32. Bölüm

04. Bölüm (Acı)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

Selammmm!! Önceki hafta bölüm atmadım ama bu hafta bence acısını çıkarttım. 🤭 iki katı uzunlukta bir bölüm. Gerçekten yazmak çok zor oldu çünkü okuyunca anlayacaksınız, çok fazla anlatıcı, geri dönüş vs var. Neyse bir şekilde hallettik.5

Ara vermek bana iyi geldi.

 

İyi okumalar. Mutluluk sizinle olsun, Güneş benimle. 🌙

Öykü Mutlu:

 

"Saçmalamayı kesin!" diye bağırdı Cesika kavga eden ikiliyi ayırmaya çalışırken. Evet, hepimiz saçmalamayı kesmeyiz aksi takdirde bu kin bizi keserek parçalara ayırıcak.

 

Ben, Hyun Su, Arthur, Cesika, Lusita, Umut abi, Zoe ve Atlas salonda oturuyorduk. Konu Ada'nın da sorgulanmasına gelmişti ve Hyun Su sinirle Ada'yı savunmuştu. Sert tavrı hepimizi germişti.

 

"Sırf arkadaşı diye Ada'yı suçlayamazsınız, günlerdir onu dışlıyorsunuz bir şey demiyorum ama bu fazla. Asya burda birçok kişi ile iletişime geçti. İntikam zamanı karargahtaki kızların yarısı ile kaynaştı. Selen ile de çok vakit geçiriyordu. Ada sorguya alınırsa Selen de alınsın."

 

Arthur ayağa kalktı. "Hop! Şu an iki günlük kız için kardeşini satıyorsun Hyun Su. Onu geçtim, Selen ve Ada bir mı? Selen ile tanışalı birkaç ay oluyor. Ada onun yıllardır arkadaşı."

 

"Ben çaylağımı savunuyorum." dedi Hyun Su omuz silerek. "Boş yere benim çaylağıma iftira atılıyor. Selen ve Ada tabii ki bir. Ayrım yapmanın bir mantığı yok."

 

"Bende kız arkadaşımı savunuyorum ve sen sırf Ada'yı savunmak için ona gereksiz yere suç atıyorsun."1

 

"Ben kimseye suç atmıyorum! Ada'yı sırf Asya ile arkadaş diye dışlayamazsınız, Suçluymuş gibi sorgulayamazsınız. Asya burda bir çok arkadaş edindi. Lusita'nın intikamı alındığı zaman kızların çoğu onunla yakınlaştı, hem Melodi, Leyla ve Asya birlikte vakit geçirdiler, ne konuştular bilmiyoruz. Ada'dan daha fazla şüphe çekenler var."

 

Bu sefer sesten rahatsız olduğu için kulaklarını kapatan Umut abi girdi araya. "Bak aslanım, sinirlisin ama bunu etrafa taş atarak dindiremezsın. Melodi doğru düzgün karargâha gelmedi, toplantıdan toplantıya Asya'yı gördü. O gün olan konuşmayı çok merak ediyorsanız Mex den kamera görüntülerini istersiniz. "2

 

Yan tarafında oturan Zoe hareketlendi. Masada Atlas oturmuş tartışmayı duygusuz bir yüzle izliyordu. "Müdahale ediyim mi?" dedi Zeo gözlerini üçlüden çekmeden. "Karışma. Bu bizi aşar." dedi Atlas sakin bir sesle. Oda hâlâ tartışmayı izliyordu. Zoe itaatkar bir şekilde arkasına yaslandı.4

 

"Benim dediğim şey biri sorgulanacaksa diğerleri de sorgulanmalı." Dedi Hyun Su şakakaklarını ovarak. Arthur Hyun Su'nun karşısına dikildi. "Yok ya? En başında hepimiz onun sorun yaratacağını söyledik. Bizi dinlemediniz şimdi sorumlu biz mi olduk? Ben kabul etmiyorum sorgu falan. Kimse de Selen'e iftira atamaz."2

 

"Kimse benim Ada'ma da iftira atamaz! En yakın arkadaşı ile arasını açtı karargah için. Şu an Alex'e sadık bir savaşçı."2

 

Güneş batmaya başlamıştı, pencereden turuncu gökyüzünü görebiliyordum. Gökyüzü, yıldızlardan çok içlerinde büyüyen öfkeyi doğuruyordu.

 

"Kendin demedin mi oğlum, en yakın arkadaşı? Kaç ay oldu Ada bizi tanıyalı, hiç mi şüphelenmezsin?" dedi bu sefer Umut.

 

Ürperti geldi. Rüzgar yoktu fakat ruhum esiyordu. Bu soğuk tartışmaya karşı mı ürperdim yoksa hissettiğim rüzgar olanların sesiz tanığımıydı bilmiyorum.

 

"Ona bakarsanız Selen aylardır Ada'ya ders veriyor. Selen de mi suçlu?"

 

Arthur derin bir nefes aldı. "Selen'e sen neden taktın? Selen ve Ada bir mi? İntikam zamanı Asya'nın yanında olan herkes sorguya alınsın. O zaman. Maria, Melodi, Öykü... Hepsi."3

 

 

"Bana bak kardeşim. Benim karımı bulaştırma. Melodi'nin karargaha doğru düzgün geldiği yok. Bu olaylardan onun başını ağrıtmayın. Maria zaten ortada yok. Kızdan haber alamıyoruz günlerdir gelmişsin sorgu diyorsun."4

 

"Yok bir dakika harbi. Maria olay gününden beri yok. Olaydan hemen önce Asya ile iletişime geçtiği görünüyor. Ondan niye kimse bahsetmiyor." Dedi Arthur.

 

Umut gözlerini yumdu ve dişlerini sıkarak konuştu. "Önce o sesini alçalt! Maria yıllardır sırtını dayandığın kız, hepimizin kız kardeşi sayılır. Güvende mi? Durumu iyi mi bilmiyoruz ama sen şu an ona iftira atıyorsun. Aşıksınız, sevdiğiniz kadını koruyursunuz eyvallah ama bunu ailenize zarar vererek yapıyorsunuz." İlk defa Umut ve Arthur'u karışı karşıya görüyordum. Arthur karargâha geldiği ilk günden beri Umut'un etrafında olurdu. Onun ilk güvendiği savaşçı Umut idi. Umut ona silah tutmayı öğretti, öldürmeyi öğretti ama ona güvenin ne demek olduğunu da öğretti. Şimdi ikisini karşı karşıya görmek kıyamet alameti gibiydi. Hyun Su her zaman barış elçisi olmuştur. Onu bu hâlde görmekte dehşet vericiydi. Her söz, geçmişten bir anıyı yok ediyor gibiydi: çocukken paylaştıkları ekmeğin tadı, birlikte atlattıkları fırtınalar, kahkahalarla dolu geceler… Şimdi hepsi, kan ve toz bulutunun içinde kayboluyordu.

 

 

"Beyler beyler!" diye araya girdi en sonunda Cesika. "Ayıp ama şu an yaptığınız. Kafayı mı yediniz siz? Ya siz birbirinize canınızı emanet ediyorsunuz. Şu halinize bir bakın! Ada, Selen, Melodi ve Asya sürekli birbirlerine destek oluyordu. Şu an onlar için bu şekilde kavga ettiğinizi bilseler en çok onlar kızar. Olayları kişileştirmenin bir manası yok. Gereksiz triplere girmeyin. Eğer bir sorgu yapılması gerekirse herkese gerektiği gibi yapılır. Bana da yapılır, benim çaylağıma da. Ortam yeteri kadar gergin. Daha fazla germeyin. Alex ateşe verilmiş dinamit gibi her an patlayabilir şu an böyle kavga ettiginizi bilese neler olur bir düşünsenize. Birbirinizden özür dileyin ve bu saçmalığa bir son verin."2

 

Umut ikisine baktı. "Burda biri özür dilemeliyse o ben değilim. İki kardeşini iki günlük kız için karşına aldın sen Hyun Su. Gerekirse gelirim sorgu veririm. Ama benimde Melodi'nin de karargâhla bir işi kalmadı. Söz konusu vakıf olunca her zaman ama karargâha ile ilgili işlere ne beni ne Melodi'yi bulaştırmayın."1

 

Cesika Umut'un koluna uzandı. "Ya Umut!"

 

Üç adam, bir zamanlar kardeş kadar yakın olanlar, şimdi karşı karşıya duruyordu. Aralarındaki bağ, yıllar boyu kanla, sadakatle ve güvenle örülmüştü. Ama şimdi… o bağ, ince bir buz tabakası gibi kırılmanın eşiğindeydi. Belki kırılmıştı ve ben o çıtırtıyı duymamıştım.

 

 

"Yok Ces, yok. Hak veriyorum, sevdiği kadını seçti. Bende öyle yapardım. Şu an yaptığımda bu."

 

Umut solundan çıkınca Arthur'a kaydı odağım. "Adam haklı. Diyecek bir şeye gerek yok. Özür dilemenin bir mantığı da yok. Yine olsa herkes aynı sözleri tekrar söyler." Arthur da salondan ayrıldı.

 

Hyun Su ise bilmediğim bir dilde bir şeyler söylenip gitti.2

 

Ve belki de o an, kavga bitti ama asıl savaşın güneş ve ay arasında değil bizim kalplerimizin içinde olduğunu fark ettim...2

 

 

Cesika ellerini beline katarak bana döndü. "Ne olacak sonumuz?" dedim endişeyle. Başını salladı, "Kızlar bizi bekliyor olmalı, yemeğe inelim. Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum."

 

Yemekhanede Lusita ve Meredith yemek yemeğe başlamıştı bile. Meredith son zamanda hep odasındaydı. Baş ağrıları onu rahat bırakmıyordu. Lusita ise sürekli labaratuvardaydı. İkisini doğru dürüst görmüyordum.

 

"Nasılsınız?" Dedim enerjik olmaya çalışarak. "Yorgun." dedi Lusita. Gözlerinden belliydi yorgunluğu. "Neden geciktiniz?" dedi Meredith. "Ufak bir tartışma çıktı." dedim. "Atlas mı?" dedi homurdanarak. "Hayır, çok şaşıracaksınız ama Hyun Su, Arthur ve Umut abi."

 

İkisi kafasını kaldırıp bana baktı. Son olanlar onlar için şaşırtıcı olan her şeyi ortadan kaldırmış olacak ki tekrar yemeklerine döndüler. "O zaman konu Ada." dedi Meredith.

 

"Aslında konu o üç salak ve erkeklik gururları." dedi Cesika.1

 

"Asya gittiği halde yetmedi onlara. Ada da gitmeden durmayacaklar." dedim umutsuzca. "İyi ya, daha ne?"

 

Gözlerimi kocaman açarak Lusita'ya döndüm. "Şaka yapıyorsun değil mi? Asya suçlu olsa bile bu Ada'nın da suçlu olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki Asya'nın masum olduğunu hepimiz biliyoruz. Kimse konuşmaya cesaret etmiyor."

 

"Öykü, tatlım bak. Asya'nın kötü bir niyeti olmadığının bende farkındayım. Ama nerden bakarsan bak o birini öldürdü. Asya yönetilmez, Alex'in emirlerini hiç bir zaman dinlemedi. Hiç bir zaman dinlemeyecekte. Böylesine güçlü ve böylesine asi birinin karargâhtan uzak olması hepimiz için en iyisi."

 

"Biz Adalet savaşçılarıyız! Bizim yaptığımız haksızlık. Biz birinin hakkına giriyoruz şu an. Asya Alex'in emirlerini dinlediği için mi suçlu? O Alex'e ait bir makina değil. Elbet kendi kararları olacak. Ve o an doğru olan buydu. Asya'yı günah keçisi yaptınız."

 

Günah keçisi aslında Hıristiyanlık dini için önemli bir kavramdı. Birinin hataları için başkasını suçlama sürecidir. Günah keçisi ritüeli baş rahip tarafından gerçekleştirilirdi. İki keçi seçilirdi; biri katledilirdi, diğeride yabana gönderilirdi. Bu, insanların keçi tarafından şeytan Azazel'e taşınan günahları için toplu bir kefaret olarak yapılırdı.

 

Burda durum Asya'yı suçlamak değil. Onu suçlamanın daha kolay olması. Aksı taktirde baş kaldırmak gerekir ve bu bir keçiyi kurban etmekten daha yorucu bir süreçtir.

 

Bizler Mesih İsa'nın yolundan ayırldık.

 

Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.*

 

(Yz: Yaratılış 3:19)

(Yz: din araştıra araştıra dinden çıktım yahu)5

 

  

Yemekhanede ki savaşçılara ve görevlilere göz attım. "Buradaki herkes Alex'den korkuyor. Ben korkmuyorum. Adaletsizlik bana Alex'in gazabından daha büyük bir bela. Kutsal ruh bizi kendini adalet sananlardan korusun."5

 

Meredith ayağını benim ayağıma vurdu. "Kız, sus! Biri duyucak. Baş kaldırıyor diye yalan söylerler sonra görürsün gününü." Gözlerinin içine baktım. Üstündeki hırkanın fermuarını açtım ve saçlarımı üsten topladım. Saçımın arkasındaki beyaz tutam ve boynuma uzanan beyaz lekelere baktılar. "Yalan değil." dedim, rahat bir şekilde.

 

"O kız için değer mi?" dedi Lusita. Sesi biraz yüksek çıkınca bazı gözler bize döndü.

 

"Adalet için de değer, Asya için de değer. Sen olsan aynı şekilde yine baş kaldırdım. Meredith olsa yine-" sözümün devamı gelmedi çünkü Meredith'in bilekliğine kaydı gözüm.

 

Mavimsi beyazımsı boncukları vardı. "Bilekliğine bir taşı eksik mi?" dedim az önce yarım kalan sözlerimi hiçe sayarak.

 

Meredith anlamadan bileğine baktı. "Evet, nerden anladın? Blue topaz olduğu için biraz hassas. Bir yere çarpınca kırılmış olmalı. Strese iyi geliyor diye takıyordum."

 

Boğazım düğümlendi. Cebimden kırık taşı çıkarttım. "Bu bilekliğinin kırılan taşı mı?"

 

"Evet, bunu nerden buldun?" dedi şüpheyle.

 

Medeth... Asya'nın odasına giren ve ilaçları alan oymuş!2

 

Gözlerim tekrar ona döndü. İyi ama neden? Yutkudum, tekrar ve tekrar. Boğazındaki düğüm açıklandı.

 

"Sen hâlâ Asya ile iletişim kuruyorsun değil mi?"

dedi Lusita birden.

 

Anlamayarak ona döndüm. "Ne?"

 

"Bileklik hakkında konuşup konuyu dağıtma. Sen hâlâ Asya ile konuşmasan bu fikrinde kadar kararlı olmazdın."

 

Şu an konuyu değiştirdiğimi düşünüyordu ama bileklik dışında bir şey düşünemiyordum.

 

"Asya sana ne dedi?" dedi ısrarla Lusita.

 

Hâlâ ona cevap vermemiştim.

 

Şu an korku hissediyordum. Masada bulunan biri korkuyordu. Neyden, kimden, neden?

 

Odaklan Öykü. Bul duygunun sahibini. Hadi Zihin Hırsızı, çal duyguları...1

 

 

"Öykü iyi misin?" dedi elini omzuma katan Cesika. Başım dönmeye başlamıştı.

 

"Size afiyet olsun." dedim masadan kalarak. Şu an hissettiğim korku beni etkiliyordu. Gereksiz yere bende korkmaya başlamıştım.

 

Bazen yeteneğinden nefret ediyorum.

 

Tak tak.

Aç kapıyı ev sahibi.

Bu hırsıza kapıyı bizzat sen açacaksın çünkü artık kim olduğunu biliyorum.

 

 🍁

 

 

Asya Ersöz:4

 

Sahneler, yalnızca kelimelerden ibaret değildir. Bir oyun, perde arkasındaki nefesler, duygu dolu bakışlar ve seyirciyi içine çeken anlarla hayat bulur. Bugün, sahnede anlatılan yalnızca bir hikâye değil; savaşın, kayıpların ve imkânsız görünen aşkın gölgesinde filizlenen bir kaderdir.

 

Ben değil, Alice konuşuyor şimdi. O, kendi hikâyesinin kahramanı. Karşısında Victor var, yani Emir. Onun gözlerinde, yüreğinde, yaşadığı dünyanın ağır yükü var. Ve bizim dünyamızdan farklı bir dünyada, sözleriyle birbirlerini sarmalıyorlar.

 

Aşkın varoluşu ve yok oluşu, sadece bir perde arasında saklı kalıyor bazen. Sahne, onların dünyası; bizse bu dünyayı izleyen birer yabancıyız. Ama belki de sahnede konuşulanlar, bizlere çok tanıdık gelir. Belki hepimiz, bir zamanlar imkânsız bir aşka inanmışızdır.

 

 

Alice’in sesi, tiyatro salonunun duvarlarına çarpıp yankılandı. Her kelimesinde bir isyan vardı, her cümlede bastırılmış bir arzu. O an, sadece rol yapmıyordu. Bu Alice'in hayatı, ben sadece aracıyım.

 

Victor kaşlarını çatı. Yüzüne hüznün gölgesi düştü. Onun için aşk, yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda bir savaştı. O savaşı kazanmak için elinden geleni yapardı ama kaybederse... Kaybederse, dünya ona çok daha karanlık bir yer olurdu.

 

Alice’ten bir adım geri çekildi. Aralarındaki mesafe bir nefeslikti ama o nefes, içlerinde fırtınalar koparan bir sessizlikti.

 

"Aşk bu kadar basit mi olmalı? Yenilgi adı altında pes mi edilecek? Söylesene Victor başka dünyaların insanları diyerek ayrılık mı gözeteceğiz? Biz kendi dünyanızı yarattıktan sonra ne anlamı kalır farklılığın?" diyor Alice.

 

"Bizim için imkansız bir aşk Alice. Baksana şu savaşa, kayıplara. İnsanlar kanlar içinde. Aşktan, zevkten değil kandan ıslanmışlar. Tanırı bilir; Ellerini tutmamak, bütün diyarı terk etmemek için zor duruyorum."

 

"Bana yalan söyleme! Neymiş imkansız olan? Şu an karşımdasın, uzansan tenime ulaşırsın. Tanrı bizi onca zaman arasında bu zamanda yarattı. İkimizin bir arada bulunabileceği tek zaman. İki insan yüzünden mi imkansız diyeceğiz?"

 

Ona arkamı döndüm. Elini belime yerleştirdi. "Benimle gel desem gelir misin Alice? Burdan, tüm bu kötülükten savşatan uzaklaşsak? Benimle gelir misin? Eğer benimle gelirsen, bizden başka kimse kalmaz bu dünyada. Tüm köprüleri yakarız. Yeni bir kader yazarız. Ama söyler misin... Kader, gerçekten yazılabilir mi? Yoksa biz, en başından yazılmış bir hikâyenin mahkûmu muyuz?"1

 

Alice, bir an tereddüt etti. Gözlerini Victor’dan ayırmadı. Sonra başını kaldırdı ve sahnede yankılanan bir kesinlikle cevap verdi:

 

“Kader bir yazgı değil, bir kalemin ucudur. Bizim kalemimiz kimin elinde Victor? Bırak seninle birlikte tutayım o kalemi.”

 

Seyirciler için yalnızca bir oyun sahnesiydi belki. Ama sahnedeki iki kişi için, o an gerçekti. Bizim için roldü, Alice ve Victor için hayat.

 

"Gerçekten gelecek misin? Kendi hikayenizi yazsak, kendi yuvamız kursak? Söylesene Alice, beni bütün hayatını geride bırakacak kadar mı seviyorsun? Hayır, hayır. Lütfen hayır deme. Şayet ben geri dönemem vatanıma. Kalbimi bu topraklara gömmüşken nasıl kopup giderim senden? Hiçbir şey söyleme Alice. Sadece elimi tut. Ben bütün dünyaya arkamı dönerim. Yeterki sen... Sen gözlerini benden çekme. Beni gözlerinin renginde mahrum etme."

 

Ona döndüm tekrar. "Şairler bize bir destan yazsın, hikâye çok basit kalır. Ozanlar o destanı bağırsın. Aşıklar bu destanı söyledikçe adımız hayatta kalır. Gelirim seninle Victor. Gözlerimin rengi sadece senindir."

 

Ve son sahne. Emir benime sarıldı. Ben sağ tarafa dönmeye çalışırken beklemediğim bir şey oldu. Emir beni dik tuttu ve dudaklarıma yapıştı. Araya elini katması gerekiyordu ama elini çeneme yerleştirdi. Bir an şaşkınlıkla boşta kalan elimi hafif havaya kaldırmıştim ki durdum. Ben şu an Asya değil Alice'yim. Şu an sevdiğim adam beni öpüyor. Ben Alice'yim. Ben Asya değilim. elimi yumruk yaparak sıktım. Işıklar kapandı.3

 

Geri çekilince Emir ile göz göze geldim. Sıcak bir gülümseme vardı yüzünde. Işıklar tekrar açılınca hemen selama durduk. Elime uzandı ve elimi tuttu. Benim elim hâlâ gevşekken eğilip selam verdim. Alkışlar hâlâ devam ederken sahne arkasına ilerledim.

 

Bütün hücrelerim öfkeden kavruluyordu.

 

Emir'i ve tebrikleri duymazdan gelerek kulise ilerledim. Emir arkamdan geldi. "Asya?" dedi yüzsüz gibi kolumu tutup çekerek.

 

Sinirle onu omzundan iterek onu duvara yasladım. Aramızda pek bir boy farkı yoktu, doğrudan gözlerinin içine baktım.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

 

"Ben rahatsız olmanı beklememiştim."

 

"Ne demek rahatsız olmamı beklemedin? Lan biraz önce iznim olmadan öptün beni!"

 

Sesimin fazla çıkmamasına gayret ederek dişlerimi sıktım.

 

"Son birkaç gündür fazla yakınlık... Ben bir şeyleri aştık sandım."1

 

Savunması kabahatinden kötüydü.

 

"Sen kendi kafanda kurup kurup çıkmışsın sahneye."

 

Diyecek bir şeyim yoktu. Bu geri zekalı hatalı öldüğünü kabul etmeyecekti kesin.

 

Geri çekilip arkamı döndüm. Tekrar bileğimi kavradı. "Dur, konuşalım." dedi beni kendine çekmeye çalışarak.

 

"Emir, kolumu birak!" Dedim hâlâ dişlerimi sıkarak.

 

"Fazla abartmadın mi? Ay canım yanıyor diye sizlan bir de istersen." dedi.

 

Diğer elim ile karnına bir yumruk indirdim. Nefesini bırakarak öne eğildi. "Bir kadına iradesi dışında dokunuyorsun. Buna tacız denir. Bana bak Emir. Bir daha bana dokunmayı aklından bile geçirme. O zaman birkaç dişini bana dokunaya tenezzül eden ellerine bırakmaktan çekinmem." dedim o hâlâ kafası yere eğilmiş dururken.

 

Arkamı döndüm ve gittim.

 

Aptallar. Gerçekten bir kadının kolunu kavradığınız zaman almayı beklediğiniz tepki bu mu? Ay bırak kolum acıyor (!)2

Hahaha

 

Kadın istese, o kolu kırar! Sadece tercih etmez.1

 

Zayıf gördüğünüz kadınlar gücün kendisidir. Bu güç, bazen sessiz bir direnişte saklıdır, bazen bir kalemin ucunda, bazen de bir devrimin ön saflarında. Kadın, yalnızca dünyaya yeni bir hayat getiren değil, aynı zamanda hayatın kendisini baştan yaratan bir varlıktır.

 

Bir kadının gücü, pes etmeyişinde saklıdır. Ona "yapamazsın" denildiğinde, yapar. Ona "sus" denildiğinde, daha yüksek sesle konuşur. Engeller karşısında yılmaz, kendi yolunu çizer.

 

Tarih boyunca kraliçeler, savaşçılar, bilim insanları ve sanatçılar, kadın gücünün farklı yüzleri oldu. Ama belki de en büyük güç, isimsiz kadınların sessiz mücadelesinde saklıydı. Toplumun kurallarını değiştirenler, elini taşın altına koyanlar, sevdiklerini koruyanlar ve kendini yeniden inşa edenler…

 

Bir kadının attığı her adım, ardındaki nesillere yol açar. Ve eğer bir kadın isterse, o yol dünyanın en güçlü fırtınasına dönüşebilir.

 

Kadınların gücü, doğuştan gelir. Onlar fısıltılarla devrim yapanlardır. Onlar fısıltılardan fırtına yaratanlardır.

 

 

♀️

 

Alexander di Angelo:3

 

 

Bir insan sahneye nasıl bu kadar yakışırdı? Bir insan nasıl her rolde muazzam olurdu? Asya Ersöz, sen dokunduğun her şeyi nasıl nu kadar büyüleyici bir hâle getiriyordun?

 

Oyun boyunca Emir denen herif ile fazla temas halinde bulunmuştu. Can sıkıcı bir durumdu. Asya'nın mükemmel oyunculuğu, o adama aşkla bakması, cidden birbirleri için yaratılmış gibi davranmaları içinde bir şeyleri parçalıyordu.

 

Sorun yok. Bu sadece bir oyun. Biraz sonra ışıklar sönecek. Asya tekrar Asya olacak.

 

"Şairler bize bir destan yazsın, hikâye çok basit kalır. Ozanlar o destanı bağırsın. Aşıklar bu destanı söyledikçe adımız hayatta kalır. Gelirim seninle Victor. Gözlerimin rengi sadece senindir." Son replik geldi.

 

Victor, Alice'in belinden tutarak kendine çekti. Ada beni sonda bir öpüşme sahnesi olduğu hakkında uyarmıştır zaten. Benim için sürpriz olmadı. Bütün oyunu okumuştum. Fakat Emir elini Asya'nın çenesine kattığı ve seyirciye döndüğü anda ufak bir gerilmiştim ki uzanıp Asya'yı öptü! Elini katmadı.

 

Bu hissi nasıl betimlerim bilmiyorum. Kalbimde bir cam çatladı. Renkli camların arasından sızan ışık, aniden soluklaştı, desenler bozuldu, iç içe geçmiş hikâyeler paramparça oldu. İçimde bir şey sessiz bir harabeye dönmüştü.2

 

Ayaklarının altındaki zemin, eski bir tablo gibi çatladı Van Gogh’un çırpınan yıldızlarını hatırlatan, ama artık karanlığa gömülmüş bir resim. Okyanusun derinliklerinde unutulmuş bir dalış çanı gibi nefesi sıkıştı, kelimeleri sular altında kaldı. Belki de çığlık tablosu. Ama tablonun kendine ait bir sesi vardı. Asya'yı tanımayan yedi yaşındaki küçük Alexander bile acı bir feryat attı. Beyaz Melek bile acı karşısında sustu. Onun vicdansız ruhu bile bunu kalıramazdı.4

 

Gecenin yıldızlar bana sırtını döndü.4

 

'Gözlerimin rengi sadece senindir.' demişti, Alice. Asya'nın gözlerinin rengi kimindi?2

 

Ben Asya'yı kaybettim belkide.1

 

Bütün bu olanları sadece iki saniyede düşünmüştüm. Büyük bir hayal kırıklığı insana bir saniyeyi bir ömür yapıyordu.

 

"Elini katması gerekiyordu." dedi Ada dehşetle.

 

Sonra gözüm Asya'nın eline kaydı. Bir an hafif havaya kaldırdı ama hemen indirip yumruk yaptı. O an fark ettim. Bu onun için de bir sürprizdi. Bu da demek oluyordu ki o şerefsiz rızası olmadan ölmüştü Asya'yı! Duyduğum öfke bütün bedenine yayıldı. İçimdeki öldürme arzusu beni öldürüyordu.2

 

Oyun bitti. Ben kalkarken Ada hemen beni yerime oturtu. "Alex, aptalca bir şey yapma! Öfkeyle kalkan, zararla oturur. Yapacağın en ufak hata Asya'yı sonsuza kadar kaybetmene sebep olur."

 

"Zaten kaybetmedim mi Ada?"1

 

Susup yüzümü izledi.

 

O da bilmiyor.

 

-Onu kaybediyorsun*

 

(Yz: Alex'in anıları)

 

Bütün salon yavaşça boşalırken ayağa kalktım. Ada ile birlikte sahne arkasına ilerledik. Asya'yı arıyorduk. Bulsak ne derdik bilmiyorum. Belki destek çıkardım belki önünde diz çöker feryat figan yalvarırdım. Ama gerçekten bilmiyordum.

 

Kuliste bulduğumuz isim Asya değildi Emir idi. Birdenbire duyduğum öfkeyle üstünü atladım, yakasına yapıştım ve duvara çarptı. "Hay anasını, önüne gelen niye bana saldırıyor?" dedi dişlerini sıkarak. Yüzsüz herif.

 

"Ne yapıyorsun lan sen, nasıl dokunursun ona?" diye bağırmaya başladım. Ada hemen koluma yapıştı. "Alex, bırak onu!" Duyduğum öfke beni parçalarken nasıl yapardım ki bunu? O sıra onu tutan kişi Alex değildi, Beyaz Melek'ti. O bile biraz önce yaşadığı olayın acısıyla hareket ediyordu. Ona nasıl dokunurdu? Asya'ya, Asya'ma, benim meleğime...

 

Hayır, o Asya, benim değil.

Hayır, o Asya, benin olucak!

 

Beyaz meleği duydum sinirle daha çok yapıştırdım Emir duvara. "Ne yaptığını sanıyorsun lan senden?" Sırıtarak cevap verdi: "Seni ilgilendiren bir mevzu mu var kardeşim?" Doğru. Beni ilgilendiren bir mevzu yoktu. Ben kimim ki? Asya için adını bildiği, hayallerini bildiği, korkularını bildiği, izlerini hissettiği bir yabancıydım.

 

"Piç gibi sırıtıyor bir de." dedim sinirle.

 

"Ne yapıyorsunuz sizde?" dedi arkadan bir ses, Asya...

 

Ona döndüm. O kadar özlemiştim ki ona yakın olmayı, sesini duymaya; fakat şu an o bana nefretle bakıyordu.

 

Tüylerim ürperdi, Avcı'nın bakışlarında ölüm vardı. Beni öldürme arzusu muydu yoksa kendi ölümüne olan korku muydu? Hangisi daha dehşet vericiydi?

 

"Alexander, bırak onu!" dedi emir vererek. İtaatkar bir şekilde bıraktım Emir'in yakalarını. Gözleri önce emir'e döndü. "ana diyeceğimi dedim zaten, şimdi yürü git; uzunca bir süre seni görmek istemiyorum."

 

Sözlerinden anladığım kadarıyla Emir ile konuşmuştu. Emir'e ne demişti bilmiyorum ama ben biraz önce onun yakasına yapışırken bile korku olmayan gözlerinde Asya'ya bakarken bir korku oluştu.

 

Emir giderken bu sefer bana döndü. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedi dirilişlerini sıkarak. "A-anlamadım?" dedim kekeleyerek. daha ne kadar aptal durumuna düşebilirdim ki?1

 

"Bana bak di Angelo, işin olmayan şeylere karışıyorsun, seni alakadar etmeyen konulara giriyorsun."

 

"O şerefsizin yaptıklarının yanında susup beklese miydim?" dedim. "Ben gerekeni yaparım, senin payına düşen bir görev yok; kendine fazla anlam yükleme." dedi gözlerimin içine bakarak.

 

Kendine fazla anlam yükleme...4

 

Bu benim ona söylediğim bir sözdü. Söylerken benim de içim yanmıştı. Onun gözlerinde O hayal kırıklığını görmüştüm. Hissettiği şeyler bunlar mıydı? Ben hak etmiştim bu sözleri. O an ne yapmam gerekiyordu, zihnimde onlarca söz döndü. 'Hayır!' demek istedim. 'Ben işlerin bu hale geleceğini bilmiyordum. Nefretin seni zehirlemeye devam edeceğini bilmiyordum. Savaşçıların sana bu kadar nefretle yaklaşacağını bilmiyordum. Ada'nın bana bu kadar güveneceğini, senden uzak duracağını bilmiyordum. Hayır, demek istedim. Ben senin nöbet geçireceğini bilmiyordum ama bilmeliydim. Senin merkezinde olduğun bir plan yaptım ve ben her şeyi düşünmedim. Haklısın demek istedim. Çek silahı, vur beni; demek istedim. Yemin ederim, demek istedim, yemin ederim meleğim... senin olmadığın bir dünyada yaşamak benim hakkım değil, demek istedim. Senin canını yaktıktan sonra yaşamak istemedim, cehennem bile bana şu an daha merhametli geliyordu. -her iki anlamda...5

 

Ağzımı açıp özür dilemek, için bir şeyler söylemek için cümle seçerken fırsat vermeden konuştu. "Hayır, biliyor musun... dinlemek istemiyorum. Aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Bir yere varmayacağız. Uzak dur benden di Angelo! Gelme bir daha opera binasına, evimin çevresine, herhangi bir yere, benim olduğum hiçbir yere gelme! Benim adımı bilen hiçbir insanın yüzünü görme. Sen beni karargahtan sürgün ettin. Ben senin, benim yanımdan sürgün ediyorum." dedi.

 

Ciğerlerimdeki bütün hava boşaldı. Yüreğimde öyle büyük bir boğulma vardı ki... Sanki kaburgalarım ciğerlerime batıyordu. Kendi kemiklerim beni kesiyormuş gibi bir his.

 

Bir şey diyemedim. O an aptal dilim hiçbir şey söyleyemedi. Sadece gözlerinin içine baktım. Asya'da benim gözlerimin içine baktı. Onun gözlerinin içinde de konuşma arzusu vardı, benimkilerde de fakat ikimizin de dili susmayı seçmişti. Bedenlerimiz bize ihanet etmişti. Konuşabilecek durumda değildik. Yapabileceğim tek şey gözlerimi kırpmadan gecelerine bakmaya devam etmek oldu. O ise arkasını döndü ve gitti. Benden gitti, doğru olan buydu. Ben neler yapmıştım böyle? Bunları nasıl düzeltecektim?

 

Yüce tanrılar! Bana bir yol gösterin. Bunları düzeltmenin bir yolu varsa, şayet ben onu yapmaya hazırım. Birinin ölümü mü gerekiyor, kendi ölümü mü gerekiyor? Asya'nın gözlerindeki bana karşı olan nefreti dindirmek için ne kadar acı çekmem gerekiyor? Yemin ederim ben hepsine razıyım. Yüce tanrılar, bana bir yol gösteren. Yüce tanrılar... bana sevdiğim kadını geri verin.3

 

...

 

Öykü toplantı talep etmişti. Savaşçılar arasında fısıldaşmalar dönüyor, herkes Öykü bekliyordu. Masada İdın, Öykü ve Maria hariç herkes vardı. Ve tabii Asya... Birkaç dakika sonra içeri Öykü girdiğinde gözlerim Mex'e döndü. Hissetmiş gibi onun gözleri de beni buldu. Kafasını hafifçe sağa yatırdı ve yüzünde rahat keyifli bir ifade yerleşti.

 

Bu gün sürprizlerle dolu olucak.

Mex Fina sayesinde oyundan haberdardım. Farkında değiller ama plan yaptıkları noktada onlara ben fikir verdim.

 

Öykü masaya oturdu gözü ilk beni buldu. Hafif bir baş selamı verdi. Gözleri arkadaki duvara kaydı. Duvardaki 'Muhraç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.' yazısını okuduğuna eminim. Bu Kıbrıslı kızda benim gibi hayrandı gök gözlerin sahibine.2

 

En başında lidercilik oynamaya bu kadar kendimi kaptırmasaydım belki hâlâ Atatürk'ün yolunda olurduk. Başkan hep, Türklük kandan değil inançtan gelir derdi. Tarih boyunca farklı ırklar ile etkileşim kurdukları için saf Türk kanı yoktu fakat hâlâ kanına en sadık olan ırk Türklerdi. Tarih sayfaları onların adını her yerde anardı ve ben bu şanlı ırka hayranlık duyardım. Eğer gerçekten Türklük kandan değil inançtan geliyorsa ben Türk olmak isterdim. Fakat sorun değil. Adalet için bir ırk gerekmez. Atatürk'ün yolundan gitmek bana yetiyordu. Ne kadar saptım bu yoldan? Ne kadar uzaklaştım atamdan?4

 

Her büyük lider güç şarabından sarhoş olur derler, sen bu yüzden mi erken ayrıldın bizden? Güç sarhoşluğunu yaşamadan, hiç düşmeden; hep en zirvedeki, en kudretli hâlin ile anılmak için mi? Bunun için geç kaldım. Belki adımı temizleyip bende çekilirdim bu kansız savaş meydanından.

 

"Katılımınız için teşekkür ederim." dedi Öykü. "Adalet savaşçılarının adalet ile tanışması lazım."

 

Ufak fısıldaşmalar başladı ve bazı gözler bana döndü. Tepkimi merak ediyorlardı. Miniklerimi ifadesiz tutarak bende bekledim olacakları.

 

Biraz sonra Mex ayağa kalktı ve bilgisayarında bir ses açtı.

 

"Alo efendim?"

"Nerdesi?"

"Karargahtayim."

 

Bu Asya'nın vurduğu herifti. Uzun süredir ondan şüpheleniyordum. Fakat amacını merak ettiğim için bir adım atmıştım. Beklemediğim bir anda saldırıya geçmiş ama Asya tarafından mağlup edilmişti.

 

"Karargâhta beni arama. Zenci bir yolunu bulup sisteme sızar."

 

Ben dahil olmak üzere birkaç göz Mex'e kaydı. Bir eli cebindeydi öbür elini önce kulağına götürdü sonra gözlerine en son dudaklarına götürdü.

 

Duymadım, görmedim, bilmiyorum...

 

Fakat elini çektiğinde dudaklarındaki yarım sırıtış onu ele veriyordu.

 

"Acil bir bı durum. Şu son gelen savaşçı ilaçlara bağımlı. Sanırım uyku hapı. Veya psikolojik bir ilaç. Her neyse. Doktor tek başına ve biraz sinirli. Ne yapayım?"

 

"İndir!"

Gözler Félix'e kaydı.

 

"Riskli değil mi?"

 

"Elimize başka şans geçmez. Sevgilisi de şu yeni gelen savaşçı da onu yalnız bırakmıyor. Elimize başka şans geçmez."

 

"Biri geliyor, sus!"

 

"Günaydın." Diyor şerefsizin neşeli sesi. Karşıdan ses gelmiyor.

 

Bir süre sessiz kaldıktan sonra: "Ben gideyim, iyi günler." diyor. Sonra ufak bir çarpma sesi.

 

"Bana bak. Çok falza gözüme batıyorsun." Diyor Asya'nın sert sesi. Sesini ne kadar özlediğini fark ettim.

 

"Fèlix'in etrafında fazla dolanıyorsun. Gözün sürekli onun üstünde, sürekli etrafındasın. Alanlarınız uyumuşmuyor, o sağlıkçı sense ateşli silahlar eğitmenisin." diyor Asya.

 

"Neden umrunda bu kadar. Tek bir delil ile sonuca varacak birine benzemiyorsun. O zaman sen de sürekli onun etrafındasın." sesi keyifli, alaycı.

 

Savaşçılar pür dikkat dinliyor.

 

"Sana ne? Bir savaşçı olarak başka değer verdiğim bir savaşçı için endişeleniyorum. Ve bil diye diyorum şu an düşman safada gördüğüm kişi sensin. Ama tek olmadığına eminim. Elbet destek aldığın birileri var. Kimse bir başına bir savaşçıya zarar vermeye cesaret edemez."

 

Bir an sessizlik oluyor.

 

"Ona neden zarar vermek istiyim ki?"

 

"Beni dinlemiyor musun yoksa zekân yetmediği için anlamıyor musun? Elbet destek aldığın birileri var. İstediğin kadar inkar et, seni bir kere gözümde hain ilan ettim. Seni bir daha hiçbir savaşçının özellikle Fèlix'in etrafında görmek istemiyorum. Yoksa seni o takip hâlindeki gözünden vururum."

 

"Bunu yapamazsın." Diyor adam keyifle. "Yaparım." diyor Asya'nın kararlı sesi. Yapar. "Hatta tam sağ gözünden vururum." Vurdu.2

 

"Bir savaşçının kurallarına aykırı."

"Sıkıntı yok. Zaten ikinci savaşçı olarak değil Asya Ersöz olarak şu an karşındayım."

"Peki hangisinden korkmalıyım."

"Avcı'dan." diyor Asya. "Eğer elimde bir ok ve yay varsa hedef sensindir." Sesi kararlı.

 

Onunla konuştuğumuz zaman 'ben tehdit etmem, harekete geçmeden önce son kez uyarırım.' demişti. Uyarmıştı. O dinlemişti. Asya da harekete geçmişti. Yaparım dediği her şeyi bir bir yapmıştı.

 

"Adam sağ gözünden vurulmuştu değil mi?" dedi Selen. "Keç* bu ne hırs?" dedi keyifle.

 

"Yz: Kürtçe: kız"2

 

"Alo." dedi adam tekrar ve savaşçılar Selen'i susturdu.

 

"Manyak bu kız! Ondan kurtul yoksa her şeyi batırır."

 

"Alex onu yalnız bırakmıyor, zor."

 

"Bir yolunu bul!"

 

"Zor olan Alex değil zaten. Zor olan Avcı'nın kendisi. Deli bu! Ondan mümkün olduğunca uzak durmam lazım.

 

"Önceliğin hâlâ doktor. Onu indir! Ne olursa olsun. Sana bir ay veriyorum. Eğer doktorun ölüm haberi gelmezse kendine ve ablana mezar ara!"

 

Evet, ablası. Karargâh mensubu olan eğitmen uzun süre ablası ile tehdit ediliyordu. O öldü ama neyse ki bu konuşma sayesinde bir ablası olduğunu öğredik. Mex kızı buldu, şu an güvende. Eğer gelip bizden yardım isteseydi her şey en başında hallolucaktı.

 

Ses kaydı bitinceye kahramanalar arasında da bir sessizlik çöktü.

 

Biraz sonra kapı açılıp içeri giren savaşçı tekrar şaşkın nidaların yükselmesine neden oldu.

 

"Maria!" dedi Umut ayağa kalkarak. Maria yanına gelerek ona sıkıca sarıldı. "Nerelerdesin sen?" dedi azarlarca. "Merak etme, güvendeydim." dedi Maria, Mex'e bakıp göz kırptı. Elbette Maria'nın yerini bilen tek kişi oydu. O kadar büyük bir hasretle bakıyordu ki Maria'ya...

 

İkisi de birbirini seviyordu, bunu anlamamak zor değil. Ama neden sessizce yüreklerine saklıyordı duygularını bilmiyorum. İkisi korkutan şey belki de Maria'nın yeteneği idi.

 

-ölüm diye bir gerçek var Alexander.

 

"Benim sahne sıram gelmiş." dedi Maria keyifle.

 

Arkasına yaslandı. Mex bu sefer ekrana bir mesajlaşma yansıttı.

 

Mesaj söyledi.

 

"Efendim, herkes farklı yerlerde. Doktoru indiriyorum. Şu an depodayım."

 

"Efendim?"

 

"Umarım sözünüzü tutarsınız."

 

Üç mesajda görüldü kalmıştı.

 

Depoya girmişti ama bir sonuca varamamıştı çünkü Asya sonu olmuştu.

 

"Birkaç mesaj daha var. Savaşçı gurubuna bütün mesaj ve arama kayıtlarını attım, incelersiniz." dedi Mex. Yerine oturup arkasına yaslanırken.

 

"Bütün bunlar ne için?" dedi Melodi. "Siz kimseye haber vermeden neler çevrildiniz."

 

Aslında haberim vardı. Ama bunun şu an için bir önemi yok.

 

Kapı açılınca içeri bu sefer İdın girdi. Gözler ona dönmüşken kapı açık kalmaya devam etti ve Asya girdi. Bütün nefesler tutuldu. Bende dâhil çünkü planın bu kısmından haberdar değildim. Gözüm Mex'e kaydı. Tek kaşını kaldırmıştı. Belki oda haberdar değildi. Belki şu an rol yapıyordu, Asya'nın geleceğini bildiği halde bana söylememişti.

 

Hahaha

 

Umarım ikinci seçenektir.

 

Gözlerim aynalı cama gitti. Asya'nın yansımasına baktım, kendisine bakmaya yüzün yoktu. Sadece bir saat önce beni yanından kovuştu ve tadaa! Şu an yine burda.

 

Asya'm... Bir sonraki adımını tahmin edememeye bayılıyorum.

 

"Beni özlediniz mi?" dedi Asya'nın oyuncu sesi?

 

Selen sandalyesini devirerek ayağa kalktı ve hemen Asya'nın üstüne atalayrak ona sarıldı.

 

Asya sıkıca Selen'i kolları ile sardı.

 

"Asya, özür dilerim." dedi Selen. Titreyen sesi ağlamak üzere olduğunun habercisiydi. "Sen elinden geleni yaptın. Sıra bende." dedi Asya. Selen geri çekildi. Bu sefer Öykü sıkıca sarıldı ona.

 

"Yoğunda buralar çekilmiyor Avcı."

"Racon kesecektim bütün karizmayı bozdunuz be kızım."2

 

Hyun Su kocaman gülümseyerek söze girdi. "Yeni gelmedik, geri geldik."

 

Asya kahkaha attı. "Sorsan atasözlerini yanlış söyler ama kekoluk desen kanına işlemiş."

 

Félix de ayağa kalktı ve Asya ile yumruk tokuşturdu.

 

"Ve işte sahnenin yıldızı, Asya Ersöz! Alkış, şak şak şak."

 

Asya eğilerek oyuncu selamı verdi.

 

"Neyse. Biz konumuza dönelim." dedi karşımdaki sandalyeyi çekerek. Gözleri beni buldu. Çok... İfadesiz baktı. O kadar duygusuzdu ki bakışları. Bağırsın, çağırsın, yumruk atsın, silah çekip beni vursun istedim. Yeter ki bu kadar ifadesiz bakmasın.

 

Ciğerlerim nefes almayı reddederken o tekrar önüne döndü. Terk edilmiş küçük bir çocuk gibi ağlamak istedi. Ama buna bile hakkım yoktu.

 

Onu geri kazanabilirim.

 

Hayrı, benim yapabileceğim bir şey kalmadı.

 

Aşk için her yol mübahtır.1

 

Ona yaklaşmanı engellemek için gerekirse o yolu sonum yaparım!

 

Mex elini cebine attı ve avucunda ki şeyi Asya'ya uzattı.

 

"Hoş geldin Avcı. Bir daha çıkartma bunu." verdiği şey ikinci Savaşçının bilekliği ve kartı idi. Asya önce kartı telefonunun arkasına kattı sonra bilekliği sağ eline taktı. "Bundan sonra ben ölmedikçe hiç bir güç bu bilekliği çıkartmaz, merak etme." dedi emin sesi.

 

O kadar güçlü görünüyordu ki... Sanki ölüm bile yenemezdi onu.2

 

 

✴️

 

Mex Fina:

 

Bir gün önce.

 

İdın ve Félix ile birlikte plan yapmıştık. Güvenli bir şekilde Maira ile iletişim kurmuştum. Artık bir şeyleri düzeltme zamanı gelmişti. Benim istediğim oyun bu şekilde değildi. Bu oyun çok sıkıcı ilerliyordu. Biraz heyecan katma zamanı gelmişti.

 

Alex yapacaklarımızdan haberdardı. Ama onun içinde eğlenceli bir oyun olması lazım, değil mi?2

 

Bu oyunun kodlarını ben yazdım. Ve sen! Sen benimle birlikte bu oyunu oynayacaksın.

 

Oyuna Hoş Geldiniz.1

 

Sen artık bir oyuncusun. Adın, kimliğin, geçmişin önemli değil. Burada tek gerçek, kurallar. Ve bu oyunun üç temel kuralı var: Cinayet, ihanet, aşk.

 

Haritada dolaşıyorsun. Şehrin ışıkları altında bir ceset yatıyor. Daktilo sesi eşliğinde bir görev bildirimi açılıyor: "Birisi bu cinayeti işledi. Gerçek haini, bul." Ama sistemde hata var. Hiçbir veri doğru görünmüyor. Şüpheliler, birbirine benzeyen maskeler takıyor. Birini suçlamak istiyorsun ama ya yanlış kişiyi seçersen? Oyunun kaynağı adalet mi, yoksa yalnızca bir kaos simülasyonu mu? Aradığın kişi hain mi yoksa öldürülen mi?

 

Karakterlerden biri sana güveniyor gibi. Sana bir sır veriyor, seni bir göreve yönlendiriyor. Ama ikinci kuralı hatırla: İhanet.

Burada kimse masum değil. Verilen sözler, yazılmış kodlardan ibaret. Sana güvenen kişi, belki de bir sonraki düşmanın olacak. Belki de onu hayatta tutmak, senin ölüm fermanın.

 

Kahramanlara İnan dedik. İnandın. Bu yüzün burdasın. Ama unutma: Hâlâ kahramanlara inanmayanlar var. Ve belki bu inançsızlar sana tahmin ettiğinden daha yakındırlar.

 

Sonunda bir yüz görüyoruz. Oyun boyunca yalnızca gölgelerden ibaret olan, gizemli bir karakter. O sensin. Senin bir ismin bile yok. Çünkü sen kaderini reddettin. Kaderi reddetmek ismini reddetmeyi gerektirir.

 

 

Hain ne istiyor, ceset nasıl öldü, oyuncular neden bir bir ayrılıyor? Cevap yok. Çünkü üçüncü kural devreye giriyor: Aşk.

Ama buradaki aşk, bildiğin türden değil. Bir kurtuluş mu, yoksa daha büyük bir tuzak mı? Unutma aşk bir insana her şeyi yaptırır.

 

Bu oyunun bir sonu var mı? Belki de yok. Belki de, oyun sadece ekranın içindeki simülasyondan ibaret değil. Gerçek dünyada da kurallar değişmiyor. Cinayetler işleniyor, ihanetler yaşanıyor, aşklar yanılgılara dönüşüyor.

 

Ve sen, başlat tuşuna bastığın andan itibaren bu oyunun bir parçasısın.

 

Şimdi, kararını ver. Çıkış yapacak mısın, yoksa oyuna devam mı edeceksin?3

 

🎮

 

Asya Ersöz:4

 

Uzun bir aradan sonra tekrar burda olmak tuhaf hissettiriyor.

 

Bazı savaşçılar varlığımdan gerilmişti, bazıları ise oldukça memnundu. Gözüm Ada'ya kaydı. Burda olmamam gerektiğini haykırıyordu bakışları. Yüzü endişeliydi. Ayrıca neyim peşinde olduğumu anlamaya çalışıyordu. Aslında bende bilmiyorum. Şu an onlarla birlikte bende öğreniyordum.

 

"Adam akıllı bir sorgu için burdayım. Soru sorun cevap vereyim."

 

"Ne işin var burda, sen sürgün edildin." dedi Atlas. "Anlamıyor musun kardeşim? Sorgu için geldim."

 

"Alex demeden mi?" dedi çekinerek Melodi.

 

Yok Asya, yok. Bu bunlar seni görünce şaşkınlıktan küçük dikkerini değil beğinciklerini yutmuş.

 

"Evet, başka soru?"

 

Arthur beni saşırtarak soru sordu: "Bu yetkiyi kendinde nasıl buldun?"

 

"Adalet savaşçını olarak, başka soru?"

 

"Sen sürgün edildin!" dedi Lusita.

 

"Bağırmadan konuş. Benim bir suçum yoktu. Masumdum kendimi savunmaya geldim. Baktım sizin hareket etmeye niyetiniz yok, ilk adımı ben atım."

 

"Sen birini öldürdün, kafana göre hareket ettin."

 

"Heye* bende keyfinden yaptım zaten. Mesajları ve arama kayıtlarını bende inceledim. Görünüşe göre başka bir şansım olmadı anlaşılıyor. Bu kadar gereksiz detaylara takıldığınıza göre bir sorunuz yok."

 

"Bu bir oyun falan mı?" dedi Cesika.

 

"Aynen dama oynuyoruz. Bütün taşlarımı elimden aldınız ama son taşı son sıraya getirdiğimi unuttunuz. Dama. Güç bende."

 

(Yz: Dama oyununda Bir taşı yemek için rakip taşın üzerinden çaprazda iki kare zıplanır. Satrançtaki piyon gibi. Dama oynunda bir taş son sıraya gelirse ona 'dama' denir. Dama ileri ve geri hareket edebilir, böylece damanın rakip taşları yemesi daha kolaydır. Satrançtaki vezir gibi.)3

 

 

Bir süre sessiz duran yüzleri inceledim. Melodi oldukça endişeli duruyordu. Günün sonunda ne olacağını bilmediği için -ki bende bilmiyorum.- bu endişesinde haklıydı.

 

Maria büyük ihtimalle geleceği biliyordu ki zaten oldukça rahattı. Bu bana biraz cesaret veriyordu.

 

İdın ve Félix yanımda durmuş Alex'e karşı olduklarını en belirgin şekilde göstermiştiler.

 

Atlas sinirli ama meraklıydı. Alınacak karar ve öğreneceği her bir bilgi için büyük bir açlık duyuyor gibiydi. Lusita bana karşı çok sert bir maske tanınmıştı ve bunun sebebinin Öykü olduğunu az çok tahmin edebiliyordum.

 

Cesika olayları anlamak için çaba sarf ediyor, sürekli fısıldayarak Öykü'ye bir şeyler soruyordu.

 

Öykü'nün bana aktardıklarından bildiğim kadarı ile Arthur, Umut ve Hyun Su kavga etmişti. Somut pek bir iz yoktu gerçi. Belki şu an olanlar yaptıkları kavgadan daha sıra dışı geliyordu.

 

"Çok sıkıcısınız. Madem kayda değer bir soru gelmeyecek o zaman ilk soruyu ben soruyorum." Gözlerim Alex döndü. "Gece sürüsü nerde Beyaz Melek?"

 

"Güvende." dedi sadece.

 

Masada ona doğru eğildim. "Bu sorumun cevabı değil. Sürüm nerde?"

 

Güneş gözlerini benim gecelerinde dikti. Kalp atışların hızlandığını hissettim. Şaka yapıyorsun değil mi? Onca şeyden sonra onu görmek seni heyecanlandırmamalı aptal kalp.

 

Aptal olan sence kalbin mi Asya? O sadece bir organ.4

 

Söküp atmak istiyorum.

 

Yok sen ölmek istiyorsun. Kalbin olmadan nasıl yaşayacaksın ki?

 

"Karargâhta değiller." dedi bu sefer. Hey ben kalbim olmadan yaşayamam. Ama Alex'in kalbini sökersem yaşamaya devam ederim.

 

Şüpheliyim Asya.2

 

Mumyacılık sektörüne hızlı bir giriş yapalım mı iç ses?

 

Hayır.

 

Sende sıkıcısın.

 

Göz devirdim. "Arkadaşlar, az enerji. Aşk olsun, hiç mi özlemediniz beni?" dedim deli bir ifade ile.

 

Aklını kaçırmış gibi davranırsan tabii özlemezler Asya.

 

"Eh peki madem. Sıradaki sorumu sormuyorum. İlaçları neden aldın Meredith?"

 

Meredith hemen başını kaldırdı. "Ne?!"

 

"Odama girip ilaçlarımı aldın fakat bilekliğinin taşını düşürdün."

 

"Ben girmedim!" dedi Meredith endişeyle.

 

Omuz silktim. "Kanıtla. Malûm burdakiler kanıt olmadan inanmıyor."

 

"Kameralar?" dedi Meredith Mex'e bakarak.

 

Yüzüme bir gülümseme yayıldı. "Evet, kameralar... Bunu sence biz düşünmedik mi? Hiç bir görüntüde sen yoksun. Boncuk senin ama bu bir hedef yanılsaması. Aslında boncuğu olay sabahı buldum, Maria odama girmeden hemen önce. Odaya giren görevli bir kadın var. Sorgusu alındı. Temiz. Belkide iyi bir yalancı. Ama onun haricinde kimse girmedi. Girenler de büyük bir zaman aşımına uğramış oluyor. Her şekilde tuhaf bir durum." yüzüme bir gülümseme yerleşti. "Bunun sadece ilaçlarla ilgili olmadığını düşünüyorum."

 

"Ne düşünüyorsun, açık konuş." dedi Lusita. Gözlerim tekrar onun su yeşili gözlerine döndü. "Bilemem." dedim keyifle.2

 

"Neyse ne, bu toplantı artık bir sonuca varacak mi?" dedi Umut.

 

"Ben gelmeden çoktan bir sonuca varmıştı aslında. Önemli değil. Ben yüzünüze bakarak bile istediğim şeyleri öğrendim. Eh, yaptığım elbet etik değildi, ne kadar çaresiz olursam olayım bir canı almak büyük bir suç. Şimdi adil bir şekilde bana cezamı verin."

 

"Sen burada cezanı almak için mi geldin?" dedi şaşırarak Cesika. Omuz silktim. "Amacım adımı temizlemekti. Hem oturtup sizin bir şey yapmanızı beklemek Beyaz Melek'e boyun eğmek olurdu."

 

"Alex'e karşı geldikçe zaten savaşçı olamayacaksın." dedi homurdanarak Arthur.

 

"Alex'e karış gelmek ayrı, Beyaz Melek'e boyun eğmek ayrı. Kaldı ki Alex bir ilah değil. O da yanılabilir. Bende yanılabilirim. Sende yanılabilirsin. Önemli olan başkaldırmayı bilmek. Biz Adalet savaşçılarıyız, bizim için önemli olan Adalettir."

 

"Adalet Alex'in ağzından çıkan her bir sözdür." dedi Atlas. Sadece beni kiskirtanaya çalışıyordu.

 

Elimi sert bir şekilde masaya katarak ayağa kalktım.

 

"Yemin ederim ki; ben adalet için savaşmaktan asla geri durmayacam! En yakınlarım dahi olsa haksızlığın sesini susturacağım. Sessizlerin sesi olacağım, kimsesizleri kimsesiz bırakmayacağım. Ben adaletin ismi olacağım. Açmamış ve açmayacak tüm çiçekler şahidim olsun ki: gerçek bildiğim yoldan gitmeyi, doğru olduğundan emin olduğum şeyi yapmayı asla kesmeyeceğim. Sol tarafım haksızlık yapsa sağ tarafım karşı gelmek için hazır olacak. Ve ben. Ben, Asya Ersöz! Son İnsan Avcısı, elime bulaşan ve buluşacak olan her damla kanı, kanım bildiğim dava uğruna akıttığımı unutmayacağım. Güç şarabı ile asla sarhoş olmayacağım. Gerek zehre dönüşüp komalık etsin gerek acıya dönüşüp öldürsün."2

 

(Yz: arkadaşlar ben elendim size bol şans)

 

Yanımdaki sandalye geriye çekildi. Kalkan kişi İdın idi. Elini omzuma kattı, neftet değil güven hissettim.

 

"Adalet avcının okumadır. Karşısına geçen, ölür!"

 

Anlamayarak yüzüne baktım. "Söylemiştim: ne güç ne Adalet, ne intikam... Hiç bir şey bir daha seni benden alamaz. Bir daha asla karşına geçmem."

 

Nutkum tutulmuştu. Hiç bir şey demeden yüzüne bakmaya devam ettim. Bir sandalyenin daha çekilme sesi geldi. Bu sefer ayağa kalkan Félix Roux idi. "Avcı ıskaladıysa hedef sen değilsindir." dedi gülümseyerek. "Sana bir can borçlu olduğum için değil, adalete bir ömür borçlu olduğum için yanında savaşıyorum. Adalet için..."2

 

Ben hâlâ dilini yutmuş vaziyette dururken bu seferde Öykü ayağa kalktı. "Biz insanız, duygularımız olur. Artık bunu fark etme zamanımız geldi. Adalet için."

 

Ufak bir kıkırdama sesi duyuldu. Sesin sahibi Maria idi. "Gerçekten artık neler olduğunu ben bile bilmiyorum. Bütün samimiyetim ile diyebilirim ki bu günün sonunda ne olacağını bilmiyorum. Şu an gelecek benim içinde bir sır. Fakat o gelecekte ne olursa olsun yanındayım. Bir kez olsun değerli bir hazine gibi saklanmak yerine bir adalet savaşçısı olarak savaşmak istiyorum. Adalet için."3

 

 Asya? 

 

Neler olduğunu sorma iç ses, bende anlamıyorum.

 

Bu sefer Selen ayağa kalktı. "Bir kez sustum. Bir daha asla." Arthur hızlıca ona döndü. "Selen!" "Ben yolumu seçtim bitanem." Alex'e döndü. "Üzgünüm kardeşim. Daha fazla Beyaz Melek'ten korkmak istemiyorum. Adalet için..."4

 

Bende Alex'e baktı. Oda oldukça şaşırmış görünüyordu. Fakat tuhaf bir şekilde yüzüne varla yok arası bir gülümseme yerleşti. Görmeye hasret kaldığım gamzesi beni selamladı.

 

Alex'in yaninda oturan Hyun Su ile göz göze geldim. Gülümsedi. Kalben benim yanımdaydı fakat ne olursa olsun Alex'in tarafında savaşacaktı. Kendisi söylemişti: onun Adalete bir borcu yok. O sadece kardeşinin yanında olmayı seçmişti.*

 

(Yz: üçüncü bölüm.)

 

 

Bileğindeki bilekliği ardından beni izleyen Mex'e döndüm. Bana göz kırptı. Yüzünde o tanıdık gülümseme vardı. Bu yüzden her hep aşinaydım bu genç adama. O beni, ben onun varlığından haberdar değilken tanımıştı. Ben onu bilmezken o bana güvenmişti. Bu günün geleceğini biliyordu. Ne kadar süre bekledin bu günü Mex Fina? Bu gün olanlar Maria için bile sürprizken sen nasıl haberdar oldun? Hâlâ yanında durmaya devam ettiğin Alex sayesinde mi?

 

Mex Fina... Taraf seçmemişti. Hayır, aynı anda iki tarafta savaşıyordu. Alex'in yanındaydı ama her yardımına ihtiyaç duyacağım zaman bana yardım edeceğinden emindim. Bu gün olduğu gibi.2

 

Son bir sandalyenin daha çekilme sesi geldi.

 

 

Söylesene İsimsiz, sence bu masada bana bu denli güvenen diğer isim sence kimdi? Kim benimle birlikte savaşmak için ailesi ilan ettiği Alexander'ı karşısına almıştı?3

 

"Bakmayın hâlâ oturduğuma. Sadece son noktayı katmayı sevmeye başladım." dedi on ikinci savaşçı. Yarım kalan savaşçı. Bir zamanlar benden nefret eden savaşçı...

 

"Zoe, otur şuraya!" dedi Atlas bir hışımla. "Hayır, ben karargaha girmeyi hiç bir zaman istemedim. Zamira ise Adalete tapardı. Onun için savaşçı olduk. Sonra Zamira öldü ve ben kaldım. Şimdi, yıllar sonra ilk defa, kardeşimi benden çalan Adalet için savaşmak istiyorum."2

 

"Zamira şu an burda olsaydı..." diye söze başladı ve devamını getirmedi Atlas. "Hayır, Zamira hâlâ hayatta olsaydı hepinizden önce o savaşıdır Asya'nın yanında. Benim şu an yaptığım gibi." Gözleri beni buldu. "Zamira için, Adalet için..."

 

Boğazım düğümlendi. Ayakta olan isimlere tekrar baktım.

 

Şeytan

Şifacı

Zihin hırsızı

Kâhin

Afrodit5

Karınca...

 

Bu ayakta olmasa da ruhen yanımda olanlar.

Yaratık ve Mex Fina.

 

Adalet savaşçıları şu an iki farklı gurup gibiydi. İki farklı amaç, iki farklı lider. Ben.... Ben yapmıştım. Lui'nin yaptığının aynısını. Ben savaşçıları ikiye bölmüştüm. Asla yapmam demiştim ama işte!1

 

Kafamı kaldırıp Alex'e baktım. Ne duruyorsun beyaz Melek sık kafama! Yeter artık. Anla meleğim. Yalvarırım anla. Bu senin ve benim savaşımız değil. Sadece senin. Bu savaş Beyaz Melek ve Avcı arasında değil. Beyaz Melek ve Alex arasında. Beyaz Melek'i yetecek tek kişi ben değilim, sensin Alex.

 

Bir süre bakılmaya devam ettik. "İstediğin kadar kaç, Beyaz Melek sensin." dedim. "Kendini avutma, kabullen artık. Beyaz Melek, Alexander ikisi aynı kişi. Bu savaş benim veya savaşçıların değil, senin savaşın. Onunla tek başına savaşlamatan korkuyorsun. Sana istediğin şeyi vermeyeceğim. Yara izlerini öptüğüm adam ile savaşmayacağım."

 

Bu sefer savaşçılara döndüm. "Sizde kendinize gelin! İntikam uğruna bir kez karargah ikiye bölündü. Bir de güç için mi bölünsün? Ne çabuk unuttunuz sevdiklerinizden kopartıldığınızı! Benden istediğiniz kadar nefret edin, hatta isterseniz öldürün. Fakat ayakta olan kişiler hâlâ sizin aileniz. Onlardan nefret etmeyin."

 

Kapıya yöneldim. "Ben karargahı bölmeyeceğim!"

 

🐾 

 

Umut Uraz Üçok;

 

Asya çekip gittikten sonra hepimiz arkasından trene bakan öküz gibi kala kalmıştık. Kimsenin konuşacağı yok gibi görünüyordu.

 

"Neler oldu az önce?" dedim.

 

Atlas kahka attı.

"Asya kaçtı!"2

 

Başka bir ses gelmedi. Kisme katılmadı yada reddetmedi. Alex bile donmuş, Asya'nın biraz önce çıktığı kapıya bakıyordu.

 

"Bir ben mi hiç bir şey anlamadım?" dedi Ada.

 

"Bak şimdi. En yakın arkadaşın korkup kaçtı. Finito. Bu kadar."

 

"Hayır." dedi Alex. Bize döndü. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Ondan bekleneni yaptı. Bir sonra ki hamlesini asla belli etmedi. Elinde büyük bir güç vardı, karargâhı böler, kendi örgütünü kurtardı istese. En güçlü savaşçılar onu seçmişti. Ama o gitmeyi tercih etti çünkü adil olan onun için buydu. Ve haklıydı. Bu onun savaşı değil."

 

"Ne?" dedi bu sefer Atlas. Biraz önceki keyfinden eser kalmamıştı.

 

"Peki ya savaş ne oldu?" dedi Melodi.

 

"Bitti." Dedi Alex kocaman bir gülümseme ile. "Hem zaten ikinci kez ona yenilseydim komik olurdu." Elini cebine kattı ve keyifli bir ifadeyle kapıya ilerledi. Tam çıkacakken tekrar bize döndü. "Dağılabilirsiniz." dedi gülümseyerek.

 

Bı sefer onun arkasında öküz gibi baktık.

 

"Belakirin?*" dedi Selen. Ne dedi hiç bir fikrim yok ama illa mantıklı bir şeydir.

 

(Yz: Kürtçe/ Dağılın mı?)

 

Gülmeye başladım. Bir nedeni yok sadece sinirlerim bozulduğu.

"Bircə də ağıllısı yoxdur.*" dedim.

 

(Yz: Azerbaycan Türkçesi/ Bir tane akıllı yok)

 

Ada arkasına yaslanarak kollarını ensesine götürdü. "Varya bir şey diyim mi?"

 

Demesini bekleyerek yüzüne baktık. "Hadi?" dedi Melodi.

 

"Sizin bu lideriniz benim arkadaşıma fena abayı yakmış." dedi keyifle.

 

Ona ne şüphe?

 

"Senin arkadaşının aşağı kalır bir yanı var mı sence?" dedi Félix, Ada gibi arkasına yaslanarak.

 

Ada omuz silkti. Şu an keyfini hiç birimiz bozamazdık.

 

"Ben hâlâ olan biteni anlamadım. Şimdi Asya'nın sorgusu bitti mi?" Dedi Arthur.

 

"Ona nasıl güvenelim ki?" dedi Lusita.

 

Açıkçası mənim üçünde hâlâ şüphə var.

 

Maria telefonunu çıkardı. "Olay günü Asya'nın haberi olmadan alındı bu kayıtlar." diye bilgilendirdi bizi.

 

"Evet, savaşçılar ile ilgili soru sorucam izninle." diyor Maria.

 

"Elbette." diyor Asya'nın sevecen sesi. Bu gün duyulandan daha farklı...

 

"O zaman yirmi numaramdan başlayalım. Lusita'nın san olan tavırları hakkında ne düşünüyorsun?" Gözleri Lusi'ye kaydı.

 

"Açıkçası ona hak veriyorum. Sonuç olarak hiç tanımadığı güvenmediği biri birden bire ortaya çıktı ve ailesine dahil oldum bildiğim üzere benden önceki son savaşçı Lusita ve Lusita dan sonra epey bir süre yeni savaşçı gelmiyor. Diğerleri neyse ama Lusita'nın benimle bağ kurmayışı bence doğal. Eminim alışacak. Çok güçlü ve zeki bir kadın, hayran olmamak elde değil. O benden nefret etse bile ben içten içe ona hayranlık beslemeye devam edicem."

 

Lusita utanarak kafasını eğdi.

 

"Ay çok şeker. Peki Meredith?"

 

"Meredith... Benim için bir öğretmen olarak kalacak. Beni düşünerek karargâh ile ilgili çok şey öğretti. Yeteneği muazzam. Onunal ilgili ne diyeceğimi pek bilmiyorum. Ama benim için iyi bir dost."

 

"Peki Öykü?"

 

"Öykü göründüğünden daha güçlü. Biraz çekingen fakat sessizlik ve susmak iki farklı şey. Duygularımı hissettiği için mi bilmiyorum ama yanında maske takma gereği görmüyorum. Yanında mutluyum."

 

Öykü gözlerini yumarak kafasını tavana çevirdi.

 

"Cesika?"

 

"Cesika ile pek bir yakınlığımız olmadı. İyi birine benziyor. Alex ona çok güveniyor ve bunun nedenini anlamak zor değil. Sevdikleri önceliği olan bir insan. Umarım bir gün onun için diğer savaşçılar gibi olabilirim. Çünkü pek bir yakınlığımız olmasa bile benim için çok değerli."

 

"Mex?"

 

"Mex, deli gibi merak ediyorum onu. Geçmişini, geleceğini, düşüncelerini... Fakat öğrenmek istemiyorum. Mex geçmişini silmeyi seçti. Sadece tek isteğim onun için geleceğinin bir parçası olmak. Ona karşı duyduğum bir alışılmışlık duygusu var çünkü bana alışık gibi bakıyor."

 

"Melodi?"

 

"Melodi... Savaşçıların onu anne figürü olarak görmesini anlamak zor değil. Pek fazla yan yana olmadık ama şevkat duygusunu hissetmem için yeteri kadar tanıdım onu. Hâlâ inanıyorum. O bir gün anne olacak. Şu an olduğundan farklı. Bunu hakkediyor. Ben mucizelere pek inanmam ama savaşçılar bana inanç veriyor."

 

"Umut abi?"

 

"Umut Uraz Üçok... Hani olur ya küçük çocukların gözünde babası bir süper kahramandır. Savaşçıların gözüde de Umut bir süper kahraman. Onu pek tanımıyorum fakat benim içinde bir süper kahraman. Pek cana yakın değil fakat sanki yıkılsam, düşsem beni ayağa kaldırır."

 

Yutkundum.

Boğazım düğümlendi.

 

"Zoe."

 

"İstediği kadar benden nefret ettiğini söylesin. Gözleri öyle bakmıyor. Zoe tanıdığım en güçlü insanlardan biri. Yeteneğinden bahsetmiyorum. Duygusal bir şey."

 

"Hmhm Atlas?"

 

"Atlas... Atlas. Şey şu oyuncak bıçaklar varya. Atlas'ın düşmanlığı o işte. Temsili. Onunla ilgili diyecek pek bir şeyim yok. Sadece umarım şu buzlar kırılır. Çünkü çok kafa dengi birine benziyor. San bizi anlaşmaya başladıktan sonra gör, ortalığın anasını ağlarız."

 

Maria'nın kahkaha sesi geliyor.

 

"Pekii ben?" diyor cilveyle.

 

"Sen... Önceden çok geriliyordum. Geleceğimi bilmen gerçeği beni korkutuyordu. Fakat sanırım zamanla aştım. Sana bunları anlatmıyorum."

 

"Öyle diyorsan... İdın?"

 

"İdın Ruiz. İlk gördüğüm zaman yaşadığım şoku hâlâ unutamıyorum. Kişilik olarakta çok benziyoruz. Ayrıca tuhaf bir şekilde kardeş hissi veriyor bana."

 

"Félix?"

 

"Şifacı... Félix oldukça güçlü bir kişiliğe sahip, savaşçılar onun üstüne çok titriyor fakat bir çoğumuzun yaralarını saran o. Sevdiklerinin yaralarını saran, ameliyat ile bedenini yaran bir insan nasıl zayıf olabilir ki? Fakat savaşçılara hak veriyorum. Benim içimde de Félix'e karşı bir koruma için güdüsü var."

 

 

"Arthur?"

 

"Arthur ile de pek samimiliğimiz yok fakat yinede çok saygı duyduğum biri. Sadece umarım aynada gördüğü kişiye daha fazla inanır, daha fazla sever. Bunu hakkediyor."

 

"Anlıyorum. Peki Selen?"

 

"Selen. Ben Selen ve Mex'i biraz benzetiyorum. İkisi de geçmişini silmeyi seçmiş. Sadece gelecekleri var. Selen adını almış soyadını unutmuş. Selen olmayı seçmiş kısaca. Selen ismi müjde demek, savaşçıların mujdesi. Selen ismi taşkın, sel demek. Su gibi dingin, uyumlu fakat su gibi özgür. Su taşar, doğası bu. Selen'nin de doğası bu."

 

"Pekii Ada?"

 

"Ay onu yeni yeni tanıyorum." diyor Asya. Maria ile birlikte gülmeye başlıyorlar.

 

"Şaka maka bir yana. Bir insanı yıllarca tanısan bile tanımaya devam edersin. Aynı kalmaz. Ada da aynı kalmıyor. Değişiyor. Doğal olanda bu zaten. Onu her hali ile seviyorum. O ne olursa olsun benim en yakınlarımdan biri olucak."

 

"Hyun Su?"

 

"Şimdi kurucağım cümle anlamsız gelecek ama... Ben Hyun Su'yu, Ada ile olmasına sevineceğim kadar çok seviyorum. Ada benim için çok ayrıdır. Söz konusu Ada olduğunda hep toksik bir kıskançlık duyuyorum. Ama Hyun Su da bu olmadı. Ben ona Ada'yı emanet edecek kadar çok güveniyorum. Ada Deli benim en kıymetlim. Artık Hyun Su'nun da en kıymetlisi ve ben bundan çok memnunum."

 

"Asya?"

 

Asya içten bir şekilde kahkaha atıyor.

 

"Bak onu henüz tanıyamadım. Tanıdığın zaman bana da söyle."

 

"Ben tanımaya başladım. Tanıdığım en cesur insanlardan biri. Dik başlı. Kendisine bile karşı gelir. Çok yardım sever. En güçlü savaşçı ünvanını sonuna kadar hakkediyor. Mesela süper kahramanlar insanlık için kendilerini veya sevdiklerini yakar. Senden sonra en güçlü olan savaşçıya yani İdın'a insanlığın güvenliği mi yoksa Félix in güvenliği mi diye sorsan Fèlix'i seçer. Ama sana bunu sorsam sen bir taraf pop seçmezsin. Senin habitatında yok. Oyuna yeni kurallar eklersin. Sen herkesin güvende olduğu o yolu mutlaka bulursun."

 

"Bıraktığım iznelim beni mutlu etti ama ben hâlâ bir insanım. Benimde yapabileceklerim sınırlı."

 

"Sınır dediğimiz sofistike bir şey. Neye göre, kime göre? Her neyse. Geldik en can alıcı yere... Alexander."

 

"Hmm Alex. Savaşçıların Alex'e olan güvenine hayranım ama onun bir isnan olduğunu unutuyorlar. O da hata yapar, bende yaparım, sende yaparsan. Alex kendini hata yapabilecek bir varlık olarak görmüyor ve bunun asıl sebebi yine savaşçılar. Ona fazla yükleniyoruz. Diğerleri gibi geçmişini yakma şansına sahip değil. Hepimizin yeteneği, lâneti; onunki de öyle. Alex'e çocuk olma şansı bile verilmedi. Küçük yaşta cehennemde Lui ve Hyun Su ile hayatta kalmaya çalıştı. Sonra memleketinden uzaklaştırıldı, kardeşini kaybetti, sevdiklerini toprağa verdi. Savaşçılar için umut oldu. Beni yıkılmış vaziyette görseniz pek etkilenmesiniz ama kabul edelim Alex'in yıkıldığı fikri bile -ben dâhil- bütün savaşçılar için kâbus gibi. Biz Alex'e acısını yaşamam fırsatı bile vermiyoruz. Çok büyük bir sorumluluk altında. Lider olma fikri benim için korkutucu fakat bu yüzden hemen lider olmak istiyorum. Ona yardım edebilirim. Yunan mitolojisinde Atlas dünyayı omuzlarına alan titanın adı. O bu yükü, bu dünyayı tek başına sırtlamak zorunda değil. Son zamanlarda aramız gidip geliyor biliyorum ama elbet zamanı gelecek. Bir gün her şey çözülecek..."

 

"Diğerleri ile ilgili bir iki cümle kurup Alex'e destan yazmadan bir anlam çıkartmalı mıyım?" diyor keyifle Maria.

 

Asya gergin bir kahkaha atıyor. "Yok canım!"

 

"Her şeyin bir zamanı vardır Asya. Unutma, karanfil sadece ölülere verilmez."

 

Ses kaydı o noktada bitiyor. Büyük bir sessizlik çöktü. Hepimi utanmıştık. Asya bizimle ilgili neler neler düşünmüştü biz onunal ilgili neler düşünmüştük...

 

Biz bu kıza nasıl zarar verdik? Biz ne yaptık böyle?

 

Dişlerimi sıktım için ağzımda kan tadı oluştu. Tekrar diğerine baktım. Melodi'm ellerini ile oynuyordu. Mex kafasını yere eğmiş hiç hareket etmeden bir heykel gibi duruyor. Öykü'nün gözlerinde hafif bir nemlilik vardı. İdın ve Félix birniri ile sözsüz bir diyalog kurmuştu. Bir şey demiyordı ama ne düşündüklerini anlamak zor değildi. 'Biz ne yaptık?' Evet, biz ne yaptık?

 

Özür dilemek bile şu an yetersiz geliyordu. Buna bile hakkımız yok gibiydi.

 

"Birbirimiz ile kavga etmeye o kadar dalmıştık ki Asya'ya ne olduğunu unuttuk." dedi

İdın. Yutkudum. Bunları bilmiyordum ve bilmemek bile şu an öyle büyük bir ayıptı ki...

 

"Bunu bilemezdik." dedi Fèlix. İdın'ı teselli ediyordu ama onun sesinde de suçluluk vardı.

 

"Hayır, böyle yumuşatabiliceğim bir şey değil bu. Kendimi sevdiklerimi koruduğumu söyleyerek avuturum. Ama ona zarar verdim. Onu da seviyordum."

 

"Bu sadece senin değil, hepimizin suçu." Diye söze girdi Mex. "Ben aptalım. Alex'in planında haberdar olduğum halde onu durdurmadım. Benimde suçum var."

 

"Alex bile işlerin bu noktaya geleceğini bilmiyordu. Hem sen susmadın. Asya'nın zarar gördüğünü fark ettiğini noktada müdahale ettin. Sen sustuğun için suçluysan bende bu olanları gördüm. Geleceği biliyordum. Bunları yaşayacağını biliyordum yinede susmaya devam ettim. Ben de hatalıyım." dedim Maria.

 

"Geleceğe müdahale edemeyeceğini biliyoruz tatlım. Kendini suçlama." Dedi Melodi.

 

"Gamóto* kendimizi suçlamalıyız. Yeteneklerimizin arkasına mi saklanıcaz, kendimizi avutarak vicdanımızı mı rahatlatıcaz? Bizim o kıza yaptığımız haksızlığı Hitler Yahudilere yapmadı. Şimdi aptal gibi kendiniz avutmayı kesin. Suçluyuz." dedi Zoe.5

 

(Yz: Yunanca argo. Siktir gibi bir anlamı var.)

 

"Çaylağım haklı, suçluyuz." dedi Atlas beni şaşırtarak. "Ama böyle salak gibi oturmak yerine bir yol bulmalıyız. Hiç birimiz çocuk değiliz. Kuyruğumuzu sıkıştırıp gidip konuşucaz."

 

"Ne diyebiliriz ki? Bir özür çözer mi her şeyi?" dedim.

 

"Mühim olan bir kelime değil." Dedi Cesika. "Hatamız kabul etmemiz ve telafi etmek için adım atmamız. Bir kelime ile her şey çözülmez zaten."

 

 

Zaman geçer, gerçekler ortaya çıkar. Haksızlık yaptığını anladığında, içini bir ağırlık kaplar. Pişmanlık…

 

Ama kelimeler geri alınmaz. Ne kadar özür dilesen de o kırgınlık izi kalır. Belki affedilirsin, belki affedilmezsin ama en çok kendini affedemezsin. O yüzden susmadan önce düşünmek gerek. Suçlamadan önce anlamaya çalışmak, yargılamadan önce dinlemek gerek. Çünkü pişmanlık, zamanın geri sarılmadığı bir dünyada en ağır yüklerden biriymiş.

 

🖇️

 

 

Asya Ersöz:4

 

Gece sürüsüne dair bir işaret bulamamıştım. Tam karargahtan çıkıcakken Ada ile karşılaştım.

 

"Asya... Konuşalım mı?"

"Şu an sırası değil Ada."

 

Hayrı, sadece hazır hissetmiyorum. Çok fazla duyguyu hissetmiştim ve şu an duygusal olarak çok zayıftım.

 

"Bak özür dilerim. Ben işlerin bu kadar sarpasaracağını düşünmemiştim."

 

Göz devirdim. "Farkında mısın, aynı şeyleri tekrar edip duruyoruz."

 

Koridorda ilerlerken arkamdan gelmeye devam etti. Biraz ileride birkaç savaşçı durmuştu. Ben de durdum, sanırım bugün konuşmadan kaçamayacağım. "Bakın dedim, savaşçılara şu an özür dilemenizin hiçbir mantığı yok. Aynı hatayı yapmaya devam edeceksiniz çünkü daha farkında bile olmadığınız bir hata için özür dileyemezsiniz."

 

Atlas başını eğdi. "Hayır, hatamızın farkına vardık." "Hayır, varmadınız!" dedim gür sesimle.

 

"Buradaki asıl suçlu Alexander değil veya sizin susmanız da değil. Hâlâ farkında değil misiniz? Onu bu hale siz getirdiniz! Ne yapacağız, hastalıklarımızdan ardında mı saklanacağız? Alex bunları yaptı, çünkü kişilik bozukluğuna sahip. Tüm bu kaosu Beyaz Melek yaptı."

 

Kahkaha attım.

 

"Komik olmayın Lusita bana düşman kesildi çünkü kompesi bozukluğa sahip, takıntılı bir kişiliği var. Öykü Alex'e karşı çıkıp benim tarafımda savaştı çünkü bipolar bozukluğu var. Hastalıklarımızın ardına mı saklanacağız? Ben o adamı öldürdüğüm zaman niye kimse benim duygudurum bozukluğumdan bahsetmedi? Mantıklı değil değil mi? Bu da aynı öyle bir şey. Yaptığımız hataları daha ne kadar yeteneklerimize veya rahatsızlıklarımıza iticeğiz? Fobilerimiz, travmalarımız, korkularımız, rahatsızlıklarımız ve yeteneklerimiz bizim kötü birer insan olmamız için bahane mi? insanoğlu olarak zaten yıllardır bütün günahlarımızı şeytana itmedik mi?"

 

Kimseden ses çıkmadı. Nasıl çıksın? Benim bile boğazım düğümlenmişti.

 

İnsan, tarih boyunca yaptığı kötülükler için bir günah keçisi aramaktan hiç vazgeçmedi. Bazen şeytanı suçladı, bazen de psikolojik hastalıkları. Ancak bu, gerçekten de kötülüğün kaynağını anlamamızı sağladı mı, yoksa sadece sorumluluktan kaçmanın bir yolu muydu?

 

Şeytan, mitolojilerde ve dinlerde kötülüğün en büyük sembolü olarak gösterilir. İnsan, bir başkasına zarar verdiğinde, içinde yankılanan vicdan azabını susturabilmek için "Şeytan aklımı çeldi" diyerek kendini temize çıkarmaya çalışır. Ancak bu bizi sorumluluktan kurtarır mı? Eğer bir insanın yaptığı her kötü eylem, dış bir gücün etkisiyle gerçekleşiyorsa, o zaman irademizin bir anlamı kalır mı?

 

Toplum, özellikle büyük suçlar işleyen insanları anlama çabasına girdiğinde, onların psikolojik durumlarını gündeme getirir. "O, hasta biriydi", "Beyni böyle çalışıyordu" suçu bireyin kendisinden uzaklaştırıp, hastalığa yükler. Evet, bazı psikolojik rahatsızlıklar kişinin duygu ve davranışlarını etkileyebilir, ancak her hasta insan suç işlemez ve her suç işleyen insan da hasta değildir.

 

 

Sanırım sesim biraz yüksek çıkmıştı çünkü birkaç savaşçı daha geldi ve aralarında Alex de vardı.

 

Bedenimi titremeye başladığını fark ettim gözlerim yaşarmıştı.

 

Ağlama!

Ağlama!

Ağlama!

 

"Bunları yaptınız çünkü senin hırstan gözün dönmüştü." dedim Atlas'a bakarak.

 

"Bunları yaptınız çünkü kıskanç bir insandın." dedim Lustita'ya bakarak.

 

"Bunları yaptınız çünkü susmak size daha kolay geldi." dedim Melodi'ye bakarak.

 

"Bunları yaptınız çünkü birilerinin size bir şey yapmanızı söylemesi daha kolay geldi." dedim Arthur'a bakarak.

 

"Bunları yaptınız çünkü yapmak istediniz. Bunları yaptınız çünkü sizin için en basit olan buydu. Bunları yaptınız çünkü bir bahaneniz vardı: hastalıklarınız, yetenekleriniz, travmalarınız, aynılarından bende de vardı; Ben de bunları yaptım.

 

"Asya niye böyle konuşuyorsun?" dedi Ada çaresizce koluma dokundu. Elime hemen geri çektim.

 

"Senin bunu neden yaptığını anladım. Neden beni Alex'in kollarına bıraktığını biliyorum. Merak etme, öğrenmek, tahmin etmek o kadar zor değildi. Fakat burada sorun ne biliyor musun Ada? Sorun senin anksiyeten Alex'e olan güvenin veya ben ve Alex arasındaki ilişki değil. Hatırlıyor musun? Bana neden bu kadar bencil olduğumu sormuştun. Hah işte sorun bu! Ada bencil olan ben değildim."

 

Gözlerinin içine bakarak kurduğum acımasız sözler, yanağıma doğru akan yaşlar ve adanın gözünden akan tek damla yaş... Ben Ada'ya karşı kin besleyemezdim şu an bile benim gözlerimden akan onca yaşa rağmen Ada'nın gözünden akan tek damla yaşı silmemek için zor duruyordum irademin son kırıntılarını buna harcıyordum.

 

Boğazındaki yumurtadan kurtulmak isteyerek birkaç kez yutkundum. Canım yanıyordu. Sebebi hepimizdik; bendim, onlardı. Ama bunun sebebi sadece bizdik. Yeteneklerimiz değildi, korkularımız değildi, hastalıklarımız değildi, travmalarımız hiç değildi!

 

Yıllarca kötülüğü kendimize yakıştıramadığımız için türlü türlü bahaneler uydurduk. Belki şeytan diye biri hiç olmadı ve biz kendi şeytanlığımızdan kaçmak için böyle mistik bir varlık yarattık. Belki bu yüzden bütün dinlerin tanrısı farklıyken bütün dinlerin şeytanı bir idi. Çünkü Tanrı insana istediği şeyi vaat eder. Her insanın istediği farklı olduğu için her dinin tanrısı farklıydı. Fakat hepimizin kaçtığı şey tek bir taneydi ve biz kaçtıklarımızı şeytana itelemiştik. Biz insanlığımızı şeytanı itelemiştik...

 

"Bu yüzden hiç bir zaman sizi affetmeyeceğim!"

 

Kafamı çevirerek Alexander'a baktım. "En çok canımı yakan ne biliyor musun Alexander?" Onun gözleri de kızarmıştı. O dimdik duran adam şu an dik durmakta zorlanıyor gibiydi. Yıkılmış gibiydi, bir enkaz gibiydi. Güneş gözlerinde yaş vardı. Yağmur bulutları güneşi örtmeye çalışıyordu. Ve son sözümü söyledim.

 

"Ben Kahramanlara İnanmıştım."8

Bölüm : 08.02.2025 21:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...