

Radu, elindeki mektuba endişe ile bakıyor ve gerçekliğinden korkarak tekrar tekrar okuyordu.
"Eflak için...Evine dön kardeşim."
Söylentiler doğruydu. Vlad artık bambaşka biriydi. Üstelik her mektubunu kardeşine evine dönmesini söyleyerek sonlandırarak Radu'yu kararsızlığa sürüklüyordu.
Radu büyük bir bataklığa saplanmış ne yana adım atsa batacağını biliyor korkuları her saniye artıyordu. Vlad’ın yaptıklarından sonra kendini taht adayı gösterenlerin sayısı epey artacak ve bu durum Vlad’ı rahatsız edecekti. O artık yalnızca kardeşini koruyan cesur ağabey değil Eflak’ı da düşünmek zorunda olan ve her şeyi yapacak kadar gözünü karartmış bir hükümdardı. Boş bakışlarını kâğıda çevirmiş bir süre öylece kalmıştı ki gözüne bir kelime ilişti. Kardeşim.
“Kardeş” diye söylendi gerçekliğine inanamayan bir ifadeyle ve hatırladı.
Osmanlı sarayında iki zıt duygunun aynı anda hâkim olduğu günlerdi. Sultan Murad’ın vefatı henüz sindirilmiş gözler genç Mehmed’e dönmüştü. Ağalar, kapıkulları ve pek çok yeniçeri sarayın bahçesinde büyük bir kalabalık oluşturmuş genç sultanın ağzından çıkacak sözleri bekliyordu. Sultan yavaşça ayağa kalktı ve açıkladı.
“Devletimizin selameti için…” Aynı gece iki küçük şehzade katledilmiş koridorlar hıçkırıklara boğulmuştu.
Radu elindeki kâğıdı birinin görmesinden öyle korkuyordu ki onlarca küçük parçaya ayırmış ve yaktığı bir mumun insafına bırakmıştı. Nereye gidecek nerede tasasız bir nefes alabileceğini düşünüyor lakin böyle bir yer düşleyemiyordu bile. Taht için çekinmeden kardeşlerini öldürüp kendine kardeşim diye seslenen birlikte büyüdüğü sultana mı yoksa gözünden akan bir yaş için dövüşmeye kalkan şimdi ise tahtı için suçsuzlara dahi işkenceler çektirerek öldüren ağabeyine mi? Radu için onlar farklı taraflarda mücadele veren aynı ruhtu.
Artık Radu’nun günleri düşünmekle geçiyor ağzından çıkan her kelimeyi daha büyük bir özenle seçiyordu, seferde bile. Neyse ki ağabeyine kıyasla daha soğuk kanlı hareket ediyor, duygularını değil mantığını dinliyor oluşu onu sultanın gözünde zararsız kılarak güvende tutuyordu.
Sefer sona ermiş ve Osmanlı Semendire'ye de bir sancağını dikmiş ne var ki Eflak'tan beklenen vergi hâlâ Osmanlı topraklarına ulaşmamıştı. Sultan zihninde dolanan ihtimallere bir netlik kazandırmak isteyerek elçilerini yola koymuş bir haber bekliyordu.
*
Eflak sarayında sıradan bir gündü. Vlad sırtını tahta yaslamış ve gözlerini kapatarak zihnini dinlendiyordu. Taht odasının kapısı açılıp güvenilir askerlerinden biri içeri girmiş ve Vlad'ın huzur dolu anına son vermişti.
"Osmanlı elçileri kapıda" prensim.
"Osmanlı elçileri" diye yineledi sahte bir inanmazlıkla süslediği gülümseyişiyle. Zira uzun bir vakittir bu anı bekliyordu. "İçeri al onları." Üstünlüğünü belli etmek adına başını olduğundan daha dik bir konuma getirirken gözlerini dikkatle içeri giren elçilere çevirmişti.
"Huzurunuza kabul buyurduğunuz için sağ olun, Prens Vlad." Vlad, önem vermeyerek başını sakladıktan sonra elini elçiye doğrultarak sürdürmesini işaret etti. "Sultan'ımız yakın bir zamanda sarayında ağırlamak istediğini iletiyor."
"Eminim ki sultanınız yanımda birkaç sandık da altın getirmemi de istemiştir."
"Yalnızca Osmanlı ve Eflak arasındaki anlaşmanın gerektirdiklerinin yerine getirilmesini bekliyorlar."
"Anlaşma" diye yineledi alayla ve dikkatle elçilere döndü. Gözleri ilk defa olarak zorunlu bir saygı ile bakıyor lakin hoşnutsuzlukları her hallerinden belli oluyordu. Kısa bir an isimlerini hatırlamaya çalıştıysa da önemli olmadığını düşünerek sürdürdü. "Ne yazık ki hiç altınım yok. Hepsini sultanınızdan korkup üzerime sıçrayan Macarlar'dan kurtulmak için harcadım."
"Prens sizde biliyorsunuz ki sultanımız tahta çıkmanıza izin verdiği vakit ona sadakat yemini ettiniz ve..."
"İzin" diye yineledi iyiden iyiye kendini belli eden bir tiksintiyle ve omuzlarını güvenle geri attı. Aynı anda elçileri büyük bir endişe sarmıştı.
"Anlıyorum prens. O halde sultanımızı ziyaret edip kendisine saygı duyduğunuzu kanıtladığınızda bu durumu sultanımıza bizzat anlatabilirsiniz.”
Vlad, değerlendiren bir tavırla kaşını kaldırmış hemen ardından yüzünde belli belirsiz bir gülümseme meydana gelmişti. Geçen her saniyeden zevk almak isteyerek yavaşça ayağa kalktı ve telaşsız adımlarla elçiye yaklaştı.
“Peki ben sizin gösterdiğiniz saygının hakikatinden nasıl emin olabilirim, şapkalarınızı dahi çıkarmadınız.”
Elçi iyiden iyiye hissettiği bir huzursuzlukla gözlerini kısa bir an salonda gezdirdi. Burada tüm askerlerin başı çıplak yalnızca Vlad’ın şapkası vardı. Onun karşısında şapka ile durmak iktidarını görmezden gelmekten farksızdı. İçerisinde bulunduğu durumun vahametini gizlemeye çalışarak başını daha dik bir konuma getirdi. Hemen ardından dikkatini hâlâ bir yanıt bekleyen prense çevirdi.
“Haklısınız prens ancak sizde biliyorsunuz ki Osmanlı kanunları şapkasız gezmemize müsaade etmez.”
“Evet ama burası Targovişte” gözlerini elçinin gözlerine dikerek sürdürdü “ve Targovişte’nin de kendi kanunları var.” Elçinin inip kalkan göğsü hissettiği korkuyu ortaya çıkarıyordu. Kaçamak bir gülümsemeyle ekledi. "Pekâlâ eski günlerin hatırına Osmanlı için bir ayrıcalık yapabiliriz." Gözlerini yavaşça elçinin üzerinden ayırıp ağır ancak keyifli adımlarla odanın başka bir köşesine ilerlemeye başlarken başını hafifçe askerlerine çevirdi. Aynı anda elçilerin etrafı sarılmıştı. Elçiler kollarını yakalayıp bedenlerini etkisiz kılan askerlerden can havliyle kurtulmaya çalışıyor, askerler ise kendilerine verilecek yeni emri bekliyordu ki bir kez daha Vlad'ın sesi duyuldu. "Kaza ile başınızdan düşmesin."
Vlad büyük bir kararlılıkla yaklaşıp gözüne kestirdiği bir elçiyi boynundan tutarak askerin elinden aldı ve duvara sürükledi. Bu esnada prensin elinde tuttuğu çekiç ve çivileri gören askerlerden bazıları prensin yanında yer alarak elçiyi sabit tutmaya çalışmıştı. Artık salonlar çığlıklar ile yankılanıyor, Vlad'ın her vuruşu ile askerler elçileri sabit tutmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Öyle ki bazı askerler kurtulmaya çabalayan adamlara merhametle bakıyor ancak çaresizlikle bakışlarını çeviriyor Vlad'ın gülümsemesi git gide daha da belirgin hâle geliyordu.
*
Günler sonra elçilerden yalnızca biri kanlar içinde saraya varmıştı. Güçlükle atın üzerinden indi ve beraberinde getirdiği çuvala uzandı. Nitekim çuval öylesine ağır geliyordu ki aşağı indiremiyor merakla kendine doğru yürüyen askerleri dâhi fark etmiyordu. Son bir gayretle çuvalı çekip kucaklamış nitekim daha fazla direnemeyerek yere serilmiş aynı anda çuvalın içindeki iki kafa da avluda yuvarlanmış ve askerleri büyük bir öfke sarmıştı.
Vlad'ın bu hamlesi sarayda büyük bir yankı uyandırdı. Öyle ki Mehmed kendine yapılan bu saygısızlığı görmezden gelemiyor, her ne kadar Konstantiniyye'den sonra kendini Vlad'ın kırgınlığına hazırlamış olsa da hâlâ yanında olduğunu düşünüyordu. Şimdi ise bu davranış onun için bir ihanetten farksızdı. Öyle ki yalnızca Mehmed değil askerler, paşalar ve birçok saray sakini artık Radu'nun güvenilirliğini dâhi sorguluyor her an bir açığını arıyordu. Zira Vlad, Radu'nun da aklına girmiş olabilirdi. Fatih, Vlad'a mutlak bir yanıt vermesi gerektiğini düşünüyor lakin öncesinde iyi bir durum değerlendirmesine ihtiyaç olduğunu öngörüyordu. Öyle ki işe yarabileceğini düşünerek ilk defa divan toplantısında bir kadına yer vermişti.
Melek, ne olduğunu anlamaya çalışarak koridorda yürüyor bir an evvel öğrenme isteğiyle neredeyse koşuyordu. Zira haremde ömrünü geçirip giden pek çok kişiye nazaran sultan ile defalarca kez yüz yüze gelme şerefine erişmiş lakin ilk defa böylesine mühim bir toplantıya icap edeceğine hâlâ inanamıyordu. Dakikalar sonra harem sınırlarını aşmış toplantının gerçekleşeceği odaya varmak üzereydi ki gözleri bir noktaya çevrildi ve aynı anda adımları yavaşladı. Mahmud Paşa emin adımlarla ağaların arasından geçip odaya giriyor ardında birleştirdiği elleri ise artık bir hatıradan ibaret olan vakitleri hatırlatıyordu. Hissettiği özlem duygusundan kurtulma isteğiyle başını sallamış ve derin bir nefes alıp odaya girdi. Aynı anda sultanın sabırsız bakışları Mahmud paşadan Melek'e kaymış hemen ardından bir kez daha Mahmud paşayı bulmuş ve güçlü bir sesle sormuştu.
"Radu nerede?"
"Bilmiyorum sultanım. Dilerseniz gidip..."
"Sana Radu'yu getirmeni söylemedim Mahmud Paşa! Yerini sordum" küçümseyen bir bakışla sürdürdü "lakin ondan da haberin yok." Mahmud Paşa utançla gözlerini yere çevirmiş öfke ile dişlerini sıkıyordu. Zira saraydaki pek çok kişi gibi o da sultanın öfkeli sesini defalarca duymuş lakin bu durum ilk defa bir hatunun karşısında cereyan ediyordu. Sultan sakinleşme isteğiyle başını iki yana salladı ve az evvelkinin aksine daha sakin bir sesle Hamza Bey'e dönerek sürdürdü. "Vlad artık bizim dostumuz değil. Damarlarında akıp giden yabancı kan ruhunu da ele geçirmiş. Onu Osmanlıya düşman etmiş." Gözlerini dikkatle Melek'e çevirdi. "Bunu da biliyordun değil mi? Seneler öncesinden biliyordun." Melek endişe ile başını eğmiş sultan haklı olmanın verdiği kudretle sürdürmüştü. "O vakit sonrasını da bilirsin."
"Yıl..."
"Yıldız dersen boynunu vururum!" Aynı anda Mahmud Paşa havaya kaldırdığı kaşı ile Melek'e bakıyor ve ödeşmenin verdiği huzuru yaşıyordu. Zira sultanın öfkesinden nasibini alan tek o değildi.
"Otuz bin" dedi Melek bir şeyler okuyor gibi gözlerini dikkatle yere dikerek "kimi yetişkin kimi genç kimi erkek kimi kadın neredeyse otuz bin Eflak’lı kılıçlarını çekecek."
"Devam et."
"Zararsız görünür lakin Osmanlı'nın yara almasını hevesle bekler, Vlad'ın en büyük destekçisi genç kral."
"Hangi kral? Ne zaman?"
"Bilmiyorum" gözlerini yerden çekip alırken yineledi "bilmiyorum."
"Sultanım" diye araya girdi Hamza Bey "Vlad'ın Macar kralını ziyaret ettiğini duymuştuk. Matyas Korvinus henüz on dokuz yaşında."
"Doğru mu?" Sultan yanıt bekleyerek Melek'e baktı lakin başka bir şey bilmediğini düşünerek başını çevirdi.
"Sultanım" dedi Mahmud Paşa kendini kanıtlamak ister bir havayla "takdir edersiniz ki şu aşamada Radu'nun hissiyatı pek önemlidir. Dost mudur düşman mı?"
"Hakkın var paşa. Zira bende aynı fikirdeyim. Lakin henüz tek yanlışını dâhi görmedik."
"Doğru dersiniz" diye araya girdi Hamza Bey "şu an için sizinle aynı fikirdeyim. Yine de Radu'nun bir insan olduğunu unutmamak gerekir, duygularına yenilebilir. Zira düşünceleri bizden yana olsa da damarlarında akan kan aynı kan."
"Radu iyi biri" diye araya girdi Melek ve sultanın gözleri gelecekten bir haber öğrenme ümidiyle bir kez daha kendine döndü. "Bir şey bilmiyorum lakin sadakatinden şüphem yok."
"Hatun" dedi Mahmud Paşa uyaran bir tavırla "sen Radu'yu ne kadar tanırsın da sadakatinden şüphe etmezsin?"
"Sakin ol paşa." Aynı anda sultanın gözleri sorguyla Melek'e dönmüş bir yanıt bekliyordu.
"İyi birine benziyor."
"Birini tanımak için tek bir bakış yetmez. Şayet verecek bir havadisin yoksa siyasi konular bizim işimiz. Zira böyle mühim kararlar tecrübe ister hissiyat değil." Mahmud Paşaya dönerek sürdürdü "Lakin Melek hatun haklı. Radu düşmanımız değil. Henüz değil." Değerlendiren bir tavırla karşısındaki iki adama bakıyor ve bir karar vermeye çalışıyordu ki gözleri Hamza Bey'in üzerinde durdu. Öyle ki Melek'in öngörüleri şimdiye dek haftalar yahut aylar sonra gerçekleşmişti. Bir şeyleri değiştirmek için hâlâ vakit olduğunu düşünüyordu. "Sen, Hamza Bey vaktiyle beni de Vlad'ı da eğittin. Şayet birini dinleyecek olursa bu ancak sen olursun." Hamza Bey teslimiyetle başını eğmiş kendine verilecek talimatı bekliyordu. "Targovişte'ye gidip Vlad'ı bana getireceksin."
"Emriniz başım üstüne sultanım."
Toplantı kısa süre sonra sona ermiş lakin Melek hareme gidememişti. İlk kez bir toplantıya katılmanın hissettirdiği gurur yerini utanca bırakmış öyle ki düşüncesini dâhi belirtmesine müsaade verilmemişti. Yalnız kalma isteğiyle koridorlarda yürüyor kızların yanına varmayı istemiyordu. Hatırına düşen bir fikirle adımlarını bahçeye açılan gizli kapıya çevirdi. Radu bahçede oturuyordu.
"Radu" derin bir nefes aldı aynı anda Radu'nun hâli dikkatini çekti. Çimleri tek tek koparıyor ve öfkeyle çiğniyordu. Meşaleyi indirerek kapıyı kapattı ve yanına oturdu.
"Tadı güzel mi?"
"Ben hain değilim" öfkeden çenesi titriyordu.
"Ne oldu?"
"Herkes hatta ağalar dâhi aralarında benim bir hain olduğumu konuşuyor."
"Radu" merhametle Radu'nun çimleri koparan eline uzanmış ve gülümsemişti "hain olmadığını biliyorum." Radu utançla elinin üzerindeki yumuşak ele bakıyor ilk defa bir kadının eline dokunmanın verdiği sıkıntıyı hissediyordu. Güçlükle kendini toparlamış ve takındığı inanmaz bir bakışla gözlerini Melek'e çevirmişti. "Yıldızlar söylemedi. Zaten senin nasıl biri olduğunu anlamak için yıldıza ihtiyacım yok. Sen iyi birisin, Radu" ve Radu'nun hâlâ elinde tuttuğu bir çimi şakayla alıp ağzına attı. Mayhoş bir tadı vardı. "İğrenç. Bunu mu yiyorsun? Tıpkı şey gibi."
"Ne gibi?"
"At."
"At" diye yineledi ve ellerini kendine çektiği dizine dolayıp gözlerini ağaç dallarına çevirdi "Vlad da öyle derdi."
Eflak sarayının bahçesinde tüm ailenin bir arada olduğu nadir zamanlardan biriydi. Babaları artık sadece Mircea'ya değil iyiden iyiye büyüyen Vlad'a da askeri tavsiyeler veriyor, Radu birşeyler anlamaya çalışarak merakla dinliyor anneleri ise gurur ile oğullarına bakıyordu. Radu sabırsızlıkla ayağını sallayarak babasının sözünün bitmesini beklemiş ve fırsat bulur bulmaz elini Vlad'ın omzuna koymuştu. Aynı anda Vlad'ın soran gözleri kendine döndü.
"Oynayalım." Vlad kararsızlıkla Radu'ya bakıp büyüdüğünü kanıtlamak isteyerek omuzlarını daha dik bir konuma getirdi ve imrenen gözlerini kararlılıkla Mircea'ya çevirdi. Gözleri bir Mircea'ya bir babasına kayıyor ne vakit Mircea kadar bilgili olacağını düşünüyordu. Radu kısa bir süre daha beklentiyle Vlad'a bakmış lakin ağabeyinin dikkatinin artık tamamen babasında olduğunu anlayarak ümitsizliğe teslim olmuştu. Masadan aldığı destekle sandalyeden atlarken annesinin yumuşak sesi duyuldu.
"Nereye Radu?" Radu, öfkeyle kaşlarını çatıyor lakin çocukluğunun verdiği masumluk hâlini gülünç kılıyordu. Bu vaziyet Radu'yu daha da öfkelendiriyor ne ilgiyle kendine dönen ağabeyleri ne de babasını görmüyordu. Annesinin gülümseyen dudaklarını görür görmez adımlarını büyük bir kararla atmaya başlamış ve ilerideki bir ağacın dibine oturmuştu. Nitekim bir süre sonra can sıkıntısı ile gözlerini masaya çevirmiş lakin geri dönmeyi kendine yediremeyerek çimleri koparmaya başlamıştı. Derken aklına düşen bir fikirle elindeki çimi incelemeye koyuldu. Atlar, koyunlar öyle büyük bir iştahla yiyordu ki tadı güzel olmalıydı. Yeni bir tecrübe edinen her çocuk gibi gözleri merakla açılmış ve çimi ağzına atmış aynı anda annesinin endişeli sesi duyulmuştu. "O çimi hemen tükür Radu. Hasta olursun."
"Endişelenme anne" dedi Vlad gülerek ve alayla Radu'ya döndü "O bir at gibi sağlam. Gerçek bir at gibi."
"Keşke" dedi Radu gözlerini dallardan çekerken "herkes senin gibi olsa Melek hatun" aynı anda Melek'in bakışlarında merhamet Radu'nun ise rahatsızlık belirmişti. "O zaman çok daha kolay olurdu."
"Vlad ve sen" dedi düşünceli bir sesle "Çok farklısınız. Tıpkı" parmaklarının arasındaki çimi yere atıp beş parmağını havaya kaldırdı "Bu parmaklar gibi. Düşünsene baş parmak, tamam hazırlandım, işaret parmağı şu kılıcı al, orta parmak" gözlerini bir kez daha Radu'ya çevirdi "her neyse Vlad ve sen çok farklısınız."
"Vlad daha güçlüdür."
"Sende öylesin sadece farklı bir yol seçiyorsun. Umarım Vlad'ın söylenenler ile bir alakası yoktur."
"Umarım" karşısındaki kadına şükranla bakmış hemen ardından rahatsızlıkla gözlerini yere çevirmişti. "ama buna inanmak imkânsız" derin bir nefes aldı ve gözlerini yerden kaldırmadan sürdürdü. "Burayı seviyorum ama Vlad'ı da anlayabiliyorum."
"Kendine göre nedenleri var" destek olmayı isteyerek elini Radu'nun omzuna koydu "Osmanlı'ya geldiğinde on beş yaşındaydı."
"On dört."
"Öyle mi" dedi şaşkınlıkla zira üniversite hocası on beş olduğunu söylemişti. "Her neyse sen ise altı" onay bekleyerek Radu'ya baktı ve onaylayan baş işaretini gördü.
"Altı ve on dört. Kim olduğumu bile anlamayacak kadar küçüktüm. Ata ilk kez Osmanlı topraklarında bindim. Gerçek bir kılıçla ilk kez burada talim yaptım. İlk kez burada arkadaş edindim. Vlad benim gibi değildi." Sorgu ile Melek'e döndü "Sultan tahta kaç yaşında oturdu biliyor musun?"
"İlkinde on iki sonra..."
"On iki" diye sözünü kesti "Vlad on dört yaşındaydı." Önemsiz bir şeyden bahseder gibi omuzlarını kıstı. "Hiç savaşmayı seven biri değildim. Can almak kolay olmuyor. Özellikle de karşı karşıya cenk edip düşmanının gözlerine bakarken ama Vlad benim gibi değildi. O Mircea'ya benziyordu. Sultan'ı her gördüğünde gözlerinde kıskançlık okunuyor, onun gördüğü tüm ayrıcalıkların kendi hakkı da olduğuna inanıyordu."
"Peki" tedirgin bir sesle "Sen ne düşünüyorsun?"
"Haklı" düşüncelerini anlamak isteyerek dikkatle Melek'i gözlerine baktı ve bakışlarını başka bir yöne çevirerek sürdürdü "lakin Sultan Murad bizi hiç düşünmeden öldürebilirdi ama yapmadı büyük bir risk aldı ve hayatımızı bağışladı. Sahip olduklarımızı bizden alan Osmanlı değil babamı çaresiz kılan Macarlar."
"Evet" elini Radu'nun omzundan çekerken "Biliyorsun, Vlad olur da bir iletişim kurmayı seçerse muhtemelen iletişime geçeceği kişi sen olacaksın."
"Eğer öyle bir şey olursa gelip her şeyi sultana anlatacağım ve herkes sadakatimi görecek."
*
Hamza bey beraberindeki askerlerle Targovişte sınırına varmıştı. Ne yöne gideceğini anlamak için atının eyerini çekip durdurdu ve gözlemeye başladı. Her yer büyük ve bir iğne kadar tehditkâr yaprakları ile dikilen servilerle doluydu. Derken ağaçların arasından gelen bir ok askerlerden birinin omzuna saplanarak tüm askerleri telaşa düşürmüş bazıları endişe ile silah arkadaşlarının sağlamlığını kontrol etmeye başlamıştı.
Hamza Bey ise büyük bir ustalıkla gözlerini ağaçların arasına çevirerek dalların arasında saklanan düşmanı araştırıyordu. Derken sallanan birkaç dal düşmanın yerini işaret etmiş ve tüm dikkati o yöne çevrilmişti. Eli henüz kılıcına uzanmıştı ki oklar birbiri ardı havada uçmaya ve askerlerini bir bir yere düşürmeye başlamıştı. Bir kez daha fakat bu kez tedirginlik içerisinde başını askerlerine çeviriyordu ki ağaçların arasından bir ses yankılandı.
"Targovişte'ye hoş geldin Hamza Bey!"
Günler geçmiş lakin Hamza Bey'in henüz geri dönmemesi Mehmed'in omuzlarına ağır bir yük bindirmişti. Zira elçilerinin başına gelenler Hamza Bey'in bir tehlikeye düşmüş olabileceği fikrini kuvvetlendiriyor ve onun gibi sadık bir kulun akıbetinin bilinmezliği yüreğinde bir sızı yaratıyordu.
Mehmed, beraberindeki Radu ve Mahmud Paşa ile odaya girmiş lakin bilinmezliğin getirdiği öfke ile adımları bir an olsun durmamıştı. İki adam da endişe ile sultana bakıyor ve kendilerini kanıtlamak istiyordu.
"Vlad af istemiyor" dedi Mahmud Paşa aynı anda sultanın öfkeli bir o kadar da küçümseyen bakışları kendine dönmüştü. Zira bu artık ayan beyan ortada olan bir gerçekti. "İzin verin orduyu alıp gideyim."
"Hayır" diye araya girdi Radu'nun sesi aynı anda sultanın bakışları kendine dönmüştü. Lakin o bakışlarda ne bir küçümseme ne bir öfke kırıntısı değil büyük bir şüphe görülüyordu. "Mahmud Paşa değil ben gitmeliyim. Sadakatimi kanıtlamama izin verin."
Mehmed yürümeyi bırakıp dikkatle kendinden bir emir bekleyen adamlara dönerek bir karara varmaya çalışıyordu. Mahmud paşa her daim başarılı biri olmuş lakin yılların tanışıklığından olsa gerek hiçbir vakit Zağanos'un verdiği güven hissini verememişti. Radu'ya güvenmek ise daha büyük bir kumardı.
"Pekâlâ" dedi ve bakışlarını başka bir yöne çevirdi "kendim gideceğim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.87k Okunma |
752 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |