
Günler sonra ordu düşünülenin aksine yeni bir fetihle değil zorunlu bir vazgeçişle geri dönmüş bu vaziyetin faturası ise Zağanos Paşa'nın aldığı yanlış bir karara kesilmişti. Öyle ki Sultan günlerdir öfke kusuyor, Zağanos ile denk düştüğü her vakit hiddetle bakıyor, imkân bulduğu her an gazabını üzerine salıyordu. Onun bu hâli herkesi korkutuyor Mara Hatun'u ise üzüyordu.
Karanlık çöküp el ayak kesilmeye başladığı bir sırada Mara Hatun, Mehmed'in yanına varmış biraz olsun derdini hafifletmeye çalışıyor Mehmed ise içini yiyip bitiren öfkeyle pencere önünde dikiliyordu.
"Mehmed, artık olan oldu."
"Olmamalıydı!" Sesinin şiddeti öyle yüksekti ki hissettiği mahcubiyetle susup gözlerini yere indirdi. Aynı anda Mara Hatun'un eli omzuna düşmüş ve gözlerini kaldırması için kuvvet vermişti. "Olmamalıydı" diye yineledi "her yanı ele geçirmiştik. Enderun'dan yeni çıkmış değil onun gibi deneyimli biri askerleri kati suretle başka bir yere göndermemesi gerektiğini bilir."
"Haklısın. Lakin Zağanos Paşa yıllardır senin yanında savaş verir. Yoksa sadakatinden şüphen mi var?"
"Hayır ancak" derin bir nefes alarak sürdürdü. "Askerler daha gidecekleri yere varamadan yenildik! Güney asker eksikliği çekiyor diğer yanda askerler yardım bekliyordu lakin hiçbiri emeline ulaşamadı."
"Öfken hayli yerinde lakin unutma ne kadar deneyim sahibi olursa olsun herkes hata yapar. Hatalar, yanlış seçimler insan olduğumuzu hatırlatan yegâne şeydir."
"Kuşatmayı kaldırmak mecburiyetinde kaldım" gözlerini dikkatle annesine çevirdi. Adil bir hükümdarın duygularına teslim olmaması gerektiğine kanaat ediyordu. "Kaybettiğim yüzlerce asker nedensiz öldü. Bunun bir cefası olmalı." Sesi öyle kararlı çıkmıştı ki hali Mara Hatun'u dahi endişeye itiyordu. "Ona ablamla evlenme şerefini verdim lakin görürüm ki..."
"Mehmed" tüm olanlara karşın sesinde huzur ve güven veren bir tını vardı "Aklın cezasını gönle kesme. Zira bu durum yalnız paşayı değil ablanı da üzer."
Mehmed onayla başını sallarken öfkesi yerini anlayışa bırakmaya başlamış ve yeni bir ceza düşünmeye başlamıştı.
Bu sıralarda Melek, haremin bir köşesinde ileri geri yürüyor günlerdir yüzünü bile göremediği Zağanos'u düşünüyor, yenilginin onu ne kadar üzdüğünü tasavvur ediyordu. Derken yatakhanenin kapısı açılmış ve Adile Hatun, yanında yüzüne dökülen saçlarının suretini gölgelediği bir yüzle içeri girmiş bu esnada birçok yüz kapıya dönmüştü.
"Buraya bakın" diye seslendi Adile Hatun ve tüm kızların dikkatini çektiğine emin olduktan sonra sürdürdü "Bu Çiçek Hatun. Artık sizinle kalacak" ve gitmeden evvel bıkkın bir sesle ekledi "Tanışın kaynaşın."
Melek, adını işitir işitmez kuşku ile bakan gözlerini yeni kıza çevirdi ve bunun bir isim benzerliği mi yoksa geleceğin şehzade annesi mi olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Çiçek, endişeyle Adile Hatun'un az evvel çıktığı kapıya yardım bekleyen bir bakış atmış nitekim kimseyi görememişti. Yalnız olduğunu anlamanın verdiği bilinmezlikle ne yana gideceğini yahut ne demesi gerektiğini bulduramıyor merakla kızlara bakıyordu ki birkaç kız oturduğu yerden kalkıp etrafını sarmaya başlamıştı.
"Kaç yaşındasın" dedi içlerinden biri, bir kurt sürüsüne liderlik eden bir tavırla.
"On yedi" etrafını saran kızlara çekinerek bakıyor kendine yöneltilen soruları yanıtlamaktan başka bir çare göremiyordu.
"On yedi mi" memnuniyetsiz bir tavırla ve daha üstün olduğunu kanıtlamak isteyerek karşısında dikilen kızın elmacık kemiklerini işaret etti "pek zayıf, hayli sağlıksız görünüyor."
"Kızlar" dedi Melek, uyaran bir sesle. Öyle ki artık yeni kıza söylenen her kötü sözle kendini onun yerine koyuyor vaktiyle kendinin aynı muameleyi görmemesinin tek nedenini yaşça daha büyük görünmesine bağlıyordu. Gözlerinde iyiden iyiye belirmeye başlayan bir öfkeyle yeniden seslenmiş ancak umursayan olmamıştı.
"Muhtemel birkaç seneye kalmaz ölür."
"Ne senesi Hatun" diye yanıtladı bir başkası ve gülerek parmaklarını genç kızın saçları arasında gezdirmeye başladı "Çiçek bu, sonbahar geldi mi solar gider."
"Çiçektir" diye onayladı Melek ve yeni kıza yaklaşıp gülümsedikten sonra saçlarında gezen eli çekip attı "lakin dikkat et dikeni batmasın o narin ellerine." Hemen ardından alayla ekledi. "Velhasıl bilmeyiz yaradan sana nasip eder mi görmeyi."
Genç kız şaşkınlığa karışan bir endişeyle Melek'e dönmüş öyle ki artık Çiçek'in yahut diğer kızların varlığını bile umursamıyordu. "Ne dersin sen?"
"Ben değil."
"Kim der" hızla ileri bir adım atıp Melek'in kolunu yakaladı. "Ölecek miyim?"
Melek, koluna yapışan ele gelişi güzel bir bakış atıp gözlerini bir kez daha kıza çeviriyordu ki bir çok yüzün endişe ile kendisine döndüğünü fark etti. Öyle ki tüm kızlar Melek'e ölecekleri vaktin bildirildiğini düşünüyor ve korkuyla olan biteni izliyordu. Melek olası bir kargaşaya mahal vermemek adına elini yavaşça çekip alırken yanıtladı.
"Allah bilir." Bu bilinmezlik dolu cevapla kızların bir kısmı söylenmeye başlamış o ise söylenenleri yok sayarak dikkatini Çiçek'e çevirmişti. Elini sevecen bir tavırla genç kızın omzuna atıp yanına çekti. "Gel." Çiçek sorguyla yanında ilerleyen Melek'e bakıyor ancak bir tehlike olmadığını düşünerek ilerlemeye devam etmiş ve kendine gösterilen minderin üzerine oturmuştu. "Karnın aç mı?"
"Hayır" göz bebekleri güvende olduğuna emin olma isteğiyle etrafı kontrol ediyordu.
"Pekâlâ" gülümseyerek tahta dolaplardan birine yöneldi ve kısa bir araştırmanın ardından bulduklarını uzattı "yine de biraz atıştır."
"O kız" kendine uzatılan kurabiyeyi alırken "ne diye senden korktu?"
"Korkmadı."
"Ama bir şey oldu, onu kızdıracak, paniğe düşürecek bir şey" ileri gittiğini düşünerek utanmış ve gözlerini kaçırmıştı.
"Evet" onayla başını sallarken alayla gülümsedi. Öyle ki az evvel korku içinde dikilen kız kendine uzatılan bir elle kabuğunu kırmayı başarmış ve neredeyse hesap sormaya başlamıştı. Bu yüzyıl da farklı değildi, kadın kadına güç verirdi. "Er ya da geç öğreneceksin" ve gözlerini merakla bakan Çiçek'e çevirdi. "Ben bir müneccimim. Yıldızlar ara sıra bana yol gösteriyor."
"Müneccim mi" gözleri şaşkınlıkla açılmış öyle ki elindeki kurabiyeyi kucağına bırakmıştı. "Yani o kız ölecek mi?"
"Bilmem belki ölür ama yıldızlar bana ondan bahsetmedi" göz kırparak ekledi "sadece küçük bir yalandı."
"Senin adın ne?"
"Melek ve sen Çicek" kucağındaki kurabiyeyi işaret ederek gülümsedi "doyur artık karnını."
"Bu nedir?"
"Kavala kurabiyesi, bir süredir saray mutfağında da pişiyor."
Bu esnada Fatma Hatun çoktan odasına çekilmiş yanan mumların loş ışığı altında tıbbiye ile alakalı bir kitap okuyordu. Öyle ki Melek'ten duyduğu minik bir tavsiye ile neredeyse ortadan kaybolan ayak ağrısı zaten sahip olduğu merakın ortaya çıkmasına vesile olmuş ve neredeyse tüm boş zamanını okuyarak geçirmeye başlamıştı. Şimdilerde yavaştan ufak tefek rahatsızlıklara derman olur vaziyete erişmek üzereydi. Okuduğu bir cümleyle gözleri ilgiyle büyümüş yeniden okumaya hazırlanıyordu ki kapı açıldı ve Mara Hatun peşinde iki hizmetliyle içeri girdi. Aynı anda Fatma Hatun'un tüm alakası Mara Hatun'a yönelmiş ve elindeki kitabı özenle kapatarak ayağa kalkmıştı.
Mara Hatun, hissettiklerini saklamak konusunda diğer saray kadınlarından çok daha usta tavırlar sergiliyordu. Bir anne edasıyla Fatma Hatun'a yumuşak bakışlar atarken dudaklarını bile oynatma zahmetine girmeyerek havaya kaldırdığı eliyle hizmetkarlara çıkmalarını emretmişti. Kapanan kapı sesiyle Fatma Hatun'un gözleri büyük bir ilgiyle yanmaya başlıyordu ki Mara Hatun'un dudakları kıvrılarak zarif bir tebessüm oluşturdu.
"Konuştum."
"Ne dedi?"
"Hayli öfkeli" koltuğa kısa bir bakış atıp uygun bulduğu bir köşeye geçmek üzere yaklaşmaya başlamış bu esnada Fatma Hatun şaşkınlıktan buyur etmeyi bile unuttuğunun farkına vararak utanca bürünmüştü. Nitekim Mara Hatun dirseğine dokunarak gülümsemiş ve bir sorun teşkil etmediğini anlatmıştı. Fatma Hatun az evvel kalktığı yere yeniden oturduğunda Mara Hatun da sürdürdü. "Seferde olanlar malum öfkesi bir ateş gibi yakıyor lakin sana olan sevgisi galip gelecek gibi görünüyor."
"Yani" gülerek "müsaade edecek."
"Öyle sanıyorum lakin emin misin?" Alaka ile gözlerini Fatma Hatun'a çevirdi. "Şayet düşüncen değişmiş ise böylesine büyük bir hata etmişken Zağanos Paşa ile olan izdivacın derhal yok sayılabilir."
"Zinhar düşüncem değişmez. Zira hatırlar mısınız bilmem lakin sultanımız saraya ilk vardığı zamanlar vaktin çoğunu birlikte geçirirdik."
"Pek iyi anlaşırdınız" diye onayladı geçmişe hasret duyarak.
"Öyle. Sizde tahayyül edersiniz ki o zamanlardan belliydi ne kudretli olacağı. Pek çok konuda onunla yarışabileceğimi düşünür" alayla gülümsedi "lakin başaramaz düşerdim. Dizlerim öyle acırdı ki tek adım yürüyemezdim. İşte o vakitler Paşa beni kucağına alır ve saraya sokardı."
"Paşa ile en son ne vakit denk düştün yahut sesini duydun?"
"Sanıyorum babam tahtı Mehmed'e emanet etmeden birkaç yıl evveldi." Mara Hatun, kaygıyla karşısındaki kadına bakıyor ve o günleri tahayyül etmeye çabalıyordu. Zira sözü edildiği vakitler Fatma Hatun en fazla dokuz, on yaşlarında bir kız çocuğuydu. Genç kadının aklını başına getirecek bir kelime etmeye yeltenmiş ancak Fatma Hatun'un kelimeleri araya girmişti. "Başka bir paşa da yardım edebilirdi lakin her defasında beni koruyan oydu. Zira onun da kalbi benim için atmaya başlamıştı. Lakin siz de bilirsiniz ki hanedanımızın kadınları her vakit zevcinin tek eşi olmalıydı ve paşa evliydi." Gözlerini hüzünle yere çevirdi. "Mukadderat Nefise Hatun da bana reva edilen zevcim" cümlesini tamamlamaktan caymıştı. "Elbet onlar için de üzülürüm lakin bu rabbin bizim aşkımıza verdiği bir fırsat."
Mara Hatun, artık elinden bir şey gelmeyeceğini anlamanın verdiği çaresizlikle Fatma Hatun'un gülümsemesini izliyor ve gizlemeye uğraştığı bir dehşetle duyduklarını sindirmeye çalışıyordu.
Ertesi gün kahvaltı sonrası Melek Zağanos'u görme ümidiyle koridora çıkmış ne var ki hiçbir koridorda, büyük bahçede yahut şimdilerde gizli bahçe olarak anılan ağaçların arasinda denk düşmemişti. Adımlarını bir kez daha yatakhaneye çevirirken enderunu haremi hümayuna bağlayan koridorda yürüyen Radu gözüne çarptı.
"Radu Bey"
"Günaydın Melek Hatun" parmaklarını düşünceli bir tavırla birbirine geçirdi.
"Ne o? Pek iyi görünmezsin."
"İyiyim, yalnızca anlam veremiyorum" kafa karışıklığı içinde bakıyordu. "Belki duymuşsunuzdur Zağanos paşa sefer sırasında talihsiz bir karar verdi."
"Kulağıma bir şeyler çalındı lakin tam bir malûmatım yoktur."
"Sultan az evvel Paşayı görevinden azat etti lakin diğer yandan" merhamete karışan bir pişmanlıkla bakıyor ve olanları kendisinin dile getirmesinin uygun olmadığını düşünüyordu. "İzninizle biraz işim var" adımlarını hızlandırırken ekledi "gününüz hayır olsun."
Melek, Radu'nun yarım ağız dile getirdiklerinden bir anlam çıkarmaya çalışıyor lakin bir şey bulamıyordu.
Akşam vakti gelip çatmış haremin kapıları yavaştan kapanmaya hazırlanıyor, kızlar birer birer yatakhaneye ilerliyordu. Melek de onlardan biriydi. Yatakhaneye çevirdiği adımları koridorda ağır ağır birbirini izliyordu ki yolu Zağanos'a denk düşmüş ve gülümseyerek selam vermiş ancak karşılık alamamıştı. Öyle ki Zağanos'un yüzü bir kireç kadar beyaz ve ifadesizdi. Görevden azdedilmenin verdiği hüsran içerisinde olduğunu düşünerek yaklaştı.
"İyi misin?" Nitekim bir yanıt alamamış ve öğrenme arzusu ile yinelemişti.
"Sultan" dedi Zağanos kudretini iyiden iyiye kaybetmeye başlayan bir sesle ve güç alma isteğiyle gözlerini sıkıca kapadı. "Sultan beni veziriazamlıktan azat etti. Yerime de Mahmud Paşa'yı tayin etti."
"Bir şey kaybetmiş değilsin. Kısa bir tatil gibi düşün. Gün gelip sultanın öfkesi bitecek ve o vakit yeniden..."
"Bu son" diye araya girdi ve pişmanlık dolu gözlerini dikkatle kendine anlamaz bakışlar atan Melek'e çevirdi. "İyi bak. Zira ben öyle yapacağım. Gün gelecek saçlarıma ak düşecek, kulaklarım işitmez ve gözlerim görmez olacak. Lakin aklım yerinde olduğu her vakit gözlerinin kahvesini hatta içinde gezinen siyahın parlaklığını dâhi hatırlayacağm. Aksi halde ne ben ne de sen emniyette olmayacaksın."
"Neden bahsediyorsun?"
"Sultan gitmemi emretti. Beni Balıkesir'e sürüyor, Fatma Hatun ile."
"Fatma Hatun ile mi?" Zağanos'un gözlerinde umutsuzluk Melek'in gözlerinde ise iyiden iyiye kendini gösteren bir kırgınlık vardı. Öyle ki Zağanos'un askeri başarıları dışında kim olduğu pek bilinmediğinden olsa gerek bu bilmediği devirde onunla bir hayat yaşayabileceğine inanmıştı.
"İnan bu izdivaç" sözlerin gerçekliğinden saklanma isteğiyle gözlerini kaçırdı. "En karanlıkta bile bir ışık vardır" güçlükle tebessüm etti. "Şayet Sultan ile konuşmuş ancak iznini alamamış olsam vakti geldiğinde başka biri ile olacaktın. Bunu görmeye katlanamazdım."
"O halde" sulanmaya başlayan gözlerine karşı gelmeye çabalayarak "bu sürgün hayırlı oldu." Gözlerini yavaşça Zağanos'tan çekip hareme ilerlemeye başladı. Üzüntü ile ferahlık hissiyatı birbirine karışıyor, attığı her adımla sanki bir sıraya tabiiymişçesine ortaya çıkıyordu. Evleniyordu lakin daha kötüsü sona yaklaşıyordu.
Hareme varır varmaz gözleri giysi sandığını bulup ilerlemeye başladı. Sandığının kapağını kaldırıp giysilerini karıştırmaya başlarken kendine bakan birkaç kıza denk gelmiş ve sorguyla havaya kaldırdığı kaşının altından kısa bir bakış atmıştı. Aynı anda kızlar avcısına yakalanmak istemeyen birer tavşan gibi hızla gözlerini çevirdi. Meraklı gözlerin yön değiştirdiğini görür görmez elbiselerini teker teker araştırmayı sürdürmüş en nihayetinde giysilerle gizlediği tokayı eline almıştı. Zağanos haklıydı, emniyette olmanın yolu buydu.
Ertesi gün Adile Hatun'un sesi her zamankinden daha erken duyulmuş ve uyanmalarını haykırmaya başlamıştı. Adile Hatun telaş içinde yatakhanede bir ileri bir geri koşuyor bir hâl çare arıyordu. Öyle ki sarayda bir düğün gerçekleşeceği vakitler aylar yahut haftalar öncesinden hazırlıklara başlanırdı. Şimdiyse Sultan, Zağanos'un başarısızlığı sebebiyle görkemli bir düğün hak etmediğine kanaat etmiş ve bir gün içinde nikâhlanıp Balıkesir'de kendilerine tahsis edilen yere gitmelerini buyurmuştu.
"Adile Hatun" diye seslendi Melek ve dikkatini çektiğini anlar anlamaz Adile Hatun'a doğru yürürken sürdürdü. "İzin verirsen Fatma Hatun'un bir ihtiyacı var mı sormaya gideyim malûm taşınma telaşı vardır. Bir yardımım dokunur belki."
Adile Hatun kızlara kısa bir göz atmış ve birinin eksilmesinde bir ziyan görmemişti. Destekleyen bir baş işaretiyle gözlerini kapıya çevirdikten sonra diğerlerine dönerek çeyiz hazırlığı hakkında konuşmayı sürdürdü.
Bu esnada Melek, Fatma Hatun'un odasına varmış ve yatakhanedeki telaşın bir yansıması ile karşılaşmıştı. Fatma Hatun'un hizmetlileri aldıkları emirlerle bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Derken Fatma Hatun'un gözleri anlık bir farkındalıkla Melek'e dönmüştü.
"Hoşgeldin" yüzünde geniş bir gülümseme vardı.
"Ben bir ihtiyacınız var mı diye gelmiştim."
"Kızlar hallediyor" cam kenarındaki yerine ilerlerken sürdürdü "gel otur kısa bir muhabbet edelim, son kez."
"Bu durumdan" gözlerini kısa bir an kızların doldurduğu sandıklara çevirmiş hemen ardından Fatma Hatun'un yanına oturmuştu.
"Hiç haberimiz olmamıştı."
"Herşey o kadar hızlı oldu ki" derin bir nefes aldı "yazgı böyleymiş." Aynı anda aklına gelen bir fikirle gözlerini açtı "belki seni de götürebilirim. İyi dost olduk."
"Hayır" dedi net bir sesle. Zira göz gördüğü her vakit akıl düşünür ve sualler eder ancak yanıt veren kalp olurdu. Mahçubiyetle Fatma Hatun'un bozulan yüzüne döndü öyle ki sesi çok net çıkmış ve büyük bir ayıp ettiğini anlamıştı. "Gelmeyi elbet isterim lakin Sultan'a ne vakit fayda sağlayacağım belli değil. Burada kalmam daha doğru olacaktır."
Fatma Hatun'un bakışları haklılığını kabul ederek anlayışa bürünmüştü. "Kabul ederseniz, bir düğün hediyem var. Size layık değil lakin vakit dar olunca..." Elbisesine sakladığı tokayı uzattı "umarım beğenirsiniz."
"Zümrüt mü bu" taşlarla süslenmiş tokayı incelemeye başlamış aynı anda sorgu ile Melek'e dönmüştü "bunu nasıl aldın?"
"Tutumlu biriyim" gülümsedi "hem takdir edersiniz ki her ihtiyacımız görülür."
Fatma Hatun ikna olmuş bir halde parmaklarını tokanın üzerinde gezdirmeye başladı. Öyle ki gidişinin ardından Melek kendisi için pek önemli bir arkadaşı kaybedecek şimdiyse bu kıymetli hediye ile ne sağlam bir arkadaş olduğunu kanıtlıyordu. Bir pirinç tanesi büyüklüğündeki taşlar öyle bir ahenkle dizilmişti ki değerini kanıtlamaya uğraşmıyor lakin saklayamıyordu da.
"Pek güzel bir hediye. Ne kadar düşünceli bir hatun olduğunu hatırlayacağım."
Saatler sonra tüm eşyalar at arabalarına yük edildiğinde sarayı terk etme vakti de gelip çatmıştı. Fatma Hatun beraberindeki Zağanos ile son kez sultanın huzuruna çıktıktan sonra sultanı yalnız bırakıp Balıkesir'e doğru yola koyuldu. Sultan burukluk ile tatmin hissini aynı anda yaşıyordu. Zira ablası artık gözünün önünde değil yolculuğu günler sürecek bir şehirde hayatını sürdürecekti. Yine de her ne kadar öfkeli olsa da bu hayatı Zağanos ile sürdürecek olması içini rahat ettiriyor onun güvende olacağını düşündürüyordu. Derken çalınan kapı ile düşüncelerinden sıyrıldı.
"Melek Hatun" kaşları ilgiyle kıvrılmıştı. Zira bu hatun ne vakit karşısına çıksa önemli bir getiriyordu.
"Sultanım" dedi verdiği selamın ardından "Bir defter yahut birkaç kağıt ile kaleme ihtiyaç duyarım."
"Defter ve kalem mi?"
"Evet."
"Ne yapacaksın defter ile kalemi."
"Bilmiyorum. Yıldızlar vakti geldiğinde söyleyeceklerini yazmam için defter ve kalem bulmamı söylediler."
Sultan yanıt arayan bakışlarını Melek'in üzerinden çekerken onayla başını salladı. Aynı akşam Garip Ağa elinde bir defter ve kalem ile haremden içeri girmiş elindekileri kuşkuyla Melek'e uzatmıştı.
"Al." Gözlerinden öfke fışkırıyordu. "Ne yapacaksan defteri kalemi."
"Sağolasın ağam" Garip Ağa'nın öfkeli hali yüzünü gülümsetmişti. Zira Garip Ağa mühim durumlarda kullabilecek kağıt ve kalemler haremde de mevcutken böyle bir şey için sultanın karşısına çıkmayı doğru bulmuyordu. Nitekim saray öyle bir yerdi ki kötülükler ve başarısızlıklar gizlenmeli, iyilikler ve başarılar ilan edilmeliydi. Aksi halde önemi olmayan bir kişi oluvereceğini düşünüyordu. Zira aşık olmanın neredeyse imkansız olduğu bu çağda gidebileceği başka bir yer de yoktu.
Garip Ağa uzaklaşır uzaklaşmaz. Melek en önemli ödevlerini yaparken yaptığı gibi bağdaş kurup defterle kalemi önüne almış ve birçok kızın bakışlarını üzerine çekmişti. Vlad'ın yapacaklarını söyleyebilmek için bir takvime ihtiyacı vardı.
Günlerce ortada görünmemiş, takvim farkını hesaplamış ve dikkatini çizmeye çalıştığı takvimden ayırmamıştı. Yine de hangi ayın kaç gün çektiğini hesap edemiyor ve ortalama bir sayı ile ilerlediğinden tam on beş gün fark atıyordu.
Artık nihai amacına ulaşması için göze batmadan sarayda kalması iyi bir bahane ve Fatih'e sunacağı küçük kırıntılara bağlıydı zira olacakların tarihini bilmesi için gece baskını gerçekleşmeliydi.
****
*Çiçek Hatun- Sırp, Venedikli ya da Türkmen olduğu yönünde açıklamalar mevcut. Bu bölümde görünmesi şehzade Cem'in 1459 yılında dünyaya gelmesi ve haremdeki cariyelerin bir süre eğitimden geçmesinden kaynaklıdır.
*Bazı kaynaklar Zağanos paşanın bir süre sonra damat olarak anıldığını bu nedenle hanedandan biri ile evlendiğini işaret ediyor. Bu konuda yazılanlar kendi içinde ikiye ayrılıyor. İlki Fatih'in kızı ile evlendiğini bir diğeri ise o dönemde Fatih'in evlenecek yaşta kızı bulunmadığından (11) kardeşi (26) ile evlendiğini ifade ediyor. Bunun dışında Fatma Hatun hakkında da iki açıklama var biri Çandarlı İbrahim Paşa'nın oğlu Mahmud Çelebi ile bir diğeri Zağanos Paşa ile evlendirildiği şeklinde. Hikaye iyiliği açısından Fatma Hatun tercih edilerek yazıldı.
*Vlad Dracula hakkında pek çok araştırma olmasına karşın hayli az bilgi vermekle birlikte genel itibariyle net değil. Zira Vlad'ın doğum tarihi 1428-1431 yılları arasında Osmanlı sarayına gelişi ise 14-17 yaşları olarak kabul ediliyor. Bu nedenle her ne kadar tarihten ilham alınsa da hikâyede Vlad Dracula ve Fatih Sultan Mehmed arasında geçenler tamamen hayal ürünüdür.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.87k Okunma |
752 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |