34. Bölüm

6. Bölüm (Karanfil)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

Yorum yapmayı ve oy vermeyin unutmayın lütfen.

İyi okumalar. 💕

(Beyaz Melek ve Son İnsan Avcısı)5

 

 ...

 

Asya Ersöz

 

Hata yapmak insanın doğasında var. Bazen bir düşüncesizlikle, bazen bir anlık öfkeyle veya korkuyla yanlış adımlar atarız. Ancak bir hata karşısında önemli olan, hatanın büyüklüğünden ziyade, onun telafisi için gösterilen çabadır. Çünkü bazı hatalar kelimelerle, bazıları ise sadece büyük bir çabayla onarılabilir.

 

Affetmek zor bir erdemdir. Kırılan güveni, incinen duyguları, kaybolan zamanı düşününce, birini affetmek çoğu zaman imkânsız gibi gelir. Ama eğer biri hatasını gerçekten fark etmiş, pişman olmuş ve bunu telafi etmek için büyük bir mücadele vermişse, o zaman affetmek yalnızca ona değil, kendimize de bir iyilik olur. Çünkü öfkeyi ve kırgınlığı içinde taşıyan insan, en çok kendine zarar verir.1

 

Burdaki sınır çizgisi suçu birine veya bir duruma atmayıp kabullenilmesi.

 

Affetmek demek, unutmak demek değildir. Affetmek, yapılanı normalleştirmek de değildir. Aksine, affetmek bazen geçmişte yaşananları kabul edip geleceğe dair yeni bir pencere açmaktır. Ancak bu pencereyi açabilmek için karşımızdaki insanın gerçekten değişmek istediğini görmemiz gerekir. Affetmenin hakkı, samimi bir çabayla kazanılır.3

 

Biri hatasını düzeltmek için elinden geleni yapıyorsa, tekrar güven kazanmaya çalışıyorsa, bunun karşısında biz ne yapmalıyız? Kimi zaman gururumuz bizi affetmemeye iter. Affetmek yük değil, özgürlüktür. Hem karşımızdaki için hem de kendimiz için…3

 

Bende savaşçıları affetim. İçtenlikleri ve pişmanlıkları onları affetmeme yetmişti. Sadece hâlâ Alex ve Ada ile aram bozuktu. Elbet bu da düzelirdi. Eskisi gibi olurmu emin değilim ama umarım iyi olurdu.

 

Eve gitmek istememiştim İdın ve Félix ile birlikte karargaha gelmiştim. Yorgunluktan ölen bir hâlde ikinci odaye geçmiştim. Félix ayrılmadan hemen önce tekrar yeteneğiyle dokunmuştu. Herhangi bir kötü sorun yokmuş.

 

Uyumak için fazla ayaktım ama bir iş ile ilgilenmek için fazla yorgundum. Bende ilerledim ve odama bırakılan hediyeleri açmaya başladım. İlk dikkatimi çeken şey bir fanusun içinde bulunan siyah bir güldü. Hayranlıkla gülü masadan aldım. Gölgede duran gül ışığa gelince rengi git gide açıldı be bordò, kahverengi gibi bir renk oldu. Hayranlıkla çiçeğe baktım. Fanusun yanında bir not vardı.

 

"Ayaküsen diyorum ben bu çiçeğe. Fark etmişsindir ki gölgede siyahtı ama ışık görünce rengi açıldı. Etkileyici dimi? Uzun süre üstünde çalıştığım bir projeydi. Tasarlarken bana çok ilham verdin. Bu arada gün ışığında beyaz ile pembe arası bir renk olur. Genetik bilimini seviyorum. Doğum günün kutlu olsun Avcı. Sevgilerimle, Äkräs*"

 

(Lusita)

 

Gerçekten büyüleyici bir çiçekti. Lusita biyokimyagerdi ama yaptığı şey büyüdün farksızdı.

 

Çiçeği tekrar gölgeye kattım. Birkaç dakika sonra yavaş yavaş kararmaya başladı.

 

Oyuncak değil Asya. Işığa katıl katıp çıkartma.2

 

O değilde. Ben bu çiçeğe nasıl bakacağım iç ses? Ne kadar su içer, ne kadar güneşe ihtiyaç duyar?

 

Bana değilde Lusita'ya sorsan bence daha etkili bir sonuç elde edersin Asya.

 

Yarın ilk işim bu olacak.

 

Masada bir adet defter görünce merakla deftere baktım. İçinde resimler vardı. Bir defter değil, fotoğraf albümüydü. Sayfaları çevirirken içinden bir not düştü.

 

"Öncelikle özür dilerim. Alex'in planında haberdar olduğum hâlde yardım etmedim. İşlerin bu kadar ilerliyeceğini hiç düşünmemiştim. Hiç birimiz düşünmemiştik. Alex'e çok kızma lütfen. Defalarca kez geri adım atmayı düşündü ama seni kaybetmekten korktuğu için vaz geçti. Evet, biliyorum biraz nankörce ama lütfen Ada'ya da çok kızma. Biliyorum benim yaptığım bile büyük bir hatayken senden o ikisini affetmeni istiyorum ama lütfen gerekirse onlar yerine bana kız. Ada özür dilemek için can atıyor ama bilirsin o biraz... Utangaç. Affetmenden korktuğu için yüzüne bakmaya bile korkuyor. Ada benim her şeyim. Bana kinlen, sinirini benden çıkart, benimle hiç konuşma ama lütfen sadece onu affet. Ve Alexander... Asya sen saf biri değilsin. Seni ne kadar çok sevdiğinin farkındasın. Farkında olduğun sevginin kat kat fazlası var. Benim kardeşim o. Biz birlikte büyüdük. Onu en iyi ben tanırım. Ne kadar yıkıldığını biliyorum. Evet, senin yaşadığın hayal kırıklığının yandın belkide bir hiç ama hepimiz acı çektik. Sadece lütfen onlara yaraları sarma şansı ver. Seni çok seviyorum. İyi ki doğdun. Sevgilerimle Yaratık."

 

Hyun Su'nun masum kalbini bir kez daha görmüştüm. Yüzüme bir gülümseme yerleşti ve albümün ilk sayfasını açtım. Post-it ile bir küçük not daha vardı. "Melodi fotoğrafçı- aslında bir honi onun için. Bende fotoğraf çekmeyi çok severim. Çektiğimiz bazı fotoğrafları seninle paylaşmak istedim."

 

Ufak bir kahramaha attım. Honi mi? Sanırım hobi ve honi o sira iri dostum için aynı anlama gelmişti.2

 

İlk fotoğrafı ilk görüşte anlamadım. Alex yandan çekilmiş, sarı ışık ona değerken gözleri parlayan bir şekilde ileriye bir noktaya bakıyordu. Ancak ikinci bakışta baktığı yerin sahne olduğunu fark ettim. Sahnede kişi görünmüyordu ama kim olduğunu tahmin etmek zor değildi.

 

Gözlük camına yansayan ışık biraz fotoğrafı bozmuştu ama gerçekten Alex büyüleyici çıkmıştı.

 

Fotoğrafın altında Korece olduğunu tahmin ettiğim bir yazı ve parantez içinde Türkçesi vardı:

내 마음을 받아줘 (Kalbimi kabul et)*

 

(Yz: bunlar aslında Korece kalıplaşmış bazı ifadeler.)

 

Başka bir sayfada ben ve Alex vardık. Bir aynanın karşısına geçmiş içten bir şekilde gülüyorduk. O zaman hatırladım fotoğrafın çekildiği günü. Bu ilk göreve gittiğim gündü. Bu fotoğrafın da altında not vardı.

매일매일 더 행복해져 (Her geçen gün daha da mutlu oluyorum.)

 

 

Diğer fotoğrafı görünce utançtan kızardım. Sınav günü denge tahtasında yürürken inmek için Alex'i tuttuğum zamanıdı. Ayaklarım havaya kalmış resmen Alex ile burun burunaydım ve bir şey diyordum o sıra. Elim alnıma gitti. Ben bunu unutmuşum!

 

Gerçekten ne gereksiz bir sınav. Lider olarak ilk işim bu sınavı kaldırmak olacak. Mex'i ve Alex'i asmam gerekse de önemli değil.2

 

Bir diğeri çocuklar ile oyun oynadığımız zamandı. Alex'in kucağında küçük bir kız çocuğu vardı. Ben kafamı Alex'in omuzuna yerleştirmiştim oda kafasını benim kafama dayamıştı. İkimizde çok huzurlu görünüyorduk.

 

Hyun Su bu fotoğrafın da altına not düşmüştü. "Çocuk yakışıyor kucağınıza ;)" Ufak bir kahkaha attı. Bu herifi dövmem lazım. Bir süre hasretle fotoğrafa bakmaya devam ettim. Gerçekten böyle bir fotoğraf karemiz olsa ne güzel oldurdu.

 

Bunun için bir adet çocuk lazım gibi Asya.

 

Tek sorun bu mu iç ses?

 

Evet. Hadi bir tane yapın.5

 

Sus iç ses!

 

Utanarak albümü kapattım. Sanırım sonra devam etsem daha iyi olacak.

 

Paketlerde biri daha ilgimi çekmişti ki kapı çalınca ayağa kalktım. İdın veya Öykü mü acaba?

 

Kapıyı açtığımda karşımda Alex hariç herkesi bekliyordum sanırım. "Alex?"

 

Bir süre yüzüme baktı. Sonra kafasını çevirip kapıya baktı. "Bir dakika, unuttum." dedi kızarak. "Ne?" Derin bir nefes aldı. "Özür dilemek istedim ama öyle kuru kuru olmasın istedim. Şey benimle bir yere gelmen lazım." dedi hızlıca.

 

Beyaz Melek diyince korkan onlarca adamı düşündüm. Aslana benzetilen Beyaz Melek şu an gayet kedicikti. Onunla uğraşmak istedim. "Hayır." dedim. Soğuk bir sesle. "Anlamadım?" dedi. Sanırım bunu dememi beklemiyordu. "Gelmeyecek misin?" dedi. Başımı olumsuz anlamda salladı. "Şey... Bunu hesaba katmamıştım." dedi dürüstçe. Derin bir nefes aldı. "Bunun için de üzgünüm ama sanırım son bir kez hayvanlık yapmam lazım." dedi. "Ne yapman-" diye söze girmişken kapıyı açtı ve anlamadığım bir hızda beni kucağına aldı. Şu an ikimizde ikinci odada duruyorduk. Kapıyı kapatırken kollarının arasında debeledim. "Biraksana beni. Alex yemin ederim seni bu sefer cidden geberticem. Alo! Ya ikinci kez karargahta kaçırılıyorum. Herkes uyurken kulaklarını mı tıkıyor?" gibi ard arda cümleler sıraladım. Alex gülmeye başladı. "Hey, sessiz ol. Diğerleri uyanacak." Sinirle ona baktım. "Uyansınlar! Liderleri çaylağını kaçırıyor." Alex bu sefer biraz daha gür bir kahkaha attı. Bu sefer refleksle ağzını kapattım. "Sussana herkesi başımıza toplayacaksın." dedim. "Toplansınlar. Ne olmuş yani? Alt tarafı liderleri eğitmeni tarafında kaçırılıyor."

 

"Sen cidden delirmişsin?" dedim.

"Sana mı? Günaydın."

Bir tane omzuna vurdum.

"Ay sinek kondu."

Sinrile bu sefer sarı saçlarına yapıştım.

"Ah! Tamam tamam. Şaka yaptım. Saçım!"

"Tavuk mu oldun aslan parçası?"

 

Aklıma oldukça kaba olan o ata sözü geldi.

Devran döner, sap döner. Horoz domalır, tavuk... Neyse.2

 

Durum ile bir alakası yok şu an. Yani umarım.

 

"Arabaya kadar uslu durmayacaksın anlaşıldı." dedi. Sonra birden bire mavi bir ışık gözlerimi kamaştırdı. Gözlerimi geri açtığımda Alex'e söylenmeye devam ettim. "Sen deli misin? Harbi kafayı yemişsin. Hani saatin bozuktu!" gibi bir çok şey dedikten sonra kafamı kaldırıp karşımda duran büyük ve güzel eve baktım.

Oba! Burası neresi?

 

"Savaşçılardan ve karargahtan kaçıp nereye geliyorum sanıyorsun? Evime hoş geldin." dedi. Bir çok Savaşçının karargah haricinde evleri olduğunu biliyordum ama Alex'in bunlardan biri olacağı aklıma hiç gelmemişti.

 

Alayla sırıttım. "Ev boş, gel deseydin zaten gelirdim, niye bu kadar uğraştın ki?"5

Alex kaşlarını çattı. "Komik değil. Cidden özür dilemek için getirildim seni." Beni yere indirdi. "Tabii istersen yukarı kadar seni kucağımda taşırım." dedi bu sefer o sırıtarak. Yukarıdan aşağıya düzdüm. "Kürdandan kolları var, tutamaz kırılırım." dedim. "Benim günlük rutinimde kullandığım ağırlık senin iki katın Aysa." dedi.

"Önemi olan burda aslanım." dedim elimi alnıma götürerek. Kirpik altından bana baktığı zaman aklıma karşımda bulunan kişinin beş dili -benim bildiğim- anadili gibi konuştuğu ve mühendis olduğu geldi.2

 

"Neyse ne, uzatma." dedim ciddileşerek. Bana yolu gösterdi. Ev oldukça büyüktü. Çok güzel dekore edilmişti. "Diğerleri burayı biliyor mu?" dedim cidden merak ederek. "Sadece Mex ve Hyun Su." Başımı salladım. Burası cidden inanılmaz güzeldi. Beni üst kata çıkarttı. Sonra teras gibi bir yere geldik. Evin arka tarafına denk geliyordu. Arka bahçe Palmiye ve kavak ağaçları vardı. Ayrıca aldığım kokudan anlaşıldığı üzere çam ve defne ağaçları da vardı. Terasın hemen aşağısında büyük bir havuz vardı. Havuzun ışıkları suyu o kadar güzel gösteriyordu ki...

 

Tarasın iki tarafında bulunan duvarlardan çiçek saksıları asılmış ve sarmaşıklar sarkıtılmıştı. Havuzun ışıkları tavana yansıyordu ve tavandan mavi hareler dans ediyordu. Ama en güzeli sanırım yere serilen minder ve yastıklardı. Renk renk minder ve yastıklar serilmiş içecekler ve çeşit çeşit tatlılarla gördüğüm en güzel takılma yeri yapılmıştı. "Bunları sen mi hazılardın?" dedim hayranlıkla. Başını salladı. "Beğendin mi?" Yutkudum. Terslemeye devam etmeyin düşündüm ama dürüstçe cevap verdim. "Beğendim. Çok güzel olmuş." Gözlerinin içi parladı.3

 

Elimi nazikçe tutarak beni ilerletti ve oturtu, oda yanıma yerleşti. "Haklıydın. Bu senin savaşın değildi. Seni zorla kaçmak istediğim savaşa dâhil ettim. Sana zarar verdim. Cidden çok pişmanım. Düzeltmek için her şeyi yapmaya hazırdım, istediğin tek şeyin içten bir özür çabası olduğunu çok geç fark ettim. Söz veriyorum telafi etmek için istediğin kadar çaba gösteririm. Haklıydın, Beyaz Melek benim bir parçamdı. Gümüş aynayı kullandım. İkimizin -benim- en çok korktuğu şey senden ayrılmaktı. Şimdi izin ver bu gece her şeye sıfırdan başlayalım. Hatalarımızı unutalım demiyorum. Birbirimizi tanıyalım ki bir daha hata yapmayalım. Sır yok. Yalan yok. Susmak yok. Neyi öğrenmek istersen anlatırım. Geçmişi hatırlamayı, konuşmayı sevemem. O ana tekrar dönüp aynı duyguları, aynı acıları tekrar hissetmeme sebep oluyor. Ama yara izlerinim bu gece tekrar açılsın. Hiç biri yokluğun kadar acı vermiyor."7

 

(Yz:Ben elendim size bol şans.)

 

Güneş gözlerine baktım. Nefes almayı unuttum bir an. İçime yayılan sıcaklığı hissettim. Donmak üzereyken parmaklarını ateşe tutmak gibiydi. Sıcaklık o kadar tatlıydı ki yanacağını bilsen bile ateşe atlamak istersin. Öyle atlamak istedim içimdeki ateşe. Güneş bu kadar içten bakarken nasıl yakardı ki?

 

"Sır yok, yalan yok, susmak yok. Bende bütün gerçeklerim ile karşındayım." dedim onu kabul ederek. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. "Başla o zaman. Beni ilk ne zaman gördün, yeteneğim olduğunu nasıl anladın?"

 

Alex bir yudum önündeki içecekten içerek anlatmaya başladı. Nöbet tuttuğu gece beni takip edenleri, toplu taşımada nasıl denk geldiğimizi, beni tiyatro afişinde nasıl gördüğünü, yeteneğimi fark edişini... Her şeyi detaylıca anlattı."

 

(Yz: bunları Alex'in ağzından okuduğumuz için tekrar anlatmadım. Anlatmalı mıydım?)4

 

Bir süre şaşkınlıkla yüzüne baktım. Ne düşüneceğimi bilemedim. "Tanrılara şahidim, sınırlarına girmemek için elimden geleni yaptım. Bir sapık gibi takip etmedim. Sadece... Birazcık dünyana girdim."

 

Elindeki gücü düşündüm. İstese hakkımdaki her şeyi öğrenirdi. Bütün iletişim bilgilerimi ele geçirirdi. Fakat onun bana en yakın olduğu an sadece seyirci olarak beni izlediği andı.

Herhangi bir takip olsa buna sert bir tavır sergiledim. Sonuçta bu romantize edilecek bir durum değil ama haklıydı. Şu an duyguları bir kenara bırakıp yaptığı şeyi düşündüğüm zaman duvarlarıma ne kadar saygı duyduğunu görebiliyordum. Lui'nin hedefi olduğum noktaya kadar resmen etrafımda bulunmamıştı bile.

 

Derin bir nefes aldım. "Anlıyorum..." Diyebildim sadece.

 

Gerçekten ilk sorudan tıkandın mi Asya?

 

Evet, varsa bir fikrin buyur.

 

"Yıllar sonra, karargahı kurduktan sonra... Cehenneme geri döndün mü?" Gördüğüm rüya gerçekse sanırım Maria'nın yeteneğini kısmi olarak kazanmış olacaktım. Son bir aydır gördüğüm bazı rüyalar fazla gerçek hayata dönüşmeye başlamıştı. Ve bu beni çok korkutuyordu.2

 

Alex gerildi.

"Gittim." dedi.

"Görevli bir adamı mı vurdun?"

"Evet."

 

Che sarà, sarà... Alex'in kullandığı son cümle buydu. Olması gereken oldu.

 

(18. Bölümden bahsediyor.)

 

Alex bir süre parmaklarına baktı ve parmaklarının kenarını oymaya başladı. Bir süre önce yara yaptığı belli oluyordu, böyle giderse yine kanardı. Uzandım ve elini tuttum. Kafasını kaldırıp gözlerime baktı. "Telafi etmen gereken çok şey var. Zayıf durma, ben seni güçlü tanıdım."

Rahatlamış bir ifade yerleşti yüzüne. Gülümsedi ve parmakları elimi kavradı. "Telifi edeceğim."

 

Ederdi.

Psikolojik hastalıklardan ilk tedavi yöntemi hastaya, hasta olduğunu kabul ettirmekti ve bana göre en zor aşama buydu. Alex kabul etmiştir. Gerisi de gelir.

 

"Biraz da sen soru sor, hep ben soracak değilim."

Alex kafasını çevirip ağaçlar baktı. Yüzüne gölgeler düştü. "Bunu sormaya hakkım ne kadar var bilmiyorum ama... O kimdi? Kabuslarına giren..."

 

Yutkundum. Buna hazır mıyım?

Derin bir nefes aldım.

Sır yok.

 

"Henüz sekiz yaşlarındayaken annem ile birlikte komşulardan birinin yanına gitmiştik, kendisi annemin bir arkadaşıydı bu yüzden sık sık giderdik. Oyun oynarken uyuya kalmışım. Beni uyandırmaması için annemi ikna etti ev sahibi. Babam işten eve gelirken beni alıp öyle geçer demiş. Annemde kabul etmiş. Kadının benden büyük bir tane de oğlu var. O zamanlar on dört bilemedin on beş yaşındaydı. Uyurken bir ara aldığım darbe ile uyandım sonra bir el ağzımı kapattı." Bir süre sustum. Gözüm önümdeki alkollü içeceğe kaydı. Elimi şişeye uzattım, Alex şişeyi benden önce aldı. "Direncin çok düşük, sarhoş olursun." dedi. Şişeyi elinden alın ve kocaman bir yudum içtim. "O zaman lütfen aptalca bir şey yapmamı engelle." Uyuya kalmanın pişmanlığını yıllardır yaşıyordum. Şu an şehrin ücra yerinde, bir erkekle baş başayken sarhoş olma tehlikesi yaşıyordum. Bu da mı bir pişmanlık olurdu? Hayır, olmazdı. Ona duyduğum güvenden mi yoksa tanıdığımı düşünmemden mi emin değilim.

 

"Sonra... Sonrasını anlarsın işte. Oruspu çocuğu, annesi evde olduğu için o kadar ileriye gidemedi belki ama ben o şerefsizin sadece on dakika süren aptal zevkleri yüzünden yıllarca dokunduğu bedenimden nefret ettim. İnsanlardan uzaklaştıkça hayvanlara yakınlaştım. Onlar beni dinledi. Belkide onlardan korkmadığım içindi. Sonuçta ben yaratıkların en acımasız, en aşalığı ile tanışmıştım."

 

Alex iç çekti, gözleri tekrar ağaçlara gitti. Yanağının iç tarafını kemirdiğini görebiliyordum. "Her zaman karşındaki kadın değildim. Sanırım acının insanları güçlendirdiği doğru. Ama saf ve salak olmayı çocukluğumun ölümüne yeğlerdim. Kokudan konuşamayan, kimseye yaşadığı şeyi anlatamayan, kendinden utanan o kıza çok kızdım. Çok nefret ettim. Ama o benden hada çok korkmuştu. Zamanla onunla barışmak istedim. O da Asya Ersöz idi, bende. O kendini koruyamadı, bende onu koruyamazdım ama şimdi en azından beni ve diğer yaşlarımı koruyabilirdim."3

 

Alex'in gözlerine kara bulutlar çöktü. Şu an karşımda duran kişi Beyaz Melek idi. Belki intikama yemin etti, belki beni korumaya. Boğazım yanıyordu ama ağlayamazdım. Hayır, karşısında zayıf görünmekten korktuğum için değil. Ben bir kez ağlamaya başlasam onlar bir daha hiç ağlamalarını kesemeyecekti. Çünkü o zaman benim değil Alex'in intikam zamanı gelecekti. İnsan avcısının kini elbet bir gün sönerdi lakin Tanrı bizi Beyaz Melek'in kininden sakınsın. Belki eski Asya olsa ağlamayı seçerdi ama artık haksızlık ve katliam karşısında susmak zorunda değilim, karşılık verebilirim. Onlar benim elimden insanlığım aldı fakat mühim değil. Beni avcıya çeviren herkesin karşısına Son İnsan Avcısı olarak tekrar çıkacaktım. İntikam değil, Adalet İçin.

 

Sessizlik kinli bir hançer gibi aramıza çökmüştü. Biraz daha susmaya devam edersek ikimizden birini kesecekmiş gibiydi. Öyle mazlum, çaresiz bir sessizlik değildi, fırtına öncesinin habercisi gibiydi. Şuursuz bir güç barındırıyordu içinde. Arzular o gücü açığa çıkartsaydı şayet o zaman Beyaz Melek'i Alex dahi durduramazdı. Pekala biliyordum ki Beyaz Melek ve Alex aynı kişiydi ve elbet hırsları dahi birdi. Peki düşmanıyla dost olmuş bir insan neler yapardı? 'Alex bize bir aile verir karşılığında gücümüzü gücüne ekler' derdi Hyun Su. Beyaz Melek'in gücünü kendine ekleyen Alex neler yapardı? Bu savaş karşısında o kadar da vasıfsız değildim, benim de bir görevim vardı. Asıl tehlike Beyaz Melek değildi, sonuçta Alex onu dizginlemeyi biliyordu fakat prangalarından kurtulmuş bu kötülük şu an eskisinden de tehlikeliydi. Alex'in adaleti yeniden öğrenmesi gerekirdi. Ve ben burada önem kazanıyorum: Alex'i adalete sadık tutmak için. Bir kere onu kaybetmenin eşiğinden gelmiştim İdın'nın dediği gibi: Ne güç, ne intikam, ne adalet... bir daha hiçbir şey onu benden alamaz! Ve ben de ne olursa olsun di Angelo'nun yanında olacaktım.

 

O bana muhtaç olduğu için değil.

Ben ona muhtaç olduğunu için de değil.

O ben de yaşamı, ben onda adaleti buldum diye.

 

Şimdi dünya üzerindeki her bir caniye acıyorum. Beyaz Melek eskisinden daha güçlü. Yanında artık adaletin ne olduğunu bilen insanlar var. Savaşçılar belki ilk kez, belki ikinci kez adalet ile tanıştılar.

 

Kendimdeki gücün de farkındayım. Hayvanlar her yerde, İnsan Avcısı olarak gece sürüsünün yardımıyla adaleti yayacaktım. Gündüz Beyaz Melek'in gücü; gece insan avcısının sürüsü... Ve yemin ederim eğer Alex bir kez daha kendini kaybederse bu sefer kalbimi dinlemeyecek, onun sonunu bizzat ben getirecektim. Bunun için ondan güçlü olmak zorundaydım ve biliyordum ki Beyaz Melek o gücü kendi elleriyle bana verecekti.

 

Hikâyeyi yazan yazar ne planlıyor bilmiyorum ama biz birbirimizin sonu olacaktık. Bu; benim, Alex'in, yazarın, hatta sen sevgili İsimsiz, seni bile kaçamağın mutlak gerçek.3

 

"İlaçlarım, onları sen mi aldın?" dedim.

"Hayır, ilaç olayını duyduğum zaman en az senin kadar şaşırdım. Evet, cidden aptalca hareket ettim ama bu sana kasten, bile isteye zarar vermek olur."

 

Bir süre düşündük. "İyi ama kim odama girdi ki, ayrıca suçu Meredith'in üstüne atmaya çalışması oldukça bariz değil mi?" Alex başını salladı. "Burdaki asıl mevzu bence bu değil. Fazıl ile Taner sana saldırdığı gün illa içerden biri yardım etti." Ben bu olayı tamamen unutmuştum.

"Görevliler arasında köstebek var." dedim tahmin yürüterek. "Her zaman köstebek olur. Şu an karargahta çalışan kaç kişi güvenilirdir ki? Bu yüzden bilgi katmanlar hâlinde aktarılıyor. Sarı bileklik ve mavi bileklik birer katman mesela. İkisi farklı derecede bilgi sahibi. Savaşçılardan sonra en fazla bilgi sahibi olan katman mavi bileklikliler, yani gözcüler fakat onların savaşçıların odalarının olduğu kata çıkmasına izin yok. Savaşçı katına sadece temizlik personelleri çıkar ve onlarda yok denilecek kadar az bilgi bilirler. Her şekilde bu bir kişi tarafından yapılan bir iş değil. Félix'e saldıran silah eğitmenini bir süredir takip ediyordum. Fakat bu onu da aşan bir iş olmalı."

 

"Karargahta nasıl köstebek olur ki? Koskoca güvenlik sistemimiz var. Her şeyi geçtim karargaha giren bütün teknolojik araçlar Nemisis'in sitemine kayıtlı. İlla bir açık yakalardı yapay zeka programı."

 

"Her sitemin açığı vardır. Kusursuz bir güvenlik sistemi asla olamaz. Aynı şekilde kusursuz bir sanal sitemde aslan olamaz. Fakat şanslarının bu kadar yaver gitmesi mümkün değil. Diken üstündeyiz. Bütün görevliler daha sıkı şekilde denetleniyor. Nemisis attık zoraki olarak kişisel dosyalara dâhi girmeye başladı, hiç bir kısıtlama olmadan sitemi döndürüyor."

 

Bu gücü yenecek kadar güçlü daha ne olabilir ki?

 

Bir yudum daha içtim. Yavaş yavaş beynim bulanmaya başlamıştı. Alex'in boynundaki izlere baktım. "Susmak yok, değil mi?"

 

"Elbette istediğini sor."

 

"Cevap istemiyorum. Yara izlerini görebilir miyim?"

 

Alex bir an gerildi. "Yapmak zorunda değilsin." dedim.

 

"Susmak yok." dedi ve üstündeki kazağın eteklerini tutarak çıkarttı.

 

Beyaz bedenindeki yara izlerine baktım. Boynunda olduğu gibi göğsünde de yara izleri vardı ve sanırım sırtında da var. Ona biraz daha yaklaştım. Bazı izler sadece çizik gibiydi ama bazıları derindi. Omuzundan bir tane oldukça derin iz vardı. Sanki sıyırmış bir kurşun gibi. Göğsünde bir kesik vardı. Bu sanırım yetimhaneye ilk geldiği zaman o çocuğun açtığı izdi. Ayrıca karnında da kurşun izi vardı. Bı izlerin çoğu yetimhanede işkence görmüş bir çocuğa aitti. Bir kısmı ise adaleti korunmaya çalışırken yapılan fedakarlıklardı.

 

Alexander di Angelo... Sana diz çöktürmeye çalışan insanlara karşı dik durmanın bedeli bu muydu?

 

Her şeye rağmen o hâlâ çok güzel görünüyordu. Bembeyaz bir teni vardı. Yıllardır kâh yüzme kâh dövüş ile ilgilendiği için şu an aklıma oldukça ahlaksız düşünceler sokacak kadar iyi bir fiziği vardı.3

 

Elimi öne uzattım ve gözündeki küçükken açılmış kesik izine dokundum. Nefesini tuttu. Parmaklarımın altında atan kalbini hissettim. Önceden dediğim şeyler umurumda değil. Bu kalbi istiyorum! İnsanların daha fazla zarar vermesine göz yumamam. Kaçmak istemiyorum. Beyaz Melek'i Alex bile sevmemişti ama ben ona sahip olmak istiyorum. Alex, ruhsuz, Beyaz Melek... di Angelo'nun her bir yüzü benim olacaktı. Karşılığında kalbimi teslim etmeye hazırdım.

 

"Kanla çizilmiş bir resim gibi. Acı var, anı var ama çok güzel." dedim parmaklarım yavaş yavaş boynuna çıkarak. "Çok çirkin, yara izlerinen nefret ediyorum." dedi küçük bir çocuk gibi. Gülümsedim. "Senin bedenin kirli anıları bile güzelleştiriyor. Çok güzeller." Köprücük kemiğinin üstündeki izde parmağımı gezdirdim. Elim yavaşça omuzuna ilerledi. "Alexander..."

"Asya?"

 

Yutkundum. Soğuk parmaklarım değdiği sıcak ten yüzünden yanıyordu. Bütün bedenim ateşe atılmış gibiydi.

 

Yara izlerini bile seviyorum Alexander.

 

 

Alexander di Angelo:

 

Bir süre birbirimize soru sormaya devam ettik. Çocukluğumuza kadar indik. Konuşacak o kadar çok şey varmış ki...

 

Bazı izleri göstermiş, o yaraların ne zaman açıldığını sormuştu. Mesela karnındaki kurşun izi kadın ticareti yapan bir çete ile savaştığımız zamandı.

 

Kolumdaki kesik izi yemekhanede kavga çıktığı zaman çocuklardan birinin koluma çatalı sapladığı zamandı.

 

Her bir izi öğrenmek ve iyileştirmek ister gibi dikkatle dinlemişti beni.

 

Bana ayna karşısında Beyaz Melek ile ne konuştuğumuz sordu. Kısmi olarak ona olanları anlattım.

 

Ben büyük bir savaş bekliyordum. Kan akmasını, can yanmasını ama gelip geçmişti. Yıllardır kaçtığım savaş sadece on dakika sürmüştü. Aslında şaşırmamak lazım. Bazen kaçtığımız, gözümüzde büyüttüğümüz şeyler o kadarda dehşet verici değildi. Beyaz Melek benim için büyük bir düşmandı ama belki o kadar da bana karşı değildi. Bir ayna ve on dakika süren bir konuşma her şeyi kapatmaya yetmedi elbet. Şimdi davranışlarım ile savaşacaktım. Geçmişte yaptığım hataları telafi edecektim.

 

Ben istesem sen çoktan yok olurdun aptal.

 

Evet, ama istemedin.

 

Henüz.

 

Bunu istemeyecekti. Benim aksime o aynı kişi oldumuzun hep farkındaydı.

 

Bir ara konu Lui'ye açıldı. Sanırım aradan ne kadar yıl geçerse geçsin olaylar yüzünden azda olsa bir vicdan azabı çekecektim. Evet, biliyorum bunlar benim suçum değildi. Lui sevgisiz büyümüş bir çocuk olarak ona sevgi gösteren ilk kişiye bağlanmıştı. Fakat aklımın bir köşesinde ona karşı daha farklı bir tavır alsam şu an neler olurdu diye çok merak ediyorum. O benim kardeşimdi fakat ben ona kardeşliği öğretmemiştim. Eğer başarsaydım aceba şu an nasıl bir yol izlerdik?

 

"Lui'nin bağlanma sorunları varmış. Dal olarak seni seçmiş." demişti Asya. Beni rahatlatmaya çalışıyordu. O Lui'nin tersine insanlar bağlanamıyordu. Her ne kadar savaşçılar onun için istisna olsa da istisnaları kaideyi bozmaz. Bir insanı hayatına almayı tercih etmiyordu. Özellikle çocukken yaşadığı olaydan sonra. Şu an hayatında olan, ona yakın olan insanlar genellikle olaydan önce de bir bağı olduğu insanlar. Gerçi uzun yıllar tedavi görmüştü. Ailesi bunun bir travmaya bağlı antisosyallik olduğunun farkındaydı fakat nedenini sanırım hiç bir zaman öğrenemeyeceklerdi.

 

Asya'nın çocukluğundan bu zamana geçirdiği değişimi görmek cidden hayranlık uyandırıcıydı tedavilere belli ölçüde yanıt vermiş sosyal becerilerini geri kazanmıştı Ada bunun en büyük kanıtıydı. Başarılı bir şekilde iş hayatına katılmış iyi bir kariyer yönetmişti. İnsanlara karşı kibar ve nazik bir tavrı vardı Bir zamanlar onun insanlardan kaçan, üst düzey anti sosyalliği yüzünden tedavi gören biri olduğuna inanmak zordu Asya Ersöz ne kadar farkında bilmiyorum fakat çok güçlüydü güçlü olmasının sebebi yeteneği değildi.

 

Kendime engel olamayarak sordum: İnsanlara bağlanamadığın için mi uzun yıllar hayatına kimseyi almadın?" dedim. Bir yudum daha içkisinden içti. Anlaşılan bu gece sarhoş olmakta kararlıydı. Ben bardağımı bir kenarı bırakmıştım En azından birimizin ayık olması lazımdı.4

 

"Hayır" dedi gözlerimin içine bakarak "Tersine birine bağlandığım için kimseyi kalıcı olarak hayatım almadım."

 

Birine bağlanmak... Tabii ki birine bağlanmıştı ama kime? Asya'nın hayatında olan ve demek ki uzun yıllar yer edinmiş biriydi. İyi de Asya olayı yaşadığı zaman henüz sekiz yaşındaydı demek ki bu kişi tedavi sürecinde veya tedavi sürecinden sonra hayatına girmişti. Bir süre düşündüm. Birine bağlanmak Asya'nın bağlandığı, biri yakın olduğu biri, hayatında olan biri....

 

Bir an ciğerlerindeki bütün hava boşaldı büyük bir şaşkınlıkla kafamı kaldırarak Asya'ya baktım. "Ada!" Dedim şaşkınlığımın yansıyacağı bir sesle. Asya'nın yüzüne anıları yad eden bir gülümseme yerleşti. Bir yudum daha içti.

 

Aklımdan onca anı geçti. O ikisinin yan yana olduğu zamanlar adayı kıskandığım onlarca günü düşündüm. Ada, Asya'nın en yakın arkadaşıydı. Ben onu sadece sahneye çıkarken görüyordum fakat Ada her zaman onun yanındaydı ve benim şu hayatta en fazla kıskandığım kişi Ada'ydı. Belki de içgüdülerim gerçeğin farkındaydı. Asya'nın bağlandığı kişi ben olmak isterdim, sevdiği, kalbini verdiği kişi ben olmak isterdim. Bu yüzden bu kadar kıskanmışım belki de Ada'ydı. Benim şu hayatta en çok istediğim, uğruna her şeyi yapacağım şeye o çabasız bir şekilde sahipti ve belki de farkında değildi. Farkında olsaydı belki o şeyden kurtulmak isteyecekti. Hayat cidden adil değil.

 

"Uzun zaman önceydi, sanırım aştım." dedi Asya. Ben hala yine şaşkınlık içerisindeydim. Çok mantıklıydı ama yine de... yine de tuhaf bir his vardı içimde. Asya birden gülmeye başladı. Kafamı kaldırarak ona baktım, gözleri odağını kaybetmişti, daha baygın bakıyordu. Sanırım tahmin ettiğimden daha sarhoş olmuştu. "Kıskandın mı?" dedi harfleri yutarak.

"Evet." dedim dürüstçe, zaten ayıldığında bunları hatırlamayacaktı.

 

"Aman canım, geçti bitti." dedi. Bir an cümlenin doğrusunu unuttum.

 

Aklıma Mex'in bana dinlettiği ses kayıtları geldi. Asya savaşçılar ile ilgili olan düşüncelerini söylerken Maria konuşmayı kayda alıyordu. Adını haklayacağı zaman da savaşçılara ses kaydını dinletmişti. Ses kaydında Hyun Su için: 'Belki biraz saçma gelecek ama Ada'yla olmasından mutlu olacak kadar çok seviyorum Hyun Su'yu' demişti. Bunu en yakın arkadaşıyla mutlu olmayı Hyun Su'ya uygun gördüğü için sanmıştım...

 

Ada bunun ne kadar farkındaydı emin değilim fakat hareketlerinden anlaşıldığı üzere değildi. Belki de çok iyi saf rolünü oynuyordu kaldı ki ikinci seçeneği adadan daha fazla beklerdim. Ada bence sandığımız kadar saf değildi. Bunu oynamayı öğrenmişti.

 

Kabul ediyorum onun için de basit bir şey değildi. en yakın arkadaşının senden hoşlandığı gerçeği biraz tuhaf olabilirdi fakat olaya birde Asya'nın bakış açısından bakıyorum: Ada ile yıllardır yan yanaydılar o kaç yıldır ondan hoşlanıyor, kaç yıl boyunca hoşlandı bilmiyorum ama bu süre zarfında sürekli başka insanların yanındaydı.9

 

"Biliyor musun? Sevgililer günü hep çok aptalca geliyor." dedi Aysa. "Yıllardır her sevgililer gününde onun yanındaydım ama o bütün gün başka insanları düşündü."

Sır yok demiştik fakat bu kadar özeline girmeye hakkım var mıydı?

 

"Asya... İstemiyorsan anlatmak zorunda değilsin." dedim. Başını hafifçe salladı. "Hayır sanırım böyle daha iyi hissediyorum. İçimde tutmak canımı sıkıyor. Bir kez olsun bencilce hafanet etmek istiyorum."

 

Elindeki şişenin yarısına gelmişti sarhoş olmasına şaşırmamak gerek. Belki çoktan sarhoş olmuştu da fark etmemiştim. Her zaman ağırbaşlı, olgun bir duruşu vardı. Sanki bütün şişeyi içse bile kendinden emin ve kararlı tavırlarını kaybetmezdi.

 

Bir yudum daha içti. "Konservatuarın müzik bölümünde bir çocuk vardı. İyi biriydi -umarım şu an mutludur. Bana karşı ilgisi vardı, ilk reddetmeyi düşünmüştüm fakat Ada onun arkadaşından hoşlandığı için ikimizin arasını yapmak istedi. Eh, kabul ettim. Gerçi duyguları ile oynamak istemediğim için bir süre sonra gayet medeni bir şekilde konuşmayı kestik. Ege'yi yanıyorsun. İlk tanıştığımız zaman Ada bizim aramızı yapmaya çalışıyordu. Neyse ki Ege benim istemediğimi bildiği için yanlış anlamadı. Ada için nedense sürekli başka insanlara yönlendirmeye çalıştığı bir sapmaydım. Belki arkadaşının iyiliğini istediği için böyle davrandı belki de bu ağırlıktan kurtulmak için. Neyse ne. Gelip geçti."

 

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun gelip geçtiğine?" dedim boğuk bir sesle. Gözlerimin içine baktı. Kalbimdeki sızı bir an hafifledi. "Bir insan aynı anda iki kişiyi sevemez çünkü." dedi. Nefesim almayı unuttum.

 

"Na- nasıl yani?" Asya gülmeye başladı. "Saf rolü sana hiç yakışmıyor. Şeytan tüyü kanına işlemiş." dedi. "Hayır, ben-" diye kekeleyerek konuşmaya başlamıştım ki uzandı ve dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Hemen geri çekildim.

 

Kafasını omuzuna yasladı. "Yanlış bir şey mi yaptım?" dedi masum bir sesle. Kalbim resmen beni öldürecek kadar hızlı atıyordu. Ellerimin titrediğini fark ettim. "Hayır, şu an sarhoşun; sana karşılık vermek sadece taciz olur." dedim. Yüzüne tekrar sıcak bir gülümseme yerleşti. "Bu yüzden di Angelo, bu yüzden sen. Nasıl kendini yıllarca kötü biri olduğuna inandırdın?"3

 

Bütün bendenim duyduğum arzudan tiriyordu ama hayır, şu an bilinci yerinde değil.

"Bunu ikimizinde unutamayacağı bir ana saklamayı tercih ederim." dedim.

 

Gözlerimin içine bakarak "Bekliyorum olacağım."

 

Vücudum hâlâ yanıyordu fakat bu konuyu hemen değiştirmem lazımdı. Bende biraz alkol almıştım. Yavaş yavaş kafayı bulursam işler hiç iyi olmazdı. Bardağımı bir kenara bıraktım. Her hücrem şu an onu arzularke alkol sadece zarar getirirdi. Birimizin ayık kalması ve kendinde sahip çıkması gerek.

 

Ona karşı duygularım olduğunu biliyordu.

Bana karşı duyguları olduğunu biliyordum.

Bir şeyi bekliyordu. Neyi bekliyordu bilmiyorum ama ona güveniyorum.

 

Asya'yı bir kez kazanmıştım. Bir daha hiç bir hatanın onu benden almasına izin vermeyecektim. Onun beklediği o zaman geldiğinde ise oynadığı büyüleyici tiyatro oyunlarını hiç edecek bir hayat yaşayacaktık. Evet, tehlikede olduğumuz olacaktı, üzüldüğümüz olacaktı, yorulduğumuzda olacaktı fakat bu yaşamak değil mi? Ne olursa olsun birlikte olacaktık.

 

Gördüğüm rüya üstüne çok düşündüm. Uğruna ölümü kabul edeceğim kadar çok mu seviyordum onu? Her zaman bir yol vardır fakat evet, sanırım çıkmazda kalsam ölümü kabul edecek kadar seviyordum. Rüyamda o kadar çabuk boyun eğmemin sebebi belki de bilincimin bir yanı olayları yaşarken öteki yanı olayları yazıyordu. Rüya olduğunun farkında olan tarafım mi tetiği çekti yoksa bilmeyen yanım mı emin değilim. İkisi herhalde aynı tepkiyi verirdi. Ama ben ölmek istemiyorum. Asya ile birlikte yaşamak istiyorum.

 

Tekrar Asya'ya döndüm. Gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. "Uykun mu var?" dedim. "Evet. Burda uyusam olur mu? Yıldızlar çok güzel görünüyor." Gülümsedim ve bir şey demeden sadece yan taraftan bir battaniye alarak üstüne örttüm.

 

Asya kafasını yastıklardan birine katarken gözleri yavaş yavaş kapandı. Bende geriye yattım. Önce gökyüzüne baktım sonra kafamı çevirerek Asya'ya. Saçları yüzün gelmişti uzandım ve tutanları geri çektim.

 

"Bu kadar güzel olmayı nasıl başarıyorsun?" Yüce tanrılar bu kadar muazzam bir canlıyı hanginiz yarattı? Nasıl bir kudretin hikmeti?3

 

Sol kaşının kenarında ve çene çizgisinde ufak bir yara izi vardı. Büyük ihtimal küçükken geçirdiği suçiçeğinin iziydi. Kapkara, keskin gözleri eşit değildi. Sol gözü birazcık daha düşüktü ama aynı anda hem düşünüyor gibi hemde sinirli gibi bakmasını sağlıyordu. Gülümsediğinde dudaklarının kenarında küçük göçükler oluşuyordu, gözlerinin çizgileri belli olurdu. Bir insanın gülümsemesi bu kadar mi birine hayat verirdi?

 

Gözleri sürekli etrafta gezer aynı anda bütün resme odaklanırdı. Duygularının yırtıcı bir hayvanın ki kadar keskin olmasına şaşırmamak lazım. Dikkati tek bir yerde olmaz her bir noktayı fethetmeye çalışırdı. Duygu durum bozukluğu yüzünden her ne kadar bir an mutlu öteki an durgun olsada her an algıları açıktı.

 

Bir çiçek olsa siyah gül olurdu. Eşsiz, kendine özgü ve taklit edilemez. Doğal siyah gül, yalnızca Türkiye'nin Şanlıurfa iline bağlı Halfeti ilçesinde yetişen nadir bir güldü. Ancak, başka bir bölgede yetiştirildiğinde rengi açılır ve siyah görünümünü kaybeder.2

Hikâyesi pek umut dolu değildi.

 

Yaygın bir efsaneye göre, bir zamanlar Halfeti’de yaşayan güzeller güzeli bir kız ile fakir bir genç birbirine âşık olur. Ancak kızın ailesi, zengin bir adamla evlenmesini ister ve gençleri ayırır. Ayrılığın acısına dayanamayan genç, Fırat Nehri’nin sularına atlayarak canına kıyar. Kız ise onun ardından günlerce ağlar ve sonunda o da aynı kaderi paylaşır.3

 

Efsaneye göre, gençlerin gömüldüğü yerde zamanla siyah güller açmaya başlar. Gençlere cellat olan bu sular değdiği gülleri siyaha boyar. Bu güller, onların hüzünlü aşklarının ve yarım kalan hikâyelerinin simgesi olur. Fakat kimin umurunda? Bizim kavuşmanızı engelleyecek kimse yok. Bizim hikayemiz mutlu bitecekti.

 

Asya'nın yabancı yerlerde uyuyamadıği aklıma geldi. Şu an bana güvendiği için mi uyuyordu yoksa sadece fazla mı içmişti? Umarım ilk seçenektir.

 

"Yeni yaşında mutlu ve benimle geçsin meleğim." dedim gözlerimi yumarak. Uyuyan bir insanı izlemek biraz tuhaftı. Eminim Asya bunu istemez. Bana kalsa sabaha kadar gözümü kırpmadan onu izleyebilirdim. Gerçi şu an ona bu kadar yakınken nasıl uyuyacaktım emin değilim. Kalbim hâlâ deli gibi atıyordu. Duyduğum aşk bu aciz organ için çok fazlaydı.

 

🫠

 

 

Asya Ersöz:

 

Yüzüme değen güneş ve kuşların cıvıltısı ile uyandım. Neredeyim ben? Yan tarafimda Alex uyuyordu. Bir dakika yan tarafımda Alex uyuyordu! Dün ne oldu yahu?

 

Yan tarafına dönüşmüştü. Bir kolu benim kafamın altındaydı. Güneş doğrudan yüzüne değiyordu. Yüzündeki çillere ve güneş yüzünden parlayan kirpiklerine baktım. O harika! Mükemmel bir tablo gibiydi. Güneşin tanrısı Apollon derlerdi. Antik Yunan'da Alex'i gören herkes onun Apollon olduğuna emin olurdu.

 

İyide Alex'in göğsü neden çıplak?

 

Ben dün sarhoşken ne yaptım!?

 

Yavaş yavaş yara izlerini görmek istediğim için kazağını çıkarttığı aklıma geldi. Sonunu pek hatırlamıyorum ama naşka bir şey olmamıştır herhalde.

 

Dirseğime dayanarak doğruldum ve bir elimi öne uzattım ve yüzüne gelen güneşi gölgeledim. Arka taraftan gelen kuş seslerine döndüm. Gece sürüsü ile ilgilenmem lazım. Bileğimi kavrayan parmaklar bütün odağımı tekrar Alex'e çevirdi. "Uyuyan bir insanı izlemek mi? Ne ayıp." Kızardım. Güneş beyaz teninden yansıyordu resmen. Gözlerinde gördüğüm güneş gökyüzünde gördüğümden daha parlaktı. "İzlemiyordum, bende şimdi uyandım. Bıraksaydımda güneşte yansaydı keşke." Alex kavradığı bileğimi dudaklarına götürdü ve avcumun içine ufak bir öpücük bıraktı. "Tabii canım, izlemiyordun. Saydın mi bari kaç tane çilim varmış." Kaşlarımı çattım. "Demek ki sende uyanmışsın. Uyuyor taklidi mi yaptın?" Benim gibi doğruldu. "Hayır." dedi kestirip atarak. Gözlerinde oldukça yaramaz bir ifade vardı fakat hâlâ bir adım atmamıştı. "İçeri geçelim, burda kalsak güneşten yanınıcaz." dedi. Sabahın oldukça erken saatleri olsa gerek.

 

Ayağa kalktığında hâlâ göz üçü ile bedenine bakıyordum. Uzandı ve kazağını alarak üstüne geçirdi.

 

Allah'ım! İyice sapık mı oluyorum?

 

Direkt mutfağa ilerledik. Alex beni durdurdu. "Unutmadan, bu da benim hediyem." Dedi bana küçük bir kutu uzatırken. Sorgulayan gözlerle baktım. "Teşekkürler ederim ama gerek yoktu. Dün çok güzel vakit geçirdim zaten." Alex gülümsedi. "O özürdü, bu hediyen." Kutuyu alıp açtım. İçinden çıkan küçük broşa baktım. Bir çiçek motifiydi. Oldukça zarif ve şık duruyordu. "Önce tak, aldığından emin olayım sonra hikâyesini anlatıcağım." Alex broşu takmama yardım etti. Üstümdeki pjama ne kadar asil görünürse o kadar asil göründü. Heyecan ve merak dolu gözlerle ona baktım. Eli saçlarıma gitti ve önüme düşen tutamı geriye attarken parmakları biraz yüzümde oyalandı. "Bu broş annemidi. Kutuda öylece durunca bir şey hissetmiyordum. Sende olduğunu bilirsem daha mutlu olurum."

 

Bu broş unutamamak ile lanetlenmiş adamın unuttuğu annesinden kalmıştı. "Alex bu çok önemli bir şey." Yüzümü iki avucunun içine anıldı. "Sende öylesin." Kalbimin eridiğini hissettim. "İzin verde sana hikâyesini anlatayım." Sabırla dinlemeye başladım. "Babam kendi doğum gününü için bir davet düzenlenmiş. Henüz yeni yeni ünlenmeye başladığı zamanlarmış. Tanıdığı mühendisler, diplomatlar vesaire kişileri davet etmiş. Annamde de mühendis bir konuğun kızıymış. O zamanlar daha yeni yeni modellik yapıyor ufak defilelerde falan boy gösteriyormuş hep. Babam onu görünce gözlerini alamamış, gece boyu sürekli anneme bakmış ama annemin ona baktığını hiç görmemiş. O yüzden de gidip konuşmaya cesaret edememiş. Gecenin bitmesine yakın, son dans zamanı gelince annem babamın karşısına dikilmiş ve 'tüm gece bakmakla yetineceksiniz galiba, beni dansa davet etmek için ne bekliyorsunuz?" demiş. Annemin bu cesur ve iddialı tavırları karşısında babam yelkenli indirmiş ve onu dansa davet etmiş. Müzik bitene kadar dans etmişler. En sonundaki müzik ve gece bittiğinde annem gitmiş. Babamda eve gidicekken masada duran fular ve fulara takılı broşu görmüş."

 

Bu broş!2

 

"Annemi bir daha görmek için bahanesi varmış artık. Birkaç gün sonra anneme fularını geri verme amacı ile bir yemeğe davet etmiş." Eli saçlarımda gezinmeye devam etti. "Annem sandığından daha zeki bir kadınmış. Fuları bilerek bırakmış, annem ile tekrar iletişime geçmesi ve ikinci bir buluşma teklif etmesi için. Eh işe yaramışta. Tüm günü birlikte geçirmişler. En son, gece tekrar ayrılık zamanı gelince babam fuları geri iade etmiş. Ama broşu vermemiş. O da üçüncü bir buluşma için broşu kendine saklamaş. Üçüncü kez bulunmuşlar babam broşu yine vermemiş ve bir bahane üretmiş. Dördüncü buluşmada aynı şekilde gerçekleşmiş. Babam broşu geri vermemeye niyetliyimiş çünkü annemi görmek için başka bir bahanesi yokmuş. En sonunda beşinci buluşmada broş konusu hiç açılmamış ama yinede altıncı kez buluşmak için sözlemişler. İkisinin planı da işe yaramış. Önce arkadaş olmuşlar. Aylar sonra babam anneme evlenme teklif etmiş. Ama bir yüzük ile değil. Anneme broşunu geri vererek. Ve ona demiş ki. "Non voglio più nascondere questa spilla per tenerti per me. Voglio stare con te fino agli ultimi secondi della mia vita."

 

Araya girdim. "Artık seni kendime saklamak için bu broşu saklamak istemiyorum. Hayatımın son anlarına kadar seninle olmak istiyorum." Gülümsedi. Gülümsediğinde ölüm utandı. "Evet, sözünü tuttuda..." Bi süre sesilik çöktü. Hemen toparladı. "Sonra evlilik ve tadaa ben! İşte Meleğim şimdi bende sana veriyorum. Bı gün bir şey olurda uzaklaşırsa yolun benden, broşu hatırla ve bende kal." Uzandım ve boynuna sarıldım. "Böyle bir şey asla olmayacak." Kollarını belime sıkıca doladığında ait olduğum bu kollardan nasıl uzaklaşırım diye düşünüyordum. "Biz geleneği sürdürelim yinede."

 

Kafasını omzuma dayadı ve konuşmaya devam etti. "Geleneklerimize göre erkek kadına bir söz verir evlenmeden önce ve vereceği sözü kadın seçer. Kimisi mal mülk ister, kimisi dürüstlük yemini... öyle şeyler işte. Annem babamdan nişan sözü olarak çok acil bir durum olmadığı sürece her gece uyumadan önce beni göreceksin yanında ve uyandığında güneşten bile önce beni görüp, selamlayacaksın demiş. Babamda seve seve kabul etmiş. Küçükken basit bir söz olduğunu düşünüyordum. Büyüdükçe anladım ne kadar değerli olduğunu."

 

Dün bir yaşımı bitirmiştim ve o gece Alex ile uyumuştum. Gördüğüm son yüz, duyduğum son ses, aldığım son koku onundu. Bu gün yeni yaşımın ilk günü ve uyandığında ilk Alex'i görmüştüm yanımda. Yeni yaşımın ilk kokusuda, sesi de, yüzü de Alex idi. Ve ben bundan sonraki ömrümde böyle devam etsin diye her şeyimi verirdim.

 

Parmaklarım ensesinde gezindi. "Sanırım benimde bana ait bir şey vermem gerek sana. Yine olurda güç arzusu sararsa bilincini ve uzaklaşırsan benden. O şey sayesinde bana ve adaletime geri dön." Kokumu içine çektiğini hissettim. "Aslında... Var zaten." Kafamı kaldırdığında o da kaldırdı ve gözlerimi izledi. Hâlâ kolları belime sarılıydı ve hala kollarım boynuna dolalıydı. "Nasıl?" Alnını alnıma dayadı. Soluğu dudaklarıma değdi. "Beni ilk gördüğün gece... Bileğindeki fuarı aldım senden. Eğer savaşçı olmanı sağlıyamazsam veya bir daha denk gelmeseydik babamın taktiğini uygulayacaktım." Güldüm. İşler yolunda gitmişti. Şu an kolları arasındaydım.

 

Beni sevdiğini biliyordum.

Onu sevdiğimi biliyordu.

İkimizde zamanını bekliyorduk.

Ve o zaman geldiğinde...

O kadar sıkı sarılıcam ki...

O kadar tutkuyla öpücem ki onu.

Ölüm bile onu benden alamayacaktı.

 

Broşu çıkartıp kutuya kattım, sonuçta hâlâ pijamalarımlaydım. Kutuya tekrar girdiğinde dikkatlice baktım broşa. Kırmızı bir karanfildi. Karanfil... Karanfilin ne gibi bir olayı vardı? Sanki anılarımda önemli bir yeri vardı ama ne gibi bir önemi olabilirdi ki?

 

Karanfil...

Aşk, sevgi, saygı, ayrılık gibi anlamları vardı. Renklerine göre ayrılıyordu.

En yaygın olanı kırmızı karanfildi. Sevgi ve saygı demekti. Ayrıca ölülere genelde kırmızı karanfil verilirdi.

 

Bir dakika!

Ölülere karanfil vermek mi?

 

Bunu hatırlıyorum...

 

"Karanfil sadece ölülere verilmez Avcı." dedim kendi kendime mırıldanarak.

 

"Anlamadım?" dedi Alex ama şu an onu dinleyecek durumda değildim.

 

Bunu kim demişti.... Maria!

Maria demişti. Sonra aklıma olayların yaşandığını gün gördüğüm rüya geldi. Alex önce bana bir silah tutuyordu, sonra kurşun sesi geliyordu ama gözlerimi açtığımda zaman bana bir karanfil uzatıyordu.

 

Şimdi bu broştaki karanfil... Bu mu? Maria'nın bekle dediği işaret bu mu? Kanım çekildi.

 

Sadece bir tesadüf mü?

 

Hayat sana tesadüf diye bir şeyin olmadığını öğretmendi mi Asya?

 

"Asya... İyi misin?" dedi Alex nazikçe omuzumu tutarak. Kafamı kaldırdım ve güzelerine baktım.

 

Her şeyi erteliyorduk. Alex yıllarca Beyaz Melek'i ertelenmişti, İdın çizmeyi ertelemişti, Maria öne atılmayı ertelemişti, Mex Alex'e karşı durmayı ertelemişti, Selen sesini çıkartmayı ertelemişti, Félix karanlık yanını ertelemişti...3

 

Neleri neleri erteliyorduk. O resmi yapmayı, o kitabı okumayı, o yemeği yemeyi, o şiiri yazmayı, o şarkıyı dinlemeyi, o müzik aletini çalmayı, o diziyi izlemeyi... Bazen bir insanı sevdiğimizi söylemeyi bile erteliyorduk. Ama ne kadar ömrümüz vardı? Kim bana yarın yaşayacağımın garantisini verirdi? Hayat kalp kırıklarını ve geçmişi bahane ederek insanlara küsmek için fazla kısaydı. Alex'e karşı sert davranmaya devam edebilirdim. Eğer uzaklaşsaydım telafi etmek için bir çok şeyi yapardı ama hatasını zaten anlamıştı. Yarın daha büyük bir çaba ile karşıma çıkabilirdi ama o kadar yaşar mıyım? Hemen yarın Alex ölse, onu affettiğimi söylemek için çok geç kalmaz mıydım? Hayat bu günden ibarettir. Elimden gelen tek şey dünden ders çıkartarak, yarınım olacağını umut edep, yarın için hazırlanarak bu günü yaşamaktı.

 

Bir gün onu sevdiğimi söyleyecek, sımsıkı sarılacak ve tutkuyla öpeceğim demiştim. Ya o gün bu günse ve bir daha gelmezse?

 

Benim bugünden başka bir günüm yok.

 

"Asya?" dedi tekrar Alex. Bir eli yanağımı buldu. "Güzelim, iyi misin?"

 

Gözlerinin içine baktım. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. "Seni seviyorum." Dedim tane tans ama hızlıca.

"Anlamadım?"

Boynuna sarıldım. O kadar sıkı sarıldım ki... Hiç bırakmamaya yeminli gibi...

"Tí Amò, Di Angelo*"

 

(İtalyanca: Seni seviyorum, di Angelo)

 

Geri çekilip tekrar gözlerinin içine baktım. Hâlâ büyük bir şaşkınlıkla yüzümü izliyordu... "A- Asya?" Bir elim yüzüne, çenesinde ki yara izine gitti. Diğer elim hâlâ boynuna sarılı haldeydi. "Hayat bu günden ibaret Meleğim. Yarınım var mı yok mu bilmiyorum. Fakat bu günümü ve varsa diğer günlerimi seninle geçirmek istiyorum." dedim.

 

Yavaş yavaş olayları idrak etmeye başlamış gibiydi. Eğildi ve tekrar alnını alnıma daydı. Bir süre gözlerindeki güneşi gördüm. Göz bebeklerinde ise benim yanısımam vardı. Gülsümsedim. "Gözlerinde kendimi görüyorum." dedim çocuksu bir sevinçle. "Gözler kalbin yansımasıdır." dedi, nefesi dudaklarıma değdi. Yutkudum. Bu bir rüya değil mi? Gerçek olması imkansız. Uyanmak istemiyorum.

 

Rüya olmak için fazla gerçekçiydi. Ama çok gerçekçi rüyalar görmüştüm. Fakat bildiğim tek bir şey vardı. Şu an Alex'in hızlı atan kalbini hissediyordum ve daha önce rüyalarımda kalbininin atışlarını hissetmemiştim.

 

"Asya..." dedi. Bana sadece Asya dese yine saatlerce onu dinlerdim. "Seni seviyorum. O kadar seviyorum ki aşk kelimesi yeteriz kalıyor."

 

Aşk kelimesi yetersiz kalıyor...

Evet, aşk kelimesi yetersiz kalıyor.

O kadar iyi anlıyordum ki onu.

 

"Duruşun, sesin, gözlerin, özgüvenin, cesur hallerin, nazik tavırların, gülüşün, kokun, adalet inancın, inadın... O kadar seviyorum ki her şeyini." dedi. Yutkundum. Bedenim tutuşuyordu.

 

"Alexander..." diyebildim sadece.

"Asya..." dedi sadece.

 

"Seni seviyorum." dedik aynı anda. Nefeslerimiz tekrardan birbirinizin dudağına değdi. Gözleri izin ister gibi dudaklarıma indi. Bir eli çenemden dudak çizgime indi ve narin dokunuşlarla okşadı. Gözlerimi yumdum ve izin niteliğinde ilk ben uzandım şarap dudaklarına.

 

Sıcak, yumuşak, nemli.

 

İlk öptüğüm kişi değildi ama insan sanırım son öptüğü kişiyi hissediyordu. Şayet şu an içgüdüsel olarak bundan sonra tadını alacağım tek dudakların onun dudakları olduğunu biliyordum.2

 

İçimde sönmeyen bir kor vardı. Bütün bedenim yanıyor, aklım bana oyunlar oynuyordu. Hâlâ uyanmaktan korkuyordum ama sanırım şu an gerçek hayattaydım.

 

Onun yavaş ve nazik öpüşlerinin aksine ben çölden çıkmış gibiydim. İçimdeki kömür kazanı beni tüketmiyor aksine buharlı bir makineymişim gibi güç veriyordu.

 

En sonuna nefes nefese kaldık. Başını omzuma dayadı. Nefes alış verişleri hızlanmıştı. Bütün vücudu gerilmişti. Kendini tutmak için verdiği mücadele elbette belli oluyordu. "Şimdi durmazsak sonra hiç durmayız." dedi yoğun gelen sesi ile.

 

Bende gözlerimi yumup sakinleşmeyi bekledim. Devamını istiyordum ama her şeyin bu kadar hızlı gelip geçmesini istemiyordum. Zamanı değil.

 

Ne oldu Asya, hani yarın yoktu?

 

Sus iç ses! Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokma.

 

Geri çekildi. "Ne oldu sana birden bire?" dedi yüzümü inceleyerek. "Hiç. Sadece... Gelecek her zaman o kadar da sessiz değildir." Bir süre düşündü. "Maria?" Gülümsedim. "Sayılır."

 

İç çekti. "Üstünde fazla durmuyorum. Gelecek kesinlikle bulaşmak istemeyeceğim bir şey. Hadi kahvaltı yapalım."

 

Kesinlikle katılıyorum!

 

Bu huyumuzu seviyorum işte. Olayları anında yaşıyorduk. Bir dakika öncemiz bizi etkilemiyordu. Zaten attığımız her adımı yol boyunca düşünmeye devam etseydik yolun yarısına pes ederdik. Alex belki bu sayede unutmama lanetinden sıyrılıyordu: bu ana odaklanarak...

Bende şu an aynısını yapmak istiyordum.

 

Biraz önce bir aşk itirafı gelmemiş gibi kahvaltı hazırladık. Her şey aynıydı ama sanki... Güneş daha parlaktı, beyaz daha beyazdı. Domates mesela daha fazla kokuyordu. Su daha serindi. Bu hissi nasıl anlatırım bilmiyorum ama sanki daha iyi görüyor, daha iyi koku alıyordum. Hayır, sadece rahatlama vardı üstümde, mutluydum. Dert tasa olmadığı zaman olduğun mekanı daha iyi kavrıyordun.

 

Romantik romantik kahvaltı yaptık. -Aslında sık sık birbirimizle uğraşmıştık. Mesela ben domatesleri yıkarken ona su atmıştım, Alex burnuma ketçap değdirmişti. Ve benzeri delice hareketler. Ama kimin umurunda? Birbirimizi yargılamıyorduk. Rahat ve özgür bir kahvaltıydı.

 

En sonunda masayı topladık. Tezgaha tabakları katarken arkadan belimi sardı. Kolları belime dolanırken nefesi boynuma değdi. "Yine mi rüya?" dedi Alex. Sanırım oda benim gibi bu tarz rüyalar görmüştü ve sanırım sonu peke mutlu bitmemişti. "Hani sen rüya görmezdin?" dedim daha önce söylediği şeyi hatırlatarak. Başını salladı. "Rüyanın sonunda ölüyorsam genelde hatırlıyorum. Biraz sonra bir şey olacak ve uyanıcam diye çok korkuyorum." Kollarının arasında döndün ve yüzüne baktım. "Ne o, beni gördüğün ilk rüya değil galiba?" dedim ima ile sırıtarak. "İftira! Melek kanatlarımdan utan, ne fesat bir yaklaşım." Ufak bir kahkaha attım. "Aynen, kesin öyledir." Uzandı ve boynuma derin öpücükler bıraktı. Gözlerimi yumarak sadece ana odaklandım. Bedenim şu an on duyduğu arzudan tiriyordu ama henüz o kadar büyük bir adım atmaya cesaretim yoktu.

 

Geri çekildiğinde kısılmış gözleri ile yüzüme baktı. Parmaklarım kazağının içine girdi. "İzlerini görmek istiyorum, bu sefer ayıkken."

Gülümsedi. "Bence beni soymak istiyorsun." Yanaklarıma ateş hücum etti. Kulağına doğru uzandım. "Evet, istiyorum. Yapabilir miyim?" dedim fısıldayarak. Burnum yavaşça boynuna değdi. Yutkundu.

 

Kimsenin yıkamadığı o dengeyi, iradeyi altüst etmeyi çok seviyorum.

 

Alex tutuşmuş gibi hızlıca üstündeki kazağı çıkarttı. Kıkırdadım. Bir elimi kalbinin üstüne yerleştirdim. "Teşekkür ederim." dedim çenesinin üstündeki yara izine ufak bir öpücük bırakarak. Kollarını belime sardı ve beni kendine bastırdı. "Ben yavaş olmaya çalıştıkça sınırlarımı zorluyorsun." dedi yoğunlaşmış sesi ile.

 

"Sana kafayı yedirtmeyi seviyorum." dedim arkamdaki tezgaha ağırlığımı vererek. Farkında değil belki ama şu an bende bedenimin kontrolünü kaybediyordum.

 

Boynundaki ve omuzlarındaki yara izlerine ufak öpücükler bıraktım. "Asya..." dedi yoğun sesi. Uzandım ve dudağına ufak bir öpücük bıraktım. "Efendim meleğim?" Güneş gözleri koyulaşmıştı. Gözüne kestirdiği küçük avın üstüne atlayacak bir aslandan farksızdı. "Şu an cidden ateşle oynuyorsun."2

"Ben ateşin kendisiyim di Angelo."

 

Geri çekildi. "İkimizi de yakıcaksın."

Gözlerinin içinden geçen duyguları gördüm. "Düşündüğün şeyleri sesli söyle, duymak istiyorum." dedim sırıtarak.

 

Oyunbaz bir şekilde oda sırıttı.

"Ateş gibi bir kadındı o. Dokunduğu her şeyi dönüştüren, yakan ama aynı zamanda ısıtan… Gücünü saklamayan, ne zaman harlanıp bir alev olup, yükselmesi gerektiğini bilen biriydi. Cesareti, gözlerinde alev gibi parlıyordu; ne korkuya teslim olurdu ne de başkasının gölgesinde yaşamayı kabul ederdi. Çekiciliği de ateş gibiydi, uzaktan bakmaya cesaret edemeyenler olurdu, ama yaklaştığında insanı içine çeken bir sıcaklığa sahipti. Onun yanında olanlar ya küle döner ya da yeniden doğardı. Çünkü o, sadece güçlü değil, aynı zamanda dönüştürücüydü." Eli çenemi buldu ve devam etti.

 

"Gücü, sadece güzelliğinde değil, varlığının doğurduğu tutkudaydı. Gözlerinin içine bakan herkes, orada bir hüküm bulurdu; yumuşak bir dokunuşun bile içinde gizli bir otorite vardı. Onun istediği gibi sevilir, onun belirlediği sınırlarla arzulanırdı. Cazibesi bir tuzak değil, bir yasaydı, itaat etmek, doğanın bir gereğiydi. Ve o, bundan keyif almazdı; çünkü gücünü bir oyun olarak değil, doğasının kaçınılmaz bir yansıması olarak yaşardı." Sözlerinin sonunda dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. "Benim için okuduğum bütün kurgusal karakterlerden daha büyüleyicisin Asya."

 

Benim için tanıdığım bütün insanlardan daha gerçekçisin Alexander.

 

 

...

 

AAAAAAAAAAAAAAAĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞ KAVUŞTULAR. KAVUŞTULARRR!!!!3

ARKADAŞLAR!!!!!! AAAAAAAAAAAAAAAĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞ

 

ikisi kavuştu. Şu an herkes mutlu ama bu üç kitaplık bir seri ve henüz ikinci kitabın başındayız. Ne düşünüyorsunuz? 🤭

Asya ve Alex çifti ile ilgili yorumlarınız neler?

Favorì çiftimizin Kim?7

Bölümü hangi tarihte okudunuz?6

Sizi çok seven yazarınız. 🫀🗝️4

Bölüm : 18.03.2025 20:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş