim. Lise ikide taşınmışlardı, yıllardır yüz yüze görüşemiyorduk. Telefonda konuştuğumuz kadarıyla hayallerini gerçekleştirip avukat olmuştu. Selimler de aslında ikinci sınıftan sonra taşınmış, ama altıncı sınıfta yeniden dönmüşlerdi mahalleye.
O sırada Perihan teyze, derin bir iç çekerek konuştu:
“Hiç sormayın, kavuştuk diyoruz ama yine ayrılık görünüyor birkaç haftaya.”
Dikkatimi istemsizce ona verdim. Annem merakla atıldı: “Ne ayrılığı kız, hayrola?”
Aynı soru benim de kafamda oluşmuştu. Annem sağolsun beni de meraktan kurtaracaktı.
Perihan teyze başını iki yana salladı, sesi kederliydi:
“Ah Şükran… Bizim Selim tutturmuş tekrar doğuya gidecekmiş. Doktorluğuna orada devam etmek istiyormuş. ‘Asıl ihtiyaç orada,’ diyor. Ne kadar yalvardım, ‘Kal’ dedim, dinletemedim. Askerdeyken doğudaydı, o günleri hasretle geçirdim. Şimdi hepten oraya gidince ne yaparım bilmem. Bir de gideceği köy tekin yer değil. Allah yardımcımız olsun.”
Özkan’ın annesi “Amin, amin,” diye tekrarladı. Ben ise, şaşkınlıktan Perihan teyzeye bakakaldım.
O yüzden mi öyle davranmıştı acaba bana? Gideceği için... Fakat beni bırakıp nereye gidiyordu? Gitmek o kadar kolay mıydı onun için?
Yine mi Selim… Yine mi yüreğime batacaksın? Hep böyle yüreğime batmaya devam mı edeceksin? Yüreğime batma!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |