60. Bölüm
Şeymanur / Zecir / 58 – bambaşka biri

58 – bambaşka biri

Şeymanur
sukunettekelimeler

“İnsanın bir şeye bağlanması çok kolay değil. Bağlandığın andan itibaren nereye gideceğini sen değil, bağlılıkların belirliyor. Kendini zincirleyip sonra da anahtarı yutmak gibi bir şey.”*

 

Aynanın karşısında uzun uzun kendime baktım. Yeni aldığımız, krem tonlarındaki elbisemi giymiştim. Kumaşı hafif, ince, şıktı. Ama yeni bir elbiseden daha fazlasını taşıyordum üzerimde: tesettürü. Başımı örttüğüm şal, yanaklarıma yumuşak bir gölge bırakıyordu. Kenarlarını düzeltirken içimden, “Ben miyim bu?” diye geçiriyordum. Bu sorunun cevabını bulmak için aynaya bakıyordum ama asıl cevabı başka bir yerde arar gibiydim.

Aynamda yansıyan kişi bendim ama yine de benden biraz farklıydı. Daha ağır, daha olgun, daha mahcup bir Berra...

Parmak uçlarımla şalın kenarlarını düzelttim. Birkaç kez yeniden bağlamıştım zaten. Her denemede, aynada başka bir yüz çıkıyordu karşıma.

Gözlerim yansımanın üzerinde gezinirken, içimde garip bir sevinçle birlikte tedirginlik dalgalandı. Sanki hayatımın yönü bir adımda değişecekti. Dudaklarımın kenarı titredi. “Emin?” diye seslendim.

Az sonra arkamdan Emin’in adımlarını duydum. Aynada göz göze geldiğimizde yüzündeki tebessüm içimi ısıttı ve alacağım karar konusunda beni cesaretlendirdi.
“Efendim?”
“Nasıl olmuşum?”
Bir yandan onay bekliyor, öte yandan da yeni bir eşik atlayacak olmanın tedirginliğini taşıyordum.

Emin, dolaba yaslandı ve beni baştan ayağa süzdü. Bakışlarında hayranlık ve memnuniyet izleri vardı. Gözlerinin kenarı kırışmış, bakışları ılıktı. Sanki bana değil de, benden daha öte bir şeye bakıyordu.

Gülümsedi. “Bence çok güzel.”

Aldığım cevaptan memnundum. Kalbim sevinçten kabardı. Ellerim hafif titredi, şalın kenarına daha sıkı sarıldım.

Bu sırada Emin birkaç adım atıp yanıma geldi. Omuzumun biraz arkasında, aynadan yansıyan halime bakmaya devam etti. Onun varlığı, arkamdaki gölgesi bile güven veriyordu.

Başımı birazcık yana eğdim. Gözlerim dalgınca kendi yansımanı seyretti. Kararsız şekilde mırıldandım.
“Ama açıkken daha güzelim sanki. Öyle değil mi?”

O an içimdeki çatışma iyice büyüdü. Bir yanım “tesettürle olduğum hal”i kutsal, korunaklı, özel buluyor; diğer yanım ise yıllardır aynada gördüğü serbest haline alışkın şekilde çekimser davranıyordu.

Emin bir adım daha yaklaştı. Bakışlarımız aynada birbirini bulurken, kollarını belime doladı.

“Berra,” dedi yumuşak bir sesle, “Sen her hâlinde güzelsin. Ama bana sorarsan, tesettürle güzelliğini dış dünyaya değil, bana saklıyor olman çok daha kıymetli. Zaten tesettürün hikmeti de bu değil mi? Güzelliğini korumak. Haram bakışlardan, gereksiz gösterişlerden kendini bir zırhla sarmak. Sen zırhını kuşanmış bir savaşçı gibisin şu an. Hem zarif hem güçlü.”

Evet, doğru. Tesettür sadece örtü değil. Kendimi korumak, dikkat çekmemek, haram bakışlardan ve gereksiz gösterişlerden sakınmak demek. Emin’in de dediği gibi, bir tür zırh… Ama bu zırhın altında, ben hâlâ ben’im. Güzellik, değer, zarafet, hepsi var. Hem bu şekilde Allah’ın emri ve Peygamberimizin öğütleri doğrultusunda hareket etmiş olacaktım. Kendi sınırlarımı korumak, kendimi değerli kılmak ve sevgiye layık bir şekilde var olmak demekti tesettür.

Kalbim hem gurur hem utançla doldu. O kadar doğru, o kadar nazik ve özenli bir şekilde söylemişti ki, kendimi hem özel hissettim. Karmaşık duygularımı belli etmemek için hemen şalımla oynamaya başladım.

Emin bunu fark etmiş olmalıydı. Çünkü omzuma yasladığı çenesini nazikçe kaldırıp yanağıma eğildi ve bir buse bıraktı. Tenime değen nefesi ve dudaklarının sıcaklığı, içimde haz dolu bir ürperti yarattı. Kolları arasında iyice gevşedim. Ardından, Emin’in ellerinin belimde gezdiğini hissettim. Parmak uçlarımla şalımı biraz daha sıkarken dokunuşları bir elektrik akımı gibi hücrelerime yayıldı.

Bir kaç saniye sonra, içimdeki başka bir kaygıyı daha Emin’le paylaştım. “Peki yazın? Bu sıcakta gerçekten dayanabilir miyim, bunalmam mı?”
“Zor olacak belki,” dedi dürüstçe. “Ama imtihan zaten rahatlıkla ölçülmez. Bu senin kalbinden gelen bir niyet. Allah yardım eder. Niyetin güzel olursa, elbisenin sıcaklığı bile rahmet olur. Ben senin yanında olacağım. Terlersen birlikte sileriz, bunalırsan birlikte serinleriz. Ama hiçbir zaman yalnız hissetme, tamam mı?”

Bunu söylerken bir elini omzuma koydu. Beni aynadan çevirip kendisine bakmamı sağladı. Yutkundum. Gözlerimi kaçırmadan ona baktım. Kalbim hem heyecanla hem de tatlı bir gururla çarpmaya başladı.

Yine haklıydı. Evet, yazın sıcağı zorlayabilir. Ama Allah’ın izniyle bu da bir imtihan. Tesettür, sıcak olabilir, rahatsız edici olabilir; ama niyetim ve amacım güzelse, bu zahmet de bir ibadet ve hayırlı bir çaba olur. Sonuçta Allah’ın emri doğrultusunda örtünüyorum. Sadece güzelliğimi saklamıyorum; kalbimi ve bedenimi de koruyorum. Bu bir sorumluluk ve aynı zamanda bir şükür yolu. Sıcaklık sadece bedensel bir his, niyetim ise ruhuma rahmet olacak.

Emin’in bakışları aynada benimkilerle buluştuğunda, gözlerindeki hayranlık ve sıcak ilgi, içimdeki tüm kaygıları yumuşattı. Bir anlığına nefesim kesildi, sonra derin bir soluk aldım.

“Sen bana hiç ‘hadi tesettüre gir artık’ demedin,” diye fısıldadım. Sözlerimin ardında merak vardı.

Emin’in bakışları daha da yumuşadı. Parmak uçlarını yanak çizgime, çeneme ve dudak kenarıma nazikçe sürerek yüzümü okşamaya başladı.

“Çünkü senin kararın olmalıydı. Allah’la senin arandaki bağa ben karışamazdım. Ama şimdi senin bu halinle gurur duyuyorum.”

Sesi kulaklarımda çınlıyor, her harfi içimde yankılanıyordu. O an hem hüzün hem huzur doldu yüreğime. Ben de onun olgunluğuna hayrandım ve gurur duyuyordum. Damarlarımda minnet ve mutluluğun karışımı bir his dolaştı. Gülümsedim.
“Öyleyse, bu ben olayım artık. Şu aynadaki kız, bundan sonra ben.”
Emin’in bakışları daha yoğun bir havaya büründü. Büyülenmiş gibiydi. Yüzümde dolanan parmak uçlarını dudaklarıma dokundurdu. “Ve bu halinle de hâlâ beni deli edecek kadar güzelsin,” dedi oyunbaz bir sesle. Adeta içimde bir kıvılcım çakmıştı.

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve sessizce “Elhamdülillah,” dedim. Yalnızca bir tesettür deneyimi ya da dış görünüşle ilgili bir tercihin değil; içimdeki benliği, seçimlerimi ve sınırlarımı kabullenmenin huzurunu duydum. Artık kendini bulan biri gibi hissediyordum. Gerçi, insan hiçbir zaman tam olarak kendini bulamaz. Bu bir yolculuktur. Ben o yolda ilerleyen bir yolcuydum.

Utanç, heyecan ve arzularım birbirine karışmıştı. Emin’in hayran bakışları ve tenime dokunan elleri dikkatimi dağıtıyordu. Omuzlarımdan başlayıp belime kadar dolanan elleri, nazik ama kararlı bir dokunuşla beni sabitlemişti. Eğilip dudağımın kenarına bıraktığı küçük öpücük, gönlümde sıcak bir yankı uyandırdı. Gözlerindeki şefkat, bana hem arzulanmanın hem de korunmanın eşsiz bir birleşimini hissettirdi. Ona sıkıca sarılmadan hemen evvel, O’na kalbimin en derinlerinden bir dua bıraktım.

“Bu adam beni her hâlimle kabul ediyor, hem arzularımı hem de sınırlarımı gözetiyor. Hamd olsun. Sen bizi birbirimize her daim örtü kıl, göz aydınlığı kıl Rabbim.”

 

 

Ayakkabılarımı giyerken fazlasıyla heyecanlıydım. Kapının tokasına uzandım, sonra geri çekildim. Beklemeye karar verdim. Emin ceketini giymiş, anahtarları cebine koyuyordu. Ben hâlâ olduğum yerde, kendi iç dünyamla mücadele ediyordum.

Gözlerim bahçe kapısına takıldı. Sanki orası bir eşikti ve ötesine geçtiğimde farklı bir Berra olacaktım. Aynı kalacaktım belki, ama insanların bana bakış şekli değişecekti. Aklım “Herkes bana nasıl bakacak?” sorularıyla dolup taşıyordu. Bu korku, heyecan ve merak karışımı duyguları kontrol etmek güçtü. Hepsinin zihnimin oyunları olduğunu bilsem de ara sıra böyle hissetmekten kendimi alamıyordum. Tek bildiğim, alışacak olduğumdu.

Emin’in sesi beni gerçekliğe çağırdı. “Hazır mısın?” diye sordu, yüzümdeki ifadeyi fark ederek.

Ela gözlerine bakıp güç buldum. Başımı salladım. Başörtümü elimle düzelttim. Bu modelin bana daha çok yakıştığını düşünüyordum ve içime sinmişti.

“Hazırım.”

Emin bahçe kapısını ittirdi ve açtı. Sokağa adım atarken nabzım daha da hızlandı. İlk kez bu hâlde dışarıya çıkıyordum. Adımlarım yavaşladı. Emin bir iki adım önden gidiyordu. Geride kaldığımı fark edince durup bekledi. Yanına ulaştım. Elini uzattı. Çocuk gibi heyecanla elini tuttum. Bu temas bir anda içime cesaret doldurdu. Avuç içleri sıcacıktı.

Rüzgâr şalımın ucunu usulca kımıldattı. Önüme çekip düzelttim. Dikkatim fazlasıyla dağınıktı. Etraftaki insanlara odaklanmıştım. Sanki herkes bana bakıyordu. Herkes beni inceliyordu. Kendimi cam fanusta sergileniyor gibi hissettim. Bunun saçmalık olduğunu biliyordum. Fakat insan hislerine engel olamıyor.

Birden Emin’e döndüm, usulca mırıldandım. “Herkes bana bakıyor gibi hissediyorum.”

Kaşları havaya kalktı. “Çünkü yıldız gibi parlıyorsun. Göz almaman mümkün mü?”
“Emin! Ciddiyim!”

“Ben de ciddiyim birtanem,” dedikten sonra elimi bırakıp beni kolunun altına aldı ve kendine yasladı. Böyle yürümek zor olsa da sesimi çıkartmadım. Çünkü onun varlığını hissetmek huzur ve rahatlık veriyordu.
“İlk gün böyle hissetmen çok normal. Ama kimsenin sana bakmadığını zaten biliyorsun. Baksalar bile bakışlar seni tanımlamaz. Sen neler hissettiğine ve ne için, hangi niyetle bunu giydiğine odaklan.”

Kendimi tutamayıp ona daha sıkı sarıldım.
“Çok tuhaf bir duygu bu. Sanki hem başka biri oldum, hem de asıl kendim. Hem çok görünürüm gibi geliyor, hem de korunaklı.”

“Çünkü hem yıldız parlıyorsun, hem örtülüsün,” dedi Emin, göz kırparak. “Tesettürlü giyinmek bir perde değil. Bazen bir kalkan. Bazen bir yuva. Sen de kendi yuvanı sırtında taşıyorsun artık.”

Bu benzetme üzere gözlerim doldu. Duygulandım. Dudaklarımı büktüm ve “Yaa kaplumbağa mıyım ben?” diye çocukça bir şımarıklıkla mızmızlandım.

Emin sesli bir şekilde güldüğünde ona bakmaktan kendimi alamadım.

“Evet, artık kaplumbağam mı desem sana?”

“Ayy Emin, hayıır!” dedim, gülerek.

Küçük bir şakalaşmanın ardından el ele verip yürümeye devam ettik. Huzurluydum. Neşem de yerindeydi şimdi. O ilk stresi yavaşça üzerimden atıyordum. Bir cümle aklımda dönüp duruyordu:
“Ben artık kararımı verdim. Ve onunla yürüyorum.”

Arabamız sanayide bakımda olduğu için annemlere otobüsle gitmemiz gerekiyordu. Yürüme sebebimiz de buydu. Açıkçası iyi olmuştu. Tesettüre girdiğim ilk günümde kalabalıklara karışarak yeni durumuma adapte olmaya çalışmak bir fırsattı. Caddede yürürken, otobüste, bakkalda, sokakta, hepsinde yeni bir Berra gibi hissediyordum kendimi.

Mahalleye varıp da evimizin kapısından içeri adımımı attığımda, kalbim yeniden heyecan ve biraz da çekingenlikle çarptı. Ailemle, bu kararımı hayata geçirmiş olarak ilk kez karşılaşacaktık.

Kapıyı açıp bizi içeri davet eden Oğuz abimdi. Yapısı gereği tepkilerini çok belli eden biri değildi. Fakat tebessüm edip “Ooo hayırlı olsun,” demişti. Ses tonundaki mana dahi benim için yeterliydi.

“Sağol abicim.”

İçeriye girdiğimizde annem ve babamı koltukta oturup TV’den belgesel izler halde bulduk. Dikkatlerini ekrandan çekip bize verdiler. Gözlerindeki şaşkınlık ve hayranlığı anında hissettim.

Annem gülümseyerek yanıma geldi ve yanaklarımı okşadı. “Kızım, ne güzel olmuşsun! Maşallah maşallah! Allah daim etsin.”

“Amin anne, teşekkürler,” diye yanıtladım ve sarıldık.

Babam da hayır duası ettikten sonra beni inceleyen Buğlem yanıma koştu. Gözlerinin içi merakla ve beğeniyle parıldıyordu. Minik elleriyle şalımı tutup kibarca çekiştirdi.

“Berra abla!” dedi saf bir sesle. “Çok güzel olmuşsun! Ben de büyüyünce senin gibi kapanacağım!”

Benim için o an bir işaret gibiydi: Ne kadar önem taşıdığımı, ne kadar sorumluluk aldığımı anladım. Buğlem’in bu saf ve içten sözleri, içimde yepyeni bir güç ve arzu uyandırdı. Ben kararlarımla bir şeyi temsil ediyor, etrafıma örnek oluyordum.

Diz çöktüm ve küçük kardeşimin omzundan tutup gözlerinin içine baktım. “Teşekkür ederim çiçeğim! İnşallah, sana da çok yakışır eminim ki!”

Hem kardeşime bir rehber olmanın hem de kendi yolumu onaylamanın huzurunu duyumsadım. İçimdeki heyecan, sevgi ve yeni sorumluluk hissi birbirine karışmıştı; kendimi hem güçlü hem de sevilmiş hissediyordum. Bu, yeni bir adımın başlangıcı, küçük ama anlamlı bir zaferdi.

 

 

Üniversite sınav sonuçlarının ardından tercihlerimizi yapmıştık. Beklediğim kadar yüksek olmasa da, yeterince iyi bir derece yapmıştım. Puanım ve sıralamam oldukça güzeldi, bana birçok kapıyı açabilirdi. İstanbul ve Ankara’daki prestijli üniversitelerin çoğuna gidebiliyordum. Bir zamanlar hayalini kurduğum yerler, parmaklarımın ucundaydı.

Listemi hazırlarken Emin’le uzun uzun konuşmuştuk; hangi okul bana en uygun olur, hangi şehir bizim için daha mantıklı olur diye tartışmıştık. İstişare edip bir tercih listesi hazırlamıştık. Beni yine desteklemişti. Başka bir şehri kazandığım takdirde önce ben bir yurda yerleşecektim. Sonra Emin o şehirde iş ve ev bakacaktı. Oraya yerleşecektik. Ve dahası…

Fakat ben, son gün, son saat, herkesten habersiz bir şekilde tercihlerimin sırasını değiştirmiştim. İnsanların beklentilerini bir kenara bırakıp, kendi vicdanımı ve kalbimi dinlemiştim. Bunu yaparken hayatımı etkileyecek bir karar verdiğimin farkındaydım. Pişman da değildim.

Etrafımdaki herkes (ailem, öğretmenlerim, tanıdıklarım, arkadaşlarım) puanımın değerini bilmemi, ona göre gidebileceğim en donanımlı ve bilinen okulları seçmemi istiyordu. “En prestijli okulları yazmalısın, bu senin geleceğin,” diyorlardı. “Puanın buna yeter, neden risk alıyorsun?” Evet, mantık olarak haklıydılar. Bu okullara girersem, kariyerim, diplomam, prestijim bambaşka olacaktı. Yazdığım takdirde oralara yerleşmem de muhtemeldi.

Fakat bunu yaparsam, Emin’le ayrı şehirlerde kalmamız gerekebilirdi. Bu düşünce bile içimde bir boşluk, bir ürperti yaratıyordu. Ayrıca onun hâlihazırdaki işini ve düzenini bozmuş olacaktım. Buradaki evimizden, düzenimizden, sevdiklerimizden çok uzağa gitmiş olacaktık. Aslında ilk etapta bunları göze almıştım. Beni galeyana getirmişlerdi. Cesaretlendirmişlerdi. Fakat sonraları, işin ardındaki gerçeklik, gözümü korkutmuştu. Ayrılmak istemiyordum ondan. Bırakın bir kaç ayı, bir kaç dönemi, bir kaç gün bile. Geleceğimizin yönünü bilinmez bir yöne itelemektense, belirsizlikler dolu bir yola girmekten ve ilişkimizi riske atmaktansa, bu kez fedakarlık yapan taraf olmak istemiştim.

Meşhur okullarda okumama gerek yoktu. Benzer konuları ve eğtimleri bu şehirdeki üniversitelerden de alabilirdim. Dersler, sınavlar, stajlar hepsi aynıydı. Sonuç zaten aynı olacaktı: gireceğim bir sınav, atanma süreci, yahut iş arama… Ben bunları baştan sona dek, yanımda Emin’le yapmak istiyordum.

Bu karar, hem korkutucu hem de rahatlatıcıydı. Korkutucu çünkü bir noktada mantıksal avantajlarımı bir kenara bırakıyordum. Ama rahatlatıcıydı; çünkü kalbimle uyum içindeydim. Yanımda Emin olacaktı; birlikte atacağımız adımlar, birlikte üstesinden geleceğimiz sınavlar, stajlar, hayatın tüm iniş çıkışları… Onunlayken hepsi daha anlamlı, daha değerli olacaktı.

Sonuçlar açıklanmıştı. Bu şehirdeki iyi bir üniversiteye, ilk tercihime yerleşmiştim. Memnun ve mutluydum. Derin bir nefes aldım. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu ama içimde bir dinginlik de vardı. Telefonuma uzandım. Ekranın parlak ışığı yüzüme vururken bir an duraksadım. “Acaba Emin nasıl tepki verecek?” diye düşündüm. Ekrana ismini yazdım, parmağım ekranı kaydırdı ve aradım. Beklemeye başladım.

Emin, vakıftan bir grupla yurt dışında bir yardım faaliyeti yürütüyordu. Üç gündür yoktu ve kokusuna, sesine, varlığına şimdiden hasret kalmıştım. Geri dönmesine ise henüz dört gün vardı. Sabırsızca geçmesini beklediğim koca saatler…

Bulunduğu yerlerde telefon veya internet çekmeyebiliyordu. Şanslıysam çeken bir yerde olurdu ve konuşabilirdik.

Galiba şanslı günümdeydim çünkü telefon bir kaç çalışın ardından açıldı. Demek bulunduğu yerde sinyal çekiyordu ve konuşabilecektik. Bir yandan sevinç bir yandan da gerginlik hissi sardı içimi; sesini duyacağım anı beklerken bütün bedenim uyanmıştı.

“Berra? Selamün aleyküm birtanem!”

Emin’in sesi kulağıma ulaştığında yorgunluğunu ve özlemini hemen hissettim. Kalbimde bir sıcaklık dalgası yayıldı.

“Aleykümselam hayatım! Sesini duymak ne kadar iyi geldi anlatamam.”

“Bana da. Yorgunluğumun yüzde otuzu silindi şu an.”

“Yaa şımartma beni.”

Gülüşünü işittim. “Şımartmak mı? Ben mi? Vallahi farkında bile değilim.”

Karşımdaki boş duvara bakarken sanki Emin’in gözlerini orada görebiliyormuşum gibi bir his kapladı içimi. “Nasılsın, napıyorsun?” dedim sonra. Derin bir nefes aldım, omuzlarımı geriye yasladım. Telefonu kulağıma iyice dayarken bir yandan ayağımın ucuyla halıya dokunuyor, diğer elimle de saçımı düzeltiyordum. Telefonu sıkıca tutup başımı eğdim, gözlerimi kapattım ve sadece onun güzel ses tonunu dinledim.

“İyiyim şükür. Sana bahsettiğim şekilde ilerliyor her şey. Ama dün başımıza neler geldi neler! Birazdan başka bir bölgeye gideceğiz ve anlatmak istediğim konu uzun, o yüzden döndüğümde anlatacağım. Sakın unutturma… Sen nasılsın? Napıyorsun?”

“Ben aynıyım, bildiğin gibi. Evdeyim işte,” dedim, sakinlikle.

“Evi ve özellikle de içindeki eşimi nasıl özledim anlatamam.”

“Ben de seni çok özledim!” derken sesimin cilveli çıkmasına kendim de güldüm. Ardından biraz ciddileştim. O an fark ettim ki bacaklarımı heyecanla sallıyorum. “Sana bir haberim var.”

Emin bir an duraksadı; telefon hattının diğer ucunda nefes alışını hissettim. “Sonuçlar mı açıklandı? Neresi? İlk tercihin gelmiştir bence.”

Hemen anlamıştı. Gülümsedim. “Evet, ilk tercihim,” derken kalbim göğsümde hızla çarpıyor, odadaki durgunluk ve sükunet bana yoğun bir heyecan veriyordu.

Bir an sessizlik oldu. Sadece Emin’in nefes alışını duydum. “Ah be, hem sevinip hem nasıl üzülebilir bi insan?” dedi sonunda. Sanki kendi karmaşık duygularını bile tam ifade edemiyordu.

Gülümseyerek yanıtladım. “Üzülmene gerek yok aşkım. Çünkü İstanbul’a gitmiyorum.”

“Nasıl yani?”

“Ben kimseye söylemeden tercihlerimi değiştirdim son gün. İlk üçe hep buraları yazdım. İlk tercihim tuttu yine, okul öncesi öğretmenliği. Fakat bizim buradaki üniversitede.”

Telefonun ucundan gelen sessizlik, yerini küçük bir kahkaha ve rahatlama sesine bıraktı. Emin’in heyecan ve hayranlıkla karışık tepkisini görür gibi oldum.

“Sen… sen bunu yaptın mı gerçekten Berra?”

Kalbim hızla çarptı; dudaklarımın kenarında bir gülümseme oluştu. “Evet. Çünkü seninle birlikte olmak hepsinden kıymetli. Risk almak, ayrı kalmak istemedim. Düzenimizi bozmak da istemedim.”

Söyledikçe omuzlarımdan bir yük kalkıyor, bir yandan özgürleşiyor, bir yandan da kararımın ağırlığını hissediyordum. Bu sadece bir tercih değildi; bizim için attığım bir adım, onu düşündüğüm ve önemsediğim bir eylemdi.

Derin bir nefes aldı, ardından eğlenceli bir tonda konuştu. “Şu an seni hem azarlamak hem de sarıp öpmek geliyor içimden. Hatlarımı karıştırttın vallahi!”

Dudaklarımda istemsizce bir gülümseme belirdi. Yüzümün sıcaklığı gittikçe artıyordu.

Emin konuşmaya devam etti: “Cesaretine hayran kaldım. Ama bir yandan seni ‘ne yaptığının farkında mısın’ diye sorguya çekmek, bir yandan da sarılmak, teşekkür etmek ve… yani hani…” derken sesini kıstı, mahrem bir şey söyler gibi. Bir an duraksadı, sonra güldü. “Yani anladın işte, hem sinirleniyor hem de mest oluyorum!”

Yüreğim güneş altında kalmış buz gibi eridi. Ayrıca kast ettiği manaları da fark etmiş, nefesimi düzene sokmak zorunda kalmıştım.

Telefonun ucundan soluk alışını hissedebiliyordum. Her kelimesinde hem muzip bir enerji hem de içten bir sevgi vardı.

“Sinirlenme aşkım, sadece mest ol!” dedim teselli eder gibi. Dudaklarımı ısırdım.

Muzipliği bir kenarı bırakıp ciddileşti. “Benim için çok değerli bir şey bu Berra. Hem mutlu oldum, hem mahçup, hem de gururlandım.”

“Mahçup olacak bir şey yok. Sen her şeyden öndesin. Tercihlerimde de önce geleceksin. Hem, sadece kendim için değil, ikimiz için doğru olanı yapmak istedim.”

“Biliyorum, biliyorum. Hatta itiraf etmeliyim, içten içe bu yaptığından çok memnunum.”

“Ben de.”

Rahatlamışlık hissiyle koltuğa uzandım ve bakışlarımı tavana çevirdim. Parmağımla tişörtümün üstündeki kurdelenin kenarıyla oynayıp oyalanıyordum.

Emin aniden “Off çok özledim lan!” diye yükseldiğinde dudaklarımdan şaşkın bir gülüş firar etti. Çünkü onun ağzından ‘lan’ kelimesini daha önce duymamıştım. Huyu değildi.

“Keşke yanımda olsaydın. Şu an seni görmem, dokunmam, sarılmam lazımdı.”

Bir an utandım. Dudaklarımı ısırdım, yanaklarım kızardı. “Emin! Sesli sesli şöyle şeyler söyleme!” diye azarladım ama sesim istemsizce titriyordu.

“Merak etme, etrafta dilimizi anlayan kimse yok şu an. Ama ciddiyim. Sadece sesini duymak yetmiyor artık. İsterdim ki koltukta uzanmış ol, ben de yanına geçip uzanayım falan…”

Sesi burada kesildi, ama nefes alışından az önce söylemek istediğini anlamıştım. Kalbim göğsümde deli gibi çarpıyordu. İçimde hem mahçup bir gülümseme hem de bir ısı yayıldı. Bacaklarımı çaprazlama uzattım ve kafamı yastığa yasladım.

“Ben de sana sarılıp uyumayı özledim ama napalım, yoksun. İdare ediyorum.”

“Cidden idare edebiliyor musun? Ayrıca, sadece bana sarılıp uyumayı mı özledin hayatım? Bu çok masumane.”

“Emin! Vallahi… sus artık!” diye tatlı bir çıkış daha yaptım ama güldüğüm sesimden belli oluyordu. Elleri, kolları, gözleri yanımda değildi ama sözleriyle varlığını hissettiriyordu.

“Neyse, dört gün kaldı. Ama inan, o dört gün dört yıl gibi geliyor bana.”

“Allah ahiret ayrılığı vermesin hayatım,” dedim ikimizi de teselli edercesine.

“Amin… Berra, gitmem gerekiyor. Grup bekliyor,” dedi biraz hüzünlü.

“Tamam. Allah’a emanet ol. Haberdar et beni mümkün oldukça. Aklım sende kalmasın.”

“Kalsın kalsın.”

“Emiin!”

Gülüşünü işittim. “İyi hadi, sen de Allah’a emanet ol. Öpüyorum birtanem.”

“Ben de. Seni seviyorum.”

Telefonu kapattım. Gözlerimi tavandan indirdim.Yüreğimde ılık bir doluluk ve özlem vardı. Uzandım, ellerimi yüzüme götürüp derin bir nefes aldım. Dört gün, dört gün daha dayanacağım…

 

 

- Emin Yiğitsoy

Uçağın tekerleri piste dokunduğunda, içimde tarifsiz bir rahatlama hissi olmuştu. Bir haftalık görevimiz bitmişti. Aslında çok şey öğrenmiş, yeni kişilerle tanışmış, farklı hayatlara ucundan da olsa dokunmuştum. O ülkenin havası, kültürü, kalabalığı, insanları, bakışları hâlâ kafamda dolaşıyordu. Ama bütün o yeni görüntülerin, yeni anıların üstünü tek bir duygu örtüyordu: eve dönüyor olmam. Eve, yani Berra’ya.

Vakit gece yarısını geçmişti. Şehir ışıkları arabanın camından kayıp geçerken göz kapaklarım hafifçe sızlıyordu. Yolda uyumuştum, uykumun olduğunu söyleyemem. Ama yorgundum ve bu su götürmez bir gerçekti. Arkadaşlarım şakalaşıp yorgunluğumuzu bastırmaya çalışıyordu ama benim aklım çoktan Berra’ya kaymıştı. Acaba uyudu mu? Yoksa beklemeye mi karar verdi? Bir yanım “Saat epey geç, uyumuştur, boşuna umutlanma” diyordu. Diğer yanım ise, onu bildiğim için, inadına gözünü kırpmadan beni beklediğini fısıldıyordu.

Nihayet evin önünde durduk. Arkadaşlarımla vedalaşıp beni bıraktıkları için teşekkür ettikten sonra bagajdan çantamı aldım ve bahçe kapısına doğru yürüdüm. İç kapıya gelince çantamı omzuma atıp anahtarı çıkardım. Kalbim, garip bir telaşla çarpıyordu.

Sessizce kapıyı açtım, içeri girdim. Evde çıt yoktu, ama onun varlığını hissediyordum. Çantamı kenara bıraktım ve derin bir nefes aldım. Koridorun loş ışığı açıktı; diğer odalarınki kapalı. Muhtemelen uyumuştu. Belki yanına usulca girer, yüzüne doya doya bakarım diye geçirdim içimden. O sırada ayak seslerini duydum. Koşarcasına, aceleci, sabırsızdı.

Koridorun ucunda onu gördüğüm an bakışlarımız birbirine kilitlendi. Aramızdaki mesafe saniyeler içerisinde kapandı. Berra koşarcasına kollarıma atladı ve boynuma sarıldı. Öyle bir sarılmaktı ki, nefesim kesildi. Bütün yorgunluğum omzumdan kalktı sanki. Sıcaklığını göğsümde hissettim.

Biriktirdiğim özlem, tek bir anda ateşlenip bütün damarlarımı yakmaya başladı. Onu kavradım, kollarımı etrafına sımsıkı sardım. Bırakmaya hiç niyetim yoktu. Kalbim hızla çarpıyordu. Tenime dokunan her nefesini, burnuma gelen o tanıdık kokuyu ciğerlerime çekmek istedim.

Dudaklarım saçlarının üzerine değdiğinde kendi sesimi ben bile tanıyamadım. Boğuk, kırık, yanık bir fısıltıydı.

“Berra… sonunda…”

Söylediğim an dudaklarımı birbirine bastırdım. Çünkü bütün gücümle onu öpmek istedim. Dudaklarını aramak, özlemimi oraya bırakmak. Ama bu sarılmayı bitirmeye de kıyamadım. Burnumu saçlarının arasına gömdüm, kokusunu içime çektim. Ellerim istemsizce sırtını ve belini daha sıkı kavradı.

“Hoş geldin aşkım,” diye mırıldandı sarhoşumsu sesiyle.

“Hoş buldum,” derken dudaklarım saçlarından kulağına kaydı. Uykusuzluğun, yolun, bütün dağınıklığın arasında bile kulağının kıvrımına değen öpüşümde tutkumun titreyişi vardı.

Yavaşça kollarımdan indirdim, ama ellerim belinden ayrılmadı. Ayakları yere değer değmez yeniden kendime çektim onu. Yanağını avuçladım, başparmağımı şefkatle cildinde gezdirdim. Gözlerime manalı manalı bakıyordu. Kahverengi hareleriyle buluştuğumda, titrek bir nefes aldım.

Eğildim, alnını öptüm. Sonra yanaklarını. Her defasında dudaklarım teninde biraz daha uzun süre kaldı. Burnum yanağına sürtündüğünde kokusu aklımı başımdan aldı.

“Beni beklemişsin…”

Berra’nın dudak kenarında beliren belli belirsiz gülümsemeyi gördüğümde göğsüm sıkıştı.

“Bekledim tabi. Gözüm yollarda kaldı.”

Yüzünü iki avucumun arasına aldım, bakışlarını yakaladım. O anın büyüsü her şeyin önüne geçti. Gözlerinde hem huzur vardı hem de özlem.

“Artık yollarda değil, kocanda kalabilir gözlerin.”

Dudaklarım yavaşça yanağından boynuna kayarken nefesinin hızlandığını, kollarının bana daha sıkı sarıldığını fark ettim.

Artık kendimi tutmak güçleşiyordu. Dudaklarım boynuna değdiğinde kalbim sanki orada, tam temas ettiğim yerde atmaya başladı.Yavaşça kaldırdım başımı, gözlerine yeniden baktım.

“Berra, şu an içimi saran ateş o kadar büyük ki, evi dahi yakabilir.”

Mimiklerinde küçük bir şaşkınlık ve utanç yakalasam da yüzüme uzandı. Parmakları sakallarımda gezinirken şefkatli bir gülümseme dudaklarına yayıldı. O dokunuş, gizleyemediği bir itiraf gibiydi: aynı ateşi o da taşıyordu.

Kendimi utanmazca açık etmiş gibiydim ama umurumda değildi. Sadece onu hissetmek, ona yakın kalmak, onunla var olmak istiyordum.

“Bir daha böyle uzun süre ayrı kalmayalım,” diye devam ettim yanık bir fısıltıyla.

“Keşke. Ama söz veremezsin, işin sebebiyle…”

Sesinde sitem değil, kabulleniş vardı. Yine de kalbime dokundu.

“Doğru,” diye mırıldadım. “O yüzden birlikte olduğumuz her anın değerini bilmek, tadını çıkartmak gerek. Dimi?”

Dudakları usulca yanağıma dokundu. O küçücük dokunuş bile kanımı kaynattı. Başını salladı. “Hıhı.”

Ardından omzuma yaslanıp yüzünü boynuma gömdü. Nefesini boynumda hissederken duygularım daha da başa çıkılmaz hâle geliyordu.
“Şimdi, bana bir şey söyle birtanem.”

Konuşurken nefesi boynuma çarpmaya devam etti. Parmağım saçlarının arasından kayarken gözlerim kapandı. İpek saçlarını doya doya okşadım.
“Ne söyleyeyim?”

“Beni ne kadar özlediğini söyle mesela...”

“Seni deli gibi özledim,” dedikten sonra dudaklarını boynuma bastırdı. Bu eylemin üzerimdeki etkisinden habersizmiş gibi tekrarladı. Sırtımdan aşağıya ürpertiler indi. Bir an için nerede olduğumuzu, saati, günü, dünyayı unuttum.

“Ben de seni... Her saniye, her nefes, her an...” dedim boğuk bir sesle. “Sensiz geçen her anım, burada bitecek…”

Parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim, avuç içim başını kavradı. Onu boynumdan biraz uzaklaştırıp yüzlerimiz karşı karşıya getirdim. Berra da başını geri çekti, bakışlarımız çarpıştı. Konuşmadan anlaşır gibi, birbirimize yaklaştık ve nefeslerimiz birbirine karıştı.

 

- Berra Yılmaz Yiğitsoy

 

“Berra? Bu nasıl oldu?”

Bakışlarımı katladığım çamaşırdan ayırıp kapının eşiğinde duran Emin’e çevirdim. Bugün alışverişte aldığımız yeni gömleğini giymişti. Bu renk ona oldukça yakışmıştı. Bir an elimdeki çamaşırları unuttum.

“Çok güzel,” dedim dudaklarımın kenarında kendiliğinden beliren gülümsemeyle.

Yüzünde haylaz bir gülüş filizlendi. Gözleri parıldadı. “Bu gömlekle senin kalbini çalmam kaç saniye sürer dersin?”

Sesinde bir meydan okuma vardı. Fakat bu tavrı, onu seven bir kadının karşısında olmaktan aldığı güvenle kuşanmıştı, biliyordum.

“Hiç sürmez. Zaten çaldın. Ama iyi ki mağazada denediğin o sarı gömleği değiştirdin, kalbimi geri veresim gelmişti.”

Kahkahası odayı doldurdu. “Cık cık, aşkımız neredeyse moda kurbanı olacaktı desene! Çok şükür Rabbime, ucundan dönmüşüz.”

Kıkırdadım. Ardından elimdeki pijamayı katlanmış diğer çamaşırların yanına bırakıp ayaklandım. “Ben de aldığım elbiseyi deneyeyim bari, canımı çektirdin!”

“Sen ne elbisesi aldın? Hiç görmedim.”

Sevdiceğime göz kırptım. Gülüşümde biraz gizem, biraz da oyunbazlık vardı. Yanından geçerken omzuna dokundum. “Sen namaza gittiğinde almıştım. Giyince görürsün.”

Bakışlarını sırtımda hissederken kalbimin ritmi hızlandı. Odaya girdiğimde alışveriş poşetinden çıkardığım kıyafeti denemek için aynanın karşısına geçtim. İnce kumaşı parmaklarımın arasından kayarken yüzümde fark etmeden bir tebessüm belirdi. Elbiseyi giyip aynadaki yansımama baktığımda memnun kaldım.

Yalnızca evde ve kadınlar arasında giyebileceğim tarzdaydı. Kısa, açık ve şıktı. Omuzlarımdan süzülen kumaş tenime serin bir dokunuş bırakıyor, belime tam oturmuş hâliyle zarif bir siluet çiziyordu. Rengi canlıydı, yüzüme aydınlık katmıştı. Elbisenin eteğini düzeltip saçlarımı arkaya attım. Sonra heyecanımı bastıramayan bir şekilde Emin'e seslendim: “Aşkıım! Baksana nasıl oldu?”

Bir kaç saniye sonra odanın kapısından başını uzattı. Gözleri üzerime mıh gibi takıldı. Ağır adımlarla içeri girdi. Kollarını göğsünde birleştirmiş, sahte bir ciddiyetle beni baştan aşağı süzüyordu. Gözlerinde ise saklayamadığı bir parıltı vardı. Dudak kenarına sinsice yerleşen o gülüş bir şeylerin geldiğinin habercisiydi.

“Ben tesettüre uygun bir şeyler aldın sanmıştım ama kocana uygun almışsın sanırım,” deyip kaşlarını hafifçe kaldırdı ve sırıttı.

“Niye canım, kadınlar arasında da giyerim.”

“Hmm, olabilir. Ama tavsiye etmem.”

Kaşlarımı merakla kaldırdım. “Nedenmiş?”

Gözlerini kısmıştı, dedektif gibi elbiseyi inceledi. Bir adım daha yaklaştı. Parmaklarını çenesine götürüp düşünceli bir tavır takındı. “Çünkü sana bakan herkes imrenir. Nazar değer falan. Uğraştırma hiç beni.”

Ben de ona oyunbaz şekilde karşılık verdim. “Felak nas okurum, korkma.”

Bir anda elâ hareleri koyulaştı. Dudaklarında imalı bir kıvrım belirdi.
“Olsun, giyme. Başkaları bakar, gözü değer falan… Ama ben askısını indiren olurum diye düşünüyorum.”

Bu hovarda tavrı karşısında yüzüm anında kıpkırmızı oldu. “Emin!” dedim, tatlı bir çıkışla. Hem utanmış hem gülmüştüm.

Kahkahasını bastıramadı. Gülmekten yanağına gamze oturmuştu. Benim kızarışım onun keyfini daha da artırıyor gibiydi. Birkaç adım daha yaklaştığında aramızdaki mesafe neredeyse sıfıra indi. Odanın havası ağırlaşıp tatlı bir gerilimle doldu.

“Ne? Aşkım, bu sadece stil analizi... Manevi boyutu da var bunun. Gerçekten. Yani bu kıyafet, güzelden öte bir şey olmuş üstünde. Allah var, göz hakkıdır. Ama benim hakkım, kocan olarak başka tabii.”

Bakışlarımı kaçırınca Emin hemen toparlandı, elini uzatıp parmak uçlarıyla çenemi kaldırdı. Göz göze geldik. Yüzündeki muzır gülümsemenin altında saklı sevgi öyle sakince duruyordu ki içim yumuşadı.

“Abartıyorsun,” dedim çekingen bir tebessümle. “Kıyafet işte.”

Başını iki yana salladı. “Hayır. Senin içinde olduğun her şey biraz fazla güzel oluyor. O yüzden ben objektif yorum yapamıyorum. Fakat şundan eminim…”
Sesini alçaltarak yaklaştı, kulağıma eğildi.
“…Ne giysen yakışıyor ama en çok yakıştığın yer, benim kollarımın içi.”

Sözleri kalbime dokunmuştu. Gülümsedim. Elâ harelerine baktım, o derin, sahici, şefkatli diyarda kayboldum.

Emin, bakışlarıma karşılık verirken elini belime doladı, beni kendine çekti. Elim gayriihtiyari gömleğinin üzerine kondu.
“Sana şimdilik bu yeter,” dedi dünyadaki en kıymetli sözü söylüyormuş gibi. Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu.

“Beni bu kadar utandırma,” diye fısıldadım.

Emin saçlarımı geriye doğru sıvazladı. “O zaman sen de böyle karşıma geçip, sonra beni buna dayanmak zorunda bırakma.”

Gülümseyerek başımı göğsüne bıraktım. Kalbinin ritmi kulağımda çalarken kendimi bir anlığına gerçekten bir masalın prensesi gibi hissettim. Fakat içeride beni bekleyen çamaşırlar aklıma gelince, acı bir kahkaha atasım geldi. Eh, prenses olmanın süresi kısaydı; külkedisi olarak evimin işlerine geri dönmem gerekiyordu. Hayatın gerçeklerini de göz ardı etmemek lazımdı.

 

Bölüm : 31.08.2025 00:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...