

“Ne tuhaf, insan birini sevmeye başladığında dünya yaratıldığı günden beri hayatındaymış gibi geliyor. ”*
✦
Bazı anlar vardır, bir benzerine aralanan kapıdır. Zaman, bazen insanın karşısına geçmişin silik bir yansımasını çıkarır. Aynı bakış, aynı sessizlik, aynı iç kıpırtısı... Sanki çok önceden yaşanmış, unutulmuştur. Tekrar beden bulur. Hayat, kendi içinde döngüler çizerken, biz de o döngülerin içinde geçmiştekine benzeyen anların kıyısında dururuz. Ve bazen farkına varmadan, o eski kapıdan yeniden içeri adım atarız.
Elhamdülillah annem kritik süreci atlatmıştı. O yirmi dört saat nihayet geride kalmıştı. Giderek iyileşecekti inşaallah. Doktor “Şimdilik stabil, ama dinlenmesi ve iyi bakılması gerek. İyileşmesi biraz zaman alacak,” demişti.
Dün akşam duygusal bir anımda Hazal’ı aramıştım. Bana kızgın ve kırgındılar belki ama okulda üstüme meyve suyu döküldüğünde ıslak mendil uzatmaktan, görünce selam vermekten ve mescidde yanımda namaza durmaktan kaçınmamışlardı geçtiğimiz bir haftada. Bütün bu küçük ama çok anlamlı şeyler, içimde hâlâ bir umut kıvılcımı yanmasını sağlıyordu. Bundan cesaret alıp da aramıştım. Sonuçta onlar benim en yakın dostlarımdı.
Telefonun uzun uzun çalması yüreğimi sıkıştırmıştı. Tam açmayacağını düşündüğüm sırada beni yanıltmıştı. “Efendim?” diyen sesini duymuştum. Eskisi kadar sıcak ve samimi değildi belki ama sorun etmedim. “Hazal, annem hastaneye kaldırıldı. Kalp damarı tıkanmış, anjiyo oldu. Bu yirmi dört saat kritikmiş. Dua eder misiniz? Yasin okur musunuz?” demiştim ağlamaklı hâlimle.
Söylediklerimden sonra Hazal’ın ses tonunda mesafeye ve soğukluğa dair hiçbir şey kalmamıştı. Samimiyeti, merhameti ve sevgiyi kuşanmıştı. Aramızdaki buzlar çatlamış, erimişti. Sözlerinin içine sıcaklık, endişe, kardeşlik sinmişti. İlgili bir şekilde sorular sormuş, beni rahatlatmak için bir şeyler söylemiş, yüreğime su serpmişti.
Kapatmadan önce “Ceyda’ya ben söylerim. Sen de bizi durumdan haberdar et. Bir şeye ihtiyacınız olursa söyle Berra,” diye tembihlemişti. Beş dakika kadar sonra Ceyda beni aramıştı. O da duvarlarını yıkmıştı, belliydi. Kırgınlıkların üzerini örten bir özenle konuşuyordu.
Galiba bu musibetin içerisinde saklı olan gizli lütuf, arkadaşlarımın kalbinin yumuşaması ve zor anlarımda yanımda olmak uğruna kızgınlıklarıyla kırgınlıklarını geride bırakmalarıydı.
Bugün de arayıp okuldan erken çıkacaklarını ve beni görmeye geleceklerini söylemişlerdi. Annemlerde olduğum ve çocuklara baktığım için burasının konumunu göndermiştim. Şimdi ikisi de yan yana, karşımdaki koltukta oturuyordu.
Hazal, ellerini dizlerinde birleştirmiş, dikkatle bana bakıyordu. Gözlerinde özür gibi parlayan, ama yüksek sesle dile gelmeyen bir şey vardı. Ceyda ise biraz daha gergindi ama bakışları içindeki vicdanın sesini bastıramadığını gösteriyordu.
Onların varlığı odayı bambaşka bir havayla doldurmuştu. İçeriye adım atarken yüzlerinde taşıdıkları tedirginlik ve merhamet, içimde bir yerlere dokunmuştu. Uzun zaman sonra yeniden aynı frekansta, aynı kalp diliyle buluşabiliyor olmak bana iyi gelmişti.
“Geçmiş olsun Berra…” dedi Hazal, sesi hem mahcup hem içtendi. “Gerçekten çok üzüldük duyunca. Şimdi nasıl annen?”
Ceyda da hemen ardından söze karıştı, “Bugün durumu daha iyi dedin ama... net olarak nasıl yani? Doktorlar ne diyor?”
İçime dolan şükürle başımı salladım. Gözlerim dolacak gibi oldu ama kendimi tuttum. “Elhamdülillah, kritik süreci atlattı. Tabii hâlâ hastanede ve yorgun. Ama genel durumu daha iyi, toparlıyor. Bir kaç gün daha hastanede kalması gerekiyormuş. Yakından takip edilecekmiş durumu. İlaç kullanacakmış. Beslenmesine dikkat etmeliymiş. Bir hafta dinlenecek, sonra küçük yürüyüşler yapacakmış. Öyle…”
Hazal anladığını belirtircesine başını salladı. “İnşallah çabucak sağlığına kavuşur. Rabbim annene şifa versin canım.”
“Amin,” dedim tebessüm ederek.
Ceyda söze girdi. “Gerçekten çok sevindim daha iyi olmasına. Allah kolaylık versin size. Duyunca biz de öyle kötü olduk ki… Annem de çok selam söyledi. Bir şey yapamasak da dua ettik hep.”
“Allah razı olsun,” derken gözlerim nemlenmişti. İkisinin varlığı, kalplerindeki iyi niyet, seslerinde titreyen endişe, dostluğumuzun yavaşça onarıldığını gösteriyordu.
“Sizin sesinizi duymak, geldiğinizi görmek bile iyi geldi bana. Gerçekten. Çok sağ olun.”
Hazal oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Uzanıp elimi tuttu. O sıcaklığa ihtiyacım varmış. Ceyda da diğer yanıma gelip koluma dostane şekilde dokundu. İkisinin bakışlarında da benzer duygular vardı.
Odada kısa bir sessizlik oldu ama bu rahatsız edici değil, aksine huzurluydu. Sonra Buğlem’in oyuncak bebeğinin yere düşerken çıkardığı sesle irkildik. Ama hemen ardından gülümsedik hep birlikte.
Hayat, o anda biraz daha normale dönmüş gibiydi.
Hazal doğrulup gözlerini bana dikti. “Berra, sen nasılsın peki? Hani annenin yanında güçlü durmaya çalışıyorsundur ama gerçekten iyi misin?”
Buğlem halının üzerinde oyuncaklarını dizmekle meşguldü. Onun neşesi ve ara sıra kızlara attığı laflar ortamı dinginleştirse de Hazal’ın sorusu kalbime işledi. Gözlerim kısa bir an yerde gezindi, sonra derin bir nefes aldım.
“İyiyim. Yani, olmaya çalışıyorum. Aslında çok korkmuştum. Ama annem kritik süreci atlatınca rahatladım. Kalbim biraz yorgun ama elhamdülillah. Tevekkül etmeye çalışıyorum.”
Ceyda başını yavaşça salladı. “Sen her zamanki gibi sabırlısın. Ama ister istemez çok yorulmuşsun, belli. Ne zaman ihtiyaç duyarsan biz buradayız, tamam mı? Yardım etmek isteriz. Çocuklarla ilgili olur, evle ilgili olur… Fark etmez.”
Kalbim minnettarlıkla doldu. “Allah razı olsun kızlar.”
Hazal elimi biraz daha sıktı. “Gerçekten bak, bunu sadece nezaketen söylemiyoruz. Tatsızlık yaşadık belki ama senin bizim için ne kadar kıymetli olduğunu unutmadık.”
Boğazımdaki yumruya rağmen konuştum.
“Siz de benim için çok kıymetlisiniz. Ve bugün burada olmanız çok değerli.”
Aniden beliren gözyaşlarıma engel olamadım. Birden yanaklarımdan süzüldüler. “Kızlar sizi çok seviyorum,” dedim nazlı bir çocuk gibi. İçimde biriken o duygu yumağı sonunda çözülmüştü. “Bir ara çok korktum. Hiç eskisi gibi olamayacağız sandım. Her şey kırıldı, dağıldı gibi geldi.”
“Ya Berra…” dedi Ceyda, sesi hem sitemli hem şefkatliydi. Hemen yana kaydı ve kolunu omzuma attı. Hazal da dayanamadı, “Canım benim…” diye mırıldanarak sarıldı. Üçümüz bir aradaydık. Üçlü bir kucaklaşma gerçekleştiriyorduk. O an, dostluğun ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha iliklerime dek hissettim.
Hazal, sarılmamızdan sonra hafifçe geri çekildi. Gözlerinde hem merhamet hem de merak vardı. Elimi tutmaya devam ederken dudaklarını ısırdı bir an. “Berra, ben biraz sert çıkıştım. Duygusal davrandım. Özür dilerim. Sonradan sakin kafayla mantıklı düşününce kendime geldim.”
“Ben de özür dilerim canım,” dedi Ceyda.
İkisinin de ellerini sıktım. “Ben de sizden özür dilerim.”
Az sonra Hazal yavaşça sordu: “Berra… Zamanı mı bilmiyorum ama en baştan her şeyi anlat bize. İçinde tuttuklarını, yaşadıklarını… Ne oldu, neler yaşandı, hepsini duymak istiyorum. Seni anlamak istiyorum.”
Ceyda da başını salladı. Onun da gözleri dolmuştu. “Evet. Ne zaman istersen anlat.”
Sözleri içime dokundu. Yutkundum. Kalbim küt küt atıyordu. İçimden besmele çektim.
“Şimdi anlatacağım her şeyi,” dedim kararlılıkla. Zaten annemin bu durumu olmasaydı, kızları bu hafta okulda bi köşeye çekip anlatma planım vardı.
“Buğlem, bizim odada oynasana biraz ablacığım,” diye küçük kardeşime seslendim.
“Niye? Büyüklere özel mi konuşacaksınız?”
Kızlar onun bilmişliğine sesli şekilde gülerken ben başımı salladım. “Evet canım.”
“Uff! Tamam. Ama sen de bana Ceyda ablanın getirdiği tatlıdan ver.”
“Konuşmamız bitince vereceğim. Söz.”
Buğlem başını sallayıp odadan çıktı. Kızlara döndüm. Kendimi bu konuşma için hazırlamıştım. Bir yerinden tutup başladım.
“Size şimdi anlatacağım şeyleri yıllardır içimde sakladım. Söylemedim çünkü korktum. Evlendiğimde daha çocuktum, on beş yaşındaydım. Liseye başlamadan hemen önceki yaz tatilinde evlendik Emin’le. Kendim istemedim tabi. Ben okumak istiyordum. Ama bizimkilerin kültüründe bu yaygın. Herkes erken yaşta evlenir. Beni de es geçmediler, itiraz etmeme rağmen. Emin de gönüllü değilmiş, onu da dedesi itelemiş bu işe. İkimiz de zorunluluktan evlendik yani.”
Hazal ve Ceyda’nın gözleri büyümüştü. Şaşkınlık, üzüntü ve empati yerleşmişti yüzlerine. Ceyda, dudaklarını araladı ama bir şey diyemedi. Gözleri yaşarmıştı. Hazal ise yutkundu, kaşlarını çatmıştı ama öfkeyle değil; derin bir acıma ve koruma isteğiyle.
“Berra…” dedi, sesi titriyordu. “Bunu hiç bilmiyorduk. Neden daha önce anlatmadın?”
Kısa bir soluk aldım.
“Çünkü kolay kolay anlatamazsın bazı şeyleri. Anlatsan da karşındaki anlayamaz diye korkarsın. Yargılar mı, küçümser mi, acır mı, çıkarır mı seni hayatından? Neyse, sonra geleceğim bu kısma. Devam edeyim. Emin’le evlendiğimde onu tanımıyordum bile. İçimden ‘bu çocuk benim celladım olacak’ diye geçirmiştim. Ama çok şükür ki mucizem, hediyem ve nimetim oldu.”
Son cümleyi söylerken gülümsedim. Bunun farkına bir kez daha varmak, şükrümü artırdı.
“O da daha on dokuzuna girmişti. Çok korkuyordum ama Emin beni rahatlattı. Kendisinin de dedesinin zoruyla evlendiğini anlattı. Aramızda anlaştık. Benim okumak istediğimi öğrenince destekledi. Liseye başladım. İlk zamanlar arkadaş gibi yaşadık. Aynı evde, iki yabancı gibiydik aslında. Zordu tabi. Sonra gittikçe alıştık birbirimize. İyi anlaşıyorduk genel olarak.”
“Okula başladığım ilk günü çok net hatırlıyorum. Emin bana evli olduğumu kimseye söylemememi tembihlemişti. Ben de zaten aynı düşüncedeydim. ‘Herkes farklı koşullardan geçerek yaşıyor. Arkadaşların senin koşullarını anlayamayacak kadar çocuk yaşta. Bu durum, sana yaklaşımlarını etkileyebilir. Çok doğal,’ demişti.”
O cümleleri hâlâ aklımdaydı. “Öğretmenlerimin ise muhtemelen beni de koşullarımı da anlamaya çalışmayacak kadar yorgun, öfkeli ve tutucu olacağını belirtmişti. ‘Yorgun olanlar yargılar, eleştirir, üzer, yorumlar. Öfkeli olanlar savaşacak bir şey bulmuş gibi buna tutunur ve durumun peşini bırakmaz. Hayatta karşılaştıkları adaletsizliklerin hepsinin öcünü alır gibi konunun üstüne gider, on beşinde bir kızı evlendiren herkesi sorumlu tutup meydan okurlar. Haksız olurlar diyemem, ama yine de gel gör ki anlamazlar. Anlamak istemezler de. Tutucu olanlar, onlar her ikisini de yapar. Kurban gördükleri bir kızı kurtarır, kendini de durduğu safı da yüceltir, kahraman ilan eder, diğer herkesi de aşağılar. Bunların hiçbiri olsun istemiyorum. Sen de herkes gibi oku, herkes gibi görün istiyorum.”
Kızlara hepsini aktardım.
“Ben de herkes gibi olmak istedim. Bana farklı gözle bakılmasın, dışlanmayayım istedim. Daha ben de çocuktum. Ön yargılardan korktum. Sadece bu da değil. Biri öğrenirse, o yaşta evlendirildiğim için Emin’in başı belaya girerdi, tutuklanırdı. Babamlar da aynı şekilde. Sevdiklerime zarar gelsin istemiyordum. Hem rızamız var desek bile evliyken okula gidemezdim. Hayalimdi o benim.”
Derin bir nefes alıp devam ettim.
“Her sabah okula giderken parmağımdaki yüzüğü çantama atardım. Biri öğrenirse neler olabileceğini düşünürdüm her gece. Müdür çağırır, velimi ister, sonra işin ucu savcılığa kadar gider… Emin gözümün önünde alınıp götürülür. Babam işini kaybeder. Annem perişan olur. Herkes birbirine girer. ‘Kızın konuşmuş’ denir, bana bir daha güvenilmez. Bu sefer gerçekten eve kapatılırım, okulu bırakırım. Ya da daha kötüsü… Kimse açık açık söylemez ama, hep bilen gözlerle bakar bana. Acıyan. Ayıplayan. Sorgulayan. Bunları kaldıramazdım.”
Yutkundum. Gözlerim buğulanmıştı. Hazal başını öne eğmiş, ellerini avuçlarının içinde ovuşturuyordu. Ceyda’nın gözleri ise bana kitlenmişti.
“Bir şey daha vardı. Eğer biri bu sırrı öğrenirse, sanki o an çocukluğumu da kaybederdim. Elimde kalanları da alırlar gibi hissediyordum. O yüzüğün varlığı, sanki beni özgür kılıyordu. Öğrenci gibi hissedebiliyordum. Berra gibi hissedebiliyordum.”
Yüzümde bir tebessüm belirdi. “Ama en çok…Emin’le kurduğum bağ zarar görür diye de korkuyordum. Çünkü evet, başta zorla evlendik. Ama o beni hiç ezmedi. Zorlamadı. Her konuda destekleyip yanımda oldu. Değer verdik birbirimize. O yüzden, içten içe ondan vazgeçmek istemedim.”
Gözlerimden yaş süzüldü. Ellerimle hızlıca sildim ama kızlar fark etmişti.
Hazal elini omzuma koydu, avuç içi sıcaktı. Bu dokunuş bile içimi titretmeye yetti. “Çok zor şeyler yaşamışsın. Böyle bir yükü tek başına nasıl taşıdın Berra?” dedi kısık bir sesle.
Ceyda, biraz daha yanıma sokulup diğer elimi tuttu.
Acı bir tebessüm ettim.
“Bilmem. Taşımadım aslında. Bir kısmını görmezden geldim. Bir kısmını bastırdım. Geri kalanını da zamanla unutmuş gibi yaptım. Kaçamadığım kısımlarda ise Emin destek oldu, ondan güç aldım.”
Yavaşça kızlara baktım; yüzlerinde dikkat, merak, şaşkınlık ve hüzün birbirine karışmıştı.
“Size gelirsek,” dedim mahçup şekilde.
“En başta kimseyle bunu paylaşma niyetim zaten yoktu, anlattığım gibi. Sonra o akşam ilk kez sizin evde buluştuğumuzda Emin beni almaya gelmişti. Onu abim sandınız. Abim değil, diyemedim. Çünkü kim olduğunu açıklamam gerekecekti. Sessiz kaldım. Yalan söylemedim ama yanlış anlaşılmaya ortak olup boyun eğdim. Sonra da öyle devam etmek zorunda kaldım. İş işten geçmişti. Size yalan söylemeyi asla istemedim. Gerçekten. Vicdan azabı hissettim. Hem de her seferinde.”
“Hele sizi tanıdıkça anladım; ön yargıyla yaklaşmazdınız bana. Ama bu kez de gerçeği söylediğimde vereceğiniz tepkiden korktum. Emin olun, size anlatmak bir başka korkuydu. Söyleseydim beni korumak pahasına Emin’e zarar gelebilir diye endişe ettim. Yani, beni sevdiğiniz için, korumak isteyeceğiniz için, fark etmeden ona karşı belki daha temkinli olurdunuz. Ben mutsuz olsam, Emin’le en ufak bir sıkıntı yaşasam, beni en ufak bi incitmesinde bile koruma içgüdüsüyle bir şey yaparsınız da biri öğrenir, Emin’in başı belaya girer diye endişelendim… İyi niyetle de istenmeyen sonuçlara varılabiliyor çünkü hayatta.”
Ceyda, ilk toparlanan oldu. “Ben olsam ben de korkardım. Hatta belki senin kadar bile güçlü duramazdım. Bizden saklaman, bize güvenmediğin için değil, belki de en çok sevdiğin için olmuş. Ben öyle anlıyorum.”
Onun bu sözleriyle, korkularımın benim zayıflığım değil, koruma içgüdümün bir parçası olduğunu fark ettim. Bu fark ediş içimi rahatlattı. Kendimi güçsüz görmem gerekmiyordu. İnsan olmanın doğal bir parçasıydı bütün duygularım.
Hazal buruk bir tebessümle yüzüme baktı. Gözlerindeki hüzün ve anlayış, kalbimde derin bir şefkat uyandırdı. “Aynen. Bunu saklamanı şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Hele o yaşta, o korkularla… Kendini ve sevdiklerini korumaya çalışmışsın.”
“Kendini ve sevdiklerini korumaya çalışmışsın,” sözüyle, kendimi affeder gibi oldum. Yıllarca sustuğum, gizlediğim için kendimi suçlarken, aslında elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştım.
“Teşekkür ederim,” dedim beni anladıkları, yanımda oldukları, bana güç verdikleri için.
Hazal gülümseyip gözlerini bana dikti. O muzip bakışlardan biri vardı yüzünde. “Yani, Emin’i de çok seviyorsun galiba, ha?” dedi usulca. Ortamı yumuşatmak gayretindeydi.
Ceyda da hemen arkasından, “E tabii, bahsettiğin o arkadaşlık başka bir boyuta evrilmiş gibi görünüyor,” diye ekledi.
Bir anda yüzüm kızardı. Ensemden başlayan sıcaklık tüm yanaklarımı kapladı. Gözlerimi kaçırıp küçük bir kahkaha attım. Eliyle saçımı karıştıran Hazal’a yanaştım. “Hemen de bu meseleye gelin zaten!”
“Geliriz tabi! En meraklı olduğumuz meseleler bunlar, bilirsin. Dökül bakayım. Emin abi sana iyi bakıyor mu? Aranız nasıl? Nasıl oldu her şey?”
“Aynen! Ben de merak ediyorum. Özür dilerim ama kadın erkek ateşle barut gibidir, değil mi? E sen de güzelim kızsın. Emin abinin sana gerçekten sadece arkadaş gibi davrandığına şüpheliyim?”
Bunları konuşmaktan dolayı utanıyor olsam da kızları cevapsız bırakmadım. Hüzünlü bir gülümsemeyle söze girdim.
“Evet, gerçekten arkadaş gibiydik en başta. Evli çiftler gibi olmadık hiç. Zaten ben de o hayatı yaşamak istemedim, o da. Emin bana eş değil, sırdaş, destekçi, dost, rehber oldu. Ama sonra duyguları değişmiş. Askere gitmesinden bir süre önce fark etmiş ama bana söylemek için dönmeyi beklemiş. Döndükten sonra da bir süre benim olası tepkimi kestirmeye çalışmış. Son zamanlarda bazı davranışlarından belli ediyordu aslında ama ben hep bi bahane buldum onlara. Sonra bi akşam bahane bulamayacağım şekilde davranınca yüzleşmek zorunda kaldım. Anlık bir şey miydi yoksa beni gerçekten seviyor mu diye düşündüm durdum.”
“Ayy! Ee nasıl oldu da anladın?”
“Yusuf’un mektubunu ilk Emin bulup okumuş. Elinde kağıtla karşıma dikildi. Yusuf’a karşı duygularım var mı diye sorguladı. Sonra olmadığını fark edince kendisi duygularını itiraf etti.”
Kızların gözlerinde parıltılar belirdi. Heyecanlanmışlardı.
“Peki bu itiraf seni nasıl etkiledi? Kalbinde neler var şimdi?”
“İtirafını duyduğumda önce çok şaşırdım. Bir yandan korktum, çünkü böylesine karmaşık hisler içinde olmak kolay değildi. Gerçek bir evlilik fikri ürküttü. Ama Emin alışmam için elinden geleni yapıyor. Temkinli ve özenli davranıyor. O yüzden rahat ve huzurlu hissediyorum. Kalbimde Emin var. Onunla dolu.”
“Yaa! Yerim seni!”
“Canım benim ya! Sen aşık mı oldun!”
Dostlarımın fazlasıyla doğal ve ‘kızsal’ tepkilerine güldüm.
Çekingen bir sesle devam ettim. “Evet. Ama ben duygularımı göstermek konusunda Emin kadar cesur değilim. Geriliyorum, heyecanlanıyorum, çekiniyorum, utanıyorum. Onu sevdiğimi bile yeni söyleyebildim.”
Hazal ve Ceyda bir anda birbirlerine baktılar, ardından güldüler. Hazal, şakacı bir tonla çıkıştı. “Berracım, rahat ol. Daha ne istiyorsun? Nikahın var, helal, birbirinizi seviyorsunuz. Oh mis. Çekinsen de utansan da adım at. Yazık çocuğa, onca zaman beklemiş!”
Ceyda da gülümseyerek ekledi: “Aynen! Hep zamana bırakmaz olmaz, biraz da cesaret lazım. Çekincelerinle yüzleş, rahatla!”
Kızların bu neşeli yaklaşımı bana güç vermişti. Heyecanla ve aklımdan geçen o fikri ilk kez biriyle paylaşmanın sevinciyle söze girdim.
“Haklısınız. Ben de öyle bir karar aldım zaten. Ayrıca, ona sürpriz yapmak istiyorum kızlar. Atamadığım adımları telafi etmek istiyorum. Aklımda bir şey var.”
Hazal ve Ceyda hemen dikkat kesildiler. Gözleride merak parıldadı.
“Ne var? Anlat!”
“Biz henüz Emin’le resmi nikah kıyamadık. Benim on yedi olmamı bekliyorduk. Ama sonra o askere gitti, tekrar gündeme gelmedi. Biz de bilinçli olarak gündeme getirmemiştik. Şimdi ona sürpriz yapmayı planlıyorum. Resmi nikahımızı da kıyalım istiyorum. Böylece hem ona büyük bir adım atmış olurum hem de bu durumu resmiyete dökmüş oluruz.”
Ceyda şaşkınlıkla “Vay, harika plan!” diye atıldı.
Hazal da onu tasdikledi. “Emin abi kesin çok mutlu olur.”
“İnşallah. Araştıracağım şimdi, ne yapmak gerekiyor diye. Umarım bir engel çıkmaz.”
“İnşallah gülüm!”
Araya bir kaç saniye sessizlik girdi. O anlarda Hazal ve Ceyda bir şeyi idrak etmiş gibi birbirlerine heyecanla baktılar. Gözleri parıldadı, yüzlerinde geniş gülümsemeler belirdi.
“Ayy! Biz de arkadaşınızın nikahına katılmış olacağız resmen!”
“Uff kanka evet! Düğünü kaçırdık ama nikaha yetiştik bak!”
“Berra seni resmen evlendirecek miyiz şimdi?!”
Hazal o kelimeyi bilerek kullanmıştı. “Öyle görünüyor,” dedim gülerek.
“Yaa ama çok erken değil mii? Seni nasıl veririm ben!”
Ceyda’nın duygusal tepkisi üzerine Hazal kahkaha attı. “Kanka o çoktan evlenmiş zaten. Hiçbirimiz açısından değişen bir şey olmayacak yani. Sakin ol.”
“O da doğru,” diye başını salladı Ceyda. Kıkırdadık.
“Hatta artık aramızda hiçbir sır kalmadığına göre daha rahat ve güzel olacak inşallah her şey bizim için,” dedim ikisinin de ellerine uzanıp.
“İnşallah,” dediler aynı anda.
İkisi de başlarını omuzlarıma koyduğunda kendimi çok nasipli hissettim.
Galiba hayattaki beklenmedik şeyler, hayır ve iyiliklere de vesile olabiliyordu. En güzeli de buydu.
✦
Annem hastaneden taburcu olmuştu. Bugün eve dönmüştü. Hastane süreci boyunca her gün onu görmeye gitmiştik Emin’le. Elimden geldiğince yanında olmaya çalışmıştım.
Eve döndüğünde de aslında yanında kalıp yardımcı olmak ve ilgilenmek istiyordum. İçim rahat etmiyordu. Ama ablamlar ve abimler gelmişti. Ev dolup taşmıştı. Yeterince kalabalıktı. Hatta birkaç kişi, yer kalmadığı için Fatma ablamlarda kalacaktı bu gece. Annem bize gülümseyerek “Siz artık gidin, ben iyiyim,” demişti.
Buğlem her zamanki gibi bizde kalmak istemişti. Kıyamamıştım ona. Buğlem’e bir iki gün bakabilirdim. Hem annem daha rahat dinlenirdi. Zaten bugün Cumaydı. Haftasonu gelmişti ve okula gitmeyecektim.
Ona bir çanta hazırlayıp yanımızda getirmiştik. Oyuncak bebek, minik pembe diş fırçası, bir de çizgili pijama takımı vardı içinde. İçine koyacaklarını kendisi seçmişti.
Hava ise gündüzden beri nefes aldırmayacak kadar bunaltıcıydı. Perdelerden sızan ışık bile sıcak görünüyordu gözüme. İçerideki kanepeleri açıp yataklarımızı oraya sermiştim. Bu oda daha serindi. Rahatça uyuyabilirdik.
Emin ve Buğlem yapboz yaparken ben yatağa uzanmıştım. Buğlemciğim yine benimle yatacaktı. Emin ise karşı koltukta.
“Emin abi, ben sıkıldım! Başka bir şey oynayalım!”
“Ne oynayalım birtanem?”
Bugün annemin evini baştan aşağı temizlediğim için çok yorgundum. Biraz dinleneyim diyerek gözlerimi yumdum. Arka planda Emin’le Buğlem’in konuşmaları kulağıma uğul uğul çarpıyor, sonra yavaşça kayboluyordu. Bedenim gevşemeye, zihnim yavaşlamaya başlamıştı. Uyuyakalmışım.
Kanepe, üzerine konan ağırlık sebebiyle yan tarafımda biraz daha çöktü. Küçük bir sarsıntıyla, uykunun sıcak ve yumuşak kollarından usulca sıyrıldım. Gözlerimi araladım. Oda karanlık sayılırdı. Gece lambasının loş ışığı vardı.
Emin, Buğlem'i yanıma yatırmıştı. Alışkanlığı üzere küçük kardeşimin saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı.
Ardından bakışları bana yöneldi. Uyanık olduğumu fark edince dudaklarının kenarında yumuşak bir gülümseme belirdi. "Zorla kandırıp uyuttum yine. Bu kadar enerjiyi nerden buluyor acaba?” diye fısıldadı.
Belli belirsiz gülümsedim ve başımı salladım. “Senden yüz buluyor,” dedim mırıltıyla.
Emin, gözlerini kısıp bana ‘teessüf ederim’ der gibi baktı. Ama gülümsemesi yüzünden silinmedi. Pikenin uçlarını tutup ikimizin de üzerini belimize dek örttü. Parmak uçları, örtüyü düzeltirken koluma değdi.
Tam o sırada, içimde bir şey kıpırdadı. Bu anları daha önce yaşadığımı hissetmekten kendimi alamadım. Yüzümü yastığa biraz daha gömerken düşüncelere daldım. Dejavu muydu bu? Hayır hayır. Benzer bir şey yaşamış olmalıydık. Çünkü çok gerçekti hepsi. Tüm bunlar geçmişin bir yankısı gibiydi.
Ben bunu sorgularken, Emin sessizce kanepenin yanında dizlerinin üzerine çöktü. Usulca saçlarıma dokundu. Parmakları saç tellerim arasında ağır ağır gezinirken, yumuşacık bir huzur aktı kalbime. Sonra eğilip alnımı öptü. "Hayırlı geceler birtanem," dedi fısıltıyla.
"Hayırlı geceler," dedim uyku mahmuru bir sesle. “Ama hem bana hem kardeşime birtanem diyemezsin. Birimizi seç.”
Cümlemin sonuna minicik bir muziplik saklanmıştı. Gece gece buna takıldığıma göre gerçekten onu örnek alıyor olmalıyım!
Emin’in dudaklarında kocaman bir gülüş çiçek gibi açtı. Gözlerinin kenarı kırıştı. Ela hareleri sevgiyle parladı. “Madem öyle, seçtim.”
Sesi alçak ama kararlıydı. Ardından, yeniden yaklaştı. Ben refleksle gözlerimi kapatmıştım bile. Alnıma bir öpücük daha bekliyordum. Ama rotasını hiç beklemediğim şekilde değiştirdi. Çok kısa bir anlığına, dudakları dudaklarıma nazikçe değdi.
Kalbim kuş gibi çırpındı. Zaman kilitlenip kaldı. Uyku sersemi ruh halimin içinde bile her hücreme yayılan o sıcacık dalgayı hissettim. Ruhumda gül renkli bir sükûnet açtı. Parmak uçlarım refleksle dudaklarıma gitti. Yine kızardığıma şüphem yoktu.
Emin karşı koltuktaki yatağına geçerken, son kısmı hariç benzer bir senaryoyu bir kaç yıl önce yaşadığımızın hissiyatıyla, sakince yumdum gözlerimi.
Bazı anlar vardır, bir benzerine aralanan kapıdır. Ben Berra. Hayatımda çokça böyle anlar ve anılar biriktirdiğimden habersiz, yaşadım yıllarca. O anlar, küçük işaretlerdi. Bu da onlardan biri. Geçmişte aralanan bir kapı, bugünün habercisiymiş meğer. O zamanlar bilmiyordum. Ama şimdi hissediyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.81k Okunma |
3.85k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |