62. Bölüm
Şeymanur / Zecir / 60 - başlangıçlar ve sonlar / Final

60 - başlangıçlar ve sonlar / Final

Şeymanur
sukunettekelimeler

"Hayat, geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır."*

 

"Hayat herkes için farklı bir seyirde ilerler. Tarihler, yaşlar, hepsinin ifade ettiği anlam her birimiz için çeşit çeşittir.

Ben Berra.

Benim tarihlerim, benim yaşlarım çoğu akranımınkinden daha farklı anılarla, daha farklı deneyim ve yüklerle dolu. Çocuk sayılabilecek yaşlarda alınmış kararlarla büyüdüm. Bunların en belirgini de erken yaşta evlenmek oldu. Aslında, en başta hiç istemediğim bir izdivaçtı. Görücü usulü, ailelerin kararıyla... Ama sonra birbirimizi tanıdık, sevdik, aşık olduk. Yedi yıldır evliyim ama gerçek manada bir evlilik olarak bakarsak dört yıla düşürebiliriz bu sayıyı. Çünkü aşk, bizi o vakitlerde yakaladı."

Karşımda oturan Ecrâ'nın yüzüne bir tebessüm yayıldı. Kafasında hızlı ve kısa bir hesap yaptığı belliydi. Sonucu bulduğunda yüzüne şaşkınlık ifadesi yerleşti.

"Ayy gerçekten epey küçükmüşsün. Şu an kafamda bir sürü soru uçuşuyor ama ben ödev için olanları sorarak devam edeyim. Kişisel merakımı erteleyeceğim."

Onaylayarak başımı salladım. "Bence de. Önce röportaj için gerekenleri konuşalım, bi eksiklik kalmasın ödevinde."

Ecrâ boğazını temizledi. Gözlerinde resmî bir ciddiyet beliriverdi. İnce dudakları arasında alaycı ama sevimli bir gülümseme gezindi. Ellerini kucağında birleştirerek dik oturdu.

"O zaman ben resmi moda bürünüyorum. Ihıhım..." diye mırıldandı. Ardından gözlerime doğrudan bakarak devam etti: "Başlamadan tekrar söyleyeyim, isminiz veya kişisel bilgileriniz gizli kalacak. İçiniz rahat olsun. Şimdi, bizim konumuz malum, evlilikler. Aynı zamanda alt bağlamlarda eşlerin birbirine ve evliliklerine bakışlarını da alamaya çalışıyoruz. Bu yüzden genelden özele bir kaç şey soracağım. İlkiyle başlıyoruz: Evliliğine bakışınız nasıl, olumlu mu?"

Derin bir nefes aldım. Sorunun cevabı kolaydı aslında, ama kelimeler ağzımdan çıkmadan önce kalbimde sıcak bir dalga kabardı. Gözümün önünden bazı anılarımız geçti.

"Oldukça olumlu diyebilirim. Mutlu bir evlilik diye adlandırabilirim. Bana uygun biriyle birlikte olduğumu düşünüyorum. Benim için biçilmiş kaftan. Hani derler ya, annesi benim için doğurmuş :) Allah dünyada da ahirette de ayırmasın."

Ecrâ ellerini birbirine vurur gibi çırptı. Gözleri parladı. "Amin! Ne güzel söyledin. Peki evliliğinizi neden mutlu buluyorsunuz? Yani, bu ilişkinin dinamikleri nasıl?"

Soru havada asılı kalırken içimde bir kıpırtı oldu. Dinamikler... İçimdeki cevap bir sürü görüntüyle beraber geldi: Akşam yemekleri, beraber güldüğümüz anlar, küçük tartışmalarımızda bile birbirimizi kaybetme korkusuyla söylenen yumuşak sözler, sabahları aceleyle çıkarken bile hızlıca dahi olsa edilen vedalar. En çok da, göz göze geldiğimizde içimde hâlâ aynı ilk heyecanın titreyerek dolaşması...

Bir an sustum, Ecrâ'nın merakla bana eğilen bakışlarını hissettim. Dudaklarımda farkında olmadan tatlı bir gülümseme belirdi.

"Neden mi, hım... Bence iyi bir eş gerçekten de insana verilen çok büyük bir nimet. Çünkü hayatımızın genel memnuniyet ve mutluluk düzeyini çok etkiliyor. Ben kendi evliliğimize baktığımda, ilişkimizi ve ilişki kurma tarzımızı seviyorum. Yıllar önce bir kitapta 'Bir ilişki inşa etmek, bin aşktan evlâdır' cümlesini okumuştum. Biz, eşimle birbirimizi tanıdığımız o ilk yıllar aslında bir ilişki inşa etmişiz. O sırada sevgimiz çoğalmış, yüreğimizde çağlamış. Aşık olduk birbirimize. Yani hem ilişki inşa ettik, hem aşık olduk. Bu çok kıymetli."

Önümdeki sudan bir yudum alıp devam ettim.

"Birbirimize yaklaşımımız da önemli diye düşünüyorum. Biz karı koca olmadan önce çok iyi iki arkadaş olduk. Sonrasında da bu arkadaşlık devam etti. Birlikte zaman geçirmek, zor anlarda birbirini desteklemek, ortak hobilerle ilgilenmek, birbirine emek vermek bizim için en belirgin dinamiklerdi. Hâlâ da öyle."

Gözlerim uzaklara kaydı. Sonra yeniden arkadaşıma dikkatimi verdim.

"Birbirimizi anlamak, iyi bir iletişim kurmak da bizim ilişkimizde mihenk taşı. Elbette tartışıyoruz, kavga ediyoruz, ama kolay kolay küslük yapmayız. Yıkıcı tarzda kavga etmemeye çalışırız. Birbirimizi idare ederiz. Ayrıca birbirimize yakınız. Eşim işten çıkınca eve koşa koşa gelir mesela, ben de onu beklerken aynı heyecanı duyarım. Birlikte büyüdük biz, birlikte olgunlaştık. Eşime karşı hâlâ o ilk zamanlardaki heyecanı, aşkı, sevgiyi hissediyorum."

Ecrâ derin bir "Maşallah," mırıldandı. "Rabbim daim etsin. Bu bahsettiğiniz bazı meselelere birazdan daha ayrıntılı da değineceğim. Ondan önce, sıradaki sorumla devam edeyim. Eşiniz nasıl bir insandır? Onu nasıl tanımlarsınız?"

İstemsizce dudaklarımda bir tebessüm belirdi. Kalbime sıcaklık yayıldı. Emin'in kahkaha atan yüzü gözümün önünde canlandığında daha sabah onu görmeme rağmen özlem sardı içimi.

Hiç düşünmeden "Eşim çok iyi bir insandır," diye söze girdim. "Şefkatli ve merhametlidir. Dürüsttür. Çalışkandır, dindardır. Fedâkar, güler yüzlü, problem çözen, saygılı, sempatik, tertipli, düzenlidir. Yapıcıdır. Sevdiklerine düşkündür."

Zihnimde bir sahne canlandı: Ben ağlarken yanımda oturup tek kelime etmeden saçımı okşadığı bir an...

"İnsanın hâlinden anlar. Bana psikologluk yapmışlığı bile vardır. Duygusal zekası yüksek biri. Bence bu özelliği çok kıymetli. Aynı zamanda zeki ve soğukkanlı. Aslında mizacı daha sakin, ağırbaşlı, oturaklı. Ama benim yanımda gösterdiği esprili, eğlenceli, muzip bir tarafı var. Bu gibi bazı özelliklerinin sadece bana karşı olması da ayrıca hoşuma gidiyor."

Duygulandım nedense. Fakat durumu abartmamak için kendimi tuttum.

"Bana değer veriyor, bunu sık sık dile getiriyor. Her zaman yanımda. Destekleyicidir. Güvenilirdir. Kendimi onunla huzurlu hissediyorum, bana huzur verir."

Ecrâ kalemini oynatarak hızlı hızlı not alıyordu. Kaşlarının arasındaki ince çizgi derinleşmişti. Gözleri bazen satırlardan uzaklaşıp boşluğa kayıyordu. "Maşallah," dedi bir kez daha, ama bu sefer sesi daha kısık, daha içliydi. Dudaklarının kenarına bir tebessüm ilişti, fakat içinde gizli bir gölge vardı. Gözlerindeki ışıltı hayranlıkla beraber kırılgan bir şey de taşıyordu. Bir an göz göze geldik. O bakışta sorular, hayıflanmalar, hafif bir hüzün gizliydi. Ama çabucak toparladı kendini, kalemiyle deftere küçük daireler çizerek gülümsedi.

"Rabbim daim etsin Berra. Belli ki çok özel bir bağ kurmuşsunuz. İnsan dinlerken bile etkileniyor."

O an içimden ona sarılmak geldi. Çünkü fark ettim: Benim anlattıklarım onun kalbinde küçük bir sızıya dokunmuştu. Yine de ciddiyetini koruyup devam etti.

"Peki... Eşinizi fiziksel olarak nasıl buluyorsunuz?"

"Çekici buluyorum," derken bunu sesli şekilde bir başkasına dile getirmekten ötürü biraz utanıp mahçupça güldüm. "Gözlerini çok seviyorum, rengini özellikle. Derin ve anlamlı bakışları var. Çehresi tertemizdir, sanki yüzüne huzur sinmiştir. Genel bakımına da dikkat eder. Boyu posu da tam bana göre. Çok uzun veya daha kalıplı olsun istemezdim, bu hâli çok iyi."

Gülümseyerek "Son zamanlarda biraz kilo aldı mesela," dedim, gözlerimde sevgi dolu bir kıvılcımla. "Ama yine de benim için çok yakışıklı. Ben onu beğeniyorum."

Ah canım kocam, böyle bahsedip anlatınca burnumda tüttü bak. Şurda olsa da bi sarılsam.

"Evliliğiniz başlangıçtan bugüne değişim gösterdi mi?"

Bir an düşündüm. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım.

"Gösterdi elbette. Başlangıca göre çok daha uyumluyuz. Birbirimizi tanıdıkça davranışlarımız da ona göre düzene giriyor. Bir zamanlar problem olan şeyleri şimdi daha iyi yönetebiliyoruz. Öte yandan, yıllar bize olgunluk da kattı. Bu olgunluk ilişkimize yansıdı. Daha derin, daha bilinçli bir birliktelik oldu."

Sözlerim biterken kalbimde bir dinginlik hissettim. Birlikte geçirdiğimiz yılların sadece zaman değil, aynı zamanda emek, sabır ve büyüme demek olduğunu düşündüm. İyi ki onunla yola çıkmışım. Çünkü yolun kendisi kadar yol arkadaşı da önemli. Ve ben en güzel yol arkadaşını buldum.

"Birbirinizle benzerlik ve farklılıklarınız ne durumda?" diye sordu Ecrâ.

"Benzerliklerimiz de farklılıklarımız da var. Mesela, ilk aklıma gelen, paylaşım yapmak konusu. Ondan bahsedeyim. Ben, problemlerimi paylaşmayı seven biriyim. Dertleşirim, içimi açarım. Eşim de hep dinlerdi beni, anlamaya çalışır, yardımcı olurdu. Ama kendisi hiç sorunlarını paylaşmazdı. İçinde ne fırtınalar koparsa kopsun, dışarıya taşırmazdı. Beni kötü hissettiriyordu bu durum. Sanki bana güvenmiyormuş gibi gelirdi. Halbuki öyle değilmiş."

Parmaklarımın arasındaki bardağı çevirdim. Konuşurken bir yandan da elimi meşgul tutuyordum.

"Sonra bir gün konuştuk. Bana özel olarak öyle davranmadığını, yapısının böyle olduğunu anladım. Çocukluğu zor geçmiş, o sebeple huyu böyleymiş. İnsan kendi yaralarını taşırken başkasına açması kolay olmuyor demek ki. O gün çok şey değişti bende. Şimdi ben onun hâlini gözetiyorum, zorlamıyorum. O da benimle öncesine nazaran daha çok şey paylaşıyor. Yavaş yavaş, orta yerde buluşuyoruz. Bu da bana kıymetli geliyor."

Kısa bir duraksamadan sonra devam ettim.

"Başka neler var diye düşüneyim... Hah! Ben daha hareketliyim mesela. Yerimde pek duramam. O ise daha sakin. Eşim çabuk sinirlenmez, ben daha kolay parlarım. Benden daha sabırlıdır."

Bir an içimde tatlı bir hatıra canlandı: benim hırçınlaşıp yükseldiğim bir anda Emin'in susup gülümsemesi, sonra tatlı bir cümleyle ortalığı yumuşatması... İyi ki sabırlı oymuş.

"Ayrıca bana nazaran daha titiz ve düzenlidir.İlk yıllar epey çatışma yaşamıştık bu konuda. Ama zamanla idare etmeyi öğrendik. Hâlâ ara sıra devam ediyor ama üzerinde durmuyoruz artık."

Ecrâ gülerek başını salladı, belli ki bu kısım ona da tanıdık gelmişti.

"Bir başka farkımız da şu: O daha pratiktir. Ben ise bir şeye takıldığımda saatlerce içinde debelenirim. O ise çözer, geçer gider. Aslında iyi ki öyle, çünkü ben de onun hızına kapılıp gereksiz ayrıntılarda kaybolmamayı öğreniyorum."

"Benzerlik konusunda... İkimiz de merhametliyiz. Aynı şeylere üzülür, aynı şeyleri dert ederiz. Başkalarını mutlu ettiğimizde biz de mutlu oluruz. Basit şeylerden sevinç duyarız. Küçücük bir jest bile bizim için koca bir armağan gibidir. Bu da bizi birbirine çok yaklaştırıyor."

Bir an düşündüm, yıllar önceki hâlimi hatırladım. "Aslında ben eskiden kişisel meselelerde daha umutsuz biriydim. Hemen karamsarlığa kapılırdım. O ise hep daha iyimserdi. Onun yanında geçirdiğim zamanla değiştim. Şimdi aynı pencereden bakıyoruz. Huyu bana sirayet etti galiba."

Gülerek ekledim:

"Haa, bir ortak özelliğimiz de var. Bazı konularda ikimizin de çok inatçıyız. Oldukça spesifik konular bunlar. O yüzden inatçılığın bizi zorladığı zamanlar olabiliyor. Aktif şekilde çözüm bulmaya, anlayışlı olmaya, zıtlaşmamaya çalışıyoruz."

Ecrâ gülümseyerek başını salladı. Ardından bana döndü.

"Eksi on ve artı on şeklinde bir çizelge düşünün şimdi. Matematikteki x ekseni gibi. Soracağım özellikleri o açıdan derecelendirip çok kısa yorumlamanızı isteyeceğim. Örneğin, -10 demek aşırı içe dönük, +10 aşırı dışa dönük demek. Sıfır denge noktası."

Ben de başımla onayladım. Küçük bir oyun oynuyormuş gibi hissettim. "Tamamdır."

"İçe dönüklük, dışa dönüklük konusunda uyumunuz nasıl?"

"Hımm... Ben diğer insanlarla tanışmayı ve vakit geçirmeyi severim. Özellikle üniversitede bu özelliğim arttı, o yüzden +6 diyeceğim," dedim ve sonra parmağımla hayali ekseni gösterir gibi havada işaret ettim. "Emin de sever ama uzun süre ve çok sık değil. Sakinliği tercih eder. Ona da +2 diyeceğim."

Cevabımın ardından içimde merak kabarmıştı. Sanki verdiğim rakamların evliliğime dair gizli bir şifreyi açığa çıkaracaktı. "Peki bu aradaki fark nasıl etkiliyor? Ne anlama geliyor?"

Ecrâ sakince açıklamaya girişti."Vereceğin dereceler arasında çok fark varsa, biriniz ekside biriniz artıda iki uçtasınız diyelim ki, bu durum uyumu zorlaştırır. Problemlere yol açar. Tam zıttı olduğunda çiftlerin birinin ihtiyaçları karşılanmamış olur. Ilımlı farklar iyidir, benzerlik de güzeldir. Ama büyük farklar çatışmalara, yorgunluklara, anlaşmazlıklara yol açar."

"Hmm, anladım," dedim başımı sallayarak. Demek ki bizim o dört puanlık farkımız bir uçurum değil, aksine tatlı bir denge noktasıymış. Ben onu biraz dışarı çekerim, o da beni biraz dinginliğe çağırır. Oh, mis.

Gözlerimi tekrar Ecrâ'ya çevirdim, merakla dudaklarımı ısırdım. "Teşekkür ederim. Devam edelim o zaman?"

"Kıskançlık düzeyiniz nasıldır?"

Bu soruya vereceğim cevabın yüzümde yarı mahcup, yarı sevecen bir ifade uyandıracağını biliyordum. Parmak uçlarımı birbirine kenetledim, masaya hafifçe vurup düşündüm.

"İkimizde de kıskançlık var. Ama aşırı değil, yani birbirimizi bunaltmayız. Yerinde ve doğal şekilde. Birinden duymuştum, eşinin bakışlarını bile kontrol etmeye çalışıyordu, ev dışındayken hep yere bakacakmış. Telefonunu sürekli kurcalıyormuş eşi. Bu çok bunaltıcı ve abartı mesela. Böyle bir durumumuz yok."

Sözler ağzımdan çıkarken Emin'in yüzü gözlerimin önünde belirdi. İçimde, onun bana duyduğu güvenin sıcaklığı yayıldı. Ama yine de gerçek kıskançlık anları da vardı, onları saklayamazdım. Derin bir nefes aldım.

"Belirgin bir şey olmalı ki birbirimizi kıskanalım. Mesela ben, eşimin iş yerinde çalışan birinin davranışlarını fazla samimi ve ilgili buluyordum. Kıskandım ve rahatsız oldum doğal olarak. Trip attım biraz, o da hemen anladı bir şey olduğunu."

O anı hatırlayınca dudaklarımda istemsiz bir gülümseme belirdi. Çocuk gibi kapris yapmıştım aslında, ama o beni sabırla çözmeyi bildi.

"Konuştuk. O fark etmemiş, kızın genel tavrını böyle sanıyormuş. Meseleyi açınca içimi rahatlattı. 'Madem öyle, onunla konuşurken daha da çok dikkat ederim, elimden geldiğince iletişimdeki sınırı artırırım,' dedi. Güzel sözler söyledi, gönlümü aldı. Öyle... Haa, puan verirsek, ikimize de -2 derim. Kıskanç, ama abartısız yani."

Bu konuyu konuşunca aklıma önemli bir hadis gelmişti: "Kıskançlığın bir kısmı vardır ki Allah ondan nefret eder. O da ortada bir şey yokken kişinin zevcesinden şüphe etmesidir." (Buhari)

Birkaç saniye sessizlik oldu. Kalemini kaldırıp yeniden bana baktı. "Peki, mükemmeliyetçilik?"

Bu kez kaşlarımı çatarak düşündüm. Bir zamanlar kendime yük ettiğim kusursuzluk arayışlarını hatırladım. Defterlerde titizlikle yaptığım planları, tutmadığında yaşadığım kırgınlıkları... Bir tebessümle omuzlarımı kaldırdım.

"İkimiz de çok mükemmeliyetçi değiliz. Eskiden biraz daha belirgindi ama sonra insanın mükemmel olamayacağı, olmaya çalışırsa da kendini yorduğunu fark ettik. Azalatmaya çalıştığımız bir konu. Ben kendime 1 eşime de -3 diyorum."

"Duygusallık?" Peki diye sordu Ecrâ.

Emin'in bana sarıldığı, kelimesiz bile hislerini anlattığı o anlar gözümün önünden geçti. Dudaklarımda tatlı bir tebessüm belirdi. "Duygularımızı yeterince ifade ediyor, gösteriyoruz. Fakat bana sevgisini gösterse de, diğer konularda, iş problemi falan gibi, daha az belli ediyor. O yüzden ben kendime +5, ona +2 diyorum."

Ecrâ başını sallayıp notlarını aldı. Ardından hiç vakit kaybetmeden yeni soruya geçti: "Sorumluluk? Yedi'den yukarısı, kendini uçan kuştan bile sorumlu gören kişi olarak varsayalım."

"Tamam, ona göre cevap vereyim." Sesim kararlıydı ama içimden bir kıyas yaptım hemen. Emin'in omuzlarına yüklediği sorumlulukları biliyorum, bazen kendi yüklediğimden kat kat fazla oluyor. Onun bu hâline hayran kalmadan edemiyorum. O olmasa ben çoğu şeyi savururdum rüzgâra. Oysa o, evin direği gibi dimdik duruyor.

"İkimizde de yüksek bir duygu bu aslında. Ama eşim benden çok daha sorumludur. Kendim için +2, onun için de +5 diyorum."

Birkaç sorunun ardından, Ecrâ kalemini defterine dayayıp derin bir nefes aldı. Yüzünde, sanki konuyu toparlayacak bir ifadeyle bana döndü.

"Benzerlik ve farklılıklardan konuşup derecelendirdik. Bu noktada, dersimizin hocası olan Mesaim Yanık'tan bazı notlarımı paylaşmak istiyorum."

Ben dikkatle dinlerken sesi biraz daha toklaştı.

"İlişkide çiftler arası farklılıklar olması çok doğal. Bunlarla başa çıkabilmek için üç psikolojik hâlin bir arada olması gerekiyor: farkına varmak, farklılığı kabul etmek ve farklılığı yönetmek."

Kalemini havada gezdirerek anlatmaya devam etti.
"Kişilik özellikleri açısından farklılıklaştığımız zaman ilk yapmamız gereken, aramızdaki farkın şiddetini anlamak. Derecesini saptamak. Hafif mi, orta mı, fazla mı diye... Sonra ikinci aşama: farklılığı anlamlandırma ve kabul. Burada meseleyi 'bu özellikler benim ve eşimin doğuştan gelen mizaç özelliklerinin uzantısı' olarak ele almak gerekir. Bizim seçimimiz değil de çocukluktan getirdiğimiz yapısal özelliklerimiz olduğunu düşünmek gerçekçidir ve bizi oldukça rahatlatır."

Başımı hafifçe sallayarak onayladım. Evet, bu cümle bana çok tanıdık geldi. Onun çocukluğunu bildiğimde, bazı huylarının bana değil de yaşadıklarına ait olduğunu fark ettiğimde, içim rahatlamıştı zaten.


"Eşimin bu tarzı özellikle bana yönelik değil' demek lazımdır. Burada meseleye haklı/haksız, doğru/yanlış düzeyinde bakmak yanlıştır. Mesele, kişilik farklılığımızın ilişkiye olan etkisini düzenlemektir. Üçüncü aşama da farklılığı yönetme stratejisi oluşturmaktır. Eşinin gerçekliğini dikkate alarak ona doğru yaklaşma çabasına girmek... Mesela bazı çiftler, bu farklılıkları kavgaya değil, aralarındaki bir espriye dönüştürüyorlar..."

Ecrâ biraz soluklanıp masadaki bardaktan bir yudum su aldı. Ben de kendi içimde bu sözleri tartıyordum. Biz de aslında zamanla bunu yapmadık mı? Onun düzen takıntısıyla benim dağınıklığım bazen şakaya döner, aramızda bir kahkaha patlar, mesele büyümeden sönerdi.

Sonra bana dönüp gözlerimin içine baktı.

"Şimdi kavga meselesine gelelim. Eşinizle kavga eder misiniz?"

Bu soru dudaklarımda buruk bir tebessüm bıraktı. Gözlerim hafifçe yere kaydı. Ah, kavgasız olur mu hiç...?

"Kavga ederiz değil de, tartışırız diyelim. O kadar da olsun, evliliğin tadı tuzu. Ara sıra tartışırız, ufak tefek şeylerden sebep hem de. Ben laf söylerim, o cevap verir, derken atışırız. Sinirli şekilde konuşuruz bazen. Kimin başlattığı değişir ama kesin olan bir şey var: birbirimize hakaret etmeyiz. 'Sen şöylesin, böylesin' diye suçlayıcı sözler asla çıkmaz ağzımızdan."

Kendi sözlerimi işitirken, gözümün önüne sahneler geldi: bahçede elleri cebinde volta atan Emin, mutfakta hışımla çektiğim bir dolap kapağı, sonra ikimizin ayrı köşelere çekilip sessizliğe gömülüşümüz...

"Sonra kendi köşelerimize çekiliriz. Bazen eşim bahçeye çıkar, mesele uzamasın diye. O sırada sakinleşiriz, yatışırız, düşünürüz. Aradan bir iki saat geçer, bazen eşim bazen ben ilk adımı atarız. Belki küçük bir laf atma, göz kırpma, öpücük... Veya bakmışım, benim yapacağım bir işi yapmış gönlümü almak için. Ben de bazen onun sevdiği tatlıyı yaparım. Bazen espri yapar, şebeklik yaparız, birbirimizi güldürüp barışırız. Sonra öyle sarılır, barışırız, hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz. Çok uzatmayız."

Derin bir nefes aldım.

"Çünkü aynı evde yaşıyoruz, uzatıp gergin kalmanın anlamı yok. Kendi evimizin atmosferini, enerjisin düşürmüş oluruz yalnızca. Huzursuzluk olur. E biz de huzursuzluk sevmeyiz. Sonra ertesi gün eğer gerekiyorsa, ciddi bi konuysa, meseleyi sakin kafayla konuşuruz, değerlendiririz. Özür dileyecek bir şey varsa da dileriz, gocunmayız. Küslük yapmayız. Tavrımız mesafeli de olsa gereken iletişimi kurarız. Yatağımızı ayırmak da ikimizin de asla tercihi olmaz. Hele eşim, küssek bile ayrı yatmak yok diye diretir. İllaki bana sarılarak uyur."

Sözlerim bitince önümdeki kahveye uzandım. Ecrâ gülümseyerek söz aldı.

"Aslında farkında olmadan uzmanların önerdiği bir şeyi yapıyorsunuz. Birincisi, sorunu ifade edip paylaşıyorsunuz. Konuşuyorsunuz. Çünkü içinizde büyütürseniz, daha da büyür, birbirinizden uzaklaşmanıza ve yabancılaşmanıza sebep olur. Bu arada, evlilik konusunda bir araştırmacı var Dr. Gottman. Eşler arasındaki uyuşmazlıkların %67'sinin çözülemez nitelikte olduğunu ve tek çözümün durumu kabul edip yönetmeye çalışmak olduğunu söyler. Siz de onu yapmaya çalışıyor gibisiniz."

Başımı salladım.
"Aynen. Bir dua vardı: 'Allah'ım, çözebileceğim sorunları çözebilmem için güç, çözemeyeceğim sorunları kabul etmem için sabır ver.' O duayı da ediyoruz diyelim :)"

Ecrâ devam etti.
"Diğerleri de şu: incitici sözler ve hakaret söylemiyorsunuz. Aşağılama yok. İtme, etini sıkma, vurma gibi fiziksel şiddet yok. Küsmüyorsunuz, kısa sürede barışıyorsunuz. Barışma isteğine karşılık veriyorsunuz. Uzmanlar çift terapisinde ilişkiyi bu seviyeye getirmeye çalışırlar. Kavga şiddetleniyorsa birinin uzaklaşmasını ve mola vermelerini falan önerirler. O süreçte sakinleşip durulmaları, sonra sakince yeniden meseleyi konuşmaları... Siz kendiliğinden öylesiniz. Maşallah."

"Elhamdülilillah," dedim tebessüm ederek. Emin'in her zaman kendiliğinden bu dengeyi sağladığını hatırladım.

Saate göz attım. "Sıradaki soru?"

"Şimdi ortak yaşamdan kaynaklı meseleleri konuşacağız. Birbirinizin ailesiyle ve çevresiyle nasıl geçiniyorsunuz? İlişki ve iletişiminiz nasıl?"

"Gayet güzel, normal. Aslında eşimin çok akrabası yok, anne babası vefat etmiş. Kendisi de akrabalarıyla çok sık görüşen, içli dışlı biri değil. Ama değer verdiği bazı aile dostları ve bir kaç akrabası var. Eşimin üzerinde çok emekleri olmuş. Ben de onlara çok değer veririm dolayısıyla. Ziyaretlerine gideriz, misafir ederiz, görüşürüz. Zeynep abla var kuzeni, kendi ablamlar kadar severim mesela. Onlar da sağ olsunlar beni sever, gözetirler, hoş karşılarlar. Dedesi de vardı, bana eşimden daha çok kıymet verirdi. Fakat geçen sene kaybettik kendisini. Eşim de benim aileme değer verir, saygısını eksik etmez. Kendi annesi babasını gibi görür. Sık sık arar sorar. Geçen kandilde ben unuttum, eşim ailemi aramış mesela, kandilleşmiş. Annemle babam 'damadım senden daha düşünceli, daha çok arayıp soruyor bizi' diyorlar. Oğulları gibi görürler Emin'i. Çok güvenirler. En küçük abimle de arkadaş gibidirler. İyi anlaşırlar. Hayata bakış olarak eşimin de (benim de) bazen anne-babamla farklı fikirleri olur, fakat soruna dönüşmez. Konuşulur, tartışılır, orada kalır. Eşim, dedemi ve bir amcamı pek sevmez, hoşlanmaz. Ama zaten çok sık görüşmüyoruz. Görüşünce ona göre mesafeli ama edepli davranır. Bu durum, yani ailemle iyi geçinmesi, açıkçası beni çok mutlu ediyor. Eşime olan hayranlığımı da, sevgimi ve saygımı da arttırıyor. Bence, sevdiğin insanın sevdiklerini de sevmek gerek. İlişkiyi ve bağı güçlendiriyor. Sevemesen dahi, saygıyı ve edebi korumaya çalışmak lazım..."

"Peki para yönetimi konusunda nasılsınız?"

"Ben çalışmıyorum. Sadece iki senedir ara sıra oyun ablalığı yapıyorum. Hem evin gelirine katkı sunmak için, hem de mesleğime yakın bir iş. Kazandığımı yine evin ihtiyaçları için kullanıyorum. Bazen kendi ihtiyaçlarım için. Eşim asla lafını yapmadı şimdiye dek. Ne yaptın, nereye harcadın demez. Yıllardır ekonomik sorumluluk onda. İdare etmeyi iyi bilir. Faturasıdır, gelir giderlerdir, o takip eder. Ben çok anlamam. Karışmam da. Sorarsam anlatır. Bazen sıkışıksak güzel bir dille söyler, harcamaları ona göre yaparız. Ama zaten ikimiz de savurgan değiliz. Tutumluyuzdur, boş para harcamayız. Eşim her hafta bana harçlık verir. Ekstra ihtiyacım olursa söylerim, ona göre yine para verir. Birbirimize hesap sormayız bu konularda. Yüksek miktarda harcama gerektiren bir şey varsa oturur konuşur, fikir alışverişi yapar, bütçemize göre karar alırız."

İçimde minnet duygusu büyüdü; insan, sevdiğiyle hem güven hem özgürlük hissettiğinde, böyle huzurlu olabiliyordu şükür.

"Tamamdır. Diğer soru çocuklar ve yetiştirilmesiyle ilgili ama bildiğim kadarıyla sizin bir çocuğunuz yok?"

"Evet, yok," "Evet, yok," dedim, arkama yaslanırken nefesim biraz hızlandı. Emin'in gözleri geldi aklıma. Aslında yaklaşık iki yıldır çocuk istiyordu, ama ben şimdiye dek hep hazır olmadığımı söylemiştim.

Gerçi son zamanlarda çocukları çok seviyor, Zeynep ablamın bebeğini ve yeğenlerimi aşırı özlüyordum. Onları sevmek, onlarla ilgilenmek kalbimi öyle bir ısıtıyordu ki! Kendi çocuğum olsun da hep benle kalsın, seveyim, diye düşünüyordum. Başka çocukları bile bu kadar severken bir anne olarak o sevginin derecesi, o duygu kim bilir nasıldı? Merak ediyordum. Fakat bir tedirginlik vardı içimde; henüz ciddi bir karar vermiş değildim. Bir yandan heyecan, bir yandan korku... Ya yeterince iyi bir anne olamazsam? Ya işler istediğim gibi gitmezse?

(Ve bu kararımın, tam da bu röportajdan sonra, bu akşam, mezuniyet töreninde, sahnede gördüğüm bir kaç görüntüyle değişeceğini henüz bilmiyordum.)

"O zaman bu soruyu geçiyorum. Son soruya geldik. İnsanlar bunu konuşmaktan utanabiliyor, çekinebiliyor ama evliliğin doğasında olan bir şey. Yüzeysel de olsa cevaplarsanız çok memnun olurum. Cinsel yaşamınız nasıl?"

Soru dudaklarından döküldüğünde içimde bir gerilim oluştu. Utanma hissi yanaklarımı kızarttı. Ben de bu konuyu konuşmaktan çekinen insanlardandım. Hele ilk zamanlar. Fakat Ecrâ'nın da dediği gibi, insanın ve evliliğin doğasında olan bir şeydi. Utanılacak bir şey değil. Evet, mahrem olabilir, fakat üstten de olsa yanıtlayacaktım.

"Her şey yolunda, sağlıklı. Gayet memnun ve mutluyum. Eşim de zorlamaz bu konuda, karşılıklı rızaya dayanır. Dediğin gibi, ben de çok ayrıntılı konuşacak kadar rahat olamam. Ama ilişkinin ve ailenin mutlu olmasının, cinsel yaşantıyı da etkilediğini düşünüyorum. O konuda da mutlu olunca, ertesi güne bile yansıyor. İlkin ben temkinli ve korkak yaklaşmıştım ama o bağ, yakınlık ve güven kurulunca insan bunun hayatın bir olgusu olduğunu fark ediyor. Bir ihtiyaç aslında. Biyolojik gibi görünse de çok daha ötesinde etkileri var. Sahiplenme demek, paylaşmak, güvenmek, rahatlamak... Hem insanı birbirine daha çok bağlıyor. Ama benim için sevgi, saygı, şefkat çok daha önemli sırada. Onlar olmasa, sadece cinsellik bir mana ifade etmiyor."

Ecrâ uzanıp ses kaydını kapattı. Artık röportaj bitmişti. Transkript yapılacak, kaydı silecekti. Masadaki sessizlik, yumuşak bir huzura dönüştü. Gülümseyerek bana döndü.

"Çok teşekkür ederim, Berra. Çok değerli bir konuşma oldu. Bir çok şey çıkacak ve çalışmamda işime yarayacak gerçekten."

"Rica ederim gülüm, sevindim."

Ecrâ ikimize tatlı söyledi. Konuşurken tadını çıkaramayız diye sonraya ertelemiş, içeceklerle yetinmiştik. Tatlıları beklerken bana döndü.

"Bir şey soracağım. Ben bu konularda okumalar da yapıyorum son zamanlarda, biliyorsun. Sevgi dilleri, bağlanma stilleri, evlilik dinamikleri... Sizin baskın sevgi dilinizi merak ettim. Sorun olmayacaksa öğrenebilir miyim?"

Evet, hatta bana da bir kaç kitap önermişti ve okumuştum. Beş sevgi dili vardı: Onay sözleri, nitelikli zaman geçirmek, hediye alma/sürpriz yapma, destek/hizmet eylemleri ve fiziksel temas. Bizim baskın olan sevgi dillerimiz hangisi diye düşünüp kafa yormuştum ve bir sonuca varmıştım. Bu sayede kolayca söze girdim.

"Benim verici olarak baskın sevgi dilim, nitelikli zaman geçirmek ve destek/hizmet eylemleri. Birlikte vakit harcamaya, anlamlı şeyler yapmaya bayılırım. Bu şekilde sevgimi ifade etmeyi de severim. Hizmet eylemleri de en az onun kadar baskın. Eşimi sevdiğimi belli etmek için sevdiği şeyleri pişiririm, yapabileceğim şeyler varsa onun adına yapar hallederim. Ütüsünü yapmaktan çamaşırını yıkayıp katlamaktan gocunmam, sevgi ifadesi olarak görürüm bunları."

Kahvemden bir yudum aldım. Bu sırada garson önümüze tatlıları koymuştu. Bu sohbet, sadece akademik bir röportaj değil, aynı zamanda kalbimi ve hislerimi sessizce ifade edebileceğim bir alan olmuştu. Tatlıyı alırken küçük bir gülümseme kondurdum dudaklarıma.

"Eşimin baskın sevgi diline de tam karar veremedik, iki tanesi de baskın. Birlikte kaliteli zaman geçirmeyi o da çok önemser. Hatta bana aşık olduğunda ilk adımı daha çok birlikte zaman geçirecek fırsatlar oluşturmasıydı. Fiziksel teması da çok belirgin. Omzuna dokunup geçmek bile olsa, illa küçük bir dokunuşla sevgisini ifade eder."

Ecrâ tatlısını çiğniyordu. Lokmasını yuttuktan sonra çatalını elinde sallayıp "Ben size bayıldım ya, maşallah," dedi samimiyetle. "Size dua edeceğim bol bol. Allah bir ömür birlikte, mutlu etsin."

"Amin," dedim ve teşekkür edercesine ona baktım.

"Berra..."
Söyleyip söylememekte tereddüt eder gibi duraksadı. Devam etmesini bekleyerek başımı salladım. Saçını kulağının arkasına itip gözleri ışıldayarak, biraz da mahçup şekilde söze girdi.

"Ayy evli insanların işine karışıp akıl veren teyzeler gibi olmak istemiyorum, sakın yanlış anlama. Tamamen içimden geldiği için söylüyorum. Bence senden çok güzel, iyi bir anne olur. Duruşun, tavrın, karakterin... Çocuklarla çok iyi anlaşacağın belli. Evlatların çok şanslı olacak. Bunu daha önce de düşünmüştüm ama şimdi dayanamayıp söylemek istedim. Hatta tanımasam da, anlattığın kadarıyla, eşinden de çok güzel baba olur."

Bu kez mahçup olan bendim. Bu yorumu bir iltifat gibiydi. Hem hoşuma gitmiş, hem utandırmış, hem umutlandırmıştı beni. Gerçekten de iyi bir anne olur muydum? Daha önce Emin'in harika bir baba olacağını düşünmüş, düşlemiştim. Bunu hissetmiştim de. Ama kendimi böyle düşlememiştim. Ecrâ'nın sözleri kalbimde çiçekler açtırmıştı.

Gülümsedim. "İnşallah," dedim. "İnşallah..."

 

 

O gün, kaderimi şekilendiren bir gündü. Röportajda anlattıklarım, dile getirdiğimde zihnimde ve kalbimde çok daha gerçekçi, çok daha canlı yer etmişti. Duygularım, inancım, sevgim güçlenmişti. Kendimi, evliliğimde ve hayatımda sahip olduğum minnettarlığı ilk kez bu kadar derinden fark ederken buldum.

Ecrâ'nın annelik hakkında söylediği sözler ise zihnimde küçük bir ışık yaktı; uzun zamandır belirsiz duran bir duygunun filizlenmesini sağladı. Acaba ben de iyi bir anne olabilir miyim? diye içimden geçirdim. Bu düşünce, yüreğimde yavaşça çiçek açan bir umut gibi yükseldi.

Akşam katıldığım mezuniyet töreni ise son noktayı koymuştu. Sahne ışıkları altında, kalabalığın coşkusunu hissederken, zihnimde kendi geleceğimle ilgili bir sahne beliriverdi: Kucağımda bir bebek, yanımda eşim... Diplomanın yanı sıra, sevgi ve aile bağlarının da ödüllendirilmesi. O an, kendime sessizce fısıldadım: Evet, tam da böyle bir an istiyorum. Eve döndüğümde Emin'e içimdeki heyecan ve kararlılıkla "Mezuniyetimde sahneye kucağımda evladımızla çıkmak istiyorum" diyecek noktaya gelmiştim bir günde. Nasip işte.

Öyle de oldu, hamd olsun. Bir yıl sonra mezuniyetimde, sahnede eşim ve bebeğimle, hem diploma hem de birincilik ödülü almıştım. Ellerimiz birbirine kenetlenmiş, kucağımda minicik bir hayat, gözlerimde mutluluk parıltısı...

Yıllar hızla geçti. Kızımız Meryem üç yaşına geldiğinde, bir de oğlumuz dünyaya geldi. Evimiz şenlendi. Ailemiz genişledi. Çok şey değişti. Önceliklerimiz, biz, yaşantımız... Fakat inancımız ve sevgimiz bâki kaldı.

Ve bugün, yıllar önce yaptığımız bu röportajın yazıya dökülmüş hâlini maille tarafıma ileten, geçmişi yad etmemi sağlayan arkadaşım Ecrâ sağ olsun, yeni bir şey daha öğrendim: "Hayat, geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır."*

Ben Berra. Memnun oldum. İyi ki karşılaştık.

 

* Kierkegaard

 

- SON -

 

 

Bölüm : 06.09.2025 18:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...