

“Beni uçurumdan atıyorsun ama çok güzelsin, demek istedim.”*
✦
Evde olma hissi genç adam için bugün bambaşka bir anlam kazanmıştı. Karşısında oturan kızın gülen gözlerine bir kez daha baktı. O gözlerde parıldayan ışıltı Emin'i içine çekip almıştı. Hayat güzelleşti. Zaman durdu, ama kalbi atmaya devam etti. Bu çatının altında bulunduğu için değil, onun yanında olduğu için evindeydi. Berra, onun evi ve ruhu olmuştu.
Az evvel söylediklerine gülen kızın yüzündeki neşeyi izlerken, Berra aniden gelen esnemeyle birlikte elini ağzına kapattı. Emin de daldığı iç dünyasından çıktı. Berra'nın elini ağzına kapatışı o kadar doğal, o kadar samimiydi ki Emin, istemsizce gülümsedi. Saatlerdir sohbet ediyorlardı ve vakti kontrol etmemişlerdi. Bakışları yan duvardaki saate kaydığında kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. En son saate baktığında birdi, şimdiyse üçü gösteriyordu. Ne ara geçmişti onca vakit? Berra'nın yanındayken farkına bile varmamıştı. Ama genç kızın esnemeleri arttığına göre sohbetlerine bugünlük ara verseler iyi olacaktı.
Otogardaki karşılamanın ardından yemeklerini yedikten ve Berra'nın ailesiyle biraz vakit geçirdikten sonra eve dönmüşlerdi. Döndüklerinden beri de sohbet ediyorlardı. Uzun zamandır yüz yüze görüşemeyince anlatacak çok şey birikmişti. Birbirlerini dinlemişlerdi. Birbirlerinin yüzüne, gözlerine bakmışlardı. Her kelimede ruhları biraz daha yaklaşmış, hasret gidermişlerdi.
Emin, Berra'nın gözlerine bakarken, yıllardır içini mesken edinmiş bir boşluğun ve yalnızlığın, yerini tamamlanmışlık hissine bıraktığını fark etti. Lakin bu duygulara şimdi kapılıp giderse bir çılgınlık yapıp kalbinden geçenleri pat diye, hiç olmadık bir anda ortaya serebilirdi. Bu sebeple kendini dinlemeyi sonraya sakladı. Dikkatini karşısındaki genç kıza söyleyeceklerine verdi.
"Sabah namazına kalkamayacağız bu gidişle. Yatalım artık, sohbete sonra devam ederiz. Uykun geldi iyice."
Berra, yorgun gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Ama inatla Emin'i dinlemeye çalışıyordu. Onun bazı anlattıklarına şaşıran, bazısına kahkahalarla gülmekten kendini alamayan genç kız, gözlerini önce saate, ardından Emin'in yüzüne çevirdi. "Ne ara bu kadar vakit geçmiş ya?" diye hayretle mırıldandıktan sonra kucağındaki yastığı kenarı koydu. "Acaba hiç uyumasak mı? Ya namaza kalkamazsak?"
"Kalkarız Allah'ın izniyle. Ben alıştım nöbetlerde birkaç saatlik uykuyla kalkmaya. Uyandırırım seni de, merak etme."
Berra gülümsedi. "Tamamdır o zaman. Sana güveniyorum." Ayağa kalktı. "Yatağına temiz nevresim ve örtü sermiştim. Direkt rahatça yatabilirsin."
"Teşekkürler. Hayırlı geceler."
"Hayırlı geceler."
Genç kızın adımları odasına doğru yöneldi. Emin, onun ardından bakmayı sürdürdü. O gidince oluşan sessizlik, içinde az önceki kahkahaların yankısını barındırıyordu sanki.
Kendisi de odasına geçtiğinde Berra'nın özenle hazırladığı yatağı gördü. Yataktan gelen temiz yumuşatıcı kokusunu pijamalarını giyerken dahi duyabiliyordu. Vazifeden dönmeden bir gün evvel Berra'nın eve gelip temizlik ve hazırlık yapmış olmasını anlamlı bir detay olarak görüyordu. Gülümsedi. Yatağa uzandığında, gözlerini tavana dikti. Terminalde otobüsten indiği andan itibaren bugüne ait anılarını bir film şeridi gibi zihninde izledi. Berra'yı görmek için sabırsızlanışını, heyecanla atan kalbini, ona sarıldığında kavuşma ve şükür duygusunu iliklerine dek hissedişini...
Ardından onu heyecan ve sevinçle, kendi evlatları gibi karşılayan kocaman aileyi getirdi gözünün önüne. Kendisini uzun yıllar sonra ilk kez bir ailenin önemli bir parçası olarak hissetmiş, hem garipsemiş, hem de içten içe duygulanmıştı.
Huzurluydu. Gözlerini kapattı. İçinde huzurdan daha güçlü bir duygu belirdi: Şükür. Bu anları yaşamayı nasip eden Rabbine şükretti. Ve içinden bir dua fısıldadı: "Allah'ım, bu huzuru daim eyle. Berra'nın tebessümünü yüzünden eksik etme. Bize birlikte, sevgi, sabır ve anlayışla dolu bir ömür nasip et."
Uykuya dalmadan hemen önce, Berra'nın sabah namazına kalkmak için uyanmaya çalışırkenki hallerini anımsadı. Hafifçe güldü. "Uykusu bölündüğünde biraz huysuzlaşıyor ama o hâlini bile özledim."
Bu sırada Berra da odasında başını yastığa koymuş, Emin'in eve dönüşüne şükrediyordu. Onun da kalbindeki duygular benzerdi. Emin'in gelişine ve yeniden burada, evlerinde oluşlarına seviniyordu.
Bu gece her ikisi de uykuya dalarken yürekleri sıradan bir günün huzuruyla ve hayatın sunduğu küçük mutlulukların zarafetiyle sarılıydı. Ev sessizleşti. Etrafta sadece aynı evin çatısı altında bulunan iki kalbin sükunetle atışı yankılanıyordu.
✦
Berra aynanın karşısında son bir kez kendini inceledi. Zümrüt yeşili elbisesi üzerine zarifçe oturmuş, belini belli belirsiz sararak ona asil bir hava katmıştı. Saçlarını taramış ve açık bırakmıştı. Aksesuar olarak zarif bir toka takmıştı. Aynadaki yansımasına baktığında, giydiği elbisenin ve saçlarının yeterince iyi göründüğüne karar verdi.
Onu rahatsız eden şey görüntüsü değil, içinden geçen düşünceler ve duygulardı. Kendini mahcup hissediyordu. Bir akrabalarının cemiyetine davetlilerdi. Emin askerden daha dün gelmesine rağmen, bu akşam oraya gideceklerdi. Üstelik bu akraba, Berra'nın çok yakın olduğu biri de değildi. Fakat anne-babası 'Siz de gelin kızım, özellikle davetiye verdiler,' diye tutturmuştu. Ebeveynlerine laf anlatamamıştı. Emin'i oraya sürüklüyor gibi hissettiği için içi de hiç rahat değildi.
Derin bir nefes alarak odasından çıktı ve Emin'in odasına yöneldi. Kapıyı nazikçe tıklattı. İçeriden gelen "Gir" sesi, her zamanki gibi sakindi. Ama bu sakinlik Berra'nın kafasının içindeki düşünceleri bastırmaya yetmedi.
Kapıyı aralayarak içeri girdiğinde, Emin'in sade ama şık görüntüsüyle karşılaştı. Genç adam siyah pantolonunu ve ceketini, içine de beyaz gömleğini giymişti. Emin'in klasik ve abartısız tarzı, Berra'nın zihninde bir süreliğine suçluluk duygusunu bastıracak kadar etkileyiciydi.
Emin, kapının açıldığını işittiği sırada yatağın üzerindeki kol saatini takmak için eline almıştı. Berra'yı gördüğünde bakışları bir kaç saniyeliğine onun üzerinde takılıp kaldı. Emin'in gözünde o dünyanın en güzel kızıydı. Düğün için giydiği elbise de mümkünmüş gibi ayrıca güzellik katmıştı. Gözlerini genç kızdan çekmek istedi ama zorlandı. Kalp ritminin hızlandığını hissetti ve kısa bir an için boğazına bir düğüm oturdu. Yavaşça yutkundu. Etkilendiğini pek belli etmedi.
Berra ise, Emin'in o anki tepkisini fark etmeyecek kadar kendi hislerine dalmıştı. Suçlulukla onun yanına yürüdü. "Daha gelir gelmez ilk günden düğün işi çıktı yaa! Yeterince dinlenemedin bile. Biz gitmesek mi?"
Emin, az evvel düşündükleri sebebiyle utanıp bakışlarını indirdi. Koluna takmak için tuttuğu saati bileğine doladı ve dikkatini saate yöneltti. Kendine bir meşguliyet bulmuştu. Bir yandan da az ötesinde duran Berra'ya cevap verdi. "Ben iyiyim," dedi sakin ve kararlı bir sesle. Sonra dudaklarının köşesi hafifçe yukarı kıvrıldı. "Ayrıca bu kadar hazırlanmışsın. Şu elbisenin güzelliğine ayıp olur."
Berra, Emin'in bu sözlerini mahcubiyetle karşıladı. Alternatif bir çözüm sunmaya çalıştı. "O zaman ben annemlerle gideyim, sen kal, dinlen istersen?"
Emin, bu teklifi duyunca kaşları havaya kalktı. Saati düzelttikten sonra başını kaldırdı ve omuzlarını dikleştirdi. Genç kıza baktı. Ses tonu, ciddi ile alaycı arasında bir yerdeydi. "Oldu canım! Eşimi yalnız mı bırakayım? Hem de böyle şıkken?"
Cümle ağzından çıktığı an, içini bir sıcaklık kapladı. Ne demişti öyle? İçindeki hislerin patavatsızca dile gelmesine engel olamamıştı. Utancını gizlemek için gözlerini hızla başka bir yöne çevirdi ve arkasındaki komodine yöneldi. Üzerinde duran araba anahtarını aldı.
"Enerjim yerinde. Sen bi rahat ol. İstemesem söylerim zaten."
Berra, onun bu sözlerini bir iltifat olarak algıladı. İçinde başka bir anlam aramasını gerektirecek bir durum yoktu; Emin her zamanki gibi kibardı, hepsi bu. Gülümsedi. "Teşekkür ediyorum iltifatın için. Ama ciddiyim, istersen gitmeyelim."
Emin, anahtarını cebine koyarken Berra'ya doğru döndü. Bir adım attı. Gözlerine baktı. "Ben de ciddiyim," dedi, duraksamadan. Sesindeki kararlılık Berra'nın içindeki şüpheyi bastırmaya yetmişti.
Kısa bir an Emin'in yüzüne baktı. Sözlerinin ardında başka anlamlar mı vardı, yoksa yalnızca onu rahatlatmaya mı çalışıyordu? Karar veremedi. Bu yüzden meseleyi kurcalamak yerine omuz silkti. "Peki o zaman, gidelim."
Salona doğru yola çıktılar. Düğün alanına vardıklarında ilk iş olarak kapıda kendilerini karşılayan düğün sahipleriyle selamlaştılar. Kendi ailelerinin nerede olduğunu bulmak için etrafa bakındılar. Onları ararken bir yandan da Berra gördüğü tanıdıklarına nazikçe tebessüm edip selamlaşıyordu. Emin, her zamanki gibi sakin ve ölçülüydü. Biraz geride kalmayı tercih etse de rastladıkları kişilere eşinin akrabaları olduğu için selam veriyor, hal hatır soruyor, saygılı davranmaktan geri durmuyordu.
Kalabalık bir salondu. Rengârenk kıyafetler giymiş insanlar, ışıl ışıl süslenmiş masalar ve fonda çalan müzikle canlı bir ortamdı. Sonunda ablalarını ve abilerini yan yana iki masada oturur hâlde gören Berra, "Şuradalar," dedi. Sesi rahatlamış, biraz da aceleciydi. Bilinçsizce Emin'in bileğinden tuttu. Kalabalığın arasından geçeceklerdi ve onu kaybetmek istemiyordu. Berra bir adım önünde hedefine odaklanmış bir şekilde yürürken, Emin hâlinden memnundu. Onu takip etti. Yüzünde küçük bir tebessüm belirmişti. Genç kızın bu bilinçsiz jestinden hoşnut olduğunun işaretiydi.
Ailenin yanına vardıklarında birbirleriyle selamlaştılar. Beyler alışkanlık üzere el sıkıştı. Birer sandalye çekip oturduklarında, Buğlem, aylardır görmediği ve bir önceki gün yeterince hasret gideremediği Emin eniştesinin kucağına atlamıştı. Askerlikle ilgili aklına gelen bir sürü soru vardı ve küçük kız hepsini tek tek sorup cevap almadan genç adamın yakasını bırakacak gibi değildi.
"Enişte, sen savaşta tank mı kullandın? Ormanda mı yattın, yemek bulmak zor muydu? Hangi silah en ağır?" gibi masum ama bir o kadar da merak barındıran soruları vardı. Emin'i hem şaşırtıyor hem de eğlendiriyordu. Buğlem'in hayal dünyasında askerlik daha farklı bir şekil almıştı şüphesiz ki. Filmlerden fırlamış epik bir serüvene dönüşmüştü. Emin, Buğlem'in hayal gücüne ket vurmadan soruları sabırla yanıtladı. Yer yer gülerek yer yer ciddi bir ifadeyle açıklamalarda bulundu.
Berra, artık daha rahat hissediyordu. Ortamın enerjisi, sohbetin sıcaklığı ve Emin'in çocuklarla olan uyumu onu mutlu ediyordu. Hâlinden memnundu genç adam. Endişe etmesine gerek yoktu. Hem gerçekten de rahatsız olsa veya istemese söylerdi zaten. Emin bu tarz şeyleri paylaşırken çekinmiyordu.
Bir süre sonra salonun diğer ucunda oturan kuzenlerini gördü. "Ben bizimkilere selam vereyim, gelirim," dedi Emin'e doğru eğilerek. Emin başıyla onayladı ve Ali'yle olan sohbetine döndü.
Berra, kuzenlerinin masasına yaklaşırken onlar da genç kızı fark etti ve coşkuyla el salladılar. Neşelenmişlerdi. Berra gülümsedi. Herkesle sarılıp selamlaştıktan sonra yanlarına oturdu. Aralarında tanımadığı bir kız vardı. Kuzeninin arkadaşı olduğunu öğrenip tanıştı.
Uzun zamandır görüşemedikleri için bu düğünü fırsat bilip muhabbete daldılar. Sohbet koyulaşmış, masadan kahkahalar yükselmişti. Düğünün o telaşlı atmosferinde kızlar eski günlerden, birbirinden komik anılardan ve gelecek planlarından bahsederken zaman su gibi aktı. Fakat vakit ilerledikçe masadaki kalabalık azalmaya başlamıştı. Eve erken dönmesi gerekenler, ailesinin bulunduğu masaya gidenler, başka tanıdık görüp selamlaşmak için yanına yönelenler... Derken, masada yalnızca üç kişi kalmıştı: Berra, kuzeni ve yeni tanıştığı o arkadaşı.
Bir süre sonra kuzeni ayağa kalktı. "Arkadaşımı kapıya kadar geçireyim, sonra dönerim. Sen burada bekle, yanına geleceğim. Biraz daha sohbet ederiz,"
Berra gülümseyerek onayladı. "Tamam." İki arkadaş masadan ayrılırken Berra etrafına baktı. Salon hâlâ kalabalıktı ve orta kısımdaki boşluk şimdi halay çekenlerle dolmuştu. Biraz onları seyretti. Ardından elindeki su bardağını oynatarak vakit geçirmeye çalıştı.
Genç kız elindeki bardakla uğraşmaya dalmışken yanına bir genç yaklaştı. Kendine güvenen bir edayla yürüyordu. Gözlerini Berra'ya sabitlemiş, dikkatle ona bakıyordu. Genç kızın oturduğu sandalyenin biraz ötesinde durdu ve yanındaki boş sandalyeyi tuttu. Başını eğip kibarca sordu: "Merhaba, sandalye boş mu acaba?"
Berra başını kaldırdığında muhtemelen kendine yakın yaşlarda olan gencin cam mavisi gözleriyle karşılaştı. Bakışlarını bu yabancı gözlerden uzaklaştırıp "Boş," diye cevap verdi. Genç çocuk gülümseyerek "Sevindim," dedikten sonra sandalyeyi geri doğru çektiğinde zemine sürten yüzeyin sesini işitildi. Berra, sabırsızca gencin sandalyeyi alıp gitmesini bekliyordu.
Fakat hiç ummadığı bir şey oldu. Çocuk sandalyeye oturdu. Berra şaşkınlığına karışmış diğer garip duygular eşliğinde başını ona çevirdi ve istemsizce yüzüne baktı. Gayet doğal bir şey yapmış gibi, rahatlıkla oturuyordu sandalyede.
Zihninde sorular hızla sıralandı: "Ben mi sorusunu yanlış duydum veya yanlış anladım? Neyi kaçırdım? Sandalye boş mu diye sormak, alabilir miyim demek değil miydi? Ne zamandır oturabilir miyim demeye eş olmuş? Saflık eden ben miyim? Yoksa kurnazlık eden bu kişi mi? Napacağım şimdi?"
Berra saniyeler içinde bunları düşünüp bir karar almaya çalışırken, genç çocuk lafa girdi. "Bir şey sorabilir miyim?"
"Hah, galiba ben art niyetli yaklaştım. Bir şey sorup gidecek belki de," diye içinden geçirdi genç kız. Bu düşünce onu biraz rahatlatmıştı. İçindeki karışıklığa rağmen kendini toparladı. Yine de temkinliydi. Mesafeli bir tavırla konuşuyordu. "Buyrun?"
Genç çocuk gözlerinden okunan ilgi ve merakla sordu. "Hangi taraftansın? Buradaki hemen hemen tüm gençleri tanıyorum ama seni hatırlamıyorum."
Berra, kısa bir an ne söyleyeceğine karar veremedi. İçinde çeşitli duygular hızla birbirine karışıyordu. Daha önce böyle bir şey yaşamadığı için nasıl tepki vermesi gerektiğini de bilmiyordu. "Neden sordunuz?" dedi onu başından savarcasına. İletişime kapalı olduğunun sinyallerini veren bir şekilde söylemişti bunu.
"Daha önce seni görsem hatırlardım. Güzelliklerin değerini bilen biriyim çünkü. Ben Mehmet, bu arada. Senin ismin ne?"
Berra, gencin ilgisini net şekilde hissedince rahatsız oldu. Garipsemiş, hayrete düşmüştü. İçindeki gerilim daha da arttı. Dumura uğramış, don-kaç-savaş tepkilerinin ilkini vermişti şu an. Kendisine uzanan ele baktı. Elbette ki ismini bahşetmedi veya o ele uzanmadı. Hemen toparlandı ve kararlı bir şekilde gencin yüzüne baktı. "Sizi ilgilendirmez. Masamdan gider misiniz?"
"Biri görecek falan diye çekindiysen sorun yok. Kalkarım iki dakikaya. Sosyal medya hesabını ver bari. Ordan takipleşelim, tanışalım, görüşelim?"
"Yok sosyal medya hesabım!"
"Telefon numaranı ver? Oradan ulaşırım sana."
Genç çocuğun kararlı sesi, sanki çevresindeki tüm gürültüyü yavaşlatmıştı. Sadece bu tek cümle odak noktasındaydı. Berra, biraz olsun daha sakinleşebilmek için derin bir nefes almayı denedi. Ne yapacağını bilemiyordu. Onu geçiştirmeye çalışmıştı, başından savmayı denemişti ama işe yaramamıştı. Bu konuda gerçekten tecrübesiz, bir o kadar da beceriksiz olduğunu fark etti. Çaresiz, savunmasız ve acemi hissediyordu. Madem o gitmiyordu, en iyisi kendisinin kalkıp gitmesiydi. Kuzenini nasılsa yine bulurdu. İlle bu masada beklemesine gerek yoktu.
Tam kalkacaktı ki, yanıbaşından gelen o tanıdık sesi işitti. Sakin ama net ve keskindi. Aynı anda omzuna bir el yerleşti. Bu elin sıcaklığı az önceki donup kalmışlığını alıp götürdü. Rahatladı. Güvende hissetti.
"Onun telefon numarasını almana gerek yok. Ben eşiyim, ona iletmen gereken bir şey varsa bana söyleyebilirsin. Numaramı vereyim istersen?"
Başını çevirip baktığında Emin'in yüzünü hiç olmadığı kadar ciddi gördü. Ela gözleri de ilk kez bu kadar koyu bir tona bürünmüştü. Parmakları omzunu hafifçe sıktığında bunun koruma refleksi olduğunu biliyordu.
Az önce bedeninde bir dalga gibi yayılan gerilim, "Ya kötü bir şey olursa?" düşüncesiyle birlikte arttı. Emin'in öfkeli ve korumacı hâlini tanımıyordu. Bu yabancı çocuğun karakterini de bilmiyordu. Genç kız, bir tatsızlık çıkmasından korktu.
Mehmet denen gencin yüzüne belirgin bir şaşkınlık ifadesi yerleşti. "Aa, eşiniz olduğunu bilmiyordum, özür dilerim," dedi ve sandalyeyi geri itip çabucak kalktı. Bu kez dumura uğrayan oydu.
Emin yapmacık bir gülümsemeyle "Şimdi öğrendin," dedi ve "Hadi artık uza," bakışlarını yolladı çocuğa.
Çocuğun gitmesiyle birlikte Berra'nın içindeki gerilim de yok oldu. Derin bir nefes aldı. Sanki havada biriken bütün o sıkışmışlık aniden dağılmıştı.
Berra, Emin'in gelmesi ve Mehmet isimli gencin gitmesiyle biraz rahatlamış olsa da başına böyle bir durum geldiği için hâlâ gergindi. Aksi takdirde Mehmet'in ışık hızıyla kayboluşuna kahkahalarla gülebilirdi.
Az sonra sakinleşti ve vücudu alarm tepkisi vermeyi sonlandırdı. Yanına oturan Emin'e döndü. "Teşekkür ederim," dedikten sonra yüzündeki gerginliği fark etti. O ifadeyi silmeye çalışmak amacıyla dirseğiyle genç adamı dürttü. "Bu arada, baya gerçekçi eş rolü oynadın, çok iyiydi!"
Emin az evvel Berra'yı delicesine kıskanmıştı. Buna rağmen karşısındaki çocuğun ergen oluşu sebebiyle öfkesine hakim olmuş, duygularını bastırıp sakin kalmıştı. Pek rahat hissettiği söylenemezdi. Ciddi bir ifade takınarak cevap verdi: "Rol değildi. Gerçeği söyledim. Sonuçta kocanım. Seni birilerinin rahatsız etmesine izin verecek değilim."
Berra'nın gülümsemesi yavaşça yüzünden silindi ama mahcup bir şekilde başını çevirdi. Bu kadar doğrudan ve ciddi bir yanıt beklemiyordu. Ardından, Emin böyle şeylerden hoşlanmadığı için bu kadar net bir tepki koyduğunu düşündü. "Allahtan çocuğun bana dolaylı yoldan güzel diyen cümlesini duymadı! Yoksa bu kadar sakin kalmazdı herhalde," diye içinden geçirdi. Buna şükredip şu âna döndü.
Emin'i yumuşatmak ve her şeyin yolunda olduğunu göstermek için gülümsedi. "Sağ ol, vâr ol, kocacığım!" diyerek işi şakaya vurdu.
Emin derin bir nefes alıp iç çekti. "Berra, bu lafları şakaya vururken, aslında benim ne kadar ciddi olduğumdan habersizsin. Söylesem, korkarsın belki. Şimdilik susuyorum..." diye zihninden bir düşünce geçti.
Önce karşılık vermedi. Ama göz kenarına dahi yansıyan minik gülümseme, onun içten içe bu şakayı sevdiğini belli ediyordu.
"Ne demek, vazifemiz, hanımefendi. Vazifemiz..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.81k Okunma |
3.85k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |