39. Bölüm
Şeymanur / Zecir / 39 – Ramazan’a Özel

39 – Ramazan’a Özel

Şeymanur
sukunettekelimeler

 

 

“Bütün dünyayı onaramazsın ama onarmaya kolunun uzandığı yerden başlayabilirsin. Bir ruhun diğerine yardıma heveslendiği, bir ıstırabı dindirmeye talip olduğu her seferinde dünya güzelleşir ve buraya geldiğimizde, insan olduğumuza değer.”*

 

 

 

İçimde çocuksu bir heyecan vardı. İnsanı kıpır kıpır eden, tarif etmesi zor bir sevinç. Ramazan'ın gelişiyle birlikte içimde belirmişti. Bu gece ilk teravih namazımızı kılmış, caminin huzur dolu atmosferinden çıkmış, Eminle birlikte eve doğru yürüyorduk. Hava serindi ama üşütecek derecede değil. Sokak lambalarının loş ışığı, taş kaldırımlara düşen gölgemizi uzatıyordu. Etrafta Ramazan'a özgü bir dinginlik hakimdi.

"Eskiden ailecek teravihe giderdik. Yahya babam, bana ve arkadaşlarıma her namaz çıkışında eve dönerken bakkaldan dondurma alırdı. O kadar mutlu olurduk ki."

Anlattığı bu iç ısıtan hatıraya gülümsedim. O masum mutluluğunu hayal edebiliyordum. "Ne güzel, Allah razı olsun ondan. Böyle güzel hatıralar bırakmış sana, çok kıymetli."

"Öyle," dedi Emin ve gülümsedi. Sonra birden yüzünde o haylaz ifade belirdi. Kolunu omzuma atıp ona biraz daha yaklaşmama sebep oldu. Omzum onun omzuna çarparken, bir anlığına kaybettiğim dengemi toparladım. "Ben de sana dondurma alayım mı?" diye biraz neşe, biraz da hevesle sordu.

Kolunu omzuma atma hareketi son zamanlarda sıklaşmıştı. Fakat başlarda garipsesem de artık alışıyordum. Eminle olan bağımızın, samimiyetinin ve cana yakınlığının göstergesi gibi geliyordu.

"Olur, al," dedim onun heyecanına karşılık vererek.

Bakkalın oradan geçerken adımlarımız içeriye yöneldi. Kapıdan gireceğimiz sırada kolunu omzumdan çeken Emin, önden geçmem için bana nazikçe yol verdi. Artık tanıdık olduğumuz dükkan sahibiyle selamlaştık. Cam kapaklı dolabın ardındaki rengarenk ürünler içerisinden dondurmalarımızı seçtik. Emin dondurmalarımızın parasını ödediği sırada dükkânın bir köşesinde kendilerine abur cubur seçen çocukların konuşmalarına kulak misafiri oluyorduk.

"Bunları geri bırak, paramız yetmez."

"Belki yeter, yetmezse bırakırız."

"Yetmiycek, biliyorum ben."

"Ama canım çok istedi."

Üç tane ufaklığın tatlı didişmelerini bölen, Emin'in onlara seslenişi oldu. "Çocuklar, gelin bakayım."

Tereddüt etseler de bize doğru yaklaştılar. İçlerinden biri çekinerek "Buyur abi?" dedi.

"Aldıklarınızı koyun bakayım şöyle," diyerek tezgâhı işaret etti Emin. Çocuklardan biri "Niye ki?" dese de Emin'in kendinden emin ses tonu, onları harekete geçirdi. "Koyun siz yahu."

Çocuklar kafaları karışmış bir şekilde ellerindekileri tezgâha bıraktı.

Emin, dükkan sahibine dönerek sordu. "Kemal abi, ne kadar ediyor bunlar?"

Adamın söylediği miktarı denkleştirip ona uzattı. Alınanları poşete koyup çocuklara verdi. "Alın bakalım, bu akşam bendensiniz."

Çocukların gözleri parlamıştı. Hepsi birden gülümseyip teşekkür etti. Emin her zamanki sıcaklığıyla içlerinden birinin saçını karıştırdı. "Afiyet olsun, rica ederim. Siz de dua edin bize, tamam mı?"

"Tamam abi, ederiz. İyi akşamlar."

"İyi akşamlar."

Bakkaldan çıktığımızda gülümsüyordum. Emin'in yaptığı iyilik karşısında içim sıcacık olmuştu. Onun bu yönünü çok seviyordum. İnsanları mutlu etmeye bayılıyordu, özellikle de çocukları. Düşünceli, yardımsever, diğergâmdı. Onu özel yapan huylarından bazılarıydı bunlar.

Gökte parıldayan ay eşliğinde, sokak lambalarının loş ışığıyla aydınlatışmış sokakta yürümeye başladık. Dondurmalarımızı açıp yalarken evin yolunu tuttuk. Yol boyunca bazen konuştuk, bazen de gecenin huzur verici sessizliğini dinledik.

Eve vardığımızda dondurmalarımız çoktan bitmişti. İçeriye girip oturma odasına yöneldik. Karşılıklı koltuklara oturduk. "Sahurda ne yapalım?" diye sordum. Şimdiden karar verirsek sahura kalkınca hazırlaması daha çabuk olurdu.

"Hiç fark etmez. Biliyorsun, ben bi muz yer, bir bardak süt içer, öyle de tutarım."

İki yıldır aynı sahur alışkanlığı vardı. Az yiyordu. Bir yemek beklentisi yoktu. Bu umursamazlığına sitem ettim. "Ya ama sen yemeyince benim de canım istemiyor. İki yıldır aynı şeyi yapıyorsun. Bu üç olacak! Biraz uyum sağla."

"Sağlamıyor muyum sanki, Allah Allah. İlle ben mi seçeyim şimdi ne yiyeceğimizi?"

"Evet, yardımcı ol yani. Tercih yapmak zor bi iş."

"Tamam o zaman. Yumurta haşlarız, süt içeriz, hurma ve muz da yeriz. Kolay bir kombinasyon oldu hem."

"Bana uyar," deyip rahatça arkama yaslandım.

Emin gülerek baktı. "Ne gülüyorsun?" diye sordum.

"Yok bir şey," deyip gülüşünü bastırmaya çalıştı. Gülmesine biraz gıcık olsam da aldırmadım. Komik olan neydi şimdi yani? Allah Allah.

Kalkıp köşedeki raftan Kur'an-ı Kerim'i aldı. "Ben biraz Kuran okuyup sonra yatacağım."

"Sesli okusana, dinleyeyim," dedim ve oturduğum yerde biraz toparlandım. Emin besmele çekip okumaya başladı. Güzel okuyordu. Sesini ve kıraatini de beğeniyordum.

Gözlerimi kapattım. Sanki içimdeki tüm ağırlık hafifliyor, geceyle birlikte zihnim de berraklaşıyordu. Dakikalar birbirini kovalarken, üstüme bir uyku hâli çöktü. İçim hafifledi. Onu dinlerken uyuyakalmışım.

 


 

"Berra, kalk hadi. Sahur vakti."

Emin'in seslenişi beni rüyamın derinliklerinden çekip almış, duyularımı gerçek dünyaya açmıştı. Gözlerimi aralamakta zorlanıyordum. Ama sesin kaynağını hatırlamak içimi rahatlatıyordu.

"Berra?"

Uyku mahmurluğuyla göz kapaklarımı ağır ağır kaldırdım. Etrafıma bakındım. Koltukta yatıyordum. Üzerime bir battaniye örtülmüştü. Emin'i dinlerken uyuya kaldığımı ancak şimdi fark ediyordum. Başımın hemen yukarısında dikilen genç adam, her zamanki dinginliğiyle bana bakıyordu. Gözlerinde uykunun izleri yoktu; belli ki benden önce uyanmış, hatta belki de uyumamıştı.

"Ben sofrayı hazırladım. Yumurtalar suda. Onlar haşlanana dek teheccüd kılacağım."

Uyku mahmuru şekilde başımı salladım. Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Battaniyeyi üzerimden ittirdim. Emin seccadesini serip namaza durdu. Kalkıp banyoya geçtim. Abdest alıp namaz elbisemi giydim ve başımı örttüm. Ben de hazır uyanmışken teheccüd kılayım diye düşünmüştüm.

İçeriye döndüğümde Emin tesbihat yapıyordu. Beni namaz kıyafetleriyle görünce teheccüd kılacağımı anlayarak seccadeyi toplamadı ve kalkıp yerini bana verdi. "Allah kabul etsin," dedim. "Bana da dua et."

Başını onaylarcasına salladı. Seccadenin başına geçip niyet ettim, tekbir alıp namaza durdum. Her rekatta, her secdede ruhuma bir huzur aktı. Ramazan'ın manevi atmosferi kalbimi sarıyordu. Namazdan sonra ben de Emin'i kattım dualarıma. Onun bu güzel huylarına, hassasiyetine ve bana olan desteğine şükrettim.

Ben namaz kılarken Emin mutfağa geçip yumurtalarla ilgilenmiş, kabuklarını soymuştu. Yanına gittiğimde her şey hazırdı. Sütleri bardaklara doldurdum ve karşısına oturdum. Ona "Eline sağlık," dedikten sonra besmele çektim ve sahurumuzu yaptık.

Bu Ramazan'ı daha bereketli geçirmeye kararlıydık. Güneş doğana kadar uyumamayı, Kur'an ve tefsir okumayı planlamıştık. Diğer aylardan farklı olsun istiyorduk. Bu sebeple program yapıp hedefler koymuştuk kendimize.

Böylece ilk günümüze Ramazan'ın rutinlerini uygulayarak başladık. Dişlerimizi fırçaladık, abdestimizi tazeledik ve Kur'an okuduk. Ezan okunurken küçük bir ara verdik. Pencereyi açıp önüne iliştik. Ruhumuza dokunan, tüylerimizi diken diken eden o ilahi seslenişi dinledik. Ardından ezan duasını edip Kur'an okumaya devam ettik. Sabah namazını kıldıktan sonra da tefsir okuması yaptık birlikte. Bir kaç sayfa da olsa okumaya niyetlenmiştik.

Güneş doğduktan sonra biraz uyumaya karar verdik. Çok fazla vaktimiz yoktu. Ben okula, Emin de işe gideceğinden ötürü erken kalkacaktık. Ama bir saat bile dinlenmek enerjimizi toplamak için yeterliydi.

Alarm sesleri ikimizin odasından da yankılanıp evi kuşattığında yataklarımızdan kalktık. Gece ibadet etmenin lezzeti hâlâ kalbimizde olduğundan, uyku saatimiz azalmış olsa dahi pek olumsuz etkilenmemiştik. Kalkıp hazırlanmış, birlikte evden çıkmıştık. Tek tük konuşmalar geçmişti aramızda. Ramazanın ilk günü olduğu için heyecanlıydık. Bu heyecan bize dinçlik katıyordu.

Okula vardığımda biraz susamıştım. Duraktan okula yürümek çoğunlukla susamama sebep oluyordu. Bir an oruçlu olduğumuzu unutup kantinden su almaya gidecektim ki kafama dank etti. Kendi kendime gülüp sınıfa yürüdüm.

Dersler güzel geçmişti. İçimde gün boyu huzur ve tatlı bir Ramazan coşkusu vardı. Bunu arkadaşlarımın çoğunluğunda da görüyor olmak güzeldi.

Öğle arasında Ceyda ve Hazal ile sınıfta oturup ödev yaptık. Okulda ödev yapma fikri bugün kendiliğinden içime doğmuştu. Böylece eve daha az iş yükü kalırdı ve daha çok Kur'an okuyabilir, belki bu Ramazan hatim yapabilirdim. Daha önce ne vakit niyet etsem hatimlerim yarım kalmıştı.

Neyse ki sevdiğimiz ve kolay bir konuydu. Ödevler kısa sürede bitti. Kızlarla birlikte Ramazan planlarımız hakkında konuşmaya başladık. Sınıfta bir kaç kişi daha vardı; kimisi kitap okuyordu, kimisi pencereden dışarıyı seyrediyordu, kimisi laflıyordu. Herkes kendi hâlinde vakit geçiriyordu.

Bu esnada sınıf arkadaşlarımızdan biri olan Mustafa Anıl yanımıza doğru yaklaştı. Belki ödevle ilgili bir şey sorup gidecektir düşüncesiyle ona çevirdik bakışlarımızı. Ama gözlerinde merak ve yüzünde ciddiyet vardı. Başka bir durum olduğu belliydi.

Hiç beklemediğimiz bir mevzuyla karşı karşıya kaldık gerçekten de.

"Size bir şey soracağım. Ama gerçekten merak ettiğim için soruyorum. Neden oruç tutuluyor? Aç kalmanın ne faydası var? Yani Allah neden böyle bir şey istesin? Biliyorsunuz, ben hastalığımdan ötürü zaten oruç tutmuyorum ama hasta olmasam da tutmazdım herhalde."

Sınıftaki birkaç kişi Mustafa Anıl'ın sorusuna şaşırmış gibi yönünü bizden tarafa çevirdi. Biz de Ceyda ve Hazal'la kısa bir bakışma yaşadık. Şaşırmıştık ama bu şaşkınlığı kısa sürede üstümüzden atmaya çalıştık. Çünkü bizden cevap bekleyen biri vardı.

Gençlik duygularının verdiği o 'değerlere sıkı sıkı sarılma hissiyatı' sebebiyle değişik duygular coşup dereler gibi içimde çağlamıştı. Öte yandan, sakin kalıp en makul cevapları vermemiz gerektiğini de biliyordum.

Ben nereden başlayabileceğimizi düşünürken Ceyda söze girdi. Kendinden emin bir şekilde konuşuyordu.

"Oruca sadece ibadet gözüyle bakmaktan öteye geçmek lazım. Senin de söylediğin gibi, nedenini ve sebebini öğrenmek insanın yaptıklarını içselleştirmesini sağlıyor. Aslında oruç sadece bir ibadet değil, sağlık açısından da çok faydalı. Vücut, gün boyu yemek yemediği için kendini yeniliyor. Özellikle sindirim sistemi dinleniyor ve hücreler kendini onarmaya başlıyor. Açlık süresi arttıkça toksinlerden arınma süreci hızlanıyor. Birçok bilim insanı, hatta doktorlar bile bu yüzden aralıklı oruç öneriyor."

Hazal başını sallayıp onayladı. "Evet. Ayrıca insana disiplin kazandırıyor. Normalde bir şeye karşı hemen arzu duyarız ve o arzuyu gidermeye odaklanırız. Ama oruçlu olduğunda sabretmeyi öğreniyorsun. Kendi iradeni kontrol etmeyi başarıyorsun. Düşünsene, önünde su var ama içmiyorsun. Çünkü bir amacın var. Oysa suyla aranda başka hiçbir engel yok."

Konu ilgisini çekmiş olmalı ki arkadaşlardan bir ikisi daha yanımıza geldi. Sohbetimize katıldılar. Sohbetimiz yavaş yavaş büyüyor, Ramazan'ın özüne dair derin bir konuşmaya dönüşüyordu. Bir arkadaşımız söze girdi.

"Açlık, empati yapmamızı da sağlıyor. Sürekli tok olunca aç insanların ne hissettiğini anlayamıyorsun ama oruçluyken açlık çektiğinde onların halini daha iyi kavrıyorsun. Biraz sabrediyorsun ama akşam iftar var. Peki ya akşam ne yiyeceğini bilemeyenler? Oruç insana şükretmeyi öğretiyor."

Mustafa Anıl, başını salladı. Söylediklerimizi düşünüyor gibiydi. Ama hâlâ kafasında bir şeylerin netleşmediği belliydi. Bir süre sustu, sonra gözlerini bize dikerek tekrar sordu: "Bunları duymamıştım, iyiymiş. Peki, Allah neden oruç tutmamızı istiyor? Oruç sadece bir sağlık ya da psikoloji meselesi değil, sonuçta ibadet."

Tam bu noktada, son günlerde okuduğum kitabı ve dinlediğim sohbetleri anımsadım. Ramazana hazırlık olsun diye öncesinde Youtube'dan epey video dinlemiştim. Galiba sadece bana değil, bugün burada sınıf arkadaşıma da fayda sağlaması içinmiş öğrendiklerim. Buna sevinerek lafa girdim.

"Orucun en önemli noktalarından biri bu aslında. Oruç, Allah ile kul arasında çok özel bir ibadet. Oruç tamamen Allah için tutulur. Sadece onun rızası için, o istediği için nefsinin arzu ettiği şeylerden vazgeçersin. Normalde temel ihtiyacımız olan yiyeceklerden uzak durursun. Sadece onlar da değil, öfkelenmekten, kötü söz söylemekten, haramdan da uzak durursun. Oruç sadece açlık demek değil çünkü. Yani hepsi irade gerektiren mühim şeyler. Bu yüzden Allah, orucu 'Benim içindir, mükâfatını da Ben vereceğim' diye özel bir yere koymuş. Hadis-i şerifte Peygamberimiz sav nakletmiş, Allah 'Ademoğlunun işlediği her hayır, kat kat karşılık görür. Oruç hariç. O benim içindir ve onun mükâfatını ancak Ben veririm,' buyurmuş. Yani orucun en güzel tarafı Allah'ın ona verdiği değerdir. Karşılığını sadece Allah bilir ve onun mükâfatı da sonsuzdur."

Mustafa Anıl, "Vay be," dercesine dudaklarını büzdü. "Güzel açıkladınız, sağ olun. Gerçekten böyle bakınca farklı hissettirdi."

Gülümsedim. "Çok sevindim. Bu arada, "Sahabenin Ramazanları" ve bir de "Efendimiz'in sav Ramazanları" diye oynatma listeleri var YouTube'da. Onlara da bakabilirsin. Ben dinliyorum, gerçekten çok şey öğreniyorum."

"Tamamdır bakacağım," deyip telefonunu çıkarttı ve not aldı.

O sırada Hazal da elindeki telefonun ekranına bakarak konuşmaya girdi. "Ben de hadislere göz attım. Birini paylaşmak istiyorum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor: "Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiği zaman duyduğu sevinç, diğeri ise orucunun karşılığını almak üzere Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir."

Bir başka arkadaşımız heyecanla atıldı: "Haa bu arada! Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet gününde oradan yalnızca oruçlular girecektir. Bu da önemini gösteren noktalardan biri bence."

"Vay özel bi kapı ha," dedi Mustafa Anıl. Bir süre daha bu konular üzerine konuştuktan sonra yavaştan dağıldık. İçimde, Ramazan'ın bereketini bu şekilde başkasıyla paylaşmanın mutluluğu vardı.


 

Okuldan sonra eve geçmiş, biraz Kur'an okumuş, sohbet dinlemiştim. Emin eve gelene dek biraz etrafı da toparladım. Sonra o da gelince annemlere gitmek üzere yola çıktık.

Her Ramazan ilk iftarımızı ailecek yapardık. Bir gelenek olmuştu. Ablamlar, abimler, annemler, biz, yeğenlerim, toplanıp kocaman bir sofranın etrafına dizilirdik. Ezandan önce iftarı beklerken, sırasıyla dua eder, herkesin duasına amin derdik. O anlar çok kıymetliydi. Bu âdeti geçen yıl Emin başlatmıştı. Çok güzel olmuştu... Çocuklar bile kendilerince dualar ediyordu ve herkes amin deyince çok hoşlarına gidiyordu. Küçük yeğenimin 'Allah'ım, annem bana bir sürü çikolata alsın' diye ettiği duaya gülmemek için kendimizi zor tutmuş ama yine de amin demiştik mesela.

İftar vakti yaklaştıkça yayılan yemek kokuları iştahımızı daha da kabarttı. Annemin yaptığı hurmalı tatlının tarçın kokusu, masadaki sıcak pidelerden çıkan duman, çorbaların üzerine eklenen limon damlalarının ekşimsi kokusu... Gerçekten de aramızdaki tek engel Allah'ın rızası ve emriydi. Yoksa kim bu harika nimetlere karşı koysun ki?

Nihayet ezan okununca, hep birlikte hurmayla orucumuzu açtık. İlk lokmayı aldığımız an, gün boyu beklediğimiz o vakte kavuşmuştuk. Ardından sularımızı kana kana içtik. Bir yudum su, ne büyük bir nimetmiş meğer... Şükretmenin ne demek olduğunu en çok Ramazan'da görüyordu insan.

İftardan sonra teraviye gitmiştik. Bir kısmımız evde kalmıştı. Ben camiye gidenler arasındaydım. Buğlem de heves etmişti. Onu da yanımda getirmiştim. Kardeşimin minik ellerini tutarak camiye doğru yürürken içimde tarif edemediğim bir coşku vardı. Camiye girdiğimizde, içeride yankılanan Kur'an tilaveti ruhumu sarıp sarmaladı.

Namaz vakti gelince Buğlem de yanımda namaza durdu. Beni taklit ediyordu. O küçük vücuduyla secdeye gidişi, eğilişi, ellerini açıp dua edişi öyle saf ve güzel bir manzaraydı ki! İçim sıcacık oldu. Bir süre sonra yorulunca oturup etrafı izlemeye başladı. Ama yine de buraya gelmekten, bu atmosferin bir parçası olmaktan memnun olduğu belliydi. Ben de onu iyi ki getirmiştim. Şimdiden bu atmosfere alışmış oluyordu.

Teravih namazının ardından bizimkilerle vedalaşıp eve döndük. Emin biraz Kur'an okuduktan sonra yattı. Gece sahurdan sonra uyumadığımız için yorulmuş olmalıydı. Çalışmak kolay değildi. Üstelik şu an yeni işine adapte olmaya çalışıyordu. Askerden döndükten sonra bir kaç yere başvurmuş, nihayetinde bir vakıfta işe başlamıştı. Şu an işinden memnundu. Evrak ve muhasebe işleriyle ilgileniyor, bazı projelerin takibini yapıyordu.

Ben ona nazaran biraz daha geç yattım. Youtube'dan video izlemiştim. Kitap okumuştum. Gece ilerledikçe yorgunluk göz kapaklarıma çökmeye başladı. Sahurdan sonra uyumadığımız için uykum iyice ağırlaştı. Pijamalarımı giyip yatağıma uzandım. Yorganın sıcaklığına sarılırken Ramazan'ın ilk gününü geride bırakmanın huzurunu hissettim. O gün, kalbimde hoş bir anı olarak yerini almıştı. Daha önümüzde Ramazan'ın bereketli günleri vardı ve her biri ayrı bir güzellik taşıyordu. İçimden, 'Allah'ım, bu ayı hakkıyla değerlendirebilmeyi nasip et' diye dua ettim. Ve huzurla uykuya daldım..

 

Bölüm : 26.03.2025 22:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...