Okuduğunuz tarih?2
İyi okumalar 💋🫀6
Alex ile birlikte karargaha geldik. Yemek saati olduğu için herkes yemekhanedeydi, bizde yemekhaneye indik. Hyun Su, Selen ve Arthur birlikte yemek yiyordular bizde aralarına kaynadık. "Günaydın!" dedim hayatım boyunca diyebileceğim en sıcak, en enerjik günaydını diyerek.
Selen sırıttı. "Birileri medeniyeti bulup konuşmayı akıl etmiş anlaşılan." Alex ona ters bir bakış attı. "İkiniz içinde diyorum." dediğinde bu sefer bende Alex'e katılarak ona ters ters baktım. "Neyse ne, siz yemek yemiyor musunuz?" dedi Hyun Su. "Yok biz kahvaltı yaptık." dediğimde Arthur ilk kez sohbete dâhil oldu. "İyide zaten kahvaltı saati yeni geldi. Ne ara yediniz?"2
Bir an şurup sabahtan beri olan şeyleri düşündüm. Alex'i affetmiş, aşk-ı ilan etmiş, sonra onu biraz daha azarlamış, geçmişi konuşmuş, en sonunda buraya gelmiştim. Ve gün henüz yeni başladı!
Arthur'un sorusunu duymazdan gelerek etrafa bakındım. Bu gün yapılacak çok işim var. Listenin başında yönetimi yıkmak var. Ah Alexander... Seni affettim ama eğlence asıl şimdi başlıyor. Elbette özrünü kabul ettikten sonra yanına oturup sessiz sedasız olanları izlemeyecektim. Ben Alex'i affettim, yaptığı hataları değil. O hataları telafi etmesini bizzat görmem lazım. Kendimi kanıtladım. Artık isteseler de istemeseler de ben karargahın ikinci lideriyim ve uzun zamandır yönetimde gözüme batan şeyler vardı. Şimdi temizlik vakti.4
Keyifle gülümsediğimi ve ayaklarımı sağladığımı fark etmiştim. Alex bana doğru eğildi. "Ne oldu?" Ona döndüm ve sevimli bir şekilde gülümsedim. "Hiç." Zihnimde geçen devrimi bilmesede olur.
Tekrar masalara baktım. Son dörtlü: Lusita, Meredith, Öykü ve Cesika köşeye bir yere yerleşmişti. Atlas ve Zoe de her zamanki gibi yan yanaydılar ve bu sefer yanlarında Elmas* ve Maria da vardı. Geri kalan kişiler hep görevliydi fakat Öykü'lerin masasında en köşede oturan beşinci bir kişi daha vardı.
(Elmas: Unutanlar için mor gözlü kız. Şu elmas ağlayan ve Alex'in kağıt üstündeki kardeşi.)2
Alex'e döndüm. "Masal'ın burda ne işi var?"
Evet, beşinci kişi Masal'dı, şu görev esnasında kurtarılan vitiligolu kız.
"Sadece bir haftadır yoksun ama bazı gelişmeler oldu. Öykü Masal'ı kardeşi olarak soy ağacına almak istiyor. Başkan kayıt işleri ile ilgileniyor. En fazla bir iki gün sürer. Birlikte yaşamak üzere ayrı eve bile çıktılar."
"Gerçekten mi? Öykü hiç bahsetmedi."
"Gündem biraz yoğundu. Bizden geçen gün öğrendik zaten. Öykü genelde bir şeyi yapmaya karar verdiğinde hayata geçirmeden önce kimseye haber vermez." dedi Hyun Su.
"Vay be. Bunu beklemiyordum. Çok gurur duydum, bir çocuğun hayatına dokunmak ve ona yardım etmek ayrı şey; onu hayatının bir parçası yapmak apayrı şey."
"Öykü annesi ile iletişimini kestikten sonra bütün ailesini de geride bırakmıştı." dedi Alex. "Şimdi kendi ailesini kuruyor. Hemde bu sayede aile nedir bilmeyen küçük bir kıza da aile olmuş oldu."
Masal Mutlu. Öykü ona bir isim verdi, bir soyisim verdi, bir aile verdi...
Masal da Öykü'ye çok şey veriyordu fakat farkında değildi.
Öğrendiğim bu yeni gelişmeler beni çok mutlu etmişti. Duyduğum gurur ve ikisi adına duyduğum mutlulukla karnımda kelebekler uçuşuyordu.
Bir an içime bir huzursuzluk yayıldı. Sanki manyak bir yazar tarafından yazılmış bir kitabın içindeydik. Âşıklar kavuşmuş, kötü adam yenilmiş, hatalar telafi edilmiş, mutlu son gelmişti fakat... Kitabın bitmesine hâlâ sayfalar vardı ve sen yazarın nasıl bir manyak olduğunu biliyordun. Mutlu son bu karakterlere haram geliyordu, fakat işte! Şu an mutlular.4
Geri kalan bölümler bu mutluluk bozulur diye korkmaktan şu an okuduğun bölüme odaklanamıyorsun, değil mi?4
Hayır, korku yersiz. Bizim mutlu bir sonumuz olacak.6
Nasıl yapacaksın bunu, Asya? Karakterlerle savaşmak kolay, yazarı nasıl yeneceksin?5
Bir anlığına durdum. İçimde garip bir duygu kıpırdandı. Yazar... Kalemi tutan o el. Bizi yaratan, bizi yöneten, kaderlerimizi belirleyen, bizi seven ama aynı zamanda bize acı çektiren kişi.2
Beni duyuyorsun, değil mi? diye düşündüm. Muhatabım belliydi.3
Unutma, senin beni tanıdığın kadar bende seni tanıyorum. Bize verdiğin onlarca şeyin yanında bizden aldığın şeylerde var. Bizi sen var ettin ama unutma: Sen hâlâ bizden birsin. Bizim senden biri olduğumuz gibi.3
Ben öyle kolay lokma değilim. Mutlu son için çok şey feda ettim. Kimse onu benden alamaz! Sen bile.
Sayfalar arasından bir kahkaha mı çınladı, yoksa kafamın içindeki paranoyam mıydı, bilemedim.
Senin kurallarına göre oynamak zorunda değilim. Kendi hikâyemi yazacağım.
Ve ben cümlemi bitirmeden hikâye bitmeyecek.
Biliyordum. O da benimleydi. Oyunu değiştirmek istemediğini söylüyordu. Ama ben de buradaydım. Ve ona meydan okuyacaktım.2
(Yz: Asya beni korkutuyor. Biri bana yardım etsin, manyak kontrolden çıktı.)6
"Toplantı talep ediyorum." dedim zihnindeki sesleri susturmak isteyerek. -Belki de o beni yöneterek.- "Bazı taleplerim var." -Konumuz bu değil.- Alex bir süre hareketlerimi hesaplamaya çalıştı, ardından rahat bir şekilde arkasına yaslandı.4
İyi madem, kazanabileceğini san bir süre.
"Elbette. İsteğin bu yönde ise... Hem zaten ikinci Caner için yeni bir görev ayarlandı."
"Onu bulduk mu?" Ben neden Ashab-ı Kehf yedi uyurlar gibiyim yahu? Alt tarafı birkaç güncük yoktum.2
"Aslında o bizi buldu. Biraz tuhaf bir durum. Elimizdeki Caner bize onun yerini verdi. Kontrol ettirdik, o tarihte yerini verdiği mekânda bir etkinlik düzenliyor."
"Tuzak olmaz mı?" "Bunu da düşündük fakat onların açısından çok riskli bir tuzak olur. Kaldı ki Şu an elimizde olan Caner bizimle anlaşma yapmak için dünden hazır. Bütün üst rütbe kişilerin bilgilerini verdi bile. Beş kişi karargah tarafından çoktan tutuklandı. Ayrıca başka örgütler ile ilgili bilgiler de verdi."
"Karşılığında ne istedi?" "Kendisinin ve ikiz kardeşinin can güvenliği başta olmak üzere çetede çalışan bazı askerlerin, esir alınan çocukların ve kadınların can güvenliği. Ayrıca Leyla'nın özgürlüğü."
"Bir dakika, anlamış mıyım? Caner çeteyi çökertti, diğer çeteleri çökertti, bilgileri bize sattı karşılığında ise çocukları ve kadınları korumanızı mı istedi? Üstelik Özgür'ün avuçlarına bıraktığı kadının özgürlüğünü istedi?"
Alex başını salladı. "Bu herif beni geriyor ama evet, doğru anladın."
Caner bayağı, iyi bir insan ne isterse onu istemiş ama o kötü? Yada değil mi? Belki kötü biri olmaya zorlanan iyi biri veya iyi biri gibi rol yaparak güvenimizi kazanmaya çalışan kötü biri ama hangisi?
Belki de asıl soru şu: Bunu bilmek istiyor muyum? Eğer Caner’in iyi biri olduğunu kabul edersem, yaptıklarını mazur görmem gerekir mi? Yoksa kötü olduğunu kabul edersem, onu anlamaya çalışmaktan vaz mı geçmeliyim?
Bazı insanlar kötü olmayı seçer. Bazıları ise kötü olmaya mecbur bırakılır. Caner hangisiydi?
Cevap ne olursa olsun ters köşe olucaz gibi.2
"Peki şu diğer çetelerin olayı ne?" Sorumu Hyun Su cevapladı. "Bak şimdi bunlarısının-" evet, bunlarısı. "Ticarete bağlı ilişkileri varmış. Bu çetelerden birinin adamını da yakaladık hatta. Fazla sürmez, çökertiriz ama malları sakladıkları deponun yerini bilmiyoruz."
"Zoe ve Atlas sorguya aldılar ama adam uyku moduna girdi." dedi Arthur. Anlamadan ona bakmaya devam ettim. Selen bana telefonunu uzattı. Biraz ileri sarılmış bir vidoe vardı.
"...Ceza indirimi almış olursun. Değer mi senden faydalanan insanları korumaya. Diğerleri öldürülecek, bize deponun yerini ver, seni öldürmemeleri için onlarla konuşayım." diyordu Atlas rahat bir tavırla.
"Kılıma dokunamazsınız! Kanunlar var." diyordu masada oturmuş adam. Atlas alayla kahkaha atıyordu. "İşte bunu demelerine bayılıyorum. Sanki kendiler yasa dışı işlerden dolayı buraya getirilen suçlular değillermiş gibi bize kanunlardan bahsediyorlar."
Muhatabı olan kişi arkasında duran Zoe'ydi. Atlas adamın yanında masaya eğilmiş vaziyette duruyordu ve birkaç adım gerisinde Zoe kollarını kavuşturmuş sessiz ve ifadesiz bir şekilde ikiliyi izliyordu.
"Bak birader, yarım saat sonra yemek saati geliyor ve ben öğle yemeğini kaçırmak istemiyorum. O yüzden şimdi konuş yoksa mecbur şiddete başvuracağız ve arkamdaki hanımefendi pek yumuşak biri değildir." Adam arkasını dönüp Zoe'ye bakıyordu ve ciddi misin der gibi gözlerini tekrar atlasa dikiyordu. "Size anlatacak bir şeyim yok."
"Madem öyle... Zoe!" diyordu Atlas, iki adım geri çekiliyirdu. Zoe bu emri bekliyormuş gibi kollarını indirip, masaya doğru ilerliyordu. Yüzünde belli belirsiz keyifli bir ifade vardı. Zoe adama yaklaşırken adam tekrardan Atlas'a dönüyordu. "Şaka mı yapıyorsun, bu kız ne yapabilir ki?" Atlas kaşlarını kaldırdı. "Tüh, yanlış cümle." Diyordu keyifle.2
Zoe adamın yakasını tuttuyor ve yüzüne bir tane tokat indiriyordu. "Mesela kız gibi vurabilir." diyordu. Adamın yakasını bıraktığında adam sandalyeden aşağıya düşüyor. Zoe ayağının dibine düşen adama baktı bir süre. "Sistemi kapattı." diyordu duygusuz bir şekilde Atlas'a dönerek. Atlas ufak bir kahkaha attıyordu. "Format attın adama." Zoe omuz silkti. "Bünyesi zayıfmış, Atlas'ın yanına dikilip adamı izlemeye devam ediyordu. Atlas Zoe'nin elini görünce kaşlarını çattıyordu. "Elini yaralamışsın" dedi kenardaki ilk yardım kutusuna ilerleyerek. Kutudan bir melhem ve bant çıkarttıyordu. Yumuşak bir şekilde Zoe'nin eline merhemi sürerken zoe hala yerde adamı izliyordu. "Şimdi ne yapacağız, uyandığında bir daha mı sorguya alacağız?" Atlas yaraya merhem sürdükten sonra bandı yapıştırıyordu ve eli Zoe'nin omzuna katarak o da adamı izliyordu. "Sanırım gerçekten bir şey bilmiyor, sadece gözümüzü korkutmaya çalışıyor. Bir de diğer herifi deneyelim ama yemekten sonra."
"Nuh diyor peygamber demiyor, onu konuştursa konuşursa İdın konuşturur."
"Kendini hafife alma güzel çaylağim. Bizim de kendimizce yeteneklerimiz var." Zoe den uzaklaşıp kapıya doğru ilerliyordu. "Hadi yemek yiyelim, karnım zil çalıyor." Zoe itaatkar bir şekilde Atlas'ın arkasından gidiyordu ve video burda bitiyordu.
Telefonun tekrar Selen'e uzattım.
"Sonradan bir bilgi bulduk mu?"
"Sorguya bizzat ben girdim. Yeteneğimi kullanarak konuşturdum." dedi Selen.
Kaşlarımı çattım. "Madem yeteneğini sorguda kullanabiliyoruz o zaman neden seni sadece dördüncü katla sınırlandırıyoruz?"
"Çünkü her zaman işe yaramıyor. Ben onları manipüle ediyorum, bu yüzden bazen olmayan anılar yaratıyorlar ve yanlış yönleniyoruz."
Alex araya girdi. "Savaşçıları alanlara ayırmak yönetim için daha kolay. Sorgu genel olarak Öykü'ye ait ama o sadece doğru yanlış tesliti yapıyor, bu yüzden genelde sorgularda ikinci bir kişi oluyor. Selen genel olarak dördüncü katta ama baktığında oda oyunculardan biri. Gizli göreve gidenlere oyuncu dediğimizi biliyorsun. Selen gibi, İdın gibi, Atlas gibi. Suikastçılar ise rol yapmaz, gözüne kestirdiği kişiyi indirir veya buraya getirir. Arthur gibi, Umut gibi, Hyun Su gibi, Zoe gibi. Gerçi göreve göre ufak değişiklikler oluyor. Yada Caner görevinde olduğu gibi suikastçı veya oyuncu olamayan bazı kişiler göreve gidiyor. Lusita gibi, sen ve ben gibi."
Başımı salladım. "Suikastçı ve oyuncuları biliyorum zaten ama bu durumda biz neyiz?"
"Aslında sen oyuncu olacak potansiyele zaten sahipsin, ki zaten sivil hayatta mesleğin bu, sadece daha az kanlı. Ama genel olarak aldığın eğitimlerin liderlik üzerine olduğunu biliyorsun. Bende aynı şekilde liderim ama asıl branşım üretim. Makineler üretmek benim işim, Lusita ve Mex gibi üretim kısmında varım. Félix sağlık, Öykü sorgu, Cesika ve Melodi tasnif -yani bir nevi düzen, denetim-"
Maria'nın koruma amaçlı karargahta olduğunu biliyorum. Onun adının geçmemesi normaldi. Geriye bir isim kalıyor. "Peki Meredith?" "Meredith aslında biraz karar konseyi gibi. Cesika ve Melodi ile denetim departmanında sayılır. Asıl alanı kuracağı konseydi ama o ve Maria başarısız oldular. En son bir daha büyük konseyini denilecekti ama sonra gelişen olaylar malûm."
Beni kullanacaktılar ama bu çok saçma, nasıl bir yardımın dokunur ki? Son zamanlarda gördüğüm rüyaları düşündüm. Sanırım yakın zamanda Maria ile görüşmeliyim çünkü olanlar hiç normal şeyler değildi.
"Ada'yı oyunculuk alanına katmayı planlıyorum." dedi Alex beni şaşırtarak, Hyun Su da kahveyi yudumlarken öksürmeye başladı. Hyun Su öne atılınca Arthur yerinden sıçradı. "Pardon?" dedi Hyun Su.
Gülmüyorum iç ses, Ada suikastçı olacakmış nasıl güleyim?
"Onu da bir yere yerleştirmek lazım. Aslında aklım ilk denetim departmanı geldi fakat aklı bir karış havada. Oranın ağır temposunu kaldıramaz çünkü zaten sosyal hayattı ve iş hayatı yoğun biri. Son zamanlarda Selen'den ders alıyor. Manipülasyon alanında kendine çok geliştirdi, biraz oyunculuk dersi alırsa eğer iyi bir oyuncu olabilir. Silah kullanmasına da gerek yok. İlk basit görevlerle başlarız, yanında güçlü savaşçılar olur gitgide ilerletir kendini hatta belki istihbarat alanına bile yerleştirebilirim."
"Bugün olmazsa bile bir gün illa tehlikeye girecek." dedi Hyun Su. Alex başını salladı. "Birkaç gün önce kardeşimiz karargahta az daha öldürülüyordu. Zaten hiçbir yerde güvende değiliz. Hem Ada'yı fazla hafife almamak lazım. Göründüğü kadar saf biri olmadığını ikimiz de çok iyi biliyoruz." Hyun Su bir süre bardağını seyretti. Endişeli olduğu her halinden belliydi.
"Onun bu işi hiç allet etmemeliydim." dedim kendi kendime. Alex masadaki elimi kavradı. "Yolunun karargahtan geçmesi gerekiyordu, hem Ada'nın kişiliğindeki değişimi bir düşünsene... Eskisi kadar çekingen veya özgüvensiz değil, gitgide daha da geliştirecek kendini. Bir gün iyi bir oyuncu veya iyi bir suikastçı olabilir. Ayrıca istihbarat alanında çalışması için illa silah kullanmasına gerek yok, iyi bir sürücü, bunu alanına monte edebilir. Aklımda bir proje var." dedi gözünde bir ışıltı oluştu. Projelerinden bahsederken gözlerine yansıyan mucit ışığı beni rahatlattı.
Selen'den alt fonda mırıltı gibi eğlenen bir ses duyuldu. Kendi kendine çocuk şarkısı mırıldanıyordu, keyfi yerinde görünüyordu. Ağzına bir zeytin attığı sırada gözünün ellerimizde olduğunu gördüm. Bu kız hiç değişmeyecek.3
Alex'in telefonu çaldığında masada tekrar bir sessizlik yayıldı. Alex masadan kalkmadan telefon görüşmesini yaptı fakat bilmediğim dilde bir görüşmeydi. Harflerin söyleyiş tarzı biraz Slav dillerini andırıyordu. Aceba konu neydi?
Gözüm Hyun Su'ya döndü. Konuşma sanırım onunda ilgisini çekmişti. Hafif göz kırparak ne olduğunu sordum. Bilmiyorum der gibi omuz silkti.
Alex'in ağzına Slav dilinin ne kadar çok yakıştı onu düşündüm bir süre. Bu süre zarfında da Alex telefon konuşmasını yapıp kapattı zaten. "Benim laboratuvara inmem lazım. Size afiyet olsun."
"Hayır, bir proje ile ilgili gelişmeler var, toplantıya yetiştirim."
Parmakları oturduğum sandalyeyi kavradı ve eğilerek yanağıma nazik bir öpücük bıraktı.11
"Olurum." dedi ve yemekhaneden ayrıldı içime bir sıcaklık yayıldı biliyordum, huzurdu bu sıcaklığın adı. Ufak bir temas bile içimi ısıtmaya yetiyordu. Hep böyle geçecek bir ömür vardı karşımda, duyduğum rahatlama ile arkama yaslandım. "İçmediysen şu suyu alabilir miyim." dedim. Hyun Su'nun önündeki şeyi işaret ederek. Bir tepki gelmediğinde kafamı kaldırdım ve Hyun Su'nun yüzüne baktım o sırada üçünün beni izlediğini fark ettim. "Ne oldu?" dedim şaşkınlıkla. Selen kakır kıkır gülmeye başladı. Hyun Su sanki Türkçe'yi tamamen unutmuş gibi yüzüme bakmaya devam etti. Beni kaleye alan ilk tepki Arthur verdi. Elini öne uzattı. "Tebrik ederim." dedi. "Ha o m?" dedim aydınlanma yaşayarak. "Sağ ol kardeşim."3
"Dün neler oldu?" dedi imayla sırıtarak Selen. "Bir şey olmadı canım. Alt tarafa konuştuk, anlaştık." dedim saf taklidi yaparak. Hyun Su başını salladı. "Tabii ya, Alex karargahtaki herkesi öperek vedalaşır, favori etkinliği öpüşmektir biliyor musun?" dedi. Alayla göz devirdim. "Ne duymak istiyorsun Hyun Su?" Hiç düşünmeden cevap verdi: "Üreyin." "Ne?!" dedim dehşetle. Selen bir kahkaha attı. "Keçe dur! Kızın yüreğine indi, daha iki gün önce birbirlerini kedi köpek gibi yiyorlardı." Hyun Su kıkırdamaya başladı. "Şimdi başka amaçlardan yiyorlar." Masanın altından ayasına bir tekme attım. Bana dil çıkardı, Bu hareketi Ada dan öğrendiğine yemin edebilirim. "Yürü git, sapik! Olmadı öyle şeyler."10
"Arthur onaylamaz bir şekilde başını sağladı. "Kutsal ruh..." dedi iç çekerek. Hyun Su ona döndü. Duyusuz bir şekilde baştan aşağı süzdü. "Bana şimdi dindar ayağına yatma. Çıktığın kişi kız kardeşim. Bu konulara girmeyelim istersen." Selen diğerlerine göstermeden bana göz kırptı. "Erkek milleti değil mi konuşurlar konuşurlar, kendileri yapınca üç maymunu oynarlar." dedi. Arthur hafif kızarmıştı, önündeki çayı ileri ittirdi. Sanırım iştahı kaçmıştı. "Kimi tarafındasın sen?" dedi. Selen sevimli bir şekilde uzandı ve yanağına sulu bir öpücük bıraktı. "Tabii ki de Asya'nın. Biriniz erkek arkadaşım, biriniz erkek kardeşim olabilir fakat kadın dayanışması, hayatım." "Selen" dedim dikkatim üstüme çekerek. "O kadar harikasın ki..." dedim hayranlıkla. Saçını savurdu. "Her zaman, tatlım. Ne de olsa kadın kadının yurdudur."3
"Ne inat, ne adalet, ne güç. Bak gör, feminizm yıkacak karargahı." dedi Hyun Su. Başımı salladım. "Öyle bir şey olursa demek ki eşitsizlikler başlamıştır da feminizm ses çıkartmıştır. Femizim kadın üstünlüğünü değil, eşitliği savunur."4
Konu kadınlar oldu mu betimlemeler kifayetsiz kalır...*
(Yz: Kadınlar Ülkesi kitabından alıntı)
...
Hepimiz toplantı salonda toplandık. diğerleri zaten gelmişti, geriye bir iki isim kalmıştı. Bütün savaşçılar yoktu. Büyük bir toplantı değildi. Şu an karargahta olanlar tek katılacaktı.
Eksik olan savaşçılar Melodi, Umut, Ada -şaşırtıcı bir şekilde- Mex ve İdın idi.
Genel olarak karışık oturmuşlardı. İlerledim ve birinci sıradaki koltuğa oturdum, başkan olmadığına göre büyük ihtimal Alex masanın başına oturacaktı. Öykü yanıma oturdu, toplantı henüz başlamamışken ufak bir dedikoduya girdik. Tahmin edilebilir ki konumuz Masal'dı
"Onunla iletişime devam ettiğini bilmiyordum." dedim. "Aslında ilk günden beri ara sıra görüşüyorduk, tam karar verdiğimde ve Alex'e talepte bulunduğum zaman olaylar gelişti. Neyse sorunsuz bir şekilde kayıt işlemleri halloldu sayılır. Karargaha yakın bir yerde küçük bir ev buldum, bahçeli, tek katlı bir ev. Masal ile birlikte orada kalıyoruz. Sadece ben karargahta olduğum zamanlar evde tek kalması beni endişelendiriyor. İkimiz için de bu yeni düzen zor ve böyle büyük bir değişimden sonra evde yalnız kalması hiç hoşuma gitmiyor. Neyse ki Alex onu karargaha getirmeme sorun etmiyor. Hatta bir sivil olmasına rağmen onsekizinci odayı bile girdi ki bu Alex'in kuralları için oldukça büyük bir tehdit. Sanırım küçük bir kız en fazla ne yapabilir ki diye düşündü. Veya sadece bize güvendiği için, emin değilim. Alex'i anlamak benim için bile bazen zor." Başım salladım. "Bana mı söylüyorsun?"3
Coşkuyla gülümsedi. "Siz ne yaptınız?" Sabah olan onca şeyi düşündüm. Bunları düşünmek istemiyordum çünkü Öykü duygularımı okuyabiliyordu ve bu benim daha da gerdi. Yanaklarımı kan hücum etti. "Oha ne yaptınız öyle siz?" Dedi Öykü fısıllayarak. "Ya öyle bir şey de değil ki." dedim konuşma yetimi tamamen kaybederek. "Yani o kadar ileri gitmedik, sadece ufak bir yakınlaşma diyelim." dedim lafı geveleyerek. Öykü kıkırdadı. "Büyük aşklar nefretle başlar." Omuz silktim. "Hiçbir zaman ondan nefret etmedim. Alexander'ı ne kadar seviyorsan Beyaz Melek'i de o kadar seviyordum." Öykü kolum tuttuğu. "Ya şapşik şey!" İkimiz gülmeye başladık. Félix kollarını masaya katarak biz de uzandı. "Çok sıkıldım, beni de alın." dedi. "Harbiden, sen niye teksin, İdın nerede?"
"Dün gece biraz alkol almıştı, sonradan uyuyamadı. Sabah çok bitkin görünüyordu, bu akşam da devriyesi olduğu için dinlenmesini söyledim." "İyi yaptın hatta bu gün devreye çıkmasaydı keşke." dedim. Félix iç çekti. "Kural kuraldır."
Kendi kendime keyifle mırıldandım. Artık değil.5
Alex ve Mex içeri girdiğinde odağımız onlara döndü. "Katılım için teşekkür ederim." dedi ve tahmin ettiğim gibi masanın başına oturdu. Max ise sağ tarafına yani karşıma otordu. Masaya otururken bana ve yan tarafındaki Félix'e hafif baş selamı verdi."
"Bugün iki önemli başlığımız var." gözleri beni buldu. "Yani benim iki önemli başlığım var. Öncelikle bu hafta düzenlenecek olan etkinliğe gideceğiz ve ikinci Caner'i karargah getireceğiz. Sanırım gerçekten yakalanmaya hevesli, ayrıca verdikleri diğer çetenin üyesi olan kadın bir avukatın üç yıl önce kaybolan kız kardeşi olduğu ortaya çıktı. Bugün onu sorgusu da alınacak. Büyük ihtimal çeteye zorla sokuldu ve korktuğu için konuşmadı." Çeteyi ve ben yokken gelişen olayları düşünürken birden ürperdiğimi hissettim, tuhaf bir histi. Ensemde ki tüyler ürperdi. Omzumun üstünden arkama bakma gereği duydum.
"Bir sorun mu var?" deda Alex. "Hayır." Dedim geriye yaslanarak. "Devam et, lütfen." "Kadının sorgusuna Öykü ve Selen girecek. Amacımız konuşturmak değil başına, geçenleri öğrenmek bu yüzden Selen'in yeteneğini kullanabiliriz. Caner olayına geri dönecek olursak, çete neredeyse ortadan kaldırıldı, önemli olan çoğu kişi yakalandı, malları sakladıkları birçok depoyu ele geçirdik, malikanenin bahçesindeki cesetler çıkartıldı ve birçoğunun DNA testleri elimize ulaştı bile. Çocuklar karargaha bağlı yurda aktarıldı. Bu arada Masal'a sahip çıktığı için tekrardan bizzat karşınızda Öykü'ye teşekkür etmek istiyorum." dedi sıcak bir tonla. Öykü kızaran yanaklarıyla gülümsedi. "İkimiz için de yeni bir hikaye başlıyor." "Her gününüzün mutlu geçmesi dileğiyle. Ben ve karargahın her bir imkanı hizmetinizi hazır." dedi Alex. "Aslında masalın seninle konuşmak istedikleri var, sanırım müsait olduğum bir zamanda onunla görüşmen iyi olacaktır." dedi fakat sanırım konuşmanın konusu onu pek memnun etmiyordu, isteksiz duruyordu. Alex başını salladı. "Tabii ki de, toplantıdan sonra konuşuruz."
Her zamanki gibi çok kibardı ama bu sefer sesinde otoritesi hissediliyordu.
Laboratuvar katındaki bazı büyük projeler angara taşınıyor, ayrıca kimya bölümünde şu an büyük ölçüde çeteden getirilen maddelerin analizi yapıldığı için Lusita'nın başı çok dolu, önümüzdeki iki hafta Lusita'nın bütün devriyeleri aramızda bölüştürülecektir." dedi Alex.
"İki hafta boyunca üç devrem tek var. Bunlardan biri öğleden sonra." dedi Lusita.2
"Angara taşınan projeler büyük ihtimal araçlar." dedi Selen, parmağını saçlarına dolayarak. "Kısaca seni yakından ilgilendiriyor. Ayrıca maddeler getirildiği için onların liste işleri ile ilgileniyorsun, sorgularlada tek tek ilgileniyorsun vesaire vesaire. Senin de başın dolu, yani sen de devriyelerinin alınmalı." dedi.
Alex muhtemelen karşı gelecekken izin vermedim. "Talebim olan alanlardan biri zaten devriyelerdi. Önümüzdeki iki haftanın devriyelerini düzenlemeyi denemek istiyorum." dedim. Masadakiler varlığımı unutmuş gibiydi. Alex düşünerek bana döndü. "Devriyeleri düzenlemek mi?"
"Aynen. Sadece merak ettim. Madem bu iki haftanın devriyeleri oynadı, Mex'in başı da yeteri kadar doludur, Cesika'nın başı da yeteri kadar doludur. Öykü taşınma işleri ile ilgilendiği için ve artık evde Masal olduğu için geceleri o da devreyeye çıkamaz. İki hafta devriye programını düzenlemeyi denemek istiyorum." dedim. Alex bir süre düşündü. "Benim açımdan bir sorun yok." dedi gözüm masaya döndü. Masadan da karşı gelen olmadı.
Félix kıkırdadı. İdın burada olsaydı eminim en çok o sevinirdi." dedi. Doğru aslında. Alex'in programı en çok İdın'ı zorluyordu. "Desene çam şeytanın işine geldi." dedi Selen sonurtarak. Alex onu duymazdan geldi. "Peki o zaman, bugün programı kurabilirsin. Akşamdan itibaren işlenmeye başlar. Eminim Cesika seve seve yardım edecektir." dedi. Cesika başını salladı ve sevecen bir şekilde gülümsedi. "Elbette."
"Pekin diğer talebin neydi?" dedi Alex. Arkama yaslandım. "Tahmin etmesi pek zor değil aslında. Öncelikle gece sürüsünün geri istiyorum." Alex başını sağladı. "Biz konuşurken çoktan karargaha giriş yapmışlardır bile." Dedi telefonundan saate bakarak. "Gece sürsünü zaten geri getirecektin. Benim talebim bu değil." dedim rahat bir tavırla. "Gece sürüsü sözde benim teknik ekibim gibi fakat bir teknik ekiple aynı değeri görmüyor. Artık ikinci odada ve ikinci odanın bahçesinde takılı kalmalarını istemiyorum. Karargahta ve karargahın dışında özgürce dolaşacaklar. Her birinin kendine özgü tasması ve künyesi olacak. Bir savaşçı, bir karargah mensubu ne kadar dokunulmazsa gece sürüsü de o kadar dokunulmaz olacak. Yani kısacası bir karargah çalışanı ile eşit değerde olacaklar."
"Hayvanların özgür bir şekilde karargah koridorlarında dolaşması etik mi?" dedi şüpheyle Mex. Göz devirdim. "Korkma pisletmezler, tuvalet eğitimleri var." "Hayır, demek istediğim o değil. Hayvanlardan korkan görevliler var." Omuz silktim. "Yılandan bahsetmiyoruz. Kedi, köpek, kuş bu kadar. Ayrıca merak etme, buradaki insanlardan daha duyarlı olduklarından eminim. Fazla yaklaşmayacaklardır." " kediler de mi?" dedi mutsuz bir şekilde Cesika. Selen araya girdi. "Keçe, mişke!* Fare misin sen, kediden korkulur mu hiç?"
(Yz: arkadaşlar bende Kürtçe bilmiyorum hata varsa çeviri ve arkadaşlarımın yalancısıyım.)3
"Hayvanların her yerde olması demek Asya'nın her yerde gözü kulağı olması demek." dedi sessizliği bozarak Atlas. Tekrar onu süzdüm. "Öyle de denebilir. Mex Fina Alex'in gözü kulağı, değil karargah dünyanın her yerine Mex Fina sayesinde erişim sağlayabiliyorsun, eşit olduğumuzu söylemiştin. Benim gözüm kulağımda bundan sonra gece sürüsüdür. Adil olan bu. Alex şüphele kaşlarını çattı. "Çok büyük bir güç istiyorsun, asya." "Eşitlik istiyorum, Alexander. Hem korkma, ben yutamayacağım lokma ısırmam."5
"İstese bunu zaten yapar. Ruhumuz duymadan karargahın her yerine erişim sağlayabilir, boşuna hayvanlar her yerde demiyoruz. Kabul edelim şu an nezaketen yetki istiyor. Yoksa bu güce sahip olduğunu zaten biliyoruz." dedi hepimizi şaşırtarak Zoe. Kocaman gülümsedim. "Kabul et be kızım, seviyorsun işte beni." Zoe göz devirdi. "Senin yanındayım dedim, o kadar büyük bir anlamı çıkartma." "Söylemiştim, seviyor beni." dedim diğerlerine. "Bazen seni boğmak istiyorum." dedi Zoe somurtarak. Onunla uğraşmaya devam ederek öpücük gönderdim. Keyifle tekrar arkama yaslandım. Neyse en azından birileri beni ciddiye alıyor.
"İyi, bana da öpücük varsa kabul ediyorum." dedi Alex. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Anlamadım?" Çocuk gibi sırıttı. "Yok bir şey. Neyse, teklifini kabul ediyorum. Dediğim gibi adil olan bu ama eşit olduğumuzu pek sanmıyorum." dedi ima ile, üstünlüğü bana ithaf etmişti.
Göz devirdim. İyi eğlen eğlenebiliyorken, ben daha yeni başlıyorum.
"Bütün bu olanlar bittikten sonra Leyla'ya ne olacak?" dedi rahatsız bir şekilde Lusita. Yanımda oturan Öykü iç çekti. Karargah onundan elini çekmeyecek elbette. Fakat yaşadıklarını unutmayacak, onunla birlikte kalmaya devam edecek. Geçmişi silemezsin."
Max ve Alex göz göze geldi. Alex'in yüzüne bir gülümseme yerleşti. "Kim demiş? Geçmişi silmek belki de o kadar zor değildir."
Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ne o dahi, ışınlanmaktan sonra bir de zaman yolculuğunu mu buldu?"
Alex sadece gülümsemek ile yetindi.
Lusita'nın hal ve hareketlerini izlemek için masanın sağ tarafına dönmüşken Lusita'nın yanında oturan Cesika dikkatimi çekti. Omuzları gerilmiş, masayı izliyordu ama odağı kesinlikle masada değildi. Kaşları çatılmış ve çenesi kasılmıştı. "Cesika?" dedim. "İyi misin?"
"Ha? Evet, özür dilerim. Dalmışım." dedi.
Félix endişeyle araya girdi. "Yeteneğin mi?" Cesika başını salladı. "Muhtemelen ama önemli bir şey değil." Félix ona elini uzattı ve yeteneğiyle dokunurken hepimiz sustuk. Ces içten bir şekilde gülümsedi. "Teşekkür ederim." Félix rahatlatmak istermiş gibi gülümsemesine katıldı. "Şifacı hizmetinizde."4
"Elimizde iyi bir çete listesi var. Çetedeki kişilerin bir çoğunu ele geçirdik fakat bazı çeteleri ele geçirmek için önce kanıta ihtiyacımız var. Hyun Su ve Atlas. Önümüzdeki iki gün boyunca size verilen çetelerin içine sızayacaksınız. İstihbarat toplamalıyız, Atlas kurye olarak getir götür işleri ile ilgilenecek. Hyun Su da müşteri gibi görünecek."
"Zoe ikisini yakın takibe al. Bir sorun çıkmayacaktır elbette ama tedbiri elden bırakmayalım. Ayrıca basit bir görev olduğu için Ada'nın da ilk görev olsun istiyorum. Hyun Su'nun yanındaki bir kadın veya herhangi bir akrabası olarak kendini tanıtacak."
"Bunun için hazır mı?" dedi şüphe ile. "Hazır olmasına gerek yok, yapacağı pek fazla şey yok. Maksat ortamı bilsin."
"Ada... Üstesinden gelecektir." dedim. Fakat benim içinde de endişe vardı.
"Başka bir şey yoksa..." dedi Alex. Ses gelmedi. "O zaman dağılabilirsibiz."
Alex ile birlikte ilk kata gittik. Gece sürüsü burdaydı. Odaya girdiğim anda neredeyse hepsi üstüne çullandı. Ufak bir kahkaha attım. "Hey! Tamam, bende sizi özledim." Kedilerden biri Alex'e tıslayınca odağım tekrar ona döndü. Alex yutkundu.
"Muhtemelen."3
Yanımda durmaya devam etti. Her halde tek güvenli bölgenin burası olduğunu anladı.
"Benim Masal ve öykünün yanına inmem sanırım daha iyi olur."
"Katılıyorum. Sonra görüşürüz."
Alex yanımdan gittikten sonra gece sürüsüne yeni düzenlemeleri anlattım. Savaşçılarla eşdeğer olduklarını, bundan sonra karargahta özgürce dolaşıp, istedikleri gibi girip çıkabileceklerini anlattım. Elbette onlar için yeni kurallar vardı. Bu kurallara uymak zorundaydılar. Ares bundan sonra benden sonraki alfaydı. Ben olmadığım zamanlarda sürüyü o yönetecekti. Bunun haricinde kuşların sayısı çok fazla olduğu için Saka'nın kuşlara liderlik etmesine karar verdim.
Yeni düzenlemeler yapılmıştı, yeni sistem aktarılmıştı. Aklıma bir fikir daha gelmişti. Bunu Max'ee danışmak istiyordum. Genel olarak karargahın bahçesinde veya ikinci odanın bahçesinde kalabilirlerdi. Kedi ve köpeklerin giriş çıkışı zor olacaktır. Onlar için ayrı bir çözüm bulmak lazım. Belki onlar için küçük bir barınak yaptırabilirim. Hem durum böyle olursa karargahın içine çok fazla girip çıkmak zorunda kalmazlar.
Hepsi farklı yerlerde dağılırken Mex'in yanına indim. Koridorda 07 de benimle geldi. Bu kurnaz kedi sanırım birkaç gün önce olan olaylardan dolayı yanımdan ayrılmamakta kararlıydı. Yürürken bir ara durdu kafasını kaldırarak bir noktaya gözlerini dikti.
"Bir sorun mu var?" dedim merakla. Kedi beni dinlemeden aynı noktaya bakmaya devam etti. "07?" dedim tekrar seslenerek. "Önemli bir şey değil, devam edelim dedi kedilere özgü umursamazlığı ile. "Madem öyle diyorsun." diyerek ilerlemeye devam ettim. Islık çaldım ve koridorun ilerisinde bulunan Sinek'i çağırdım. Küçük serçe omzuma kondu. "Tuhaf bir şeyler oluyor karargahta. Her yeri kontrol, et şüpheli birini bulursan haber et."
"Emredersiniz leydim." dedi itaatkar bir şekilde ve omuzumdan uçup gitti. Geri dönüp 07'nin gözünü diktiği duvara tekrar baktım. Orada hiçbir şey yoktu.
Ya da sadece henüz farkında değildim. Gözlerim görmedi belki ama neden hâlâ birinin bakışlarını ensemde hissediyorum?
🪶
(Yz: Şehit Fatih Zeki ve diğer tüm şehitleri rahmetle anıyorum.)
İnsan dediğimiz varlık, sadece etten ve kemikten mi ibaret? Kalbin ritmiyle sınırlı bir yaşam mı yaşar, yoksa beden dediğimiz fanusun ardında başka bir hakikat mi gizlidir? Bilim, insanın enerji formuna, beyin dalgalarına, kuantum düzeydeki varlığına ışık tutmaya çalışırken; felsefe, bu bilinmezliğe anlam arar, edebiyat ise onu hisseder. Bu yüzden belki de bu kadar bağlıydım edebiyata, kitaplar bana ruhun sonsuzluğunu öğretti, ardından ruhu nasıl yöneteceğimi.
Astral düzlem, metafiziğin kırık aynasında bize yansıyan bir başka gerçekliktir. Uykuyla uyanıklık arasında, bedenin sınırlarını terk eden ruhun anlattığı şeydir. O düzlemde zaman bükülür, mekân anlamını yitirir. İnsan ne geçmiştedir ne gelecekte; şimdi bile değildir. Bir düşün içinden geçer gibi var olur, kendi yansımasını tanımaya çalışır. Peki o yansıma nedir? Bilim buna bir halüsinasyon diyebilir. Felsefe “kendilik bilinci” der. Oysa edebiyat, onu şöyle anlatır:
“Ruh, rüzgârın öpmek için eğildiği bir yapraktır.”2
Ruh ile beden arasındaki ayrım, belki de yaşamla ölüm arasındaki en zarif çizgidir. Ruh, doğrudan sonsuzluğa bağlıdır; bir boyuttan diğerine geçebilecek tek özdür. Bedense zamanı taşır sırtında, yorgun ve geçici. Ama edebiyat, bu ikisinin diyalog kurduğu noktadır. Her şiir, bedenin sınırlarını aşmaya çalışan ruhun bir çığlığıdır; her hikâye, görünmeyeni görünür kılma çabasıdır.1
Ve bazen gördüklerimiz bildiklerimizin ötesindedir. Bu noktada edebiyat bana kapı oluyor. Ay bir gök cismi değildir sadece, bir arzudur; gölge yalnızca karanlık değil, bilinçdışının ta kendisidir. İnsan, yazdıkça kendi evrenini yaratır; şiirle başka boyutların kapısını aralar.
Edebiyat, sıradan zamanın dışına çıkmak isteyenlerin boyutsal anahtarıdır. Fizik, ışık hızını aşmaya çalışan parçacıkların peşindedir; edebiyat, ışık hızını kalemin ucunda bulur. Bir cümlede zaman donar, bir mısrada evren bükülür.
Çünkü insan, sonsuzlukla kurduğu en sahici ilişkiyi, bir dizeyle başlatır, bir noktalama işaretleri ile tamamlar.
Her zaman tarih, felsefe ve özelikle edebiyatı ilgi duyan bir çocuk olduğum halde fizik tarihi hep çok dikkatimi çekmiştir. Edebiyatı sevmeseydim fizik ilerlemek isteyeceğim bir alan olabilirdi belki. Fakat fizik bana istediğim dünyayı vermedi. Hayır. Hayır, ben bir dünyada yaşamak istemedim, kendi dünyamı yazmak istedim.
Farklı fizik inanışlarına ve branşlarına göre farklı boyut teoremleri vardı. Mesela Fiziğe göre boyut sayısı, hangi fizik kuramından bahsettiğimize bağlı olarak değişir.
Newton ve Einstein öncesi klâsik fizik için üç boyut vardır. Uzunluk, genişlik ve yükseklik
Einstein'nın Görelilik Teorisi için ise dört boyut vardı. Diğer üç boyuta ek olarak bir de zaman. Einstein'a göre zaman da bir boyuttu ve kütle çekim tarafından bükülebilirdi.
String Theory ve Sicim Teorisi ise çok çok farklı bir inanış izliyordu. Dokuz uzaysal boyut ve bir zaman boyutu. Bu teoriye göre parçacıklar nokta değil, titreşen sicimlerdi. Bu sicimlerin titreşimi, maddeyi ve kuvvetleri belirlerdi. Bu teoriye göre ekstra boyutlar gözle görülemeyecek kadar küçük ve kıvrılmış boyutlardı.
Kuantum Kütleçekimi ve Alternatif Teoriler.
Bazı yeni modeller 12 ya da daha fazla boyut önerebilir. Ancak bu boyutların çoğu deneysel olarak gözlemlenememektedir, yalnızca matematiksel modeller içinde yer alabilir.
Vesaire vesaire. Boyut dediğimiz kavram realist bir yol izlemek zorunda değildir belki de. Sonuçta reel dediğimiz şeyler somut olma zorunluluğu taşır, genellikle.
Metafiziğin boyutlarını daha çok seviyorum çünkü soruları daha iyi cevaplayabildiğine inanıyorum.
Boyutlar Kademeli Bilinç Halleri Olarak Anlatılır. Her bir boyut, bir bilinç hali, varoluş düzeyi ya da farkındalık seviyesidir.
Birinci Boyut, Madde yani bildiğimiz Fiziksel Dünya. Katı madde, beden, hayatta kalma içgüdüsü, üç boyutlu uzay ve zaman.
İkinci Boyut, Duygusal Alan. Yoğun duygular, içgüdüler, korku ve hazlar.
Üçüncü Boyut, İnsan Bilinci. Dünya’nın şu an yaşadığı kabul edilen seviye. Ego, akıl, zaman algısı, sen-ben ayrımı, çatışmalar. Rüyalar, psikolojik yapı burada başlar.
Yazarların yazdığı kurgular, insan zihninin yarattığı dünyalar bu boyuta aittir. Bu yüzden kurgusal alemin gerçekliği sorgulanamaz çünkü kendine has bir boyutu vardır. Bizim boyutumuza bağlı olmadığı, var olmadığı anlamına gelmez.
Dördüncü Boyut, Zamanın Bükülmesi yani Astral Düzlem. Benim en fazla ilgimi çeken boyut tam olarak burası.
Astral seyahat, rüyalar, sezgiler, zaman dışı deneyimler burada yer alır. Ruhun bedenden ayrılarak başka düzlemleri keşfetmesi. Geçmiş, şimdi ve gelecek aynı anda var olabilir. Meditasyon, lucid rüya ve bilinçli astral projeksiyon bu boyutla ilişkilendirilir.
Bana göre bu boyut son boyuttur fakat metafizik için boyutlar devam eder.
Beşinci Boyut, Birlik Bilinci. Tüm canlılarla bir olma hissi, sevginin evrensel formu. Ego çözülür. Işık beden, ilahi rehberlik, yüksek benlik kavramları burada başlar. İlahi Boyutlar ise 6, 7, 8 ve hatta 12. boyuta kadar uzanan sistemlerdir. Yüksek varlıklar, melekler, tanrısal bilinç, kaynakla birleşme. Tam bilinç özgürlüğü, zaman ve mekânın ötesi....
Yetişemeyeceğim boyutlar benim için gerçeklik algısının dışında. Belki öldüğümüz zaman ulaştığımız Bbyut tam olarak burasıdır, emin değilim. Çünkü şahsen ben ölümden sonraki yaşamın çok çok uzak diyarlarda olduğuna inanmıyorum. Kaldı ki, Metafiziğe Göre Boyutlar Sayıdan Çok Bilinçtir. Yani bir kişi fiziksel olarak üçüncü boyutta yaşarken, bilinç olarak beşinci ya da altıncı boyuttan farkındalıklar taşıyabilir.
Astral seyahat dediğimiz şey de aslında tam olarak bu. Bedenimiz birinci boyuttayken zihnimizi dördüncü boyuta taşıyoruz. Zaman ve mekan gibi kalıplardan kurtulduğumuz noktada zihnin ve ruhun saf halini yaşayabiliyoruz. Bu konu ile ilgili beni en fazla üzen. Sanatta bunu çok kullandığımız halde maalesef bilim dünyasına aktaramıyoruz çünkü bilim dediğimiz şey kanıtlanabilir teorilerle kısıtlıdır. Fakat ruhun varlığını kanıtlayamazsın, boyutların varlığını da kanıtlayamazsın çünkü kanıtsal nitelik taşıyacak hiçbir alete henüz sahip değiliz.
Kafka, Borges, Poe, Saramago gibi edebiyatçılar yazdıklarında bu gibi bilinç hareketlerinden çokça faydalanmış kaldı ki astral seyahat gibi dört boyuta ulaşmadan ruhun yüceliğinden faydalanan birçok sanatçı var.
Mesela Salvador Dalí, sürrealist akımın en çarpıcı temsilcilerinden biridir ve gerçekten de birçok eserini rüyalarından, özellikle de yarı uyanık hallerden ilham alarak yapmıştır. Bu durum, onun paranoyak-eleştirel yöntem adını verdiği özgün tekniğinin de temelidir.3
Dali, rüyaları yalnızca pasif izlenimler olarak değil, aktif olarak araştırılması gereken birer bilinç hâli olarak görürdü. Rüyalarını yönetmek için türlü türlü yollar geliştirdi bir noktaya kadar bunu başardı da ruhun özgürlüğünden çok bilinçaltının özgürlüğüne odaklandı bilinçaltının zihninden gizli oluşturduğu dünyaları tablolarını aktardı.
Bu nedenle kendini rüyaların sınırlarında, özellikle de hipnogojik evrede tutmaya çalışırdı.
Dali'nin 1947 yılında yayımlanan otobiyografisi ve '50 Sır: Büyülü Zanaatkarlık' gibi eserlerinde oldukça ilgimi çeken alıntılar vardı.
Bir metal anahtar parmakların ucunu alıp altına tabak yerleştirdikten sonra kendisi uykuya daldığında anahtarın parmaklarının ucundan tabağa düşüp onu uyandırması sayesinde rüya ile gerçeklik arasında imgeleri yakalayıp resmettiğini anlattığı yazılarıdır.
Ona göre rüyalar bastırılmış arzuların, korkuların ve gerçeklikten kaçışın görsel dilidir. Bu yüzden tablolarında saatler erir, gövdeler delinir, hayvanlar uzar, anlam ise seyirciye kalır.
Gençlik yıllarımın öğrenme arzusu araştırmaya ve okumaya duyduğumuz sevgi ile birleşti. Bu konuda bulduğum bütün kitapları, ressamların bütün otobiyografilerini yalayıp yuttum desem yeridir.
Hiç unutmam bu konu ile ilgili okuduğum ilk kitap Jack London/ Yıldız gezgeni kitabıydı. Ana karakter hapishanede gördüğü işkencelerden kaçmak için astral seyahat yolunu kullanırdı, zaman ve mekan gibi kalıpları kırarak ruhun özgürlüğünü anlatırdı.
"Ölüm diye bir şey yok. Yaşam ruhtur ve ruh da ölemez. Yalnızca et ölür ve geçip gider, hep kendisini belirleyen kimyasal maya, hep plastik, yalnızca akışkana dönüşmek için daima billurlaşan, yeni ve farklı fani biçimler almak için billurlaşıp sonra yeniden akışkana dönüşen bir sürünme. Bir tek ruh kalır ve yukarıya, ışığa doğru ilerlerken kendisini ardışık ve sonu gelmez yeniden doğuşlar içinde oluşturmayı sürdürür. Yeniden yaşadığımda ne olacağım? Merak ediyorum. Merak ediyorum…" *
(Yz: kitaptan bir alıntı, çok çok tavsiye ediyorum. Öyle çok şaşırtıcı veya özgün bir konusu yok ama gerçekten etkileyici ve bakış açısı kazandırıcı bir kitap. Evet, kitap eleştirisi de yaptıysak devam edelim)
Astral seyahati öğrenmeden önce rüyalarımı yönetmeyi öğrendim. Bununla ilgili birkaç bilimsel makale buldum. Bazı insanlar rüyalarını yönetme yeteneğine sahipti, neden bende olmayayım ki?
Rüyasını yönettiğini İddaa eden bazı insanları makinelere bağlanmışlar. Ellerini yumruk yapmaları ve benzer şeyler istenmiş. Sinirlerden yayılan beyin dalgalarını analiz etmişler. Sonra makineye bağlı şekilde uyumları ve rüyalarında aynı hareketlerini yapmalarını istenmiş. İlginçtir ki beyin fonksiyonları aynı tepkileri vermiş fakat bedenleri hareket etmimiş.
Buna benzer bir çok ilginç deney buldum. Bilim ile ruh zikzaklı bir yol izlese de ilerlemeye devam ettim.
Ruhun bedenden arınmasını başardım. İlk o kadar heyecanlandım ki... sonradan yavaşça gezmeye başladım. Farkı yerlere gitmeye başladım. Mekan kalıbını yıktım. Sonra zaman kalıbını yıkamanın yollarını öğrendim. Birkaç eski dilde kaynaklar aradım. Bu yolda Farsça ve çok az antik Mısır dillerini öğrendim. Persler ve Mısırlılar büyüyü ve rüyaları hayatlarının her alanında kullanıyordular. Bir zamanlar büyü bazı uygarlıkların temelindeyken artık bir hollywood hurafesi.
Belki bir zamanlar bu yeteneğe sahip insanlar vardı fakat zamanla bilim bize daha cazip geldiği için uzaklaştık ruhtan. Bedeni keşfetmek ruhu öğrenmekten daha ilgi çekici gelmiş olmasa neden şu an insanlar ruhun varlığını bile sorgular ki?
Geçmişi bu kadar kurcalamamın ekbette bir bedeli oldu. Bedenden uzaklaşmak ve geri dönenemek korkusu, bu korkuya bağlı olarak zayıflayan bir bedensel irade ve hepsinin sonucunda ağır panik ataklar...
Bilgi bedel ödemeden avuçlarınıza gelmiyordu malesef. Benim ödediğim bedelde bu oldu. Zihnindeki yorgunluktan mı, beden ve zihin arasındaki aşınmadan mı yoksa uyku ve uyanıklık arasında sürekli dans ettiğinden mi bilmem arada geçirdiğim panik ataklar bir parçan hakine geldi.
Her neyse bu konu uzadıkça uzuyacak. Benim yapmam gereken çok şey var.
Bu gün izin günümdü, fırsat bu fırsatken kim olduklarını öğrenmem lazım.
Kafeye doğum günü kutlamaya gelen o kafile sıradan insanlar olamaz. Bir şeyler olmalı. Sarhoş olan turuncu saçlı kadın bir suikastan bahsediyorken yüzünde yara izi olan kadın -sanırım adı Meredith idi- onu susturmuştu. Ayrıca birkaç kez 'yetenek' kelimesini kullanımıştılar ki bu 'yeteneğin' resim çizmek, gitar çalmak gibi bir yetenek olmadığına neredeyse eminim. Ayrıca vakıf dedikleri yere arada karargâh diyordular. Belki bunlar gereksiz bir iki detay ama hepsi bir araya gelince tesadüf kelimesi çok absürt kaçıyordu.
Biri benim bölümünden, biri sağlık bölümünden iki öğrenci ile öğrenci evinde kalıyordum. Şu an evde sadece sağlık okuyan öğrenci vardı. Salona, ona seslendim. "Akif ben ilaçlarımı alıyorum, seslensen duymam." "Tamam kardeşim, tatlı rüyalar. Allah şifa versin." "Amin, amin."
Panik atak için ilaç kullandığımı biliyordular. Içtiğim ilaçlar çok fazla uyku yapıyordu. Bundan faydalanarak ilaç aldıktan sonra astral seyahatlere çıkmaya başladım. Işe yarıyordu, yani kısmen. Ilaçlar sadece bedenini değil, beynimi de uyku moduna sokuyordu, bu yüzden odaklanmak zor oluyordu fakat biraz pratik ile cozemeyeceğim bir şey değil. Hayatın bana öğrettiği bir şey varsa oda her zaman hiç ummadık ara sokaklardan yeni yollar çıktığıdır. Hep bir yol vardır, eğer yolu bulamıyorsan belkide bu boyuta ait değildir.
Odanın kapısını örttüm ve ilaçlarımı içtim. Telefonumdan kronometreyi açarak yatağıma yerleşim. Rahat bir pozisyonda nefes egzersizleri yapmaya başladım.
Bütün gün olanları düşündüm. Buraya nasıl geldim, kimleri gördüm, kimler ile konuştum, neler yedim, neler yaptım. Şu an mı rüyadayım? Evet, şimdi uyanmam lazım.
Gözlerimi yumdum. Ayak parmaklarımın uyuştuğunu hissettim. Bütün bedenim yavaşça uyuştu. Sanki bir boşluktan ibaretti. Bir süre sonra tüyden bile daha hafiftim. Doğrularak ve gözlerimi açtım.
Yatakta uzanmaya devam eden bedenime baktım. İşte en zor kısım. Panik atak geçirmemek için kendimi düşüncelerle oyalarım. Telefonuma baktım 7:28.49 saniye. Gayet iyi. Asıl kronometre şimdi başlıyor.
Kendimi havaya bıraktım, olmak istediğim yeri biliyorum. O kişilerin yanına gitmem lazım. Birinin varlığını hissetmem yeter. Nedensizce aklıma ilk Cesika geldi. Birlikte dans ettiğimiz için en fazla onunla temas kurmuştum. Hadi Cesika, bana karargâh diye bahsettiğiniz yeri göster.2
Bir saat, belki bir saniye ardından -emin değilim. Buranın zaman algısı fazla ters.- konuşma seslerini işittim. Çok net değil, hafif bir su altından geliyor sesler ve etraf fazla parlak ama sorun değil, istediğim yerdeyim.
İlerledim. Koridor boyunca ilerledim en sonunda karşıma Alex ve şu yanındaki Siyahi çocuk çıktı. İkisi konuşa konuşa bir odaya ilerledi. Bende içeri girdim. Bir masa ve doğum günü kutlamasında olan herkes burdaydı. Hayır, herkes değil. Eksikler var. Fakat kimlerin eksik olduğunu bir türlü hatırlamıyorum.
Hayır, hatırlıyorum. Gitar çalan uzun saçlı adam. Ama onun haricindeki kimler yok? Mutfakta bana yardım eden orta yaşlı kadın da yok. İsmi neydi kadının.... Melodi! Evet, hatırlıyorum. Bu bir rüya değil, zihnim uyanık. Anılarım taze ve gerçek.2
Etrafta geziyorum. Bir an sesler fazla bulurlu geliyor, uyanıyor muyum?
Hayır, Fatin. Şu an burdayım, burası gerçek, ben gerçeğim.
"Bugün iki önemli başlığımız var." Dedi Alex. "Yani benim iki önemli başlığım var. Öncelikle bu hafta düzenlenecek olan etkinliğe gideceğiz ve ikinci caneri karargah getireceğiz. Sanırım gerçekten yakalanmaya hevesli, ayrıca verdikleri diğer çatının üyesi olan kadın bir avukatım 3 yıl önce kaybolan kız kardeşi oldu ortaya çıktı. Bugün onu sorgusu da alınacak. Büyük ihtimal çatıya zorla sokuldu ve korktuğu için konuşmadı." Çete mi? Ne çetesi? Alex'e doğru ilerlediğimde Asya birden arkasına döndü.2
"Bir sorun mu var?" dedi Alex. "Hayır." Dedi tekrar geriye yaslanarak. "Devam et, lütfen." "Kadının sorgusuna Öykü ve Selen girecek. Amacımız konuşturmak değil başına, geçenleri öğrenmek bu yüzden Selen'in yeteneğini kullanabiliriz. Caner olayına geri dönecek olursak, çete neredeyse ortadan kaldırıldı, önemli olan çoğu kişi yakalandı, malları sakladıkları birçok depoyu ele geçirdik, malikanenin bahçesindeki cesetler çıkartıldı ve birçoğunun DNA testleri elimize ulaştı bile. Çocuklar karargaha bağlı yurda aktarıldı. Bu arada Masal'a sahip çıktığı için tekrardan bizzat karşınızda Öykü'ye teşekkür etmek istiyorum." Bir dakika ceset dedi ceset!
Kimin cesetleri? Sonradan geçen konuşma gram umurunda olmadı. Cesetler, yakalanan kişiler ve sorgu için beklenilen bir kadın!
"Hayvanların her yerde olması demek Asya'nın her yerde gözü kulağı olması demek." dedi kıvırcık saçlı adam. Adı Atlas olmalı. Gece bir kadın aramış, masada erken kalkıp gitmişti.
"Öyle de denebilir. Mex Fina Alex'in gözü kulağı, değil karargah dünyanın her yerine Mex Fina sayesinde erişim sağlayabiliyorsun, eşit olduğumuzu söylemiştin. Benim gözüm kulağımda bundan sonra gece sürüsüdür. Adil olan bu." Hayvanlar Asya'ya nasıl bir bilgi verebilir ki? "Çok büyük bir güç istiyorsun, Asya." "Eşitlik istiyorum, Alexander. Hem korkma, ben yutamayacağım lokma ısırmam."
Tahmin ettiğinden daha büyük bir işin içine girdim. Burası benim sonum olacak!
"İstese bunu zaten yapar. Ruhumuz duymadan karargahın her yerine erişim sağlayabilir, boşuna hayvanlar her yerde demiyoruz. Kabul edelim şu an nezaketen yetki istiyor. Yoksa bu güce sahip olduğunu zaten biliyoruz." Konuşan kişi şarkı söyleyen kadındı.
"Kabul et be kızım, seviyorsun işte beni." Dedi Asya. "Senin yanındayım dedim, o kadar büyük bir anlamı çıkartma." "Söylemiştim, seviyor beni."
Gerçekten böyle konulardan rahatça mı bahsediyorlar?
"Bazen seni boğmak istiyorum."
Masanın etrafında gezmeye devam ettiğinde yüzünde yara izi olan kadının beni izlediğini fark ettim. Bedenim şu an benden çok uzaktı fakat eminim o bile şu an ürpermiştir. Buz mavisi bakışlar sanki beni görüyor gibiydi. Emin olmak isteyerek biraz sağa kaydım. Biraz geç de olsa gözleri beni takıp etti. Beni görüyor! Beni nasıl görebiliyor. Ben yokum ki?
Neler olur? Bu masada normak tek bir insan bile yok!
"Dağılabilirsiniz." Komut ne ara geldi? Neler oldu? Sanırım ufak bir zaman kayması yaşadım. Odaklanmam lazım.
Büyük odada bulunan herkes yavaşça dışarı çıktı. En son Meredith adını bir türlü hatırlayamadığım siyahi gence yaklaştı. "Şu kafesteki genç, Devran. O öldü mü?"
"Bildiğim kadarı ile hayır, neden?"
"Hiç sadece... His diyim." dedi şüpheyle.
İlk idrak edemedim olanları. Kapıda arkadaşını bekleyen Cesika'yı geçtim ve koridorlarda dolanmaya başladım.
Asya koridorda tek başınaydım bir yere doğru ilerliyordu yanında bir kedi onu takip ediyordu. Acaba kedinin burada ne işi var? Kedi bir an arkasına dönüp bana baktı. Hayvanlar bazen varlığımı görebiliyordu. Özellikle kediler. Güçlü yapıları vardı.
"Bir sorun mu var?" dedi Asya.
Kiminle konuştuğunu ilk baş anlamadım.
Asya omuz silkti. "Madem öyle diyorsun..."
Kim, ne diyor? kimse bir şey demedi ki?
Asya ıslık çaldı, ıslık çaldıktan sonra pencerenin kenarında duran bir kuş uçarak omuzuna geldi.
"Tuhaf bir şeyler oluyor karargahta. Her yeri kontrol, et şüpheli birini bulursan haber et."
Kuş emir almış gibi tekrar kanatlandı.
Bir saniye, kedi ve bir kuşla konuştu az önce.
Duyduğum şaşkınlık dalgası bütün bedenimi ele geçirdi o kadar büyük bir şaşkınlıktı ki... İliklerime yayılan bu enerji, duyduğum dehşet ve biraz önce öğrendiğim bilgilerin yarattığı sarsıntı bütün dengemi alt üst etti.
Gözlerimi açtım. Hayır, koridorda değilim. Uzanır vaziyette yataktayım.
Bedenime geri döndüm. O kadar büyük bir şoktu ki... beni bedenime geri döndürmüştü.
Fakat eminim ki Asya o kedi ve köpekle konuşmuştu.
Duyduğum ve gördüğüm onca şeyi düşündüm.
Selin'in yeteneği, Cesika'nin duraklaması, Merideth'in beni görmesi ve en son hâlâ yaşayıp yaşamamamı sorması, Asya'nın hayvanlarla konuşması, Félix'in Cesika'yı sadece dokunarak iyileştirmesi ve hepsi...2
Bunlar kesinlikle normal insanlar değillerdi.
Bu işi hiç girmemeliydim, hiç merak etmemeliydim, bunlar benim sonum olacak.
Hayır, dedim yataktan fırlayarak. Senin onları gördüğünü bilmiyorlar.
Sonra kendimi yatağa tekrar attım.
Belki de görmemiştir, belki de ben yanılıyorumdur. hem bir bedenim yoktu. Tam olarak fiziksel bir beden görmedi. Onun gördüğü benim bilinçaltıldı. Nereden tanıyabilir ki?
O zaman neden salondan çıkmadan önce yaşayıp yaşamadığını sordu?
Ama eğer haklıysam... Sonum geldi demektir.
Ayyy nasıldı2
Beğendiniz mi2
Fatih hakkında ne düşünüyorsunuz3
Asya nasıl bir yol izliyecek.2
Sizi çok seven yazarınız.1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.62k Okunma |
635 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |