

“Varlığıma şahitlik et.”*
✦
- Emin Yiğitsoy
“İnsanlar birbirinin aynası gibidir,” derdi annem. “Kendin neysen, karşında onu görürsün.”
“Bazen de biriyle ne kadar çok vakit geçirirsen, ne kadar çok yan yana olursan, huyu sana sirayet eder. Birbirinizin aynasında yansırken, ışığınız yeni renkler kazanır.”
Bunu o zamanlar, arkadaşlık ilişkilerim için söylemişti. Fakat gün geçtikçe, aslında her ilişki için geçerli bir hakikat olduğunu anlıyordum. Hele ki Berra’yla geçen onca zamanın ardından… Farkında olmadan birbirimize benzemeye başlamıştık. Davranışlarımız, gülüşlerimiz, kullandığımız kelimeler, hatta bakışlarımız bile. Bazen onun söylediği bir cümlede kendi sesimi duyar gibi oluyordum. Acayip bir histi.
Hayatımızda peş peşe gelen güzel gelişmeler vardı. İlki, Berra’nın lise mezuniyetine çok az kalmış olmasıydı. Dönem sonu gelip çatmış, son sınavlarını tamamlamıştı. Şimdi önünde sadece deneme sınavları vardı. Hem heyecanlı hem biraz telaşlıydı. Onun bu telaşı bana da sirayet ediyordu.
Tabi, mezuniyet demek, üniversite sınavının yaklaşması demekti. Bu da ayrıca heyecan, stres, umut ve diğer duygulara kapı aralıyordu. Berra bazen fazla düşünüyor, zihninde gelecek senaryoları kuruyor, kendini yıpratıyordu. Böyle anlarda elini tutup, “Sen yaparsın,” deme ve onu sakinleştirip rahatlatma görevi düşüyordu.
İkinci güzel haber ise, resmi nikâh başvurumuzu tamamlayıp tarih almış olmamızdı. Defterde adlarımızın yan yana yazılı olduğu o kâğıdı gördüğümde, göğsümde garip bir sıcaklık yayılmıştı. Berra’nın mezuniyetinden bir hafta sonra nikâhımız, nikâhımızdan da iki hafta sonra üniversite sınavı vardı. Peş peşe gelen bu tarihlerin, hayatımızın en yoğun ama belki de en unutulmaz süreçleri olacağını tahmin ediyordum. Normalde çok daha planlı bir adamım ama Berra’nın yanında tüm planlarım tatlı bir kaosa dönüşüyor.
Takvim ilerliyor, bizi geleceğimize taşıyordu. Ve ben, her geçen gün Berra’nın aynasında kendimi, kendi aynamdaysa Berra’yı biraz daha net görüyordum.
Ilık ve sakin akşamların bir klasiği olarak arka bahçedeki sedirde oturuyordum. Kitap okuyordum. Temiz hava almak istemiştim. Bugün işler oldukça yoğundu ve yorulmuştum. Gün boyu süren o telaşın ardından eve gelmek fiili apayrı bir tat veriyordu. Hele de o evde sabahtan akşama dek özlediğim biri varken. Eh, Berra, kalbimin çalışma saatlerini değiştirdi. Artık mesai sabah sekizde değil, uyanıp da onu gördüğüm ilk an başlıyor. Ve sanırım fazla mesai ücretsiz. Kâlı mı zararlı mı bu iş, bilemiyorum.
Berra içeride ders çalışıyordu. Fakat mutfaktan gelen tıkırtılardan belli ki ara vermiş. Muhtemelen kendine küçük bir atıştırmalık ya da içecek hazırlıyordu. Bir yandan da türkü mırıldanmaya başladı. Sesindeki tonlamadan belli ki keyfi yerindeydi. Bu durum dudaklarıma küçük bir tebessüm konmasına yol açtı. Nasıl bir günde olursam olayım, o sesi duyduğumda içimin ısınıyor. Canım sevgilim, adeta kalorifer gibi; soğuk günleri bile sıcacık yapıyor.
Dikkatimi yeniden kitabıma verdim. Ama az sonra arka planda terliklerin yere vururken çıkarttığı adım seslerinin yaklaştığını işitmeye başladım.
Berra usulca yanıma oturdu. Bir bacağını altına aldı, bana döndü. Başımı kaldırıp ona kısa bir bakış attıktan sonra önüme dönüp sayfamı bitirmeye koyuldum. Güya bütün bölümü bitirmekti hedefim. Gelin görün ki, bu küçük dikkat dağıtıcı Berra etkeni tüm planlarımı yerle bir ediyor. Ve buna gönüllü olarak teslim oluyorum. Daha kötüsü, bundan keyif alıyorum.
Başını omzuma yasladı. “Uff! Canım sıkıldı!” diye homurdandı nazlı bir yakınmayla.
Göz ucuyla ona baktım. “Sen de gidip zavallı Emin’e sarayım diye düşündün?”
“Aynen!” dedi neşeli bir sesle. Gülümsüyordu. Bu halini ayrı seviyordum. Rahat, samimi, nazlı, doğal, bana ait, bana özel… O halini seyretmek bile yorgunluğumu alıyor.
Ayracı kaldığım yere koyup kitabı yan tarafıma bıraktım. Kolumu kaldırıp onu altına aldım. Saçlarının üzerine bir buse kondurdum.
Bir kaç hafta önce aramızda geçen konuşmayı hatırlayıp gülümsedim. Şimdi sınavlar bitmişti. Benim “sonra”m tam karşımda oturuyordu.
Biraz ona takılmak, eğlenmek enerjimi yerine getirecekti. Ben de bu fırsatı tepmedim. Söze girdim hemen. Sesime masum bir ima serpiştirdim.
“Tabi sıkılırsın. Artık eskisi kadar ders çalışmıyorsun. Sınavlar da bitti.”
Berra başını salladı. “Aynen, şükür bitti.”
Saf kalpli sevdiğim, neye ima yaptığımı idrak etmek için yaklaşık bir dakikaya ihtiyaç duydu. Kaşları havaya kalktı ve gözleri büyüdü. O mahcup yüz ifadesiyle bana döndü.“Emiiin!” dedi yarı uyarı, yarı şımarıklık dolu tatlı bir sesle.
Dayanamadım, kahkaha attım.
Onu zorlamak değildi niyetim. Tek istediğim, biraz uğraşıp bu anın keyfini çıkarmaktı.
Elbette ona sarılıp öpmeyi çok isterdim; insanın sevdiği bu kadar yakındayken, burnuna saçlarının kokusu dolmuşken istememesi mümkün değil. Ama kendi zamanı geldiğinde, kendi isteğiyle olmasını tercih ederdim. Sabırla beklemenin bu sevdaya kattığı değeri biliyordum. Bazen sevgiyi en güçlü kılan şey, acele etmeyip gönlün kendi kapısını açmasını beklemekti. Bunu yaşayarak öğrenmiştik. En başlarda elimi bile tutmaya utanan Berra’nın artık gidip gelip yanağımı öpmesi, sarılması, başını omzuma veya göğsüme dayaması gibi örnekler de bunun kanıtıydı.
Kısacası, beklenen güzelse, kıymetliyse, beklemeye değer.
Kahkaham yavaşça durulduğunda, Berra başını kaldırıp yüzüme baktı. Bu defa bakışları daha derin ve dikkatliydi. Gözlerindeki o ciddiyet, şımarık veya utangaç tavrından farklıydı. Ne düşündüğünü tam olarak bilemiyordum. Bu yüzden küçük bir tebessümle “Takılıyorum sadece,” dedim, onu rahatlatmak için. Elimi kaldırıp yanağını usulca okşadım. Parmak uçlarımda teninin sıcaklığı kaldı.
Dudaklarında bir gülümseme belirdi. O gülünce beynim kısa devre yapıyor, ama şikâyetçi değilim. Bu devreler onun için bozulmaya değer.
Sonra hiç acele etmeden, sanki içinden gelen bir dürtüye kulak veriyormuş gibi, bana doğru eğildi. Ben de kayıtsız kalamayarak bedenimi ve başımı hafifçe öne eğdim. Yanağıma bir öpücük almaya hazır halde keyifle bekledim.
Aramızdaki mesafe yavaşça kapandı. Berra’nın mis gibi kokusu burnumu doldururken, kalbim neredeyse patlayacak gibi hızlandı. Bedenimdeki her hücre, onun varlığını hissediyor, tepki veriyordu. Sanki vücutlarımıza bir mıknatıs takılmıştı.
Tam yanağımda sıcak bir dokunuş hissetmeyi beklerken, dudakları nazikçe benimkine değdi.
Bu, içimi tatlı bir şaşkınlıkla dolduran bir armağandı. Onca zamandır bu anı bekleyen ben değilmişim gibi, adeta hazırlıksız yakalanmıştım. Garip bir şekilde, elektrik akımı gibi yükselen heyecanımı bastırmakta zorlandım. Bu kadar heyecanı sınavdan önce yaşasam kesin tıp fakültesine girerdim.
“Vay be,” diye düşündüm,“bu kız ne zaman bana bu kadar cüretkar davranmayı öğrenmiş?”
Dokunuşu sakindi ama içinde biriken cesaret, saklanan arzu ve büyüyen güvenin verdiği teslimiyet hissi belirgindi.
Berra’nın elleri omuzlarımı mesken edinirken, ellerim doğal olarak belini sardı. Damarlarımda akan kan, ona yakın olmanın verdiği tutkulu çekimle fırtına gibi dolaşıyordu.
Berra hafifçe bana yaslandı. Sıcaklığı, kokusu, dokunuşu ve ağırlığı birleşince bütün mantığım bir anda devre dışı kaldı.“Emin, sakin ol, kendini kaybetme” diye fısıldadım kendime. Ama içimde yükselen tutku ve heyecan dalgasına engel olamadım. Parmaklarım usulca saçlarının arasına süzüldü. “Ya da sakin falan olma. Kendini kaybetmek de pek fena bir fikir değil. Kendini kaptır, Emin."
Kalbim artık üç kat hızlı çalışıyordu. Ama sorun yok, bunu kaldırabilirim. Ve evet, Berra tam bir felaket. Ama kendi felaketim ve ona bayılıyorum!
Dudaklarımı son kez onunkine nazikçe bastırırken aklımdan geçen tek şey vardı: “Beklemenin ödülü böyle olmalı işte. Hem tatlı hem delirtici. Ve evet, bu ödülü tekrar ve tekrar istiyorum. Bir kez tadına varınca, durmak neredeyse imkânsız. Ayrıca, Berra gerçekten beni sarhoş ediyor.”
Berra usulca geri çekildi. Nefesini toparlamaya çalışırken gözleri hâlâ üzerimdeydi. Refleksle alnını öptüm, saçlarının kokusunu derin derin içime çektim. Ruhuma işledi, damarlarımda bir kıvılcım yaktı.
Sonra, utanıp gözlerini kaçırmasını bekledim ama öyle olmadı. Kendi dinginliğini bana da bulaştırarak bakmaya devam etti. Kollarımın arasında hâlâ duruyor oluşu, en az o anın kendisi kadar kıymetliydi. Gülümsedim.
“Bayılmadın?” dedim alçak bir sesle, şakayla karışık. Çünkü böyle ağır anlarda ortamı yumuşattığımda rahatladığını ve bunun ikimize de iyi geldiğini biliyordum.
Berra gülümsedi. Yanaklarına bir pembelik yayılmıştı, ama kahverengi harelerinde huzurlu bir ışık vardı. Bu kızın galiba sihri falan var. Yoksa her bakışta kalbim bu kadar hızlı atmazdı.
Dürüstçe cevapladı. “Bayılmadım. Ama kalbim biraz yerinden oynadı diyelim…”
Güldüm. Bu gülüşün sebebi, onun hâlâ kendince mahcup ama aynı zamanda beni sınayan hâliydi. Berra’nın bana böyle karşılık vermesi, eskiden olsa hayal edemeyeceğim bir şeydi.
Onu kendime biraz daha yaklaştırdım ve alnına usulca bir öpücük kondurdum. Parmaklarım omuzlarından aşağı süzülürken, o sıcaklığı hissetmek başımı döndürüyordu. Kulağına doğru eğilip fısıldadım.
“O zaman, alışma süreci başlamış oluyor hayatım.”
Gülmesine rağmen, gözlerinde hem şefkat hem de o yaramaz cesaret vardı. Yumuşak ama uyarıcı bir ifadeyle “Sen yine de süreci hızlandırmaya çalışma. Dikkatli ilerle,” dedi.
Birtanem olan Berra tam bir baş belası, ama öyle güzel bir baş belası ki, kurtulmak istemiyorum. Çaktırmayalım.
Ciddi bir tavırla başımı salladım. “Tabii, tabii. Adım adım. Ama şimdiden söyleyeyim, sen başlattın, ben sadece takip edeceğim.”
Gözlerini kıstı, parmağıyla göğsümü dürttü.
“Emin!”
“Efendim?”
“Şımarma.”
Bunu söylerken gülümsüyordu. Nazlı ve oyunbaz hâline bürünmüştü.
“Ben ve şımarmak? Aşk olsun.”
Berra çeneme yakın bir yere rastgele öpücük kondurup “Olmuş zaten, aşkım!” dediğinde dudaklarımdan şaşkın bir gülüş firar etti. İlk kez bu kelimeyi kullanıyordu. O tek kelime, bütün ruhumu sarıp etrafa tarifsiz bir sıcaklık yaydı.
“Aşkım mı?”
Eskiden olsa bu utangaçlığın arkasına saklanır, konuyu değiştirirdi. Bu kez, çok doğal, hep alışkın olduğumuz bir şey söylemiş gibi omuz silkti. “Kendiliğinden söyleyiverdim.”
Dudaklarımda manidar bir tebessüm belirdi. “İnsanın fikri neyse zikri de o olurmuş, Berra hanım.”
Fakat artık her şeye utanmıyor, kızarmıyordu. Zaman zaman o kadar doğal bir şekilde karşılık verip cesur davranıyordu ki! Böylece benim şaka, takılma ve eğlencelerimin önünü tıkıyordu tabi. Hevesim kursağımda kalsa da, buna bayılıyordum. Yine o anlardan birindeydik anlaşılan.
Berra gözlerini kısıp bana baktı, gülüşü hem tatlı hem de davetkârdı. “Doğrudur,” dedi rahat bir tavırla. Parmak uçları, sakallarımın arasında yavaşça gezinmeye başladı. “Aklım ve fikrimi meşgul ettiğin için hep bunlar!”
Sesi alçalmış, tonuna o tanıdık samimiyet tınısı sinmişti. Bana biraz daha sokuldu. Başını tam kalbimin üzerine yasladı. Saçlarının kokusu doldu içime. Sakin olmalıyım… ama saçlarının kokusu beynimi sabote ediyor. Kalbim de bir maraton koşmuş gibi hızlı.
“Sana sarılınca sanki dünya duruyor, Emin,” dedi kısık ama içtenlik taşıyan bir sesle.
Bugün beni kalpten götürmeye kesin niyetliydi!
“Berra… Ne oldu sana böyle birtanem? Söyle, bileyim,” dedim gülerek. Sesimde şaka vardı ama içimde ciddi ciddi merak. Çünkü böyle anları çok seviyordum. Biraz çıtlatırsa, belki bu ruh hâlini sıklaştıracak bir yol bulurdum, kim bilir?
“Bilmiyorum ki. İçim böyle sevgiyle, coşkuyla dolup taşıyor. Sanki yıllarca bir şeyleri sıkıca tutmuşum da şimdi bırakıyorum.”
Kollarımı refleksle daha sıkı sardım ona. Söze gerek yoktu; ona olan hayranlığım her geçen saniye katlanıyordu. Ha bir de, aramızda kalsın, onun yanında mantıklı cümle kurmak olimpiyat sporu gibi geliyor. Şimdilik üçüncülüğe oynuyorum.
“Her hâline hastayım ama bu hâline daha çok bayıldım. Bana doktor raporu verdirip ‘aşırı mutluluk’ teşhisi koyduracak kadar hem de.”
Berra kıkırdadı. Parmak uçları omuzlarımdan göğsüme doğru kaydı.
“Bu gidişle bu hâlim kalıcı olacak. Sevinebilirsin.”
“Hadi inşallah!” dedim dua eder gibi. Gülüştük.
Bir süre sessizlik oldu. Elim, omzunda kendi kendine, düşünmeden daireler çiziyordu. Nefesi boynuma değiyor, beni hem uyarıyor, büyülüyor, hem de tatlı bir huzuru beraberinde getiriyordu. Arka planda kuşların cıvıldayan sesleri, akşam güneşinin ışıltısı ve cırcır böcekleri de senfoni yapar gibi bu kıymetli ânı daha da güzel hâle getiriyordu.
Tam o dinginliğe alışmıştım ki, Berra başını biraz kaldırıp ışıldayan gözleriyle bana baktı.
“Emin, sana sarılmak bağımlılık gibi. Biraz uzaklaşınca bile özlüyorum.”
Gözlerimin içinde adeta yıldızlar parıldadı. Yüreğimin bam teli titredi. Evet, duyguladım. Hayır, ağlamayacağım.
Dudaklarımda ince bir tebessüm vardı ama boğazımda düğümlenen o yoğunluk konuşmamı etkiledi.
“Şanslısın birtanem. Bu hislerde yalnız değilsin.”
Aslında içimden geçen, ‘Müptelalık raporu tek taraflı değilmiş, şükür’ demekti ama kelimeleri süzgeçten geçirmiştim. Eh, bazen erkek adam duruşu ve mantık da devreye giriyor. Onları tamamen kaybetmedim.
O an fark ettim ki, elleri hâlâ üzerimdeydi. Parmak uçları gömleğimin kumaşında geziniyordu. Bu dokunuşlar kalbimin GPS’ini bozuyor, haberi yok.
Bakışları içime kadar işliyordu. Sanki içimdeki bütün odaları tek tek dolaşıyor, geçmişimden bugünüme kadar her şeyi biliyormuş gibi derinleşiyordu.
Ve ben sanırım bütün ömrümü bugün kurduğu cümleleri tekrar tekrar duyarak geçirebilirdim.
✦
Hem mezuniyet için hem de nikah için alışverişe çıkmıştık. Sabah kahvaltıdan sonra soluğu çarşıda almıştık. O anki hevesle adımlarımız biraz hızlıydı ama saatlerdir gezmekten ayaklarım sızlıyordu artık. Yine de şükür ki mezuniyet elbisesini bir iki mağaza gezdikten sonra hemen bulduk. Berra’nın gözüne kestirdiği, ikimizin de beğendiği, içimize sinen bir modeldi. Bu kadar kolay olmasına şaşırdım, çünkü “Bu iş birkaç gün sürer” diye kendimi hazırlamıştım.
Fakat nişan elbisesi konusunda pek talihli sayılmazdık. Berra’nın aklında belli bir model vardı ve ne yazık ki çoğu mağazada gördüğümüz elbiseler tam tersi tarzdaydı. Kabarık, ağır, gelinlik gibi duran, taşlı, pullu, görkemiyle uzaktan bakınca bile “Ben buradayım!” diye bağıran kıyafetlerdi. Oysa Berra daha hafif, sade, zarif bir şey istiyordu. Fazla gösterişten hoşlanmayan ama detaya da kıymet veren biri olarak, onun bu arayışını anlamak zor değildi.
Saat iki buçuğu gösterirken artık ümitlerimiz iyice azalmıştı. Yorgunlukla girdiğimiz son mağazada, loş ama şık bir aydınlatma vardı. . Tavandaki spot ışıklar, duvardaki geniş aynalardan yansıyarak elbiselerin üzerinde yumuşak parıltılar bırakıyordu. Pastel tonlar, beyazlar… Ortam, insanın “Burada bir şey bulamazsam, hiç bulamam” diye düşünmesine yol açacak kadar huzurlu görünüyordu.
Mağaza çalışanı hanımefendi, askılardan birkaç örnek çıkarıp gösterdi. Ben elbiseleri incelerken Berra’nın bakışlarını yakaladım. Hayal kırıklığı ve yorgunlukla başını iki yana sallıyordu. Dudaklarını birbirine bastırıp derin bir nefes verdi. Sonra tatlı ama kararlı bir ses tonuyla konuştu.
“Ben daha sade, zarif, öyle çok kabarık olmayan bir şey istiyorum. Etek boyunun uzun olmasını tercih ederim. Pullu taşlı falan olmasın. Yani olsa bile azıcık, ince detaylar şeklinde.”
O an, onu böyle kendi tarzını net şekilde ifade ederken izlemek hoşuma gitti. Bir yanım gururla “İşte bu, ne istediğini bilen kadın!” derken, diğer yanım “Ama galiba aradığımızı bulamayıp yatıya buraya yerleşeceğiz,” diye iç geçiriyordu.
Kadın gülümsedi. “Anladım, o tarz modellerimiz çok yok ama şu tarafta bir kaç örnek var. Göstereyim. Belki beğendiğiniz olur. Hele bir tanesi çok zarif, size de çok yakışıcağını düşünüyorum,” deyip bizi mağazanın diğer köşesine yönlendirdi.
Berra’nın gözlerinde minik bir umut ışığı yanıp söndü. Adımlarında bir hızlanma oldu. Onu takip ederken, bakışlarıma raflarda duran topuklu ayakkabılar çarptı. Şu topuklu ayakkabıların hepsi bana acı çektirmek için tasarlanmış gibi geliyor. Hem üzülüyorum kadınlara, hem de tebrike desim geliyor onlarla yürümeyi başardıkları için.
Kadın köşedeki askıdan bir elbiseyi özenle çıkardı. Işığın altına getirdiğinde kumaşı hafifçe parladı. Kabarık değildi; tam aksine dökümlü ve zarifti. Üst kısmında ince detayları vardı, abartıdan uzak ama göze çarpacak kadar özenliydi. Etek kısmı ise yürüdükçe akacak gibi duruyordu.
Berra elbiseye bakarken gözleri dikkatle, sanki her bir dikişin üzerinden geçiyormuş gibi kumaşta gezindi. Dudak kenarındaki o minik yukarı kıvrılma, “beğeniyorum ama şimdilik giymeden emin olamıyorum,” ifadesiydi.
“Ayy kafamdaki modele benziyor aslında,” dedi kendi kendine konuşur gibi.
Alışveriş yaparken zor karar verdiğini ve biraz onay ihtiyacı olduğunu biliyordum. Bu yüzden devreye girdim.
“Bence de güzel görünüyor, istersen dene bi hayatım. Üzerinde daha net görürsün. Ona göre karar verirsin.”
Berra elbiseyi dikkatlice aldı. Parmak uçlarıyla kumaşın dokusunu yokladı. “Çok hoş ve hafifmiş,” dedi yumuşak bir sesle.
Tamamdır, bu iş oluyor galiba. Eğer bu elbiseyi almazsa, ben de burada yere oturup bütün tekstil sektörünü protesto edeceğim.
“Deneyeyim o zaman,” dedi ve bana bir anlığına baktı. Kahverengi harelerinde hem merak hem de heyecan vardı. “Biraz bekle, hemen geliyorum.” Kabinlere doğru yürümeye başladı.
Gülümsedim. “Beklerim tabii.”
Yeter ki kabinden çıkıp bana ‘Hiç beğenmedim’ deme birtanem. Çok yoruldum çünkü. Ama senin için sabrediyorum. Çünkü sana değer. Hem, dürüst olayım mı? O elbiseyi üzerinde görmek için ben de en az senin kadar heyecanlıyım. Bakma böyle konuştuğuma.
Birkaç dakika sonra perde aralandı. Sonra Berra, yavaş adımlarla dışarı çıktı. Işığın altına geçtiği anda elbise üzerindeki o zarif detaylar parladı. Ama asıl göz alıcı olan elbise değildi, Berra’nın ta kendisiydi.
Gözlerim istemsizce büyüdü. Bir an omuzlarımı dikleştirdim, sanki vücudum kendiliğinden “Hazır ol!” komutunu almış gibiydi. Tamam, bu an var ya… işte bu anı beynime kazıyacağım. Unutursam da yazıklar olsun bana.
Berra, bana doğru yürümeye başladı. Omuzlarından aşağıya doğru süzülen kumaş, attığı her adımda dalgalanıyordu. Ne fazla, ne eksik, tam onun tarzıydı. Ve mükemmel görünüyordu. Galiba yeniden aşık oldum. Buna hazır değildim.
Onu seyrederken içimde garip bir sessizlik oldu. Sanki mağazanın gürültüsü, fondaki hafif müzik, insanların ayak sesleri, hepsi sustu. Sadece Berra vardı.
Bir ressamın en kıymetli tablosuna baktığı gibi, bir fotoğrafçının tam zamanında yakaladığı doğal bir ışığa hayran kalması gibi baktım ona. Fakat bu, sadece estetik bir hayranlık değildi. Bu, “Yanımda olduğu için şükrettiğim insan” hissiydi.
Gözlerimi ondan alamıyorum. Farkında olmadan birkaç adım attım. Ortada buluştuk.
Elbiseyi ince ince çekiştirerek düzeltti, omuz kısmını yokladı. “Nasıl olmuş?” dedi ellerini eteğinin kenarlarında dolaştırarak.
Dilimin ucuna gelen ilk şey “Müthiş görünüyorsun” oldu ama nedense ağzımdan çıkan farklıydı.
“Güzel diyeceğim ama diyemiyorum. Çünkü yetmez. Bu başka bir şey…”
Başını eğmesinden biraz utandığını anladım. “Abartma,” dedi. Ama dudaklarının kenarındaki tebessüm, bunu duymaktan hoşnut olduğunu ele veriyordu.
Tamam, bu gülümsemeyi gördüm ya, bugünkü bütün yorgunluğa değdi demek. Hatta bu gülümseme için bir gün daha mağaza gezebilirim.
Göz kırptım. “Az bile söyledim. Asıl duygularımı evde özel olarak ileteceğim sana.”
Berra hemen başını kaldırıp bana baktı. Gözlerini irice açmıştı. “Emin!” dedi, yarı uyarı, yarı gülme karışımı bir tonla. Yanaklarına bir pembelik yayılmıştı; bu da “lafın hoşuma gitti ama belli etmeyeceğim” ifadesiydi.
Güldüm. “E o zaman tamamdır. Alıyoruz?” dedim, sesime ciddi bir ton katmaya çalışarak.
“Fiyatını sormadık daha.”
Hemen rasyonel tarafını devreye sokmuştu. Elbiseyi tutan parmakları kumaşta geziniyor, bakışları ile fiyat etiketinin nerede olabileceğini arıyordu.
Bu elbiseyi giydiğinde nasıl göründüğüne şahit olduktan sonra, fiyat etiketinde ne yazarsa yazsın fark etmez. Haberi yok.
“Boşver, içimize sindi ya, gerisi çok da önemli değil.”
“Saçmalama Emin.”
“Saçmalamıyorum. Burası girdiğimiz son mağazaydı. O yüzden hazır bulmuşken, bu elbiseyi alıp da çıkıyoruz. Yoksa seni bu mağazadan omzuma atıp da çıkarırım.”
Berra başını iki yana salladı ama gözlerinde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Sanki “Tamam, bu sefer haklısın” demek istiyor ama yine de fiyat konusunda tereddüt ediyordu.
Tam o sırada, mağazanın diğer ucunda birileriyle ilgilenen kadın yanımıza doğru geldi. Elbiseye, sonra da Berra’ya baktı. Başını sallayarak gülümsedi. “Nasıl, beğendiniz mi?”
Daha cevabı bizden almadan ekledi: “Bence çok yakışmış… Sade ve çok zarif durmuş. Rengi de teninize çok uymuş.”
Berra, elbisenin eteğini toparladı, gülümsedi. Gözleri bir an bana kaydı; belli ki bu iltifattan hoşlanmıştı. Kibarca “Teşekkür ederim,” dedi kadına. “Peki fiyatı nedir?”
Kadın, elbisenin iç kısmındaki etiketi açtı. “Şu an indirimde,” dedi ve fiyatı söyledi. Berra, beklediğinden daha uygun bir rakam duymuş gibi kaşlarını kaldırdı, sonra bana baktı. “Ne dersin?” diye sorar gibiydi ama parıldayan harelerinde elbiseyi çoktan kabullenmiş bir memnuniyetin ışıltısı vardı.
“Alıyoruz,” dedim tereddütsüz.
Kadın gülümseyerek başını salladı. “Siz elbiseyi çıkarın, sonra kasaya geçelim o zaman.”
Berra kabine doğru yürürken, onu izledim. İstediği tarzda bir şey bulmasına sevinmiştim. Onun hoşnutluğunu hissetmek, bana garip bir tamamlanmışlık duygusu veriyordu. Dünyada binlerce şey yanlış gidebilir ama Berra’nın yüzünde memnun bir ifade gördüğüm an, hepsi önemini yitiriyordu. Onu mutlu etmenin, sessizce içime dolan o tatlı gururun tarifini yapamıyordum.
Berra kabine girip perdeleri kapattığında, elimde olmadan düşüncelerimin taarruzuna uğradım. Onu ilk tanıdığım gün aklıma geldi; o zamanlar ikimiz de küçüktük, hayatın ne getireceğini bilmiyorduk. Şimdi ise aynı hayalin ve hayatın içinde yürüyorduk. Onun varlığı, bana nefes almak gibi geliyordu.
Bir an resmi nikâh günü geldi gözümün önüne. Bu kez cânı gönülden, isteyerek, muhabbetle, sevgiyle, sevdiklerimizin, dostlarımızın şahitliğinde “Evet” diyecektik birbirimize. Hayal etmek bile kalbimi hızlandırıyordu.
Perde aralanıp Berra kabinden dışarı çıktığında hemen yanına vardım ve elbiseyi kollarından aldım. Taşımasına yardımcı olmak istemiştim. Kasaya doğru ilerledik. Kasaya vardığımızda kadın gülümseyerek bizi karşıladı. Cebimdeki kartı çıkartıp uzattım. Kadın gülümseyerek kartı aldı ve işlemi tamamladı. Fişi verirken “Hayırlı olsun, güle güle kullanın,” dediğinde aynı anda teşekkür ettik.
Kapıya doğru yürürken Berra koluma girdi. Hafifçe bana yaslandı. “Teşekkür ederim hayatım.”
Gülümsedim. “Rica ederim güzelim. Üstünde tekrar göreceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.”
Berra güldü. “Ben de!”
Dışarıya çıktığımızda güneş epey parlıyordu. Mağazanın loş ışığından sonra gözlerimiz kısa bir an kamaştı. Berra bir an için gözlerini kısarak ışığa alışmaya çalışırken, gülümseyip onun yanında durdum. Elini hâlâ kolumda hissetmek, kalbimde sıcak bir dalga oluşturuyordu.
Heyecanlı bir şekilde “Çiçeği, tacı ve ayakkabıları alabiliriz o zaman!” dediğinde bir an duraksadım. Daha onlar vardı, değil mi! Ben sadece elbiseye odaklanmıştım.
Tamam Emin, önce derin nefes al. Sakin ol… İşin ucunda Berra olunca kıyamıyorsun, değil mi? Her adımı, her bakışı seni biraz daha ele geçiriyor.
Yine de bu, kısa bir mola vermeyeceğimiz anlamına gelmez tabi.
Gözleri bir an bana kaydı; meraklı ve biraz da oyunbaz bir bakış vardı orada. Dudaklarının kenarında beliren o hafif kıvrılma, “Sen de heyecanlısın, değil mi?” der gibiydi.
“Önce bir şeyler atıştırıp dinlenelim mi? Sonra onları alalım. Çünkü ayaklarım bana veda etmek üzere. Vücuduma bağlılıkları kalmamış gibi hissediyorum.”
Gülerek başını salladı. “Ayakların haklı. Ben de yoruldum.”
Kol kola, ara sıra gittiğimiz kafelerden birine doğru yürümeye başladık. O an, birlikte yavaş adımlarla yürümek bile bana huzur veriyordu.
“Bu arada, sana madalya falan vermek lazım aşkım. Alışverişte sabırlı olan, oflayıp puflamayan, yanındakini daraltmayan bir erkek olarak kesin dereceye girersin. Gurur duydum senle!”
İçimden bir sıcaklık yükseldi; gururum okşandı. “Dimi, bence de! Bunlar bi karşılığı hak ediyor.”
Berra, anlamlı bir tebessümle baktı. Allah’ım, bu bakış beni bitiriyor ama aynı zamanda tekrar tekrar hayran bırakıyor.
“Fırsatçı Emin moduna hoş geldiniz!”
Güldük. Sonra bir an gözlerini bana dikti. Alaycı ama tatlı bir şekilde devam etti.
“Ama beşinci elbisede yüzündeki ‘hâlâ mı karar veremedik’ ifadesini görmedim sanma.”
Suç üstü yakalanmış gibi yaptım. “İtiraf ediyorum, bir noktada hepsi birbirine benzemeye başladı.”
O sırada kafeye varmıştık. İçeriye girip pencere kenarındaki bir masaya oturduk. Dışarıdaki güneş ışığı, pencere camından yumuşak bir şekilde süzülüyor, Berra’nın saçlarını altın gibi parlatıyordu.
Berra menüyü eline aldı. Sonra pes edip kenara bıraktı. “Yemek seçemem şu an. Beynim elbise kumaşıyla doldu. Ne varsa söyle, yerim.”
İkimizin de sevdiği şeyleri göz önüne alarak sipariş verdim. Garson uzaklaştığında arkama yaslandım ve masanın üzerinde duran eline uzandım. Parmaklarını tuttum, sardım. Tutuşuma karşılık verdi.
“Nikah hazırlıkları ne zormuş ya… Ben her şeye ‘çok sade olacak’ diyen taraftım. Ama sade de olsa karar vermek ayrı dert, yorulmak ayrıymış,” diye söylenerek içini döktü.
Gözlerim ona kaydı. O an, yorgun yüzünde beliren duygular, içimde hem bir koruma duygusu hem de tatlı bir gurur uyandırdı.
“Beni seçtiysen, doğru yoldasındır. Gerisini önemseme.”
Gülümsedi. “Ona şüphem yok, elhamdülillah.”
Böyle de şımartırız birbirimizi. Çünkü yapması kolay ve keyifli.
Siparişlerimiz geldi. Ara sıra laflayıp, sessizce yemeye koyulduk.
Yemek molası dinlenmemiz için iyi olmuştu. Enerjimizi toplamıştık. Tekrar maratona başladığımızda gücüm ve sabrım tazelenmiş hâldeydi.
İlk olarak çoğu zaman alışveriş yaptığımız ayakkabıcıya girdik. Buradaki abi tanıdıktı. Babamın eski bir dostuydu. Yani Yahya babamın. Her seferinde biz söylemesek bile indirim yapar, dualar ederdi. Ayrıca vakıfta yetim çocuklara bayramlık alışverişi projesi yaparken de her seferinde bize katkı sunuyordu. Ahlaklı, erdemli, hakkaniyetli bir abimizdi.
Berra’nın ayakkabısını seçmesi kısa sürmüştü. Mezuniyet elbisesine uygun zaten bir ayakkabısı olduğunu söyleyip sadece nikah için bir ayakkabı aldı. Ödemeyi yapıp dükkan sahibi abimizle vedalaştık. Onun samimi gülümsemesi ve duaları içimi ısıttı.
Sonra çiçek ve tac alışverişi için bir pasaja girdik. Buradaki dükkanlar küçük ama renkli ve canlıydı. Berra her bir çiçeğe dokunuyor, tacın taşlarını yokluyor, gözlerindeki merak ve heyecanla bana kısa bakışlar atıyordu. Girdiğimiz ilk dükkandan on beş dakikada ikisini de alıp çıktığımızda benden mutlusu yoktu. Çünkü hem işimiz tamamlandı hem de Berra memnun.
Pasajdan çıkıp ana caddeye geçtik. Berra “Artık gidebiliriz!” diye rahatlamış bir tavırla bana döndü.
Fakat benim aklımdan başka bir şeyler geçiyordu. Hazır başlamışken, sonuna kadar gitmek istiyordum.
“Gitmeyelim. Önce sana günlük, evde ve dışarıda giymeye bir şeyler de alalım. Uzun zamandır alışveriş yapmadın. Hem değişiklik olur.”
Bunu gerçekten istiyordum çünkü Berra pek alışveriş yapıp kendine kıyafetler alan bir tip değil. Evlendiğimizden beri alışverişe gidip eşya aldığı sayılıdır. Ayrıca lise döneminin başından sonunda dek kaç yıl geçti. Aynı kıyafetleri giyemeyecek kadar büyüdü. İkimiz de büyüdük. Alınacak çok şey var bence. Başlamışken devamını getirelim.
“Emin, gerek yok. Zaten paramızı yeterince harcadık.”
Israr ederek kolundan tuttum. “Hadi hadi. Bak şuradaki elbiselere göz atalım. Sana uygun kıyafetler bakalım. İzin ver, sana bir şeyler almak istiyorum.”
“Aşkım gerçekten gerek yok.”
“Berra, bence inatlaşarak zaman kaybetmeyelim. Sevdiğim kadına bir iki kıyafet almak istiyorum. Yoruldun ama, dayan az daha gülüm.”
Berra adımlarını birden durdurdu. Bakışları yüzüme uzandı. Gözleri bana uzandı; bakışları karışık bir direnç ve merakla doluydu. Sanki bir yandan karşı koyuyor, bir yandan da içten içe açılmak istiyordu.
“Bir şey söyleyeceğim ama tuhaf ya da ani bulma, olur mu?”
Gözlerinde çekingen ve heyecanlı bir hava vardı. Ne diyeceğini merak ederek bekledim. “Dinliyorum,” dedim sabırlı ve ciddi bir tonla.
Derin bir nefes aldı, gözlerini kısa bir süre kaçırıp tekrar bana çevirdi.
“Bana kıyafet almak istemen çok güzel. Ama ben birkaç aya… Yani, aslında çok uzun zamandır istiyorum ama cesaret edememiştim. Üniversiteye başlayınca, başlamadan, ben tesettüre girmeyi düşünüyorum. Yani şimdi kıyafet alsak, belki onları sonra giyemeyeceğim. Boş yere masraf olur. Tesettüre girdiğimde zaten dolabımımı yeniden düzmemiz gerekecek.”
Kalbim birden gurur ve heyecanla çarptı. Yumuşacık bir sıcaklık bütün vücuduma yayıldı. Dudaklarımda ince bir tebessüm belirdi. “Berra…”
Şu an evde olmalıydık. Kalabalık bir caddenin ortasında değil. Onu sıkıca sarıp onlarca öpücük armağan etmeliydim. Saçlarından kokusunu içime çekmeliydim. Öylece kalmalıydım.
Bunu yerine alnına küçük bir buse bıraktım ve eline uzandım. Parmaklarımı onun parmaklarının arasına geçirdim. Gözlerine derin derin baktım. “Allah en hayırlı vakitte, en güzel şekilde bu düşünceni ve isteğini hayata geçirmeyi nasip etsin. Bana da görmeyi.”
Berra “Amin,” dedi mahçup bir tebessümle.
İçimde tarifsiz bir sevinç yükselmişti. Çünkü bu sadece bir kıyafet meselesi değildi. Berra’nın kendi iradesiyle, içinden gelen bir arzuyla böyle bir karar alması çok kıymetliydi. Tesettür, her genç müslüman hanım gibi ona da çok yakışacaktı eminim ki. Onun koruyucusu, kalkanı olacaktı. Çünkü sadece bir örtü, bir kıyafet değil, aynı zamanda bir duruş, bir inanç ve bir koruma simgesiydi.
Dudaklarımda kocaman bir gülümseme belirdi. Berra… Sana hayranım, seni seviyorum. Her adımında yanında olmak, seninle bu yolu birlikte yürümek istiyorum.
Gözlerim onun gözlerine takıldı. İçimden sessiz bir fısıltı yükseldi: “Allah’ım, o günü en hayırlı şekilde nasip et. Berra’yı mutlu kıl, arzularını, dualarını kabul et. Ben de yanında olabileyim, her adımında onunla yürüyebileyim."
Elini daha sıkı tuttum. Erkeksi bir gurur ve sevgi dalgası içimi kapladı. Sesimde hem şefkat hem de kararlılık ile konuştum.
“O zaman, bugünkü alışveriş sayfasını burada kapatalım. Sen ne zaman hazırsan, o zaman birlikte sana en güzel uzun tunikleri, elbiseleri, etekleri, rahat şallarını, feraceni birlikte alırız.”
Gülümseyerek başını salladı. Yüzünde mahcup ama mutlu bir ifade vardı; o tebessüm, içimde hem bir rahatlama hem de coşku uyandırdı. Evimize dönmek üzere yol aldık. Cadde boyunca birlikte yürürken her adımı, her bakışı, her minik gülümsemesi bana dünyadaki en kıymetli hazinelerin onda toplandığını hatırlatıyordu.

not: geçen bölümün başına "8 ay sonra" diye eklemeyi unutmuşum, sonradan ekledim. bilginize. ne çabuk geçti zaman demeyin :) eylülden mayısa geldik şükür
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 39.81k Okunma |
3.85k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |