48. Bölüm
Şeymanur / Zecir / 46 – kabul ve cesaret

46 – kabul ve cesaret

Şeymanur
sukunettekelimeler

 

"Yol, sevdiğin kadının kalbine gidiyorsa yoldur. Onun dışında sadece çıkmaz sokaklardan ibarettir."*

 

Kabullenmek korkmamak değildir. Cesaret korkmamak değildir. Ama insan, korkularıyla ve çekinceleriyle birlikte yürümeyi de öğreniyormuş hayatta. Ben de öğreniyorum.

Kalbim deli gibi atıyor. Göğsümün içinden dışarı çıkacak neredeyse. Sanki nefes almayı bile unutmuşum. İlk andaki afallamışlığı üzerimden atsam da yüzümün kıpkırmızı olduğunu tahmin etmesi zor değil. Yanaklarım ve kulaklarım alev alev yanıyor. Dudaklarımda onun dudaklarının sıcaklığı hâlâ duruyor. Hatta Emin'in göğsüne dayanan ellerimi ayırsam, dizlerimin titreyeceğine ve düşeceğime de kalıbımı basarım. Öyle tuhaf, yakıcı ve tarifsiz bir his içindeyim...

Emin geri çekildiğinde sanki bir boşluk oluştu. Ama aynı anda yeniden nefes almaya başladım. Utançtan bayılacak gibi olsam da kaçamak bir şekilde onun gözlerine baktım. Bu kez pişmanlık da suçluluk da yoktu orada. Ama korkunun izleri hâlâ vardı. Az önce o mektubu ve kalbimi açıkça sorgularken her hâlinden sızan beni kaybetme korkusu...

Ben o kısa ama büyülü saniyelerin etkisinden henüz çıkamamışken, titreyen parmaklarıyla yanağıma dokundu. Tüm bu yakınlığa rağmen beni kırmaktan korkarak hassasiyetle hareket ediyordu.

"Berra, ben seni seviyorum."

Kalbimde küçük bir sarsıntı peyda oldu. İçimden bir ses "duydun ya" dedi ama buna rağmen bir kez daha tekrar etmesini istiyordum. Sanki ilkini tam kavrayamamışım gibi, ikinci kez duymadan inanamayacakmışım gibi. Yüzüme yayılan o sıcaklık daha da arttı.

"O kadar uzun zamandır bunu kendi içimde tutuyordum ki..."

Gerçekten de düşüp bayılayım diye uğraşıyor olmalıydı. Peş peşe gelen itirafları ve yakınlığı yüzünden ayakta durma gücüm tükenmişti. Bütün enerjim duygularıma aktarılıyor gibiydi.

"Seninle gerçekten evli olmak istiyorum. Sürekli seni özlüyorum. Yanımda ol istiyorum. Bu evin çatısı altında olmadığında rahat uyuyamıyorum. Eksiklik hissediyorum sen yokken. Seninle tamamlanıyorum."

Bu duyduklarım karşısında bir çocuk gibi sevinmek, mutluluktan bağırmak, odada dönüp dans etmek isteyen bir yanım vardı. Çünkü ben de onu seviyordum. Ama diğer yanda, hem utanıyor, hem de bu yeni eşiğin ardında beni bekleyen belirsizliklerden korkuyordum. Ama korku, sevgiyi bastıracak kadar büyük değildi artık.

Parmakları yüzümün kıyısından saçlarıma doğru uzandı ve dağılan küçük bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bu hareketi yıllardır yapıyor gibi aşina bir şekilde... Oysa değildi. Bir insanın elleri, ruhunun dilini bu kadar güzel konuşabilir miydi?

"Sana dokunmak istiyor, incinmenden korkuyordum. Sana uzanmak istiyor, uzaklaşmandan korkuyordum. Sana yaklaşmak istiyor, ürkmenden korkuyordum. Ama artık korkularımla yaşamamaya kararlıyım. Gerçeklerle yaşayacağım Berra. Ve en büyük gerçeğim bu: Seni seviyorum."

Gözlerine bakarken dudaklarım kıpırdamasa da içimden "Ben de..." dedim. Henüz cesaretim dudaklarıma varamamıştı ama Emin duymuştu sanki. Bakışlarımdan okumuştu.

Hem sözleri hem bu nazik dokunuşları, iki gündür içimi yiyip bitiren bütün şüpheleri söküp atmıştı. Emin için çekimine kapıldığı, bir anlık heves değildim. Bir ömür yanında olmasını istediği kişiydim. Bu gerçeği, böyle net ve açık duymak deli gibi mutlu etmişti beni.

"Bu evlilik... Yani baştan beri ne olduğumuz ortada. Ama artık gerçek olsun. Biz gerçekten 'biz' olalım."

Söyledikleri içimde dalgalar yaratıyor ve o dalgalar boyumu aşıp beni içine alıyordu. Kıyıya çıkmayı hiç istemediğim bir anın içine düştüm sanki. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Çünkü Emin'in yüzüne baktığımda bütün çekincelerim buharlaşıp gidiyor, kendimi yuvamda, olmam gereken yerde ve güvende hissediyordum.

O an her zerremde idrak ettim bu gerçeği: Emin benim kocamdı. Eşimdi. Evliydim ben Emin'le. Bugüne dek belki bu gerçekten uzak yaşamıştım. Onu dost olarak görmüştüm. Yoldaş olarak. Arkadaş olarak. Sırdaş olarak... Onu bir çok şey olarak görmüştüm ama eşim olarak görmekten itinayla kaçınmıştım. Herkes gibi olmak isterken, yaşıtlarım gibi bir hayat sürmeye çalışmış, evli olduğum gerçeğini yıllar önce gördüğüm bir kabus olarak ardımda bırakmıştım. Emin'in varlığını değil belki ama rolünü hep göz ardı etmiştim. Nikahlı eşim olduğu rolünü. İçselleştirmediğim bu hakikat şimdi gün yüzüne çıkmış, omuzlarımdan tutup beni sarsmıştı.

Bütün bunları bilinçsizce de olsa yapmak bana bugüne dek çok şey kazandırmıştı belki. Hayata bakışım, yaşayışım, sorumluluklarım, duygularım, hepsi daha az karmaşık, daha sıradan, daha katlanılırdı. Kendimi hiç eş rolünde görmemiştim. Eş olarak sorumluluklarım yoktu. Eş olarak, aşkla ve arzuyla sevilmemiştim, mesela.

Oysa şimdi pencereden içeri süzüp de üzerime vuran güneşin ışıkları kadar aydınlık bir hakikat vardı: Emin'in duyguları artık başkaydı. Bakışlarındaki manalar, sözlerindeki imalar, davranışlarındaki amaçlar; hepsi başkaydı. Hem de bir süredir. Bense bunları anlamaktan aciz kalmıştım.

Ben de farklıydım evet.

Ama ne yaparsam yapayım, içimdeki o kekremsi tadı olan korku duygusu tamamen gitmiyordu. Küçük yaşta evlendirilmiş bir kız çocuğuydum ben. Başta sadece yavaşça alışmaya çalıştığım, sonra dostça yaklaştığım, ardından daha derin bağlandığım bir genç adam vardı yanımda. Ve şimdi o adam, gözlerimin önünde âşık birine dönüşüyordu. Bu beni sevindirdiği kadar, ürkütüyordu da. Henüz küçüktüm, on sekiz yaşında. Buna hazır mıydım?

Şimdi ne olacaktı? İçimdeki bu karmaşa nasıl durulacak, nasıl sükun bulacaktı? Ne yapmalıydım? Nasıl davranmalı, ne söylemeli, nasıl yaklaşmalıydım ona? Hiçbir fikrim yoktu. Hayatımda bir şeylerin değişmesinden hep korkmuştum. Yenilikler, bilinmezlik kelimesiyle eş değerdi benim için. Ürküyordum, çekiniyordum, uzak duruyordum onlardan. Sınıfta hep aynı sırada otururdum mesela. Yemekhanede hep aynı masada, bahçede hep aynı bankta. Aynı duraktan otobüse biner, aynı bakkala gider, aynı sokaklardan yürürdüm. Farklı renkler giymeyi, farklı modelde elbiseleri, farklı caddeleri, farklı otobüsleri, farklı kafelere gitmeyi, farklı tadlar denemeyi, farklı çiçekler yetiştirmeyi stresle karşılardım. Bilmediğim şeyler içerirlerdi çünkü. O bilinmezlikler endişelendirirdi beni.

Şimdi nasıl olur da farklı duygulardan ürkmezdim? Onların getireceği yeni bir hayattan, yeni davranışlardan, yeni alışkanlıklardan, yeni gereksinimlerden... Kimsenin aşık olduğu kadın olmamıştım ki ben. Kimsenin karısı olmamıştım. Bütün bunlar şu an istediğim, kabul edebileceğim, başa çıkabileceğim, alışabileceğim, hoşlanacağım şeyler miydi? Bilmiyordum.

Ama yok sayarak, görmezden gelerek yahut kaçarak öğrenemezdim. Bunun farkında olacak kadar aklım başımdaydı.

Göğüs kafesime ağırlık yapan kalbim küt küt atmaya devam ederken şimdiye dek Emin'den öğrendiğim en önemli şeyi yapmaya niyetlendim: Açıkça konuşmaya ve onunla duygularımı paylaşmaya.

Bakışlarımı yüzünde gezdirdim. O da bana bakıyordu. Tam konuşacaktım ki, beş dakika önceki o öpücük zihnime hücum edip beni alabora etmeye çalıştı. Ellerimi buz kestiren, içimi ise soba gibi ısıtan o anları savuşturmayı denedim. Yeniden o dakikanın içine düşersem, konuşamayacaktım.

Titreyen bir nefes aldım. Gözlerimi yere indirdim. Bu kez Emin'e bakmaktan özellikle kaçındım. Utanıyordum çünkü. Cesaretim de pek yoktu. Gözlerinde neyle karşılaşacağımı bilmemenin tedirginliği içimi sarıyordu. Onu incitmiş olmak da istemiyordum. Kalbimde birden fazla duygunun karmaşası vardı: suçluluk, minnettarlık, çekinme, isteme, sevme, ama aynı anda kaçma isteği...

Emin sessizdi. Bir yandan elmacık kemiklerimi usulca okşuyor, diğer yandan da gözlerini hiç kaçırmadan beni izliyordu. Yüzünde acele ettiren bir ifade yoktu. Sadece oradaydı. Sadece beni bekliyordu. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı, içimi ne zaman açacağımı sabırla bekliyordu. Oyalanmadan söze girdim.

"Emin, ben korkuyorum."

Sesim beklediğimden daha güçlü çıkmıştı ama boğazımda bir düğüm vardı. Cümlem daha tamamlanır tamamlanmaz gözyaşlarım kirpiklerime hücum etti.

Emin "Neyden?" veya "Niye?" demedi. Sorgulamadı. Sadece kollarının arasına aldı beni. Göğsüne yasladı. Sarıp sarmaladı.

Ağlamaya başladım. İçimde biriken her şey, o an çözüldü sanki. Kokusu, göğsünün sıcaklığı, kalbinin ritmi... Hepsi beni kuşattı. Saçımı okşadı usulca. Diğer elini sırtıma koydu. Bir şey demedi. Beni korkularımla birlikte seveceğine emin oldum o an.

Ağlamam dinene kadar bekledi. Ne utanmama sebep oldu, ne acele ettirdi. O an, sadece beni kollarında tuttu. Yaralıydım da onun kollarında iyileşmeye başladım sanki.

Gözyaşlarım biraz durulduğunda cesaretimi topladım ve başım göğsüne yaslı haldeyken konuşmaya devam ettim. Onu incitmeden, yumuşak bir şekilde söze girdim. İçinde hem rica vardı hem bir parça suçluluk.

"Emin... ben biraz zaman istiyorum."

Hiç geri çekilmedi. Sırtımı sıvazlamaya devam etti. Bu bana güç verdi.

"Her şey çok yeni. Ve çok garip. Bir yandan içim kıpır kıpır, bir yandan da çok korkuyorum."

Gözlerimi araladım ve bakışlarım Emin'in gömleğinin düğmesine sabitlendi. Ona sarılırken konuşmak beni rahatlatmıştı. Güvenli bir alandaydım ve özgürce, utanmadan, çekinmeden hislerimi paylaşabilirdim.

"Biz nikahlı da olsak seni eşim rolüne koymadım. Yanlış anlama, sen o rolün gerektireceği ne varsa yaptın. Biliyorsun, zorla evlendirilmiştik. Sen de iki yoldaş olacağız demiştin bana. Daha en başından eş rolünü yüklemedin hiç omuzlarıma. Ben de basit bir oyun gibi gördüm belki de o nikahı, düğünü. Birlikte yaşadığım bir arkadaştan fazlasıydın, evet. Ama yaşıtlarım gibi sıradan olmaya öyle odaklandım ki bunlar üzerine düşünecek cesareti edinemedim. Şimdi ise tam ortasındayım. Ama daha on sekiz yaşındayım, Emin. Bazı şeylere yeni yeni alışıyorum. Henüz ney nasıl yaşanır, bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu duygularla yüzleşmemin çok hızlı olduğu. O yüzden biraz yavaşlamak istiyorum. Gerçekten bu role hazır olmak için."

Sesim titredi ama sorun etmedim. Kollarımı ona sıkıca sardım. "Beni anlıyor musun? Kırılmadın dimi? Seni kırmayı hiç istemiyorum çünkü. Sadece bu yeniliğe alışmak için..."

"Anlıyorum," dediğinde o kadar sakin ve şefkatliydi ki bu kez gözlerim onun varlığına bir şükür emaresi olarak doldu.

Sadece bir kelimeydi ama içinde "Sana kızgın değilim", "Yanındayım", "Sana zaman veriyorum", "Seni suçlamıyorum", "Sabırlıyım", "Yine de seviyorum" gibi binlerce başka cümleyi taşıyordu.

"Sen iste bütün zamanlar senin olsun," dedi sonra. "Ama biraz konuşalım istiyorum? İyi misin? Şimdi konuşabilecek durumda mısın?"

Yavaşça geri çekildim ve gözlerine baktım. Başımı salladım. Emin elimi tuttuğunda avuçlarındaki sıcaklığı bütün bedenimde hissettim. İçimde hâlâ ürkek bir kuş vardı ama onun sakinliği, gözlerindeki dinginlik ve dudaklarının kenarındaki o mütebessim ifade içimdeki fırtınayı yavaş yavaş dindirdi. Elimi bırakmadan, beni usulca kanepeye yönlendirdi.

Oturduk. Elimi hâlâ avucunda tutuyordu. Başparmağıyla elimin üzerini nazikçe, ritmik bir şekilde okşuyordu.

Gözlerinde birden çok şey vardı: incelik, merhamet, şefkat, karışık duygular... Ama en çok da beni anlamaya çalışan bir ifade.

Duyduklarını sindirmeye çalışıyor gibiydi. Nefes aldı. Bakışlarını gözlerime sabitleyip konuşmaya başladı.

"Berra... Bana ne söylediğini anladım. Hem de çok iyi anladım. Kırılmadım. Üzülmedim. Tam tersi, sana olan hayranlığım arttı. Çünkü dürüstsün. Açık konuşuyorsun. Korkularını saklamıyorsun. Bu, sandığından çok daha büyük bir cesaret."

Anlaşılmanın getirdiği bir rahatlamayı her hücremde hissettim. Elini sıkıca tuttum, ondan güç alır gibi. Teşekkür eder gibi.

"Ben senin büyümeni, yeni rollere alışmanı, yolunu bulmanı, kendini anlamanı izlemekten ve beklemekten hiç gocunmam. Çünkü seni, olduğun hâlinle seviyorum."

Ona dönüp bakarken boğazımdaki düğümün gevşediğini fark ettim. Artık hem korkuyor, hem de güveniyordum. Güzel ve tuhaf bir ikiliydi.

Kısa bir duraksamanın ardından dudaklarına haylaz bir gülüş yerleşti. "Ama en azından sevgilim ve sevdiğim olmaya bir an önce alışman elzem. Çünkü artık bu elleri bırakmam, bu saçları okşamadan durmam epey zor."

Yanaklarımda bir anda yeniden o bildik sıcaklık peydah oldu. Utandım. Ama bu sefer öyle saklanmak, kaçmak istemedim. Çünkü onun bakışlarındaki yumuşaklık bunu yersiz kılıyordu.

Gözlerimi kaçırdım ama gülümsedim. Başımı eğip göz ucuyla ona baktım. "Bana diyene bak! Sen bazen çok açık sözlü oluyorsun," dedim yarı sitemkâr, yarı oyunbaz bir tonda. Ama sesimde ciddi bir itiraz yoktu, bilakis, bir hoşnutluk gizlenmişti.

Emin, parmaklarını hâlâ elimde dolaştırarak, "Yok, yok... Daha başlamadım bile," dedi ve göz kırptı. Hava daha yumuşak, sıcak ve iç açıcı bir hal aldı sanki.

O an iyice kabullendim: Artık sadece ellerimiz değil, yollarımız da kenetlenmişti. Ve ikimiz de bu yolun yolcusu olmaya hazırdık. Birlikte, yavaş ama emin adımlarla...

Bölüm : 20.07.2025 13:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...