35. Bölüm
Şeymanur / Zecir / 35 – Kırık Duygular

35 – Kırık Duygular

Şeymanur
sukunettekelimeler

 

 

“Hatırlıyor musun Cordelia? Çok, çok eskiden bir zamanlar, üç günden fazla küs olmak günahtır, derdin. Ya üç gün geçmedi aradan, ya da sen bana küsmedin.”*

 ✦

 

'Küs mü barış mı?' yapardık çocukken. Orta parmağı ve işaret parmağını üst üste koyardık. Karşımızdaki arkadaşımız orta parmağı işaret parmağının üzerinden çekerse, barışığız demekti. Basit ve masum bir ritüeldi. Hiç konuşmadan, hiç kırılmadan, yalnızca bir hareketle kalbimiz sükunete ererdi.

Sonra büyüdük. 'Küs mü barış mı?' demez olduk. Sessizce uzaklaşmayı öğretti bize hayat. Zaman hatıralarımızı silikleşen bir fotoğraf gibi soldurdu. Bağlarımız ince bir ip gibi yavaşça kopmaya yüz tuttu. Ve birbirimizle yüzleşmemek, incinmemek, gururumuzu sevgiden üstün tutmak için suskunluğa sığındıkça, en derin yaraları yine kendimize açtık.

Biz çocukken her seferinde barışı seçerdik. Ama bir gün geldi ve o soruyu dahi sormadan ayrıldı yollarımız. İçimizde bir boşluk büyüdü. Yaşadığımız o olayın ve hayal kırıklıklarımın ardından içten içe beklesem dahi, İclal aylar boyunca hiç karşıma çıkmadı. İletişim kurmadı. "Küs mü barış mı, Berra," demedi. Zamanla ben de beklemeyi bıraktım.

"İnsan, zarar göreceği şeyi göz göre göre yapar mı? İnsan bu, yapar. Şimdiye kadar hiçbir faydasını görmediği, kavga etmekten bin kat daha zor ve akşama kadar taş taşısa onu bu kadar yormayacak olan bu eylemden yine de vazgeçemiyor. Onu bundan vazgeçirecek kendi dışında bir güce ihtiyacı var."*

Okuduğum satırlar zihnimde yankılanıyor, beni iç dünyamın derinliklerine çekiyordu. Kitabın içinde kaybolmuşken, annemin "Kızım, misafirin var!" diye seslenişiyle gerçek dünyaya döndüm. Ayracımı usulca sayfanın arasına koydum. Parmaklarımı kitabın cildinde bir an gezdirdim, yarım bırakmaktan ötürü özür diler gibi. Derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Odadan çıkıp koridora yönelirken kafamda bir soru işareti dolanıyordu: Kim gelmiş olabilirdi? Ablamlar olsa, annem "misafirimiz var" derdi, ama bana özel olarak seslenmişti. Bu detay, merakımı körükledi.

Köşeyi döndüğümde üzerindeki montu çıkartıp askıya asmakta olan kişiyi gördüm. Olduğum yerde kaldım. Zaman bir an için durdu sanki. Gözlerim onun yüzünü kişiyi seçerken kalbim hızlandı. İclal. Onca zaman sonra... Burada, evimdeydi. Neden? Bu düşünceler zihnimi o kadar hızlı ele geçirdi ki, duygularımın yönüne hakim olamadım.

Bir yanım eski anıların sıcak gölgesine çekilirken, diğer yanım mayhoş bir buruklukla doldu. Şaşkınlık, huzursuzluk, kırgınlık ve küçük bir öfke... Bu karışımın içinden nasıl bir sonuç çıkarmam gerektiğini bilemiyordum.

İclalle bir an için göz göze geldiğimizde ilk fark ettiğim şey bakışlarındaki sönüklüktü. Cıvıl cıvıl, neşeli, umut dolu, parıldayan bakışları yoktu şimdi. Solgundu. Zedelenmişti.

Mahçup bir şekilde gözlerini kaçırdı. Zor duyulan, zayıf bir sesle selam verdi. Selamını aldım. Fakat ikimiz de koridorun ortasında dikilmeyi sürdürüyorduk.

"Aniden geldim biliyorum. Rahatsızlık verdiysem özür dilerim. Biraz konuşabilir miyiz?"

Evet, aniden gelmişti. Ben onu beklerken yoktu. Beklentilerimden kurtulduğumda, hiç ummadık bir vakitte karşımdaydı. Her şeyi geride bırakmayı öğrendiğim zaman karşıma çıkması bir tür sınav gibiydi.

Ve konuşmak istiyordu. Ama ne hakkında? Geçmişin tozlu sayfalarını tekrar açmak istemiyordum. O defterleri kapatmış, yükünü geride bırakmayı başarmıştım. Şimdi yeniden gündemime girmesi sadece yaralarımı kanatırdı. Yine de kapıma geleni geri çevirmek benim doğama aykırıydı. Ahlak anlayışımın bir gereği olarak, onun isteğini reddetmedim. Elimle odaya giden yolu işaret ederek buyur ettim.

Bu küçük hareketim, onun omuzlarına binen yükü biraz olsun hafifletmiş gibiydi. Yüzündeki gerginlik yerini kısa bir rahatlamaya bıraktı. Çekinerek adım attı. Eskiden bana ait olan odaya doğru yürüdü. Ardı sıra koridorun sonuna kadar ilerledim. "Biz odamdayız anne," diye mutfaktaki anneme seslendim.

"Tamam kızım."

İclal, yatağımın ucuna bir yabancı gibi oturdu. Oysa çocukluğumuzdan beri birbirimizin evini ve odasını kendi evimiz ve odamız gibi görmeye alışkındık. Zedelenen duygular bu alışkanlıkları değiştiriyordu işte. İnsanların ve duyguların zamanla nasıl değiştiğini görmek hüzünlüydü.

Çalışma masamın sandalyesine oturdum, tam karşısına. Gözleri odada bir gezintiye çıktı. Her köşeyi inceledi. Bakışları kaçamak ve cesaretsiz bir şekilde dolandı. Sonra kolunda taşıdığı bez çantaya uzandı. Bir anlığına, çantanın içine bakarken durdu. Titrek elleriyle içinden bir kitap çıkardı. Bu, uzun aman önce ona aldırdığım kitapların biriydi. Arkadaşım için son bir çaba göstermek istemiştim o vakitler. Ben onunla konuşamasam da kitaplar konuşur, satırları dinler diye ummuştum. Bu sayfaların bir şeyler anlatsın, ona hakikat yolunu göstersin istemiştim.

Kitabı kucağına koyarken ellerinin titrediğini fark ettim. Bez çantasını yatağın kenarına bıraktı. Yüzüne baktım. Hangi cümleyle başlayacağını bilemiyordu belli ki. Bir zamanlar sahip olduğu o kendinden emin ifade, o güçlü duruş gitmişti. Başka biriydi sanki. Sertliğin yerini bir kırılganlık almış, sarsılmıştı. İçinde fırtınalar kopmuş, depremler olmuştu.

Ne söyleyecekti? Neden buradaydı? Meraklanmıştım. Konuşmasını bekledim. Ama dile gelmesi muhtemel geçmişe karşı içimde bir tedirginlik büyüdü.

Sonunda söze girdi. Ellerini kucağında birleştirmiş ve bakışlarını yere sabitlemişti. "Sen bu kitapları bana göndereli epey zaman geçti. Annem getirdiğinde şöyle bir göz gezdirip kenara koymuştum. Dokunmamıştım bile. O sıralar aklım fikrim Berke'deydi. Sevilmek, sevmek, aşk... Bunları yaşıyorken kitaplara neden ihtiyacım olsun ki?"

Bir anlığına durduğunda dudaklarında acılı bir tebessüm belirdi. Saniyeler içinde kayboldu.

Sesine hüzünle karışık bir kabulleniş eklendi. "İnsan kaderi zorlamayı seviyor galiba. Özellikle de hassas olduğu noktalarda. Benim hassas noktam sevmek, sevilmek, mutlu bir evlilik ve aşktı. Çocukluğumdan beri hep bu konulara ilgim vardı. Eğer bunlara sahip olursam, şanslı, değerli, anlamlı olacağımı sanıyordum. Hayaller kurup dururdum. Sen de bilirsin zaten..."

"Berke bana ilgi göstermeye başladığında, sevgi dolu sözler söylediğinde, hemen rüzgarına kapıldım. Belki bir başkası olsaydı, ona da kapılacaktım. Çünkü aradığım şey o duygulardı. Sevildiğini hissetmek, biri için önemli olduğunu hissetmek, güzel olduğunu hissetmek... Şimdi fark ediyorum ki, bütün bunlar aslında benim imtihanımmış."

Sesi, bu son cümlesinde daha derin bir hüzne büründü. Gözleri yere kaydı. Söylediklerini tartıyormuş gibi bir hali vardı.

Bu kadar yoğun bir itirafın ardından sessiz kalamazdım. Hem meraklı hem sabırsızdım. Bu duygular sesime de yansımıştı. "İclal, bunları neden bana anlatıyorsun?"

"Çünkü sen haklıydın Berra. Ben çok büyük hatalar yaptım. Günahlar işledim. Kayboldum. Bir zamanlar sahip olduğum değerleri yitirdim. Meğer onlara hiç gerçekten sarılmamışım. Sadece kafamın içinde uçuşan, havada asılı kalmış değerler olarak varlarmış. Eğer gerçekten sahip çıksaydım, belki de böyle yanlışlara düşmezdim. Ama düştüm."

Bir nefes aldı. Bu nefes öylesine yorgun ve derindi ki... Sanki ruhunu bile taşımakta zorlanıyordu. "Aşk uğruna tavizler verdim. Sınırlarımın aşılmasına izin verdim. Kendi çizgimden uzaklaştım. Gaflete düştüm."

Hâli içimi acıttı. Bir şey söylemeden duramadım. "Sana bunları anlatmaya çalışmıştım," dedim. Ona bakarken, gözlerinin içinde anlattığından daha fazlasını bulmaya çalışıyordum. Söylemediği şeyler hâlâ dudaklarının eşiğinde asılı duruyordu.

Yavaşça, kabullenişle başını salladı. "Biliyorum. Üstelik yaşadığım şey aşk bile değildi. Kullanılmaktı. Nefsi tatmin için seçilmiş bir araçtım. Berke beni öptüğünde, bana sarıldığında, dokunduğunda duyduğu hazlardan ibarettim. O yüzden her buluştuğumuzda önce dudaklarıma uzanırdı. O yüzden hediye olarak bana hayatımda hiç giymediğim kadar kısa ve dekolteli bir elbise aldı, beni onun içinde görmek istedi. O yüzden hep kuytu köşelerde buluşmak isterdi. Bana rahatça dokunabilmek için. O yüzden benimle sevgiliyken başka bir kızı düşündü, arzuladı, hatta onun ırzına geçti..."

Sesi çatladı. Cümlesinin sonuyla birlikte boğazından hıçkırıklar yükseldi. Ağlamaya başladı. Hem de kontrolsüzce ve bütün o duyguların ağırlığıyla. Yanaklarından süzülen yaşlar dur durak bilmiyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Gözleri yaşla dolmuştu. Nefesi kesik kesikti. Onun bu hâlini canımı yaktı. Gözlerim masanın üstündeki mendile kaydı. Uzandım ve büyük bir parça koparıp ona uzattım.

Mendili aldı. Burnunu sildi ve gözlerini kuruladı. Gözyaşları arasında konuşmaya devam etti. Sesi titriyor, kelimeleri hıçkırıklarına karışıyordu. Onu baktım. Hayatın bazen insanı ne kadar acımasızca sınadığını düşündüm.

"O kızın yerinde ben de olabilirdim, diye düşündüm. O kişi ben olmadığım için içimde küçücük, sinsi bir rahatlık hissettim, biliyor musun? Her şey bitti. Ayaklarım yerden kesilmişken, yerin dibine girdim. Sanki uçurumdan yuvarlandım. O değerli olduğum, kıymetli bir insan olduğum fikri, o sıcak his... Hepsi bir anda uçup gitti. Yerlerini karanlık, dipsiz bir boşluk aldı. Kendimden utandım. Ondan utandım. Bu utanç ruhuma bir ağırlık gibi çöktü. Her taş yerli yerine oturdu bir bir. Sanki gözümün önündeki perdeler aniden çekildi ve hakikat bütün çıplaklığıyla karşıma dikildi. Nerede olduğumu fark ettim, ne hâlde olduğumu... O an kendimle yüzleştim. Ve öfkelendim. Ona da, kendime de. Kendimi suçladım. Tiksindim, iğrendim. Kendimden bile kaçmak istedim. Hatta...Hatta o çok sevdiğim aşktan bile."

İclal'in gözleri yeniden dolmuştu. Sözlerine devam ederken sesi daha sakin, ama derindi. Mendille yanaklarını kurulayıp derin bir nefes aldı.

"Canıma kıymayı bile düşündüm. Ama korktum. Erteledim bu düşünceyi. Aklıma annem geldi, babam... Ölsem onlar nasıl hisseder, ne yapar diye sorguladım. Sonra bi akşam babam, ömrümde ilk defa 'canım kızım' diye seslendi bana. Bu o kadar beklenmedik bir şeydi ki, bir işaret gibi geldi. Kendimden geçmiş hallerimden ötürü hastayım sandılar ikisi de. Geceleri üstüm açık mı, ateşim var mı diye kontrol etmeye geldiler, alnımdan öptüler. İçimden 'keşke bunları daha önceden de yapsaydın baba. Değerli, kıymetli, sevilebilir olduğumu daha önce de hissetseydim keşke, başkalarında aramasaydım bunları,' diye geçirdim."

İç çekti, göğsü kalkıp indi. Sonra ağır ağır nefesini verdi. "Her neyse... İkilemde kalmıştım. Ölmekle yaşamak arasında bir ikilem. Bi akşam, bu düşünceler içinde boş boş kitaplığa doğru bakarken, kitabın ismi takıldı gözüme. Meraklandım. İçimde bir kıvılcım uyandırdı. Kalkıp o kitabı aldım ve okumaya başladım. Bir solukta bitti. Kitaba sarılıp hıçkırıklarla ağladım. Aşka, sevdaya boşuna öfkelenmiş, tiksinmiştim. Onu başka duygularla karıştıran bendim. Onun saflığını kirleten bizdik. Gerçekten sevmek nasıl olur, öğrendim ben o akşam. Gözyaşları içinde uyuyakaldım."

İclal'in sesi güçlenmeye başlamıştı. Biraz toparlandı.

"Sen demiştin ya, seven insan sevdiğinin iyiliğini ister, onu korur diye. Haklıydın. O gece, kitabın sayfalarında gerçekten sevmeyi öğrendim. O kadar basitti ki... sevgi, sevdiğinin iyiliğini istemekti. Onu kötülükten, günahtan, Allah'ın gazabından korumaktı. Ama biz... biz bunu yapmamışız. Onun yerine birbirimizi adım adım daha da dibe çekmişiz. O kitap, gerçeği yüzüme çarptı. Unuttuklarımı hatırlattı."

Bakışları kararlılıkla gözlerime çevrildi. Sesinde titreyen bir pişmanlık ve yeni filizlenmiş bir umut sezdim.

"Ertesi gün diğer kitabı da okudum. Daha ilk satırda bana sesleniliyor gibiydi. Her kelimesi, her cümlesi bana yazılmış gibiydi. İkisi için de tam vaktiymiş aslında. Önceden okusam bu kadar etkilenmeyecektim belki. Bilmiyorum... Belki de benim bir şeyleri fark etmem için bütün bunların gerçekleşmesi gerekiyordu. Acıyla yoğrularak öğrenmem gerekiyordu belki. Ama sonunda kendime geldim. Yeniden nefes almayı başardım."

Gözlerinde bir ışık belirdi ve benim gözlerime aktı. O kitapların işe yaramış olmasına öyle mutluydum ki. Elhamdülillah. Niyetim iyiydi ve Rabbim o niyeti hayırla sonuçlandırmıştı. Belki hemen değil, ama vakti geldiğinde. Doğru zamanda. Ve o doğru zamanı en iyi Allah'ın bildiğine bir kez daha iman ettim.

"Her koşulda elimden tuttun sen benim, Berra. Bu kitaplarla elimden tuttun. Onları bana sen göndermiştin. Sırt dönmedin bana. O kadar kırgın olmana rağmen, onca incinmişliğine rağmen... Bense bencilce hareket ettim. Sen karşımda incinirken buna engel olmadım. Affedilir gibi değil, biliyorum."

Gözleri doldu. Aesi bir nebze daha alçaldı. Her kelime bir hançer gibi saplandı kalbime. "Özür dilerim," dedi dudakları titrerken. "Beni affet demek istiyorum. Ama belki bu, yüzsüzlük olacak. Belki hak etmiyorum. Eskisi gibi olmaz hiçbir şey, biliyorum. Yine de beni affet, hakkını helal et. İçimdeki bu yükle daha fazla duramam."

Zihnimdeki tüm düşünceler, tüm duygular birbirine karıştı. İclal'in gözlerindeki pişmanlık, o içtenlik, bana her şeyin derinliğini, tüm yaşananları hatırlattı. Evet, ben de incinmiştim. Yalnızca dostumu kaybetmiş gibi hissetmiştim. Kendi hayatımla ilgili şüphelere gebe kalmıştım.

Yine de İclal'in pişmanlık içinde olduğunu görmek, kalbimde garip bir kıpırtı uyandırdı. Her kelimesi, her bakışı sanki bir nehir gibi içimi yıkıyordu. Ancak bu sefer o nehir beni boğmuyordu. Aksine, sakinleştiriyordu.

Onunla ilgili tüm kırgınlıklarımı bir kenara koydum. İkimizin de kaybettikleri vardı. İnsanlar hatalar yapar. Bazen, bu hatalar ne kadar büyük olursa olsun, bir zamanlar yitirilmiş olanın yerine başka bir şeyler koymak mümkündür. Üstelik kalbimi dinlediğimde netçe işittiğim bir ses var: Onu affetmek istiyorum.

Sözlerimi dikkatle seçerek, yavaşça konuştum. "İclal, seni affediyorum."

İclal'in gözleri adeta parıldadı. Bir ışık yandı hârelerinde. Ben o ışığı görmek için, tüm kalbimle, bir adım daha atmaya hazırdım. Zamanın bizim için tekrar işlemeye başladığını hissediyordum. İçimdeki soğukluk yavaşça eridi.

Oturduğum sandalyeden kalkıp yanına gittim. Aramıza biraz mesafe koyarak ben de yatağa oturdum. "Hepimiz bir yolculuktayız ve bazen kayboluyoruz. Bazen kaybettiklerimizi bulmamız gerekiyor. Ama önemli olan çabalamak. Yola devam etmeyi seçmek."

Birkaç saniye sessiz kaldım ve dolan gözlerine baktım. Her izi, her duyguyu dikkatle inceledim. Hüzün ve umut birbirine karışıyordu. Ama kesin olan bir şey vardı: Şu an, buraya geldiği halinden çok daha hafiflemiş ve huzurluydu.

İclal, uzanıp kollarını boynuma doladı. Aramızdaki mesafeyi kapattı. Sıkıca sarıldık birbirimize. Sanki yıllardır taşıdığımız görünmez bir yük omuzlarımızdan düşmüştü. Bütün o kırgınlıklar yerini kabul ve anlayışa bıraktı.

Sarılmamız, bir iyileşme, bir yeniden doğuş gibiydi. "Eskisinden daha güzel inşa edelim bu kez dostluğumuzu, tamam mı?" dedim küçük bir serzeniş ve şefkatle.

İclal, başını salladı. "Söz veriyorum."

Az sonra, usulca geri çekildi. Bir süre birbirimize baktık. Hiçbir şey söylemedik. İclal, elime uzanıp nazikçe tuttu. "Sana bir şey söylemek istiyorum."

Ne diyeceğini merak ettim çünkü sesi, gizli bir sırrı ifşa edecek gibi garipti. "Söyle," dercesine başımı oynattım. Gözlerimin derinliklerine baktı.

"Bunu sadece kırıp döktüklerimi toparlamak için değil, gönülden inandığım için söylüyorum. Sizin Emin'le aranızda olan şey, bizim gibi binlerce kişinin aşk sandığı o duygulardan çok daha kıymetli. Bir araya gelme sebebiniz ve zamanınız belki doğru değildi. Ama netice bambaşka. Paha biçilemez değerde bir ilişkiye sahipsiniz bence."

İclal'in bu sözleri zihnimde ve ruhumda yankılandı. Emin'in ismi anılınca, hele de böyle bir bağlamda, kalbimde yine ince bir sızı ve özlem belirdi. Göğüs kafesimin altındaki bu yumruk kadar organ, güm güm atarak soluğumu kesti. "Bir ilişki inşa etmek, bin aştan evladır," sözünü anımsadım. Benzer kapılara açılıyordu cümleler.

İclalle uzun saatler daha konuştuk. Mesafeler kat ettik. Ama o sözleri haftalar boyunca zihnimden geçip durdu.

İclal gittikten sonra yatağıma uzandım. Duygusal bir yoğunluk yaşamıştım. Dinlenmek istiyordum. Kitabımı açıp yarım kalan sayfama devam etmeye koyuldum.

"Evet, diyor. Shakespeare haklı, eskidenmiş o üç günden fazla küsmenin günah olduğunun bilindiği zamanlar. Küsmeyle ilgili birkaç hadisi nefes nefese okuyor. Bir tanesini tekrar tekrar: 'Bir mü'minin diğer bir mü'mine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz. Üzerinden üç gün geçince, ona kavuşup selâm versin. Eğer o selama mukabele ederse ecirde her ikisi de ortaktır. Mukabele etmezse günah onda kalmıştır.'

Okuma sırası bir kıssaya geliyor. 'Bir gün, iki Peygamber torunu, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin arasında bir meselede anlaşmazlık çıkmıştı. İkisi de birbirlerine gücendiler. Fakat, çok geçmeden ikisi de bir hiddet anında birbirlerine söyledikleri sözlerden pişman oldular.

O sıralar biri gelip Hz. Hüseyin'e; 'Sen Hasan'ın küçüğüsün. Gidip özür dilemek sana yakışır,' dedi. Hz. Hüseyin şöyle cevap verdi: 'Ben Resûlullah'tan bir hadis duymuştum. Barışmayı ben talep edersem, dedemin emrine karşı gelmiş olmaktan korkarım.'

Hz. Hüseyin, duyduğu hadisi şöyle açıkladı: 'İki kimse arasında uyuşmazlık çıkar da hangi taraf başını eğip öteki tarafla anlaşmaya talip olursa, cennete ondan önce girer.'

Bu hadisi zikrettikten sonra, Hz. Hüseyin, 'Barışmaya ben talip olursam, ağabeyim Hasan'ı sevap işlemekte geçmiş olmaktan çekinirim,' dedi. 'O yüzden, bekliyorum ki, o bana gelsin.' Hz. Hasan, bunu duyunca Hz. Hüseyin'in yanına koştu ve derhal kucaklaşıp barıştılar."*

 

 

*Kaynak: Küsmek - Mustafa ULUSOY

Bölüm : 31.12.2024 17:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...