

Aylar geçip yıl döndüğünde yapraklar dökülmüş ve nihayet fetih başarıyla sonlanmıştı. Ordunun muzaffer oluşu keyifleri hayli yerine getiriyor yorgunluklarını ve yaraların acısını azaltıyordu. Sırbistan'da son ve en sessiz geceydi. Sultan, galip olmanın memnuniyetle otağına çekilmiş dualarla tanrıya şükranlarını sunuyor, askerler ise yol hazırlığı yapıyordu.
Zağanos, askerlerin etrafında geziyor ve hâlâ kullanılabilecek yahut tamir görebilecek kadar sağlam gördüğü eşyaları ayırıyordu. Gözüne takılan bir su matarasını almak üzere eğilmiş aynı anda bir yaprak çıtırtısı duyulmuştu. Radu yerden aldığı bir keseyi eline almış ancak kullanılamayacağına kanaat getirerek yere atıp yürümeye devam ediyordu. Zağanos bir an tereddütle Radu'nun ardından bakıp matarayı yerden alarak ayağa kalktı. Elleri mataranın üzerinde geziyor, parmakları sağlamlığını kontrol eder gibi küçük vuruşlar yapıyor büyük bir ustalıkla sakladığı huzursuzluğunu gün yüzüne çıkarıyordu.
Zira Radu genç görünümünün yanında yaşlı bir bilgenin aklına sahipti. Yine de şimdiye dek Melek Hatun'un adını dile getirmemiş yahut bir imada bulunmamış ancak bakışları daha da güçlenmişti ya da içerisinde bulunduğu durum Zağanos'a bunu hissettiriyordu. Gözlerini bir kez daha yere çevirip araştırmaya ve adımlarını göze değmeyeceği bir noktaya yöneltti.
Ağaç dallarının gece ile bir olduğu bir noktada durup gözlerini askerlere çevirdi ve olağanüstü bir durum olmadığına kanaat getirdikten sonra giysisine sakladığı mendili eline aldı. Gecenin karanlığı silüetini gizleyecek kadar kudretli olmasa da dallar elinde tuttuğu mendili maskeliyordu ancak asıl maskelenmesi gereken silüeti yahut mendil değil tebessümüydü. Öyle ki zihninde kurduğu yeni düşler eski ve acı hatıralarla büyük bir savaş veriyordu.
Rahmetli eşi Nefise, ne zaman bir bulut görse gözlerini göğe çevirir ve Zağanos'un o vakte kadar farkına bile varmadığı uçan koyunlar yahut köpekler gösterir nitekim Zağanos bunları çok nadiren görürdü. Öyle ki mendilin üzerinde bir şahin olduğunu iddia etmek ancak onunki gibi hayalci bir zihnin fikri olabilirdi. Elinde tuttuğu nakışta Nefise'nin farklı bir yansımasını görüyor ancak onun geri gelmeyeceğini bilmek yüreğini acıtıyor, tebessümünü solduruyordu.
Aynı dakikalarda haremde sessizlik hakimdi. Mumlar üflenip karanlık baş göstermiş ve herkes yataklarına serilmişti. Melek ise koridora bakan bir pencere kenarında oturuyor ve meşalenin yarattığı gölgeleri izleyerek Zağanos ile son görüşmelerini düşünüyordu. Bu düşünceler ise içindeki birçok duyguyu ortaya çıkarıyordu. Bu devirde hediyelerin muhakkak ki bir anlamı vardı ve o toka boş yere kendisine verilmemiş nakış ise her ne ise o duyguya bir yanıt niteliği oluşturmuştu. Öyle ki farkına bile varmadan içinde bulunduğu devre tümden ayak uydurmaya başladığını fark etmiş ve bu fikir büyük bir endişe yaratmıştı.
Gözlerini huzur içinde uyuyan kızlara çevirdi ve sonlarını hayal etmeye başladı. Şayet kitaplar haklıysa iyi ancak sevgisiz evlilikler yapacak ve ömürleri varsa o evde yaşlanacaklardı. Derin bir nefes alıp gözlerini bir kez daha meşaleye çevirdi ve kendi geleceğini düşlemeye başladı. Bir müneccim olarak biliniyor ancak yine de harem de yaşıyor ve kaderi Sultan'ın ellerindeydi. Günün birinde, hatta buradaki kızların tümünden önce bu kaderi yaşayabileceğini bilmek endişesini daha da artıyordu. Elini kapıyı çalan münasebetsiz bir misafir gibi atan kalbinin üzerine koyup gözlerini kapattı.
Kısa süre içinde sakinlemiş ve düşünceleri bir kez daha Zağanos'a dönmüştü. Şayet onunla bir geleceğe sahip olursa diğer kızlar gibi saraydan gitmesi gerekmez dahası biraz daha itibar kazanabilirdi. Aynı anda yüzünde belli belirsiz bir tebessüm meydana gelmiş ve yavaşça büyümeye başlamıştı. Bu esnada kızlardan biri yatağında doğrulmuş ve Melek gülüşünü saklamak için elini hızla yüzüne götürmüştü. Öyle ki büyük bir askeri disiplinle yetişen sert duruşlu adam küçük bir çocuk gibi utanabiliyor, koridordan koridora kaçabiliyordu.
"Melek" dedi Reyhan'ın sesi merakla ve Melek hızla ellerini yüzünden çekip sese döndü. "Ne yapıyorsun gecenin bu saatinde pencere kenarında?"
"Ben" gözlerini bir fikir arayarak hâlâ havadaki avuçlarına çevirip hızla yüzüne kapattı. "Âmin. Uyku tutmadı bende biraz oturayım hem de okuyayım dedim."
"Dua okurken hep güler misin?" Yaklaşırken inanmaz bir tavırla bakıyor ancak gülümsüyordu "kay kenara." Melek rahatsızlıkla söylenileni yaptıktan sonra gözlerini hemen yanına oturan Reyhan'a çevirdi. "Söylesene" dedi merakla bakarak "nasıl biriyle evleneceğim? Yakışıklı mı çirkin mi ya da genç mi yaşlı mı" gözlerini heyecanla açtı. "Yoksa bir sultan mı?"
"Reyhan" başını bıkkınlıkla yatırdı. Zira er ya da geç buna benzer bir soru geleceğini tahmin ediyordu. Öyle ki buradaki birçok kız iyi bir arkadaş sıfatına bürünüp kendileri ile ilgili sorular sormaya başlamıştı. Bu sahte ve gündelik arkadaşlıklar bir eğlence hâli yaratıyor ve zihnindeki ciddi düşüncelerini bir miktar etkisiz kılıyordu.
"Hadi bir şey söyle, söz diğerlerine demem."
"Yıldızlarla her an konuşmuyorum en doğru bilgileri onlar konuştuklarında veriyor" gözlerini anladığına emin olmak isteyerek dikkatle Reyhan'a çevirdi. "Benim söylediklerim sadece bir tahmin."
"O halde tahmin et!"
"Susmasını işaret ederken gülümsemiş ve karşısındaki kızı incelemeye başlamıştı. "Bir sultan değil." Aynı anda Reyhan'ın yüzü düşmüş ve çaresizce omuzlarını kısarken az evvelki heyecanının aksine sakinlikle sormuştu.
"Bir Paşa mı?"
"Tam olarak bilmiyorum ama işinde oldukça başarılı biri olduğunu hissediyorum."
"Yakışıklı mı?"
"İyi görünüyor gibi ama her insan farklı bir surete meyleder."
"Doğru" düşünceli bir tavırla sürdürdü. "Mutlu olacak mıyım?"
"Umarım" derin bir nefes aldı "Bunu seçtiğimiz yollar belirleyecek."
"Umar mısın?" dedi sert bir sesle, öfkeyle kaşlarını çatarken ve yatağına dönmeden önce ekledi. "Pabucumun müneccimi!"
"Ne?" gözlerini şaşkınlıkla yatağına dönen Reyhan'a çevirip seslendi. "Müneccimim ben sevda hekimi değil!" Hemen ardından gülümseyerek başını duvara dayamış ve kısa süre sonra o da yatağına girmişti. Nitekim düşünceler zihnini rahat bırakmıyordu. Başta ilgisini çeken bu saray hayatı hiç de dizilerdeki gibi eğlenceli değil aksine sıkıcıydı. Öyle ki Konstantiniyye'nin fethinden önce aylarca zindanda tutulmuş şimdiyse koğuşa alınmış bir mahkûm gibi hissediyordu. Zaman geçirmek için aylardır zaten bildiği derslere girmeye başlamış ve bir süre başarısıyla hayran bırakmanın keyfini yaşamıştı ancak bunlar artık yeterli gelmiyordu. Gözlerini tavana çevirip bir suçlu gibi içeri sızan ay ışığının yarattığı gölgeleri izlemeye ve Zağanos'u düşünmeye devam etti. O, aynı anda Fatih'e yakın olup yeniden şehir sokaklarında yürümenin tek yoluydu.
Günler sonra askerler Sultan'ın önderliğinde saraya yaklaşmıştı. Gözleri gururla ufka bakıyor ve atlarını sürüyorlar bir an evvel saraya varmayı hedefliyorlardı. Tıpkı tahta bir atın üzerinde hızla ilerlediğini hayal eden Mustafa gibi. Mustafa, sallanan atın üzerinde küçük gövdesini cesurca ileri atıyor, düşmesini engellemek için yaklaşan Bayezid'e kılıcını savuruyordu. Nitekim herkes gibi bu savaşçının da otoritesine yenildiği biri vardı.
"Mustafa!" diye bağırdı Gülşah Hatun. "Ağabeyin o senin, utanmıyor musun?" Mustafa, önce kılıcını ardından gözlerini aşağı indirmiş utançla annesine bakıyordu ki Gülbahar Hatun seslendi.
"Bayezid buraya gel" avucuna biraz fındık bırakırken. "Git kardeşine de ver birlikte yiyin."
"Gelsin kendi alsın!"
"Bayezid" dedi Gülbahar Hatun gözlerini uyarıyla açarak ve oğlunun hâlâ açık haldeki avucunu kapattı. "Ağabeysin sen affedici ol."
Bayezid, annesini onayladıktan sonra adımlarını kardeşine çevirmişti. Bir süre kaşlarını öfkeyle çatmaya devam ettiyse de Mustafa'nın bakışları avcuna kaymış ve Bayezid'in yüzü eski halini almıştı. Kardeşine kısa bir bakış attıktan sonra avucunu kardeşinin avucuna uzatıp biraz fındık bıraktı. Aynı anda iki annenin de yüzünde bir rahatlama belirmiş hemen ardından dikkatleri başka bir yöne çevrilmişti. Gülbahar Hatun'un hizmetçisi Fitnat kendilerine doğru koşturuyordu.
"Gülbahar Hatun" dedi heyecanla yeterince yaklaştığı vakit. Hemen ardından mahcubiyetle başını eğerek iki kadına da selam verdi ve izin isteyen bakışlarını Gülbahar Hatun'a çevirdi.
"Söyle Fitnat."
"Sultanımız seferden döndüler." İki kadın da heyecanla ayağa kalkmıştı ki bahçede iki suret belirdi. Sultan ve Mükrime Hatun sohbet ederek kendilerine doğru yürüyordu.
Bu esnada haremde kuvvetli bir ses yankılanmıştı. Adile Hatun, kapıdan henüz girmiş ve öfkeli gözlerini gülüşen kızlara çevirdi.
"Uyuşuk uyuşuk oturmayın, toparlanın hemen." Gözlerini taşlıktan gelen bir kıza çevirmiş ancak kız göz göze bile gelmeden bir köşede dikilmeye ve gelecek bir emri beklemeye başlamıştı. Gördüğü saygı ile bir miktar sakinleşen kadın daha yumuşak bir sesle sürdürdü. "Sultanımız döndü."
Adile Hatun sözünü bitirir bitirmez herkes gözlerini ilgiyle açmış başka bir söz bekliyordu ki bir ses duyuldu.
"Adile Hatun" dedi Hatice Hatun merakla "muharebenin sonucu nedir?" ve gülümsedi "yine eğlence var mı?"
"Kazandık" hafif bir tebessümle ve gözlerini değerlendiren bir tavırla her birinin üzerinde gezdirdikten sonra sözlerinin anlaşıldığına emin olur olmaz dışarı çıktı.
Melek, kızların arasından sıyrılıp giysilerinin bulunduğu sandığa ilerlemişti. Gözlerini elbiseler üzerinde gezdiriyor ve hangisini seçeceğini seçmeye çalışıyordu ki eli güneş gibi parlayan sarı bir elbisenin üzerinde durdu.
Kısa süre sonra Zağanos ile karşılaşmayı umarak koridora çıkıp yürümeye başlamış ancak başka bir tanıdıkla karşılaşmıştı. Radu, yavaş adımlarla kendine doğru geliyordu.
"Merhaba, Radu Bey. Hoş gelmişsin."
"Hoşbuldum Melek Hatun."
"Sizi tekrar görmek güzel" Radu'nun omzunun üzerinden kısa bir bakış atıp sürdürdü. "Gelen giden yok. Yoksa yalnız mı döndünüz?" Radu'nun gülümsemesine ithafen ekledi. "Sultan'ın geldiği haberini duydum ama ne onu ne de başka birini göremedim. İyidirler inşallah."
"Sizi yeniden görmekte güzel, Melek Hatun" kısa ancak değerlendiren bir bakış atıp sürdürdü. "Sultan'ımızı az evvel gördüm. Evlatlarını görmek için bahçeye çıkacağını söyledi." Başını yavaşça sallarken bir kaşını kaldırıp kendinden daha fazla anlatmasını bekleyen kadına bakıp anlayışla gülümsedi. "Diğerleri de dinlenmek üzere dairelerine çekiliyorlardı. Sormak istediğiniz başka bir şey var mı?"
İkisi de birbirine bakıyor aynı şeyi söylüyor ancak dile getirmeye cesaret edemiyordu. Nihayetinde Melek tatlı bir tebessümle konuştu.
"Bazen kendimi kötü hissediyorum ve uzaklaşmaya ihtiyacım oluyor. Bana gösterdiğiniz gizli kapıyı kullanabilir miyim?"
"Tâbi" gülümsedi.
"Şimdi oraya gidiyorum" dikkatle Radu'ya bakarak ekledi "tam olarak şimdi oraya gidiyorum."
"Pekâlâ" dedi ciddiyetle ve elini koridora uzattı "buyrun istediğiniz vakit gidin."
Melek, Radu'nun yüzüne ilgiyle bakıp gelecek bir yanıt aramış ancak bulamamıştı. Hayal kırıklığı ile Radu'nun gidişini izledikten sonra derin bir nefes aldı ve adımlarını gizli kapıya çevirdi.
Kapıdan girer girmez meşaleyi kaldırdı. Ardından etrafını sarı yaprakların sardığı ağacın gövdesine sırtını dayayarak beklemeye başladı.
Geçen her dakika bu bekleyişin boş yere olduğunu haykırıyor moralini bozuyordu. Sıkıntıyla yere düşen yaprakları ezmeye başlamış kısa süre sonra çıkardıkları sesle sakinliği yakalamayı başarmıştı ki meşale aşağı indi ve kapı bir kez daha açıldı. Tereddütle gözlerini kapıya çevirmiş ve Zağanos ile karşılaşmıştı. Zağanos emin olmak isteyerek gözlerini Melek'e çevirdikten sonra çekingen bir sesle konuştu.
"Benimle görüşmek istemişsiniz."
"Anlamış" gülümseyerek yanıtladı. "Evet." Zağanos rahatlamaya karışan bir merakla Melek'e bakıyor ağzından çıkacak başka bir kelime bekliyordu. "Ben" sıkıntıyla parmaklarını kütleterek "bir yara almadığınıza emin olmak istedim" Zağanos'un bakışlarına ithafen panikle ellerini havaya kaldırdı "hayır yıldızlar hakkınızda birşey demedi sadece merak ettim."
"Öyleyse" başını öne eğip gülümsedi hemen ardından eski haline bürünerek yaklaştı "mutlu ettiniz. Merak buyurmayın cenk boyunca dişe dokunur bir yara almadım şimdiyse hayli iyiyim."
"Çok şükür " derin bir nefes almış aynı anda omuzları düşmüş ve daha etkili görünmek için hemen omuzlarını dikleştirmişti. "Fetih nasıl geçti?"
"Doğru söylemek gerekirse Konstantiniyye kadar çabuk biteceğe benzemiyor zaman alacak. Topraklar daha büyük. Sarayda günler nasıldı?"
"Ruhsuz. Sanki sürekli tekrar eden bir günün içinde sıkışıp kalmış gibi ama bu öyle bir gün ki aylar sürüyor." Aynı anda dikkatini bir çocuk sesi çekmiş ve gözlerini o yöne çevirmiş ve bulundukları yöne doğru koşan Bayezid ile Mustafa'yı görmüştü. Nitekim onu asıl korkutan şehzadeler değil oğulları ile şakalaşan, gülerek kovalayan Sultandı. Sultan adımlarını yavaşlatarak koşuyor ve oğullarına kazanmaları için şans veriyor, çocuklar mutlulukla haykırıyor anneleri ise tebessümle bu güzel anı izliyordu.
Melek bir an korkuyla gözlerini açmış ve panikle Zağanos'un elini yakalayıp peşinden çekmişti. Öyle ki ancak kendilerini koridora attıkları vakit derin bir nefes almayı başarmış ve korku dolu gözlerini bir medet umarak Zağanos'a çevirmişti. Ne var ki Zağanos'un gözleri korkuyla hâlâ tutmakta olduğu ellere bakıyordu. Derken Zağanos elini hızla çekip bakışlarını Melek'e çevirdi.
"Size iyi günler Melek Hatun" ve telaşla koridorda ilerlemeye Melek ise Zağanos'un ardından kendini hızla toparlayarak hareme ilerlemeye başlamıştı.
Ertesi gün nakış dersi idi. Melek, pembe bir çiçek işlediği kasnağı masanın üzerine bırakmış ve Asiye Hatun'un ağzından çıkacak sözü bekliyordu. Nitekim Asiye Hatun gözlerini nakşa çevirip kısa bir bakış attıktan sonra küçük gülümse ile yetinerek bakışlarını diğer kasnaklara çevirmişti. Kısa süre sonra ders sona ermiş ve Melek yanında Reyhan ile koridora çıkmıştı. Yatakhaneye doğru ilerliyorlardı ki dikkatini Zağanos çekti. Zağanos koridora henüz girmiş ve kendilerine doğru ilerliyordu. Melek gözlerini Zağanos'un gözlerine çevirmiş ve beklenti ile bakan bakışlarını görmüştü. Adımlarını yavaşlatarak konuştu.
"Sarı."
"Ne?"
"Sarı bir çiçek daha işleyeceğim" Reyhan'a döndü. "Gidip sarı ip alacağım sen git."
"Tamam, Adile Hatun sorarsa öyle derim" gitmeden evvel geride bıraktığı koridora kısa bir bakış attı "çabuk ol."
Melek, adımlarını yavaşça geri çevirip bir kaç adım atmaya başlamıştı ki. Zağanos'un sesi duyuldu.
"Gitti" ve Melek kendisine döner dönmez başını hafifçe yana yatırıp kendisini takip etmesini işaret etti.
Zağanos önde Melek arkada ilerlemeye başlamış ve bir kez daha gizli kapının önüne gelmişlerdi. Melek koridora hızlı bir bakış atıp elini meşaleye uzatıp indiriyordu ki aynı anda Zağanos'un eli meşaleyi yakalayıp havada durmasını sağladı.
"Burası değil" sorguyla kendine bakan genç kadına döndü ve uyararak kaşlarını kaldırdı. Hemen ardından duvardaki başka bir meşaleyi eline aldıktan sonra karşı duvara ilerleyip bir taşı geri itti. Aynı anda taşın altındaki birkaç taş hareket etmiş ve duvarda açılan küçük kapıyı işaret etmişti. "Burası."
Zağanos eğilerek kapıdan geçmiş hemen ardından Melek de aynını yapmıştı. Zağanos, Melek'in yanına geldiğine emin olur olmaz taşı bir kez daha itti. Melek, Zağanos'un peşinde ilerliyor ve merakla etrafa bakıyordu. Öyle ki meşalenin ışığından başka bir şey görünmüyordu.
"Kaç tane gizli kapı var" diye sordu gözlerini kocaman açarak ve baş parmağı ile geride bıraktıkları yolu işaret ederek ekledi "gizli kapılar hep karşı karşıya mı?" Ancak Zağanos önde yürüdüğünden heyecanını göremiyor yalnızca hissediyordu.
"O bir gizli kapı değil" diye yanıtladı ilk sorusunu duymazdan gelerek "yıllardır kullanılmayan bahçe kapısı. Eskiden daha bakımlıydı ancak artık cazibesini kaybetti."
"Peki kapısı neden.."
"Meşaleyi mi soruyorsun?" Kısa bir bakış atıp gülümsedi. "Meşaleyi hiç yerinden kaldırdın mı?"
"Hayır."
"Hayır" diye yineledi "çünkü kaldıramazsınız. O bir kol, kaynakla meşalenin üst kısmı kola eklendi."
"Neden?"
"Çünkü Sultan Murat, devlet işlerinden biraz uzaklaşıp yalnız kalmak ve tüm bu yüklerden biraz olsun uzaklaşmak istediğinde bu bahçeyi kullanırmış. O zamanlar çiçekten, yeşilden duvarlarla örülüymüş. Anlayacağınız hem sakinleştirici hem de güvenli bir bahçe."
"Bu anlaşılabilir."
"Evet."
"Biz nereye gidiyoruz?"
"İlk sormanız gerekeni en son soruyorsunuz. Sanırım aramızda bir güven duygusu var." Sağa dönüp biraz daha ilerledikten sonra tahta bir kapı önünde durdu ve meşaleyi duvara geçirdi. Hemen ardından kapının üzerine yerleştirilen tahtaları çekip almış ve kapıyı açmıştı. Aynı anda içeriyi bir ışık kaplamış ve yeşiller görünmüştü. Zağanos eğilerek kapıdan çıkıp kendine şaşkınlıkla bakan Melek'e döndü. "Her daim sarayda bulunmaktan sıkıldığınızı sanıyordum."
*Edirne sarayı inşasına 1450'de Sultan Murad Han zamanında başlandı. 1475'de Fatih tarafından tamamlandı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.87k Okunma |
752 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |