

"Hayat bir tamamlanma arzusudur."*
✦
Bazen karanlık, insanı aydınlatır. Nasıl mı? Işığın değerini fark ettirerek. İnsanı kendi içindeki ışığa döndürerek.
Her şeyin sustuğu, ışıkların söndüğü o anlarda, kalbin sesi daha berrak duyulur. Zamanın ağır aksak aktığı, dış dünyanın karmaşasından sıyrılmış bir akşamda, en sade hâliyle gelen bir tebessüm, bir kelime, bir dua, insanı en derin yerinden yakalayabilir. Sessizlik büyür, mum ışığı gibi kalbin etrafını sarar.
Ablamlar ve abimler iki günün ardından evlerine dönmek zorunda kalmıştı. Sonuçta abilerim ve eniştelerim çalışıyordu. Neyse ki annemin durumu artık daha iyiydi. Fatma ablam ve ben evin işleriyle ilgileniyorduk. Emin, Oğuz abim, Devran ve Ali eniştem de sağ olsunlar gerektiğinde getir götür işleri konusunda koşturuyorlardı.
Dün Buğlem'i eve geri götürmüş, sonra vakit geç olunca annemlerde kalmıştık. Israr etmişlerdi, biz de kıramamıştık. Zaten ertesi gün Fatma ablam çocuğunu doktora götürecekti. Gündüz annemle birlikte ben duracaktım. Git-gel yapmamak adına böyle olması daha iyiydi.
Sabah güneşi, pencerenin ince tülünden süzülüp odayı usulca aydınlatmıştı. Emin işe gidecekti. Onun hazırlanırken çıkarttığı minik takır tukur sesiyle ben de uyanmıştım. Sol tarafıma döndüğümde gömleğini giydiğini gördüm. Göz ucuyla aynaya bakıyor, yakasını düzeltiyordu.
Yatakta usulca doğruldum. Buğlem'i uyandırmamak için sesimi alçaltarak konuştum.
"Hayırlı sabahlar."
Emin sesimi duyunca bakışlarını aynadan çekip yüzünü bana döndü.
"Hayırlı sabahlar. Uyandırdım mı seni?"
Başımı iki yana salladım. "Uykumu almışım zaten."
Gerçekten de yeterince dinlenmiş hissediyordum. Elimi yüzümü yıkamak için kalktım. Odadan çıkmadan önce Emin'e kısa bir bakış atıp "Seni yolcu edeceğim, gitme hemen," dedim ve banyoya geçtim. Suyun etkisiyle iyice ayılmıştım. Aynanın karşısında saçımı ve üstümü başımı düzelttim. Koridora çıktığımda Emin kapının önünde bekliyordu.
Etraf sessizdi çünkü evde herkes uyuyordu. Ben de o sessizliği bozmadan küçük adımlarla Emin'in yanına yaklaştım. Sabahın mahremiyetini korur gibi.
Bir iki adım önünde durdum. Arabanın anahtarını kontrol ediyor, cebine yerleştiriyordu.
Tebessüm ettim. "Hayırlı işler," dedim yumuşak bir sesle, kalbimi usulca titreten yüzüne bakarak.
Emin başını kaldırdı. Gözlerinde hemen o tanıdık parıltı belirdi."Teşekkür ederim," dedi göz kırpıp. Onu sabahları işe giderken uğurlamam hoşuna gidiyordu. Bunu her defasında daha iyi anlıyordum. Bu sabahsa, ona küçük bir hediyem daha vardı.
Aramızdaki mesafeyi usulca kapattım. Utangaç ama kararlı bir hareketle bir elimi omzuna koyarak tutundum. Parmak uçlarımda hafifçe yükselip yanağına nazik bir öpücük kondurdum. İçimde hem bir çekingenlik hem de sessiz bir cesaret vardı. Kalbim usulca çarptı. O anın kendisi kadar, ardından gelecek tepkiyi beklemek de heyecanlıydı.
Emin'in yüzünde hem şaşkınlık, hem de tarifsiz bir sevinç ifadesi belirdi. İçim kıpır kıpır oldu. O gülüşünü alıp saklamak istedim. Bir fotoğrafa bakar gibi çıkarıp çıkarıp bakabilsem keşke. Her seferinde içimi sıcacık edeceğine şüphem yoktu.
Öpücüğümün ardından yavaşça geri çekilmiştim. Ellerimi arkama aldım, başımı eğdim biraz.
Emin "Berra..." dedi, ses tonu memnuniyetini yansıtıyordu ama bir ağırlık da taşıyordu içinde. "Sen böyle olunca kendimi zor tutuyorum."
Dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Ama sözleri içime sıcak bir telaş gibi düştü. Bakışlarımı kaçırdım ve koridorun ucuna iliştirdim. Ne yapacağımı bilemeyip bir elimle diğer elimin parmaklarını oyalamaya başladım.
"Emin!" dedim kısık bir sesle. Ama gerisi boğazımda düğümlendi. Ne diyeceğimi bilemeden sustum. O ise hâlâ bana bakıyordu. Gözlerinin içi gülümsüyor, hiçbir şey demeden o anı uzatıyordu. Sessizliğiyle bile üzerimde etkisi vardı.
Bir an, hem o bakıştan hem kendimden kaçmak ister gibi "Hadi geç kalma," dedim. Sesimde acelenin yanı sıra, saklamaya çalıştığım bir utanma hâli vardı.
Tam kapıyı açmak için uzanmıştım ki, Emin bileğimden tuttu.
"Dur... Bu kadarıyla bırakma artık."
Sesi yumuşak ve kararlıydı.
Elini belime doladı ve beni kendine doğru çekti. Bakışlarım, onun yüzünde sabitlenmişti. Kalbim, göğsümün içinde hızla atmaya başladı.
Beni göğsüne yaklaştırırken, zaman kısa bir anlığına durdu sanki. Başımı biraz eğdim, çekingenliğimi saklamak ister gibi. Ama onun kollarının arasındaki güven ve o tanıdık sıcaklık sayesinde bir yanım öylece kalmak istedi. Sarılmak ve o anın içinde kaybolmak....
"Sabah sabah bünyeme zarar bu adam," dedim içimden.
Göğsüne yaslandığımda bir titreme geçti içimden. Kalbim, onun yakınlığına alışmak ister gibiydi ama utanmaktan kendimi alamıyordum. Bu ikisinin arasında kalmıştım.
Emin alnını benim alnıma yasladı. Nefesimiz birbirine karıştı bir an. Gözlerini kapattı, sonra yanağıma dokundu. Parmak uçlarıyla, yüzümün kenarından aşağıya ince bir yol çizdi. Ardından o yolu dudaklarıyla tamamladı. Yanağımı öyle usulca, öyle yumuşak bir şekilde öptü ki... İçimde saklı duran bir yangını fark ettim.
Başımı biraz geri çektim, gözlerim onun ela harelerine takıldı. İçimdeki mahcubiyet, bakışlarıma bulaşmıştı; ama hoşnutluğum da öyle. İkisinin arasında sıkışmış bir gülümsemeyle dudaklarımı büzdüm, sonra kısık bir sesle fısıldadım: "Emin, annemler uyanabilir."
Gözlerimi yere indirdim. "Görürlerse..."
Emin usulca güldü. O sesi duymak içimi yumuşattı, ama bir yanım hâlâ ürkekti. Başını eğdi, sonra çenemin yakınına yaklaşıp tenime zar zor hissedilen bir dokunuşla buse kondurdu. O kadar hafifti ki, gerçek miydi emin olamadım.
"Görsünler..." dedi usulca, dudakları yanağıma yakın bir yerdeyken. "Karımı sevdiğimi saklamam gerekmiyor."
O "karım" kelimesi kulaklarımda yankılandı. Bu kadar sade, bu kadar kendinden emin ve bu kadar doğal söylemesi duygularımı coşturdu ve güvenle sarıp sarmaladı. İçimdeki sıcaklık arttıkça arttı.
Başımı onun göğsüne yasladım. Kalbinin düzenli atışını dinlemek, kendi kalbimin telaşlı ritmini dengelemek gibiydi. Emin'in kokusu, sıcaklığı, sessizliği... Hepsi bir araya gelip beni kuşattı. Oraya ait hissettim kendimi.
Sonra, göğsüne vurur gibi yaptım. Ciddiye alınmak istemeyen bir sitemle "Yine de sabah sabah böyle olmaz," dedim, yarı gülerek, nazlı bir sesle.
Kaşlarını kaldırdı. Gözlerinde alaycı ama sıcacık bir ışık parladı.
"Demek, akşam olsa olurdu?"
Bir anda yüzümün kızardığını hissettim. Tepeden tırnağa utansam da istemsizce kıkırdadım. Kıpırdanarak ondan uzaklaşmaya çalıştım ama bu halimi izlemekten keyif alıyor gibiydi.
"Elini çabuk tut da git artık işine! Çok oldun!" diye sitem etsem de gülüyordum. Sesimi biraz sertleştirmeye çalıştım ama içimdeki heyecan bastırılamayacak kadar canlıydı.
Emin kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. Dudaklarını birbirine bastırdı ama gözleri çok daha fazlasını söylüyordu zaten. Kapıya yöneldi, ayakkabılarının yanına çömeldi. Ayakkabılarını giyerken göz ucuyla bana baktı.
Ben kapının eşiğinde durmuş, ellerimi birbirine kavuşturmuş haldeydim. Gülümsemem hâlâ yüzümdeydi, ama yanaklarımın alev alev yandığını hissedebiliyordum. Ne kadar gizlemeye çalışsam da hâlim apaçık ortadaydı.
Gitmeden önce bana döndü. Dudaklarında o tanıdık gamsız gülümseme vardı. "Ben akşam daha erken gelirim, haberin olsun," dedi imalı bir ses tonuyla.
Gözlerimi büyüterek baktım ona, ama "Hadi, Allah'a emanet!" sözünden öte bir şey diyemedim. Gerçekten sabah sabah sınav gibi bir şeydi bu çocuk.
Emin kapıyı kapatıp gidince bir süre öylece kalakaldım. Kapının ardından gelen ayak sesleri uzaklaştı, sonra tamamen yok oldu. Ama içimde bıraktıkları öylece duruyordu. Elim kendiliğinden yanağıma gitti. Kondurduğu öpücüğün izi, parmaklarının usulca izlediği hat... Derin bir nefes aldım.
Yanaklarımda hâlâ onun sıcaklığı vardı sanki. Parmaklarımın ucuyla dokunurken, içimde kıpır kıpır bir gülümseme belirdi. Gözlerim yavaşça kapandı. Sonra başımı iki yana salladım, hem kendime kızıp hem de hâlime gülerek. "Sabah sabah bir yanağından öptük, nerelere geldik!"
Bir iç çekişle toparlandım. Mutfağa yöneldim. Çaydanlığı doldurup ocağa koydum. Ama zihnim Emin'deydi. Gülümsemesi, alnıma alnını yasladığı an, sözleri... Kalbim bir kez daha ürperdi.
Çaydanlık yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı. Ben de kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Elim işleri yapıyordu ama aklım çoktan başka bir meseleye geçmişti. Haftasonu uzun uzun araştırmıştım. Nikah başvurusu nasıl yapılıyor, neler gerekli, hangi belgeler isteniyor... Her şeyin detayını bir kenara not bile almıştım. İlçe belediyesinin evlendirme dairesine gitmemiz gerekiyordu. Kimlik fotokopileri, vesikalık fotoğraflar, ikametgâh belgesi, nüfus kayıt örneği... Hepsi kolay halledilebilirdi. Sessiz sedasız toparlayabilirdim. Sadece Emin'in sağlık raporu sıkıntı çıkarabilirdi. Emin'e mevzuyu çaktırmadan sağlık raporu almak belki biraz zor olurdu ama bir yolunu bulmaya çalışacaktım.
İçimden küçük bir kıkırtı koptu. Kandırabilirsem ne âlâ...
Sağlık ocağına "şöyle geçerken uğrayalım" diye lafı kıvırarak götürmeye çalışamazdım. Ama annemin ani rahatsılığından sonra "Gel bi genel kontrol yaptıralım," diye bahane üretebilirdim. Becerebilir miydim bilmiyordum ama denemeye kararlıydım. Olmazsa, o zaman mecbur söylerim. Sürprizi erken açıklamak zorunda kalırım ama bu da başka bir sürpriz olur.
Yine de nikâh tarihi başvurusunu yapma fikri, midemde kelebekler uçmasına sebep oluyordu. Bu planı her düşündüğümde içime derin bir sevinç doluyordu.
Emin öğrenince şaşkın şaşkın yüzüme bakacak. Gözlerini kısarak anlayacak ne döndüğünü. Belki gülümseyip başını iki yana sallayacak, "Sen yok musun," der gibi. Ama en sonunda elimi tutacak, o dosyaları birlikte teslim edeceğiz.
Yeni hayalim buydu. Beyaz bir nikah elbisesi vardı gözümün önünde. Ama bu kez başkalarının yanında seçtiğim, dayattıkları bir elbise değil. Benim seçtiğim. İsteyerek, severek, gönlümle giydiğim. Bir sevdanın simgesi gibi taşıdığım elbise. Bir baskının değil, bir kararın sonucu. Bir korkunun değil, bir mutluluğun kıyafeti...
İçimde bir yer, o günü düşledikçe yumuşacık oluyordu. Emin'le yan yana, aynı nikah masasında... Anlık gülüşmeler, aramızda geçen bakışmalar... Sonra kalem uzatacaklar. Ve ben ellerim hiç titremeden imza atacağım. Çünkü bu kez korkmuyor olacağım. Çünkü bu kez neyi neden yaptığımı çok iyi biliyor olacağım. O bana bakarken gülümseyecek, ben de ona. Aramızda yabancılık değil, sevgi ve hayaller birikmiş olacak.
Sonra o meşhur söz: "Evet." Evet demek için ilk kez bu kadar hazır, bu kadar gönüllü, bu kadar istekli olacağım belki de.
İçimden taşan o sabırsız sevinçle dolaptan tereyağını alırken fark ettim, yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Kendime engel olamıyordum. Dışarıdan bakan biri sadece kahvaltı hazırlıyorum sanırdı, ama ben burada çaydanlık fokurdarken bir ömrü ısıtmanın hayalini kuruyordum.
"Allah'ım inşallah olur... inşallah bir aksilik çıkmaz," dedim içimden.
Çünkü o hayallerin içinde, en çok da Emin'in eli elimdeyken hissettiğim güven var. Bu yüzden tüm planlara, tüm hazırlıklara bir çocuk neşesiyle ve umuduyla sarılıyorum.
Düşüncelerimi kenara bıraktım. Tezgâha yaslandım. Derin bir nefes aldım. Gözlerim daldı. Telefonuma uzandım. Ekrana baktım. Bir şeyler yazmak istiyordum. İçimden geçen onlarca cümle vardı.
- "Sabah kalbim duracak sandım."
- "Senin yanında bu kadar güvende hissettiğim için çok tuhafım."
- "Özledim bile."
Parmaklarım yazdı, sonra sildi. Yazdı, sonra sildi. Her cümle, içimde sakladığım bir sır gibiydi. Bazen çok fazla geliyor, bazen çok erken. Ama hissettiğim şeyler orada, yerli yerinde duruyordu.
Sonunda, sade ve kısa bir şey yazdım: "İşe vardın mı canım? Kahvaltı ettin mi?"
Ona ne kadar değer verdiğimi bu iki cümleye sığdırdım. "Güvenle vardın mı?" çünkü aklım sende kaldı. "Kahvaltı ettin mi?"çünkü aç kalmanı istemem. Sana değer veriyorum.
Göndermeden önce bir süre bekledim. Sonra bastım. Mesaj gitti. Ben de sandaleye oturdum. Gözüm bir noktaya takıldı. O küçük mesaj, içimde yeşeren büyük sevgiyi örtemiyordu. Onun haberi olsun istedim. Onu düşündüğümü, beklediğimi bilsin. Bir bakışını, bir "geldim"ini, bir "yemek yedim merak etme"sini bana bildirse yeterdi.
Birkaç dakika sonra ekran titredi. Emin'den mesaj geldi: "Geldim. Kahvaltı da ettim. Ama bir sorun var birtanem: Sen eksiksin burada."
Gözlerim doldu, gülümserken yutkundum. Bu kadar az kelimeyle, bu kadar derin hissettirebilen bir tek oydu.
"Bu kalp alışık değil böyle sevilmeye, Emin."
Ama alışıyordu. Hızla. Derinden. Tamamen.
Yazmaya başlamadan önce birkaç saniye gözlerimi kapattım. İçimden geçenleri aynen gönderdim bu kez, yanına kalp ekleyerek: "Ben hep oradayım. Sadece gözlerini kapat. Daha net görürsün❤️"
Kendime bile itiraf edemediğim şeyler vardı. Ama bu mesaj, o gizli itirafların zarif bir örtüsüydü. Uzun uzun söyleyemediklerimi iki cümleyle fısıldamayı öğrenmiştim. Kalpten kalbe geçen yollar, bazen sessiz, bazen kısaydı ama doğruysa, hep yerini buluyordu.
Az sonra Emin'den bir cevap geldi: "O zaman gözümü hiç açmak istemem."
Okur okumaz bir şey oldu bana. Gülümsedim. Sanki içimde bir yerler çiçeklendi. Bu adam beni kelimeleriyle bile kendine âşık etmeye yeminli galiba.
Hem içimdeki kelebekleri dağıtmak, hem de çok ciddiye kaçmadan onu hafifçe silkelemek istedim.
"Aman diyim gözünü açmak zorundasın. Yoksa gümbürtüye gidersin. Sakın ha! 😌"
Yazıp gönderince kahkaha attım kendi kendime. Hem aşığım, hem hâlâ onunla böyle şakalaşabiliyorum ya, içimi öyle güzel bir his kaplıyor ki. Ben... Gerçekten çok mutluyum.
✦
Akşam güneşinin soluk ışıkları odaya vuruyordu. İçeride Emin'in klavyede gezinen parmaklarının çıkarttığı tıkırtılar ve benim kağıt üzerinde kalemle bıraktığım hışırtılar harici ses yoktu. Salonun köşesindeki masama eğilmiş, kitaplar ve sorular arasında kaybolmuştum. Gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Omuzlarımdan aşağıya bir ağırlık inmiş, sırtımı sandalyeye iyice yaslamama neden olmuştu.
Yorgunluk omuzlarıma çökmüştü ve canım çay içmek istemişti. Ama dersi bölmek istemiyordum. Mutfağa gitmek, ara vermek demekti ve o an buna tahammülüm yoktu. Masadan kalkarsam dersin başına yeniden oturamazdım. Biliyorum kendimi. Şu test bitmeli.
Başımı sevdiceğime çevirip, yorgun ve nazlı bir şekilde seslendim: "Emiiin? Bana çay getirir misin?"
On beş dakika önce teklif ettiğinde canım istememişti. "Ben içmeyeceğim," demiştim. O da sadece kendine çay almıştı. Ama şimdi ne hikmetse canım istiyordu. Söyler söylemez içim burkuldu biraz. Az önce 'istemem' demiştim, şimdi de utanmadan çay istiyordum. Ama olsun, o bana kıyamaz ben de ona. Karşılığını elbet ileride veririm, değil mi?
Emin "Getireyim bari," dedi. Çay istememle birlikte sanki küçük bir memnuniyet bile geçti gözlerinden. Anlam veremedim. Bilgisayarını dizlerinden kaldırıp kenara bıraktı. İş yerinden getirdiği belgelerle uğraşıyordu; ofiste tamamlayamadıklarını burada yetiştirmeye çalışıyordu.
Emin ayağa kalktı ve mutfağa geçti. Ben önümdeki test kağıdına döndüm. Az sonra geri geldiğinde, elinde ince belli cam bardakta, buğusu tüten, aromalı çay vardı. Başımı kaldırıp minnettarlıkla ona baktım. Yüzünde o bildik, biraz da yaramaz gülümseme vardı.
Sessizce yaklaştı, bir şey demeden çayı dikkatlice önüme koydu. Sonra kaşlarını kaldırdı ve dudak kenarına minik bir kıvrım kondurdu.
"Sana çay getirdim ama karşılığında bir öpücük isterim. Bu hizmetler bedava değil artık."
Öyle ciddiydi ki sesi, bir an gerçekten durup baktım yüzüne. Ama gözlerinin içi gülüyordu.
Az önce, karşılığını elbet ileride veririm demiştim, değil mi? Sanırım Emin çok da erteleme taraftarı değil. Ayrıca beklentileri de düşündüğümden farklı!
Yorgunluktan bir an sersemlemiş, sonra da gülümsemeye başlamıştım. Hem şaşkın ve utangaçtım, hem de tam anlamıyla kalbim ısınmıştı. "Sen hizmet ederken bile fırsat kolluyorsun, pes!" diye cevap verdim. Sesim gülümsediğimi ele vermişti. Hani biri size latife eder, ama altında sevgisini duyarsınız ya... Öyle bir andı.
Emin daha da yaklaştı. Gözlerindeki o yumuşak ama oyunbaz parıltıyla baktı bana. Sanki kelimeleri söylemeden önce beni izleyip tepkimi ölçüyordu.
"Ne yapayım, bu huysuz hâlinde bile güzelsin."
O cümleyle birlikte yüreğimde bir köşe yumuşadı. Az önce göz kapaklarıma çöken ağırlık hafifledi. Bütün yorgunluğum bir battaniye gibi üzerimden çekildi. Göğsümde bir sıcaklık yayıldı. Yanaklarımın ısındığını hissediyordum.
Emin hâlâ gözlerini benden ayırmadan bakıyordu. Yüz ifadesinde biraz oyunbazlık ve şaka kırıntıları vardı, ama altında samimi bir beklenti de gizliydi.
Beklentisini boşa çıkartmak istemiyordum. Başımı biraz kaldırıp yanağımı uzattım. "İyi, öp bari," dedim usulca. Sesimde şefkat ve teslimiyet vardı.
Memnuniyetle eğildi. Dudakları yanağıma değdiğinde önce bir tüy gibi dokundu. Nazikçe, acele etmeden. Sonra geri çekiliyordu ki aniden karar değiştirmiş gibi yeniden eğildi. Bu kez yanağıma ikinci bir öpücük kondurdu. Bu seferki daha belirgin ve içtendi.
"Bu da bekletmenin faizi," dedi dudaklarının kenarındaki muzip gülümsemeyle.
Güldüm. "Faiz günah günah," dedim kıkırdayarak.
Emin de sesli şekilde güldü. "Bu konuda değil," diye karşılık verdi. Ardından usulca döndü ve az önce oturduğu kanepeye doğru yürüdü.
Ben ise hâlâ olduğum yerdeydim. Çayımı aldım, fincanı ellerimle kavrayıp avuçlarımı ısıttım. Dudaklarımı fincanın kenarına götürmeden önce bir an durup ona baktım. Kanepeye uzanmış, bilgisayarına göz atıyordu. Ben ona bakarken, durumu fark etti ve başını kaldırıp bana göz kırptı. Küçük, sıradan bir hareketti ama kalbime dokundu.
Gülümsedim. Ona teşekkür ederken, içimden fısıldadım: "İyi ki varsın."
Çayımı yudumlarken testimi çözmeye devam ettim. Zamanın nasıl aktığını fark etmemiştim.
Aradan yarım saat geçmişti ki birden bütün ev karanlığa gömüldü. Lambanın hafif vızıltısı kesildi. Bir anlık şaşkınlıkla başımı kaldırdım. Sokaktan içeri süzülen cılız bir ışık, perdenin kenarından sızarak salonun bir köşesini silikçe aydınlatıyordu.
"Elektrik mi gitti ya?" dedim hayıflanarak.
"Evet."
"Uff!" dedim ders çalışmam yarım kaldığı için. Hedeflediğim test sayfasına henüz ulaşamamıştım. Yarım kalmışlık canımı sıksa da, bu kesintiye içten içe biraz sevinmiştim. Son on beş dakikadır zihnim dağınıktı zaten, kendimi zorlayarak ilerliyordum.
Elimdeki kalemi masanın üstüne bıraktım. "Bir yandan da iyi oldu. Sıkılmıştım," diye mırıldandım kendi kendime, ama sesim o kadar netti ki Emin duymuş olmalıydı. Karanlığa alışmaya başlayan gözlerim etraftaki silüetleri seçebiliyordu artık. Emin'in bilgisayarının ekranından yansıyan ışık, mekâna puslu bir aydınlık veriyordu.
Telefonum kanepenin üzerinde kaldığı için yavaş adımlarla Emin'in yanına yürüdüm. Bu sırada o da bilgisayarı kenarı koydu.
Cihazıma uzanıp feneri açtığım sırada "Hmm..." dedi, biraz uzatarak. Sonra biraz daha yaklaşarak alçak sesle, muzipçe ekledi: "Elektrik gittiğine göre... yani şu an seninle baş başayız. Loş ışık, karanlık ve romantik ortam..."
Bir an sersemledim. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Bana bilerek takıldığının ve eğlendiğinin farkındaydım. Ama yine de kalbim hızlıca atmaya başladı. Yanaklarımın kızardığını hissettim. Karanlıkta o allık görünmediği için seviniyordum. Hem utanmıştım, hem içim hafifçe kıpırdanmıştı. Güldüm. "Emin!" dedim yumuşak ama uyarıcı bir sesle. "Fırsatçılık yapma!"
Oysa çoktan yanıma kadar gelmişti. Kolunu usulca omzuma doladı. Salondaki pencerenin kenarından sızan ay ışığıyla yüzü silik silik belli oluyordu. Gözlerinde o yaramaz bakış vardı.
"Fırsatçılık mı? Yok canım! Sadece stratejik düşünüyorum!" dedi kendini savunur gibi. "Altı üstü durumu değerlendirdim. Ortam kendiliğinden romantik olunca ben ne yapabilirim?"
"Emin!" diye yine manalı şekilde ismini seslensem de zekasına hayran kaldım. Gülümsemekten kendimi alamadım. İçimde hem mahcup bir sıcaklık, hem tarifsiz bir huzur dolaşıyordu.
Emin, sesli şekilde güldü. "Son bir kaç gündür durup dururken günde on kez yanağımı öpen sen olmasan, utandığını söyleyeceğim ama..."
"Abart abart!" dedim kendimi savunmaya geçerek. Sesim hem itiraz ediyordu hem de belli belirsiz gülümsememi saklayamıyordu
Evet, doğruydu. O sabahki öpücükten sonra alışkanlık edinmiştim. Ara sıra içimden geldiği için ona küçük buseler armağan ediyordum. Onu mutlu görmek, yüzünde beliren o sıcacık gülümsemeye sebep olmak bana da iyi geliyordu. Ama günde on kez falan değil! Yine benimle dalga geçiyor. Kızdırmaya çalışıyor! İyice gıcık biri olmaya başladı.
"Ne abartması? Daha bugün yanımdan geçerken öpüp de geçmedin mi?"
Kaşlarımı çattım. Yüzümdeki tebessümü gizlemeye çalıştım. "İyi, öpmiyim artık da gör!" dedim nazlı bir meydan okumayla.
Küçük bir kahkaha attı. "Senle uğraşmak çok eğlenceli, Berra."
Bir de itiraf ediyor bak! Ne yapayım şimdi ben, ne diyeyim? İçimde tatlı bir kıpırtı, yüzümde ise şımarık bir tebessüm vardı. Sözün bittiği anlardan biriydi bu.
"Ne kadar eğlendiğin belli oluyor!"
Konuyu dağıtmak istercesine kalktım yerimden. "Ben bir mum bulayım da..." dedim, sanki ciddi bir iş yapacakmışım gibi. Telefonumun fenerini açıp adımlarımı dikkatlice attım.
Emin'in gülümseyen sesi yankılandı arkamdan: "Bul! Mumla daha romantik olur."
Kıkırdadım. Başımı sallayarak gülümsedim. Az önceki tatlı şakalaşmalar içimde küçük bir bahar havası estirmişti. Elimle saçlarımı düzelttim, burnuma sabun kokusu sinmiş bir bukle ilişti.
Mumu bulup geri döndüğümde, Emin kanepeye yaslanmış, ellerini başının arkasına koymuş, gözleri yumuşacık bir ifadeyle bana bakıyordu.
Mumu dikkatlice sehpaya yerleştirdim. Kibritin ucu çıtırtıyla alev aldı ve mumun fitiline dokunduğunda minik bir ışık dans ederek yükseldi. Alevin salınımı duvarlara yumuşak gölgeler düşürdü. Karanlık, yerini yavaş yavaş nazik bir aydınlığa bıraktı. Odanın havası bir anda daha sıcak, daha derin bir hâl aldı. Gözlerimin içine yerleşen huzuru hissettim.
Emin de bunu fark etmiş olmalıydı ki "Ders çalışmaktan sıkıldın madem..." dedi usulca, "Hadis okuyalım mı? Böyle sakin, sessiz bir akşamda daha güzel olur."
Söylediği şey o kadar yerli yerindeydi ki içtenlikle, hiç düşünmeden "Tamam," dedim. Sanki tam da o anı bekliyormuşum gibi.
Hadis kitabını alıp sehpanın başına oturdum. Çünkü mum oradaydı. Emin de yanıma geldi. Kitabı alıp usulca sayfaları çevirdi. Kaldığımız yeri açtı. Sessizlik içinde, o sıcacık ışığın altında, Emin'in sesine dikkatimi verdim.
"Şüphesiz ki, Allah Teâlâ sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar."
Emin'in sesi bu hadisi okurken biraz daha yavaşladı. Sanki o da hissediyordu kelimelerin ağırlığını. Mumun titrek ışığında, gölgelerin arasında bu sözler yavaşça içime doğru aktı.
"Kalbimize bakıyor..." diye geçirdim içimden. Gözlerimin önünden son günlerdeki hâllerim, niyetlerim, küçük hesaplarım, içten gelen dualarım geçiverdi. Kimi zaman kırgınlıkla kıvranmış, kimi zaman umutla dolmuştu içim. Bütün o karmaşanın ortasında, Rabbimin sadece kalbimi görmesi ne büyük bir teselli, ne büyük bir sorumluluktu...
O an içimden bir dua yükseldi: "Allah'ım! Kalbimi güzel eyle. Niyetimi temizle. Senin baktığın yere layık bir hâl ver bana..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.81k Okunma |
3.85k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |