31. Bölüm

03. Bölüm (Direnişte Adalettir)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

 

 

(Yazım hataları olabilir.)

İyi okumalar sevgili İsimsiz.

Görüşlerini belirtmeyi unutma.

 

Sevgilerimle. Mutluluk sizinle olsun, Güneş benimle 🌙

 

Acı, yaşamın en doğal ve en kaçınılmaz gerçeklerinden biriydi belkide. Kâh fiziksel kâh duygusal. Doğduğumuz anda bir çığlıkla başlar ve ölüm meleğinin dokunuşu ile son bulur. Bu iki acı arasında da acı tatmaya devam ederiz. Kâh ayrılıklar, kâh kayıplar. Ve bilirsin ki bizi en çok yetişirse yine acıdır. Pek şefkatli olmayan bir öğretmen edasıyla başlar alfabeyi bize öğretmeye. Bildiğimiz harfler olmaz orda.

"A, ayrılık." Diye başlar "Z, zorluk" Diye biter. A dan Z ye bize hayatı öğretir.

 

 

Her biri insanı bir boşluğun eşiğine getirir. Fakat boşlukları doldurmak kişinin elindedir. Acının yerine ne katacağını sen seçersin. Kimisi başka bir şey bilmediği için yalnızlık, kayıp gibi duyguları katmaya devam eder.

 

Acı bir ağacın başına gelen fırtına gibidir. Fırtına sonrası kalan kırık dalları toprağa ekersen kırıklarında daha güçlü bir şekilde doğrasın. Unutmak için bir köşeye atarsan kaybettiğinle kalırsın. Kendinden vazgeçtiklerin, senden çalınanlar ve hayatın sağladığı kırık dallar.... Yeni bir ağaç yaratmak sadece senin elindedir.

 

Evet, biliyorum. Acıyı anlamak ve kabul etmek kolay değildir. Çoğu zaman onu bastırmaya, ondan kaçmaya çalışırsın. Unutma ki, bastırılan acı, daha büyük dalgalar halinde geri döner. Senin görmezden geldiğin gelgitler tsunami habercisi de olabilir, son da bulabilir. Acı, bir düşman olmasın, sana ait bir şeye düşman olmak ölümle savaşmak gibidir. Gerkesiz. Acı şifalı bir ottur. Onu nasıl pişireceğini, yanına neler ekleyeceğini bilmezsen bu yabani ot seni zehirler.

 

Belki de acı, bize yaşamın ne kadar değerli olduğunu hatırlatan bir armağandır. Eğer her şey mükemmel olsaydı, mutluluğun ya da huzurun ne anlama geldiğini bilebilir miydik? Karanlık olmasa ışığın parlaklığı fark edilir miydi? Söylesene İsimsiz, gözyaşlarını saymadan kahkaha attığını nerden bilebilirsin ki? Ölüm olmasa yaşamanın, kayıp olmadan kazanmanın, çaba olmadan zaferin ne anlamı kalır?

 

Sonuç olarak, acıdan kaçmak değil, onu anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü acı, insanın hem en zayıf hem de en güçlü yanını açığa çıkarır.

 

Benim acım tam olarak neydi emin değilim.

 

İhanet mi?

 

Güvenin üzerine kurulan köprülerim yıkılmış ardından enkazlarla baş başa bırakılmıştım.

 

Bir nefes aldım, ama nefes bile acıydı. Göğsüm daralıyor, kalbim sıkışıyor. İhanetin verdiği öfke, acının köküne değiyordu.

 

"Nasıl bu kadar aptal olabilirim?" Dedim kendi kendime. Affetmek ya da unutmak değil, anlamak insanı özgürleştirirdi. İhaneti anlamak demek, yalnızca başkasını değil, kendimizi de sorgulamak demekti. Fakat burda asıl ihanet eden kimdi?

Ben değilim.

İdın değil.

Ada... Hayır, o da değil.

Hyun Su? Sanmam.

Alex?.. Emin değilim.

 

Ben sadece onlara güvendim. Onlarda bana. Ben sadece sevdim. Her birini... Her biri de beni sevdi. Güvenmek suçtur belkide. Sevmek? Sevmek ise zayıflık. İnsanlara kalbini açtığın anda onların ellerine bir hançer veriyorsun. Ve sonra ne oluyor? O hançeri sırtına saplıyorlar.

 

Hayır, bu doğru olamaz.

 

İnsanlar hata yapar. İnsanlık bu değil mi? Hepimiz hata yapıyoruz. Belkide bende yaptım. Cezası bu olamaz.

 

Henüz bir ceza vermediler Asya.

 

Belirsizlik şu an en büyük ceza iç ses.

 

Peki ya onlar? Onlar hiç hata yapmadı mı? Belki her şey benim suçumdur, belki onların.

 

Belki de bu ihanet seni buldu, çünkü bunu hak ettin.

 

Kimse ihaneti hak etmez iç ses.

 

Tabii ki hak ettin! Kendi değerini bile bilmezken, başkasının sana değer vereceğini mi sandın? Onların sana yaptıkları senin kendine yaptığından daha kötü değil. Çünkü sen en başından bu savaşta kaybettin. Acınacak haldeydin ve bunu gördüler. Omzunu gere gere ben Avcı'yım diye dolandın. Asya olduğunu unuttun.

 

Hayır unutmadım!

 

Güldürme beni.

 

Gözlerimi yumdum.

 

Belki de savaşmayı bırakmalıyım. Ama bu acı ne olacak? İçimdeki bu yangın? İhanetin bıraktığı bu boşluk? Bunlarla nasıl baş edeceğim?"

 

 

Baş edemezsin. Bu acı hep kalacak. Çünkü sen onu bırakmayı bilmiyorsun. Acıyı seviyorsun, farkında mısın? Seni yaşatan şey o. Seni ayakta tutan, bu yangın. Eğer bu yangın sönerse, geriye kim kalacak? Hiçbir şey. Çünkü o artık senin tek gerçeğin Asya. Savaşçılardan geri kalan tek şey kime ait olduğu belli olmayan bu ihanet ve acı.

 

Göğsümdeki ağırlık, bu sözlerden daha ağırdı sanki.

 

Bu kavga sonsuzadek sürecek gibi hissediyorum. İhanet ve acı, zihnimin en karanlık köşelerinde bana fısıldamaya devam eder.

 

Ve belki de en korkutucu olan şey budur. İçimdeki bu savaş, kim olduğumu şekillendiriyordu. Kendimi yok mu edecektim yoksa yeniden mi yaratacaktım?

 

Cevabı kendi içinde bulman gerekecek Asya, ama bu cevap asla kolay gelmeyecek.

 

O zaman kolaylaştırırım.

 

Nasıl?

 

Yardım alarak.

 

Güldürme beni kimsen yok, kimden yardım alacaksın ki?

 

Asıl sen beni güldürme iç ses. Savaşçılardan önce de vardım ben.

 

Telefonumu açarak Zümrüt'e mesaj yazdım.

 

"Canım sıkıldı. Yanına geleyim mi?"

 

Bir cevap beklerken zorlada olsa ayağa kalktım ve kendime su dolurdum. İki gün geçmiş, yara haddinden fazla kötüleşmişti. Ayrıca fark ettiğim bir diğer şey çok karamsal davranmamdı. Evet, haklı sebeplerim var fakat sanki... İçimdeki nefret beni depresyona, pes etmeye sürüklüyordu.

 

Pes etmiyecektim.

 

Her zaman bir yol vardı. Önce o yolu aydınlatacak ışığı bul. Şu an ışık Zümrüt gibi görünüyor.

 

Evin içinde gezerek Esis'i aradım. Hiç bir zaman konuşkan olmamıştı ama bu kadar suskun olması beni korkutuyordu. Bahçede sandalyelerin birine kurulmuştu. "Beni görmezden gelmen çok kaba. Özellikle birinin arkadaşlığına ihtiyaç duyduğum bir zamanda. Ne o, yakında ölecek miyim?"

 

Bunu itiraf etmediler asla ama bence kediler ölümü de hissediyordu. Hayvanlar ölüme bizim baktığımız gibi bakmıyordu. Onlar için ölüm, doğum kadar doğaldı. -Eh zaten öyle.- Birbirlerini öldürüyor, bunun besin zinciri olduğunu söylüyordu. bitkiler büyür, avlar otlanır, avcılar da onları avlar. Sonra avcılar ölür, toprağa karışır. En sonunda yine bitkiler bedenlerini tüketir. Sanırım bu yüzden et yerken içim rahattı. Ben et tüketen bir avcıyım. Bana besin zincirinde verilen değer bu.

 

Ayrıca bitkilerin de bu besin zincirinde bir yeri var. Onlarında canlı birer varlık olduğunu elbet biliyorsun. Peki bitkilerin de acıyı hissettiği gerçeği? Evet, bitkiler acıyı hisseder. Ses çıkaramaz ama sen fark etmeden tepki verirler. Buna bilimde titreme de deniliyor, çığlıkta.

 

Doğanın kanunu bu. Bütün canlılar acıyı hisseder ama her canlının bir amacı vardır. İnsan oğlu hariç.

 

Esis beni hâlâ görmezden geliyordu. Derin bir nefes vererek üstümü değiştirdim. Tahmin edersin ki nefretin izi gitgide büyümüş morluklar omuzlarıma kadar inmişti. Bu iki gün prova olmamıştı, geçen gün opera binasında kriz geçirdiğim için iki günlük izin almıştım. Rol arkadaşlarım bilmiyordu ama Birgül hoca duygu durum bozukluğuna sahip olduğumu biliyordu. Bütün ihtimallere hazırlıklı olmak adına yedeğim olan oyuncunun üstüne durmaya başlamıştı fakat oyuna bir hafta bile kalmadığı için sahneye benim çıkmam konusunda ısrarcıydı.

 

Sahnenin acımasız yanı bu sanırım. Kırmızı perde çekildiği noktada sana verilen isim ve role bürünmen gerek. Bende Alice olucak, Asya'nın yaşadığı bütün olayları unutucaktım.

 

"Esis, ben Zümrüt 'ün yanına gidiyorum. Uslu dur."

 

Masanın üstüne kuşlar için biraz bulgur boşalttım, kapının önündeki ve bahçedeki su kapılarına su katıp evden ayrıldım. Zümrüt 'ün evi çok da yakın değildi ama yürümek istedim. Ana yola doğru ilerlerken güvenlik yelekli iki adam beni durdurdu. "Elektrik kabloları değiştiriliyor, güvenlik nedeniyle başka bir yol kullanın lütfen." Elektrik kabloları mı?

 

"Kolay gelsin."

 

Sitelerin arkasında biraz daha tenha olan yola ilerledim. Birkaç kedi beni takip etmeye başladı. Tehlikeli bir durum mu vardı? Sormak istedim ama biraz ilerde bir adam telefonla oldukça sinirli bir konuşma gerçekleştirdiği için yolun sonuna kadar sabretmeye karar verdim.

 

"Bebeğim yemin ederim tanımıyorum o kadını."

 

Dedi adam yüksek bir sesle.

 

Allah bilir ne halt yedi. Erkek milleti, güven olmuyor.

 

Hayır cinsiyetçi bir yaklaşım değil. Adam ve erkek farkı şeyler sonuçta. Cinsiyetle alakalı değil. Olgunluk meselesi.

 

Telefonla konuşurken resmen tavuk gibi dolanıyordu. Biraz komiğime gitmişti açıkçası. Yanında geçip gidiyordum ki birden bire beni tutarak ağzıma bir bez dayadı. Korkarak kolumu karnına geçirdim ki yan tarafta park hâlindeki arabadan iki adam daha indi. Gözlerim kararıken beni takip eden kediler üçüne de saldırdı. Tekrar burnuma bir bez bastırılırken gelen köpek seslerini işittim. Ben gece sürüsünün lideriydim, dişi alfa. Fakat insanlara karşı şu an ne yapabilirdik ki?

 

Gözlerim yavaş yavaş kapandı.

 

Üşüdüğümü hissettim.

 

 

Burun kemiğim ağırken yavaşça gözlerim açıldı. Bir depoda uyandım. Etraf rutubet ve ilaç gibi bir kokuya sahipti. Ya da benim üstüme o ilaç kokusu sinmişti. Loş bir ışık vardı ve benden başka kimse yoktu. Aklıma bin bir şey geldi. Alex'e düşman olan birileri mi beni kaçırdı? Ya da savaşçı olduğumu öğrenen herhangi birileri. Ya da Lui. Belkide Alex en sonunda infazıma karar vermişti. Sinirlerim bozulurken salak gibi kahlaha attım. Sesim depoda yankılandı. Tek ses benim deli kahkahalarımdı ve ben kendi kahkahalarımdan korktum. Çünkü diyecek bir sözüm olsa bağırır çağırırdım. Ama diyecek bir sözüm de yoktu. Ellerim ve bacaklarım bağlı bir şekilde ortada bir sandalyede oturuyordum ve yapabileceğim bir şey de yoktu.

 

"Cidden sikiyim ama artık. Biri çıkıp kafama sıksın ve şu oyuna bir son versin."

 

Adım sesleri gelirken kafamı çevirdim. "Kafana sıksaydım buraya getirme ve bağlama zahmetine girmezdim."

 

Evet, İsimsiz. Şimdi cidden durmanı ve bana bu cümleyi kuran kişiyi tahmin etmeni istiyorum. Şahsen benim hayatta aklıma gelmeyecek bir isimdi.

 

Mutemelen yanlış kişiyi düşündün.

 

Beni buraya getiren, bu sözleri söyleyen kişi Şifacı idi. Evet Félix Roux.

 

"Félix?" şaşkınlığımı saklama zahmetine gram girmedim. "Cidden sen mi kaçırdın beni?"

 

Sevimli bir şekilde gülümsedi. "Benden beklenen bir hareket değil, biliyorum. Nasılsın Asya?"

 

Rahat tavırları beni daha da şaşırtırken planının ne olabileceğini düşündüm. "Genel olarak mı yoksa kaçırıldığım andan itibaren mi?"

 

"Şakacı yanın üstünde. Seni gördüğüme sevindim." İşin en şaşırtıcı yani cidden sevinmiş gibiydi.

 

En son onu öldürmeye çalıştığımı sandığı için benden korkmamış mıydı bu adam?

 

Unuttuğun detay var Asya. Toplantı sırasında sana güvendiğin söyledi.

 

Evet, şu konu.

 

"Alex infaz emri verse bunu sana yaptırmaz diye düşünüyorum."

 

"Bana mı yaptırır?" dedi Fèlix'i arkasında gelen İdın.

 

İdın?

 

Ben hiç bir şey anlamadım Asya.

 

Bende iç ses.

 

Sen normalde de bir şey anlamıyorsun ki Asya.

 

"Muhtemelen. Ama hâlâ saçma. Ne o aktivite kalmadı da date fikri olarak birini kaçırmayı mı düşündünüz?"

 

Félix gülümsedi. "İyi fikir. Hadi ama altı yıldır birlikteyiz, ilişkiyi bir şekilde canlı tutmamız lazım değil mi?"

 

"Dış görünüş yanıltır. Bu ilişkinin manyak tarafı ben değilim, Félix."

 

Tüm bu olanlara rağmen gülümsedim. "Şaka maka bir yana, sizi görmek güzel çocuklar."

 

"Seni bu şekilde buraya sürüklediğimiz için öncelikle özür dileriz. Ama şüphe çekmeden yapmamız lazımdı. Şayet bu olanlar Beyaz Melek'in kulağına giderse sadece sen değil bizimde infazımız kesinleşir."

 

" Demek Alex'in haberi yok... Peki beni buraya neden getirdiniz Félix?"

 

"Yaran için." dedi kısaca ve devamını İdın getirdi. "Şey, yaranın kötüleştiğini duyduk. Nefret tehlikelidir. Bir kereye mahsus bir acıdan ibaret olur sanmıştım. Büyük ihtimalle Alex de öyle sandı. Fakat yanılmışız. Yeteneğime, Fèlix'in yeteneği ile müdahale edilmediği sürece sanırım insanı zehirlemeye devam ediyor. Şey sanırım kişinin ruh halinin de etkisi var. Senin moralin bozukken nefret senin içindeki karamsarlıktan besleniyor."

 

"Her şey tamam ama ben niye hâlâ bağlıyım?"

 

Cidden buna mı takıldın Asya.

 

Tuhaf bir ortam oluşuyor.

 

"Uyandığında ne yapacağını kestiremidik, hem... Seni iyileştirmek için yaraya dokunmam gerek ve bu biraz canını yakabilir." Bana doğru yaklaştı. "Her şey için özür dilerim Asya."

 

"Önce yara. Sanırım konuşucak çok şeyimiz var ve bu konuşmayı eli kolu bir sandalye bağlı hâlde yapmak istemiyorum." En sıcak gülümsemelerinden birini takındı. "Nasıl istersen."

 

Kendimi sakin olmaya zorladım. Bir sorun yok. İyi olucağım.

 

Félix bir eli ile gözlerimi kapattı. Bu beni biraz germişti. Diğer eli önce hafif bir şekilde yaraya dokundu. Bütün sinirlerime bir ağrı yayıldı. "Özür dilerim." dedi tekrar ve elini yaraya bastırdı.

 

 Acı! 

 

Dudaklarımdan bir inleme döküldü. Fèlix'in yeteneğini hissettim fakat bu sefer tatlı değil yakan bir sıcaklıktı.

 

Kıpırdanmaya başladım. Resmen beynim kaynıyordu.

 

"Félix, Dur!" dedim acıyla çıkan sesimle. Gözlerimin dolduğunu hissettim fakat Félix beni bırakmadı. Olduğum yerde debelenirken beni neden çözmediklerini daha iyi anladım.

 

"Lütfen." dedim yalvaran bir sesle. Bütün beynim acı diye çığlık atıyordu. Kaslarım gerilmiş sanki başıma akan kan kaynıyordu.

 

"Acıyor." dedim titreyen bir sesle bu sefer. Başıma tiz bir acı saplanmıştı. Tuhaf bir histi. Elin kaynar su ile yanar önce bir serinlik gelir sonra yanmaya başlar ya, öyle bir şeydi.

 

Yavaş yavaş yeteneği yerini bildiğim rahatlamaya bırakırken hızlı hızlı nefes alıp vermeye devam ettim.

En sonunda önce ensemi bıraktı sonra göz yaşlarımdan ıslanan parmaklarını çekti. Félix çekilince İdın hemen önüme diz çöktü. "Asya ben özür dilerim. Böyle olacağını bilmiyordum. Siktir, Alex'i dinlememeliydim. Ben çok korktum. Yemin ederim çok korktum. Félix benim her şeyimdi ve... Özür dilerim." Bir eli diz kapağımın üstündeydi ve kafasını öne eğmişti, sanırım kafasını kaldırmaya yüzü yoktu.

 

Félix ellerimi çözerken oda ayaklarımı çözdü. Ayağa kalkıp karşısında durdum. Sanki o sıra boynuna yapışsam, boğsam ses etmezdi. Boynuna uzandım ama sıkmak için değil, sarılmak için. "Sana kızgın değilim. İkinize de kızgın değilim. Sadece çok korkmuştunuz. Félix benden, sen Félix'i kaybetmekten. O masada siz hariç geri kalan herkes Alex den korktuğu için susmuştu. Yemin olsun dokunuşun beni öldürseydi yine canımı helal ederdim. Sen sadece sevdiklerini korudun."

 

İdın kollarını bana sardı ve kafasını omuzuma gömdü. "Ama bunu sevdiğim başka bir insana zarar vererek yaptım. İstediğin kadar konuş. Korku ile hareket ettim. Sana zarar verdim. Kaybetme korkusu, ve o sıra yaşanan kargaşa yaptığım şeyi yumuşatmaz."

 

Geri çekildim ve kara gözlerine baktım. Aynıydı bizim gözilerimiz hem zaten şu an ikimizin de kirpikleri göz yaşından ıslanmıştı. Şimdi daha çok benziyorlar işte. Elimi göz altlarına götürerek yaşları sildim.

 

"Buraya gelerek yeteri kadar tehlikeye girdiniz zaten vicdanın rahat olsun. Sana kırgın değilim. İkinize de kırgın değilim."

 

Kafasını salladı. "Vicdan azabından gelmedim buraya. Bu aptal savaş uğruna seni kaybetmek istemedim." Yanaklarına hafif bir kızarıklık yerleşti. "Şey aptalca gelicek ama benim için sen bir... kız kardeş gibisin. Benzememiz ve insanların bizi kardeş sanması hoşuma gidiyor. Bizim inanışlarımız sizinkinden biraz farklı. Bizim için aile kavramı kan bağı ile oluşur. Arkadaşların sadece arkadaşındır. Ailen olamaz. Evlendiğin kişi bile tam olarak ailen değildir çünkü bir kan bağı yok ortada. Savaşçılar benim dostum oldu ama asla tam olarak ailem olmadı. Ama sen bana dünyanın öbür ucunda gelmiş bir kardeş gibi hissettiriyorsun."

 

Gözlerini utanarak kaçırdı. "Şey... Hiç bir kan bağına sahip değiliz ama sen bana aile gibi hissettiriyorsun."

 

Bazı mitler der ki: Kabil, kardeşi Habil'i öldürdükten sonra çok pişman olmuş ve kardeşini öldürmesi için onu dolduran şeytana savaş açmış, hâlâ da devam ediyormuş bu savaş.

 

İdın bu hikâyede Şeytan adındaki Kabil idi. O Kabil kadar ileri gitmemişti, hatasını fark ettiği anda telafi etmişti.

 

Kabil şeytan yüzünden kardeşini kaybetmişti. Ben ise Şeytan ile kardeş oluşmuştum.

 

Onu kendime çekerek sarıldım. "İlk günden itibaren sen benim için küçük kardeş figürü oldun İdın. Bazı kardeşlikler kan bağına ihtiyaç duymaz."

 

O da sarıldı bana ve fısıltı gibi titreyen sesi ile tekrar özür diledi. "Ne intikam, ne adalet, ne güç ne de herhangi bir savaş için kardeşimi kaybedemem." dedi.

 

Savaş.... Savaşlar her zaman tüfekle, süngüyle yapılamaz. Adalet Savaşçıları eminim nice kansız ama acımasız savaşlar görmüştü.

 

En sonunda birbirinizden ayrıldık. "Şu an erkek arkadaşım bir kadına sarılıyor ve ben bunun için çok mutluyum." Gözüm varlığını unuttuğum Félix'e döndü. Kollarını kendine sarmış tatlı bir tebessümle bizi izliyordu. Sanki bizi bir arada görmeye hasret kalmış gibiydi. Ona doğru ilerledim sıkıca ona da sarıldım. "Asya, özür dilerim." "Başlama dur. Aynı şeyleri tekrar tekrar dedirtiyorsunuz bana. Ben özür dilerim. O anki panikle direkt oku attım ve senin tehlikeye attım."

 

Şaşkınlıkla geçi çekildi ve yüzüme baktı. "Şaka mı yapıyorsun? Sen olmasaydın ölürdüm. Sana bir can borçluyum. Hem hedefin ben olmadığımı biraz geç de olsa fark ettim. Tüm o kargaşa içinde sen hatta Ada bile tehlikedeyken iyi olup olmadığımı kontrol ettin. O zaman emin oldum hedefin ben olmadığıma, ki hedef ben olsaydım burda olamazdım, Avcı ıskaladıysa hedef sen değilsindir." Ufak bir kahkaha attım. "Bunu duyduğuma sevindim."

 

İkisine baktım hasretle. "Şimdi bana her şeyi anlatın bakalım, burda ne işiniz var ve ne savaşından bahsediyorsunuz?" Gerilerek birbirlerine baktılar. "Güneşe karşı bir savaş Asya." dedi Félix gerilerek. Anlamayarak yüzüne baktım. "İyi de Alex'e karşı neden savaşıyorsunuz ki?" İdın başınız salladı. "Bahsettiğimiz kişi Alex değil, Beyaz Melek." Alayla sırıttım. "İki aynı kişi sanıyordum." Félix yavaşça başını salladı. "Yanılıyorsun, Alex farklı biri Beyaz Melek farklı biri."

 

O an aklıma Maria'nın sözleri geldi: Alex ve Beyaz Melek aynı kişi değil...

 

"Açık konuş Şifacı." Félix derin bir nefes alarak konuşmaya başladı: "Alex bunu pek dile getirmez gerçi gizlesede bazı savaşçılar bunu anladı bile. Alex çoklu kişilik bozukluğuna sahip yani tek bir kişi değil 2 kişi gibi Beyaz Melek ve Alexander. Alexander şu hayatta tanıyabileceğin en şefkatli, en korumacı insan fakat Beyaz Melek tanıyıp tanıyabileceğin en acımasız yaratık."

 

Bir süre tepkilerimi ölçüp tekrar devam etti.

 

"Alex'in kişilik bozukluğu hangi noktada başladı bilmiyorum ama Lui'nin ihaneti durumu daha da kötüleştirdi. O gücü bizi korumak için istedi fakat güce köle oldu. Her zaman daha fazlasını istedi ve o güce sahip olmak için yapmadığı kötülük kalmadı. Alex hasta olduğunun farkında olan, iyileşmesi gerektiğini bilen fakat sahip olduğu hastalıktan memnun biriydi. Çünkü yaptığı bütün kötü şeyleri Beyaz Melek' in üstüne atabiliyordu. Kendine yakıştıramadığı bütün davranışları, bütün sözleri Beyaz Melek'e aitmiş gibi düşünüyordu fakat bu durumu daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramadı çünkü elindeki gücü Beyaz Melek'e yıktı, onu daha da güçlendirdi. On üç yaşımdan beri tanıyorum onu, rahatsızlığının en çok kötüleştiği zamanlarda bile yanındaydım, açıkçası benim bile pek bir umudum kalmamıştı bir gün iyileşebileceğine dair çünkü dediğim gibi; Alex hasta olduğunun farkındaydı fakat iyileşmek için hiçbir çaba göstermiyordu."

 

Alex ile yaptığımız konuşma geldi aklıma "İkimizden biri iyileşecek..." Demek Alex'in bahsettiği şey buydu, aradan aylar geçmişti ve ben neredeyse her gün gördüğüm bu adamı yeni tanımaya başlıyordum. Tuhaf duygular içerisindeydim; hayal kırıklığı, inanç, hırs, kızgınlık, kırgınlık, ve hâlâ yok edemediğim sevgi...

 

 

"Her şeyi anladım ama benim bu hikayedeki rolümü henüz anlayamadım." dedim duyduklarımı idrak etmeye çalışarak. İdın devam etti. "Alex iyileşmek için bir çaba sarf etmiyordu, onun tek amacı Beyaz Melek'i yenmekti. Bu yüzden seni çaylağı olarak aldı, seni Beyaz Meleği yenmek için yetiştirdi."

 

Tüm bu alanlar fazla gelmişti resmen yine başım ağrımıştı. Anlamayarak tekrar kafamı salladım. "İyi de Beyaz Melek'i yenmek Alex'i yenmek demek." dedim. İdın da benim gibi başını salladı. "Beyaz Melek tarafından en fazla zarar gören kişi yine Alex. Onun için Beyaz Melek aynada gördüğü biri değil, en büyük düşmanı içinde sakladığı bir zehir."

 

Korkarak aklımdaki o soruyu sordum. "Peki Beyaz Melek'i yenmek ne demek?" Félix ve İdın bir süre bakıştı sonra Félix gözlerini gözlerime dikti. "Bunu bilmiyoruz ama bana sorarsan Alex'in bildiğinden de şüpheliyim."

 

Sonunu bilmediğim bir savaşa sürüklenmiştim bana Beyaz Melek'i yen dediler fakat Beyaz Melek yenildiğim adamdı. Hayır, güçle bir ilgisi yoktu, duygusal olarak yenilmiştim. Bir kere kalbime sahip olmuş bir insanı nasıl zarar verirdim ki?

 

Bence, ben kafayı vurdum ve bütün bu olanlar hayal gücümün eseri

 

Senin hayal gücün bile bu kadar deli saçması olamaz, Asya.

 

Ama bunlar gerçek olamayacak kadar da saçma iç ses.

 

 

"Alex onu yenmemi istiyorsa neden beni kendinden uzaklaştırdı?" "Bunu neden yaptığından ben de emin değilim. Aklımda birçok fikir var: belki ondan nefret etmeni istedi, belki intikam almanı istedi, belki Beyaz Melek'in ne kadar acımasız biri olduğunu görmeni istedi, belki... Emin değilim, onu anlamak zor. Bildiğim tek bir şey var: biz istesek de istemesek de güneşle savaş biz senin tarafına geçtiğimiz anda başladı çünkü tam olarak bugün saflar seçilmeye başladı. Savaşçılar kimin yanında savaşacağını seçmeye başladı."

 

Hayır, demek istedim benim tarafımda savaşan ilk kişi Öykü idi fakat bunu demeye dahi korktum. Çünkü benim istediğim bir savaş değildi, ben savaşçılarla aile olmak istemiştim, düşman değil. Varsın yoksun benimle düşman olmaya devam etsinler, savaşçıların birbirleriyle düşman oldukları gerçeği bütün iliklerimi yakıyordu.

Ürperdim.

Bir yolu olmalı.

 

"Sence Félix'e saldıran şu adam Alex'in bir planı olabilir mi?" dedi İdın. Başımı salladım. "Sanmıyorum, şayet ne olursa olsun Alex Félix'e zarar vermez."

 

Yani umarım.

 

"Büyük ihtimal sadece fırsattan istifade etti. Fakat onun ne gibi işine geldiği emin değilim. Savaşçıları benim yanıma çekmekten çok ben ve savaşçıları birbirimizden uzaklaştırdı. Ona karşı savaşırken beni yalnız bıraktı, hangi açıdan düşünürsen düşüneyim bir şeyler eksik."

 

Cidden başım ağrıyor, düşünmek ne zamandan beri bu kadar zor oldu?

 

"Nasıl bir plan izliyor ben bilmiyorum ama büyük ihtimal Ada biliyor." Şayet bütün bu olanlar arasında Alex'in yanında durmaya devam etmesini başka nasıl açıklayabilirim bilmiyorum.

 

Hayır Asya, açıklayabiliyorsun ama açıklamak istemiyorsun. Çünkü o fikir seni korkutuyor, Hyun Su'yu sana tercih etmesi fikri seni korkutuyor.

 

Alakası yok. O zaman o da tehlikede olmuş olurdu, Ada kendi için kimseyi tercih etmez.

 

"Olabilir fakat beni asıl korkutan şey bu değil." dedi İdın. "Maria karargahtan gitti, nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim yok. Maria benim olduğum süre zarfında bir kez karargahı terk etti ve bizden uzaklaştı Zamira öldüğü zaman.... Tek dileğim yine kanlı bir savaş olmaması kimseyi kaybetmememiz."

 

Olayların yaşandığı gün Maria'nın yanıma geldiğinden bahsettim, bana anlattıklarından söylediklerinden bahsettim. Meğer ben farkında olmadan uyarmış beni.

 

Félix sessizliğini bozarak söze girdi. "Maria gittiyse işler kötüleşecek demektir. Sizi korkutmak istemem ama Maria bir ölüm olmadığı sürece susmaz."

 

 

Tüylerim ürperdi tekrar, bütün sinirlerimden bir elektrik geçti. Hayır, ölüm mü, kimin ölümü? Alex'in mi, ama ben...

 

Kimseyi öldüremez misin? Asya bunu çoktan yaptın.

 

Bir dakika! "İyide zaten bir ölüm gerçekleşti. O adamı vurduğun anda zaten biri öldü. Belki bu yüzden gitmiştir, bu yüzden susmayı seçmiştir."

 

İdın ve Félix sessiz bir şekilde durmaya devam ettiler. Gerçeğin bu olmadığını üçümüz de biliyorduk.

 

Tüm bunlar sarhoş bir kalemden çıkma fantastik birer yazıdan ibaret olmalı. Yani öyle olmalıydı, şu an yaşamasam belki durum bu olurdu.

 

Aklıma Öykü geldi. Sanırım bu gün masaya bütün kozları döküyorduk. Onlara Öykü den, odama giren kişiden, bulduğum boncuktan ve Öykü'nün yanına gönderdiğim kuştan bahsettim. "Félix gülümsedi. "Açıkçası Öykü'nün senin tarafında olduğunu duyduğuma pek şaşırmadım, her ne kadar kabul etmese de oldukça cesur biri."

 

İfadesi ciddileşti.

 

"Konuya geri dönecek olursak, ilaçlar şu an senin için sadece işleri karıştıracaktır. Mümkün olduğunca içmemeye dikkat et. Onlar sana zarar veriyor Asya. Yeteneğim sayesinde bir süre iyi olacaksın, bir süre ilaçlara ihtiyaç duymayacaksın ve umarım yeteneğim etkisini kaybetmeye başladığında artık gölgelerde buluşmamıza gerek kalmaz."

 

Bu tam olarak ne kadar bir süre ediyordu emin değilim fakat tuhaf bir şekilde yakın bir zaman olduğunu hissettim.

 

Bütün bunları sineye çekebilecek miyiz, tamam oldu bitti diyebilecek miyiz? Tekrardan savaşçı olabilecek miyim? Hiçbir şey yokmuş gibi Alex'e gülümseyebilecek miyim? Ben... Alex'e gülmseyebilecek miyim? Bencillik gibi geliyor biliyorum ama ben savaşmak istemiyorum.

 

Félix sanki zihnimden geçen düşünceleri duymuş gibi bir elini omuzuma kattı. "Eminim her şeyi düzeltmenin bir yolu vardır. Savaşlar, yenilgiler illa ölüm ile bitecek değiller. Belki... Alex vazgeçer."

 

Alex için güç her şey. Vazgeçmez.

 

Biliyordum ki bu bizim için umuttan başka bir şey değildi. Başıma hafifçe salladım. Kanlı bir savaş bizi bekliyordu ve biz sadece kansız geçmesi için dua edebiliyorduk. Ne zaman savaş başlar bilmiyorum. Belki de gerçekten Félix'in dediği gibi başlamıştır. Peki daha az kayıp vererek bitirmek mümkün müydü? Kaderin nasıl planları vardı bilmiyorum, Maria o gelecekte neler gördü de kaçtı bilmiyorum fakat sevdiğim kişileri korumak için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Alex de dahil şayet diğerleri Beyaz Melek'i bir düşman olarak bakabilir fakat benim için Alex ve Beyaz Melek aynı kişiydi. Alex'i sevdiğim kadar Beyaz Melek'i de seviyordum. Alex'in tek bir kişi olduğunu fark etmeye ihtiyacı vardı, belki o zaman savaşmaya gerek kalmazdı.

 

Bunu nasıl yapacaksın, Asya birbirinizi gördüğünüz mü var?

 

Bazen kader cidden bize bir yol çiziyor ve o yolda yürümek zorunda kalıyoruz. Evet, o yolda yürüyecektim fakat kendi adımlarımla, kendi istediğim tarafa dönerek gidecektim o yolda. Gerekirse yoldan sapacak, çalılara çarpa çarpa, ağaçların tepesine tırmanarak, nehirler aşarak yürüyecektim o yolu. Fakat kendi istediğim sonu bulacaktım, kendi istediğim şehre varacaktım.

 

 

Ya öyle bir şehir yoksa Asya?

 

O zaman benim ve sevdiğim herkesin iyi olacağı o şehri ben kurardım.

 

Küçükken Peter Pan masalını çok severdim. Büyüyünce masalın orjinalini okudum. Meğer Peter Pan çocukları kaçıran biriymiş. Fakat o zaman masal daha gerçekçi gelmişti.

 

Şimdi bi olmayan ülke de ben kurucaktım. Çocukları kaçırmak için değil, kaçmak için de değil. Bir yere ait olmak için.

 

Düşüncelerimin içinde hapsolmuşken omzuma bir el hissettim.

 

"Hey! Gevşe biraz. Yalnız değilsin, biz de seninleyiz unuttun mu? Öykü, belki Selen, Ada. Hatta Hyun Su. Belli etmiyor ama Mex. Savaşçılar arasında sana inananlar var." Minnetle İdın'a baktım, elimden gelen tek şey gülümsemek oldu. Teşekkür edecekken Ada'nın sözlerini hatırladım. "Savaşçılara beni kötüleyen biri var." dedim. İkili kim olduğunu düşünür gibi bakıştı tekrar.

"Atlas?"

"Sanmam. Zoe?"

"Uğraşmaz. Arthur?"

"O da uğraşmaz. Hem Selen izin vermez. Mex?"

"Yok ya, o zaman bize yardım etmezdi."

"Rol yapıyorsa? Alex'e en yakın olan o."

"Beyaz Melek ile en çok yüz yüze gelen de o."

"Lusita?"

"Olabilir, ikna kabiliyeti yüksek. Melodi?"

"O ve Umut toplantıdan toplantıya geliyor."

"İkna etmesi için yüz yüze olmasına gerek yok ki?"

 

Tenis maçı izler gibi gözlerim ikisinin arasında gidip gelirken en sonunda dayanamadım ve araya girdim.

 

"Beyler, beyler! Bir dakika, bu hesaba inersek herkes olabilir veya hiç kimse olamaz. Böyle tahminle bir yere varamayız. Ancak konuşmalardan birini duyduktan sonra bir fikir üretebiliriz."

 

İdın saçlarını geriye attı. "Korkarım bunun için çok geç olabilir. O kişinin ikna ettiği biri de bu konu hakkında konuşabilir."

 

Her şekilde belirsizlik içine düşmüştük. Tek bir adım dahi ilerleyemedik.

 

"Unutma seni kötüleyenler olduğu gibi savunanlar da var. Biz o kişilerden önce davranabiliriz. Senin lehine konuşuruz."

 

Gözlerim yaşardı.

 

Fransız herif 'lehine' kelimesini doğru kullandığı için mi Asya?

 

Hayır iç ses, bana inanan birilerinin olduğunu bildiğim için.

 

Bende bir şey sandım. Bence lehine ve aleyhine arasındaki farkı bilmesi daha duygsal.

 

Of iç ses, of!

 

"Bu sizi tehlikeye atar. Sizden böyle bir şey isteyemem."

 

Sessizce düşünmeye devam ettik.

 

Bir yere varamayınca geç olmadan gitmeye karar verdik. "Seni kaçırırken hayvanlar iki adamımızı yaraladı, onlar ile ilgilenmem lazım." Başımı kaldırdım. "Peki hayvanlara bir zarar geldi mi?"

 

Félix bir şey demeden İdın öne atıldı. "Hayır, büyük bir şey yok. Hem Félix halleder."

 

Onlar arasında da yaralanan var.

 

"Gece sürüsünün nerde olduğunu biliyor musunuz?"

 

İkisi olumsuz bir şekilde başını salladı. "Ama hayvanlar Alex'e kan kusturuyor. Karargâhın çevresinde sürekli tehditkar bir şekilde dolanıyorlar. Onlara zarar vermeden karargahtan uzak tutmaya çalışıyorlar. Yerin kulağı varmı bilmem ama hayvanların dili var. Senin kulağına bir şey gitmesini istemiyorlar." dedi Félix.

 

Gülümsedim. O korku onlara yeter. Hem istedikleri kadar engellesiler. Hayvanlar her yerde. Merak ettiğim her şeyi öğrenebiliyordum.

 

"Şey, kabul et. İstesen şu an hayvanları toplar karargâhı basarsın." dedi İdın.

 

Omuz silktim. "Amacım intikam olsaydı yapardım. Ama ben Adalet istiyorum."

 

 

🐾

 

İdın Ruiz:

 

 

Asya'yı bıraktıktan sonra kuş evine döndük. İçeride Alexi veya hemen arkasında duran Mex'i görmeyi beklemiyorduk. O an cidden beynimden vurulmuşa dönüm. Hemen Félix'in önüne geçtim. Alex'in neler yapacağı hakkında hiç bir fikrim yoktu. Gözlerim Mex'e döndü. O da bana bakıyordu. Yüzü ifadesizdi ama ona baktığımı fark edince kafasını yavaş yavaş salladı. Gerçekten mi Mex Fina, gerçekten bizi sattın mı?

 

Félix kolumu tuttu ve bir adım atarak yanımda durdu. "Kardeşim?"

 

Hayır sevgilim. Şu an karşındaki adam kardeşin değil.

 

Yüce Tanrım. Yalvarırım, yalvarırım Fèlix'i koru. Kolay kolay bir şey istemem senden. Şu yaşıma kadar senden istediğim tek şey sevdiklerimi koruman oldu. Yalvarırım. Onları, özellikle Fèlix'i koru."

 

Rahatladığımı hissedince Félix'in yeteneğini kullandığını fark ettim. Şu an elbette ne kadar gerildiğimi hissetmişti.

 

 

Alex ileredi ve bize yaklaştı. Biraz daha Félix'in önüne geçtim. Gözleri beni buldu. Benim tehditkar bakışlarıma tezat o gülümsedim. Evet, gülümsedi! Hemde samimi bir gülümseme.

 

Afallayarak yüzüne baktım öylece. "Bir doktorun önceliği hastasıdır kardeşim. Sema abla eminim seninle gurur duyardı."

 

"N- ne" dedi Félix kekeleyerek. "Eh, sormayacaksın ama bende seninle gurur duyuyorum. Büyüdün Ufaklık." İşin komik yanı harbi gurur duyuyor gibiydi.

 

Arkasını döndü ve kuş evinden gitti.

 

"Şey, Ne oldu az önce?" dedim anlamayarak. Her şey çok hızlı oldu. Félix omuz silkti. "Sanırım zaten bunu yapmamızı istiyordu."

 

Gözüm hâlâ içeride olan Mex'e kaydı. "Sen mi ispiyonladın bizi?"

 

Oldukça sarsılmış görünen Mex hızlıca kafasını salladı. "Bunu neden yapayım, en başında size yardım etmeyi kabul etmezdim."

 

"Alex'e en sadık olan kişi sendin." dedim üstünde durarak.

 

Dehşetle yüzüme baktı. "Beyaz Melek'i en fazla gören de benim. Hiç bir şey bilmiyordum. Bana kuş evinde yardıma ihtiyaç olduğunu söyledi. Bende geldim." Ellerini öne doğru uzattı, parmakları titriyordu. "Nasıl titrediğime bak! Hiç bir şey demedi yarım saat boyunca sadece karşıma oturtup tek kelime etmeden yüzüme baktı. Aklımdan neler neler geçti biliyor musunuz? Siz... Size..."

 

Sesi titredi, devamını getiremedi. Félix öne atıldı ve ona sarıldı. "Şştt sakin ol. Bir şey yok. Sana inanıyorum. Alex'e ne kadar sadık olursan ol, bizi, Asya'yı veya kendini tehlikeye atacak bir şey yapamazsın."

 

Bir bardak su doldurarak ona verdim. "Şey. Özür dilerim." dedim mahçup bir sesle. "Önemli değil. Hepimiz için sürpriz oldu."

 

"Nasıl öğrendi ki?" dedi Félix.

 

Mex büyük bir yudum içti. "Bilmiyorum. Kameraların hepsini hallettim, Nemisis'i sistemden düşürdüm hem telefonlarınız buradaydı. Asya'nın telefonuna sahte mesaj bile yükledim. Yanınıza aldığınız adamlardan biri ötmüş olmasın?"

 

Félix kasasını salladı. "Hepsi sağlam adamlardı. İmkânı yok. Belki de Alex biz bilmerden Asya'yı takip ettiriyordu."

 

Sesizce durduk bir süre. Hiç bir ihtimal mantıklı değildi. Sessizliği Mex bozdu. "O iyi mi?" Başımı salladım. "İyi olacak." Rahatlayarak nefes verdi. " O halde ben karargaha dönüyorum. Kameralar olandan kendimi kör hissediyorum. Hem hâlâ Alex'i birinin kontrol etmesi gerek."

 

"Kendine dikkat et."

 

"Sizde. Ayrıca sanırım... Farkında olmadan onun istediği şeyi yaptık." Bardakta kalan son yudumu kafaya dikti ve gitti.

 

Félix ile birlikte sessizlikte yalnız kaldık. Ona döndüm onu kollarımın arasına alarak sarıldım ve ipek saçlarına öpücükler bıraktım. "Neler oluyor artık aklım almıyor." "Benimde."

 

Kafasını kaldırıp gözlerime baktı. "Yüzündeki ifade, çok tanıdıktı. Mex halkı, onun istediği bir şeyi yaptık." Alnımı alnına dayadım. "Asya hâlâ onun zaafı. Onu kaybetmeyi göze alamaz."

 

Uzandı ve dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. "Tuhaf bir huzur var içimde."

 

Baş parmağım yavaşça yanağını okşadı. "Şey, o senin kardeşin. Ondan gizli bir iş yapmak istemiyordun. Haberinin olması seni rahatlattı."

 

Sevimli bir şekilde gülümsedi ve burnunu burnuma sürttü. "Beni nasıl benden iyi tanımayı başarıyorsun?"

 

Yanaklarım ısınırken bende gülümsedim. "Aşk sevgilim, aşk." Tektara onu kendime bastırıldım ve kokusunu içime çektim.

 

Bir zamanlar zayıf biriydim, artık serpilmiş koca bir ağaç olmuştum.* Sevdiğim kimsenin zarar görmesine göz yummayacaktım. Ne Félix, ne Asya ne de diğer savaşçılar. Ben İdın Ruiz. Félix en değerlisi, Alex'in savaşçısı, Asya'nın kardeşi, savaşçıların Şeytan'ı. Ben İdın Ruiz. Olmayı seçtiğim kişiyim.

 

 

{Yz: Şah ve Mat bölümünü hatırladın mı?:) }

 

 

 

Mex Fina:

 

(iki gün önce.)

 

Alex bana Asya'nın geçirdiği krizden bahsetti. Nefret git gide ilerliyordu.

 

"Ona zarar verdim Mex, göz göre göre hemde."

 

"Bunun olacağını bilmiyordun."

 

Yüzünde büyük bir keder vardı, pişmanlık vardı. O dağ gibi adam şu an enkaza dönmüştü. Sahip olduğu güç ile herkese diz çöktüren Alex kendine yeniliyordu. Kendi içinde yetiştirdiği canavar onu tüketiyordu.

 

İkinci dünya savaşından sonra Almanlar molozları bir araya getirmişti. Zamanla moloz yığınları tepe olmuştu. Trümmerberg yani moloz dağ olarak adlandırılırdı ve halk arasında Mont Klamott -Döküntü Dağı- denirdi. Sadece bir tepe değil. Almanya'daki çoğu büyük kentte en az bir Schuttberg bulunuyordu.

 

Bize lazım olanda bu. Döküntülerimizi, hasar alan yanlarımızı bir araya getirmeliydik. Bu sayde yeni dağlar yaratır, yeşillenip hayat buluşunu izlerdik.

 

"Beyaz Melek den kurtulmak istiyorsun. Bunu neden kendin yapmıyorsun?"

 

Başını yavaşça saldı. "Savaşçılar çoktan zehirlendi Mex. Ben Beyaz Melek olmayı kessem bile onlar için var olmaya devam edecek. Oldukları kişiyi kaybettiler ve onlara bunu verecek kişi ne Asya ne benim. Kendileri kazanacaklar. Direnişte bir adaletir."

 

Haklısın dostum direnişte bir adaletir ama tek sebebi bu değil. En çok sen korkuyorsun kendinden. En çok senin cesaretin yok baş kaldırmaya. Fakat unutma dostum: başkaldırmayı bilmeyenler yıldızları göremezler.

 

Senin özgür olmanın tek yolu yıllardır farklı biri gibi gördüğün Beyaz Melek'in aslında sen olduğunu fark etmen. Hayır dostum, Asya'nın buradaki rolü Beyaz Melek'i yenmek değil. Onunla aynı kişi olduğunu farke etmeni sağlamak.

 

Umarım Avcı, umarım başarısın bunu. Nefret yerine aşkı seçersin ve Beyaz Melek'i zincirlerinden kurtarırsın.

 

"Savaşçılar taraf seçmeye başladı." dedi. "Az çok tahmin ettiğim şekilde ilerliyor. Kimisi korkuyor, kimisi susuyor. Karargâhta büyük bir sessizlik var. Bunun fırtına öncesi sessizlik olmasından korkuyorum. Birbirlerine bağlanmak yerine birbirleri ile savaşmayı seçecek gibi duruyorlar."

 

Başımı salladım yavaşça.

 

Melodi ve Umut mümkün olduğunca karargâh işlerinden ellerini ayaklarını çekmiştiler. Sadece Umut vakfın işleri için karargâha gelip gidiyordu. Ada'ya karşı da bir cephe örülmüştür. Bu yüzden Hyun Su onu bizden uzak tutuyordu. Lusita kendini labaratuvara kapatmıştı. Yemek saatleri haricinde deneyleri ile uğraşıyordu. Cesika da aynı şekilde. Mümkün olduğu kadar kaçıyordu bu olaylardan. Eskisinden daha da sesizleşmişti. Biri son günlerin konusunu açsın hemen bahane bulup kaçıyordu. Meredith şiddetli baş ağrıları yüzünden odasından çıkmıyordu. Félix iyice revire gömülmüştü ve İdın neredeyse her gece gönüllü olarak devriyeye çıkıyor, gündüzlerini ya eğitimde, ya Félix'in yanında revirde geçiyordu yada kuş evinde dinlenmeye çekiliyordu. Selen ve Öykü, Asya dan yana görünüyordu. Arthur mümkün oldukça Selen'i geri planda tutmaya çalışıyordu. Atlas ve Zoe bile susmuş, olacakları bekliyordu. Maria ise ortada yoktu. En çok onun için endişeleniyordum. Güzel Maria'm... İlk defa ortadan kaybolmuyordu.

 

Nerde olduğunu biliyordum. Ben Mex Fina'yım. Teknolojinin bu kafar yaygın olduğu, kameraların her yere yayıldığı bu devirde isteyip bulamayacağım hiç bir şey yoktu. Maria'yı da bulmuştum.

 

İçin rahat olsun Kâhin. Taşıdığın lânetli yetenek giram umurunda değil. Beni kendinden istediğin kadar koru, istediğin kadar yalnız kalmak için kaç. Söz veriyorum her zaman bir gözüm üstünde olucak. Nefesine göz dikmiyorum. Sadece nefes aldığından emin oluyorum.

 

Geleceği gördüğün için kaçıyorsun benden, biliyorum. İkimizde birinin ölümü yakın olmasa kaçamazsın. Sen tanıdığım en cesur, en olgun kişisin. Ölümü bilip susacak kadar cesur ve olgunsun.

 

Hangimiz ölücek, ne zaman ölücek bilmiyorum. Fakat bende seninle birlikte susuyorum. Sen yanımda dursan bana yeter. Bana gülümsemesen de olur. Gülümsediğini görsem yeter. Varsın yoksun elini tutamiyim, kokunu rahatça duyamiyim, seninle uyuyamayayım. Yaşadığını bilmek bana yetiyor. Biliyorum. Birbirimizin kokusunu almak, uyurken sarılmak, elini sımsıkı tutmak için birimizin ölüm günü olması gerek. Birimiz sonsuza dek uyuyacak diğeri doyasıya son anı yaşayacak. Bu saydığım şeyleri yaşamak demek senin ölümün demekse eğer, istemem. Benim için yaşamana gerek yok, sen yaşa bana yeter. Ben senin varlığında ki yokluğa da razıyım.

 

Benim ölüm günüm olmasını da istemem. Dünya çok acımasız. Seni almak isteyecek çok falza kötü adam var. Yeteneğin büyük bir sır olarak saklanıyor, fakat Lui bütün kozları oynuyor. Senin varlığını örgütler arasında anlatıyor. Şu an paha biçilmez bir hazinesin. Benim değilsin fakat yemin ederim ne olursa olsun son nefesime kadar koruyacağım seni. Ben Mex Fina. Bana sanal ağın imparatoru diyorlar. Yıllarca sağladığım bütün bu başarı bütün bu ünvan artık önce senin için sonra adalet için.

 

Ben geçmişimi silmeyi seçtim. Benim bir şimdim var bir de geleceğim. Ben şimdimi Alex'e adadım, adalete adadım. Senin bildiğin geleceğimi ise sana.

 

Ne var o gelecekte bilmiyorum ama maalesef bir geleceğim varsa eğer senin o gelecekte olmadığını biliyorum.

 

İnsan, bir sevdiğinden; birde onu sevenden bir şey sağlayamaz. Kabul et, senin için ikisi de benim. Birimizin ölümü çok yakın Maria'm. Biliyorum, gördüğün gelecekte bize ait bir hayat yok. Bu yüzden ikimiz içimize gömdük duygularımızı. Duygular sadece sevgi değil, korku da var. Çaresizlik de.

 

Çaresizliklerin en büyüğü bu, ölüme karşı yaşamak. Ama ne diyebilirim ki? Bazı aşklar ölmek için doğarlar...

 

 

(Yz: ne tozu lan harbi ağlıyorum.)

 

Gözlerim dışarıya, manzaraya dalan Alex'e kaydı. Senin nerde olduğunu bildiğimi biliyordum. Fakat sormuyordu. Alex'in hiç bir zaman senin yeteneğinden gözü olmadı zaten. O geleceği bilmek değil bu günü yönetmek istiyordu. Çünkü bu adam zaten defalarca kez ölüm ile burun buruna geldi. Artık 'yarın' diye bir kavramın teoride varolmadığını biliyordu.

 

Peki senin yerini sorsa söyler miydim? Hayır, ona söyleyeceğim tek yalan bu olurdu. Fakat anlardı o beni. Seni korumak istediğimi anlardı. Çünkü Asya'yı korumak için neler yaptığını bizzat gördüm.

 

Asya'ya bir şey yaptın biliyorum. Asya'nın ruhu duymadan sen ve Meredith ona bir şey yaptınız. Ne yaptınız bilmiyorum. Bunun Asya üstünde nasıl bir etkisi olur onu da bilmiyorum.

 

Korkuyorum. Asya her geçen gün güçleniyor ve bu çok hızlı gerçekleşiyor. Yeteneğinin farkına varmaya başladı, sınırlarını zorlamaya başladı. Güçlü müttefikler kazanmaya başladı.

 

Beyaz Melek'i İnsan Avcısı yener dedik.

Peki ya bir gün gerekirse Son İnsan Avcısı'nı kim yenicek?

 

 

"Alex?"

"Hmm?"

"Asya'nın sahip olduğu güç seni korkutmuyor mu?"

 

Omuz silkti. "Korkutuyor. Her insan güçten zehilenir. Asya'nın bir istisna olmayacak."

 

"Önlem almayacak mısın?"

 

"Bu benim değil Asya'nın yapacağı iş. Ama benim aksime onun bir artısı var. Artık bu zehire bağışıklık geliştirmiş biri yanında olucak. Yani umarım olabilirim."

 

"Biliyorsun, eğer bu yenilgi sana zarar verise bu kadar emeği görmezden gelirim. İzin vermem." sesim kendinden emin çıkınca Alex gülümsedi. "Biliyorum. Belki bu yüzden bu kadar rahatım. Ben kendimi istediğim kadar ateşe atayım. Sen benim yanmama izin vermezsin. Sen hangi taraftasın Mex, güç mü Adalet mi?"

 

Bir süre dediklerini tartım.

 

"Senin. Güç veya adalet değil, Alex veya Beyaz Melek değil. Senin tarafındanım dostum. Doğru olan taraf neresi bilmiyorum fakat eğer senin yanında olmak bana yenilgi getirse bile senin tarafından durmaya devam ederim. Bir borçluluk veya bağımlılık duyduğumdan değil. Ying ve Yang. Alex'in içinde de kötülük var, Beyaz Melek'in içinde de iyilik var. Ben ne siyaha ne beyaza inanırım. Benim için mühim olan öz. Senin özünü biliyorum ben. O öz beni ne olursan olsun senin yanında tutuyor."

 

Gözleri bana döndü. Minnetle baktı yüzüme.

 

"Bilirsin, kelimelerle aram iyi değil. Ben bı senin özünü görürüm, bı de gözlerindeki ışığı. Dünya karşına geçsin Di Angelo, ben yine yanında dururum. Doğru olan bu olduğu için değil. Yanında olmayı seçtiğim için. Beni savaşan askerlerden biri olarak görmeyi kes. Bu sadece senin savaşın değil. Asya'ya destek olurum ama bir adım bile yanından kaymam."

 

"Sen Tanrıların bana verdiği en büyük nimetlerden birisin dostum." dedi ne diyeceğini bilemez bir ifadeyle.

 

Alayla sırıttım. "Biliyorum. Umarım savaşı kaybedersin de bana kalırsın. Şu saatten sonra benden başkası bakmaz zaten sana."

 

Ufak bir kahkaha attı. "Deme ya?"

 

"Tabii, ne sandın sarı çiyan."

 

Beni kolunun altına çekti ve sıkıca kolunu omzuma doladı.

 

"Bizim Bitter çikolataya da bak sen."

 

"Bu yüzden sevdiğin tek tatlı Bitter çikolata ya." dedim göz kırparak.

 

Tekrar kahkaha attığında bende kendimi tutamadım ve kahkaha attım.

 

Hâlâ kolunun altındayken ikimizde tekrar manzaraya döndük.

 

"Şaka bir yana, İyi ki varsın dostum." dedi yumuşak bir sesle.

 

"Sende dostum." dedim kendimi Alex'in bedenine yaslayarak.

 

Hayatım boyunca hep tek tabanca takılmıştım. Kimseye güvenmek yok, kimseye bağlanmak, ilişker kurmak yok. Asla birine sırtımı dayayamazdım. Taki Alex kadar. Bir insan birine güvenle yaslanana kadar bir başına direnmenin ne kadar yorucu ve boş olduğunu fark etmiyordu.

 

Şimdi bana yaslanma sırası ondaydı.

 

"Hadi hadi aşık İtalyan. Daha yapacak çok işimiz var." İkimizde tekrar ciddileştik. Şu an en çok Asya'nın bize ihtiyacı var.

 

"Nemisin bana yedinci savaşçının yerini göster."

 

Ekrandaki yer ikinci katın terasıydı.

 

"Hzır mısın?" başımı olumlu anlamda sallayarak terasa yöneldim.

 

Gerçekten Félix ondaydı. Gördüğüm kadarıyla elinde bir dergi vardı ve onu okuyordu.

 

Telefonumu kulağıma götürerek konuşuyor gibi yaptım.

 

"Aynen, Gözcüler söyledi. Durumu kritikmiş." Dedim hafif yüksek bir sesle. Terasın girişindeki çiçeğe baktım, sulanmıştı ama yine de önüne yavaşça su döktüm. "Nefretin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorsun Alexander. Eğer böyle devam ederse Asya bunu kaldıramaz. Hayır, ölümden bahsetmiyorum, hem unutma ölümden daha beter şeyler var."

 

Şu an kendi kendimle konuşman biraz komik gelmişti. Terasa girdim. Tahmin ettiğim gibi Félix dergiden kafasını kaldırmış bana bakıyordu. "Burada olduğunu bilmiyordum." dedim yalan söyleyerek.

 

Félix gülümsedi "Sorun değil, zaten kalkıyordum şimdi. İyi geceler." dedi yalan söyleyecek.

 

"Sanada."

 

Hadi Şifacı, kurtar hastanı.

 

Alex büyük ihtimal karargahtan ayrılmıştı bile. Şu an gereken tek şey Félix'in harekete geçeceğine dair tek bir işaretti. Tek bir işaret zafer olurdu. Hayır, hayır. Zafer değil zafer'e doğru atılacak son adım, belki de ilk adım.

 

Bir süre terasta durup odama geçtim. Aradan neredeyse bir saat geçmişken kapım çalındı gelen Félix'di.

 

"Selam Mex, nasılsın?" dedi. Gülümsedim. "Ne istiyorsun Félix?" Yüzünü astı. "Aşk olsun. Ben sadece bir şey istemek için mi yanına geliyorum?" Omuz silktim. "Hakkını yiyemeyeceğim, devam et." Önümdeki bilgisayara bakarak onu dinlemeye devam ettim.

 

"Şey ufak bir konuda yardımına ihtiyacım var."

Biliyordum der gibi omzumun üstünden ona baktım.

"Devam et."

"Kameralarla ilgili." dedi

"Yasa dışı mı?"

Boğazını temizledi. "Muhtemelen."

"Devam et."

"Fakat gizli olmalı."

"Alex'in haberi olacak mı?"

"Olmasa daha iyi olur."

"Olacak." dedim, başım yavaşça sallayarak.

 

Elini masaya kattı. "Mex, asla Alex'in haberi olmamalı. Şey" dedi çekinerek "Konu Asya." Yüzüne baktım sonra bilgisayarı kapattım. "Şimdi beni ikna ettin. Anlat bakalım."

 

Zafer kazanan bir eda ile gülümsedi. Ah saf dostum. Bu senin değil, benim zaferim.

 

"Biz Asya'yı kaçıracağız." Şaşırarak yüzüne döndüm. "Manyak mısın, Asya'yı niye kaçırıyorsun?" "Konuşurken seni duydum." dedi tekrar çekinerek. "Asya'nın durumu kötüymüş."

 

Bana planından bahsetti. Asya'yı kaçıracak, bunun için güvenlik kameralarını bir süre kapatmam gerekecekti. Alex'in kulağına gitmemesi için onu oyalamalıydım ayrıca Nemisis'i bir süreliğine sitemden kaldırmalıydım. Teklifini kabul ettiğimi söyledim. Félix odadan ayrılırken tekrar telefonuma uzandım Alex'e mesaj yazdım.

 

"Balık yemi yuttu."

 

 

Cidden Alex'in planı işe yaramıştı. Aslında pek şaşırdığım söylenemez. Félix bir doktordu, onun için en önemli olan şey hastasının iyiliği idi.

 

Bilgisayarı tekrar açtım. Arka plandaki iç içe geçmiş 0 ve 1 sayılarına baktım.

O zaman oyun başlasın.

​​

Bölüm : 01.02.2025 19:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...