18. Bölüm

On Sekiz

Şeymanur
sukunettekelimeler

Ocak 2012

 

İkinci tenefüstü. Okulun bahçesi aniden hareketlenmişti. Ortam gittikçe hararetlenirken, siyah saçlı çocuğun söylediği cümle, kendisini zar zor tutan diğer gencin sabrını taşırmıştı.

"Daha anan baban kim belli değil, seni bırakıp gitmişler. Kim bilir kimin p*çisin lan! Bir de gelmiş bana artislik taslıyorsun!"

Kendisine söylenenleri gururuna yedirememişti delikanlı. Siyah saçlı çocuğun yakasına yapıştı.

Kavganın büyüyeceğini fark eden kızlardan biri koşarak kantine gitmiş, çay almak için beş dakikalığına bahçeden ayrılan nöbetçi öğretmeni çağırmıştı. Adam anında gerilmiş, özellikle de kendi nöbetinde bir sorun çıkmasını istemediği için soluk soluğa varmıştı bahçeye. İki genci arkadaşları ayırmaya çalışsa da hırsları gözlerini kör etmiş ve zapt edilemez hâle gelmişlerdi. Birbirlerini iteleyip kakalamaya çalışıyor, öfkelerini haykırıyorlardı. Dehşet verici sözcükler havaya uçuyor, gökte yankı yapıp puf diye kayboluyordu.

"Ne oluyor burada! Ayrılın evladım!"

Okulun en saygı duyulan hocalarından biriydi bu. Sözünü anında dinletebilmesini de öğrencilerden duyduğu saygı ve sevgiye borçluydu elbet. Biraz da çekinirlerdi ondan. İyiyken harika biri olsa da tersinin pis olduğunu bilirdi çocuklar.

Gençler birbirlerinden ayrılırken, göğüsleri hızla inip kalkıyordu.

Kalbinin güm güm atışını duyabiliyordu Umut. Üstü başı dağılmıştı. Alev alev parlayan ela gözleri hâlâ siyah saçlı çocuğun üzerindeydi ve öfkesini bakışlarıyla kusmaya devam ediyordu.

İncinmişti. En hassas olduğu yerden bıçakla yarasını deşmişlerdi. Daha fazla alttan alması mümkün değildi. Şimdiye dek hep sabretmişti bu kendini beğenmiş çocuğun kibirli hallerine. O efendiliğinden susarken, çocuk da edepsizce 'ben susturdum' sanmıştı. Gittikçe tepesine binmişti. Ama buraya kadardı işte. Hak etmişti çoktan o yumruğu. Bu kavganın bir noktadan sonra gerçekleşmesi gerekiyordu. İçine daha fazla atamıyordu Umut.

"Neyi paylaşamıyorsunuz! Şu halinize bak! Bir de delikanlı adam olacaksınız! Düzeltin şu üstünüzü başınızı! Sonra da doğru müdür beyin yanına!"

İki gencin bakışları sonunda birbirlerinden ayrılırken, öğretmenin dediğini yaparak dağılan üst başlarını toparladılar.

Umut, gömleğinin yakasını düzeltti ve etraflarında çember olan kalabalığı fark etti. Üzerinde bir çok bakış vardı. Bir kaçıyla denk gelince rahatsız olarak önüne döndü ve hocasına baktı.

"Düşün önüme! Siz de dağılın gençler! Hadi!"

Adamın söylediklerini herkes bir robotun aldığı emri yerine getirmesi gibi ikiletmeden yapıyordu. Siyah saçlı çocuk önden, Umut arkasından, öğretmen de en arkadan, peş peşe binaya doğru yürüdüler ve içeriye girdiler.

Öğretmen durumu müdüre bildirip gençleri onunla baş başa bıraktı ve ayrıldı. Müdür bey "Derdiniz ne?" diye ciddiyetle sorduğunda ikisinden de ses seda çıkmamıştı. Gençleri uyaran ve gözünü korkutan adam, son olarak "Senin babana, senin de kaldığın kuruma haber vereceğim," dediğinde siyah saçlı çocuğun gerildiği her hâlinden belliydi.

"Babama söylemeyin hocam. Lütfen. Birdaha olmaz."

Çocuktaki endişeyi fark eden Umut "Hem babasından korkuyor, hem millete bela oluyor," diye söylendi içinden.

Beş dakika sonra yine arka arkaya çıktılar müdürün odasından. Bugünkü derslere girmeyeceklerdi. Cezalılardı. Müdür, onları evlerine geri yollamıştı. Umut sınıftan çantasını alıp durağa doğru ağır adımlarla yürüdü.

Yaşananlar aklından geçerken, kimsesiz yüreği yine sızlamaya başlamıştı. Kendi elinde olmayan şeyler yüzünden küçük görülmekten veya acınılmaktan usanmıştı. Hayatı boyunca birileri yüzüne yüzüne bunları haykırmak zorunda mıydı? Neden anlamıyorlardı ki bunun kendi seçimi olmadığını? Öyleyse neden suçlusu oymuş gibi davranıyorlardı? Yorulmuştu.

Yurda vardığında önce müdüre annesinin yanına uğradı. Zaten daha bahçe kapısından girerken, pencerede onu bekleyen kadını görmüştü bile. İsteksizce merdivenleri çıkıp onun yanına gitti. Biraz da kadının öğütlerini işitti ve olanları anlatmasını isteyen kadını cevapsız bıraktı. Ders almasını umarak bir şeyler daha söyledi kadın. Ardından "Çıkabilirsin," dedi. Çıkmadan evvel "Ben birdaha o okula gitmem müdeire anne," dedi bütün ciddiyetiyle genç çocuk. Ve ayrıldı odadan.

Umut çantasını üst kattaki odaya çıkartmaya üşenerek omzunda onun ağırlığıyla birlikte indi merdivenleri. Okula gitmeyecek kadar küçük bir kaç çocuk etrafta dolanıyor ve oynuyordu. Boş olan bahçenin yan kısmına yürüdü ve bir ağacın altına oturdu. Çınar ağacıydı bu. Severdi çınar ağaçlarını.

Çantasını duvarın dibine atıp kendisi de ağacın görkemli gövdesine yaslandı. Düşünceler zihninde akıp giderken dakikalar birbirini kovaladı. Her şeyin üstüne üstüne geldiğini hissetti, canı yandı ve ağlamaya başladı. İçini boşalttı hıçkırıklarıyla. Omuzları sarsıldı. Ellerini yüzüne bastırdı. Sonra yaşlarını sildi. Sessizce biraz daha ağladı. En sonunda çantasının yanında duran su şişesine uzandı ve ellerine biraz su döküp yüzüne çarptı. Alnına düşen saçların uçları da sudan biraz nasibini almış ve ıslanmıştı.

Derin bir nefes aldı, sakinleşmeye çalıştı. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Soğuk bir Ocak günü, güneş parıldıyor, beyaz bulut kümeleri göç ediyordu. Onları seyretti.

Hep yalnız ağlardı Umut. Kimse görmemişti gözyaşlarını henüz. Kimse silmemişti. Ama içten içe bilirdi müdire hanım, bu gencin nasıl içli, hassas, yürekli bir yapısı olduğunu. Bilirdi bir köşede acılarıyla tek başına savaş verdiğini.


Adamın cep telefonu çalıyordu. Kızının emniyet kemerini takmasına yardımcı oluyordu. Arada bir böyle sıkışıyordu kemer. Sonra şoför koltuğunda arkasına yaslandı ve montunun cebindeki cihazı çıkarttı. Arayan numarayı görünce hiç bekletmeden cevapladı.

- Alo? Buyrun?

+ Merhaba Bekir Bey. Müsait misiniz?

- Evet müdire hanım. Buyrun lütfen.

+ Bir problem olursa bilgilendirmemi istemiştiniz. Umut okulda kavga etmiş bugün. Ceza olarak geri yollamışlar yurda. Şimdi burada. Ne olanları anlattı ne de söylediklerimi dikkate aldı. Odamdan çıkmadan önce "Ben o okula bitdaha gitmek istemiyorum," deyip ayrıldı. Kafasında bitirmiş, belli. İkna etmesi de zor bir çocuk. Sizinle paylaşmak istedim.

- Anlıyorum müdire hanım. Ben şimdi dışarıdayım ve uygun görürseniz oraya gelip Umutla konuşmak istiyorum. Belki yapabileceğim bir şey olur.

+ Çok sevinirim Bekir Bey. Hem, artık tanışma zamanınız geldi bence.

- Galiba...

Adam telefonu kapattı ve montunun cebine geri koydu. Yan koltukta halsiz bir şekilde oturan kızına baktı.

- Kızım, nasıl hissediyorsun kendini? Eğer daha iyiysen eve gitmeden önce bir yere uğrayacağım. Değilsen seni eve bırakıp öyle giderim.

+ Daha iyiyim babacığım. İki iki uğraşma, uğrayabiliriz nereye istiyorsan.

Bekir kafasını salladı ve arabayı çalıştırdı. Yirmi dakikanın ardından yurdun önüne gelmişlerdi. Aşinasıydı buranın. Yıllardır gelip gidiyordu ne de olsa. Uygun bir yere park ettikten sonra kızına döndü yine.

- Arabada mı beklemek istersin yoksa benimle gelmek mi?

Kız biraz düşündükten sonra inmeye karar verdi.

+ Arabada bunalırım şimdi. Hastaneye gitmeden önce üşüyordum, şimdi de çok sıcaklıyorum. Geleyim seninle.

- Tamam, in o zaman hadi.

Arabadan inip yurdun giriş kapısına doğru yürürlerken, kız babasına yanaşıp bir çocuk gibi yamacına sokuldu. Adam gülerken "On beş yaşında mısın yoksa beş yaşında mı, bazen ayırt edemiyorum," diye takıldı kızına.

+ Hani senin gözünde hep küçücüktüm!

- Öylesin zaten miniğim.

Kız, babasının kendisine miniğim demesine gülerken yürüdükleri yere doğru baktı. Nereye geldiklerini görünce babasının yamacına sinişi, başkalarına yaptığı bir haksızlıkmış gibi hissettirdi. En azından burada kimsenin gözüne sokmasına gerek yoktu sevgisini. Kimsenin yarasını deşmek istemezdi ki bile bile. Babasından uzaklaşıp kollarını birbirine bağladı ve yürümeye devam etti.

Girişteki güvenlikle bir iki dakika konuştuktan sonra geçmelerine müsaade etmişlerdi. Yurdun bahçesine girdiklerinde derin bir sessizlik karşıladı ikisini de. Hava serin olduğundan küçük çocukların hepsi içeridelerdi. Okul çağındakiler de okullarında. Etraf tenhaydı.

Bakışlarını bahçede gezdirdi kız. Bir köşede park vardı. Bir kaç bank. Ağaçlar, güller ve masa. Dört katlı bir bina. Bina ürkütücü geldi bir an kıza. Sebebini anlayamadı. Girmek istemedi içeriye. Hüzünlü hikayeler kendisini karşılayacakmış gibi hissetti. Dışarıda kalmayı tercih etti.

+ Baba sen içeri gir, ben buralarda bekleyeceğim.

- Ama hava soğuk kızım.

+ Olsun, hava soğuk olsa da benim içim şuan yanıyor. Alev alev. Üşümüyorum.

- Peki madem. Ama çok bekletirsem dışarıda durma, gir içeriye.

+ Tamam babacığım.

Bekir içeriye girerken, kızı da yavaş ve temkinli adımlarla bahçede dolaşmaya başlamıştı. Önce başını kaldırıp ağaçlar baktı ve hepsinin türünü aklından geçirmeye çalıştı. Sonra köşedeki parka doğru gitti ve parkın yanındaki gülleri okşadı. Kışın bile açmalarına şaşırmıştı. Uzanıp kokladı. Güllerden ayırdığı bakışlarını arkasına çevirince, parkın boşken ne kadar da ruhsuz göründüğünü fark etti. Mekanlara ruhunu veren insanlardı gerçekten.

Salıncağa yaklaşıp dikkatlice oturdu. Hasta olduğu için biraz sersemlik vardı üzerinde. Normalde salıncak görünce koşarak gider, uçarcasına da sallanırdı. Ama şimdi ahenkle, aheste aheste sallanıyordu. Bünyesi hız kaldıracak kadar sağlam değildi.

Üşüdüğünü hissetti. Elleri uyuşmaya başlamıştı soğuktan. İçeriye girip girmemeyi düşünürken, bir ses dışarıda kalmaya devam etmesini fısıldar gibi oldu. Biraz daha kalmaya karar verdi.

Dakikalar birbirini kovalarken binanın köşesinden küçük bir kedi çıktı ve parka doğru yürüdü. Kız, bembeyaz kediyi görünce dayanamayıp salıncaktan aşağı atladı ve peşine düştü. Fakat kız kediye yaklaştıkça ufaklık uzaklaşıyordu. Binanın yan tarafına kaçan kedinin ardından sakince ilerlemeye devam etti kız. Bir yandan da yavru kediye seslendi.

+ Heey, pamuk! Beklesene! Korkmana gerek yok, seveceğim sadece.

Kedinin peşinden giderken dikkati küçük hayvanda olduğu için önündeki çıkıntıyı görmedi ve ayağı takıldı. Yalpaladı, halsizliği de üzerinde olduğundan dengesini toparlayamadı ve düştü. Kendisini saniyeler içinde yerde buldu. Dizleri ve elleri acıyordu. Suratını buruşmuştu acıdan.

Ellerine batan taş-toprağı temizlemeye çalışırken yanına yaklaşan adımları fark etmedi. Bir çift bot biraz ötesinde durmuştu.

- İyi misin?

Aniden bir ses duyup yanında birinin varlığını hissedince irkilmişti kız. Neyse ki bu irkilişini dışa vurmadı ve rezil olmaktan son anda kurtulduğunu düşündü. Başını kaldırıp baktığında genç bir çocukla karşılaştı. Ela hârelerine tutunuvermişti ânında. Hemen bakışlarını uzaklaştırırken, çocuğun gözlerinin etrafındaki hafiften kızarıklık dikkatinden kaçmamıştı. Ayrıca dağılan saçlarının önü ise nemliydi. Oysa yağmur da yağmıyordu ki.

Başını sallayıp çabucak "İyiyim," dedi ve toparlanmaya çalıştı. Ayağa kalkmak için bir hamle yapacağı sırada dizleri acıyınca küçük bir "Ah," nidası çıktı dudaklarının arasından.

Çocuk yardımcı olmak için koluna uzandığında onun da desteğiyle kolayca doğrulmuştu. Fakat saniyeler içinde "Bana dokunmasa daha iyiydi" diye bir düşünce dolanmaya başlamıştı zihninde. Hemen ardından da çok kötü hissedeceğini bildiği için kendi kendini teselli etmeye çalıştı. "Fark etsem engel olurdum ama birden oldu. Hem yardım etmek istedi, kötü bir niyeti yoktu. Ben kalkınca da hemen çekti elini. Suçlama kendini. Birdahakine daha dikkatli olursun."

- Şu köşede çeşme var, ellerini ve elbisendeki çamuru yıkayabilirsin.

Çocuk binanın köşesini işaret edince dönüp baktı kız. Başını salladı ve temkinli adımlarla çeşmeye doğru yürüdü. Arkasından kendini takip eden adım seslerini işitebiliyordu. Çocuğun peşinden gelip gelmediğini düşünürken garip bir hisse kapılmıştı. Kız, çeşmenin önünde durup suyu açarken, adım seslerinin şimdi uzaklaşıyor olduğunu duydu. "Sadece aynı yöne gidiyormuşuz,"

Umut, duvar dibindeki çantasının yanına gidip ön gözü açtı ve peçeteyi çıkarttı. Atölyede elini sürekli kestiğinden yanında yara bandı da taşıyordu. Yara bandı kutusunu avucuna sıkıştırıp çeşmenin başındaki kızın yanına yürüdü.

Aslında kızı gülleri kokladığı ve salıncağa oturduğu ilk anda görmüştü uzaktan. Ama kız Umut'u fark etmemişti. Güllerin ve sallanmanın tadını çıkartmakla epeyce meşguldü. Sonra da Bulut'un peşine takılmış, önüne dikkat etmemiş ve düşmüştü. Eh, yürüdüğün yola bakmazsan olacağı buydu.

Umut, kızın yanına doğru yürürken küçük kedi de çalıların arasından çıkıp onun bacakları arasına koşmuş, paçalarına sürünmeye başlamıştı. Durdu genç çocuk. Eğilip kediyi kucağına aldı ve yeniden ayağa kalktı.

- Yaramaz Bulut. Bak uğruna kimler kimler düşüyor ama sen tınlamıyorsun bile.

Çocuk bir yandan kediyi severken, çeşme başına vardı. Kız, kalın siyah elbisesindeki çamuru yıkarken Umut yanına gelmişti. Bu kez dikkati etrafta olduğundan fark etmişti adım seslerini.

- Biraz dikkat etsene! Bu kadar da sakar olunmaz. Çok yaramazsın. Yerinde dur biraz.

Umut'un kediyle konuşmasını duyarken kucağındaki varlıktan habersizdi kız. Kendisine söylediğini sanarak şaşmış kalmış, o şaşkınlıkla arkasına dönüp bakmıştı genç çocuğa. Umut da aynı anda ona baktığında göz göze geldiler.

Kızın bakışları şaşkın, utangaç ve biraz da sitemliydi. Umutsa bu anlamlara neden rastladığını anlayamayarak afallamıştı ilkin. Fakat saniyeler içinde olayı kavradı. Kendisini tutamayıp güldü.

- Sana değil, Bulut'a diyorum. Kediye. Kucağımdayken çok hareketlendi ve tırmaladı beni.

Kız yanlış anladığı için utandı bu kez. Ardından bunu geçiştirmek için konuyu değiştirme ihtiyacı duydu.

+ Adı Bulut mu?

- Evet. Ben koydum.

+ Güzelmiş. 

- Senin adın ne?

Kız bu soruyu beklemese de kendinden beklenmedik bir şekilde çabuk cevapladı.

+ Fatma Zehra.

- Bulut biraz yabani ama onun yerine ben memnun oldum diyeyim.

Fatma Zehra yavaşça başını salladı. Umut, kızın da kendi adını sormasını bekliyordu ama o hiçbir girişimde bulunmamıştı. Bu biraz canını sıksa da kısa sürede def etti bu sıkkınlığı. Bakışlarını Fatma Zehra'nın yüzüne çevirdiğinde içini hafiften tatlı bir heyecanın kapladığını hissetti. Tıpkı kız düştüğünde, yerdeyken, onu ilk gördüğünde olduğu gibi.

Yabancısı olduğu bu hissin üzerinde durmadı. Elindekileri kıza uzattı.

- Ellerini kurula istersen. Sonra da bunu yapıştır.

+ Teşekkür ederim.

- Rica ederim. 

Fatma Zehra uzanıp aldı peçete ve bandı. Ellerini kuruladıktan sonra peçeteyi az ötedeki çöpe attı. Yara bandından da iki tane kullanıp atık kısmını çöpe bıraktı. Selpak ve bandaj paketlerini Umut'a uzatırken yeniden teşekkür etti. Boşveren değil de ilgilenen bir insan olması çok hoşuna gitmişti. Etrafında olup bitenlere duyarlı kalan insaları severdi Fatma Zehra. Mutluluk duyardı onlara rastlamaktan.

Umut, kendisine uzatılanları alıp montunun cebine sokuşturdu. Ardından kıza döndü. Hafiften gülümsüyordu.

- İstersen şu banka otur, Bulut'u kucağına vereyim? Sevmek için peşinden koştun, bir de düştün. Düştüğüne değsin.

+ Olur.

Fatma Zehra banka oturdu ve kedi kucağına bırakıldığında mutlulukla gülümsedi. Hayvancağızın beyaz tüylerini şefkatle okşamaya başladı. Huzurluydu. İyi hissediyordu.

Umut da aralarına yeterince mesafe bırakıp banka oturduğunda, kız heyecanlanmış ve biraz gerilmişti. Alışkın değildi erkeklerle çok muhattap olmaya.

Aslında çok konuşmayı da tercih etmezdi ama bu çocuk ona hiç kötü hissettirmemişti. Bu yüzden rahatsızlık da duymuyordu.

Umut, herkesle kolay kolay iletişim kurmazdı, kendi halinde takılmayı severdi çoğunlukla. Fakat bugün fazlasıyla kendini aşan şeyler yapan biri olarak bu kızla konuşası gelmişti. Belki de olanları unutmak için bir başka meşgale arıyordu kendisine.

"Bulut yaramazdır ama birini sevdiği zaman ona karşı çok uysal davranır," dedi kısa süren sessizliği bozarak.

Fatma Zehra kendisini cevap vermekten geri tutamadı.

+ Seni seviyor olmalı. Benden kaçtı ama sana gelmiş.

- Evet. Çünkü doğduğundan beri ilgileniyorum onunla. Bulut ve kardeşleri doğduktan kısa süre sonra annesine araba çarptı, öldü. Bulut da annesiz kaldı. Nasıl hissettiğini anladığım için bırakamadım onu.

Fatma Zehra, bu sözcüklerin kalbinde bir yere bıçak gibi saplandığını hissetti. Bu çocuğun bir yarası vardı. Ve kedinin yarasını kendisininkiyle ortak bilip onunla arasında bir bağ kurmuştu belli ki. Canı yandı önce. İstemsizce Umut'un yüzüne çevrildi bakışları. Sonra ikinci kez merhametin izlerini yakaladı çocuğun elâlarında. Yıldız gibi parlayan izlerini. Etkilendi ve inkar edemedi.

Çocuğa bir cevap da veremedi. Ne diyeceğini bilemiyordu. Bazen kelimeleri kullanmaya çalışmak, duyguların anlamını eksiltirdi. Eksilsin istemedi. Yetersiz kalacaktı çünkü.

Sessizlik canını sıkınca bir şey sormak istedi Umut. Tam ağzını açmış konuşacakken bir kaç metre ileriden kendisine seslenildiğini işitti ve kelimelerini yutmak zorunda kaldı.

"Oğlum, müdire hanım seni çağırıyor!"

"Tamam!"

Güvenlikçi abiye cevap verdikten sonra önüne döndü Umut. Yine ne olmuştu ki! Biraz sinirlendiğini hissetti. Ne güzel oturuyordu şurada sakin sakin. Derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Bakışlarını kıza çevirdi. Onu bir şekilde tekrar görmeyi umdu, sebebini bilmese de.

- Sen sormadın ama ben de adımı söyleyeyim. Umut ben.

Fatma Zehra bir an utandığını hissetti. Aslında ilkin çocuğa adını sormak istemiş ama çekinmişti. Birdaha belki de görmeyeceği biri karşısında çok meraklı görünmekten korkmuştu. Fakat şimdi çocuk böyle söyleyince de garip hissetmişti kendisini. Mahcupça baktı önünde dikilen Umut'un gözlerine. Bir anlık dalgınlığıyla çocuğun gözlerinin güzel olduğunu düşününce biraz daha utandı ve ne diyeceğini bilemeyerek "Af edersin, memnun oldum," diye geveledi.

Kızın hâlini fark eden Umut güldü. Bu durum hoşuna gitmişti. "Ben de," deyip Bulut'a uzandı ve kedinin minik burnuna dokundu işaret parmağının ucuyla. "Bulut sana emanet."

"Hıhı," deyip başını salladı Fatma Zehra. Umut başka bir şey söylemeden duvarın dibindeki çantasını almak için o tarafa yürüdü. Ardından çantayı omzuna atıp binanın diğer ucuna doğru gitti ve az sonra köşeyi dönüp gözden kayboldu.


Müdire hanımın karşısındaki sandalyede kırklı yaşlarda bir adam oturuyordu. Yabancı adamdan biraz çekinerek kapıyı arkasından kapattı ve yanlarına doğru yürüdü Umut. Az evvel Fatma Zehra ile otururken ne kadar rahatsa, şimdi bir o kadar stresli hissediyordu.

"Gel oğlum, otur," diyen müdire hanım yanındaki boş yere eliyle hafifçe vurdu. Yaklaştı Umut ve oturdu. Kadının yanına, yabancı adamın da karşısındaydı şimdi.

- Beni çağırmışsın müdire anne.

+ Evet oğlum. Seni bu beyefendiyle tanıştırmak istiyorum. Sana daha önce bahsettiğim, özel olarak seninle ve bir iki öğrencimizle ilgilenen bir bursiyerin vardı. Hatırlıyor musun? O kişi Bekir bey.

Hatırlıyordu Umut. Bebekliğinden beri onun takibini yapan, iyi olup olmadığını soran, eğitimine destek veren bir adam vardı. Hatta bunu öğrenince "Acaba babam olabilir mi?" diye şüphelenerek müdire anneyi sorulara boğmuştu. Hatta kadına inanmayıp dosyaları gizlice karıştırmaya kalkmış, bir de suç üstü yakalanmıştı. Neyse ki müdire hanım anlayışlı bir kadındı. Ona yardımcı olmuş ve inandırmıştı. Umduğunun aksine ne babası ne de bir akrabasıydı bu adam. Anlamış, öğrenmişti. "Bir hayırsever işte, bana denk gelmiş," diye düşünerek kabullenmişti.

"Merhaba Umut," deyip elini uzattı Bekir.

Umut bekletmeden uzanıp sıktı adamın elini. "Merhaba Bekir Bey."

+ Bekir amca diyebilirsin bana.

- Nasıl isterseniz.

+ Yiğit bir delikanlı olmuşsun maşallah.

- Sağ olun...

Kısa bir sükût ânı oldu. Bu sessizliğin içini karşısındaki genci süzerek doldurdu Bekir. Yakışıklı bir gençti Umut. Haline tavrına bakılırsa efendiydi de. Müdire hanım da iyi bahsetmişti hep ondan. Şans yüzüne ailesi yönünden gülmemişti belki ama ahlakı, karakteri ve güzelliğinden bereketini almıştı belli ki. Bir de çakmak çakmaktı gencin gözleri. Bu yakıcı bakışlar, elâ hareler, bir zamanlar ezberine yazdığı o gözlerin bir yansımasıydı sanki. Yalnız, daha gür ve uzun kirpikleri vardı Umut'un. Belki de hatrına hayal meyal düşen o gözler de böyleydi ve Bekir unutmuştu. Emin olamadı. Çok zaman geçmişti. Düşüncelerini başından savdı. Gence odaklandı.

- Küçüklüğünden beri uzaktan da olsa seninle ilgilenmeye çalışıyorum Umut. Müdire annenden hep iyi şeyler duydum. Çok övdü seni, methetti. Zeki ve yetenekli bir gençsin maşallah. Ara sıra kulağıma çalınan aksi şeylere dikkatimi vermedim çünkü hepimiz hayatta hatalar yapıyoruz. Ama bugün ilk kez seninle yüz yüze gelmek, konuşmak istedim.

Müdire hanımın kendisinden böylee bahsettiğini duymak Umut'un gururunu okşamış ve hoşuna gitmişti. Bir yanı bu sıcaklık karşısında utanıp ne yapacağını bilemez hâle gelmişti. Sonrasında adamın kurduğu cümle ise toparlanmasına yardımcı oldu. "Okuldaki kavgayla alakalı konuşacaksanız, zahmet etmenize gerek yok. Herkes yeterince öğüt verdi," deyip müdire hanıma içinde bazı anlamlar taşıyan bir bakış attı.

- Öğüt vermeyeceğim sana. Seni yargılamak için buraya gelmedim. Sadece neler olduğunu öğrenmek istiyorum.

Hafiften bir iç çekti genç çocuk. İlle anlattıracaklardı. Başka türlü rahat yoktu anlaşılan. Hem adam da güven veriyordu biraz sanki. İyi bir ilk izlenim vermişti gence. Buna tutundu Umut. Yüreğine üşüşen hüzün, öfke ve sitem eşliğinde lafa girdi. Gözlerinin dolduğunu hissediyordu ama yeniden ağlamamak için kendisini tuttu. Üstelik başkalarının yanındaydı. Ağlamamalıydı. Güçsüz görünmek istemiyordu. Ağlamanın güçsüzlük belirtisi olduğunu ona kim söylemişti, bunu da bilmiyordu gerçi.

- Tamam. Anlatayım. Okulda bir çocuk vardı. Kendisini okulun sahibi falan sanıyor, burnu havada. Şimdiye dek her şeyine sabrettim ama bugün haddini aştı. Ben de gerekeni yaptım ve haddini bildirdim.

Müdire hanım araya girmişti. "Oğlum, kavgayla hiçbir şey çözülmez ki."

- Kusura bakma müdire anne ama üstüme üstüme geldi. Tutamadım kendimi. Ne yapsaydım? Bana herkesin içinde ne dediğinden haberin yok tabi senin. Öğrenmek ister misin! "Daha anan baban kim belli değil, seni bırakıp gitmişler. Kim bilir kimin p*çisin!" Sana bunları söyleseler alınlarını mı öperdin? Hem en acısı, belki de hakılılar! Benim annem babam kim müdire anne? Gerçekten iyi insanlar mı? İyiyse neden beni bırakmışlar? Ben kimim! Söylesene!

Gencin öfkesi ve acısı yine gün yüzüne çıkmıştı. Bu kez şahidi bu kadın ve adamdı. Müdire hanım ne diyeceğini bilememişti. Yalnızca uzanıp yanındaki on yedilik gence sıkıca sarıldı. Bu çocuğu kendi evladı gibi seviyordu. Bir başkaydı.

Bekir, içinde bir yangının harlandığını hissetti. Boğazındaki düğümü çözebildiğinde konuşmaya da mecal bulabilmişti.

- Kimsenin senin hayatın hakkında böyle yorumlar yapmasına müsaade etme ve söylenenlere aldırma Umut. Kim olduğunu da sadece ailen belirlemez. Sen kendin belirlersin. Bir insan, olmak istediği, olmak için çabaladığı ve olmayı seçtiği kişidir, oğlum. Sen, kim olmayı seçersen o olursun. Osun. Ve ben karşımda tanıdığım bir çok gence taş çıkartabilecek kadar güçlü bir sen görüyorum. Ayrıca-- babanı bilmem ama ben-- ben anneni tanıyordum. O iyi bir insandı.

Umut, karşısındaki adamın söylediklerini işitince içinin biraz olsun rahatladığını hissetti. Bekir'in söylediklerinden etkilenmişti. Özellikle de "Sen, kim olmayı seçersen o olursun," cümlesi zihninde yankı bulup durdu.

Annesine dair söylediklerini idrak ettiğindeyse küçük bir şok yaşamıştı. Heyecanla çarptı kalbi. Hep eksikliğini hissettiği o boşlukta bahar meltemleri esti ilk kez. Müdire hanımın kollarından sıyrılıp doğruldu ve yanaklarını sildi. İlk kez gözyaşlarına birileri şahit oluyordu ama umrunda değildi. Hiç de ayıp bir şey yapıyor gibi hissetmemişti. Güçsüz hissetmemişti. Aciz hissetmemişti. İyi gelmişti ağlamak ve paylaşmak. Gözlerinde umut kırıntıları vardı. Beklentiyle Bekir'in gözlerine baktı.

- Bana onu anlatır mısın? Ondan biraz bahseden misin? Nasıl biriydi? Adı neydi?

Müdire hanıma doğru bakan Bekir onaylayan bakışlarını görünce sevindi ve gencin isteğini yerine getirdi.

"Sibel..." dedi Bekir, uzun zaman sonra bu ismi zikrettiği için tuhaf hissederek. "Sibeldi ismi. Komşuyduk biz. Arkadaş sayılırdık. Kitap okumayı çok severdi. Bol bol okurdu. Öğrenmeye aşıktı. Merhametliydi. Düşünceliydi. Saygılıydı. İlgiliydi. Hiçbir şeye kör sağır kalmazdı. Sokaktaki hayvanlara her gün su ve yemek verdi. Kardeşlerine özen gösterir, onlarla oyunlar oynardı. Güleryüzlüydü. Işıl ışıl parlardı gözleri. Samimiydi. Herkes severdi onu. Hanım hanım bir kız, derlerdi. Çalışkandı. Direnirdi zorluklar karşısında. Kolay kolay pes etmezdi. Anne babası ayrıldıktan sonra başına talihsiz şeyler geldi. Hüzün çöktü üstüne. Ama yine de tebessümünü, şefkatini ve ilgisini esirgemedi kimseden. Sonra.. çok güzel tatlı yapardı. Parmaklarımızı yerdik."

Hem gözyaşlarını kuruluyor hem can kulağıyla dinliyordu Umut. Gülümsedi adamın son cümlesine. Bakışlarını bir an olsun konuşan adamın üzerinden çekemiyordu. Heyecandan yerinde duramıyordu. Yıllardır kayıp olan bir parçasına kavuşuyordu sanki. Öğrendiği her şeyi aklına kazıyor, ezberine yazıyor, hiçbirini kaçırmak istemiyordu.

- Neden bıraktı peki beni?

Umut'un sitemli ve hüzünlü sorusu kor gibi düştü Bekir'in yüreğine. Adam, yalnızca hatırlamak istediği Sibel'i anlatmıştı gence. Onun hatırlamak isteyeceği Sibel'i.

"Zorunda kaldı," dedi bir yutkunuş boğazına dizilirken. "Bazı-- bazı hastalıklarla boğuştu ve tedavi görüyordu. Sıkıntılar yaşadı. Bilinci pek yerinde değildi. Eğer yerinde olsa, sana anlattığım o merhametli, şefkatli ve sevgi dolu kadın hiç bırakabilir miydi sizi?"

"Bizi mi?" diye sordu Umut.

Bekir kırdığı potu fark edememişti o an. Müdire hanımla göz göze geldiler. Kadın rahatsızca kıpırdandı. Umut sorusunu yineledi ve bu sessizliğin altında bir sebep yattığını anladı. Yanındaki kadına döndü ve yalvaran gözlerle baktı yüzüne.

"Gerçeklerden kaçıp duramayız müdire anne. Kaldırabilirim, biliyorsun. Ne saklıyorsun benden? Neyi gizliyorsun? Niye söylemiyorsun? Lütfen müdire anne. Kardeşim mi var benim, hı? Söylesene."

Bekir ve müdire hanım yeniden göz göze geldiklerinde kadın, adamın bakışlarından bunu yapmasını istediğini anlayabiliyordu. Umut'un öğrenmeyi hak ettiğini de biliyordu. Zor da olsa paylaştı onunla.

- Evet oğlum, kardeşlerin var.

Hayal kırıklığı ve heyecanı birbirine karıştı gencin.

- Niye söylemedin ki bana hiç? Bilsem daha iyi olmaz mıydı? Bu kadar yalnız hissetmezdim belki.

Kadın, uzanıp gencin ellerini anne şefkatiyle tuttu.

- Bir ablan var, bir de ağabeyin. Önce ablan Umay verildi kurumumuza. O zamanlar görevimde yeniydim. Çok iyi hatırlıyorum. Kısa sürede evlatlık alındı. Sonra Uğur getirildi. Onu da evlatlık aldılar bir süre sonra. Hiçbiriniz burada birbirinizle denk gelmediniz. En son seni bıraktılar kucağıma. Güzel gözlüm benim... Yeni aileleri geçmişle bir bağları olsun istemedi. Yeni bir hayat kurdular. Bu yüzden söyleyemedik sana.

Canı yansa da, anladığını belirterek başını salladı Umut. Bekir'e döndü tekrar.

- Annem, o hayatta mı?

Adamın omuzlarına bir ağırlık çöktüğüne şahit oldu genç çocuk. Cevap hiçbir zaman kelimelerle dile getirilmese de apaçık ortaya konmuştu. Hüzün çöktü içine. Müdire hanıma döndü bu kez.

- Kardeşlerimi hiç mi göremem yani? Kardeşleri olduğumu söylemesem, düzenlerini bozamasam bile mi?

Kadın hafifçe iç çekti. "Bilmiyorum yavrum. Benim elimde olan şeyler değil bunlar. Ama senin için iletişime geçip ailelerine bu isteğini ileteceğim."

- Teşekkür ederim.

+ Sadece, senden bir söz vermeni istiyorum Umut.

- Ne sözü?

+ Okuluna gideceksin. Derslerini aksatmayacaksın. Ve hayallerinin peşinden koşacaksın oğlum.

- O okula gitmem demiştim, müdire anne.

Bekir araya girdi usulca. "Peki ya seni başka bir okula aldırsak Umut? Eğitimine de eğitmenlerine de güvendiğim bir okul var. Müdürü de en yakın arkadaşım. Yeni bir başlangıç yaparsın. Sana da iyi gelir belki?"

"Bilmiyorum..." diye mırıldandı genç çcuk.

- Annen, bunu isterdi...

Bekirle Umut gözgöze geldiğinde, adamın kendisini ikna etmek amacından öte, samimiyetle söylendiğini fark etti genç çocuk. Bir kaç saniyelik düşünme faslının ardından sakince, kabullenişle başını salladı. "Tamam."

- Çok sevindim. Doğru bir tercih yaptın Umut. Ben arkadaşım Adem'i arayayım, haber vereyim kayıt işlemleri için. Siz de şuanki okuluyla nakil işlemleri başlatmak için iletişime geçersiniz müdire hanım.

+ Tabi Bekir bey.

- O zaman ben müsaadenizi isteyeyim şimdilik.

Bekir ayağa kalkınca kadın ve genç de kalkmıştı. Kadın baş selamı verirken, Umut adamın elini sıkarak veda etti.

- Bekir amca, teşekkür ederim.

- Ne demek oğlum...

- Yeniden görüşürüz değil mi?

- Eğer istersen görüşürüz tabi.

- İsterim.

Gülümsedi Bekir. Minnettar bir tebessüm de gencin dudaklarına yerleşti. Adam gitti. Kadın, gence sarılıp saçlarının üzerinden öptü. Biraz daha konuştular. Ardından Umut da biraz uyuyup zihnini dinlendirmek için odasına geçti. Bugün fazlasıyla yuğun duygulara maruz kalan bedeni yorgun düşmüştü. Kısa sürede karanlığa daldı.


Bölüm : 28.07.2024 22:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...