22. Bölüm
Göksu Özbay / FATİH'İN MÜNECCİMİ / FETVA (23. Bölüm)

FETVA (23. Bölüm)

Göksu Özbay
suu_bay

Melek elllerini dizine dolamış oturuyor ve Hümeyra hatunun sözlerini düşünüyordu. Aklı ve kalbinin farklı konuştuğunu söylemiş lakin şehzade başka bir hatuna olan aşkını anlatmıştı. Bu devirde bir kadın ve erkeğin anlık bir bakışı bile yanlış anlaşılabilecekken Mahmud paşa pekala yanlış bir fikre bürünmüş olabilirdi. Hümeyra hatunun ise kim bilir belki de başka bir derdi vardı. "Melek Hatun" dedi Adile hatunun sesi ve düşünceleri bir buhar olup gözleri kapıya çevrildi.

"Sultanımız çalışma odasında, seni çağırıyor" ve bir yanıt bile beklemeden yürümeye devam etti.

"Sultan" diye yineledi endişeyle ve yerden destek alarak ayağa kalktı. Herkes gibi muhakkak ki o da değişmişti.

Merakla gözlerini kapıya çevirdi ve yatakhaneden dışarı çıktı. Kısa süre sonra çalışma odasına varıp gözlerini ilgiyle sultana çevirdi. Karşısında artık genç bir sultan değil gür sakalları ve olgun bakışları ile otuzların ortasında bir sultan duruyordu.

"Beni çağırmışsınız" dedi temkinli adımlarla yaklaşırken konuştu "sultanım."

"Yarın sabah erkenden" bakışlarını çevirirken "hem yeni sarayın hem de ahalinin vaziyetini görmek için Konstantiniy'ye doğru yola çıkacağım. Hazır ol."

"Ben de mi geleceğim."

"Evet" onayla başını salladı. "En iyi kehanetini Konstantiniyye hakkında idi. Konstantiniyye'yi hissettiğin vakit belki de yeni bir kehanet dersin."

"Ben" dedi çekingen bir sesle "hazır olurum." Yeni bir emir bekleyerek dikiliyor ve sultana bakıyordu ki sultanın havada sakladığı elini görüp gitmesi gerektiğini anlamış ve selam vererek dışarı çıkmıştı.

Ertesi sabah atlar erkenden koşmaya başlamış ve öğle vakti yeni saraya varmışlardı. Sultan çalışanlardan inşaat hakkında bilgiler alıyor, yeni talimatlar veriyor Melek ise hayranlıkla üst üste dizilen taşları izliyor ve hatıralarındaki saray ile karşılaştırıyordu. Derken duyduğu nal sesleri ile başını çevirmiş ve atları içeri alan bir askerle karşılaşmış aynı anda sultanın baş işaretiyle adımlarını takip etmeye başlamıştı.

Sultan yüzünü siyah bir pelerinin altına gizleyerek ağır adımlarla ilerliyor ve ahalinin halini izliyor, nadiren yunanca konuşanları duyuyordu. Melek ise aşina olduğunu düşündüğü sokakları araştırıyor ve hayatta olduğunu ümit ederek Nicholas'ı arıyordu. Derken sultanın adımları yavaşlayarak Melek'e ilerlemesini işaret etmiş ve pazar meydanına girmişti. Sultan etrafa gelişi güzel bir bakış atıp bir kumaşçının yanında durdu. Ellerini kumaşların üzerinde gezdiriyor ve nereden geldiklerini soruyordu. Derken sokağın köşesinde yerde oturan yaşlı bir adam çekti. Yaşlı adam üzerine geçirdiği eski pelerinin altından görünen bakışları ile çökmüş gözlerini sokaklarda gezdiriyor ve önündeki bir çuval ıhlamuru satmaya çalışıyordu.

"Kimdir bu?" dedi sultan, satıcıya yaşlı adamı işaret ederek "amcanın evlatları, kimi kimsesi yok mu da bu yaşta para peşinde koşar?"

"Ne parası beyim" alayla elini havada salladı "müşteri bekler" kısık bir sesle sürdürdü. "Aramızda kalsın civarın en iyi müneccimidir."

"En iyisi ha" gözlerini Melek'e çevirdi "o halde bizim de istikbalimizi desin" cebinden çıkardığı bir miktar parayı karşısındaki adama uzatırken beğendiği bir kumaşı işaret etti "bir top alalım."

Sultan, beze sarılı kumaşı eline almış yaşlı müneccime doğru ilerliyordu.

"Ihlamur kendi bahçenden mi amca?"

"Bahçe bizim neyimize" gülümseyerek "evin önünde yaşlı bir ağacım var."

"Bir ağaç" diye yineledi ve yaşlı adamın onaylayan bakışları ile sürdürdü. "Bir ağaç ne kadar Ihlamur verir ki?"

"Allah rızkımı veriyor."

"Senin" dedi Mehmed takdire karışan bir bakışla ve gözlerini yaşlı adamın üzerinde gezdirirken sürdürdü "Pek iyi tahminlerin olduğu geldi kulağıma" değer biçen bir tavırla ıhlamur çuvalını karıştırıyordu. "Bu civarın en iyi müneccimi senmişsin."

"Mübalağa edersiniz" kısa bir bakış attı ve gülümseyerek kısık bir sesle ekledi "sultanım."

Mehmed, niyetini anlamaya çalışarak gözlerini yaşlı adama çevirmiş ve güvenilirliğine kanaat etmişti. Hemen ardından bakışlarını pazarda gezen insanların üzerine çevirerek sordu.

"Bu şehir uğruna çok savaşlar yaşandı, çok kan aktı" yeniden yaşlı adama dönerek ekledi "gün gelip de bu şehir uğruna başka kanlar akar mı? Kayıp gider mi ellerimizden?"

Yaşlı adam kısa bir an söyleyeceklerini tartarak gözlerini yere çevirmiş hemen ardından derin bir nefes almıştı.

"Şehrin kaybı cenk ile mümkün değildir, lakin akçe ile kesindir."

"Ne dersin sen" kıvrılan kaşlarının altından gözlerini açtı "açık konuş."

"Şehir şimdi de gelecekte de bizimdir lakin gün gelecek içindekiler başkalarının olacak. Ahali birkaç kuruş uğruna toprakları elden çıkaracak. İşte o vakit bize ait olanın üzerinde söz hakkımız kalmayacak."

"Kanla kazanılan bu toprakları satan her kim ise dilerim Allahın en büyük gazabına uğrasın!" Öfkeyle bakışlarını çevirmişti ki kalabalığın arasında ilerleyen oğlu dikkatini çekti. Şüphe ile Melek'e ilerlemesini işaret etmiş ve adımlarını oğluna çevirmişti. Derken kısa süre içinde Mustafa'yı dar bir sokakta gençten bir hatunla sohbet ederken görmüş aynı anda oğlu ile göz göze gelmişti. Mustafa telaşla karşısındaki hatuna birkaç kelime edip uzaklaşmasını sağlarken sultan öfkeyle oğluna ilerliyordu.

Sultan öfkeyle oğlunun yakasının yakalamış aynı anda hissettiği bir farkındalıkla dikkat çekmekten kaçınarak bırakmıştı. Gözlerini oğluna çevirdi ve tek kelime etmeden çarşının dışına yürümeye başladı.

Saraya döndükleri vakit Melek sultanın işareti ile kendilerinden uzaklaşıp hareme ilerlemeye başlamıştı. Yatakhaneye henüz girdiği vakit sehpanın üzerindeki elmalardan birini alarak uygun bulduğu bir yere oturdu. Elmadan büyük bir ısırık alarak sultanın gördükleri karşısında ne yapacağını düşünüyor ve gelen gideni izliyordu.

Akşam olmuş yemek tepsilerinin etrafı kuşatılmış kısa süre içinde yiyecekler tüketilmiş bazıları kısa bir yürüyüş için taşlığa çıkmıştı. Derken kızlardan biri yakaladığı bir kuş ile içeri girdi ve birkaç kız merakla başına üşüştü. Aynı anda Adile hatunun sesi duyulmuş ve kuşu serbest bırakmalarını söyleyerek Melek'e gelmesini işaret etmişti. Melek ilgili bakışlarla Adile Hatunun adımlarını izliyor ve soruyordu.

"Nereye gidiyoruz?"

"Sultan çalışma odasında seni çağırıyor."

"Tamam" dedi çekingen bir sesle ve yürümeye devam etti.

Bir süre sonra çalışma odasına varmış ve Adile hatunu geride bırakarak içeri girmiş aynı anda sultan duyduğu kapı sesi ile başını çevirmişti.

"Gel Melek hatun" pencereye dönerek sürdürdü "fikrine ihtiyacım var."

"Onur duyarım sultanım" tedirginliğe karışan bir merakla dikiliyor ve sultanın ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu.

"Sen de bilirsin ki hayli vakittir Mustafa Karaman'da, Bayezid de Saruhan'da. Artık oralara hâkim vaziyetteler lakin düşünürüm ki sancak değişikliği ikisinin de kabiliyetini daha çok göstermesini sağlar. Ne düşünür ne hissedersin?"

"Sancaklar" zaman kazanmak isteyerek gözlerini yere çevirdi ve Mustafa'nın Karaman'da öleceğini hatırlayarak sürdürdü "şehzadelerimiz sancaklarda pek çok şey öğrendi, iyi işler başardı. Hüküm sizindir lakin yeni yerler yeni öğretiler demektir."

"Mustafa" dedi Mehmed ve pazarda gördüklerini düşündü "göründüğünden çok daha yetenekli" silik bir tebessümle sürdürdü "hedefleri, engel tanımazlığı, onda kendimi görüyorum" derin bir nefes aldı "lakin sende gördün kanı deli akar."

"Gençlik sultanım."

"Gençlik" diye yineledi düşünceli bir tavırla ve sert bir sesle sürdürdü "ama o bir şehzade, umarsız davranamaz. Hiçbir şehzadem böyle davranmamalı. Günün birinde bu tahtı terk eylediğimde Osmanlı'yı daha ileriye taşımalı" bir yanıt arayarak gözlerini Melek'e çevirdi "sence benden sonra..."

"Şehzadelerimizin" dedi panikle "hepsi birbirinden iyi sultanım."

"Öyle olmalılar" düşünceli bir tavırla gözlerini yeniden pencereye çevirdi "başka bir çareleri yok."

*

Sabahın erken saatlerinde Gülbahar hızlı adımlarla koridorda ilerliyordu ki Gülşah ve Çiçek ile denkleşerek yavaşladı. Ağır adımlarla yaklaşırken rekabetçi bir bakışın eşlik ettiği gülümseyişiyle sordu.

"Nereye böyle hatunlar?"

"Mara Hatun'un yanına" diye yanıtladı Çiçek ve onu Gülşah'ın sesi tamamladı "Peki ya siz?"

"Mara Hatun'un yanına" koridoru işaret ederek ekledi. "Gidelim o halde, önemli bir şey olsa gerek." Endişe ile birbirlerine bakmış hemen ardından adımlarını hızlandırarak yürümeye başlamışlardı.

Daireden içeri girdikleri vakit Mara hatunun yumuşak bakışları üzerlerine çevrilmiş hemen ardından yerini değerlendiren bakışlara bırakmıştı.

"Sultanımız" dedi Mara hatun ve kendine beklenti ile bakan üç kadına merhametle baktı. Hemen ardından duygularından kaçınma isteğiyle derin bir nefes alıp silkinerek sürdürdü "bir fetva verdi, şehzadelerimiz hakkında. Muhakkak ki validelerinin de öğrenmesi gerekir. Sultanımızın fetvası şudur ki, şehzadelerden her kim tahta çıkarsa devletin nizamı adına diğerlerinin canını almak ona haktır."

"Bu da ne demek" dedi Gülbahar ve öfkeyle bir adım öne çıktı. Aynı anda Mara hatunun uyaran bakışları kendine dönmüş ve Gülşah'ın yalvaran sesi duyulmuştu.

"Validem..."

"Yeter" susmalarını işaret ederek elini havaya kaldırdı "karar sultanımızındır sorgulamak düşmez."

Gülbahar, Gülşah ve Çiçek. Üç kadın da korkuyla Mara Hatun'a bakıyor yeni bir söz bekliyor ancak o söz hiç gelmiyordu. Ne diyeceklerini ne düşüneceklerini bilemiyorlar, geçen her saniyeyle hissettikleri isyan yerini çaresizliğe bırakıyordu. Gözlerini yavaşça Mara Hatun'un üzerinden çekmeye ve birbirlerinin üzerinde gezdirmeye başladılar. Mara Hatun, yaşanacakları hissediyor nitekim bir taraf olmak istemiyordu. Gözlerini yere indirirken elini kaldırarak gitmelerini işaret etti.

Artık üç kadın da neredeyse arkadaş olarak girdikleri kapıdan birer düşman olarak çıktıklarını biliyor, nitekim hiçbiri bir kelime söylemeye cesaret edemeyerek ilerliyordu. Derken Gülbahar birkaç adım attıktan sonra aniden durdu ve iki yanındaki kadına da kısa bir bakış atıp derin bir nefes aldıktan sonra hızla başka bir koridora girdi.

Gülbahar, saray koridorlarında daha önce hiç olmadığı kadar hızlı yürüyor neredeyse koşuyor gözünün gördüğü her yüze Mehmed'i soruyordu. Çok geçmeden adımları onu Mehmed'in kapısına götürmüştü. Kapı ağalarına öfkeyle dönerek sordu.

"Mehmed, içerde mi?" bir yanıt alamamış ve daha yüksek bir sesle sürdürmüştü "Aç kapıyı!" Ağalar birbirlerine bakıyor bir karara varmaya çalışıyordu ki Gülbahar hiddetle kapıyı iterek içeri girdi. Aynı anda Mehmed'in gözleri sorguyla kapıya hemen ardından kendine mahçubiyetle bakan ağalara dönmüştü. Kapıyı kapatmalarını işaret ederek yeniden Gülbahar'a dönüyordu ki Gülbahar haykırarak sordu. "Bu da ne demek oluyor Mehmed?"

"Bu münasebetsizlik ne Gülbahar?"

"Bağışlayın sultanım" hürmetle başını eğiyor lakin öfkeden dudaklarının içini ısırıyordu.

"Anlaşılan, annemle konuşmuşsunuz" şefkatle Gülbahar'ın yanağını okşarken ekledi "Gel oturalım."

"Yani doğru öyle mi" hiddetle başını yana çevirerek yanağını kurtardı ve ateş saçan gözlerini sultana çevirdi. "Yıllarca seni Gülşah'la, Çiçek'le, Mükrime'yle ve dahası ile paylaştım. Çiçek'i severim mi sanırsın ya Gülşah'ı ikisinden de nefret ederim muhtemelen onlar da benden nefret eder. Kim zevcini paylaşmayı kabul eder ki ama padişah olduğunu bilir buna katlanabilirim. Neye katlanamam bilir misin? Üstelik sadece ben değil" işaret parmağını kapıya doğrulttu "onlarda katlanamaz. Bir anne çocuğunun ölümüne katlanamaz. Oğlum kurban mı olacak kardeşlerini kurban mı edecek, bu bilinmezliğe katlanamam!"

"Fetva devlet için verildi."

"Kardeş kanı ile yıkanacak bir devlet!"

"Devlet işlerini" dedi sakin fakat korkutan bir sesle "seninle konuşacak değilim" işaret parmağını kapıya doğrulttu "çık dışarı."

Gülbahar yırtıcı gözlerini kısa bir an daha Sultan'ın üzerinde gezdirip kendini dışarı attı. Hiddetle odasına girmiş ve kapıda dikilen cariyeye bağırmıştı.

"Çık dışarı!"

Cariye korkuyla dışarı çıkmış Gülbahar hatun ise ümitsizlikle koltuğa oturmuştu. Öfkeden titreyen elleri ile bir bardak su içerken yaşlanan gözlerini pencereye çevirdi.

Bu esnada Çiçek hatun harem yatakhanesine girmiş onun belirmesi ile tüm kızlar ayaklanmıştı. Nitekim Çiçek hiçbirini ciddiye almıyor ağır adımlarla ilerliyor ve araştırıyordu. Derken aradığını bulmanın verdiği heyecanla gözleri parlamış ve Melek'e peşinden gelmesini işaret ederek taşlığa çıkmıştı. Melek, merakla Çiçek hatunun adımlarını izliyor Çiçek ise yürümeye devam ediyordu. Yeterince uzaklaştığına kanaat ettiği vakit adımlarını durdurmuş ve etrafa kısa bir göz atarak Melek'e dönmüştü.

"Yardım et Melek hatun, müzmin tanışıklığımız hatırına yardım et."

"Derdin ne Çiçek hatun?"

"Sultanımız bir fetva verdi. Tahta çıkan şehzade diğerlerini öldürebilecek" kederle bakan gözlerle sürdürdü. "Yıldızlarına haber eyle bir yol göster." Melek, merhametle bakıyor ve teselli verecek sözler arıyordu ki Çiçek hatun ellerini yakalamış ve çaresiz gözlerini üzerine dikmişti. "İki şehzade de büyüktür kabiliyetleri pek çoktur. Cem'im daha küçük baş edemez onlarla alırlar canını."

"Metanetli olun" genç kadının yaşlanan gözlerine bakıp olacakları düşünerek onayla başını salladı.

"Sağ olasın hatun" dedi minnettar bir sesle ve hâlâ tuttuğu elleri bırakıp gülümseyerek saltanat kapısından girdi.

Şehzadelerin sancak değişikliği ile Gülşah hatunun kendine olan güveni de artıyordu. Zira Saruhan veliaht şehzadelerin sancağı idi. Öyle ki vaktiyle Fatih de o sancakta görev yapmış şimdi ise bu hareketle Mustafa'yı bir nevi asıl veliaht haline getirmişti.

"Oğlumdan vazgeçti" diye söylendi Gülbahar ve kabullenmek istemeyerek başını iki yana salladı. Bir yol bir çare arıyor nitekim vicdanını rahat kılacak bir çare bulduramıyordu. Derken daire kapısı açılmış ve Bayezid telaşla içeri girmişti.

"Bu da ne demek validem?" Gülbahar hatun oğlunu sakinleştirmek isteyerek ayaklandı. "Kardeşlerim ya da ben öyle mi? Üstelik sancaklar..."

"Onlar artık kardeşin değil Bayezid" oğlunun yüzünü avuçlarının arasına alarak gözlerini birbirine kenetledi. "Sen ağabeyleri olabilirsin lakin onlar senin kardeşin olamaz."

"Ne dersin sen validem" öfkeyle geri çekilmiş yüzü annesinin avuçlarından kaymıştı. "O senden küçük, böyle ufak bir şey için kardeşinin kalbini kırma... Bunları söyleyen sen değil miydin? Tahta kılıçlarla oynadığımızda dikkat et kardeşinin yüzüne çarpmasın. Bunu diyen kimdi validem? Kimdi!"

"Bendim" dedi sakin bir sesle ve gözlerini oğluna çevirdi. Bayezid'in hayal kırıklığına karışan öfkeli bakışları yüzünde acı bir gülümseme yaratmış ve oğlunun elini yakalamıştı. Ellerini oğlunun elinin üzerinde gezdirip okşarken sakin bir sesle konuştu. "Dert eyleme aslanım. Bu temiz eller kardeş kanına bulanmayacak. Gün gelecek devleti aliyenin kaderi sana adanacak" acı bir tebessümle ekledi "validen elbet bir çare bulup derdine derman olur."

*

* Topkapı sarayı Fatih tarafından yapılmış olsa da sonraki padişahlar saraya bazı eklemeler yaptırmıştır. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmed başta olmak üzere Acem Ali, Davud Ağa, Mimar Sinan ve Sarkis Balyan Topkapı sarayının mimarları olarak bilinir.

* Şehzade Mustafa'nın Karaman sancağında öldüğü yazılıyor ancak veliaht şehzadelerin görev yaptığı Saruhan'da görev yaptığı da yazıyor. Fatih'in gözde şehzadesi olduğu düşünülürse hayli olası.

* Fetva'nın Fatih tahta çıktığı sıralarda verilmiş olduğu söylenmekte ve kardeşlerinin öldürülmesi de bunu desteklemekte. Fetva veriliş tarihi hikaye bütünlüğü açısından değiştirilmiştir.

* Müzmin - Uzun zamandan beri süren, ne kadar süreceği belli olmaksızın sürüp giden.

 

Bölüm : 17.01.2025 12:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...