

Aynı dakikalarda Eflak sarayında büyük bir endişe havasının hâkim olduğu bir kutlama yaşanıyordu. Birçok soylu boyar salonun büyük bir kısmını kaplayan masanın etrafında yerini almış avcısına bakan birer av çaresizliği ile yeni hükümdarın ağzından çıkacakları bekliyor, rast gele dâhi olsa göz göze gelmekten kaçınıyor Vlad ise tam tersi gözlerini davetlilerin üzerinde gezdiriyordu. Üzerlerindeki pahalı giysiler, parmaklarındaki değerli yüzükler ve hâlâ sahip oldukları saygınlıkları. İhanetlerinin en büyük nedeni bunlara sonsuza dek sahip olma isteğinden geliyordu.
Vlad'ın sessizliği davetlileri daha da korkutuyor o ise her geçen saniye zihninde ortaya çıkan anılarla nefretini tazeliyordu.
Osmanlı sarayına yeni geldiği vakitlerdi. Henüz Osmanlıcayı telaffuz etmekte dâhi güçlük çekiyor veyahut konuşmayı reddediyor nihayetinde öğretmenin sert tokadı yanağında bitiyordu. Nitekim alışmış olmanın verdiği his acısını öfkesinin ardına saklıyordu. Öyle ki o kendine biçilen kaderi koşulsuzca kabullenecek biri değildi. Özgürlüğü adına yaşına bakmadan bir prense yakışır şekilde savaşabileceğini düşünüyor nitekim geride kalacak kardeşinin varlığı elini kolunu bağlıyordu.
O gün de suratına inen tokatlar, kuvvetle çekilen kulağı ve sırtına inen ince sopanın acısına en ufak bir karşılık vermemiş güç alma isteğiyle dişlerini sıkmakla yetinmişti. Derken öğretmenin bakışları bir anlığına kendinden uzaklaşmış aynı anda o da kendini dışarı atmıştı. Telaşlı adımları birbirini kovalıyor gözüne ilk değen koridora dalıyor ve olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyordu ki duyduğu bir ses dikkatini çekmiş ayaklarını ileri bir adım atmaktan dâhi menetmişti. Bu Radu'ydu. Radu, bir şeyler mırıldanıyor lakin korku ile titreyen sesi anlaşılmasını güç kılıyordu.
Kaygıyla sesin geldiği yöne koşmaya başlamıştı ki iki ağa gözüne ilişti. Radu’yu karşılarına almış alayla bir şeyler söylüyor ve gözlerinden yaşlar akıtıyorlardı. Vlad sadece bir an söylediklerini anlamaya çalışıyor lakin tek kelime ayırt edemiyor ve anlamadığı için kendine kızıyordu. Derken Radu'nun başına inen sert bir tokat öfkesini daha da perçinlemiş koşmaya başlamıştı. Aynı anda ağaların bakışları şaşkınlığa ve Radu'nun bakışları refaha dönüyordu ki Radu kendini Vlad'ın arkasında buldu. Vlad, bir kolunu kalkan gibi kardeşine siper ediyor ve öfke ile bağırıyordu.
"Nu o atinge!"
Ağalar anlamaz bakışlarla büyük bir hiddetle kendilerine haykıran gence bakıyordu ki Vlad güçlükle buldurabildiği bir kelimeyi haykırdı. "Dokunma!"
"Dokunma" dedi Vlad tuicasını doldurmaya yeltenen hizmetkârına ve gözünü dâhi çevirmeden ekledi "Yiyecekleri servis etmeye başlayın."
Hizmetkârlar servise başlamış davetlilerin bazılarının gözü tabaklarındaki borş de burechiuşeye dönmeye başlamıştı. Derken davetlilerden biri endişesini gizleme isteğiyle masanın üzerindeki ellerini birbirine kenetledi ve Vlad'ın gözleri o yöne döndü. Yıllar önce henüz küçük bir prens iken her akşam yemeğinde aile toplanır ve o sandalye genellikle Mircea'nın olurdu. Ne zaman yanlış bir çatal kaşık alsa yahut bir yemek kuralını unutsa Mircea parlak mavi gözleri ile ona doğruyu işaret ederdi. Geçmişin güzel ancak bir o kadar da acı hatıralarından sıyrılma isteğiyle başını yavaşça başka yöne çevirmişti. Tüm tabaklar dolduğu vakit Vlad sakince sandalyesini geri iterek ayağa kalkıp konuştu.
"Hoş geldiniz, soylu dostlarım" son kelimeler ağzından bir tükürük gibi çıkmıştı. "Bugün hepimiz için önemli bir gün. Yıllardır Eflak'ın üzerine çöken karanlığın silinme vakti yaklaşıyor. Başımızı eğdiğimiz o karanlık günler artık geçti. Şimdi Eflak'ın zaferine şahit olacağız" umutlu bakışlar eşliğinde alkış sesleri yankılanmaya başlamıştı ki sinsi bir gülümsemeyle ekledi "tâbi sadık olanlarla." Son kelimeler her bir davetlinin gülümsemesini yarıda kesmiş, alkışları dâhi havada kalmıştı. Korkuyla birbirlerine bakıyor bir yanıt arıyorlardı ki askerlerin güçlü ayak sesleri salonu doldurmuş ve her birine kılıçlarını doğrultmuştu. Artık davetliler korkuyla askerlere askerler ise bir emir bekleyerek prenslerine bakıyordu. "Başlayın." O andan itibaren çığlık sesleri salonu doldurmaya davetliler buldukları boş bir anda kendilerini salondan atmaya çabalamaya başlamış nitekim askerler engel olmuştu.
Vlad, artık boşalan salonda dikiliyor, çığlıkları dinliyor ve ağabeyinin işkence sırasında çektiği acının şimdi karşılık bulduğunu düşünüyordu. Sesler git gide uzaklaşmaya başlamıştı ki daha fazlasını duyma isteğiyle ağır adımlarını bahçeye yöneltti.
Boyarlar bir bir yüzüstü yatırılıyor her ne kadar kaçmaya çalışsalar da sırtlarını kuvvetle bastıran askerlerin dizi bunu engelliyordu. Çaresizlik içinde haykırıyor, af diliyor cellatlarından yardım dileniyorlardı. Bu esnada Vlad bahçe kapısından çıkmış ve gözlerini davetlilerinin üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Derken dikkati bir ağlama sesine çevrilmiş ve bakışları o yöne çevrildi. Kırmızı kadifeden bir başlığın altından gelen ses yüzünde anlık bir tebessüm oluşturmuştu.
Bu esnada davetlilerin elleri büyük bir güçle arkalarında bağlanmaya başlarken yüzü bir kez daha ifadesiz ve soğuk halini aldı. Hemen ardından uygun bulduğu bir yere geçip gözlerini tahta kazık ve metal çubukların üzerinde gezdirmeye bir karar varmaya başlamıştı. Parmaklarını kararsızlıkla her birinin üzerinde gezdiriyor en uygununu seçmeye çalışıyordu. Zira bu onun sanatıydı. En nihayetinde tahta kazıkta karar kılmış ve davetlilerden birinin pantolonunu henüz çıkaran bir askerine dönüp kendine yer açmasını işaret ederken avucunu açtı. Artık avcılarının arasında bir bıçak duruyor ve ruhundaki ağırlık git gide azalmaya başlıyordu.
Bıçağın soğuk ve keskin tarafını çırpınan adamın bacaklarının arasında gezdiriyor ve nasıl bir yol izleyeceğini kararlaştırıyordu. Derken başını yavaşça sallamış ve hızlı bir hamleyle kesmiş ve büyük bir haykırış kopmuştu. Kulağını delip geçen çığlıklar birer nota gibi adeta bir müzik şöleni yaşatıyordu.
Askerinin uzattığı küçük bir kâseye elini daldırmış ve bir miktar macun alıp acı içindeki adamın içine bırakmıştı. Hemen ardından önceden belirlediği kazığı eline alıp ters çevirerek sivri kısmını büyük bir hazla yağlamaya başladı. Yeterli olduğuna kanaat ettiği vakit az evvel kestiği anüse sokmaya başlamış, çığlıklara yeri döven başlar eklenmişti. Gözlerini sadece bir an ölmek isteğiyle başını yere vuranlara çevirirken askerine yerine geçmesini işaret etti. Zira kazık düz durmalıydı. Yerde boş halde bulduğu bir çekici eline aldı ve vurmaya başladı, bir kez ve bir kez daha. Her vuruş farklı bir hızla ve farklı bir yönde geliyor öyle ki aynı adam nefes almaya devam ediyor çığlıkları sürüyordu.
Dakikalar sonra bahçe kazıklar üzerinde onlarca insanla dolmuş çığlıklar azalmıştı. Zira birçoğunun ses edecek hâli kalmamış kaderlerini kabul ederek kendilerine bakan prense büyük bir acizlikle bakıyordu.
Vlad ise karşısındaki insanların her birini inceliyor ve düşünüyordu. Gözlerinde çok tanıdık bir his okunuyordu, çaresizlik.
Osmanlı sarayında bir gece vaktiydi. Vlad daha fazla tahammül edemeyerek Mehmed'den yardım istemeye karar vermiş ve kütüphaneye girmişti. Mehmed bir eli hâlâ kitabının üzerinde bakışlarını kapıya çevirip Vlad'ı görür görmez gülümsedi. Lakin Vlad'ın düşünceli hâli yüzündeki gülümsemeyi silip atmıştı.
"Neyin var?" Bir yanıt alamamış ve kötü bir hadise olduğunu düşünmeye başlamıştı. Destek olma isteğiyle elini Vlad'ın omzuna koyarak ekledi "kardeşim."
Vlad, saatler gibi hissettiren birkaç saniye boyunca bakışlarını Mehmed'in pahalı giysilerine, ülkesi için iyi bir padişah olma ümidiyle okuduğu kitaplara çevirmiş kapının dışında bekleyen askerleri düşünmüştü. Bu onun da hakkıydı. Sakinleşme isteğiyle derin bir nefes alıp yanıtladı.
"Biz kardeş değiliz Mehmed, sultanın esiriyiz."
"Hayır" dedi üzgün bir sesle ve haklılığını inkâr edercesine sürdürdü "kardeşiz. Sen, ben ve Radu, biz kardeşiz."
"Her şeyin farkındayım, sende öyle" gözlerini dikkatle Mehmed'in gözlerine çevirdi aynı anda Mehmed'in gözleri hüzünle yere dönmüştü. "Ben dayanabilirim lakin Radu daha çok küçük. Sarayda yalnızca sen ve sultan yaşamıyorsunuz. Gözünüzün görmediği kulağınızın işitmediği çok şey dönüyor" rahatsızlıkla gözlerini omzundaki ele çevirdi. "Gerçekten kardeş isek kanıtla" ve bir omuz hareketiyle omzundaki eli attıktan sonra gitmeden ekledi "Radu'ya dokunmamalarını sağla.
Mehmed ne yapacağını bilmez halde olduğu yerde dikiliyordu. Ağabeyi Alaaddin ile öyle az görüşmüştü ki yüzü zihninden silinmiş lakin ölüm haberi ile göz yaşlarına boğulmuştu. Şimdi ise Vlad ve Radu'nun kardeşliğine imreniyor kendini de kardeş yahut ağabey olarak görmelerini istiyor lakin esir konumunda olmaları bu işi zora getiriyordu. Öyle ki sultan babası Radu'nun dayak yediğini öğrendiği vakit bir kanıt isteyecek ve bir esirin sözünün değeri olmayacaktı ancak bir şehzadenin sözü ise kanıtları olsa bile veziriazamlardan bile önce gelebilirdi. Hele ki devleti emanet edebilecek tek şehzade var ise. Derin bir nefes aldı ve dışarı çıktı.
Hızlı ve emin adımlarla yürüyor, babasının kendine inanacağına inanmasa bile en ufak bir zarar veremeyeceğini düşünüyordu. Derken duyduğu ayak sesleri ile dikkati başka bir yöne çevrilmiş ve ilgiyle o yöne dönmüştü. Aynı anda Hatice Hatun'un hizmetlilerinden biri dikkatini çekmiş ve sorguyla dönmüştü.
"Şehzadem" başını hafifçe eğdi "Hatice Hatun bir şehzade doğurdu."
"Şehzade mi?" Babasının gözünde sahip olduğu tüm ayrıcalıkların sonlandığını öyle ki kendi kafasının bile rahatlıkla vurulabileceğini anlamıştı. Artık tek değildi. "Allah uzun ömür eğlesin" koridora kısa bir bakış atıp adımlarını geri çekmeden önce ekledi. "Ben sultanımızı uygun bir vakitte tebrik ederim."
Odasına girdi ve gözlerini kapanan kapıya çevirdi. Vlad ve Radu onlar önemliydi lakin babasının kendine olan inancı düşer yahut öldürülürse ne onlar ne de halkı belki de hiçbir zaman hak ettikleri değeri göremeyecekti.
"Düşünceli görünürsünüz" dedi Melek ve ağır adımlarla bahçede yürüyen sultana yaklaştı.
"Düşünmeyen akıl neye yarar."
"Dertli" diye düzeltti.
"Dert olmadan dermanın değerini hangi kul bilir?" Kendine anlamaz gözlerle bakan kadına alayla bakıp açıkladı "Radu sayesinde yeni bir uğraş edindim, düşünce savaşı."
"Düşünce savaşı" diye yineledi felsefeye böyle mi diyorlardı? "Anlaşılan savaşmadan duramıyorsunuz."
"Belki" gözlerini yeni açmaya başlayan çiçeklere ardından tekrar fakat bu kez sorguyla Melek'e çevirdi.
"Hazine bu yıl hesap edildiğinden daha az dolacak, eksikler olacak." Sultan'ın ilgi ile yanmaya başlayan bakışları konuşmasını sürdürmesini işaret etse de şimdilik bu kadarı onun için yeterliydi. "Sadece bu kadar." Sultan havaya kaldırdığı elini hareket ettirerek yalnız kalmak istediğini anlatmış aynı anda Melek'in adımları geri dönmüştü.
Melek, hareme girip yürümeye başlamıştı ki elindeki kasnağa dikkatle bakan Çiçek dikkatini çekti. Çiçek işaret parmağını kumaşın üzerinde gezdiriyor ve iğneyi geçirmek için uygun bir yer arıyordu. Onun bu kararsız hâli yüzünde küçük bir tebessüm oluşturmuştu ve adımlarını hızlandırmıştı.
"Nasılsın" Çiçek’in karşısındaki mindere geçip oturdu ve meraklı bir ifade takınarak sürdürdü "ne işliyorsun?"
"Basit bir şey" kasnağı Melek'e çevirirken "sadece bir nazar boncuğu."
"Basit mi" dedi şaşkınlıkla. Zira nazar boncuğu gerçekten de basit bir işleme olurdu ancak her renk usta bir geçişle bir diğerine bağlanıyor ve suya atılan bir taş gibi spiraller çiziyordu. "Bu işte yetenekli görünüyorsun."
"Sadece seviyorum."
"Bir işi sevince başarmak daha kolay oluyor. Öyle değil mi?"
"Evet" gülümsedi. "Söylesene neden sen dışarı çıkabiliyorsun? Bugün koridorda yürüyordum ve Adile Hatun daha uzağa gidemeyeceğimi söyledi ama seni giderken gördüm."
"Ve beni Adile Hatun'a şikâyet mi ettin?"
"Hayır" rahatsız olmuş bir ifadeyle gözlerini yere çevirmişti.
"Şaka yapıyorum" gülümsedi ve güven verme isteğiyle karşısındaki kızın elini tuttu "Adile Hatun gitmene izin vermiyor. Çünkü özel birisin." Çiçek'in kuşku ile bakmaya başlamıştı ki Melek sürdürdü "Buradaki tüm kızlar özel ama" şakayla göz kırptı "sen onlardan biraz daha güzelsin." Aynı anda Çiçek'in dudakları kıvrılmış öyle ki biraz da olsa dişleri görünmüştü. Melek işaret parmağını taşlığa doğrultarak sordu. "Bahçeye çıkmak ister misin?"
"Orada bir şey yok ki" huysuz bir tavırla omuzlarını kıstı "her yer duvar."
Melek, sevecen bir tavırla Çiçek'e bakıyor ve kızgınken bile oldukça sevimli göründüğünü düşünüyordu. "Pekâlâ" dedi ayağa kalkarken "haklısın her yer duvar ama yine de" elini uzattı "gökyüzü var. Eğer şanslı isek belki üzerimizden kuşlar bile uçar."
"Kuşlar mı?" Melek onayla başını sallamış hemen ardından gözleri ile hâlâ havada duran elini işaret etmişti.
Çiçek sevince karışan bir güvenle gülümserken kendine uzatılan eli yakaladı ve Melek'in yanı sıra taşlığa yürümeye başladı.
Akşam olup yemek vakti yaklaşmaya başlamıştı ki Adile Hatun'un telaşlı adımları haremde yankılandı. Gözleri kızların üzerinde geziyor aradığını bulamıyordu. Derken Garip Ağa içeri girmiş ve yanıt bekleyen gözlerini Adile Hatun'a çevirmiş ne var ki istediği yanıtı alamamıştı. Garip Ağa korkuya karışan bir öfkeyle sordu.
"Çiçek nerede?"
"Valla az evvel orada oturuyordu" dedi kızlardan biri işaret parmağını bir mindere doğrultarak.
Garip Ağa, hızlı adımlarla mindere ilerlerken çevresindeki kızların şirketlerini de inceliyordu. Ne var ki hiçbiri Çiçek değildi. Öfkeyle Adile Hatun'a dönmüştü ki bahçe kapısında beliren iki silüet sesini kesti. Çiçek, Melek'in yanında içeri girmiş aynı anda Garip Ağa ile göz göze gelerek mahcubiyetle gözlerini yere çevirmişti.
"Neredesin sen Hatun" dedi Garip Ağa sert bir sesle "iki saattir seni ararım."
"Taşlıktaydık" diye araya girdi Melek ve sahte bir utangaçlıkla ekledi "affet ağam."
Garip Ağa değerlendiren bir tavırla Melek'e bakıyor öyle ki sesindeki tınıdan dâhi yalan bir utanç sergilediğini hissediyordu. Neyse ki pek uzatmayarak bir kez daha Çiçek'e dönmüş hemen ardından Adile Hatun'a bir baş işareti yaparak yürümeye başlamıştı.
"Gel" dedi Adile Hatun, Çiçek'in cılız koluna girerken.
"Nereye" Çiçek'in bakışları korku ile yanmaya başlamış nitekim bir yanıt alamamıştı. Gözlerini bir yardım arayarak Melek'e çevirdi.
"Korkma" dedi Melek küçük ile konuşan bir abla sesiyle ve kulağına yaklaştı "sana zarar veremezler. Bu sultanın parmağını kesmek gibi bir şey."
Çiçek tereddütle kolundaki ele bakıyordu ki yürümeye başlayan Adile Hatun'un peşinden çekilerek Garip Ağa'nın peşi sıra koridora çıkmıştı.
Günler geçip gitmiş sultanın yüzü gülmeye başlar olmuştu. Zira Çiçek geceleri sık sık kendisini ziyaret ediyor ve ona hoş bir sohbet sunuyordu. Onun meraklı ve bir o kadar da cesur hâli sultanı geçmişe götürüyor ve ilk âşık olduğu kadını hatırlatarak maziye bir ziyaret anlamı yüklüyordu. Böyle bir gecenin sabahıydı. Sultan günlük devlet işlerine dönmüş ve Radu ile fikir alışverişinde bulunuyordu. Derken kapı açıldı ve Mahmud Paşa içeri girdi, rahatsızlığı yüzünden okunuyordu.
"Hayırdır Paşa?"
"Sultanım, insanlık hâlidir diyerek size söylemek için bekledim lakin kaç gün geçti ki Eflak ödemekle mükellef olduğu vergiyi henüz göndermiş değildir."
Mehmed, paşanın memnuniyetsiz duygularını paylaşan bir tavırla düşünüyor lakin Radu'nun varlığı ile düşüncelerini tam olarak dile getirmeyi uygun bulmuyordu.
"Dediğin gibi paşa insanlık hâli. Vlad er ya da geç üzerine düşeni yapacaktır. Biraz daha bekleyelim."
"Tek sorun bu değil" sultanın ilgiyle çatılan kaşlarına ithafen sürdürdü. "Vlad'ın Macarlarla iş birliği içinde olduğuna dair söylentiler var."
"Ağabeyim Osmanlıya ihanet etmez" diye araya girdi Radu kendinden beklenilenden çok daha yüksek bir sesle ve af dileyen bir bakışla sultana dönerek başını eğdi.
"Söylentiler" diye yineledi sultan Radu'ya başını kaldırmasını işaret ederek ve paşaya döndü "sadece söylentiler."
"Yakın zamanda Vlad'ın Macar kralını ziyaret ettiğine dair bir duyum aldık." Artık sultanın hissettiği şüphe iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı. Öyle ki söyleyeceklerinin sona ermediği gözlerinden okunan paşadan gözlerini ayırmıyordu. "Halka zulmettiğine dair de söylentiler de var. İnsanların derilerini yüzdüğü, canlı halde kaynayan suya attığı” sultan rahatsızlıkla yerinde doğrularak düşünmeye başlamıştı. Vlad'ın her zaman sert bir karaktere sahip olduğunu biliyor ancak böylesi bir vahşeti gerçekleştirebilecek kadar acımasız olabileceğine inanmıyordu.
“Söylentiler ve duyumlar” diye yanıtladı Radu ve gözlerini paşaya dikerek sürdürdü “size kesin bir bilgi vereyim Mahmud Paşa. Brankoviç öldü, ardından tahta geçen oğlu da öldü. Şimdi tahtta Lazar Brankoviç’in eşi hükmediyor” ve sultana dönerek ekledi “Halk bunu hoş karşılamıyor. Üstelik vergilerini de ödemediler. Bu bizim fırsatımız.”
"Her hükümdarın tahttan düşmesini dört gözle bekleyen birileri vardır” dedi sultan güven veren bir tavırla Radu’ya dönerek. Zira dediği doğruydu. Son seferin başarısızlığından sonra Brankoviçlerin bu hali ona Allah’ın bir armağanıydı. Hemen ardından dikkatini bir kez daha paşaya çevirdi. “Vlad bizim dostumuz ona biraz daha vakit verelim. Şimdilik dikkatimiz Sırbistan’da olsun. Malum yakında yolculuğumuz var.”
Mahmud paşa gerekenin yapılacağını ifade eden bir baş işaretinin ardından dışarı çıkmış ne var ki ne sultan ne de Radu tek kelime etmeye devam etmemişlerdi. Zira ikisinin de aklı aynı yerdeydi. Öyle ki sultan dışarı çıkmasını söyler söylemez Radu bir fişek gibi kendini dışarı atmıştı.
Radu kurtlarla çevrelenmiş bir kuzu çaresizliği ile dairesine girdi. Kaygı ile odanın içinde yürüyor lakin anlam veremiyordu. Vlad bu değildi. O halkının koruyucu olma ümidiyle yola çıkmış şimdiyse hakkında birçok kötü şey söyleniyor ve hiçbiri ağabeyini anlatmıyordu.
"Hayır" diye söylendi başını iki yana sallayarak ve dolaptan aldığı bir kâğıt ile masasının başına geçti. Derin bir nefes almış ve söylentilerin gerçekliğini anlamak için yazmaya başlamıştı. Zira biliyordu Vlad ona asla yalan söylemezdi. Yine söylemedi.
Vlad'ın yanıt mektubu kısa ancak netti.
“Eflak için.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.87k Okunma |
752 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |