59. Bölüm
Şeymanur / Zecir / 57 – beklenen

57 – beklenen

Şeymanur
sukunettekelimeler

“Her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir yağmur olmalı.”*

 

Okulun önünde arkadaşlarımla fotoğraf çektiriyorduk. Hazal, Ceyda ve birkaç arkasınız daha birlikte poz veriyorduk. Kameranın önünde gülümsemeye çalışırken içimde tuhaf bir heyecan vardı. Kıpır kıpırdım. Gözlerim, fotoğraf makinesine olsa da ara sıra dışarıdaki kapıya kayıyordu. Çünkü en son konuştuğumuzda Emin evden çıktığını söylemişti, şimdiye dek okula varması lazımdı.

Sınıfça da hocalarımızla birlikte bir kaç fotoğraf çekildik. Ardından kimisi hocalarla tekli fotoğraf çekilirken, kimisi gruplaşarak pozlar verdi.

O curcuna arasında onu gördüm. Arkadaşlarım gülerek poz verirken, benim bakışlarım yaklaşan genç adama takılı kaldı. Kalbim hızla çarpmaya başladı ve nefesim bir anlığına kesildi. Takım elbise giymişti. Çok yakışıklı olmuştu. Elinde tuttuğu çiçek buketi, yüzündeki gülümseme… İçimde sıcak bi dalga yayıldı.

Hazal ve Ceyda’ya “Kızlar, müsadenizle,” dedikten sonra Emin’e doğru yürümeye başladım. İşveli bir sesle “Git sen kanka git!” diye gülüşmüşlerdi. Alışmıştım onların bu hallerine.

Emin’e doğru yürüdüm. Bir yandan gülümsemek, bir yandan heyecanımı saklamak istiyordum ama mümkün değildi. İçimde duygular birbirine karışmıştı. Mutluluk, gurur, heyecan, umut, coşku, biraz utangaçlık ve tarifsiz bir özlem… Hepsi bir aradaydı.

Ortada buluştuğumuzda göz göze geldik. Dışarıya karşı oturaklı ve çizgileri olan bir tavır sergilerken, beni görünce hemen gülümsedi. Ela hareleri parıl parıldı. Çiçeği uzattı. “Selamün aleyküm hayatım. Bu senin için.”

Parmak uçlarımız birbirine dokunduğu an bir elektrik dalgası geçti içimden. “Aleykümselam! Yaa çok teşekkür ederim, çok güzeller!” dedim kollarıma bıraktığı bukete bakarken.

“Sen daha güzelsin.”

Birileri duyacakmış gibi, utançla bir an kaçırdım bakışlarımı. Fakat dudaklarıma küçük bir tebessüm kondu.

“Sarılmak yok mu?”

Emin’in cümlesiyle birlikte “Hı? Aa, ben heyecandan şeyedemedim…” diye saçma bir cümle kurarken aynı anda ona yaklaştım. Emin de kollarını bana sardığında kokusu burnuma doldu. O an çok duygulandım nedense. Gözlerim yaşardı. Hatta engel olamadım ve yanaklarımda sıcak bir ıslaklık hissettim. İçimde öyle bir mutluluk ve minnet vardı ki, tarif edemiyordum.

Emin geri çekildiğinde yüzüme bakar bakmaz ağladığımı fark etti. Kaşları şaşkınlıkla çatıldı. “Ne oldu?” dedi ilgili ve meraklı bir sesle.

“Hiiç, duygulandım.”

Sesim biraz çatallı ve çocuksu çıkmıştı.

“Niye duygulandın birtanem?” derken uzanıp yanaklarımdaki ıslaklıkları sildi. Ellerinin sıcaklığı ve yaklaşımındaki şefkat içimi ısıttı.

Bakışlarımı onun ela harelerine sabitledim. “Çünkü bugün liseden mezun oluyorum. Sen çiçekle mezuniyetime geldin. Birazdan ailem de gelecek. Bu benim hayalimdi. Gerçekleşmeyecek sanardım. Hatta bir zamanlar gerçekleşmeyeceğine öyle inanmıştım ki! Ama sen hayatıma girdin. Benim mucizem oldun. Hayallerimde olmayan bir şey daha ekledin hatta o sahneye: kendini. Nasıl duygulanmayayım şimdi?”

Emin gülümsese de, gözlerinde titrek bir parıltı yakaladım. Onun da duygulandığını fark etmiştim. Fakat benim aksime, ağlayacak kadar değil. Daha çok duyduklarından etkilenmiş gibiydi.

Cümlem bittiğinde beni omuzlarımdan tutup bağrına bastı. Kolları etrafımı sardı. Göğsüne yaslandım. Başını eğip saçlarımın üzerine bir buse kondurdu. Hem güven hem tarifsiz bir huzur hissettim.

“Elhamdülillah. O’nun takdiri ile oldu her şey. Ama bil ki, sen de benim mucizemsin.”

Gülümsedim. Onun için anlam ifade ettiğimi biliyordum. Bunu dile getirirken ve hissettirirken de cimri davranmıyordu hiç.

Gülümseyerek kendimi duygusal olarak toparlamaya çalıştım. “Ayrıca çok yakışıklı olmuşsun,” derken biraz geri çekildim. Başımı kaldırdım, yüzüne baktım. Gülüyordu.

“Teşekkürler,” dedi göz kırpıp. “Bugün özel bi gün de. O yüzden özendim.”

“Emin abi, hoş geldin!”

Hazal’ın sesini duyunca ikimiz de başımızı o yöne çevirdik. Yanında Ceyda da vardı. Emin ikisine de baş selamı verip “Hoş buldum. Mezuniyetiniz hayırlı olsun. Tebrik ederim,” dedi içtenlikle.

Kızlar teşekkür etti. Ardından Ceyda aceleci bir şekilde söze girdi. “Çok güzelsiniz, sizin fotoğrafınızı çekmeye geldik!”

Hazal başını salladı. “Hatta demin habersiz de çekmiş olabiliriz. Ama size atıp sileriz zaten. Berra habersiz fotoğraf sever diye kendimizi tutamadık.”

Canım arkadaşlarıma gülümsedim. Onların bu samimi heyecanı bile içimi ısıtıyordu. “Yaa teşekkür ederiz!” dedikten sonra poz vermek için Emin’in koluna girdim. Ceyda karşımıza geçti. Telefonunu çıkartıp ayarladı ve üçe dek saydı. Bir kaç poz yakaladı.

“Tamamdır!”

Ben hemen gidip nasıl çıkmışız diye bakarken, Emin “İsterseniz ben de sizi çekeyim?” diye teklif etti.

“Ayy harika olur!” diye atıldım.

Hazal başını salladı. “Evet, hep selfie çekildik. Boydan fotoğrafımız da olursa seviniriz. Kamerayla çektiler ama bize ne zamana tarlar belli olmaz.”

Emin telefonu elimden alıp karşımıza geçti. Bu kez kızlarla biz kola kola girip poz verirken o da kameramanlık yaptı. Bir yandan bakışları ara sıra bana kayıyordu.

Hazal ve Ceyda’nın ailesini az ötede görünce fotoğraf çekilmeye ara verdik. Onlarla selamlaştık.

Ceyda, Hazal ve ben tebrikleri topladık. Ardından Emin’i onlarla tanıştırdım. Bunu yaparken kalbim coşkuyla çarptı. Çünkü onun kim olduğunu artık kimseden saklamak zorunda değildim. O benim yanımdaydı; hem mucizem hem de hayatımın en değerli parçasıydı.

“Emin, eşim,” dediğimde Ceyda ve Hazal’ın ailelerinin meraklı bakışlarına eşlik eden gülümsemelerini fark ettim. Elleri istemsizce buketi daha sıkı kavradı. Sanki bu çiçekler, o anın bütün anlamını taşıyordu.

“Dini nikahımızı kıydık. Resmi nikahımız da inşallah çok yakın zamanda. Kızlar aracılığıyla davetiye ileteceğim. Sizi de bekleriz.”

Kelimeler yavaşça dudaklarımdan dökülürken içimdeki gurur ve sevgi hissi daha da güçlenmişti. Yüzümde istemsiz bir pembelik yayıldı; hem utanç hem mutluluk birbirine karışmıştı.

Benim cümlelerimin hemen ardından Emin başıyla hanımlara selam verip tebriklerini kabul etmiş, beylerin de elini sıkmıştı. Dudaklarının kenarındaki o minik tebessüm ve memnuniyet duygusunu fark etmemek elde değildi. İlk kez onu böyle açıkça, çekinmeden, hiç kimse ve hiçbir şeyden korkmadan birileriyle tanıştırıyordum.

Göz göze geldiğimizde bakışları “Her şey yolunda, her şey güzel” der gibiydi.

Aileler yerlerini almak için giderken, Emin’le ellerimizi istemsizce buluşturduk ve parmaklarımız birleşti.

Tam “Bizimkiler nerede kaldı?” diye soracakken, kalabalığın arasından onları gördüm. Babam, annem ve Oğuz abim… Annemin kollarında özenle tuttuğu bir çiçek buketi vardı. Yüzlerindeki heyecan dikkatimi çekmişti. Adımlarını hızlandırdılar. Yanımıza vardıklarında ise sanki yılların özlemi bir anda açığa çıkmış gibi, birbirimize sarıldık.

Onların tebrik ve ‘hayırlı olsun güzel kızım’ gibi sözleri hem mutlu etmiş, hem oldukça garip hissettirmişti. Bir zamanlar okumama müsaade etmeyen, kız çocuğu olarak okula gitmemi yanlış bulan ailem, şimdi lise mezuniyetim için burada, yanımdaydı. Üstelik yüzlerinde gururlu mütebessim bir ifadeyle. Allah’ın hikmetine bak sen!

Hele babam! Ah, babamın bakışları özellikle içimi titretmişti. Omuzları dimdik, duruşu her zamanki gibi kararlıydı ama kara gözlerinin derinlerinde geçmişe dair minik, sessiz bir pişmanlık parıltısı vardı. Sanki yıllar önce vermediği izinlerin farkına varmış, ama şimdi kızının başarısını, onun gülen yüzünü kendi gözleriyle görebilmenin mutluluğunu yaşıyordu.

Annemin bakışları merhamet ve sevgi doluydu. Elindeki çiçek buketini bana verirken gözleri yaşarmıştı. Oğuz abim ise sıcak ve samimiydi. “Gurur duyuyorum kız senle,” diye takılmıştı bana.

Hemen onlarla da fotoğraf çekildik. Aile fotoğrafı. Ömür boyu aklıma kazınan bir kareydi. Ardından ailem, davetliler için ayrılmış alana yöneldi. Sandalyelere yerleştiler. Çiçeklerimi tutması için Emin’e verdim. Çünkü az sonra tören başlayacaktı ve sahneye çıkacaktık. En sevdiğim hocamdan formalite diplomamı teslim alacaktım. Yılların emeğini resmen taçlandıracaktım.

Öyle de oldu. Kırmızı halıda yürürken çok heyecanlıydım. Kalbim kulaklarımda atıyordu. Bacaklarım neredeyse titreyecekti. Göz önünde olmaya alışkın değildim. Yine de iyi idare ettim. Onlarca, yüzlerce göz vardı üzerimide. Ama en çok, sahnede beni bekleyen hocamın bakışı ve tribündeki ailemin, Emin’in bakışı önemliydi benim için. Onları görmek, içimdeki heyecanı hafifletti ve adımlarımı daha kararlı hale getirdi. Nefesimi düzenlemeye çalışarak yürüdüm.

Yerlerimize oturduk. Sahnede müdür, okul birincisi ve belediye başkanı konuşmalar yaptı. Ardından duvara yansıtılan ekranda dokuzuncu sınıftan bu yana çekildiğimiz fotoğraflar akıp geçti. Hepimiz beşer fotoğraf seçmiştik. Onar tane de toplu sınıf fotoğraflarından seçilmişti. Bütün sınıfların hatıraları ekrana yansıdı. Onları seyrederken duygulanmıştım.

Ardından diplomalarımızı aldık. Hocamın gözlerindeki onay ve gurur, kalbimdeki sevinci daha da büyüttü. Bir anlığına gözlerimi kapattım, “Başardım,” dedim sessizce.

Tören bittiğinde keplerimizi havaya attık. Ardından herkes bir anda yanındaki arkadaşına sarıldı ve arka fonda çalan neşeli müzik eşliğinde bir kargaşa ortamı oluştu. Bağırışlar, kucaklaşmalar, ıslıklar, gülüşler, alkışlar… Ben de Hazal ve Ceyda’ya sarıldım sımsıkı.

Sonra öğretmenlerimizle hatıra fotoğraf çekildik. Arkadaşlarımızla vedalaştık. Ailemle fotoğraf çekildim. Emin’le ve kızlarla da tabi. Her detay zihnime kazındı. Nihayet program bitti ve ayrılık vakti geldi. Yıllardır hayalini kurduğum mezuniyetin ardından huzurlu hissediyordum.

Hem mutlu hem buruktum. Bir yolculuğun, bir sürecin, bir hikayenin sonuna gelmiştik çünkü.

Kucağımda iki buket ve kırmızı kurdeleyle bağlanmış diploma kağıdıyla arabaya doğru yürürken, yanımda Emin de sessizce bana eşlik ediyordu. Tabi boş durmayıp çantalarımı taşıyordu. Okulumuzun kız yurdu vardı, bugün orada hazırlanmıştık. Bu yüzden bir çanta dolusu eşya ve bir çanta dolusu da bir kaç arkadaşımın verdiği küçük hediyeleri taşımak Emin’e düşmüştü.

Göz göze geldiğimizde içimde bir kıpırtı hissettim. “Sen olmasan bu an eksik olurdu Emin.”

Arabanın arka koltuğuna eşyaları ve çiçekleri bıraktık. Ardından Emin şoför koltuğuna, ben de öne yerleştim. Yola çıktık.

“Karnın aç mı?” diye sordu.

“Yok, oradaki ikramlar yetti. Eve gidelim direkt. Çok yoruldum aşkım.”

“Tamam o zaman.”

Yol boyunca sohbet etmiş, mezuniyet akşamına dair yorum ve paylaşımlarda bulunmuştuk. Mahalleye girdiğimizde yağmur çiselemeye başladı.

Camdan damlayan su damlalarını izlerken “Yaz yağmuru! En sevdiğim!” diye coşkuyla atıldım. Emin gülümsedi. İçimde bir sevinç kıvılcımı daha yandı.

Arabayı evin önüne park ettiğinde hemen indim. Kollarımı iki yana açıp başımı geri yatırdım. Yağmurun yüzüme, bedenime ve saçlarıma dokunuşunu hissettim. Her damla, içimde ferahlık ve özgürlük hissi bırakıyordu. “Hayat, işte bu anlarda güzelleşiyor…” diye düşündüm, gözlerimi kapatarak.

Diğer kapının açılıp kapanma sesini duyunca gözlerimi açtım. Arka koltuktan eşyaları almaya yeltenen Emin’in yanına gidip elini tuttum. Neşeli bir sesle şakıdım. “Bırak şimdi onları! Islanalım!"

Emin tebessüm etti ve gözlerini üzerimden ayırmadan bana baktı. O an, içimde bir sıcaklık dalgası yayıldı. Bütün yılın yorgunluğu, okulun stresli günleri, sınavların baskısı, hepsi yok olmuş, sadece bu an, sadece bu yağmur, sadece bu bakış kalmıştı.

“Gel,” dedi yumuşak ve davetkâr bir sesle. Dans ederken dönerler ya hani, öyle kolunu kaldırdı ve ben de elini zarifçe tutup döndüm. Dudaklarımdan gülüşler firar etti. Gece yağmurunun sessizliği etrafı sararken, dönerken hafif bir sersemlik hissettim. Bu sersemlik sebebiyle ara sıra dengem şaşıyor, istemsizce ona yaklaşıyordum. Ufak temaslar, küçük sürtünmeler bile kalbimde bir kıpırtı yaratıyordu.

Emin havadaki kolunu indirip beni nazikçe kendine doğru çekti. Başını omuzuma yasladı. Birbirimize sarılı halde öylece durduk. Yağmur elbisemi ıslattıkça kıyafetin ağırlığını ve üzerime yapıştığını hissediyordum ama aldırmadım. Gözlerimi kapattım. Yağmurun serinliğiyle, Emin’in varlığının sıcaklığı bir araya geldi.

Az sonra, Emin’in nefesini boynumda hissettim. Omzuma yasladığı başını biraz oynatıp saçlarımın arasından küçük bir öpücük kondurdu. Ürperdim. Nefesim kesildi, kalbim kulaklarımda atıyordu. “Berra…” diye fısıldadı, sesi rüzgar ve yağmurla karışmış hâlde. Kollarındaki sıkılık biraz arttı; belimden sarılışı daha belirginleşti. Parmak uçları gevşekçe sırtımda dolaşıyor, her dokunuşu küçük bir elektrik kıvılcımı gibi bedenime yayılıyordu.

Titreyen kalbimi biraz da olsa sakinleştirmek için, Emin’in kollarından nazikçe geri çekildim. Tamamen değil, ama yüzünü görebilecek kadar. Saçları ıslanmış, öne doğru düşmüştü. Parmak uçlarımla kibarca iterek alnını açtım, saçlarını okşar gibi geriye aldım. Islak telleri parmaklarımın arasında süzüldü.

“Islanıyoruz,” dedi Emin, hafif bir endişeyle. Artık gidelim mi anlamı da taşıyordu bu cümle. Normalde çabuk üşüyüp hasta olduğum için tedbirli davranıyordu.

“Olsun, biraz daha duralım. Özlemişim yaz yağmurunu. Mis gibi kokuyor.”

Emin yüzüme doğru eğildi ve burnu kulağına yakın bir yere sürttü. Saçlarımdan yayılan ıslak kokuyu içine çekti. “Yağmur mu, sen mi?”

Aramızdaki yakınlık, yağmurun serinliğiyle birleşmiş, ürperten ama bir o kadar da çekici bir gerilim yaratmıştı. Parmakları saçlarımın arasına uzandı. Nazikçe ve kararlı bir şekilde dokundu. Gözlerimiz birbirine kilitlendi; bakışlarında hem şefkat hem de arzu vardı. Parmak uçları saç tellerime nazikçe sürtünürken, kalbim göğsümde hızlı hızlı çarpıyordu.

“Sen…” dedi alçak ve yumuşak bir sesle, ama tamamlamadan durdu. Sonra, ani ama özenli bir hareketle yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. “Sen çok güzelsin, Berra…”

Bir an için birbirimize daha da yaklaştık. Emin, alnımı koklayarak yanağımı tekrar okşadı. Dudakları ise bu sefer sadece hafifçe tenime sürtündü. Kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu, ama ürkek bir mutlulukla, güven içinde olmanın huzurunu da yaşıyordum.

İçimde tarifsiz bir cesaret dalgası yükseldi. Parmak uçlarımda çok az yükselip “Teşekkür ederim,” dedim, dudaklarımı yumuşakça yanağına bastırarak öperken.

Emin gülümsedi. Islanıp yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru nazikçe atarak yüzümü tamamen görebilecek şekilde düzeltti.

“Bence evimize girme vakti geldi, birtanem,” dedi derin bir anlam taşıyan ses tonuyla. Yavaşça başımı salladım.

Hiç bırakmak istemez gibi nazikçe benden ayrıldı ve arka koltuktaki eşyaları aldı. Arabayı kitleyip anahtarı cebine attı. Elime uzandı. Parmaklarımız tekrar birbirine kenetlendi. Birlikte evin iç kapısına doğru yürümeye başladık. Dışarıdaki yağmurun sessizliği, içimizdeki sıcaklığı daha da belirgin kılarken, içimden bugün için çokça şükrettim.

Nikah günü gelmişti. Hâlâ inanmakta zorlanıyordum. Bir rüyaya misafir olmuşum da, az sonra uyanacakmışım gibi hissediyordum. Ama işte buradaydım; nikah salonunun ortasında, herkesin gözleri üzerimde. Dostlarım, akrabalarım, sevdiklerim… Hepsi bu anı bizimle paylaşmak için bir araya gelmişti. Salondaki uğultu, gülüşmeler, fısıldaşmalar arasında kalbimin deli gibi çarpışını çok net duyuyordum.

Memurun işaret etmesiyle Emin’le birlikte masaya doğru yürüdük. Bize ayrılan sandalyelere otururken kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. Emin’in yanında olmanın verdiği huzur ve içimdeki telaş birbirine karışıyordu. Elim titreyecekti neredeyse.

Benim şahidim Zeynep ablaydı. Her zamanki sakin ve güven veren bakışıyla yanımda oturuyordu. Varlığı beni rahatlatıyordu. Emin’in şahidi ise Faruk abiydi. İkisi de bu anın ağırlığını taşıyabilecek, çokça kıymet verdiğimiz, olgun kişilerdi. İçimden “Keşke kendi arkadaşlarım da şahit olabilseydi” diye geçirmedim değil. Ama yaş meselesi engeldi. Henüz on sekizlerini doldurmamışlardı. Benim onlardan bir yaş büyük oluşum, on dokuzuma basmam ilk defa bu kadar aşikardı.

Derin bir nefes aldım. Yanımda oturan Emin’in dizinin üstünde duran eline usulca uzandım. Parmaklarımı onun parmaklarının arasına geçirdiğimde heyecan ve stresim yerini yavaş yavaş bir sükûnete bıraktı. Emin, bana iyi gelen o vakur duruşu ve kararlılığıyla elimi sıkıp karşılık verdi. Gözlerim ona kaydı. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. O gülümseme içimdeki tüm fırtınaları dindiriyordu.

Başımı çevirdim; karşıda oturan arkadaşlarım heyecanla bizi izliyordu. Kızların birkaçı telefonlarını kaldırmış, anı ölümsüzleştirmeye çalışıyordu. Kimi gülümseyerek, kimi gözleri nemlenmiş bir hâlde bakıyordu. Onların bakışlarıyla kalbimdeki duygular daha da büyüyordu. Bugün her on dakikada bir “Berra çok güzelsin,” “Ayy çok güzel oldun ya maşallah,” “Prenses gibisin canım,” gibi iltifatlar etmişlerdi bana. Nazar duası okumuşlardı sık sık. Şımarmıştım biraz. Aklıma o tatlı halleri gelince gülümsedim.

Nikah memuru konuşmaya başlamıştı. Sesini duyuyordum ama odaklanamamıştım. Düşüncelerime dalmıştım. Sanki cam bir fanusun içindeydim; dışarıdan gelen sesler bulanıklaşıyor, tek net duyabildiğim şey kalp atışım oluyordu.

Kendimi toparlamam gerektiğini hissettim. Gözlerimi kırpıp, derin bir nefes aldım ve dikkatimi memurun yüzüne verdim. Dudakları kımıldadıkça kelimeler anlam kazanmaya başladı. Yavaş yavaş dünyaya geri dönüyordum.

Salon sessizleşti. Herkesin nefesini tuttuğunu hissedebiliyordum. Az sonra, benim için hayatımın en kritik sorusu, basit birkaç kelimeye sığdırıldı.

“Siz Berra Yılmaz, hiçbir baskı altında kalmadan, kendi hür iradenizle Emin Bey’i eş olarak kabul ediyor musunuz?”

Gözlerim istemsizce Emin’e kaydı. Mütebessim bir şekilde bana bakıyordu. Geçmiş günler, utangaç bakışlar, gizli kalmış hisler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Onun bana nasıl baktığı, beni nasıl sabırla beklediği… Dudaklarımda ince bir titreme vardı. Sesim çıkmayacak sandım. Ama kalbimden yükselen “evet” dilime ulaştığında hiç beklemediğim kadar güçlü bir şekilde çıktı.

“Evet!”

Herkes alkışlarken, gözlerim dolmuştu. Emin’in elleri parmaklarımı biraz daha sıkıca kavradı. Hayatımın en gerçek ve samimi evetiydi bu.

Hemen duygusal modumdan sıyrıldım ve aklıma güzel şeyler getirdim. Mesela şu an, Emin’le kendi isteğimizle, kimsenin baskısı ve zorlaması olmadan, birbirimizi severek, yüreğimizde saf bir aşk ve teslimiyetle evleniyorduk.

Alkışlar dindiğinde memur bu kez Emin’e döndü. “Siz Emin Yiğitsoy, hiçbir baskı altında kalmadan, kendi hür iradenizle Berra Hanım’ı eş olarak kabul ediyor musunuz?”

Emin’in omuzlarında ciddiyet, kararlılık ve memnuniyet, bakışlarında ise parıltılar filizlenmişti. Tereddütsüz, net bir şekilde “Evet!” dedikten sonra salonda yeni bir alkış tufanı koparken, usulca bana dönüp göz kırptı. İçim kıpır kıpır oldu. Kabına sığmayan bir mutluluk kuşanmıştım. Öyle ki, memurun diğer söylediklerini, şahitlerin evet deyişini kaçırdım.

Nikah memuru kalemi uzattığında ellerim titriyordu. Emin kalemi benden önce alıp imzasını attı. Sonra bana çevirdi, gözleriyle “hadi” dedi. Kağıdın üstünde ismimi görünce tuhaf bir heyecan kapladı içimi. Elimi sabit tutmaya çalışarak imzamı attım.

“Artık karı kocasınız. Mutluluklar dilerim. Bir ömür boyu birbirinize huzurla, muhabbetle yaklaşan bir çift olmanızı temenni ediyorum.”

“Teşekkür ederiz,” dedik aynı anda. Bu basit cümlenin ardında koca bir ömür gizlenmişti.

Şahitlerimiz de defteri imzaladıktan sonra ayağa kalktık.

“Bunu gelin hanıma emanet ediyorum.”

Memurun bana doğru uzattığı aile cüzdanını aldım. Sanki avucumda yepyeni bir hayat vardı.

Bu sırada İclal kamerayla fotoğrafımızı çekiyordu. Elimdeki evlilik cüzdanını Emin’le aramıza tutup poz verdim. Emin bana doğru eğildi. Gülümsedik.

“Harika çıktı!”

Bakışlarımı kameradan ayırıp davetlilerin olduğu kısma çevirdiğimde, annemin mendilini çıkarıp gözlerini sildiğini fark ettim. Gülmeden edemedim. Sanki yıllar önce değil şimdi ilk kez evleniyorum! Bu ne duygusallık canım anam…

Yanındaki babamın yüzündeyse duygularını saklamaya çalışan ciddi bir ifade vardı ama dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm yakaladım. Onu öyle görmek, kalbimi iyice yumuşattı.

Zeynep Abla yanıma gelip sarıldığında odağımı ona verdim. “Tebrik ederim canım. Rabbim iki cihan saadeti versin.”

“Amin abla! Darısı başına,” dediğimde gülerek elini sırtıma koydu, usulca sıvazladı.

Bu sırada Fark abi de dostane bir şekilde Emin’e sarıldı. “Hayırlı olsun, kardeşim.”

Dördümüz birlikte de poz verip hatıra fotoğraf çekildik.

Sonra nikah memuru yanımıza bir adım daha yaklaştı. Gözlüğünü düzeltti. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. “Şimdi gelin hanıma bir soru.”

İşin içinde ben olunca bir an gerildim ve bütün dikkatimi memur amcaya verdim. Ne soracak acaba? Çok mu ciddi bir şey? Allah’ım, yanlış bir şey söylemeyeyim.

“Gelin hanım, adınız, soyadınız?”

Basit ve sıradan bir soru sormuştu. Anlam veremedim.

“Berra Yılmaz?” dedim bir çırpıda.

Salondan kahkahalar, fısıldaşmalar, kıkırtılar yükseldi. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ne oldu? Ben neyi kaçırdım?

Nikah memuru başını salladı, ciddiyetini koruyarak tekrar sordu. “Gelin hanım, tekrar soruyorum, adınız ve soyadınız?”

O an yutkundum. Gözlerim Emin’e kaydı. Kurtarıcım olsun, bana bir işaret versin diye yalvarırcasına baktım. Elimi tuttu. Parmağıyla avucumu okşadı ama bakışlarıyla bana ‘sen yandın kızım’ diyordu adeta.

Bir şimşek gibi dank etti zihnime. Ben artık Berra Yılmaz değilim! O kapıdan girerken öyleydim ama masadan kalktığımda adım değişmişti.

Son çırpınışlarını yaşayan bir balık misali “Berra Yiğitsoy!” diye atıldığımda nikah memuru tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi.

Salondan alkışlar ve gülüşler yükseldi. Ben ise yüzümdeki sıcaklığı hissedebiliyordum; yanaklarım al al olmuştu. Ellerimle yanaklarımı kapatmak istedim ama artık çok geçti.

Emin başını bana doğru eğdi. Kulağıma doğru yaklaşıp fısıldadı: “Bunu yazdım bi kenara birtanem, müsait vakitte evde uzun uzun konuşacağız.”

Başımı ona çevirdim, gözlerindeki muzır ışıltıyı görünce yüzümdeki mahcubiyet daha da arttı. Ayy rezil oldum herkese!

İçimden koşarak kaçmak geçti. Emin’in bakışları da tuz biber oluyordu. Sesimi alçaltıp ona fısıldadım: “Aşkım… Vallahi heyecandan, mutluluktan ne dediğimi bilmiyorum ki ben. Akıl mı kalır insanda böyle bir anda?”

Emin gözlerini kısıp yüzüme baktı. Dudaklarının kenarı hafif yukarı kıvrıldı. Sanki kahkahasını zor tutuyordu. “Hee öyle mi?” der gibi başını salladı.

“Gerçekten!” dedim, gözlerimle yalvarırcasına. “İnan bana, hiçbir şey düşünemedim. Sanki beynim boşaldı. Bir tek kalbimin atışını duydum.”

Emin bu kez dayanamadı, küçük bir kahkaha attı. “Demek soyadını unutacak kadar heyecanlandırabildiğim bir kadınla evliyim. Şanslıyım galiba.”

Onun o şakacı tavrı içimdeki bütün mahcubiyeti bir anda eritip gülüşe dönüştürdü. “Aynen öyle!” Başımı omzuna yasladım, kalabalığın uğultusunu unutarak. Evet, rezil oldum belki ama… ne güzel rezillikti bu. Bundan sonra hatırladıkça hep gülümseyeceğimiz tatlı bir an.

Emin’le aramızdaki o küçük fısıldaşma daha bitmeden, salonun ön sıralarından ayağa kalkan ilk kişi annem oldu. Yanımıza vardığında bana sarıldı. “Ayy kızım, heyecandan şaşırdı tabii. Normal, normal…”

Arkamdan kıkırtılar yükseldi. O gülüş seslerini çok iyi tanıyordum! Arkadaşlarım durumu tatlı tatlı tiye alıyordu. Hazal kıkırdayarak “Berra heyecanlanmasa şaşardık zaten!” diyordu. Utancım bu gülüşlerin arasında yavaş yavaş tatlı bir anıya dönüştü.

Derken salonun her köşesinden birer ikişer insanlar yanımıza yaklaşmaya başladı. Her biri ayrı ayrı tebrik etti, sarıldı, ellerimizi sıktı. Kahkahalar, tebessümler, dualar havada uçuşuyordu.

Sonra fotoğraf çekim vakti geldi. Önce davetlilerle çekildik. Arkadaşlarımız, aile dostlarımız, tanıdıklarımız…Arkasından ailelerimiz yanımıza toplandı. Annem, babam, Yakut dede, Zeynep abla, abilerim, ablalarım, aileleri… Hep birlikte sahneye sıralandık. Fotoğrafçı “Biraz daha yakın, biraz daha gülümseyin!” diye yönlendiriyordu.

Emin bana yan gözle bakıp kısık sesle fısıldadı: “Ben zaten hep gülümseyeceğim, yanımda sen varken.”

O sözle dudaklarımdan kocaman bir tebessüm yayıldı. Flaş yeniden patladı. Ve ben, hayatımın en güzel karelerinden birinin tam ortasında olduğumu hissettim.

Eve gelir gelmez kendimizi koltuğa atmıştık. Üzerimizden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Derin bir nefes aldım; ciğerlerime dolan hava bile başka bir tad taşıyordu.

Odaya hâkim olan sessizlikte sadece kalbimizin atışlarını duyuyordum. Emin yanımda, kolunu omzuma dolamış, beni kendine çekmişti. Vücudumun bütün kasları bir anda gevşedi. Başımı göğsüne yasladım. Orada duyduğum düzenli ritim, bana her şeyin yolunda olduğunu fısıldıyordu.

Bir süre hiçbir şey söylemedik. Sanki sessizliği bozarsak büyü dağılacak gibiydi. Ama içimdeki duygular, susmama izin vermiyordu.

“Ne kadar garip değil mi, Emin…” dedim usulca. Sesim biraz titriyordu, hem yorgunluktan hem de hislerin ağırlığından.

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Hâlâ aynı duru bakışlar…

İlk gün gördüğümde bana soğuk ve yabancı gelen o gözler, şimdi dünyadaki en tanıdık, en sıcak yerdi. İlk evlendiğimizde o bakışların altında nefesim daralmış, kaçmak istemiştim. Çünkü onu tanımıyordum ve kalbimde kimseye karşı zerre güven duygusu bile yoktu. Emin, celladım gibiydi. Hayatımın ipini eline alacak bir yabancıydı. İstemediğim bir yaşama doğru sürükleniyordum. Düğünden kaçmayı denemiş, sonra da onun kollarında bayılıp kalmıştım. O anın utancı, korkusu hâlâ gözlerimin önünde.

Hatırlayınca içim burkuldu. Ama her şey değişmişti. O kollar, bana hapis değil, sığınak oldu. Emin’in bakışları nefes alamadığım yer değil, nefes bulduğum yerdi. Yanında büyüdüm, onunla adım adım yürüdüm. Birlikte olgunlaştık, birlikte düştük, birlikte kalktık. Ve şimdi, kalbim öyle bir huzurla dolu ki, anlatamam.

İçimden geçenleri bir yandan da dile getiriyordum.

“İlk evlendiğimizde iki yabancıydık. Seni tanımıyordum, evlenmek istemiyordum. Ailemin zoruyla olmuştu her şey. Kendimi hiç özgür hissetmemiştim o zaman. Aileme çok kızgındım, hayata, kendime, sana, her şeye…”

Emin’in elini hissettim. Parmakları avuçlarımın arasına girdi. Sıcaklığı bana karıştı. Elini sıktım, bırakmadım. Gözlerimde yaş birikti, dudaklarımda acı-tatlı bir tebessüm vardı.

“Zorla evlendirilmenin öfkesi, içimde yanan bir ateş gibiydi. Ama bugün buradayız. Kendi isteğimizle nikah kıydık. Ve o adam, o zamanlar celladım sandığım adam, en büyük nimetime dönüştü. İyi ki diyorum, Emin. İyi ki yollarımız birleşmiş.”

Emin’in dudaklarının kenarında o bildik, sakin gülümseme belirdi. “Elhamdülillah gülüm.”

İçimde bir şey titredi, kalbimden yükselen şükür duygusu boğazımı düğümledi. Allah’a hamd ettim. Bizi böyle bir noktaya getirdiği için. O günlerin karanlığından bugünkü aydınlığa çıkardığı için. Kalbimdeki yangını söndürüp yerine huzur verdiği için. Hayal bile edemeyeceğim bir mutluluğu tattırdığı için.

“Ben de seni tanımıyordum ama korumak, kollamak istemiştim. Beraber büyüdük, beraber hayatı, ilişki kurmayı öğrendik. Ve sonra seni her geçen gün daha çok sevdim.”

Yüzünü yana eğdi, alnını benim alnıma değdirdi. O küçük temastan bedenime bir elektrik dalgası yayıldı. Gözlerimi kapattım. İçimden geçen tek şey şuydu: İyi ki, bin kere iyi ki. Elhamdülillah.

Sonra, biraz geri çekilip gözlerine baktım. Heyecan ve merakla hareket ediyordum. Birden aklıma takılan o soruyu aramıza bırakıverdim. Uzun zamandır sormak için yanıp tutuşuyordum ama bugüne nasipmiş.

“Bir şey soracağım?”

“Sor hayatım.”

“Anlatsana, beni sevdiğini ne zaman fark ettin? Yani aşık olmak manasında?”

Gözleri gözlerimdeydi, tüm dikkati bana kaymıştı. Saçımı usulca okşadı. Adeta nefesimi tuttum ve cevabını bekledim.

“İlk gerçek yüzleşmem askere gitmeden hemen önceydi. Babanla okul mevzusunu konuştuğumuz gece kendimle de yüzleştim. Benim için uzun bir geceydi. Sen odanda mışıl mışıl uyurken, bahçede sigaramla derin bir iç hesaplaşma yaşadım.”

Kalbim minik bir çarpıntıyla karşılık verdi. O geceyi hayal ettim; Emin bahçede yalnız, düşüncelerle boğuşuyor… Ve o anı düşünürken, istemsizce kolumu onun boynuna doladım. “Yaa gerçekten mi, kıyamam sana ki!” deyip yanağını okşadım. Biraz sırnaşıp çenesine bir öpücük kondurdum. Göz göze geldiğimizde, yüzündeki o utangaç gülümsemeyi gördüm ve eridim.

“Hatta ilk kez kendime hakim olamayıp odana girdim o gece,” diye bir itirafta bulundu.

“Ben uyurken!?” dedim hayretle gözlerim büyüyerek.

Başını salladı.

“Ayy çok ayıp!” diye onu kınarcasına, şaka yollu takıldım. İçimde garip bir kıvılcım yükseldi. Tenime dolan sıcaklık, parmaklarımın ucuna kadar yayıldı.

“Dayanamadım, ayaklarım beni senin yanına getirdi. Napayım?” dedi, başını bana yaslayarak. Nefesini boynumda hissetmek, yüreğimde küçük bir titreme oluşturdu. Kolunu belimden geçirdi ve beni hafifçe kendine çekti.

Nedense o geceye tanık olmuşcasına utandım. Gülerek “Çok fenasın! Ben de seni farklı bilirdim!” diye omzuna vurdum. Gözlerimi kısarak ona baktım. Hayatımın en büyük hediyesi bu adam.

“Ben de kendimi farklı bilirdim, ta ki sana dek,” derken sesi alçak ve sıcaktı. Belimdeki parmakları elbisemin üzerinde usulca görünmez daireler çiziyordu.

Gözlerimi kısarak gülümsedim; kalbim sevinçle dolup taşarken, dudaklarımın kenarında utangaç ama mutluluk dolu bir ifade vardı.

Emin, dudaklarını yanağıma hafifçe sürttükten sonra devam etti: “Kısacası uzun zaman sevdim seni. Tabii sen, ben mektubu bulduğum akşam duygularımı itiraf edince, veya birkaç gün önce kanepede yanağını öptüğümde fark etmişsindir.”

Gözlerim büyüdü. Kalbim birden hızlı atmaya başladı. Utanmıştım, ama kalbim mutluluktan hopluyordu. Dudaklarımın kenarındaki gülümseme büyüdü. Parmak uçlarım, istemsizce Emin’in saçlarını karıştırmaya başladı.

“Aslında bakışların, dokunuşların, ilgin, hepsi küçük işaretlerdi. Ama ben o işaretleri görmezden geldim. Korktuğum için. En çok da yanlış anlamaktan, umut edip sonra üzülmekten korktuğum için sanırım.”

Emin, başını yana eğdi. “Hıhım, bunları söylemiştin.” Parmağını çenemden yukarı kaydırarak dudaklarımı nazikçe okşadı. “Peki, sen anlat hayatım, ben de senden dinlemek istiyorum.”

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Onun gözlerindeki sıcaklığı, sabrı ve sevgi dolu ilgiyi görmek duvarlarımı tamamen eritti. İçimden bir sıcaklık yükseldi.

“Geçtiğimiz aylarda bunu yeterince düşündüm,” dedim, nefesim hafif hızlanmıştı. “Sonuca da vardım. Ben seni zaten seviyordum aslında, ama kendime bile itiraf etmemiştim.”

Emin gözlerini büyüttü, hafifçe geri çekildi ve şaşkınlıkla bakarak sordu: “Nasıl? Ne zamandır?”

Parmak uçlarım yüzüne dokundu, usulca yanağını ve sakallarını okşadım.

“Bilmiyorum tam olarak. Ama askere gideceğin zaman gitmeni içten içe hiç istemiyordum. Sadece okul mevzusundan değil. Sana alışmıştım, ilkin öyle düşündüm. Ama sonra çok özledim seni. Sanki sen yokken kocaman bir boşluk oluştu içimde. Eksiklik… Döndüğün gün deli gibi sevinçli ve heyecanlıydım. Ama o zamanlar hepsine başka bahaneler buldum, aşka yormamaya çalıştım.”

Emin bir an durdu, sonra hayret ve sevinç karışımıyla “Ciddi misin ya?” diyerek gülümsedi.

“Evet,” dedim, başımı onun göğsüne yaslayarak. Dudaklarının dokunuşunu saçlarımda, başımda ve alnımda hissettim; küçük öpücükler konduruyordu. Parmakları boynuma uzanıp, usulca orada dolaştı, okşadı.

“Valla, mutlu oldum,” dedi, sesi dolu dolu. Kolunu belimden geçirip beni kendine daha da kendine yaklaştırdı.

“Ben de senin mutlu olduğunu görmekten çok mutluyum,” diye yanıtladım. Dudaklarımı onun dudaklarına yaklaştırdım, kısa ve küçük bir öpücük kondurdum. Bu temas, kalbimde hem huzur hem de titrek bir arzu uyandırdı.

Parmak uçlarım saçlarını okşarken, o da avuçlarını yüzümde gezdirdi. “O zaman ilk aşkın benim, dimi, inşallah?” diye mayışmış bir ses tonuyla sordu.

“Kitap karakterlerini saymıyorsak, evet.”

Küçük bir kahkaha attı. Ardından ciddileşti. “Kimmiş o kitap karakteri? Hemen söyle.”

“Kıskandım deme sakın!” dedim, parmaklarım onun boynunda rastgele dolanırken.

“Kıskanırım veya kıskanmam. Sana bağlı. Cevap ver soruma hayatım,” derken dudaklarını usulca yanağıma sürttü.

“Tamam madem ısrar ettin söyleyeyim. Adı Mehmet. Düzceli Mehmet.”

Halit Ertuğrul’un kitabıydı. Liseye yeni başladığımda, yani Emin’i yeni tanıdığımda okumuştum. Gerçek yaşanmış bir hayatı anlatıyordu. Biyografiydi yani. Benim ilk alakadar olduğum kişiydi. Hayranlık duymuş, tanımadan sevmiştim. Hatta yazara ulaşmak, sonra yardımıyla ve edindiğim bilgilerle Mehmet’e ulaşmak istemiştim. Onu tanımak, ondan hayatı dinlemek istemiştim. Okurken, belki bir gün bir yerde karşılaşırız diye umuyordum. Ona nasıl ulaşırım, nerede ne yapıyordur diye düşünüyordum. Ta ki kitabın sonuna dek. O zamanları anımsayınca tatlı bir hüzne büründüm.

Emin’in mimiklerinde küçük bir gerilme oldu, sonra burukça gülümsedi. “Kıskandım Düzceli Mehmet’i. Çok hem de.”

“Niye? Çocukluk aklı işte benimki. Hem zaten vefat etmiş biri. Kıskanacak bir şey yok hayatım,” diye açıklama girişiminde bulundum.

Emin başını iki yana salladı. “Kıskanacak şey çok. Çünkü ben de o Mehmet'i tanıyorum. Bahsettiğin kitaptan. Okumuştum. Onun makamına erişecek bir hayat yaşayıp ona yetişemem. Tam kıskanılacak biri. Kıskanılacak bir dönüş, bir hayat, bir vefat. Rakibim güçlüymüş.”

Göz göze geldiğimizde ikimizin de yüzünde buruk bir tebessüm, gözlerinde ıslaklık yer etmişti.

“Andıysak vardır sebebi, Fatiha okuyalım,” dedi Emin. Ellerini üzerimden çekip avuçlarını açtı. Ben de ona eşlik ettim. Duamızı okuyup ruhuna hediye ettik.

Ardından, muzip bir gülüşle yeniden yanaştı. “Şimdi gelelim nikahtaki şu meseleye.”

“Ne meselesi?” dedim anlamamazlıktan gelerek. Sırf unutsun diye dikkatini dağıtmak istedim. İyice ona yanaşıp kollarımı boynuna sarıp yanağına içten gelen bir buse bıraktım.

Emin dudaklarını boynuma yaklaştırdı, küçük bir öpücük kondurdu. Tenime değen sıcaklığı, nefesini boynumda hissetmek bir anlığına aklımı başımdan aldı.

“Berra Yiğitsoy, beni zorluyorsun.” Sesi alçalmıştı ve biraz ciddiydi. Ama gözlerinde hâlâ o muzip ışık parlıyordu. Parmak uçlarım saçlarını okşarken, Emin bu kez yanağımı, sonra çenemi, ardından şakağımı usulca öptü. Dudaklarının tenime temas ettiği her nokta vücudumda bir elektrik dalgası yaratıyordu.

“Fark etmeden öğrettiğin şeyler var bana.”

“Ne gibi?” diye sordum, hem meraklı hem heyecanlı bir şekilde.

Dudaklarını çenemden yanağıma doğru sürterken, arada küçük öpücükler kondurdu. Nefesinin sıcaklığı, tenime değen parmakları ve saçlarımda dolaşan elleri dikkatimi dağıtıyordu. Her şey o kadar yoğun ve baştan çıkarıcıydı ki bir an sadece varlığına teslim oldum.

“Sevmenin bazen beklemek, bazen susmak, bazen sadece dokunmadan yanında durmak olduğunu… Ve şimdi öğreniyorum ki bazen de bir yüzü ezberlemekmiş.”

Boğazım düğümlendi. Bir an durup gözlerimi kapatmak istedim. Sonra elimi Emin’in yanağına koydum. Bu adam hem hayatımı hem ruhumu hem de bedenimi her yönüyle sarsıyor… Her dokunuşu, her bakışı bir parçamı daha alıyor ama aynı zamanda tamamlıyor.

Emin, yanağına koyduğum elimi yakalayıp avucuma da bir öpücük bıraktı. “Ezberledikçe daha çok seveceğim gibi geliyor,” derken sesi ciddi, bir o kadar da çekiciydi. Gözleri kararlı ama bir o kadar da yumuşak bakıyordu.

Yüzümde hem utanç hem de keyif dolu bir ifadeyle gülümsedim.

Emin önce alnımı öptü, ardından dudaklarıma tatlı bir öpücük kondurdu. O an sadece dudaklarına değmedi, ruhuma kadar dokundu. Tüm kelimeler, tüm duygular, sadece o anın içine sıkışmış gibiydi.

Tırnak uçlarıma dek kızarmış olabilirdim. Başımı hemen göğsüne gömüp bir süre orada kaldım. Güvenli bir limandı orası. Beni sakileştiriyordu. Sanki hissettiğim tüm utanç, heyecan ve mutluluk orada birikmişti. Gariptir ki utandığım da göğsüne sığındığım da aynı kişiydi. Bir yandan kendimi ona teslim etmenin verdiği güven, bir yandan da utanç ve çekingenlik… Kalbim karmaşık bir melodiyle çarpıyordu.

Emin’in kokusu, nefesinin sıcaklığı, dokunuşları, hissettirdikleri, hepsinin içinde kaybolmak istiyorum aslında.

Emin güldü. “Kaldırsana başını, sanki ilk defa öptüm.”

“Ya Emin, hayır, bakamayacağım yüzüne…”

Saçlarımı okşadı. “Tamam, tamam. Rahatla. Ama bu halinle de çok tatlısın.”

Yanaklarım öylesine yanıyordu ki, sanki tüm odaya sıcaklık benden yayılıyordu. Bir süre sessizlik oldu; sadece birbirimizin nefesini, kalp atışlarını dinledik.

Başımı biraz kaldırdım, gözlerine uzunca bakamasam da yüzünde dolandı bakışlarım. Bir hazine gibi beni inceliyordu.

“Emin… bakma öyle artık, gerçekten utanıyorum.”

“İyi. Yüzüne bakmamı istemiyorsan, kulaklarına bakarım,” dedi alttan alta oyunbazca.

Ellerimle kulaklarımı kapattım. “Hayır! Sakın!” diye itiraz ettim aniden. Çocukça bir tepki olduğunu fark edince pişman oldum. Ama Emin o anın masumiyetini sevmiş gibi görünüyordu. Bu hareketimin, onun kahkaha atmasına sebep olduğunu görünce iyi ki de böyle yapmışım diye içimden geçirmeden edemedim. Çünkü hayatta bayıldığım şeylerin biri de Emin’in sık görmediğim o güzel kahkahasıydı.

İtiraf ediyorum, utangaçlığımla dalga geçmesi bile baştan çıkarıcı. Kendimi kaybetmeden durabilmek mümkün mü? Her bakışı, her dokunuşu beni biraz daha ona bağlıyor. Utanıyorum ama aynı zamanda bu yakınlığın büyüsüne kapılmış durumdayım. Emin, sen napıyorsun bana? İnsan bu kadar mı etkileyici olur?

“Senin utangaçlık haritan var sanki. Nerene baksam sınır ihlali oluyor.”

Dudaklarımı büzüp omzuna hafifçe vurduğumda, Emin usulca alnını benim alnıma yasladı. “Tamam, kızma. Ama bu haritanın her köşesini öğrenmek istiyorum. Ezbere bilmek…”

Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım. Ah, kalbim dayanamıyor.

Emin yanaklarımı okşadı. “Sence,” dedi alçak ve oyunbaz bir sesle, “bu kadar utanıyorsan, seninle evli olmak zor mu olacak?”

“Evet. Çok zor olacak. Çok sabırlı olman gerekecek,” dedim sahte bir ciddiyetle.

Emin güldü, yanağımı öptü. “O zaman kendime Allah’tan sabır ve sebat diliyorum.”

Ben de gülümsedim. Zaten yeterince sabırlı sabırlı biriydi, hakkını yiyemem. Ve bilmiyor gibi ama vücudumun her bir hücresi onu hissediyor, istemsizce ona doğru çekiliyor. Utangaçlığım, arzularım, sevincim hepsi bir arada… Artık çok da sabretmesini gerektirecek bir şey yok sanki.

Emin’in eli sırtımda geziniyor, dokunuşlarıyla beni rahatlatıyordu. Parmak uçları belime doğru indiğinde ürperdim “Gıdıklanıyorum,” diye fısıldadım.

“Sen de buna sabredeceksin artık,” dedi muzip ve şefkatli bir sesle. Sesimi çıkartmadım.

Az sonra Emin bile bile belimdeki ellerini karnıma doğru uzatıp gıdıklamaya başladı. Kıkırdamalarım ve gülüşlerim odaya doldu. Kontrolümü kaybetmiş bir şekilde elimle onu ittiğimde bile kahkaha krizimden kurtulamıyordum. “Emin! Yapma! Haha! Emin yaa!”

Tabiki durmuyor, gülerek dokunuşlarını sürdürüyordu. Gülüşlerim arasında dudaklarını saçlarıma doğru sürttü, boynuma küçük öpücükler bıraktı. Her dokunuşu, her öpücüğü beni hem utandırıyor hem de derin bir haz veriyordu. Kendimi hem mahcup hem de tarifsiz bir tatmin içinde buldum.

Sonunda durdu, ellerini belimden yukarı kaydırarak avuçlarını sırtıma yasladı. Gülmekten yüzüm kızarmış, saçlarım darmadağınık olmuştu. Emin ise kahkaha atıyor, gözleriyle hem dalga geçiyor hem de bana duyduğu hayranlığı saklamıyordu.

Hem oyunbaz hem şefkatliydi. Kalbimi, bedenimi ve aklımı bir anda ele geçiriyordu. Utangaçlığımın ve arzularımın arasında gidip geliyordum ama şu bir gerçekti ki onun yanında kendimi tamamen güvenli hissediyordum.

Usulca sarılıp saçlarımın üzerine öpücük bırakırken “Şimdi sakinleşebilirsin,” dedi oyunbaz bir sesle. Derin bir nefes aldım. Yavaşça başımı kaldırdım ve gözlerimiz buluştu. Saçlarımı aralayarak boynuma küçük öpücükler bıraktı. Her teması vücudumda karıncalanmalar bıraktı.

“Bak, bu sakin dokunuşlar daha iyi, ne gerek var gıdıklamaya!” diye çıkıştım, neşeyle.

Emin’in gözlerindeki alaycı ışık hâlâ kaybolmamıştı. “Öyle mi diyorsun?”

“Hıhı,” dedim, başımı sallayarak.

Aniden beni kucaklayıp ayağa kalktığında refleksle boynuna sarıldım. “Hayret, omzuma atmadın!”

Gülümsedi. Adımlarını dikkatle atıyordu. “Bugüne özel un çuvalı değil, prenses muamelesi.”

Salondan çıkıp kendi odamıza doğru Emin’in kollarında taşınırken başımı omzuna yasladım. Kalbimin onun nabzıyla senkronize olduğunu fark ediyordum. Kendimi onun kollarına bırakmanın verdiği güvenle “Emin,” dedim. Sesim sevgi doluydu.

“Efendim?”
“Teşekkür ederim. Beni incitmeden, sabırla sevdiğin için.”

Emin’in dudaklarında manidar bir tebessüm belirdi. Bakışları derinleşti. O an elâ harelerinde sadece kendimi değil, yıllardır içinde büyüttüğü sevgiyi ve bağlılığı da görüyordum.

“Çünkü buna değersin,” derken sesinde, bana anlatmak istediği ama kelimelere sığdıramadığı duygular vardı.

Odamızın kapısına vardığımızda, kapıyı ayağıyla itekledi. Kapı yavaşça açıldı. İçeriye, salondan gelen loş ışığın huzmeleri yayıldı. Emin adımlarını ağırlaştırdı. Bu anı uzatmak ister gibiydi. Kollarında taşındığımı hissetmenin verdiği tatlı ağırlıkla gevşedim.

Kapıyı ardımızdan aynı şekilde ayağıyla ittirerek kapattı. O an, içimde tarifsiz bir beklenti ve huzur aynı anda filizlendi. Beni yatağın kenarına dikkatle bırakırken, bakışlarımız bir kez daha buluştu. Sözlerden çok öte, derin ve sessiz bir anlaşma vardı aramızda.

Emin, elimi avuçlarının arasına aldı. Dudaklarının kenarında beliren tebessümle başını bana doğru eğdi.

Artık sadece biz vardık. Ve bizimle başlayan, anlatması imkânsız ama yaşaması tarifsiz bir gece…

Bölüm : 22.08.2025 23:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...