
Helüüü, ben geldim. Nasılsınız? Neredeyse bir haftadır yoktum ama en sonunda geldim. Tiktok hesabın varsa beni jr.napolita hesabımı takip edip videolarıma destek verebilir misin?
Bu bölümde birçok sırrın kapıları açılacak. O yüzden sindirerek okumanızı tavsiye ediyorum.
Keyifli okumalar...
Bölüm Şarkıları;
Silahım Yok, Emir Can İğrek
Bunca Yıl, Dedublüman x Can Kazaz
Gömleğimin Cebi, Emir Can İğrek
🕊️
XXXIX
27 Nisan 2022 / Şırnak
Asena Eyşan Çakır, Ağzından
'Hayatta en önemli kararlar önce zihinde alınır. Ardından bir grup topluluğun var olduğu masanın ortasına bırakılır ve kenara çekilip ne olacağı izlenilir.' derdi babam.
Bir türlü kabul edemediğim, içimdeki sesin yalancı olduğunu düşündüğüm bir yalandı bu. Çünkü kararlar, en önce ruhunda yankı bulurdu. Ona önce kalbinin her hücresini teslim eder, ardından kolların sanki başkasıymış gibi hareket ederdi. Sonra her şey bir noktada donardı. O an, kararın bittiği ama her şeyin başladığı andı. Ve en zoru, o anda ne yapacağını bilmemekti.
Mantık ile kalbin arasındaki fark da aslında buna benzerdi.
Ya da direkt olarak buydu.
Bilmiyordum.
Beni geriye çeken sadece geçmiş değildi; düşüncelerimin, kararlarımın, her bir kelimenin yankıları vardı. Kafamın içinde, bir avuç ölü sesin yankısı vardı. Babam, annem, kaybettiğim o insanlar... Hepsi şimdi burada, arkamda duruyorlardı. Ve bir tek ben onların gölgesinden çıkabilmek için çırpınırken, diğer herkesin dikkatini kaybetmeye başlamıştım.
Bir karar almak, bir sonuca varmak... Her zaman çok kolaymış gibi gelirdi ama o kadar basit değildi. Ne kadar soğukkanlı olmaya çalışsam da içimdeki gerilim bana başka bir hikâye anlatıyordu. Bir adım, bir kelime, bir bakış her şeyi değiştirebilirdi. Ve ben, her şeyin değiştiği anın ortasında, kendimi kaybetmiş bir yolcuydum.
Geriye dönüp baktığımda, sadece bir dizi kararın ardında duran ben varım ama ne kadar ilerlesem de geçmişin izlerini silmek o kadar kolay olmuyordu. O anı yaşarken, geçmişin yankıları, her saniye biraz daha büyüyordu. Bir seçim yapmam gerekecek ve yapmadığım her seçim, benden bir parça alacaktı. Bunu bilmek, bir şekilde içimi daha da zor bir hale sokuyordu.
İlk defa koordinasyon merkezine bana ait olmayan bir kılıkla girecektim. Tanınma riskim fazla olduğundan dolayı Hewraman Köyü'ne, kılık değiştirerek giden, bir tek ben olacaktım. Mete, Selçuk, Çilingir, Ahmet ve Barış bana eşlik ederken Alev'de bizi İran'a götürecek o helikopteri kullanacaktı.
Üzerimde, ince ve sade bir beyaz tunik vardı. Kumaşı, çok fazla dikkat çekmeyen ama aynı zamanda zarif bir şekilde vücudumu saran bir yapıya sahipti. Kol manşetleri oldukça genişti, her hareketimde hava alırken, bedenimle uyum içinde hareket ediyordu.
Altımda, bol ve rahat bir şalvar vardı. Beyazdan biraz solmuş, koyu griye yakın bir renk. Paçaları, uzun adımlarda zemine değiyor, ama asla beni engellemiyordu ve başımda peçe vardı. Sadece gözlerim görünüyordu. Kimseye görünmeden koordinasyon merkezinin önünde durduğumda istemsizce kolumdaki saatime baktım.
21:00
27 Nisan 2022 tarihi benim için, en kötü günümdü.
Kapıyı çalmadan elimi kulpa uzatıp içeriye girdiğimde herkesin bakışları bana çevrilmişti. Kapıyı kapatıp masaya doğru ilerlediğimde Mete'nin alaycı ama bir o kadar da hayran dolu bakışlarından gözlerimi kaçırdım. Alev ile bakışlarımız kesiştiğinde kalbimin sızladığını hissettim. Biz, ne kadar uzak kalmışız aslında, farkında bile olmadan.
"Yakışmış, Güvercin." dedi, imayla. Gülümseyerek üzerine kısa bir bakış attım. Üzerindeki uçuş takımı tulumunu gördüğümde kafamı iki yana salladım.
"Sana da yakışmış havacı."
"Evet, Eyşan, al bakalım."
Selçuk'un sesiyle bakışlarım ona çevrildi. Elinde tuttuğu gri pasaportu bana uzattığında hafifçe uzandım ve dişlerimi sıkarak kalın sayfasını araladım. Tabii ki de yüzüm yoktu. Geçmişim ise hemen yanındaki bilgilerde saklıydı.
Soyadı/Surname – GUNDUZ
Adı/Name – ASENA
Doğum Tarihi/Date Of Birth – 13 EKIM 96
"İran'da olduğun süre boyunca Asena Gündüz ismini ve pasaportunu kullanacaksın. Çünkü sen bu geceden itibaren geçmişin kapısına gidiyorsun. Biz de sana eşlik edeceğiz." dedi, Selçuk.
Bakışlarımı pasaporttan çekip Mete'ye baktım. O ise bana bakmıyor ve öylece masaya kilitlenmiş bir şekilde duruyordu.
Çilingir gülerek, "Birileri seri üzgün, Çakır soyadını bu kadar çabuk bırakacağını düşünmüyordu." dediğinde Mete, göz ucuyla Çilingir'e baktı ve dudağını büküp bana da göz ucuyla baktı. Onun bu haline gülümsemeden edemediğimde gülüşümü görememiş olduğu için, kaşlarını çattı ve işaret parmağıyla peçeyi gösterdi.
"Şundan nefret ediyorum. Gülüşünü kapattı. Ne zamana kadar öylece yüzünü saklayacak?" diye sorguladığında iç çekme isteğinde bulundum ama çekemedim. Mavileri o kadar duygu yüklü bakıyordu ki hangisini seçip alacağımı şaşırmıştım. Biçimli kaşları hüzünlü bir şekilde çatıktı. Bu haline dayanamayarak ellerimi havaya kaldırdım. Yüzümü kapatan kalın kumaşın burnuma kadar kaldırdığımda ona otuz iki diş sırıttığım bir gülümseme gönderdim.
Bakışları anında dudaklarıma indiğinde gözlerindeki parıldamayı ve dudaklarındaki o gülümsemeyi asla zihnimden silemeyecektim. Gözlerini kırpıştırıp bakışlarını kaçırdı.
Bir an için işveli bir şekilde, dudaklarının arasından "Kapat kız şunu." diyerek sırıttı. Bu haline dayanamayarak kahkaha attım ve peçeyi kapattım. Peçenin altında bastırılmış gülüşüme yan bakış atıp kafasını iki yana salladığında bakışlarını bizimkilerde gezdirdi. Bir an için gözleri Selçuk'un gözlerinde kaldığında onunda ona baktığını fark ettim.
Mete, "Yavaştan yola çıkalım. Oraya vardığımızda hemen gitmeyeceğiz, değil mi?" diye sordu. Selçuk kafasını iki yana sallayıp masanın üzerindeki tablete baktı.
"Orada arkadaşımın evi var, bir günlüğüne ya da işlerimiz bitene kadar orada kalacağız. Hem ortamı güvene hem de sağlama almamız gerekli."
Mete, kafasını ağırca salladığında Çilingir, Ahmet, Barış ve Mete, oturduğu sandalyeden ayaklandı. Alev'e baktığımda ise dalgın bakışlarının gözlerimde dolandığını gördüm. Tek kaşımı sorguyla kıvırdığımda kafasını iki yana salladı ve ayağa kalktı. Gözlerimi Alev'den kaçırıp arkamı döndüm ve kapıya doğru adımladım. Mete, önüme geçip kapıyı açtığında gözlerimi kısarak ona bir bakış attım ve aralık kapıdan dışarıya çıktım.
Seri adımlarla, ben hazırlanırken hazırlatılmış uçuş pistinde bekleyen helikoptere doğru adımladık. Alev, bizden önce helikoptere yürümeye başladığında Çilingir'in Barış'a omuz attığını gördüm.
"Havalısınız ha. Herkese nasip olmaz böyle bir an."
Barış, gülerek Çilingir'e baktığında Alev ile aralarında artık bir şeyler geçtiğini fark edebilmiştim. Mete, kolaylıkla helikoptere bindiğinde tam ayağımı kaldırmıştım ki beni, koltuk altlarımdan bir çocukmuşum gibi tutup belimi sardı. Gören de bebek taşır sanacaktı!
"Yaa!" diye çemkirdiğimde herkesin güldüğünü fark ettim. Mete, beni hiç bırakmadan koltuklara doğru götürdü ve yavaşça oturtup kemerlerimi bağladı.
"Ben kendim yapamıyor muyum Mete?" diye söylendiğimde tek kaşı alaycı bir tavırla yukarıya kıvrıldı.
"Eşim olduğunu unutma diye yapıyorum yavrum. Soyadımı bir gecede atabildiğini hâlâ kaldıramıyorum." dedi ve gözlerini devirdi. Yanıma oturup kendi kemerlerini takmaya başladığında Çilingir, Ahmet ve Selçuk sırıtarak Mete'ye bakıyordu. Mete, onlara çatık kaşlarıyla bakmaya devam ettiklerinde hepsi gülmeye başladı.
"Ne gülüyorsunuz lan? Attırmayın kendinizi aşağıya!" diye bağırdığında kıkırdayarak yanağından bir makas aldım. Büyümüş gözlerle ve kaşları yukarıya kalkmış bana bakarken karşımızda oturanlar artık yoktu, kahkahalar içerisinde yaşamaya çalışıyorlardı.
Mete, en çapkın gülüşüyle gözlerime baktı ve sol elini havaya kaldırdı. Gözlerim bir anlığına yüzüğünde dolaşıp yeniden gözlerine çevrildi.
"Hanımefendi, ben evli bir adamım. Bu hareketlerinizi eğer karım görürse beni kurşuna dizer. Neden izin verdin der. Lütfen, bir daha böyle hareketler yapmayın." dedi ve yüzünü karşı tarafa çevirdi. Kıs kıs gülerken Selçuk'un gülmekten ağladığını gördüm. Çilingir'in Ahmet'in arkasına doğru bayıldığını fark ettiğimde kafamı iki yana salladım.
Biraz önce kucağına alan kimdi?
Sinsice gülümsedim.
"Karınıza iki çift lafım olacak." dediğimde Mete, tek kaşı yukarıda bana baktı. "Madem evlisiniz o zaman beni neden kucaklayarak helikoptere bindirdiniz?"
Mete'ye kal geldi.
"Yavrum."
Elimi sahte bir şaşkınlıkla peçenin üzerinden ağzıma yasladım.
"Seni pis sapık. Sen karını mı aldatıyorsun?"
Mete, gözlerini yerinden çıkartacakmışçasına devirip karşısında oturanlara baktı.
"Kapatın gözlerinizi, ikinci bir emre kadar da açmayın."
Bu sefer gerçek bir şaşkınlıkla karşımda oturanlara baktığımda hepsinin gözlerini kapattığını ve farklı yerlere baktıklarını gördüm. Mete, kemerinin izin verdiği kadar bana doğru döndü ve ellerini uzun peçenin uçlarına götürdü. Başını peçenin altından sokup ellerini yanaklarıma bastırdı. Dudaklarını dudaklarıma yasladı.
Lan!
Ne yapıyorsun lan!
Alt dudağımı çekiştirerek dişledi, iki dudağının arasına aldı. Sessiz bir şekilde sertçe emdi ve dilini üzerinde gezdirip peçenin altından çıktı. Mavilerinin geceye an be an dönüşünü izlerken gözlerindeki parıltıdaki yıldız olduğumu biliyordum. Hiçbir şey demeden dudaklarını birbirine bastırdı ve karşısındakilere baktı. Gerçekten hepsi gözleri kapalı bir şekilde öylece duruyorlardı.
"Açın gözlerinizi." dedi ve kollarını göğsünde bağlayıp Alev'e baktı.
"Yapmadın mı kontrollerini daha havacı? Ne zaman gideceğiz bu siktiğimin köyüne!" diye bağırdığında Barış'ın boğazını temizlediğini fark ettim. Tek kaşıyla Mete'ye baktığında Mete, kaşlarını çattı.
"O tek kaşını münasip bir yerine sokarım Barış."
Barış'ın tek kaşı anında sönerken Alev, kontrollü bir şekilde helikopteri havalandırdı. Barış'ın gövdesi kemerinin izin verdiği yere kadar çevrildi ve dudaklarındaki büyük bir tebessümle Alev'i izlemeye başladı. Mete, Barış'ın Alev'e bakışlarını gördüğünde sol dudağında minik bir tebessüm oldu.
Kırk beş dakikalık, sessiz geçen bir yolculuk sonunda İran sahasına giriş yaptığımızda helikopter durmuştu. Alev, kontrollerini tamamladığında oturduğu yerden bize doğru geldi ve Mete'ye baktı.
"Bir daha ben kontrol yaparken sakın Barış'a sesini yükseltme, yoksa geri dönerken paraşütle inmek zorunda kalırsın!" diye çemkirdiğinde kapıyı açtı ve aşağıya indi. Mete, büyümüş gözleriyle Barış'a bakarken Barış, hayran bakan bakışlarıyla Alev'in arkasından bakıyordu.
"O neydi lan?" diyen Çilingir ile Barış kıkırdayarak kemerlerini çözdü.
"Gelecekteki karım ve asaleti."
Mete, gözlerini devirerek kemerini çözdüğünde bana doğru döndü. Kemerlerimi çözüp elimi tuttu ve helikopterden inmeme yardımcı oldu. Helikopterden indiğimizde Selçuk ve Çilingir, kenarda duran, yüzü peçe ile kapatılmış bir adamın elindeki anahtarı aldı. Selçuk, sağıma geçtiğinde Mete, solumda duruyordu. Siyah, büyük bir transit araca doğru ilerlediğimizde Çilingir, elindeki anahtarı Ahmet'e attı. Transit'e doluştuğumuzda ise Selçuk, ona gideceğimiz yerin adresini söylüyordu.
Selçuk, arabanın içindeki kırmızı rengindeki bir çantayı önüme çekti ve fermuarlarını açtı. İçinden siyah bir silah çıkarttığında namlunun ucunu yere doğru doğrulttu. Şarjörü çıkartıp kontrol ederken Çilingir, anlamamışçasına ona bakıyordu.
"Bu nereden geldi?" diye sorduğunda Selçuk'un bakışları silahtan ayrılmamıştı.
"Şırnak'tan teçhizat getiremezdik. O yüzden buradan temin ettim." dedi ve şarjörü takıp sürgüyü çekti. Namluyu aşağıda tutarak bana uzattı.
"Al bakalım, güvenlik kilidin açık kalsın."
Mete, gülümseyerek uzanamadığım silaha uzandı ve bana verdi. Silahı alıp belime taktığımda Selçuk, yeniden çantaya baktı.
"Herkes için birer tane var." dedi ve dediği gibi herkesin silahını kontrol edip silahlarını dağıttı. Ardından Mete'ye bakıp arkasına yaslandı.
"Ne duyarsan ve ne konuşulursa konuşulsun sakin oluyorsun. Eyşan, an itibariyle Asena Gündüz gibi davranmak zorunda. Karşımıza neyin çıkacağını bilmiyoruz."
Mete'nin bakışları Selçuk'un gözlerinde takılı kaldığında benimkiler Mete'de takılı kalmıştı. Kafasını ağırca salladığında alt dudağını dişledi ve bakışlarını Çilingir'e çevirdi.
"Bizim de kılıklarımızı değiştirmemiz gerekmez miydi?" diye sorduğunda Çilingir, kafasını iki yana salladı.
"Hayır. Aksine kılık değiştirirsek anlaşılırız."
Mete, yeniden kafasını salladığında arabanın yavaşladığını ve durduğunu hissettim. Çilingir, transitin sürgülü kapısını açtığında Selçuk ile birlikte aşağıya indiler. Alev ve Barış aşağıya indiklerinde Mete'de kenara çekilip benim inmem için beklemişti. Sakince torak zemine adım attığım an peşimden inmişti. Mavi bakışları her an bir şey olabilirmişçesine etrafı kesiyordu.
Karşımızdaki iki katlı bir binaya yürüdüğümüzde Selçuk, bir anahtar çıkartıp kapıyı açtı. Kaşlarım çatılı bir şekilde içeriye doluştuğumuzda bakışlarım salonda gezindi. Salon, özenle temizlenmişti; havada hafif sabun ve ahşap cilasının karışımı bir koku vardı. Duvarlar, kırık beyaz renge boyanmıştı ve ışık, pencerelere çekilmiş ince krem rengi perdelerden yumuşak bir şekilde süzülüyordu.
Odanın ortasında, koyu ceviz renginde dikdörtgen bir masa vardı. Üzerinde yalnızca birkaç bardak ve katlanmış bir gazete duruyordu. Masanın çevresindeki sandalyeler takım halindeydi, ahşap detayları ve deri kaplamalarıyla eski ama şık bir hava veriyordu.
Sağ köşede, açık gri renkte bir koltuk ve önünde küçük bir sehpa vardı. Sehpanın üzerinde bir vazo içinde taze çiçekler duruyordu, hafif ama belli belirsiz bir lavanta kokusu yayılıyordu. Ahşap zemin tertemizdi, her adımda gıcırdamayan, sağlam bir yüzey hissettiriyordu.
Salonun köşesinde, kitaplarla dolu bir raf gözüme çarptı. Kitaplar düzenli sıralanmıştı, sanki buraya giren herkesin görmesini istedikleri bir şeymiş gibi. Odanın genel havası samimi ama mesafeliydi; fazla kişisel eşyalar yoktu, ancak buranın sıradan bir yer olmadığı belliydi.
Selçuk'un yüzündeki belirsiz gülümsemeyle bana bakışını yakaladığımda içimde hafif bir gerilim hissettim. "Sana bir sürprizim var, Asena."
Mutfaktan gülümseyerek çıkan kişiyle yüzümdeki peçeye rağmen gülümsedim.
"Yok artık!" diye bağırdığımda Selçuk gülerek ona doğru ilerledi ve kolunu omzuna attı.
Gülerek "Var artık!" diye bağırdığında yüzümdeki peçeyi açtım. Selçuk, sağ eliyle Orkun'u gösterdi.
"Orkun Yel, kendisi Strateji ve İstihbarat biriminden. Ankara'dayken benim devremdi. Hepinizi tanır ama siz onu tanımazsın, Çilingir hariç."
Çilingir'de gülümseyerek Orkun'a yaklaştığında Orkun, gülümseyerek Çilingir'e elini uzattı.
"N'aber Bora?" diye sorduğunda Çilingir, uzattığı elini sıktı.
"Gölge olmaya devam be Orkun, sen?"
Orkun, gülümseyerek Mete'ye baktığında Mete'nin dudaklarında küçük bir tebessüm vardı ama gözlerinde ise okuyamadığım bir bakış vardı. Duygularını kamufle ediyordu ama nedenini bilmiyordum.
"Sen Mete olmalısın?" dediğinde Mete, kafasını salladı. Orkun, burukça gülümsedi.
"Namını çok duydum, özellikle Hekimoğlu zamanında."
Mete'nin dudağındaki tebessüm durdu ama tek kaşı yükseldi. Orkun, eliyle koltukları gösterdi.
"Ayakta kaldık buyurun."
Kafamdaki peçeyi çıkartıp kenara bıraktığımda kendimi koltuğa bıraktım. Mete'de yanıma oturduğunda Ahmet ve Çilingir sağdaki koltuğa oturmuştu. Selçuk ve Orkun tam karşımıza kurulurken, Alev ve Barış sol taraftaki koltuğa çökmüştü. Bakışlarım sehpanın ortasındaki sürahiye takıldığında Mete, öne uzandı ve tersi çevrilmiş temiz bardağı döndürüp içine su doldurdu. Sürahiyi bıraktığında bardağı alıp bana uzattı. Gülümseyerek bardağı aldığımda "Teşekkür ederim." dedim ve suyu yavaşça bitirdim.
Bardağı geri verdiğimde bakışları yüzümde gezindi.
"Bir bardakta içmek ister misin?"
Kafamı iki yana salladığımda bardağı bırakıp arkasına yaslandı ve ellerini kucağında kenetleyip Selçuk'a baktı. Orkun, yüzündeki tebessümü kaybedip bakışlarını bana çevirdi.
"Vurulan çocuk nasıl oldu?"
Deniz'den haberi mi vardı?
Tek kaşımı kaldırdığım sıra Selçuk'un bakışları bana çevrildi.
"O gün sana bahsettiğim kaynağım Orkun'du. Caner ile birlikte yeraltında buluştuk."
Yeraltı, eskiden benim kurduğum bir buluşma, sığınak ve hareket merkeziydi. Kaşlarım yukarıya doğru kıvrıldığında şaşkınlıkla kafamı sola doğru hafifçe eğdim.
"Bana niye haber vermedin? Anahtarını verirdim en azından." deyip kızgınlıkla kafamı iki yana salladım. Selçuk, gözlerini devirip Orkun'a baktığında Orkun, kollarını göğsünde bağladı.
"Ani gelişti, ben söyledim orada buluşmak istediğimi." dediğinde gözlerimi devirip kafamı iki yana salladım.
"Neyse olan olmuş." dediğimde Orkun, sehpanın çekmecesine uzandı. Çekmeceyi açıp küçük bir defter çıkarttığında iç çekerek yanağımın içini dişledim. Geçmişimle yüzleşmeye hazırdım. Orkun, defter ile birlikte arkasına yaslandığında bacak bacak üstüne attı ve defterin sayfalarını araladı. Bakışları herkesin yüzünde gezindi ve en son Mete ile benim yüzümde kaldı. Daha çok Mete'ye bakıyordu.
"Eşin tehdit ediliyor."
Orkun'un sözleri odanın içinde yankılandı. Hiç kimse şaşkınlık belirtisi göstermedi. Zaten biliyorduk. Yanımda Mete, derin bir nefes alıp yavaşça verdi. Elleri hâlâ kucağında kenetliydi ama artık sadece sabırla bekleyen biri gibi değil, patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
"Bize bildiğimiz şeyleri tekrar anlatmanın bir anlamı yok." dedim, gözlerimi Orkun'a sabitleyerek. "Senin ekleyeceğin ne var?"
Orkun, kısa bir an duraksadı. Elindeki küçük defteri sehpanın üzerine bırakırken ifadesi ciddileşti. "Tehdit sadece size yönelik değil. Sizi koruduğunu düşündüğünüz sınırlar artık yok."
İçimdeki huzursuzluk büyüdü. Mete başını kaldırıp doğrudan Orkun'a baktı.
"Sınırlarımızın olmadığını zaten biliyoruz." diye karşılık verdi. "Ama bu, bizi korkutacak bir şey değil. Eğer yeni bir şey söylemeyeceksen zamanımızı harcama."
Orkun başını iki yana salladı. "Hâlâ anlamıyorsun." dedi, sesinde sabırla karışık bir ağırlık vardı. "Sizi koruyan sınırların olmadığını kabul ettiniz ama düşmanlarınızın da artık sınırları yok. Bu bir tehdit değil, bir gerçek. Artık her şey herkes için mümkün."
Odanın sessizliği boğucu bir hâl almıştı. Barış, kaşlarını çatmış, sessizce Orkun'u izliyordu. Alev derin bir nefes aldı ama hiçbir şey söylemedi.
Mete gözlerini kısıp Orkun'a daha dikkatlice baktı. "Bizi hedef alan yeni bir şey mi var?"
Orkun, elini defterin üzerine koyup başını eğdi. "Siz farkına varmadan başlamış olan bir şey."
Kalbim istemsizce hızlandı. Mete'nin elinin farkında olmadan bana biraz daha yaklaştığını hissettim.
Gözlerimi Orkun'dan ayırmadan nefes aldım. İçimde yükselen huzursuzluk, artık katlanması zor bir ağırlığa dönüşmüştü. "Açık konuş, Orkun." Sesim gereğinden fazla sert çıkmıştı ama umurumda değildi.
Orkun, deftere hafifçe dokundu, sonra başını kaldırıp gözlerini doğrudan bana dikti. "O adamın oğluna güvenmeyin."
Mete'nin gürültülü bir iç çektiğini duyduğumda ona baktım. Kenetli ellerini çözüp dizlerinin üzerine koydu. Mavilerinin ateşle harlandığını hissettiğimde bakışları gözlerime döndü ve işaret parmağını havaya yükseltti.
"Eğer tehlikeliyse seni asla bu işe karıştırmam dedim, değil dedin. Ne planlıyorsun, kafanda neler dönüyor?" diye sorguladığında gözlerindeki ateşin bir an için beni yakacağını düşündüm. Harlı bir sinirin yüklendiğini ve usulca işlendiğini izledim. Bir an için gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında dudaklarını içe doğru kıvırdı ve kafasını iki yana salladı.
"Sen, aslında buraya sadece Zafir için gelmedin. Bize izlettiğin o videoyu halka dağıtmak için geldin."
Anlamıştı ya da öyle zannediyordu, belki de öyle düşündürmüştüm.
Gözlerini açtığında ateş püskürten bakışları gözlerimde gezindi. Kafamı ağırca salladığımda alt dudağını sertçe dişledi. Söylemek istediği cümleler vardı bunun bilincindeydim ve söylememek için kendini sıkıyordu.
Selçuk, "Mete, bunu yapması gerekiyor." dediğinde dişlerini alt dudağından çekip Selçuk'a baktı.
"Bunu yapması demek bütün okların bir anda Asena Gündüz'e çevrilmesi anlamına geliyor!" diyerek bağırdığında Selçuk, kaşlarını çattı.
"İstediğin kadar bağır ama eğer bunu yapmazsa Elias Farouq, bir nefes kadar ensesinde olacak."
Mete, öne eğilip sol dirseğini sol dizine yasladı ve sağ eliyle yüzünü sıvazladı. Birkaç saniye sonra sağ elini yüzünden çekip elini sorgularcasına açtı.
"Ne yapmamı istiyorsun Selçuk benden?"
Selçuk da Mete gibi dirseklerini dizlerine koyup öne eğildi ve kaşlarını çattı.
"Öncelikle Eyşan'ın ve Asena Gündüz'ün arasındaki farkı iyice görmen gerekiyor Mete. Asena on altı yaşından iki sene öncesine kadar Asena Gündüz'dü ve başına gelen her şey, aldığı her karar Asena Gündüz olarak tarihe geçti. Önce bir bunu anla. Ardından biraz sakin olmayı dene. Çünkü şu anki sinirin bu işi çözemez."
Mete, derin bir nefes alıp arkasına yaslandığında bakışları beni buldu. Kafasını iki yana sallayıp yeniden Selçuk'a baktığında kaşlarını hafifçe çattı.
"Selçuk, Eyşan hamile ve risk taşıyor. Sende bunu anla, olur mu?"
Selçuk, gözlerini kapatıp derin bir nefes verdiğinde arkasına yaslandı ve gözlerini açtı.
"Neler hissettiğini ve düşündüğünü en iyi ben anlarım ama bak," eliyle oturanları gösterdi, "hepimiz buradayız Mete." Kafasını iki yana salladı. "O görüntüleri halka yayınlamak zorunda, o adamın oğluyla konuşmak zorunda."
Mete, kafasını iki yana salladı. Tek kaşı imalı bir şekilde yukarıya kıvrıldığında kollarını göğsünde bağladı.
"Ya o adamın oğlu, Elias Farouq'un için çalışıyorsa?" dedi ve Çilingir'e baktı, kafasını eğip kaldırdı. Çilingir, elini kabanının iç cebine sokup içinden bir USB bellek çıkarttığında Mete'nin bakışları Selçuk'a çevrildi.
"Eyşan'ın zihninden geçenleri okuyamam ama neler planladığını anlayacak kadar akıllıyım." Orkun'a döndü. "O defterde neler yazdığını da çok iyi biliyorum."
Şaşkınlıkla Mete'ye baktığımda bakışları bana çevrildi.
"Özür dilerim ama bazen benim de kim olduğumu unutuyorsun. Sen nasıl Asena Gündüz'e sahipsen bende Mert diye bir geçmişin ismini taşıyorum," Selçuk'a baktı, "her ne kadar zorunda kalmış olsam da."
Çilingir, ayağa kalkıp nereden çıktığını bilmediğim küçük bir laptopun kapağını araladı ve elindeki belleği takıp herkesin görebileceği şekilde çevirdi. Hiç tanımadığım, üzerinde takım elbisesi olan bir adam, elleri kenetli bir şekilde oturuyordu. Masasına yasladığı ellerinin altındaki dosyalara bakıp bakışlarını kameraya çevirdi.
"Merhaba, sesim geliyor mu?"
Mete, oturduğu yerden dikleşti ve hafifçe kameraya el salladı. Adam, Mete'yi gördüğünde gülümsedi.
"Geliyor Caffar. Nasılsın, kusura bakma seni rahatsız ettik?"
Caffar diye seslendiği adam kafasını iki yana salladı.
"Ne kusuru komutanım, estağfurullah. Emirleriniz benim için önemlidir."
Mete, ağırca kafasını salladı ve Ahmet'e bakıp yeniden Caffar'a baktı.
"Bugün bana anlattıklarının aynısını bir de buradaki insanlara anlat." dedi ve arkasına yaslandı. Kollarını göğsünde bağladığında bakışları bana çevrildi. Öylesine yüzümde gözlerini dolandırıp yeniden ekrana döndü. Ekrandaki adam, ellerini çözüp masanın üzerindeki dosyayı önüne çekti.
"Orkun Yel," dediğinde Orkun, çatık kaşlarıyla ekrana baktı ve arkasından Mete'ye bakıp yeniden ekrana döndü. "Selçuk Ege Turalı tarafından saat 10:45 sularında arandı ve yeri soruldu. Orkun Yel, İran'da olduğunu söylediğinde Selçuk Ege Turalı, bugün içerisinde İran'a geçebileceklerini ve Asena Eyşan Çakır'ın Şaho Pîrzad'ın ailesi ile konuşacağını söyledi."
Artık herkes çatık kaşlarıyla hem Mete'ye hem de Caffar diye hitap ettiği adama bakıyordu.
"Fakat, Şaho Pîrzad'ın öldüğünü ve oğlunu araştırması gerektiğini de söyledi. Orkun Yel, araştırma yaptı ve bunun sonucunda tıpkı Bünyamin Boraç Arınlı gibi, Reşo Pîrzad'ın, yani oğlunun da Elias Farouq için çalıştığını öğrendi. Kaç seneden beri onunla çalıştığını, elinde tuttukları bilgilerin ne olduğunu, aslında babasının bildiklerini alıp Elias Farouq'a anlattığını biliyor."
Mete, kafasını ağırca salladı.
"Başka bir şey var mı?"
Caffar, kafasını salladı.
"Evet, zamanında Şaho Pîrzad denilen adamın neler bulduğunu da öğrendim ve şu an dosyasını elimde tutuyorum. İstersen, Çilingir'in bağladığı belleğe yüklemesini yapabilirim."
"Olur Caffar, sağ ol."
Caffar'ın yüzünde bir aydınlanma olduğunda kafasını iki yana salladı.
"Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana."
Mete, gülümseyerek Çilingir'e baktığında Çilingir, USB belleği çıkartıp görüntünün kapanmasına sebep oldu. Laptopun kapağını kapattığında Selçuk, Mete'ye baktı.
"Sen, Orkun'u ve beni mi takip ettiriyordun?"
Mete, sanki her şeyden haberi varmışçasına tüm rahatlığıyla bacak bacak üstüne attı ve kolunu omzuma attı.
"Caner'in ikizim olduğunu unutuyorsun?" dedi ve gülümseyerek bana döndü. Çok geçmeden gözlerindeki kırgınlıkla bana baktığında dudaklarındaki gülümseme silindi.
"Seni herkesten daha iyi tanıdığımı, aklından sen söylemesen de ya da sana çaktırmasam da nelerin geçtiğini çok iyi ama çok iyi anlayabiliyorum. Ben yıllarca seni aradım hatun. Bunu söylemekten de asla çekinmem ve utanmam. Ben seni Eyşan Boduroğlu olarak değil, Asiye Çavdar sayesinde Asena Gündüz olarak aradım. Tamam, kabul ediyorum Akçakale'ye neden çağırıldığımı ilk zamanlar bilmiyordum ama Asena Gündüz'ün sonradan neler yaptığını ayrıntılı bir şekilde öğrendim."
Dudaklarımın aralandığını fark ettiğinde hiç gocunmadan sağ elinin işaret parmağıyla çenemi yukarıya doğru ittirdi. Dudaklarım kapandığında kaşları hafifçe çatıldı.
"Sen düşünüyor musun ki senin namın tüm doğuya ve hududa yayıldığında benim hiçbir şeyden haberim olmayacağını?" tek kaşını kaldırıp kafasını iki yana salladı. "Dedin ya bu zamana kadar Bozkurt'u izlediniz, şimdi Güvercin'e bakalım aslında kimmiş tarzında," kafasını yeniden iki yana salladı, "ben buraya keyfimden gelmedim."
Çenesini yukarıya kaldırıp gözlerimin içine derince baktı.
"Ben buraya senin geçmişini silmeye geldim hatun. Sen hiçbir şey yapmadan arkana yaslanacaksın ve ben, yarın tüm izlerini kendi ellerimle yok edeceğim."
Mete, gerçekten bunu yapabilir miydi? Benim geçmişte bıraktığım izlerimi cidden silebilir miydi? Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde Mete'nin elini yanağımda hissettim.
"Dökme o incini, benimde canımı acıtma. Ben seni, senden daha iyi okudum sadece." dedi ve alaycı bir şekilde kıkırdadı. "Sen, seni sevmenin kolay olduğunu mu sanıyorsun hatun, dile kolay on dokuz sene boyunca peşinden koşturdun beni?"
Çilingir'in ve Barış'ın kahkaha attığını duyduğumda gözlerimi kırpıştırıp onlara baktım. Çilingir, kafasını iki yana salladı.
"Valla benim içinde kolay olmadı yenge. Geliyor gidiyor, Asena diyordu. Ömrümü yediği yetmedi, şimdi de gelmiş geliyor gidiyor Eyşan'da Eyşan." Mete'ye baktı. "Yeter be adam." diye çemkirdiğinde dolu gözlerimle Mete'ye bakmaya devam ettim. Mete, kahkaha atarak bana baktığında dudaklarını alnıma bastırıp geri çekildi. Bakışları Selçuk'a çevrildiğinde gözlerini kıstı.
"Seninle de sonra ayrıca konuşacağım, Ege." Kaşlarını kaldırıp imalı bir şekilde kafasını salladığında Selçuk, sinsice ama hoşuna gitmiş şekilde tebessüm etti. "Konuşalım bakalım, Bozkurt."
Mete, gülümseyerek kafasını iki yana salladığında bakışlarını Orkun'a çevirdi.
"Kusura bakma ama seni dinletmek zorundaydım. Caner bana söylediğinde ilk önce sana güvenmedim. Ardından senin hakkında ufak çaplı bir araştırma yaptım. Gerçekten dediğin kişi olduğunu anladığımda ve Selçuk'un bir şeyler karıştırdığını hissettiğimde dinlettirmeye başladım."
Orkun, yan gözüyle Selçuk'a baktı.
"Cidden mi?" dedi ve yeniden Mete'ye baktı. "Bozkurt'a geçmiş olabilirsin ama sevdiklerine karşı davranışların ve sorgucu tavrın hâlâ Hekimoğlu'yu andırıyor MMÇ."
Mete, gülümseyerek kafasını salladı.
"Öyle. Her ne kadar Bozkurt'un ruhunu taşıdığımı anlasam da içimde bir yerlerdeki Hekimoğlu'nun sorgucu tutumuyla yaşıyorum."
Orkun, gülerek kafasını iki yana salladı ve bana baktı.
"Neden Hekimoğlu diyorlardı biliyor musun?"
Kafamı iki yana salladığımda Mete'ye baktım. Mete, gözlerini kaçırıp Çilingir'e baktığında yeniden Orkun'a baktım.
"Hekimoğlu, Narin'in değirmene geldiğini gördüğünde ona âşık olmuş. Mete'de siz ilk ona gittiğinizde âşık olmuş. Çocukluk aşkı."
Kıkırdayarak Mete'ye baktığımda kızarmaya başlayan kulaklarına baktım. Mete, boğazını temizleyerek Orkun'a ve Selçuk'a baktı.
"Her neyse konuyu değiştirmeyin." dedi ve kolunu omzumdan çekip bakışlarını bizimkilerde gezdirdi. "Barış ve Alev yarın bu evde, Eyşan ile birlikte kalacak. Ben, Çilingir, Ahmet, Selçuk ve Orkun ile birlikte konsolosluğa gideceğiz. Orada da biraz önce konuştuğunuz kişi yani Caffar bizi karşılayacak. Oraya gittiğimizde de ne olacağını göreceksiniz."
Kaşlarımı çatıp Mete'ye baktım.
"Ben niye gelmiyorum?" diye sorduğumda Mete'nin bakışları bana çevrildi. Gülmek ve gülmemek arasında kalırken kendini tutamadan alaycı bir şekilde gülümsedi.
"Hatun ikizler seni çok mu yoruyor ya? Biraz önce dediğim şeyi hemen unuttun mu?" diye dalga geçtiğinde dirseğimi sertçe karnına gömdüm. Sahte bir şekilde karnını tutarak yana devrildiğinde herkesin kahkahaları kulaklarımda çınlıyordu.
"Hanım hanım, insan kocasına vurur mu?" diye gülerek doğrulduğunda kolunu omzuma yaslayıp beni kendine doğru çekti. Sol bileğinde saate bakıp bakışlarını Orkun'a çevirdi.
"Peki biz nerede yatabiliriz?" diye gülerek sorduğunda Orkun, şaşkınlıkla kafasını iki yana salladı.
"Dört tane oda var. Birisine yerleşebilirsiniz." dediğinde bakışlarım Alev ve Barış'a çevrildi. Barış, Alev sanki kaçacakmışçasına elini sımsıkı tutmuş ve asla bırakmamıştı. Kıkırdayarak Alev'e baktığımda Alev'in bana baktığını fark ettim. İmayla kaşlarımı kaldırdığım sırada Mete, beni yavaşça koltuktan kaldırıp elimi tuttu. Önümüze Orkun geçtiğinde yukarıya çıkan merdivenleri gösterdi.
"En sondaki sağdaki odada kalabilirsiniz. Çift kişilik."
Mete ile yukarıya çıkıp dediği odaya girdiğimizde bakışlarım odanın içerisinde gezindi. Düzenli, sade ve banyosu olduğunu düşündüğüm bir odaydı. Mete, kapıyı kilitleyip bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerimi kısarak ona baktım. O ise gözlerinin arkasındaki kırgınlıkla bana bakmaya devam etti.
"Bana söylemeliydin." dediğinde gülümseyerek parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna sardım. Parmaklarımla ensesindeki saçları okşarken ellerini belime koyduğunu hissettim.
"Ama söyleseydim buraya gelemezdim."
Mavi gözleri titreşti.
"Gelmen bir şeyi değiştirmeyecekti ki yavrum. Ben seni buraya gözümün önünde ol diye getirdim. Yoksa senden önce gelecektim buraya." dedi ve ellerini belimden çekti. "Ayrıca huylanıyorum yapma şunu." diye fısıldayıp bileklerimden tuttu, ensesinden ellerimi çekti. Kıkırdayarak ona baktığım sıra üzerindeki kabanı çıkartıp üzerindeki kazağı ense kısmından tutarak üzerinden çıkarttı. Altındaki pantolonu çıkartıp boxerı ile yorganın altına girdiğinde içimdeki kıpırtıyla üzerimi çıkarttım.
Mete'nin sırtını benden tarafa döndüğünü fark ettiğimde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Benim koca adamım, sanırım bana darılmıştı. Yalnızca iç çamaşırlarım ve çoraplarımla kaldığımda çoraplarımı da çıkarttım ve yorganın altına girdim. Ayaklarımı Mete'nin bacaklarına yasladığımda irkilerek bacaklarını çekti.
"Ayakların buz gibi." diye kısık sesle inlediğinde kıkırdayarak yeniden bacaklarına yasladım.
İç çekerek "Isıtanımız yok ki?" diye söylendiğimde ofladığını işittim. Mete'nin oflaması, beni daha da eğlendirdi. Kaşlarımı hafifçe kaldırarak ona yanaştım, sırtı hâlâ bana dönüktü ama vücudunun hafifçe gerildiğini hissettim. Gözlerimi devirdim, bir eli yorganın kenarına sıkıca tutunmuştu.
"Ee, sen kocamsın," dedim alayla. "Beni sıcak tutmak gibi bir görevin yok mu?"
Bir an sessizlik oldu, Mete hiç kıpırdamadı ama onun bu sessizliği beni daha da cesaretlendirdi. Ayaklarımı tekrar bacaklarına dokundurup hafifçe sürdüm. Yorganın altında hareket edişimi hissedebiliyordum ve onun nefesinin belli belirsiz değiştiğini de.
"Eyşan," dedi, sesi uykulu ama hafif gergindi. "Uyuyacağım."
Kıkırdadım, dudaklarımı büzüp başımı biraz daha omzuna yaklaştırdım. "Ben de ama önce biraz eğlenmek istiyorum," dedim, parmak uçlarımla sırtına hafifçe dokunarak.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu, hâlâ bana dönmemekte kararlıydı.
"Dokunuyorum," dedim umursamazca. "Evlendik, değil mi? Karı koca olduk. Yani, artık dokunabilirim. Hatta daha fazlasını da yapabilirim."
Bunu söylerken ellerimi yavaşça beline kaydırdım, parmaklarımın hafif baskısını hissetmesini istiyordum. Tepki vermedi ama sırt kaslarının nasıl gerildiğini fark ettim.
Mete'nin sabrını sınamak, onu kendi sınırlarının ötesine taşımak eğlenceliydi. Üzerinde bir kontrolüm olduğunu bilmek bana tarifsiz bir haz veriyordu. Eğilerek dudaklarımı boynuna yaklaştırdım, nefesimi hissettirdiğim anda omuzlarının bir anlık titrediğini fark ettim.
"Ben uyuyorum, Eyşan," diye mırıldandı, ama sesindeki o sertlik kaybolmuştu.
Gülümseyerek başımı yana eğdim. "Sen uyuyabilirsin ama ben sıkıldım," dedim yavaşça. "Ve biliyorsun, sıkıldığımda işler biraz değişir."
Bu sefer dayanamayıp yatağı sarsarak bana doğru döndü, gözleri biraz mahmur ama içinde gizli bir parıltı vardı. Dudaklarımı hafifçe ısırıp ona baktım, ne kadar ileri gideceğimi merak ettiğini görebiliyordum.
Mete'nin bakışları gözlerime kilitlendiğinde içimde zafer dolu bir kıpırtı hissettim. Onun sabrını tüketmenin, inatçılığını kırmanın verdiği keyfi seviyordum. Dudaklarımın kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı, başımı yana eğerek onu biraz daha kışkırtmaya karar verdim.
"Ne oldu, uyumuyor muydun?" diye sordum masumca, elim yavaşça göğsüne kayarken. Kaslarının hafifçe gerildiğini hissedebiliyordum ama beni durdurmadı.
Mete gözlerini kıstı, ama içinde yanan kıvılcımı görebiliyordum. "Hatun," diye uyardı, sesi biraz daha derinden ve kısık bir tona bürünmüştü.
O kadar kolay pes etmeye niyetim yoktu. Avcumun içiyle göğsünden aşağı süzülürken, başımı hafifçe kaldırıp dudağımın ucuyla boynuna dokundum. Onun nefesi anında değişti ama yine de tepki vermemekte inat ediyordu.
"Ne oldu?" diye fısıldadım. "Yoksa benimle uğraşmaya cesaretin yok mu, kocacığım?"
Gözlerindeki parıltı aniden alev aldı. Ellerini belime koyup aniden beni kendine çektiğinde kahkaham boğazımda düğümlendi. Nefesi sıcak ve tehlikeliydi ama asıl tehlikeli olan bakışlarıydı.
"Seninle uğraşmaya cesaretim mi yok?" diye tekrarladı, sesi tehditkâr bir alayla doluydu. Başını hafifçe eğip dudaklarını tam çene hizama getirdi. "Beni sınamak istiyorsan, sonucu göze alman gerek."
İçim titredi ama asla geri adım atacak biri değildim. Elleri hala belimdeyken kendimi iyice ona yasladım, nefesimiz birbirine karıştı.
"Sonuçlardan korkmuyorum," dedim meydan okuyarak. "Asıl soru şu... ya sen korkuyorsan?"
Mete'nin gözleri kısıldı, çenesini hafifçe sıktığını fark ettim. Sonra aniden, hiç beklemediğim bir hızla beni sırtüstü yatağa yatırdı ve üstüme kapanarak beni esir aldı. Plank yaparmışçasına, üzerime ağırlığını vermeden durduğunda yatağın içine gömüldüğümü hissettim. Geniş sırtının üzerine gerilmiş yorganın üzerime düşen gölgesi, onun yüzünü daha net görmeme neden oluyordu.
Mete'nin gözleri beni deli ediyordu. İçinde yanıp sönen ateşi görebiliyordum ama hâlâ kontrolü elinde tutmaya çalışıyordu. Üzerime kapanmıştı ama dokunmuyordu, kaslarını sıkmış, kendini tutuyordu.
Beni bu kadar çıldırtan şey tam olarak buydu işte. Onun kendine hâkim olma çabası.
"Bu kadar yakın olup bana dokunmamak büyük irade gerektiriyor." diye fısıldadım, sesimde meydan okuyan bir sıcaklık vardı. Ellerim yavaşça ensesinden kayarak omuzlarına indi. Kaslarının gerginliğini hissedebiliyordum.
Mete başını biraz yana eğdi, dudakları neredeyse yanağıma değiyordu ama yine de dokunmuyordu. Nefesi tenimi yakarken içimde sabırsız bir kıpırtı hissettim.
"Benim irademi sorgulamak tehlikelidir, karıcığım," dedi kısık bir sesle.
Gözlerimi kısarak dudaklarıma sinsice bir gülümseme yerleştirdim. "Tehlikeli şeyleri severim," diye mırıldandım. Ellerim göğsünden aşağı kayarken onun nefesi anlık olarak hızlandı. "Özellikle de seninle ilgili olanları."
Mete'nin çenesi hafifçe sıkıldı. Sol koluna ağırlığını verirken sağ elini sutyenimin içine soktu, başparmağı çıplak tenimde tembelce bir çizgi çizerken kaslarının gerildiğini hissedebiliyordum.
"Oynadığın oyunun farkında mısın, karıcığım?" dedi, sesi tehditkâr bir alay taşıyordu.
Kıkırdadım. "Seninle olduğum sürece kaybetmeyeceğimi biliyorum."
Bu sözlerimi duyar duymaz gözlerindeki alev parladı. Aniden, beklemediğim bir hızla belimi kavrayıp beni ters çevirdi. Şimdi yüzüstü yatıyordum, ellerim yatağı tutarken Mete arkamdan eğildi, nefesi boynumun hemen yanındaydı.
"Beni kışkırtıyorsun," diye fısıldadı.
Başımı hafifçe çevirdim, dudaklarımızın arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı. "Bu kadar zaman mı aldı fark etmen?" diye meydan okudum.
Mete güldü. Düşündüğümden daha karanlık ve doluydu bu kahkaha. "Beni gerçekten kayıtsız bırakabileceğini mi sandın?"
İçimde kıpırdanan heyecanı saklamaya çalışmadım. Başımı hafifçe kaldırıp boynumu ona sundum. "Bunu test etmek ister misin?"
Mete birkaç saniye hareketsiz kaldı. Sonra sıcak nefesi boynuma indiğinde içimdeki tüm ipler koptu. Mete'nin dudakları tenime değdiği an, tüm vücudumda bir sıcaklık dalgası yayıldı. Boynuma kondurduğu ilk dokunuş dikkatlice ölçülmüş, tehlikeli bir sabrın ürünüydü. Ama ben sabır istemiyordum.
Parmaklarımı yatağa bastırarak hafifçe kıpırdandım. "Bu muydu yani?" diye fısıldadım, nefesim kesik kesikti. "Senin meşhur iradenden geriye sadece bu mu kaldı, hayatım?"
Bunu söyler söylemez üzerime daha da kapandı, vücudunu hissettiğimde dudaklarımı ısırmam gerekti. Elleri belimde sertleşti, başparmakları tenime baskı yaparak sınırları zorlamaya başladı.
"Ne kadar ileri gidebileceğimi görmek istiyorsun, değil mi?" dedi, sesi koyulaşmıştı. "Ama unutma hayatım, bu oyunu başlatan sen olabilirsin ama bitiren her zaman ben olurum."
Gözlerimi kapattım, nefesim hızlandı. Bu kelimeler içimde deli bir kıvılcım çaktırmıştı ama asla pes etmeyecektim.
Ellerimi geriye attım, parmaklarımı saçlarının arasına geçirerek onu daha da yaklaştırdım. "Bitir bakalım," dedim meydan okuyarak. "Yapabilecek misin, gerçekten görelim."
Mete bir saniye boyunca sessiz kaldı. Gözlerimin içine baktı, içinde fırtınalar kopan o mavilikte beni boğmaya yetecek bir derinlik vardı. Sonra aniden ellerini belimden kaydırıp beni tekrar sırtüstü çevirdi.
Bu kez aramızda hiçbir mesafe bırakmadı. Nefesim onun nefesine karışırken gözlerini kısıp hafifçe gülümsedi.
(+21)ARTIK BURADA NELERİN GEÇTİĞİNİ ANLATMAMA GEREK OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM. BİR SONRAKİ İŞARETLİ YERE GEÇEBİLİRSİNİZ, OKUMAK İSTEMEYEN VARSA(+21)
Mete'nin gözleri karanlık bir okyanus gibi üzerime çöktüğünde, içimde yükselen kıpırtıyı bastırmaya çalışmadım. Ellerini bacaklarımın içine koyup araladı. Gözleri gözlerimden bir saniye bile ayrılmazken bana yaklaştı, elleri kasıklarıma sürtüldü. Belimi kavradığında büyümüş boxerından bile belli olan erkekliğini, iç çamaşırıma sürttü. İçimdeki meydan okuma yerini tamamen başka bir heyecana bıraktı.
Parmak uçlarımı ensesinden aşağı kaydırarak "Hadi," diye fısıldadım. "göster bana, kim bitiriyormuş bu oyunu?"
Mete'nin yüzüne yayılan gülümseme, zafer doluydu. Bir elini yüzüme getirdi, başparmağı dudağıma hafifçe dokundu. "Önce seni biraz bekleteceğim," dedi alçak bir sesle. "Beni böyle kışkırtmanın cezası olmalı."
Kıkırdadım. "Senin cezaların bana ödül gibi geliyor, haberin var mı?"
Mete başını yana eğdi, dudakları neredeyse yanağıma değdi ama yine de dokunmadı. "O zaman henüz doğru cezayı vermemişim demektir," diye fısıldadı.
Ellerim sırtına kayarken parmaklarım tırnaklarımla hafifçe bastırdım. "Beni daha fazla sabırsızlandırırsan, cezayı ben veririm," dedim meydan okuyarak.
Mete bu sefer gülmedi. Gözleri ciddileşti, elini belimden sıyırıp uyluğuma kaydırdı ve beni sertçe kendine çekti. Vajinama baskı uygulayan varlığı artık taş gibiydi. Yüzüme vuran sert nefesi gözlerimin bir an için bulanıklaşmasına neden olmuştu.
"Deneyelim mi?" diye sordu, sesi koyu bir tehdit ve sabırsız bir bekleyişin karışımıydı.
İçimde yanıp sönen ateşle, "Deneyelim," dedim. Parmaklarımı çaktırmadan boxerına götürdüğümde kabaran erkekliğine tırnaklarımı bastırdım. İşte o an, sabrının tamamen tükendiğini hissettim. Üzerime ağırlığını vermeden eğildiğinde aramızdaki tüm mesafeyi yok etti. Nefeslerimiz birbirine karıştı, kalp atışlarımız aynı ritmi paylaştı. Dudaklarıma sert bir şekilde yapıştığında kısık bir sesle inledim ve öpüşlerine karşılık vermeye başladım.
Dudaklarımın üzerindeki dudakları hem hırçınlığı hem de sükuneti dengelemeye çalışıyordu. Isırdığı an dilini gezdirip bir özür maiyetinde küçük öpücükler konduruyordu, ardından ise o yeri bir kere daha ısırıp hırçınlığını gösteriyordu.
Parmaklarını ne ara çıplak kaldığını fark edemediğim vajinamda hissettiğimde inlemem, dudaklarının arasından kayboldu. Laciverte bulanmış gözlerindeki şefkat ve tutku karışımı kalçamı daha fazla eline doğru itmeme neden olmuştu. Alt dudağımı emip çekiştirirken penisinin parmaklarımın yerini aldığını fark ettim.
"Bir şey olmaz değil mi?" diye fısıldayarak sorguladığında kafamı iki yana salladım.
"Belli bir aya kadar sağlıklı."
Dudaklarından dökülen hırıltılı bir şekilde nefesiyle dudaklarını iyice araladı ve dudaklarıma bastırdı. Sanki sonmuşçasına birbirimizi tüketmeye başladığımızda dudaklarını kısa bir süre sonra, bir an için durdurdu. Dirseklerini kollarımın altından yatağa bastırdı, plank yapar gibi yükseldiğinde ağırca içime girmeye çalıştı. Dudaklarımızın arasında bıraktığımız küçük inlemelerimiz ile soluklarımızın da karıştığını hissettim. Mete'nin titreyen ve kasılan bedeninden kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum. Alnında beliren ter tanecikleriyle seğiren damarı, beni daha fazlası için teşvik ediyordu.
Mete, "Yavaş, bekle yavaş." diye sanki kendi kendine konuşurmuşçasına dudaklarımın arasına üfledi. Kalçamı kaldırıp ona yardımcı olmak için hareketlendiğimde yerinde doğruldu ve dizlerinin üzerine kalkıp kalçalarımı kavradı. İnleyeceğimi anladığımda sağ elimle dudaklarımın üzerini kapattım. Mete, vücudunda beliren damarlarla ve kaslarıyla kendini kastığını belli ediyordu. Alt dudağını ısırıp kalçasını oynattığında daha fazla içime gömüldüğünü hissettim.
Durduğunda gözlerime bakıp kafasını eğdi.
Boğuk bir sesle "Devam edeyim mi?" sordu.
Kafamı sallayıp bacaklarımı iyice araladığımda avuçlarımdaki kalçalarını hafifçe sıktı ve kalçasını yavaşça oynatmaya başladı. Alt dudağını kanatacak raddede dişlediğinde sol elimi hızlıca dudaklarına götürdüm. Alt dudağını dişlerinin arasından kurtardığımda kafasını iki yana salladı ve içimden çıkıp yüz üstü döndürdü.
"Dizlerinin üzerinde dur, ellerini de yatağa koy." diye arzuyla fısıldadığında hızla dizlerimin üzerinde durdum. Kalçalarımda hissettiğim dudakları yüzümü yastığa yaslamama neden olduğunda kalçalarımı iyice ona doğru yükselttim. Dudaklarının yerini elleri aldığında basenlerime doğru avuçlarını yasladı ve ağırca içime girdi.
"Acımıyor Mete, hızlı davranabilirsin. Ağırlığını verme sadece yeter." diye boğuk bir şekilde söylendiğimde hırlamalı soluğunu işittim. Kalçasını hızlandırdığını fark ettiğimde kafamı yastığa yaslayıp gördüğüm görüntüyle kaşlarımı çattım.
"Yaa!" diye hafifçe fısıldadım, "soksana hepsini içime." diye tısladığımda basenlerimi sıktı.
"Karnına gelir olmaz."
Gözlerimi devirip kalçamı ona doğru ittirdiğimde yüzümü yatağa bastırıp inledim. Mete, kasılarak içimde kaldığında penisini derinlerimde hissedebiliyordum.
Yine içimde hareket etmeden bekledi.
"Devam etsene Mete." diye ağlamaklı bir soluk bıraktığımda "Eyşan," diye fısıldadı, sesinde öfke vardı. Basenlerimi sıkarak hızını arttırdığında aldığım zevk paha biçilemezdi. "Bana kafayı yedirteceksin Eyşan." diye dişlerinin arasından soludu. Kökünün kalçama çarptığını hissettiğimde içimde kasıldığını hissettim. Bir an için hızlanmış ritimleri, yeniden yavaş bir hızda tekrar etmeye başladığında yastığı ısırıp kalçalarımı oynatmaya başladım.
Üfleyen ses tonuyla "Yavaş hayatım, yavaş." diye tısladığında gözlerimi geriye doğru kastım. Bu böyle olmayacaktı. Yastığı dişlerimin arasından kurtarıp sağa doğru baktım.
"Çık. Çıksana bir." diye fısıldadım. Hızlı bir şekilde çıktığında koltuk altlarımdan tutup beni kendine çevirdi. Ellerini yüzüme koyduğunda ürkmüş gözlerle yüzümü süzdü.
"Canın mı acıdı?"
Gülerek dudaklarına yapıştığımda ellerimi kollarına koydum ve kendime doğru çektim. "Yatağa otur, sırtını yasla, kucağına geleceğim." diye komut verdiğimde gözlerini devirip sırtını yatak başlığına yasladı. Ellerimi omuzlarına koyup ona istekle baktığımda mavilerindeki korkunun ağırca dağıldığını fark ettim. Kucağına yavaşça yerleştiğimde kalçalarımı kaldırıp yeniden içime girdi. Çatılan kaşlarıyla dudaklarını birbirine bastırdı. Omuzlarına tutunarak onu içime almaya başladığımda dudaklarımı dişleyip hızlandım. Mete, kasılarak alnını omzuma yasladığında "Canımı almaya garezin mi var?" diye güçlükle konuştuğunda kıkırdayarak üzerinde zıplamaya başladım.
Ellerini kalçama koyup kendini ittirmemek için beni yönlendirdi. Bir anda kendimi yatakta sırt üstü pozisyonunda bulduğumda ellerini başımın iki yanına koyup sertçe kendini içime ittirdi. İnlememek için yeniden elimi dudaklarıma örttüğümde dizlerinin üzerinde, kalçalarını hızla hareket ettirmeye başladı. Dudaklarını sıkmaktan burun delikleri genişleyip duruyordu. Yeniden üzerime eğildiğinde plank pozisyonuna geçti ve yalnızca kalçasını hızlı ritimlerle oynatmaya devam etti.
Dudağımdaki elimi çekmemi istiyormuşçasına öptüğünde elimi çektim. Dudaklarını yalayıp dudaklarını dudaklarıma yasladığında hızla öpüşlerine karşılık vermeye başladım. Birbirimizi susamışçasına ve sanki hiç görmemişçesine öpmeye başladığımızda içimdeki varlığının daha da büyüdüğünü hissettim.
Dudaklarımın içine uzatarak "Hatun, hatun." diye fısıldadığında kafasını iki yana salladı. "Beni deli ediyorsun hatun, bir tek senin için var olan bedenimi yok etmek istiyorsun," dişlerini sıktı, "hatun!"
Titrek soluklarını bırakarak öfkeyle soluduğunda başımı geriye doğru attım. İçimdeki varlığı sanki kalbimi durduracak kadar güçlüydü ama bir o kadar beni ona muhtaç bırakacak kadar bağımlılık yaratıcıydı. Mete'nin nefeslerini boynumda ve çenemde hissederken kalçalarımı çevirdim.
"Eyşan," diyerek öfkeyle soluduğunda yüzünü boynumdan çıkartıp hemen başımın yanındaki yastığa bastırdı. Yüzümü ona doğru çevirdiğimde yastığı ısırıp boğukça inlediğinde ritimleri arttı. Dudağıma yasladığım elime bıraktığım kesik inlemelerimle sona yaklaştığımı hissediyordum. İçimde kasılan penisin daha da büyüdüğünü hissettiğimde hızını arttırdı. Şişen pazıları, üzerime ağırlığını vermek istemiyormuşçasına titremeye başladığında yeniden dudaklarının arasına aldığı yastığa boğukça inledi.
Sona yaklaştığım anda köklerini vajinama yaslayıp durdu. İçime dolan sıvıyla seğirerek kaldı. Titreyen bedenini güçlükle hareket ettirip kendini yana attığında, rahatlamış ve kızarmış yüzüne bakarak kıkırdadım.
DEVAM EDEBİLİRSİNİZ.
Mete, yan gözüyle bana bakıp kafasını iki yana salladığında ısırdığı alt dudağını yalayıp yeniden dişledi. Birkaç dakika yükselip alçalan gövdesini kontrol altına aldı. Bana doğru dönüp sağ elini şakağına yaslayıp yukarıdan yüzümü izledi. Gözlerindeki parıltıyla yüzümün her bir noktasına dokunurken damağını şaklattı.
"Ne yapacağız biz senin bu cengâver halinle?"
Sol omzumu kaldırıp indirdiğimde bakışları omzuma çevrilip yeniden gözlerime yükseldi.
"Hoşuna gitmediğini söyleyemezsin." diye fısıldadım.
Gözlerindeki parıldama, şefkatli bir şükrana çevrildiğinde gözleri şöyle bir yüzümde gezindi. Ardından dudaklarında büyük bir tebessüm oluştu.
"Ne hoşuna gitmesi hatun, ölürüm lan sana." dedi ve elini şakağından çekip alnıma derin bir nefes alarak bir öpücük bıraktı. Yine derin bir nefes çekerek burnumun ucuna da öpücük bıraktığında gülümseyerek gözlerime baktı.
"Canım, kanım, kadınım." dedi ve gözlerimin kapanmasını sağlayıp her ikisine de narin bir öpücük bıraktı. "Karım." Yeniden alnımı öpüp doğruldu ve yataktan kalkıp banyo olduğunu düşündüğüm kapıyı açtı. İçeriye bakınıp yeniden yatağa geldi ve göğsümdeki sutyene sırıtarak baktı.
"Ana sutyeni unutmuşuz, gözümden kaçmış." dedi ve gülerek sağ kolunu dizlerimin arkasından geçirdi. Gülerek doğrulup beni kucağına almasına izin verdiğimde banyoya doğru yürüdü.
💞
Yazar, Ağzından
Yansın, Çağan Şengül & Emre Aydın
Her yara, ardında bir iz bırakır.
Bazıları zamanla silikleşir, bazıları ise ne kadar geçerse geçsin, ilk günkü kadar tazedir. Eyşan'ın yaraları da böyleydi. Bazıları sadece bedenindeydi; iyileşmiş, kabuk bağlamış, belki hafif bir acıyla hatırlatan izlerdi. Ama bazıları... Onları ne zaman hissetse nefesi daralıyor, göğsüne görünmez bir ağırlık çöküyordu.
Onu en çok değiştiren yara hangisiydi? İlkini hatırlıyordu... Çocukken dizlerini kanattığında annesi ellerini şefkatle tutar, "Geçecek kızım, iz bile kalmayacak," derdi. O zaman inanmıştı ama büyüdükçe, bazı yaraların geçmediğini, izlerin bazen en derinlerde kaldığını öğrendi.
Eyşan, yanında uyuyakalmış Mete'yi izlerken yüzünü yavaşça Mete'nin sıcak, çıplak göğsüne yasladı. Mete, uyku sersemliğiyle kollarının arasındaki kadına sıkıca sarılıp derin bir nefes verdiğinde Eyşan, gözlerini kapattı.
Zamanında yara almış iki insan, birbirlerine olan bağlılıklarıyla uykuya dalarken salonda oturan Çilingir, sessizliğiyle kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde, öylece tavana bakıyordu. Kulağını kabartan adım seslerini işittiğinde kafasını yasladığı yerden kaldırdı ve yüzünü karanlığa doğru çevirdi.
"Uyumadın mı sen?" diye fısıldayan Selçuk'u gördüğünde kafasını belli belirsiz salladı ve yeniden önüne döndü.
"Uyku tutmadı." diyerek küçük bir açıklama yaptığında Selçuk, sağdaki tekli koltuğa oturup arkasına yaslandı. Çilingir, ona baktığında tek kaşını kaldırdı.
"Sen niye uyumadın."
Selçuk, omzunu silkti.
"Uyku tutmadı."
Çilingir, yüzünü ifadesizliğe gömüp yeniden tavana bakmaya devam etti. Komodinin üzerindeki saatten yayılan, saniye çubuğunun tık sesi salondaki tek gürültüydü. Bir süre sonra sessizliğe dayanamayan Çilingir'in dudakları ağırca aralandı.
"Babam şehit olduğunda ben henüz üç yaşındaymışım. Annem ise ben Milli Savunma Sınavını kazandığım gün vefat etti. Annemin beni ölmeden önce son emanet ettiği kişi abimdi. Abim benden üç yaş büyüktü, Ahmet ile aynı yaştalar, belki de o yüzden iyi anlaşmışlardı."
Selçuk, Çilingir'e baktığında Çilingir, derin bir nefes aldı.
"İki sene boyunca Harbiyeli olarak takıldım. Ardından sarmadı, bende gittim bölüm değiştirdim. Suikast ekibi diye bir şey varmış ona başvurdum. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın alt kollarındanmış, bilmiyordum. Bir gece yarısı telefonum çaldı, sabahta üniversite sınavına gireceğim he. Her neyse, o telefonu açtım. Duyduğum tek şey şuydu: 'Üniversite sınavın bittiği andan itibaren hayatın kararacak. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.' cümleleriydi."
Çilingir'in dudaklarında büyük bir tebessüm olduğunda Selçuk'ta gözlerini kaçırarak gülümsedi.
"Gerçekten sınavım bittikten sonra hayatım karardı. Suikast birimine atandım. Kimliğimi elimden aldılar. Asıl ismim Bora Yalaz Arınlı, biliyorsun, daha önceden söylemiştim. Çilingir olduktan ve sınav sonucum sonrası Ankara'da, Mete ve Caner ile tanıştım. Barış'ta vardı tabii ki," kıkırdadı, "kokarca."
Çilingir, gözlerinin önüne gelmişçesine gözlerini kapattı ve kıkırdayarak kafasını iki yana salladı. "Lakabını da eğitimlerde lağım çukuruna düşüp durduğu için almış." dedi ve elini dudaklarına gerip seslice güldü. Selçuk, bu bilgiyle kaşlarını kaldırarak güldüğünde Çilingir, yeniden kollarını göğsünde bağladı.
"Uzun zaman sonra, Alparslan Çakır, herkesi toplayacak bir tim oluşturdu. Liderimiz Mete oldu. Mete okul birincisiydi, her alanda ama bütün alan diyorum bak, çok iyiydi. Başarılı bir öğrencilik hayatı geçti. Bizimkilerde iyiydi ama hiçbirimiz onun kadar olamadık fakat her birimizin de farklı yetenekleri vardı."
Bacak bacak üstüne atıp omuzlarını rahat bıraktı.
"Mesela Caner, eskiden atışları kötü olmasına rağmen çok iyi bir keskin nişancı oldu. Barış, taklitçimizdi. Saha görevlerine hep önce o giderdi. Takımın çapkınıydı ki sonradan durulmuş. Neyse bunu dediğimi duymasın." Kıkırdayarak Selçuk'a baktı, ardından sehpaya odaklandı. Yüzündeki mutlu tebessüm mimikleri ağırca silindi.
"Büb," dedi ve sustu. Burnunu çekip boynunu kütlettiğinde kaşları çatıldı. "Bünyamin Boraç Arınlı, bomba tahrip uzmanıydı."
Sağ bacağını sol bacağından kaldırıp dirseklerini dizlerine yasladı. Bakışları sehpanın üzerinde soluklanıyordu.
"Ben ve Zafir ise kimliksiz bir şekilde, o time atanmış Suikast Ekibi'nin parçalarıydık. Yüzbaşıydım, İstihbarat ve Taktiksel Yönlendirme. Ölüm anonsçusu derlerdi bana. Ölümü çağıran, kapıyı açan. Zafir ise rüzgârdı. Tutmak zordu kendisini ve ayrıca çevirmendi. On beş tane dil biliyor."
Çilingir, kaşları çatık bir şekilde ellerine bakarken kafasını iki yana salladı.
"Zafir öldü olarak gösterildikten sonra bir mezar açıldı ve gerçekten biz abimi o mezara gömdük." dediği an dudaklarında acının bir tebessümü oldu. "Tâ 2017'de ölmüş biri için neden kalbim ağrıyıp duruyor, bilmiyorum."
Sol gözünden akan yaşı silmedi.
"Babam, vatana ihanet edenler yüzünden şehit olmuş, Bozkır Timi'ndeyken. Annem, eğer yaşıyor olsaydı abim yine de bize ihanet eder miydi?"
Bu sefer de sağ gözünden bir yaş aktı. Selçuk, kaşları yukarıda bir şekilde suskunca ağlayan Çilingir'i izledi.
Sesi giderek çatallaşmaya başladı. "Ona olan duygularım 2017'de onunla toprağa gömülmüştü. Karşımdaki insanın ne bok olduğunu biliyordum. Mete, onu bıçakladığında ya da ağzının içine bir kurşun sıktığımda canım acımadı." dedi ve Selçuk'a baktı.
"Peki şimdi neden canım acıyor?" deyip kafasını sorarcasına iki yana salladı. Selçuk'un bir şey diyemeden yüzünü çevirmesiyle Çilingir, burnunu çekti ve bakışlarını kaçırdı.
"Ahmet'ten dolayı." dedi ve yüzünü yere eğdi. "2017'den beri hain olmamasına rağmen hainmiş gibi anılması," dişlerini sıktı ve gözlerini sıkıca yumdu, "Bünyamin'in hain olması canımı acıtıyor," kafasını iki yana salladı, "gözü kapalı canımı vereceğim kardeşimin karısına sıktığı o kurşun yüzünden canım acıyor." Kapalı gözlerinden yaşlar yerdeki parkeye damladı.
Sesi boğuklaştı.
Hıçkırarak "O kadının yüzüne bakarken ben utanıyorum. Onların yanında olmak bile istemiyorum. Zamanında o kadının babası benim babamın can yoldaşıymış. Mete'nin babası, benim babamın can yoldaşıymış. Benim babam şehit olduğunda onların babaları sırtlamış bedenini. Ya benim abim yüzünden Mete can yoldaşını kaybetseydi, ben nasıl yaşardım, nasıl nefes alırdım?" dedi.
Merdivenlerin başında oturan Ahmet ve Mete, hıçkırıkları kaçmasın diye ellerini ağızlarına yasladı. Kızaran yüzleriyle Çilingir'e bakarken Selçuk'un kaşları çatıldı ve yüzünü sola doğru çevirdi. Islanmış yanaklarıyla onları fark ettiğinde Mete, işaret parmağını elinin üzerine götürdü ve kafasını iki yana salladı. Ağırca oturdukları yerden kalkıp Çilingir'e duyurmadan kalkıp gittiklerinde Çilingir, onları gerçekten duymamıştı.
Selçuk, yeniden Çilingir'e döndüğünde kafasını iki yana salladı.
"Eyşan'a yardım et o zaman." dediğinde Çilingir, sorarcasına Selçuk'a baktı.
"Mete'yi canın pahasına korumaya devam et. Mete'nin yaşaması, Eyşan için en büyük hediye olur." dedi ve ağırca oturduğu yerden kalkıp merdivenleri tırmanmaya başladı.
Mete, Eyşan'ın uyuduğu odaya girip sırtını kapıya yasladığında elini ağzına yaslayıp kafasını iki yana salladı. Gözünden akan yaşlarla karısını izlerken yere çöktü ve kollarını bir çocukmuşçasına bacaklarının etrafına sardı. Aralı kalmış dudaklarından titrek nefesler alıp verirken gözleri karısının yüzünden hiç ayrılmıyordu. Yüzündeki acının mimikleri, gözlerinden akan yaşlarla sarmalanıyordu.
Her yaranın bir hikâyesi vardı.
İşte bu yüzden her yara, bir iz bırakırdı.
Bazıları zamanla silikleşir, bazıları ise ne kadar geçerse geçsin, ilk günkü kadar taze kalırdı.
🪶
28 Nisan 2022 / Hewraman Köyü, İran
Mete Mert Çakır, Ağzından
"Neden geçmiyor?"
Ruhumun koridorlarında yankılanan sorunun bana ait olduğunu fark ettim. Kapıya yaklaştıkça ses giderek artmıştı. Aralıktan içeriye girdiğimde kendi siluetimi gördüm. Etrafa sıçramış suların ortasında kalmıştı ve ellerini yıkıyordu. Ona doğru ilerlemeye devam ettiğimde lavabonun beyazlığını kaybetmesine neden olmuş kanları gördüm.
Siluetim, elindeki sabunu sertçe avuçlarının içine bastırıyordu. Yüzü buruşuk bir şekilde dudaklarını kıpırdatıyordu. Mavi gözlerinden akan her bir damla yaşın sanki tenimde varlığını hissedebiliyordum. Musluktan akan suyun altındaki elinden sürekli kanlar akıyordu. Rengi, uzun zaman geçmesine rağmen hâlâ keskinliğini koruyordu.
"Lanet olsun!"
Bu an, Bünyamin'i öldürdüğüm güne aitti.
Gördüğüm rüyanın, bilinçaltımdan bir kesit olması, beni yeniden uykusuz bir gecenin kollarına bırakmıştı. Eyşan, uyuyakaldıktan sonra yanından kalkıp üzerime kendi kıyafetlerimi giymiştim. Odadan sessizce çıktığımda merdivenlerde oturan Ahmet'in yanına sakince çökmüş ve Çilingir'in gülme sesiyle konuşmasını dinlemeye başlamıştım. Bir süre sonra acı gerçekler yüzümüze vurulduğunda kendimi yeniden odaya atmıştım.
Çilingir, abisi yüzünden acı çekiyordu.
Ben ise yaşadığım ve ortasına düştüğüm, ortasına düşürdüğüm herkes için ağlamıştım. Sabahın ilk ışıklarıyla kendimi salona attığımda öylece koltukta oturuyordum. İçimdeki Bozkurt sessizdi ama zihnimde bir yılan vardı. Geçmişin en kirli oyunlarına şahit olan bir yılan, düşünce yılanı.
Ruhumun derinliklerinde, dört duvar içinde yaşattığım Bozkurt güvendeydi ve yılan ona ulaşamazdı. Ağzındaki zehir, gücünü arttırdı aniden yolunu değiştirdi. Zikzak çekerek yerde kıvrılan yılan, geçmişe doğru ilerlemeye başladı. Geçmişte birikmiş kanın kokusu yılanı cezbediyordu.
"Mete?"
Birden yılan, düşüncelerimi bölen sese tıslayıp geriye doğru kaçtı. Son bir kez kafasını kaldırıp bana baktı. Dilindeki zehir, kehribar gözlerine kaymıştı. Gözlerindeki hırsla birlikte ruhumu terk etti ve ben bakışlarımı onu kaçıran Çilingir'e çevirdim.
"Efendim?"
Eli kucağımdaki ellerimin üzerine değdiğinde gözlerimi kırpıştırdım.
"Parmaklarını sıkmaya biraz daha devam edersen kıracaksın."
Parmaklarımı sıktığımın bilincinde değildim.
Çilingir, karşımdaki koltuğa çöktüğünde dik tutmaya çalıştığı omuzlarını biraz daha gerdi ve kehribarlarını bir taş misali gözlerime devirdi.
"Caffar'ı aradım, biraz önce. Ne zaman çıkıyoruz?"
Eyşan'ın Asena Gündüz isminden sonsuza kadar kurtulması için bugüne kadar olan tüm dosyaların silinmesi gerekti ama onu silmek demek, askeri hayatını bitirebilirdi. O yüzden mantıklı kararlar almam gerekliydi.
Kollarımı göğsümde bağlayıp çenemi dikleştirdim.
"Askeri izleri silmeden bunu başarabilir miyiz?" diye sorguladığımda kafasını salladı.
"Göstermelik bir kâğıt ile tüm izleri sileriz. Sanki daha önce hiç Asena Gündüz olmamış gibi yapabiliriz. Adı, sanki Asena Eyşan Boduroğlu'ymuş olarak yazıldı diye gösteririz."
Kafamı ağırca salladığımda merdivendeki adım seslerine dikkat kesildim. Bakışlarım Çilingir'in şişmiş gözlerinden ayrılıp merdivene çevrildiğinde Eyşan'ın gülümseyerek bize yaklaştığını gördüm. Dudaklarımda, ne zaman oluştuğunu fark etmediğim bir çekilmeyi hissettiğimde yanıma oturup arkasına yaslandı.
"Günaydın." diyerek selamlamasını yaptığında ona doğru döndüm. En son bıraktığımda rahatça ve sessiz(!) bir şekilde uyuyordu.
"Uyusaydın biraz daha?" diye söylendiğimde kafasını iki yana salladı.
"Migrenim tutar, fazla uyumam iyi olmaz."
Alnına eğilip küçük bir buse kondurduğumda Selçuk'un sesini işittim.
"Bu ne abicim ya sabah sabah mıç mıç?"
Kıkırdayarak geri çekildiğimde Eyşan'ın kaşları çatıldı.
"Sana be?" diye çemkirdiğinde gülerek Selçuk'a baktım. Selçuk'un göz ucuyla Çilingir'e baktığını fark ettiğimde arkama yaslanıp Çilingir'e baktım. Bir tebessümü vardı ama bakışları kaçmıştı. İçli bir nefes alıp gözlerimi kaçırdığım sıra ayağa kalkıp ellerimi ceplerime soktum. Eyşan'a döndüm.
"Barış ve Alev uyandı, mutfakta kahvaltı hazırlıyorlar. Kahvaltınızı edin, aç bırakma kendini."
Eyşan, kafasını salladığında ayağa kalktı ve mutfağa doğru ilerleyecekken sol elimi cebimden çıkartıp koluna uzandım. Bakışlarım Çilingir, Ahmet, Selçuk ve Orkun'a çevrildiğinde kabanlarını alıp kapıya doğru yaklaştılar. Evden çıktıklarında sağ elimi cebimden çıkarttım ve ellerimi yanaklarına yükselttim.
"Kendine ve ikizlerimize dikkat et yavrum." gözlerimi kıstım "Tamam mı? Aklım sende kalmasın." Alnından öpüp geri çekilmeden yanaklarına nefes çekerek öpücüklerimi kondurdum. Eyşan, kıkırdayarak gülümsediğinde gülüşüne büyük bir öpücük kondurup ellerimi yanaklarından çektim.
"Sizde dikkat edin, aklım sende kalmasın."
Gülümseyerek kafamı salladım ve koltuğun üzerindeki kabanımı alıp üzerime giydim. Kapıya doğru ilerleyip evden çıktığımda kapının önüne çekilen pikaba baktım. Arka kapısı aralandığında arabaya binip kapıyı kapattım. Orkun, aracı çalıştırıp gaza bastığında Selçuk, omzunun üzerinden bana baktı.
"Oraya gittiğimizde ne yapmayı düşünüyorsun?"
Boğazımı temizledim.
"Eyşan'ın yani Asena Gündüz'ün geçtiği tüm kanlı dosyaların üzeri kapanacak şekilde her yerden sildireceğiz. Sadece rütbelerinin olduğu görevler ve ödül sahibi olduğu dosyalarda da adı Asena Eyşan Boduroğlu olarak değiştirilecek."
Kafasını salladı.
"Çok mantıklı ve artık evli olduğu için de bundan sonraki dosyalarda, senin soyadınla var olacak."
Kafamı salladım.
"Aynen öyle."
Selçuk gülümseyerek önüne döndüğünde bakışlarımı sola çevirdim ve Ahmet ile Çilingir'e baktım.
"Konsolosluğa gitmemizin bir diğer sebebi de Ahmet'in artık gizlenecek bir şeyi kalmaması."
Ahmet'in gözleri bana çevrildiğinde gülümseyerek ona bakmaya devam ettim.
"Caffar, senin de dosyalarını ayıkladı ve ortaya çıkarttı."
Ahmet, şaşırarak bana bakmaya devam ettiğinde Selçuk'un bana döndüğünü hissettim.
"Bunların hepsini nasıl hallettin bir günde?" diye sorduğunda ona bakarak gülümsememi sildim "Bir gün olduğunu kim söyledi?" çenemi havaya kaldırdım.
"Eran Bağrı'nın peşindeyiz. Bu kişi örgütün ideolojik liderlerinden biri. Ve Miran, Eran'ı tüm bu kargaşayı bir arada tutmak için kullanıyor."
Ekip üyeleri arasında bir gerginlik başladı. Barkın gözlerini kısıp, "Eran Bağrı mı? O adam çok güçlü. Neredeyse hiç iz bırakmıyor." dedi ama gözleri hem kararlı hem de tedirgindi.
"Bu yüzden plan yaptım." dedi Eyşan. "Onu tuzağa düşürmek için yeni bir kimlik edineceğim. Karşılarına çıkacağım. Beni öldürecekler yani öldürdüklerini düşünecekler ve öylece ortadan kaybolacağım ama ölmeyeceğim."
Anlattığım cümlelerden sonra Selçuk'un kaşları yukarıya tırmandı.
"Oha, sen o günden beri mi bu planı yapıyorsun?"
Kaşlarımı çattım.
"Daha bitmedi bekle."
"Osman üsteğmenim, Ayda Gündüz uyanmış, size haber vermem emredildi."
Osman, kafasını salladığında ayağa kalktım. O gece zaten ayrı bir geceydi. Silah sesini duyup dışarıya nasıl fırladığımı bile hatırlamıyordum. Kalbimde yaşayan korku, hiç ensemi bırakmıyordu. Osman ile birlikte sıhhiyeye vardığımızda, ortamı dolduran steril koku ve tıbbi cihazların mekanik sesi bizi karşıladı.
Alperen, kız kardeşinin yanına oturmuş elini tutuyordu. Ayda'nın bakışları bir anlığına bize çevrildiğinde gözlerimi Eyşan'ın yüzüne çevirdim. Dudaklarında içten bir tebessüm vardı ama sanki içi kanıyor gibiydi. Yanına yaklaşıp öylece bakışlarımı kaçırdım. Bana baktığını hissettiğimde Alperen'e döndüm.
"Geçmiş olsun." diye söylendiğimde hafifçe gülümsedi ve kız kardeşine döndü.
"Evet, güzelim anlat bakalım. O gece ne oldu?" diye mırıldandığında ellerimi ceplerime sokup kafamı sola hafifçe eğdim. Ayda, titreyen gözlerini Alperen'in gözlerine mıhladı. Korktuğunu önce gözleriyle belirtti ardından cümlelerini bulmuşçasına söylendi.
"Sana sürpriz yapacaktım. Okulumun biteceğini ama sınavı veremediğimi biliyordun. O sınavı verdiğimde sana söylemedim ve buraya geldim. Kapının önünde, uzakta köpeği olan bir adam vardı. Herhalde, köpeğini gezdiriyor diye düşündüm ama bir ıslık sesi oldu. Askerlerle konuşuyordum o sırada ve birden vurdu beni." diye bir açıklama yaptığında kaşlarımı çattım.
"Adamın yüzünü ya da köpeğin cinsini görebildin mi?" diye sorguladığımda bana bakıp kafasını iki yana salladı.
"Karanlıktı."
Anlayışla kafamı sallayıp bakışlarımı yere indirdim. Cebimdeki telefonun ritmik sesiyle elimi cebimden telefon ile birlikte çıkarttım.
H.Ç
Dilim istemsizce arkamdaki dişe saplanırken aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma yasladım ve kapıya doğru yürüdüm.
"Efendim?"
"Alo, oğlum nasılsın?"
"Aynı." diye bir sözcük koptu zihnimden. Bir süre sessizlik sardı iki telefon arasını. Sessizliğin ardından annemin sesi tekrar duyuldu. Yumuşak ve endişeli bir tını vardı tonunda, sanki sesindeki her titreşim, kilometrelerce ötedeki bir yarayı iyileştirmek için çabalıyordu.
"Oğlum, sesin yorgun geliyor. Bir şey mi oldu?"
Bir an duraksadım. Ne söylenirdi ki?
Ayda'nın başına gelenleri mi anlatmalıydım, Eyşan'ın yapmak istediği şeyin içimde bıraktığı boşluğu mu, yoksa Miran'ın üstümüzde kara bir bulut gibi dolaşan tehdidini mi?
"Yarın akşam saat 20:00'de sana geleceğim." diye mırıldandım.
Annemi bir an için duraksatan bu cevabım, bana sanki onun zihnindeki tüm düşünceleri karıştırmış gibi geldi. Sesindeki endişenin yerini, hafif bir şaşkınlık almıştı.
"Yarın mı? Oğlum, her şey yolunda mı?"
"Yolunda değil ama girecek." diye yanıtladım, sesimde bir güven telkini yaratmaya çalışarak ama içimdeki dalgalanmalar o kadar büyüktü ki, söylediklerim bile kulağıma sahte geliyordu.
Annemin sesi bir kez daha duyuldu, bu kez daha sıcak ve rahatlatıcı bir tonda. "Yarın görüşürüz o zaman. Seni çok seviyorum, kendine dikkat et."
Telefon kapandı ama içimde yankılanan duygular bir türlü dinmedi. Cebimdeki telefon, elimdeki sorumluluklar gibi ağırlaşıyordu. Bilinçsizce yanağımın içini dişlerken kolumdaki eli hissettim. Bakışlarım Eyşan'ı bulduğunda tek kaşı sorgularcasına yukarıya kıvrılmıştı.
"Bir sorun mu var?" diye sorduğunda kaşlarımı çatıp kafamı iki yana salladım. Elimdeki telefon yeniden titrediğinde yazan isim, kaşlarımın hızla yukarıya yükselmesine neden olmuştu.
Çilingir
Telefonu açtım.
"Lan amcuk, nörüyon?"
Gözlerimi devirip gülerek Eyşan'ın yanından geçtim ve yürümeye başladım.
"Ne gülüyorsun oğlum? Ha, amcuk deyince hoşuna gitti. Az değilsin be oğlum! Delisi olduğunu bu kadar belli etme." diye devam ettiğinde sıhhiyenin kapısından çıktım.
"Odaya geçiyorum bekle."
Telefonun ucundan büyük bir kahkaha patladığında aptalca gülümsememe engel olamadım.
"Oooooooo! Dirty talk en sevdiğim."
Odama geçip kapıyı kapattığımda elimi cebime sokup pencereye yaklaştım.
"Oğlum ne pislik bir adam olmuşsun diyeceğim ama eskiden de böyleydin sen. Hiç değişmemişsin amına koyayım ya."
Yeniden güldüğünde kafamı iki yana salladım.
"Ya, ya sen sanki değiştin göt. Hâlâ aşkım, hâlâ bebeğim deyip duruyorsun. Aşkının peşinde koşa koşa salak oldun."
Bu cümleye bir kahkaha patlattım. Harbiden de Eyşan'a salak olmuştum. Âşık olmuştum. Deli divane olmuştum.
"Gevşek herif. Çıkarıp ağzına vereceğim şimdi. He söyle, niye aradın zırto?"
Damağını şıklattığını duydum.
"Şak, şak, şak yavvvvşak! Utanıyor, ondan sonra bir de gelmiş niye aradın diyo. Her neyse, sana bombam var."
Anlık ciddileştim.
"Gönder patlasın."
"Hakkari'den haber aldım," dedi. Sesindeki ciddiyet, vücudumdaki tüm tüyleri diken diken etti. "Aradığınız bir adam varmış, Hayalet Çoban, hareket halinde olduğu görülmüş. Yeni bir hedef var ve sizi oyuna çekmeye çalışıyor olabilir."
Gözlerimi sıkıca kapattım. Birkaç saniye sessizlik oldu. Hayalet Çoban. Bu ismi duymak, içimdeki tüm alarm sistemlerini tetiklemişti.
"Anladım," dedim soğuk bir tonla. "Konumu ve detayları gönder."
"Mete. O adam sadece bir isim değil, Türkiye için ciddi bir tehdit. Bunun farkındasınız, değil mi?" diye söylendi ama sesindeki ciddiyet her geçen saniye daha da omuzlarımı düşürüyordu.
Gözlerimi açıp dışarıyı izledim.
"Biliyorum. Hatta bugün Eyşan, kendini öldü olarak göstermeyi bile düşündü." dediğimde nedenini bilmediğim bir şekilde kafasını salladığını hissettim.
"Bu çok gereksiz bir seçenek. Yolu uzatmaktan başka bir boka yaramaz. Hümeyra teyze, yarın senin buraya geleceğini söylediği için aradım. Henüz Hayalet Çoban'ı araştırdığımı bilmiyor, söylememi ister misin?" diye sorguladığında bende kafamı iki yana salladım, sanki görecekmiş gibi.
"Hayır, yarın ben geldiğimde bizzat yüz yüze konuşuruz."
"O zaman badi, ben konum falan atmıyorum. Yarın geldiğinde konuşuruz."
Kafamı salladım. "Tamam."
Tam kapatacaktı ki "Çilingir." diye seslendim.
"Ne lan?"
Gülümsedim.
"Sesini duymak güzeldi."
"Kes mavi gözünü siktiğimin aşığı. Gelmiş bana halleniyor siktir git!"
Kahkaha atarak telefonu kapattığımda, odanın sessizliği üzerine düşen kahkahamın yankıları hala kulaklarımda çınlıyordu. Gülümsedim ama içimdeki boşluk, hafif bir kasvetle birleşerek yavaşça vücudumu sardı. Çilingir'in söyledikleri hala kafamda dönüp duruyordu.
Hayalet Çoban.
Miran Zafir.
O adam, karanlık bir gölge gibi bizi izliyordu. Her an her şey değişebilirdi. Düşüncelerim hızla yer değiştirdi; dün geceki olaylar, Eyşan'ın hâlâ kafasında taşıdığı yük, bir an olsun içimi rahat bırakmıyordu. Eyşan'ın söyledikleri, Çilingir'in söyledikleri, her şey birbiriyle bağlantılı gibiydi. O kadar karanlık ve belirsizdi ki, her an karşımıza çıkabilir, her şeyin kontrolden çıkmasına neden olabilirdi.
Odadan çıkıp birkaç adım attım, tekrar telefonu cebimden çıkardım. Çilingir'in söylediklerini düşünürken, içimde bir şeylerin eksik olduğunu fark ettim. Hayalet Çoban'ı yenecek miydik? Yoksa, her şeyin başlangıcına mı dönüyorduk?
Elimdeki telefonun ekranını açıp rehbere girdim. Eskiden aynı liseyi okuduğum arkadaşım olan ve hâlâ bağımı koparmadığım Caffar'ın numarasını bulup arama tuşuna bastım. Telefonu kulağıma yasladığımda bakışlarım etrafta gezindi. Kendimi askeriyenin bahçesine attığımda aramam cevaplanmıştı.
"Ooo yüzbaşım, nasılsın?"
Gülümsemeye çalıştım.
"İyiyim Caffar, sen nasılsın?"
Gülme sesini işittim.
"İyiyim yüzbaşım. Öyle yuvarlanıp gidiyoruz."
"Caffar, sana işim düştü dostum."
"Emretmen yeter yüzbaşım. Emir demiri keser."
Kaşlarımı çatıp derin bir nefes aldım.
"Asena Gündüz, vardı ya hani sana lisedeyken bahsettiğim?"
"Buldun mu lan yoksa?" diye bağırdığında gülerek "Evet." dedim. Kahkahalarının arttığını fark ettiğimde derin bir iç çektim. Dudaklarımdaki gülümseme eriyip giderken onunda artık gülmediğini fark etmiştim.
"Sorun yoktur inşallah."
"Caffar; bana bu zamana kadar Asena Gündüz'ün yaptığı tüm işleri, tüm dosyaları, nerede ne yapmış, hangi hudutlarda gizli dosyasının tutulduğunu öğrenir misin?" diye sıraladığımda "Tabii ki de yaparım ama bu bayağı bir süre alır, vaktin var mı?"
Görmeyeceğini bilerek kafamı iki yana salladım.
"Miran Zafir diye birini duydun mu?"
Öfkeli nefesini işittiğimde kaşlarım yeniden çatıldı.
"Olmayan şerefini siktiğimin Hayalet'i!" diye tısladığında dişlerimi sıktım.
"Kusura bakma yüzbaşım ama o şerefsizi her yerde bizde arıyoruz. Bunun bir tane karısı var, Rojin diye. Rojin'in Allah belasını versin. Onun yüzünden İran karıştı. Konsolosluktan kafamı çıkartamıyorum. Abisini de Suriye'de sıkıştırmaya çalışıyoruz, ele avuca sığmıyor koyduğumun piçleri!"
Alt dudağımı dişleyip bıraktım.
"Caffar, Asena Gündüz'ün ailesi Ethem ve Yağmur Boduroğlu. Zamanında tehdit edildikleri için kızlarının adını Asena Gündüz olarak değiştirmişler ve o şekilde asker yapmışlar. Asıl adı Eyşan Boduroğlu ama kayıtlarda Asena Eyşan Boduroğlu olarak geçiyor. Bu bilgiler ışığında ne var ne yoksa topla. Miran denen o it yüzünden Eyşan kendini öldü olarak gösterecekti."
"Yüzbaşım, yenge hanımın kendini öldü olarak göstermesine gerek yok. Şu dosyaları toparladıktan sonra geçmişi kirliyse ki büyük ihtimalle uğraştıklarına göre bir karın ağrıları vardır, ismini değiştiririz."
Bakışlarımı ufka çevirdim.
"Dosyaları toparladıktan sonra bana ulaş, olur mu?"
Caffar'ın keyifli sesini işittim.
"Emriniz başım üstüne yüzbaşım. Allah'a emanet olun, yengeye hürmetler."
Tek kaşım yukarıda bir şekilde Selçuk'un yüzüne bakarken Selçuk'un gözleri büyüdü.
"Vay anasını! Ulan sende ne kirli çıkıymışsın ha?" diye ağır tepki verdiğinde yüzümü rahatlatıp kafamı iki yana salladım.
"Bu, hiçbir şeydi. Asıl bombayı ben, Eyşan kollarımın arasında bayıldığında patlattım."
"Yavrum, ben asla size zarar getirmem Kılınıza bile dokunamazlar."
Eyşan'ın gözleri baygınca bana bakmaya başladığında duymadığını anlamıştım. Öylece yüzüme bakıyordu.
"Beni duymuyorsun? Eyşan. Yavrum ne olur, korkutma beni."
Kollarımın arasındaki kadınımın bayıldığını fark ettiğimde büyüyen gözlerime ve şaşkınlığıma engel olamamıştım.
"Eyşan!" diyerek onu sarstığımda bunun bir işe yaramayacağını anlayıp dikkatli bir şekilde kucağıma aldım ve odanın kapısına doğru yürüdüm. Sağ bacağımı havaya kaldırıp kapının kulpuna postalımın topuğunu bastırıp kapıyı araladım. Postalımın ucuyla kapıyı araladığımda bana meraklı bakan gözlere aldırmadan hızla revire doğru yürümeye başladım.
"Mete, Eyşan iyi mi?"
Selçuk'un sorusuyla kafamı belirsizce salladım.
"Umuyorum Selçuk."
Revire girdiğimde Ümit'in hızla oturduğu yerden kalktığını gördüm. Eyşan'ı sedyeye yatırıp kenara çekildiğimde Ümit, hızla Eyşan'ın nabzına baktı.
"Bayıldı Ümit." diye fısıldadığımda Ümit, stetoskopunu çıkartıp üniformasının düğmelerini açtı.
"Stres ve üzüntü yaşadı mı?" diye sorduğunda "Evet." demek zorunda kalmıştım. Ümit'in sıkıntılı nefesini işittiğimde bakışlarımı Selçuk'a ve içeriye girmeden kapının önünde bekleyen Çilingir ve Ahmet'e çevirdim.
"Siz koordinasyon merkezine geçin. Bende hemen geleceğim." dediğimde Selçuk, elini omzuma koyup sıvazladı ve kapıya doğru ilerledi. Üçü birlikte kapıdan ayrıldıklarında bakışlarımı Ümit'e çevirdim.
"Tehdit edildi. Şoktan dolayı bayılmış olabilir."
Ümit'in bakışları beni bulduğunda stetoskopunu ensesine yaslayıp omuzlarından sarkıttı.
"Sen iyi misin peki? Çok sakin görünüyorsun."
Kafamı iki yana salladım.
"Eyşan için sakin olmam gerek ya da fırtına önce sessizliğim de olabilir, tam emin değilim."
Ümit, kafasını çevirip Eyşan'a baktı ve ellerini önlüğünün ceplerine soktu.
"Bayılırken bir yere çarptı mı?"
"Hayır, kollarımın arasındaydı." dediğimde kafasını ağırca salladı ve bakışlarını bana çevirdi.
"O zaman endişelenecek bir şey yok. Uyandığında ona iyi gelecek bir serum veririm. Toparlanıp ayağa kalkar. Sen de git hadi, ben buradayım."
Elimi kolunun yanına koyup sıvazladığımda burukça gülümsedi ve perdeyi çekip masasına doğru ilerledi. Revirden çıktığım an dişlerimin sıkılmasına engel olamamıştım. Cebimdeki telefona sarıldığımda rehberimdeki Caffar'ın telefon numarasına tıkladım. Kulağıma telefonu yasladığımda büyük adımlarla kendi odama doğru adımlıyordum. Odaya girdiğimde arama cevaplanmıştı.
"Yüzbaşım, nasılsın?"
"İyi değilim Caffar, hem de hiç iyi değilim. Dosyalardan bir haber var mı?"
Caffar'ın sıkıntılı nefesini işittim.
"Valla yenge hanım bayağı bir kabarık dosyalı çıktı yüzbaşım. Oku oku kör oldum ama bütün dosyaları toparladım. Sana bunların hepsini sen çağırdığın an getiririm. Bu arada gözüme çarpan bir nokta oldu, uyarmak isterim. Yenge hanımın bir aralar İran'da bulunduğunu ve bulunduğu sıralarda bir adamla konuştuğunu öğrendim. O adamın oğluna dikkat edin. Hatırlıyor musun sana Rojin'in abisinden bahsetmiştim ama adını söylememiştim, heh, işte o adamın oğlu Elias Farouq için çalışıyor."
Dişlerimi sıkarak sol elimi yumruk yaptım.
"Biz İran'a geleceğiz ama şimdilik benden haber bekle, seni buraya da çağırabilirim. Şu an ortalık burada elli altı bir durumda. Ben seni aratacağım."
"Tamam yüzbaşım, senden haber bekliyorum."
Tam kapatmak üzereyken "Caffar." diye seslendim.
"Efendim komutanım."
"Caner, bana bir isimden bahsetti, Orkun Yel. Kendisinin Strateji ve İstihbarattan olduğunu söyledi ama pek güvenemedim. Benim için araştırır mısın?"
"Orkun Yel, ben sanırım bu adamı tanıyorum. Şu an kendisi İran, Hewraman Köyü'nde. Geçen gün Konsolosluğa geldi. Hatta Elias Farouq hakkında araştırma yapıyor."
Gözlerimi kıstım.
"Selçuk Ege Turalı ve Orkun Yel'in telefonları dinle. Bunu yapmanın yanlış olduğunu biliyorum ama gizli bir şekilde, kayıt altına almadan bu işi hallet."
Caffar'ın güldüğünü işittim.
"Emrin başım üstüne komutanım."
Kaşlarım yukarıda bir şekilde Selçuk'a bakmaya devam ettim. Selçuk, kafasını iki yana salladığında gözlerindeki hayranlığı sezebilmiştim.
"Harbiden aklının ve düşüncelerinin sınırı yok Mete. Bu zehir gibi zihninle çok iyi bir istihbaratçı olabilirdin, neden olmadın?"
Omzumu silkip yarım ağız gülümsedim.
"Caner oldu ya, bendeki aklın aynısı Caner'de de var. Hatta benden daha zehirli düşünceleri var. Tersi de çok pistir, asla bir sonraki hamlesini anlayamazsın. Düşüncelerini sadece sevdiği insanlara belirtir. Aksi halde asla ne hissettiğini göremezsin. Manipüle etmeyi çok sever, ağzı da her anlamda kirlidir."
Çilingir, kıkırdayarak bana baktı.
"Eski çapkınlıklarını hatırladım bir an için, lanet olsun ya! Niye söyledin ki şimdi bunu?"
Gülerek kafamı iki yana salladım.
"Günlük ilişkilerden ne beklersin, hepsini farklı bir amaç için yansıtıyordu. Şimdilerde tek bir kadını sevmeye başladı. Her neyse, konumuza dönelim." dedim ve Selçuk'a baktım.
"Eyşan için bugün öleceksin deseler, ölürüm. Onun için askerliği bırak deseler, bırakırım ki bu işlemleri hallettikten sonra Güvercin Timinin Rize'ye tayin edilmesini isteyeceğim."
Selçuk, belli belirsiz kafasını salladığı sıra araç durdu. Bakışlarımı sağa çevirdiğimde Konsolosluk binasının önündeydik. Araçtan indiğimizde merdivenleri çıktık ve binaya giriş yaptık. Konsolosluk binasının içi, resmi ve otoriter bir havaya sahipti. Girişte, yüksek tavanlı geniş bir hol bizi karşıladı. Zeminde parlak, koyu mermer döşeme vardı ve ayak seslerimiz burada yankılanıyordu. Duvarlarda, ülkenin bayrağı ve devlet büyüklerinin çerçeveli portreleri asılıydı. Holün tam ortasında büyük, ağır bir avize asılıydı ve bu, mekâna ihtişamlı ama aynı zamanda biraz kasvetli bir hava katıyordu.
Karşıda uzun bir resepsiyon bankosu yer alıyordu. Bankonun arkasında, koyu renk takım elbise giymiş bir görevli nöbetteydi; bakışları sert ve dikkatliydi. Sağ ve sol tarafta geniş koridorlar uzanıyordu, her biri ağır ahşap kapılarla sıralanmıştı. Kapıların üzerinde, altın yaldızlı harflerle yazılmış unvanlar ve odaların numaraları vardı. Hafif bir kağıt kokusu, eski mobilyaların cilası ve havalandırma sisteminden gelen hafif bir serinlik hissediliyordu.
Binanın atmosferi soğuk ve disiplinliydi. Pencereler büyük ve genişti ama ağır, bordo renkte kadife perdelerle kapatılmıştı, içerideki ışık kontrollüydü. Konsolosluk memurları, ellerinde dosyalarla sessizce hareket ediyor, kimileri telefon görüşmeleri yapıyor, kimileri ise koridorda acelesiz adımlarla ilerliyordu.
"Mete yüzbaşım."
Caffar'ın sesini işittiğimde solumdaki koridora doğru döndüm. Koridor dar ve loş ışıklıydı. Duvarlar, koyu renk ahşap panellerle kaplanmıştı ve aralarına eski ama iyi korunmuş birkaç yağlı boya tablo asılmıştı. Hafifçe cilalanmış ahşap kokusu havaya karışıyordu. Tavan boyunca sıralanan sarımtırak ışıklar, mekâna ağır bir resmiyet katıyordu.
Caffar bana doğru bir adım attı. Gözleri ciddi ve dikkatliydi. Bir şey söylemek için ağzını açtı ama önce etrafına bakıp ortamı tarttı. Bu, burada konuşulan her kelimenin dikkatle seçilmesi gerektiğini gösteriyordu. Bakışlarını Çilingir, Orkun, Ahmet ve Selçuk'ta gezdirip yeniden bana baktı.
"Buyurun odama geçelim." dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Peşinden yürümeye başladığımda koridorun sessizliği adımlarımızın yankısıyla bozuldu. Caffar'ın yürüyüşü emin ve temkinliydi; sanki her adımı düşünerek atıyordu. Arkasında yürürken çevremi dikkatlice süzdüm. Koridorun sonunda, diğerlerine göre daha büyük ve işlemeli bir kapı dikkatimi çekti. Kapının üzerinde küçük, altın yaldızlı harflerle "Konsolos Yardımcısı" yazıyordu.
Caffar kapıya vardığında, hafifçe eğilip kolunu uzattı ve ağır kapıyı açtı. İçeri adım attığımda, odanın içindeki loş ama otoriter atmosfer hemen kendini hissettirdi. Büyük, koyu ahşap bir masa tam ortadaydı ve masanın arkasında, yere kadar uzanan devasa bir kitaplık vardı. Kitaplık, düzenli bir şekilde sıralanmış dosyalar, kalın ciltli kitaplar ve birkaç küçük antika obje ile doluydu. Masasının önünde beş deri koltuk ve tam ortasında küçük bir sehpa vardı. Sehpanın üzerinde içinde birkaç belgelerin olduğu bir dosya ve yarı dolu bir çay bardağı duruyordu.
Caffar, masasının arkasındaki koltuğa geçerken eliyle bize karşısındaki koltukları işaret etti. Ben ve Selçuk hemen masanın yanındaki koltuğa karşılıklı olarak oturduğumuzda Ahmet, en uçtaki koltuğa oturmuştu. Çilingir benim yanımda yerini alırken, Orkun'da Selçuk'un yanına oturmuştu. Bakışlarımı Caffar'a çevirip gülümsediğimde Caffar'da gülümsedi ve ellerini masasının üzerine koyup birbirine kenetledi.
"Hiç değişmemişsin Çakır?" dediğinde kaşlarımı kaldırıp yüzünü süzdüm.
"Sende öyle Toraman."
Caffar, adım gibi bildiğim o kendine has gülümsemesini takındı. Hafif ama içinde eski dostluğun ve rekabetin izlerini taşıyan bir ifadeydi bu. Gözleri kısıldı, bir anlığına geçmişin anıları ikimizin arasında asılı kaldı.
"Yıllar seni yaşlandırmamış ama," diye devam etti, gözlerini üzerimde gezdirerek. "bakışların biraz daha keskinleşmiş sadece. Tecrübeyle gelen bir şey mi, yoksa fazladan birkaç yara mı aldın, bilmiyorum."
Gülümsemem biraz daha belirginleşti. "Hanımımın varlığı diyelim. Hem yordu hem de iyileştirdi," dedim, sesimde hafif bir meydan okuma vardı.
Masada oturan diğerleri merakla bizi izliyordu. Ahmet hafifçe koltuğa yaslanmış, Çilingir kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Selçuk, sessizce ortamı tartıyordu; Orkun'un ise gözleri hafif kısıktı, belli ki Caffar'ı değerlendiriyordu.
Caffar iç çekip başını salladı. "Ah, Çakır... Konuya girmeden önce, eski günlerden biraz bahsetmek isterdim ama ne senin ne de benim fazla vaktim var, değil mi?"
Kenetli ellerini çözüp masanın üzerine koydu, parmaklarını hafifçe masaya vurdu. Odanın sessizliği, aniden ağırlaştı.
"Asena Gündüz, gerçekten çok güçlü biri. Yıllar önce yaptıkları hâlâ ses ve yankısını bırakıyor. Geçmişini silmek çok zor ama bunu deneyeceğiz. Öncelikle eski arşivlerin yakılmasını talep ettim, onay bekliyorum. Onay geldiği an Asena Gündüz yalnızca zarar verdiği insanların, aklının bir köşesinde olmaya devam edecek ama hiçbir devlet, onun ne yaptığını göremeyecek."
Selçuk'un bakışları Caffar'a çevrildi.
"Bu çok büyük bir cümle. Bunu nasıl yapacaksın?"
Caffar, gülümseyerek Selçuk'a baktı.
"Ben yapmayacağım ki?" dedi ve bakışlarını sola doğru çevirdi. "Gelebilirsiniz!" Sağ omzumun üzerinden arkama baktığımda kapı yavaşça açıldı. İçeri giren kişinin adımlarını duyduğumda, istemsizce içimde bir gerilim yükseldi. Kapı aralığından ilk önce uzun bir paltonun hareketini gördüm, ardından yüzü gölgeye düşen biri içeri süzüldü.
"Eyşan..." diye fısıldadım kendi kendime. Kaşlarımı çatıp ayağa kalktım ve bedenimi ona doğru döndürdüm.
"Senin burada ne işin var?" diye sorguladığımda tek kaşını kaldırdı ve bana doğru yaklaştı. Arkasındaki karartıya baktığımda Alev ve Barış'ı gördüm. Neden beni hiç dinlemeyen bir karım vardı? Gözlerimin ne ara kapandığını fark ettiğim an gözlerimi açtım ve Eyşan'a baktım.
"Sizin evde olmanız gerekmiyor muydu?" öfkeli bakışlarımı Barış'a çevirdim. "Sana kimseyi emanet edemeyecek miyim ben?"
Eyşan'ın bana yaklaştığını fark ettiğimde gözlerimi gözlerine çevirdim.
"Ona kızma, benim zaten planım buydu." Derin bir nefes alıp Caffar'a baktığımda Caffar, hafifçe başını eğerek konuştu. "Kendi geçmişini silmek isteyen biri, bundan en iyi şekilde nasıl kaçınacağını da bilir. Asena Gündüz'ü tarihten silecek kişi, zaten en başından beri Eyşan'dı."
Odada ağır bir sessizlik yankılandı. Herkesin yüzünde farklı bir ifade vardı. Selçuk dikkatlice Eyşan'ı süzerken Ahmet hafifçe kaşlarını çattı. Çilingir'in gözleri, sanki bir şeyi tartıyormuş gibi hafifçe kısıldı. Orkun ise sessizce, yüzünde belirsiz bir ifadeyle izliyordu.
Eyşan, gözlerini doğrudan bana dikti. "Sıklıkla kullandığım bir sözüm vardı, hatırlıyor musun?" diye sordu. Sesi ne sertti ne de yumuşak. Sadece gerçeği tartan bir tonla konuşmuştu.
Birkaç saniye boyunca sadece ona baktım. Geçmişin yükü, odanın içinde kelimelerden daha ağırdı. Kafasını iki yana salladığında ellerini kabanının ceplerine soktu.
"Aldığım her kararın ardında bir iz bırakırım ben." deyip kafasını salladığında Caffar'a baktı. "Çağırın gelsinler."
Çilingir ve Ahmet oturduğu yerden kalkıp Alev ve Eyşan'a yer verdiklerinde Barış, Ahmet'in oturduğu koltuğu yanımdaki boş koltuğun yanına yaklaştırdı. Eyşan, yanıma oturduğunda Alev'de onun yanına oturdu. Barış, Çilingir ve Ahmet hemen arkamızda ayakta kaldıklarında kaşlarım çatılı bir şekilde yeniden Caffar'a baktım.
Caffar, sırıtarak bana bakıyordu.
"Ne zaman planladınız bunu?"
Caffar, omzunu silkti.
"Çok iyi bir eş bulmuşsun kendine. Zehir gibi aklı var, kıymetini bil." dedi. Tam bütün bunların nasıl olduğunu soracakken kapı açıldı. Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde iki tane iri yarı adamlar, elleri arkasında bağlı bir adamla içeriye girdi. Adamların üzerinde simsiyah kamuflaj takımları vardı. Yüzlerinde, yalnızca gözlerini açık tutacak siyah bir peçe vardı. Tuttukları adamı dizlerinin üzerine çöktürdüklerinde soldaki adam, o adamın çenesinden kavradı ve bize bakmasını sağladı.
"Karşınızda Reşo Pîrzad."
Aralık kapıdan içeriye sekiz kişi girdi. Onlarında üzerlerinde, Reşo Pîrzad'ı tutan adamlar gibi kamuflajlar vardı. Hemen önlerinde duran üç kişinin arkalarında tüm heybetleriyle dikildiklerinde hepsinin bakışları bize çevrilmişti. Her biri aynı anda iki elleriyle peçelerine uzandı ve yüzlerinden kaldırıp omuzlarına çekti. Sert yüzlere sahip sekiz tane adam, kaşları çatık bir şekilde Eyşan'a bakıyordu.
En solda duran adam, bir adım önce çıktı ve esas duruşa geçti.
"İntikam timi; görüş ve emirlerinize hazırdır. İstediğiniz adamı gittik, aldık ve geldik Asena komutanım."
Tam olarak neler oluyordu? Hiçbir şekilde olanlara anlam veremiyordum. Şaşkın bakışlarım Eyşan'ın yüzünde dolanırken Eyşan, gülümseyerek bana döndü ve derin bir nefes aldı.
"Alpay operasyonu benim tekil görevimdi yani yalnız, bireysel. 15 Aralık 2016 tarihinde Şanlıurfa, Akçakale'den bir telefon aldım. Hulusi Gökmen adlı bir Binbaşı bana, 8 Aralık 2016 tarihinde Akçakale'nin sınırında bir patlama olduğunu ve birçok Türk kadınının ve çocukların öldürdüğünü bildirdi." dedi ve intikam timi denilen adamlara baktı. "Bu gördüğünüz askerleri benim için hazır ettiler. Bu askerlerle 15 Aralık 2016 tarihinde Suriye'ye, Al-Suqaylabiyah Ormanları'na gidip Elias Farouq'un karılarını ve çocuklarını öldürdük."
Selçuk'un anlattığı olayı, bu sefer ondan duyduğumda içimdeki kırılmaya engel olamamıştım. Bunca zamandır onun her adımını bildiğimi sanıyordum ama o, gözümün önünde başka bir sırrın perdesini kaldırıyordu. Bakışları bana çevrildiğinde elini, dizimin üzerindeki sol elime koydu.
"Siz evden gittikten sonra," sol eliyle öndeki askeri işaret edip bana geri baktı, "Aslan'a ulaştım. Dizlerinin üzerine çöktürdükleri adamı alıp buraya getirmelerini söyledim. Ayrıca sen beni iyi tanıyor olabilirsin ama bende seni araştırdım Mete. Kimleri tanıyorsun, kimlerle arkadaşlık kurmuşsun hepsini öğrenmiştim. Senin dün dediğin gibi; senin bana hiçbir şeyi çaktırmadığın gibi bende sana çaktırmadım. Caffar'ı da seni araştırdığım zamanda öğrendim. Kirli bir geçmişe sahip olduğum için ve zamanı geldiğinde bütün bu olanların bize neyi getireceğini tahmin edemediğim an ona ulaştım." dedi ve Caffar'a bakıp kafasını eğdi.
Bakışlarımı Caffar'a çevirdiğimde gülümseyerek bana baktı.
"Hatırlıyorsan eğer; 'Dosyaları toparladıktan sonra bana ulaş, olur mu?' diye sormuştun bende kabul etmiştim. Sence neden bu zamana kadar sana o dosyaları ulaştıramadım?"
Çünkü Eyşan her şeyin farkındaydı. Beni araştırdığı zaman, onun hakkında neler düşündüğümü de çok iyi biliyordu ve Caffar'ın bana ulaşmasını engelledi ve yine çünkü bütün bunların karşımıza çıkacağını biliyordu.
Gözlerimi devirip Eyşan'a baktığımda elimin üzerini okşadı.
"Hayatım, sen beni bu denli severken ve korumaya çalışırken elim kolum bağlı bekleyemezdim. Hatırla, Elias Farouq'un ilk hamlesi neydi?"
Kaşlarımı çattım.
"Bir güç, Eyşan'ın geçmişini kurcalamaya başladı. Çok büyük bir sıkıntı bize doğru sürükleniyor."
"Kutlu Sönmez'i senin öldürdüğünü düşündükleri an."
Eyşan, kafasını hızla salladı.
"Geçmişle oynamayı seviyor. O yüzden tüm geçmişimi bugün siliyorum. Askerliğim bitebilir ama bundan hiç gocunmam. Beni bilenler, beni benden daha iyi bilir. Önceliğim artık ailem ve arkadaşlarım." dedi ve dizlerinin üzerindeki adama baktı.
"Bu şerefsizin soluğunu kesin." dedi ve Aslan dediği kişiye baktı.
"Evrakları toparladınız mı?"
Aslan, kafasını iki yana salladı.
"Bunun babası zaten her şeyi yok etmiş. Sadece seni kandırmaya çalışmış."
Eyşan, kafasını ağırca salladı ve hiçbir şey demeden bir süre bekledi.
"Götürebilirsiniz, ayrıca teşekkür ederim. Sizinle çalışmak benim bir onur, bir şerefti." dediği an askerlerin her biri esas duruşa geçti.
Aynı anda, "Sizin gibi birinin varlığı bizim için şereftir. Sizi tanıdığımıza çok memnun olduk." dediler.
Eyşan, gülümseyerek kafasını eğip kaldırdığında dizlerinin üzerindeki adamla birlikte odadan çıktılar. Eyşan, rahatlamış bir şekilde bacak bacak üstüne atıp bakışlarını herkeste gezdirdi ve en son bana baktı.
"Oğlum çok havalısınız lan. Gurur duy, gurur!"
Çilingir'in arkamdan gelen alaycı cümleleri ile Eyşan'a bakarken gülümsedim. Gözlerinin en derinine kalbimdeki sevgiyi aşıladım. Bu kadının varlığı asıl benim en büyük onurumdu.
"Dosyalarını sildikten sonra ismini ne yapacaksın?" diye soran Selçuk'a döndü.
"Zaten soyadım Çakır. Asena ismini kimliğimden sildireceğim. Caffar'da Asena'nın geçtiği tüm askeri kimliğimi silecek. Sildiği andan itibaren artık Eyşan Çakır olarak, hayatıma sivil bir şekilde devam edeceğim."
Gerçekten böyle mi bitecekti? Yılların mücadelesi, tek bir kalem darbesiyle silinecek miydi? Tüm kariyeri bu şekilde mi sonlanacaktı?
İç sesimin zihnimde yansıttıkları kaşlarımın hüzünle çatılmasına neden olduğunda Selçuk'un öfkeli nefesini duydum.
"Ne yani bu kadar çabuk mu askerliği bırakıyorsun?" dediğinde Eyşan'ın sinsi tebessümünü işittim.
"Askerliği bırakıyorum dedim, Selçuk. Sizi bırakıyorum demedim."
Ne yapacağımı bilemez bir hâlde Selçuk'a baktığımda kaşları çatık bir şekilde bana baktı.
"Ne yapacağız?" diye sorguladığında kafamı iki yana salladım. Düşüncelerim durmuş gibiydi. Zihnimin içindeki cümleleri bulamıyordum.
"Caffar."
Eyşan'ın sesiyle Eyşan'a baktım. Yüzündeki alaycı mimikleriyle bana ardından da Caffar'a baktı.
"Belgeleri silebilirsin an itibariyle artık asker değilim."
Ben onu artık üniformasıyla göremeyecek miydim?
Burnumun sızladığını hissettim. Gözlerim dolduğunda alt dudağımı ısırıp gözlerimi ellerime çevirdim. Önümden gri bir pasaportun Eyşan'a doğru uzatıldığını gördüm. Gözlerimi kırpıştırıp göz pınarlarımdaki yaşları geriye iteleyip Eyşan'a baktım. Eyşan, elindeki cüzdanını açıp askeri kimliğini kırıp ortadaki sehpanın üzerine fırlattığında bir an için yutkunamadım.
"Eyşan?"
Selçuk'un sitem dolu seslenişi benim söyleyemediklerimin bir yankısıydı. Caffar'ın ayağa kalktığını fark ettiğimde bir an için herkesin ayaklandığını fark ettim. Selçuk'un kapıya doğru baktığını fark ettiğimde Eyşan'da ayaktaydı ve önümü kapatıyordu. Ağırca oturduğum yerden kalktığımda annem ve babam, kaşlarımın yukarıya doğru kıvrılmasına neden olmuştu.
Babamın sert çehresi bir an için Eyşan'a kilitli kalmış gibiydi. Annemin bakışları ise daha sert ve mimikleri belirsizdi. Elinde tuttuğu zarfı Eyşan'a uzattığında Eyşan iki adım öne çıktı ve zarfı alıp köşesinden yırttı. İçinden siyah bir kimlik çıktığında gururlu bir yüz ifadesiyle çenesini kaldırdı. Sağ dudağının köşesi yamuk bir şekilde kıvrıldığında sol kulağımda bir nefes hissettim.
"Yengem uçtu, tutabilene aşk olsun. Ayrıca sana da geçmiş olsun, hığığığığ."
Çilingir'in gülüşüne bile gülemeyecek kadar şaşkınlıkla Eyşan'ı izlerken annem bir adım öne çıktı.
"Geçmişin kiri kana benzer. Ne kadar silinse de kokusu geçmez. Asena Gündüz devri artık tamamen kapandı. Asena Eyşan Boduroğlu ise tamamen sessizliğe gömüldü." dedi ve bir adım geri çekilerek Eyşan'ın omzuna sağ kolunu attı.
"Karşınızda, yıllar önce kurduğumuz Milli İstihbarat Teşkilatı'nın alt kolu olan, Mücadele İtibar Teşkilatı'nın Başkanı Güvercin. Bütün izleri silindi. Geçmişe dair artık kokusu bile yok. İki kimlik sahibi; askeriye de Güvercin, sivil hayatında ise Eyşan Çakır'ı kullanacak."
Aralı kalmış dudaklarımın arasından "Ne?" dediğimde Selçuk'un alaylı kahkahasına Çilingir'in alkışı destek verdi. Ahmet ve Orkun'da alkışlamaya başladığında büyümüş gözlerimle Eyşan'a bakmaya devam ettim. O ise bana gülerek bakıyordu.
"Ne oldu çok mu şaşırdın Bozkurt?" diye sorup göz kırptığında kafamı salladım. Şaşırdım tabii ki de kızım.
Şimdi benim karım istihbaratçı mı oldu?
Dudaklarımdaki büyüyen gülümsemeyi fark ettiğim an hiç kimseyi umursamadan Eyşan'a doğru ilerledim. Kollarımı iki yana açıp ona sarıldığımda dudaklarımı saçlarına gömdüm.
"Öhö öhö."
Omuzlarımı silkip Eyşan'ı daha fazla sarmaladığımda "Karışma çocuklara Alparslan." diyen annemi işittim. Gülerek Eyşan'ın saçlarına bir öpücük daha kondurup istemeyerek de olsa ondan ayrıldım. Parıldayan topraklarıyla bana bakarken bakışlarımı dudaklarına indirdim.
Ulan, yapışacaktım da neyse.
Yeniden gözlerine baktığımda kolumu omzuna atıp sağ elimi cebime koydum. Çilingir'in bir şey diyeceğini anladığımda hızla ona bakıp kaşlarımı kaldırdım.
"Artık daha güçlüyüm, değil mi?"
Çilingir, gülmemek için boğazını temizledi.
"Yoo, daha güçsüz olduğunu gördüm." kıkırdamasını tutamadı, "Çünkü karın senden daha akıllı çıktı."
Zırto.
Herkesin güldüğünü fark ettiğimde gözlerimi devirip Eyşan'a baktım.
"Gülmeyin, yoksa hepinizin geçmişini dökerim ortaya."
Daha fazla gülmeye başladıklarında bakışları bana çevrildi. Dudaklarımı alnına yaklaştırıp büyük bir öpücük kondurdum. Her ne olursan ol, yine seni severim dercesine öptüm alnından. Gözlerimi kapattım kalbinin en derinliklerine ulaştım. O an hiç kimse kalmamıştı sanki, sadece biz vardık.
Karım, çocuklarım ve ben.
Geçmişim onun izleriyle doluydu, geleceğim ise onunla var olmaya devam edecekti.
"Seni çok seviyorum." diye fısıldadığımda alnımı alnına yasladım. Topraklarını kalbime akıttı, gülümsedi kalbimin ritmiyle örtüştü.
"Seni, beni sevdiğin kadar seviyorum."
Gülümsedim.
Benim ona olan aşkım tarif edilemez derece büyüktü.
🐾
28 Nisan 2022 / Şırnak
Caner Cenk Çakır, Ağzından
Gömleğimin Cebi, Emir Can İğrek
Bazen bir insanı seversin ama hayatını onunla nasıl kuracağını bilemezsin.
Lara'nın adını her söylediğimde içimde tuhaf bir şey oluyor. Mideme çöken ağırlık gibi değil, hayır. Aksine, bir tür hafiflik. Sanki ayaklarım yerden kesiliyor ama aynı anda ayakta durmak zorundaymışım gibi hissediyorum. Sanki ona her baktığımda geçmişimi silip atabiliyorum ama geçmiş, arkamda bir gölge gibi durmaktan asla vazgeçmiyor. Benim için bir gelecek var mı? Daha doğrusu, bizim için bir gelecek var mı?
Ben bir savaşçıyım, bir askerim. Ölmeye her an hazır olmak üzerine kurulu bir hayatım var. Bugünü yaşarken yarının garantisi olmadan ilerlemeye alıştım. Peki Lara? O benim hep düşündüğüm ama hiçbir zaman tam olarak hayal etmeye cesaret edemediğim "sonrası".
Sonrası?
Bana bir sonrasının olabileceğini gösteren kadın.
Ama ya onun hayatında bir sonrasında ben olmamalıysam? Ya benimle birlikte olursa, geleceği de benim gibi belirsiz, puslu, tehlikelerle dolu olursa? Ya ben ona sadece keder getirirsem?
Beni olduğum gibi kabul ediyor. Beni değiştirmeye çalışmıyor ama ben onun için daha iyi bir adam olmak istiyorum. Daha iyi biri olabilir miyim? Bir gün üniformayı çıkartıp sıradan bir adam olabilir miyim? Sabah kahvesini beraber içerken "Bugün hava güzel" diyecek kadar sıradan? Birlikte bir yere taşınmayı düşünecek kadar normal?
Benim içimde hep fırtınalar koptu ama Lara, fırtınanın içindeki sessizlik gibiydi. Kollarının arasındayken, savaşmak zorunda değilmişim gibi hissediyordum.
Ama bir adam savaşmayı bırakırsa, hâlâ o adam olabilir mi?
Beni ben yapan her şeyin içinde o da vardı artık ama bunu sesli söylemek, bu düşünceyi dışarıya çıkarmak... İşte onu nasıl yapacağımı bilmiyordum.
"Hatırını geçtim ayılmak için içtim acı kahveyi
O alçaklar gibi alçak olamadığım için affet beni
Paraşüt açılmadı ağzımı burnumu kırdı düşüşlerim
Ciğerlerim oksijen almayı bırakana kadar avareyim"
Tanıdık gelen melodi ile direksiyondaki parmaklarımı hafifçe ritim tutmak istermişçesine oynattım.
"Kırk yılı geçtim ayılmak için içtim acı kahveyi
Bıraktım dümeni bu dalgalar atacak uzaklara beni
Koftiden aşkına yazmışım onca söz aptal gibi
Aman"
Gülümsedim.
"Gömleğimin cebi gönlümü saklar. Aman yüreğin yan yolları var. Bi şekilde seni buluyor. Ne yapayım ay. Gömleğimin cebi gönlümü saklar. Aman yüreğin yan yolları var. Bi şekilde seni buluyor. Ne yapayım ay." Dertlice iç çektim. "Ağzında bir küfür gibi ,yersiz durur ismim benim. Asar beni kanun olsa." kıkırdadım. "Beyaz tenin ah."
Hafifçe kafamı iki yana salladım.
"Gömleğimin cebi gönlümü saklar. Aman yüreğin yan yolları var. Bi şekilde seni buluyor. Ne yapayım ay."
Şarkıya eşlik etmeye devam ederken parmaklarımı direksiyonda hafifçe vurmaya devam ettim. Ben, gerçekten ilk defa bir kadını sevmiştim. Bunu kendime itiraf etmem zor olmamıştı ama etrafımdaki insanları şaşırtmıştı. Benim, o çapkın hallerimden kurtulduğumu hiç düşünmemişlerdi ama olmuştu.
Ben, âşık olmuştum.
Caner Cenk Çakır, âşık olmuştu.
Şarkının son ritimleriyle birlikte, Mete ile dün geldiğimiz dükkânın önünde aracı durdurdum. Mete bizimkileri alıp İran'a gittiği için o Eyşan'ı buraya getirememişti ki bence buraya getirebileceğini hiç sanmıyordum. Arabanın anahtarını yuvadan çıkartıp kulpu çektim ve kapıyı ittirdim. Sol ayağımı yere sertçe bastırıp arabadan indiğimde kapıyı kapattım ve aracı kilitleyip dükkâna ilerledim.
Kapalı kapıyı ittirdiğimde içerideki yaşlı kadın bir saniyeliğine bakışlarını çiniden çekip bana çevirdi.
"Sözünün eriymişsin evlat."
Gülümseyerek kapıyı kapattım ve ellerimi ceplerime sokup kafamı sola doğru eğdim. Dünkü yaşadığımız olaydan sonra nedensiz bir şekilde bu kadına karşı kanım ısınmıştı. Yaşlı kadın, arkasındaki tabureyi gösterdiğinde ikiletmeden tabureye yerleştim ve ellerimi dizlerimin üzerine yasladım.
Yaşlı kadın, oturduğu sandalyesinde bana doğru döndüğünde derin bir nefes aldı ve o da benim gibi ellerini dizlerinin üzerine yasladı.
"Sana bir hikâye anlatabilir miyim?" diye sorduğunda tek kaşım sorguyla yükseldi. Sağ elimi havaya kaldırıp yaşlı kadına sanki izin veriyormuşçasına kafamı eğdim. Sağ elim yeniden dizimin üzerinde yerini aldığında yaşlı kadın, gözlerini kaçırdı ve derin bir nefes aldı.
"Çok eski zamanlarda, Mezopotamya'nın bereketli topraklarında, yıldızların bilgeliğini okuyabilen bilge bir kadın yaşardı. Adı Ninsara idi ve gökyüzünün sırlarını çözebilmesi için tanrılar tarafından kutsandığına inanılırdı. Gece gökyüzüne baktığında, yıldızların ona fısıldadığını söylerdi."
Gözlerimi kıstım.
"Bir gün, gökyüzünün en parlak yıldızı olan Inanna'nın Yıldızı solgunlaşmaya başladı. Halk, bu olayın bir felaketin habercisi olduğunu düşünüyor ve korkuya kapılıyordu. Ninsara, yıldızların dilini bilen biri olarak bu durumu çözmek için tanrılara dua etmeye başladı. Dualarına karşılık olarak, rüyasında gökyüzünü ağlayan bir kadın gördü. Kadının gözlerinden dökülen yaşlar, yere düştüğünde mavi ve altın damarlı taşlara dönüşüyordu."
Kaşlarım yukarıya doğru kıvrılırken kollarımı göğsümde bağladım.
"Uyandığında Ninsara, rüyasındaki taşların anlamını çözmek için şehrin en eski bilgesine danıştı. Bilge ona, bunun Laciverttaşı olduğunu ve tanrıların gözyaşlarıyla şekillendiğini söyledi. Eğer bu taş bulunur ve tanrıçaya sunulursa, yıldızın yeniden parlayacağını söyledi."
Dudağımın kenarı sağa doğru çekildi.
"Ninsara, halkıyla birlikte uzak dağlara doğru yola çıktı. Günlerce süren yolculuğun sonunda, gökyüzü kadar mavi taşların bulunduğu bir vadiye ulaştılar. Burada, gözyaşı gibi parlayan lacivert taşları toplayarak tapınağa geri döndüler. Taşları, Inanna'nın heykelinin önüne koyduklarında gökyüzündeki solgun yıldız tekrar ışıldamaya başladı."
Yaşlı kadın arkasına döndü ve elindeki kutuyu alıp bana döndü. Kutunun kapağını açtığında gördüğüm yüzükle kaşlarım hızla düştü ve dudaklarımda büyük bir gülümseme var oldu.
"Halk, lacivert taşlarının tanrıların kutsal hediyesi olduğuna inandı ve o günden sonra Laciverttaşı'nı bilgelik, güç ve ilahi korumanın sembolü olarak taşıdı. Krallar taçlarını bu taşlarla süsledi, kâhinler kehanetlerinde onu kullandı ve savaşçılar, zafer kazanmak için zırhlarına işledi."
Elindeki kutunun kapağını kapatıp bakışlarını bana çevirdi.
"Efsaneye göre, bir kişi saf bir kalple bu taşı taşıdığında, gökyüzünün bilgeliğini ve tanrıların korumasını üzerinde hissedermiş."
Laciverttaşını sadece gelecek olmadığını da bir nevi anlamış olmuştum. Yaşlı kadın burukça gülümseyerek kafasını sağa doğru eğdi ve derin bir nefes alıp verdi.
"Parçalar eşyaları, eşyalar ise değeri oluşturur. Senin bunu hayatındaki en değerli kişiye vermen yeterli değil evlat. Asıl önemli olan değerli bulduğun bir ruha düzgün davranmaktır. Sen eğer bunu alıp bir kutunun içine koyduğun an, aslında onun ne kadar kıymetli ve kırılgan olduğunu hissettirirsin. Lakin zarar göreceğini bile bile yanında taşımaya karar verirsen sonuçlarına katlanmalısın."
Yaşlı kadının birbirinden farklı hissettiren cümleleri aklımı karıştırmıştı. Çatılmaya başlayan kaşlarımı fark etiğinde sanırım cümlelerini açıklamaya karar verdiğini hissedebilmiştim.
"Demem o ki çocuk, hayatındaki değer verdiğin insan, bu yüzükten daha kıymetli. Yapımı bir o kadar kolay iken onu parçalamadan, zarar vermeden yanında tutmak en zoru."
Bütün edilen sözcükler ruhumdaki bazı noktalara yerleşirken derin bir nefes aldım ve kafamı salladım. Onun bir taş parçasından daha değerli olduğunu biliyordum ve onun için her şeyi yapmayı göze almıştım. Yaşlı kadın titreyen elleriyle bana kutuyu verirken elimi uzatıp kutuyu aldım.
"Sev çocuk, sevgi her şeyden önce gelir."
Yaşlı kadına gülümseyip ceketimin içindeki zarfı ona uzattım.
"Emeğinize sağlık, çok teşekkür ederim."
Zarfı aldığında kutuyu cebime yavaşça yerleştirip dükkândan çıktım. Yüzümün nasıl bir şekle girdiğini bilmiyordum ama dudaklarımda asılı kalmış bir gülümsenin olduğunun farkındaydım. Derin bir nefes alıp arabaya bindim ve çalıştırdım. Hafifçe gazlayıp yola atıldığım sırada elim istemsizce kutunun üzerine kondu. Şimdi, şu an kalbimin üzerinde olan kutu birkaç gün sonra sevdiğim kadının narin parmağında olacaktı.
İçimde bir heyecan vardı ama bu gergin bir heyecan değildi. Güzel bir şeyin başlangıcına doğru ilerliyormuşum gibi hissediyordum.
Sonra her şey bir anda oldu.
Gözümün önünde, ansızın, biri yola fırladı.
"Lan, lan, lan!"
Ayağım frene abandı, lastikler asfaltın üzerinde vahşi bir çığlık attı. Direksiyon kontrolsüzce titredi, gövdem ileri savruldu, emniyet kemeri göğsümü kesercesine gerildi. Arabanın burnu hafifçe savrulup yolun kenarında durduğunda, kalbim hala deli gibi çarpıyordu. Bir an, nefesimi toparlamaya çalıştım. Ellerim direksiyonu sıkarak beyaza kesmişti. Çenemi gerip lanetler savurarak kapıyı açtım ve dışarı fırladım.
"Asfaltın ortasına atlamak da ne bokuma iş!?"
Bunu söyler söylemez, önümde duran adamı daha dikkatli inceledim. Karşımda, yolun tam ortasında, sıska bir adam duruyordu. Üzerindeki kirli, yıpranmış kıyafetler sıcaktan daha da solmuş gibiydi. Saçları darmadağınık, teni solgun, gözleri ise, işte orada bir tuhaflık vardı.
Korku bekliyordum, panik, afallamış bir ifade ama hiçbirini göremedim. Adamın gözleri ürpertici bir sükûnetle bana kilitlenmişti. Bir gölge gibi hareketsiz duruyor, dudaklarının kıyısında belirsiz bir gülümseme kıvrılıyordu. Huzursuzluk damarlarıma yayıldı.
"Hassiktir." Dönmek için refleksle başımı çevirirken boynumda keskin bir batma hissettim.
Küçücük, soğuk bir iğne darbesiydi. Nefesim yarıda kesildi. Göğsüm sıkıştı, kaslarım aniden gerildi. Parmaklarım refleksle boynuma gittiğinde metalin pürüzsüz soğukluğunu hissettim.
Şırınga.
Beynim, saniyeler içinde durumu analiz etmeye çalıştı ama vücudum çoktan enjekte edilen şeyin etkisi altına girmeye başlamıştı. Kaslarım titredi, bacaklarımdaki güç hızla çekildi. Görüşüm bulanıklaşıyor, dünya etrafımda eğilip bükülüyordu. Dizlerimin bağı çözülürken, önümde duran adam bir adım geri çekildi. Şimdi yüzündeki ifade daha netti.
Alaycı bir tebessüm.
Başımı kaldırmaya çalıştım ama olmadı.
Arkadan bir çift güçlü el, bedenimi kontrolsüzce yere yığılmaktan alıkoydu.
Kulaklarımda uğuldayan bir fısıltı yankılandı.
"Tepkini sevdim, istihbaratçı."
Daha fazlasını duyamadım.
Karanlık, dalgalar halinde üzerime çöktü.
-
BÖLÜM SONU
SDJHDSJHSDLJFHSDF!!!!!
Bu cümleyi hatırlayanlarınız varsa eğer Caner mesajlarda kullanmıştı shjkdhjkdh. Yine hevesi kursağında kaldı çocuğumun dhaskjdh. Çıldıracağım!!! Her neyse nasılsınız? Bayağıdır yoktum ya neredeyse bir hafta oluyordu bölüm atmayalı, olmuş bile olabilir hiç farkında değilim. Bu hafta ruh gibiydim, valla hiç tadım tuzum yoktu. Bölüm hakkında analizleri yapmak isterim ama ne yazacağımı bilemedim şu an. Gidiyorum ben...
Geri sayımı an itibariyle başlatıyorum; HAYIRLI UĞURLU OLSUN!
- SON 3 -
Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle...
Sultan Çakır
dokuz şubat iki bin yirmi beş
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.29k Okunma |
1.47k Oy |
0 Takip |
88 Bölümlü Kitap |